5 Ocak 2015 Pazartesi

fatih Sultan Mehmed’e atfedilen “çocukluk defteri”

Fatih S. Mehmed_Karakalem
Fatih Sultan Mehmed’e atfedilen “çocukluk defteri” son yıllarda hızla popüler oldu. Nerdeyse hemen herkes tarafından duyuldu. Gerek bir kısım akademisyenler, gerekse bazı müzeler defterin Fatih’e ait olduğunu peşinen kabul etti.
Peki içindeki çizimlerin ne zaman yapıldığına dair hiç ip ucunun olmadı, filigranına bakarak kâğıdın yaşını-üretim yerini tespit etmekten öteye bir bilginin bulunmadığı bu defteri Fatih’e ait varsaymak ne kadar doğru? Çizimlerin geçekten Şehzade Mehmed’in kaleminden çıkmış olma ihtimali ne?
*** *** ***
Genelde tarihçiler, Osmanlı klasik çağının dönüm noktası, imparatorluk serüveninin başlangıcı olarak Fatih devrini işaret eder. “Kadim şehrin” yani İstanbul’un alınması ile aralanan, sefer ve siyaset sarmalında Belgrat önlerinden Otlukbeli’ne, bir “Cihan hâkimiyeti mefkûresi” peşinde akıp giden bu devir, Gebze’de, Tekfur Çayırı’nda Fatih’in ölümü ile son bulur.
İdealize edildiği şekliyle Fatih Sultan Mehmed devri, Helen ve Latin dillerine ilgi duyan, İtalyanca öğrenen, Arapça, Farsça bilen; kitaplar çevirten, huzurunda münazaralar tertip ettiren, ilim ve sanat adamlarına himaye ve patronaj gösteren bir Rönesans hükümdarının devridir. Doğuyu-Batıyı şahsında mezcetmiş, hiçbir parçaya karşı kompleks duymayan, çünkü onu kültür olarak kişilik olarak yutan bir hükümdarın devri. Kuşkusuz Fatih’in büyük devlet adamlığı inkâr edilemez. Özellikle İstanbul’u feth etmek dirayeti ona “Ebu’l Feth“, ve “Fatih” unvanlarını kazandırmış, sahip olunmaz bir prestije ulaştırmıştır. Fakat Fatih’in şahsına yüklenen pek çok hususiyetin az çok hemen her klasik dönem hükümdarının sahip olduğu, peşinden gittiği nitelikler, takip ettiği prensipler olduğu da yadsınamaz.
Defterden Bir Klişe
Dolayısı ile Fatih devri sadece tarihsel değil, günümüz bağlamında toplumsal bir köşe başı mesabesindedir aynı zamanda. Belli zamanları, zirveleri kadraja koyan, yer yer idealleştirip öne çeken, çok yeni bazı dönemleri itip ötelerken bazıları ile arasında “dün gibi” yakın köprüler inşa eden bakışın, yaklaşımın kırılma noktalarından biri. Kendi zamanının öncelikleri ile düşünen her nesilin, tarihe baktığında kolayca hatırladığı; modern kavramları, kurumları tarihe taşıyarak analiz etmeye yeltenmede hiç bir beis görmediği eleştiri odaklarından diğeri.
Bu devrin insanları ve olayları arasında sorulan yersiz sorular, verilen sıra dışı cevaplar, uzlaşılamayan konular, çarpıtılan mevzular, ideolojiye kurban edilen yazımlar, kesinlik atfedilen muammalar bir hayli fazladır.
Gemilerin karadan yürütülmesi”, “Ulubatlı Hasan’ın tarihsel gerçekliği”, “Fatih’in annesinin Hüma, Mara, Stella Hatun ya da bir Fransız prensesi olduğu”, “Ayasofya vakfiyesinde beddua ettiği”, “Gizlice Hristiyanlık veya Hurûfliği kabul ettiği”, nihayet “Yahudi bir hekim tarafından zehirlenerek öldürüldüğü…” Fatih ve devrine ilişkin spekülasyon yapılan bazı konu başlıkları olarak sıralanabilir. Son kertede “Fatih’in çocukluk defteri” meselesini de artık -mutlak kesinlik atfedilen muammalar- kategorisinden bu listeye dâhil edebiliriz.
Fatih’e Atfedilen Çocukluk Defteri (Karalama Defteri)
Fatih’in çocukluk yıllarına ait olduğu iddia edilen bu defter Dr. Süheyl Ünver tarafından 1961 yılında yayınlanmıştır. Naklettiğine göre Ünver, bu deftere ilk defa 1940’lı yıllarda bir tasnif sırasında tesadüf eder ancak pek önemsemez. 1945 yılında, Topkapı Sarayı Müzesi’nde yapılan bir tashihte aynı defter tekrar eline gelir. Bu sefer ilgisini çekmesine rağmen herhangi bir mesnet isnat etmek mümkün olmadığından üzerinde durmaz, sadece (Fatih’e ait olabileceğine dair) bazı fişler eklemekle yetinir. 1956’da defteri üçüncü defa tekrar görür, yakından inceler, cildini, kâğıtlarını tetkik eder, defterin iyiden iyiye Fatih’e ait olma ihtimaline dair kanaat edinir.
Süheyl Ünver’in belirttiğine göre defterin hiçbir yerinde, Fatih ve öncesi devire ait olduğunu gösteren kayıt yoktur. 21,5 X 28,5 ebadında olup toplam 180 yaprak olan sayfaların çoğu boştur. Defter yaprakları beyaz, mühreli kâğıtlardan yapılmış olmakla birlikte pürtüklüdür ve sayfalar âharlı değildir.

Kâğıt çok kaliteli olmayıp müsveddelik mahiyettedir. Bütün yazı, desen ve çizimlerde siyah mürekkep kullanılarak, muhtemelen kalın, ince uçlu kamış kalem bazen fırça ile yapılmıştır. Defterin bazı kısımları küflenmiştir.
Defterde, portreler, hayvan resimleri, çiçek motifleri, süsleme ve desen çizimleri, Osmanlıca, Rumca yazı denemeleri, pek okunamayan Farsça beyitler bulunmaktadır. Bununla birlikte, bol miktarda Fatih’e ait tuğranın eskizleri yer alır. Portreler çoğunlukla, Hristiyan oldukları anlaşılan kişileri tasvir etmektedir.
Defterin Yayınlanması ve Oluşan Kanaat
1961 yılında Süheyl Ünver, söz konusu defterde yer alan çizimleri ve kendinde hâsıl ettiği kanaati ihtiyatlı bir dil kullanarak küçük bir kitap halinde yayınlar. Defterdeki tuğra eskizlerinin Fatih’in tuğrasına benzemesinden, Rumca, Farsça gibi Fatih’in öğrendiği dillere ait yazım denemelerinden yola çıkarak bu defterin onun şehzadelik yıllarına ait karalama defteri olabileceği yorumunda bulunur.
Ayrıca defter sayfalarının dokusunda yer alan filigranın, 15. yüzyılda Floransa’da üretilen kâğıtlar ile uyuştuğuna, aynı filigranları taşıyan kâğıtların II. Murad devrindeki bazı tapu tahrir defterlerinde de bulunduğuna işaret eder. Ünver, bu hususları ihtiyatlı bir dil kullanarak ortaya koymuş olsa da, “Fatihin Çocukluk Defteri” adını verdiği kitabının başlığı ile söz konu defteri doğrudan Fatih’e atfetmiştir.
Kâğıt dokusundaki filigrandan yola çıkarak, defterin gerçekten de 15. yüzyıla ait olabileceğini tespit etmek mümkündür. Hatta II. Murad-Fatih devirlerine ait olma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Fakat yine de bu defteri doğrudan Fatih’in kendi çizimleri ve şehzadelik yıllarına ait “çocukluk defteri” olarak görmek pek isabetli sayılmaz.
Defterde, tam veya yarım bazı tuğra denemeleri, II. Murad veya Fatih devrine ait çiçek motifleri, süsleme çalışmaları yer almaktadır. Ayrıca sarıklı yüz çizimleri, Hristiyan portreleri, Osmanlıca, Rumca, alfabe denemeleri, okunaksız bazı Farsça tekerlemeler, at başı, baykuş, kartal, leylek, balık gibi hayvan resimleri yer almaktadır.
Defterin Fatih Sultan Mehmed’e Aitdiyeti Meselesi
Her şeyden önce defterdeki bazı aksak ve orantısız çizgilere nazaran bazı çizimler çok iyi niteliktedir. Kesik, titrek, çekingen çizgilerin yanı sıra muntazam, uzun ve kesin çizgiler mevcuttur. Özellikle balık, leylek, kuş gagası çizimlerinde bu durumu tahlil etmek mümkündür. (Bu durumun Ünver’in de dikkatinden kaçmadığı görülmektedir.) Öte yandan defterde, o dönemde hâkim, klasik minyatür üslubundan farklı, bir takım üç boyutlu portrelerin yer alması, şark kültüründe “uğursuz” addedilmesine mukabil eski Yunan ve Batı folklorunda bilgi, zekâ ve irfanı temsil eden baykuş resimlerinin bulunması ilginçtir.
Bütün bunlar çizimlerin farklı kalemlerden çıkmış olabileceği intibaını uyandırmaktadır. Bununla birlikte Prof. Feridun Emecen, defterin Enderun oğlanlarına veya sarayda rehin tutulan bazı Balkan prenslerine ait olma ihtimalinin daha kuvvetli bir olasılık olduğu üzerinde durmaktadır.
Defterdeki tamamlanmış tuğra eskizleri incelendiğinde, “Sultan Mehmed Han bin Murad Han el-Muzaffer Daima” kalıbının istifi olduğu görülmektedir.

Fatih’in şehzadelik döneminde çekilen tuğrası babasının tuğrasına benzemek ile birlikte, 1453′ten sonraki tuğralarında, “muzaffer” kelimesi “Mehmed” ile “Murad” isimlerinin istiflendiği noktaya çekilmiştir. 1456 ve sonrası tarihli tuğrasına ise “el” ilave edilmiştir.
Bu noktada Emecen, 1501 yılında Osmanlılara esir düşerek küçük yaşta II. Bayezid’in sarayına alınan Menavio’nun naklettiklerine dikkati çekmektedir. Menavio’nun Saray’da kendilerine okuma yazma bilip bilmediklerinin sorulduğunu ve buna dair bazı kalem çalışmalarıyla imtihan edildiklerini nakletmesi bu konuda dikkate alınmaya değer bir ayrıntıdır. Defterin bu ve benzer şekilde saraya intisap eden oğlanlara ait olabileceğine dair fikir vermektedir. Nitekim Süheyl Ünver’de kitabında bu ihtimale açık kapı bırakarak, bazı çizimlerin “Rumeli beylerinin oğullarına” ait olma olasılığından bahseder.
Topkapı Sarayı kütüphanesinde bulunan defter, Sultan II. Abdülhamid döneminde saray mücellitleri tarafından ciltlenmiştir. Dolayısı ile mevcut cildi, nispeten yakın bir tarihe, II. Abdülhamid dönemine aittir. Muhtemel orijinal cildi ise mevcut değildir. Defter ya hiç kaplanmayarak dağınık veya birbirine tutturulmuş kâğıtlardan ibaret olarak kullanılmış, ya da asıl cildi, yeniden ciltleme sırasında sökülüp kaybolmuştur. Ünver’in belirttiğine göre defter ciltlenirken eski ebadından kısaltılmış, bu yüzden iki çizim ucundan kesilmiştir.
Konuyu Sultan II. Abdülhamid’e Angaje Etmek
Süheyl Ünver, defterin Topkapı Sarayı Müzesi envanterinde no: “2324” ile kayıtlı olduğunu, burada kayda girmeden öce “No. 275: resim defteri” kaydı ile Yıldız Sarayı, Zülvecheyn Kütüphanesi’nde bulunduğunu belirtmektedir. Sırf, Yıldız Sarayı Kütüphanesi ile ilişkili olmasına istinaden, söz konusu defterin, “bizzat II. Abdülhamid tarafından bulunduğu, onun özel emir ve isteği ile ciltlendiği…” gibi şehir efsanesi halini almış, bazı yayınlara kadar girmiş bir takım “romantik” söylentiler gerek halk gerek akademik camiada yayılmıştır. Tamamen kuruntu mahsulü olan bu iddiaların hiçbir dayanağı olmadığı gibi, Sultan Abdülhamid’in bu defteri ömrü hayatında bir kez gördüğüne, haberdar olduğuna dair bir ipucu dahi mevcut değildir.
Bilindiği gibi, padişahlığı döneminde Babıâli’nin nüfuzu kırarak otoriteyi tekrar saray üzerine alan Sultan II. Abdülhamid, devlet merkezini tedricen Yıldız Sarayı’na taşır. Güvenlik zaafı düşüncesi ile Dolmabahçe Sarayı’nda ikamet etmediğinden, Yıldız Sarayına yerleşir. Saltanatı başlarında görece ufak ve yetersiz nitelikteki bu saray, zamanla ek hizmet binaları, kasır ve köşklerin yapılması ile genişletilerek hizmete uygun hale getirilir.
İslam devletlerinde, ferman name, berat gibi belgelerin sonuna, hükümdara ait alametin (tuğra, nişan) çekilmesi öteden beri yerleşmiş bir gelenekti. Bir nevi mühür mahiyetindeki bu alamet, evrakın doğruluğunu, itimat ve itibar edilebileceğini göstermekteydi. Fakat hükümdarlar tuğra ve nişanlarını kendileri çekmez, bunun için yüksek rütbeli memurlar bulunurdu.

Hükümdarın imzasını atmaya yetkin bu üst düzey memur, Büyük Selçuklular’da ve Anadolu Selçukluları’nda tuğraî, İlhanlılar’da “uluğ bitikçi” olarak anılmaktaydı. Osmanlı Devletin’de, tuğraî, tuğrakeş, tevkii, nişancı gibi adlarla anılan bu görevli aynı zamanda Dîvân-ı Hümâyun üyesiydi. Nişancı kendi ofisinin yanı sıra Dîvân-ı Hümâyun toplantılarında da tuğra çeker, işi fazla ise kubbe vezirlerinin en kıdemsizi kendilerine yardım ederdi.

Hükümdarların tuğralarını hazırlamak ve çekleme sorunlu nişancılar aynı zamanda örfi hukukun başı sayılır bu nedenle kendilerine Müfti-i kanun denirdi. Bu bakımdan bürokrasi çarkının ahenge içinde dönmesini sağlayan en yetkili mülki amiriçerikli bir kütüphane kurularak eski saraylardan pek çok eser bu kütüphaneye nakledilir. Bu arada Topkapı Sarayı metruk halde bulunan çeşitli eserler, yazmalar da Yıldız’da yeni kurulan bu kütüphaneye devredilir. Kitapların her biri tasnif edilerek elden geçirilir, bakımları yapılır. İşte Fatih’e atfedilen defter, bu sırada Topkapı Sarayı’ndan Yıldız Sarayı’ndaki Zülvecheyn Kütüphanesi’ne intikal etmiş olmalıdır. Topkapı Sarayı’ndan nakledilen yıpranmış haldeki diğer eserlerle birlikte tamirat görerek ciltlenmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
İlerleyen yıllarda Yıldız Sarayı’nın hizmet dışı kalması ile kütüphane dağıtılmış, kitapların büyük bir kısmı İstanbul Üniversitesi’ne nakledilirken, bazısı da müzeye çevrilen Topkapı Sarayı’na iade edilmiştir. Söz konusu defterin Topkapı Sarayı envanterine tekrar bu sırada girmesi ihtimal dâhilindedir.
Peşin Hüküm Bağdat’tan Döner
Görüldüğü gibi defterin Fatih’e aidiyeti kesin değildir. Durum bu derece şüpheli olmasına rağmen pek çok bilim insanı, araştırmacı, yazar ve küratörün, popüler yönü dolayısı ile defterin doğrudan Fatih’e aidiyetini peşin hüküm ile kabullenmekte bir beis görmediği anlaşılmaktadır.
Fatih’in tuğrasına ait çizimler yanında Avrupai motifler içeren defterin “Fatih’in çocukluk defteri” olduğunu peşinen kabullenmiş bir takım yazarlar, bunun “Fatih’in üzerinde çocuk yaşından itibaren gelişen batı etkisi” olduğunu ileri sürmektedir. Yine defterin Fatih’e ait olduğuna -hiçbir ihtiyat payı bırakmadan- hükmeden bir profesör ; “Kriminoloji laboratuvarlarında bu çizimler incelenirse Fatih’in kişiliğindeki ayrıntılara varılabilir”, “Karakter tahlili ile çok farklı yönleri ortaya çıkabilir. Portre çizimlerinde ne anlatmak istemiş görülebilir. Tarihsel anlamda da önemli sonuçlar elde edilebilir” gibi cümleler sarf etmektedir.
Son olarak Panaroma 1453 Müzesi’nin defteri Fatih adına tescillediği görülmektedir. Defterin Fatih Sultan Mehmed’e ait olduğunu tereddütsüz kabul eden müze, defterden bazı klişeleri sergiye koyarak ziyaretçilere açmıştır. Açıklama olarak ise hiçbir kaynağa dayanmayan şu talihsiz nota yer vermektedir; “II. Abdülhamid’in emriyle Yıldız Sarayı’nda özel olarak ciltlenen defter, muhtevası yanında büyük hükümdara ait en eski vesika olması bakımından da tarihi öneme sahiptir.
Söz konusu defterin Fatih Sultan Mehmed’e aidiyetini, Sultan II. Abdülhamid’i de konuya dahil ederek tescilleyen Panaroma 1453 Müzesi’nden

Defterin Kime Ait Olduğu Meselesi
Görüldüğü gibi defterin Fatih’e ait olma ihtimali pek çok şüpheye mahal vermektedir. Fatih’e ait tuğra eskizlerinin ve Yunanca alfabe denemelerinin defterde yer alıyor olması, defterin aidiyeti hususunda kesin bir kanaate varmak için yeterli argümanı sağlamaktan uzaktır. Filigranından hareketle, defterin 15. yüzyıla, muhtemelen II. Murad veya Fatih devirlerine ait olabileceği tespit edilmekte ise de özetle bu bilgi çizimlerin değil ancak kâğıdın yaşını vermektedir. İçindeki çizimlerin ne zaman yapıldığına dair bir tarih tespit etmek ise şu an için mümkün değildir.
Şekil ve çizimler Fatih veya II. Murad devrinde, Enderun talebeleri veya saraya alınmış çocuk yaştaki Avrupalı esirler tarafından yapılmış olabileceği gibi, sonraki yıllarda bir köşeye terk edilmiş boş bir defterin “karalama defteri” mahiyetinde kullanılmasından ibaret de olabilir. Defterdeki şekil ve çizimlerin bir değil birçok kişinin kaleminden çıkmış olması da ihtimal dâhilindedir. Sonuç olarak, defterin kime veya Fatih’e ait olduğu hususunda neticeye ulaşmak için henüz elimizdeki vesikalar çok yetersizdir.
.
Kaynaklar: Süheyl Ünver, Fatih’in Çocukluk DefteriUn Cahier d’Enfance du Suitan Mehemmed le Conquérant “Fatih”,İstanbul: Kemal Matbaası, 1961; Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453, İstanbul: Timaş Yayınları, 2009; Sevgi Gürtuna, “Sanat Eğitimi Yönünden ‘Fatih’in Çocukluk Defteri’ Üzerine Düşünceler”, Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Dergisi 1, (2005): 1-10; Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık 1 (1986): 61-64; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara: TTK, 1987; Süheyl Ünver, “XV. yüzyılda Türkiye’de Kullanılan Kâğıtlar ve Su Damgalan”,Belleten 104 (1962): 739-750; G. Tanyeli, “Batılılaşma Dönemi Öncesinde Türk Mimarlığında Batı Etkileri (14.-17. Yüzyıl)” Türk Kültüründe Sanat ve Mimari, Klasik Dönem Sanatı ve Mimarlığı Üzerine Denemeler, İstanbul: 21.Yüzyıl Eğitim ve Kültür Vakfı, 1993: 157–187; Nusret Cam, “Osmanlı Mimarîsinde ve Sanatında Sultanların Estetik Rolleri”, Osmanlı 10, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, 65-73; Erdoğan Merçil,“Tevki”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), 41, İstanbul: İSAM, 2012, 35-36; Erhan Afyoncu, “Nişamcı” TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), 33, İstanbul: İSAM, 2007, 156-158; Ali Aktan, Osmanlı Paleografyası v

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion