Ortadoğu’da Kanın Hikayesi Radikal Siyonizm ve Terör Devleti İsrail
Hep tarihten ders çıkarmamız gerektiğini söyleriz. Geçmişte yaşanmış olaylar, bugünkülere ışık tutacaktır, doğruyu gösterecektir. Bütün bunlar doğru yaklaşımlardır. Hele geçmişteki olayların "iç yüzünü" anlamak, günümüzdekilerin de sahip olabilecekleri benzer "iç yüz"leri fark edebilmek açısından oldukça önemlidir. Bu yüzden, bugün Ortadoğu'nun başını ağrıtan sorunlara biraz da tarih perspektifinden bakmak gerekir. Mirasını koruduğumuz Osmanlı'nın nasıl yıkıldığını, daha sonra bölgede nelerin olduğunu, Ortadoğu'da kimlerin ne tür işler "tezgahladıklarını" görmek, son derece önemlidir. O zaman bugün bölgede bir türlü köklü çözümler getirilemeyen sorunlara daha sağlıklı bakabiliriz.
Bu bölümde pek çok soruna ışık tutacak bir konu ele alındı: İsrail'in tarihi. İsrail'in nasıl kurulduğu, bölgedeki istikrarın nasıl bozulduğu, kurulduktan sonra neler olduğu, savaşlar, provokasyonlar ve kukla liderler.
Radikal Siyonizmin Vaat Edilmiş Toprakları
Siyonist lider Theodor Herzl, 1897'de, 50 yıl içinde İsrail'in kurulacağını ifade etmişti.Siyonizmin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu fark eden II. Abdülhamit, Filistin'e karşılık para teklif eden Siyonistlerin bu isteklerini geri çevirdi.
Siyonizm, sanıldığının aksine 19. yüzyılın sonlarında gündeme gelmiş bir fikir değildir. Muharref Tevrat'ta "Dünya Krallığı"nın merkezi haline gelecek bir Yahudi Devleti'nin kurulacağından bahsedilir. Dolayısıyla Siyonizmin tarihi Tevrat kadar eskidir. Siyonizmin vazgeçilmez hedefi olan bu devletin sınırları Tevrat'ta şöyle tarif ediliyor.
"Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırınız çölden Lübnan'dan ırmaktan, Fırat Irmağı'ndan Garp Denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah'ınız Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır." (Tekvin Bölümü, 12/25)
Yahudiler kendilerine vadedildiğine inandıkları bu topraklara kavuşmak amacıyla, ilk resmi adımı 29 Ağustos 1897'de Basel'de I. Siyonist Kongresi'ni düzenleyerek attılar. Theodor Herzl, başkanlığını yaptığı bu kongrede kuracakları Yahudi Devleti'nin sınırlarını şöyle açıklıyordu:
"Kuzey sınırlarımız Kapadokya'daki (Orta Anadolu) dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı'na; sloganımız Davud ve Süleyman'ın Filistin'i olacaktır." (The Complete Diaries of Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt 2, sf.711)
Herzl, bütün dünya Yahudilerinin vereceği destekten emin olarak, kongrede şunları da söylemişti:
"Basel'de ben Yahudi Devleti'ni kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir." (The Complete Diaries of Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt 2, sf.581)
Gerçekten de İsrail, Herzl'in söylediği bu sözden 50 sene sonra kuruldu. Herzl'in söylediğinin bu kadar isabetle gerçekleşmesinin nedeni neydi? İleri görüşlülük konusundaki büyük yeteneği mi? Yoksa İsrail kurulana kadar uygulanan Siyonist planın ilk bölümünün, büyük bir örgütlenme sayesinde, her adımı hesaplanarak sonuca ulaştırılması mı?
Muharref Tevrat: "O günde Rab Abram'la ahdedip dedi: Mısır Irmağı'ndan Büyük Irmağa kadar, bu diyarı senin zürriyetine verdim." (Tekvin Bölümü,16/18)
Filistin'de kurulan İsrail Devleti de Siyonistleri tam anlamıyla tatmin etmemiş, daima Muharref Tevrat'ta vadedilen toprakların tamamının ele geçirilmesi hedeflenmiştir. Theodor Herzl Kutsal Toprakları açıkladıktan 88 yıl sonra, İsrail ordusunun komutanı Moshe Dayan, mevcut Yahudi Devleti'nin sınırlarını yeterli bulmayacak ve şunları söyleyecekti:
"Eğer Kitab-ı Mukaddes'e sahip çıkıyorsak, eğer kendimizi Kitab-ı Mukaddes'te yazılı olan halktan sayıyorsak, Kitabın yazdığı topraklara da sahip olmamız gerekir. 'Hakimlerin, patriklerin, Kudüs'ün, Hebron'un, Jeriko'nun ve daha pek çok yerlerin toprakları..." (Jerusalem Post, 10 Ağustos 1967)
İsrail Devleti'nin Filistin toprakları Siyonizmin ilk hedefiydi. İlk Siyonist Kongresi'nin yapıldığı dönemde, bu topraklar Osmanlı Devleti'nin elinde bulunuyordu. Bu nedenle Yahudi liderlerin ilk işi, Filistin'i Osmanlı'dan koparmak üzere çalışmaya başlamak oldu. Theodor Herzl bu amaçla birçok defa İstanbul'a geldi.
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik bunalımdan faydalanarak Filistin'i satın almaya çalıştı. Böylece Yahudi Devleti yeniden kurulabilecekti.
"Theodor Herzl İstanbul'a da gelmiş, Sultan II. Abdülhamit'le görüşmek için çok uğraşmıştır. Bu adam bütün Osmanlı borçları karşılığında Filistin'de bir yer istemiş ve şu cevabı almıştır: 'Bu yerler bana ait değil milletime aittir. Bu yerlerin her karış toprağı için şehit verilmiştir. 93 Harbi'nde Orduy-u Humayun'umun Filistin Alayı'nın askerleri, bir tanesi dönmemek üzere şehit olmuşlardır. Ben canlı vücud üzerinde paylaştırma yapamam. Filistin'e ancak cesetlerimiz üzerinden girilebilir. Böyle bir teklif yapan bir adam, bir adım daha atmasın ve memleketi terk etsin'." (The Sampson's Option, Seymour M. Hersh, sf.119)
Parayla toprak satın alma girişimleri, Abdülhamit'in kararlı tutumuyla sonuçsuz kalınca, Siyonist hareket, Osmanlı'yı yıkmak için yoğun bir faaliyet başlattı. Herzl bu durumu kendi sözleriyle şöyle açıklıyordu:
"Siyonizmin amaçlarına ulaşabilmesi için Osmanlı'nın dağılmasını beklemeliyiz." (The Complete Diaries Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt I, sf.374)
Siyonistlerin Jön Türkler ve İttihat Terakki ile İlişkileri
I. Jön Türk Kongresi'ne katılanlar.
Tabii bu son derece "aktif" bir bekleyiş oldu. Siyonistler, İsrail Devleti'ne izin vermeyen Abdülhamit'i kesin olarak saf dışı bırakmaya karar vermişlerdi. Planlarının ancak bu şekilde gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı. Bunun için de sadece dışarıdan yapılacak bir müdahalenin yeterli olmayacağı da ortadaydı. Dolayısıyla Abdülhamit karşıtı, bir iç muhalefet grubuyla iş birliği yapmak gerekiyordu. Yahudi liderler bu noktadan hareketle, Jön Türklerle iş birliği yapmaya karar verdiler. Siyonist lider Theodor Herzl bu tarihi kararı şöyle dile getiriyor:
"Bir tek plan aklıma geliyor. Sultan'a karşı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas kurmalı." (Complete Diaries of Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt I, sf.374)
Jön Türkler ve daha sonra da İttihat Terakki hareketiyle kurulan sıkı ilişkiler sonucunda Osmanlı İmparatorluğu kısa sürede çökertildi. Bu konu hakkında yapılan önemli yorumlar vardı:
"Birçok Avrupalı yazar, Jön Türk hareketini ve İttihatçıları, Yahudilerin, dönmelerin ve gizli Yahudilerin elinde oyuncak olan bir Yahudi-mason komplosu olarak nitelemiştir." (Young Turcs, Freemasons and Jews, Eli Kedourie, sf.89)
1908 Jön Türk İhtilali öncesinde, Avrupalı Siyonist Yahudiler, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilerin Siyonizme hizmet etmeleri için uğraşmışlar, bu iş için üs olarak da çok sayıda Yahudinin yaşadığı Selanik'i seçmişlerdi. Burada çalışmalar yapan Siyonistler kısa zamanda kendilerine birçok Yahudi taraftar buldular. Siyonizm için çalışan her Yahudi bir kazanç olarak görülüyordu.
"Fakat en büyük kazanç Jön Türklerin içinde ünlü bir sima ve Osmanlı Parlamentosu'nda Selanik mebusu olan Emanuel Karosso oldu." (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman, sf.143)
Selanik Yahudilerinin görevi olan Jön Türklere Siyonizmi benimsettirme çabaları, özellikle Emanuel Karasso, Nissim Mazliyah ve Nissim Russo adlı Yahudiler tarafından yürütülüyordu.
"Karasso, Mazliyah ve Russo'nun görevi, Türk politikacıları Siyonizmden çekinmenin gereksiz olduğuna inandırmak, onları davalarına kazandırmaktı." (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman)
"Yahudi Nissim Mazliyah masondu." (Türkiye'de Masonlar ve Masonluk, İlhami Soysal, sf.6)
"Yahudi Nissim Mazliyah yıllarca Osmanlı Meclisinde İzmir milletvekili olarak faaliyet göstermiştir. İttihat ve Terakki üyelerinin Siyonizme kazandırılmasında önemli görevler üstlenmiştir. 'İttihat ve Terakki gazetesinde yazıları yayımlanmıştır." (Türkler ve Yahudiler, Avram Galante, sf.91)
Siyonizm sempatizanı olan Yahudiler de, Jön Türklere Abdülhamit karşıtı mücadelelerinde ellerinden gelen desteği veriyorlardı. Nissim Russo Jön Türklerle sıkı ilişkiler içerisindeydi. Halkı 1908 İhtilali'ne dahil edebilmek için duvarlara ilanlar yapıştırmış, ihtilal sabahı kahve kahve dolaşarak attığı nutuklarla halkı isyana katılmaya çağırmıştı. Aynı akşam ihtilalcilerin isteklerini padişaha tebliğ etmek üzere saraya giden heyetin de sözcüsüydü. II. Meşrutiyet sonrası kurulan Siyonist cemiyetinin ilk üyelerindendi.
''Bir başka Yahudi 'iş birlikçi' Rafael Benuziyar, Selanik'te eczacıydı. Eczanesi Jön Türklerin buluşma yeri idi. Bundan başka İdare-i Hamidiye'ce şüphe altında bulunan Jön Türklerin haberleşmesi Benuziyar vasıtasıyla sağlanırdı. Benuziyar 22 Temmuz 1908 senesi akşamı, yani Meşrutiyetin ilan edileceği günün öncesi, Selanik duvarlarına bildiri yapıştıranlardan ve bunları evlere dağıtanlardan biri olmuştur. Aşer ve Avram Salem kardeşler, Fransa'ya kaçarak Jön Türk hareketine destek vermeye devam etmişlerdir. Leon Gatezno da Fransa'da Jön Türkler lehine büyük faaliyetler yapmıştır. Selanik manifatura tüccarlarından olan Tiamo, Selanik'teki Jön Türk grubuna büyük hizmetlerde bulunmuş ve servetini Jön Türklerin emrine vermiştir." (Türkler ve Yahudiler, Avram Galante, sf.94)
İttihat ve Terakki'yi finanse edenler de Yahudi sermayedarlar oldu:
"İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetini, Selanik'te mason localarının koruyuculuğu altında sürdürebiliyordu. Bu gizli cemiyet, Abdülhamit rejimini yıkmaya çalışıyor, ve gittikçe serpilip büyüyordu. Hareketin gerçek beyni Yahudiler ve Yahudilikten dönme müslüman Yahudilerdi. Onlara Selanik ve Dunmeks'in zengin Yahudileri tarafından para yardımında da bulunuluyordu." ( The Rise of Nationality in the Balkans, R. W. Sewton-Watson, sf.184-185)
Türk Siyonistleri ve Yahudileri üzerine yaptığı araştırmaları ile tanınan Avram Galante gerçekte Siyonizm için aktif görevler üstlenen bir kişiydi. Faaliyetlerini daha etkili kılabilmek için Jön Türklere katılmıştı. Gazetelerde yazdığı yazılarla İttihat Terakki'nin fikirlerini yaymaya çalıştı. Abdülhamit'in kontrolünden uzak kalabilmek için Mısır'a kaçmış, padişahı devirme çalışmalarını buradan yürütmüştür. Mısır'da, ülkeye girişi yasak olan yönetim karşıtı yayınların tercümelerini yaparak el altından diğer isyancılara dağıtmıştır. Levon Dabağyan, Galante'nin Mısır'daki faaliyetleri için şunları yazıyor:
"Galante Efendi Kahire'de faaliyet gösteren 'Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi' adı altında bir Yahudi örgütü kurmaya niçin gerek görmüştü? Sırf Sultan'ın baskısından Türk Vatanını kurtarmak için mi?... Hiç sanmıyorum. Zira Sultan Abdülhamit Han, eğer Siyonistlere evet diyecek olsaydı, söz konusu örgütün kurulmasına hiç gerek kalmayacaktı." (Sultan 2. Abdülhamit ve Ermeniler, Levon P. Dabağyan, sf.6, Son Havadis Gazetesi, 22 Ekim 1981)
"Özgürlüğü elde etmeyi kendilerine bir borç bilen ve Jön Türklere yardım eden kurumlardan biri de Mısır Cemiyeti İsrailiyesi idi." (Sultan 2. Abdülhamit ve Ermeniler, Levon P. Dabağyan, sf.41)
Mason locaları ve Siyonizm tarafından böylesine büyük bir destek gören Jön Türkler gerçekleştirdikleri 1908 İhtilali ile II. Abdülhamit'i tahttan indirdiler. Abdülhamit'in Türk siyasi hayatından çekilmesi ile Jön Türklerin bir kanadı 'İttihat ve Terakki Cemiyeti' olarak iktidarı devraldı. Bu olayda da Yahudilikte bir çeşit mezhep gibi kabul gören dönmeliğin ciddi katkıları vardı.
Abdülhamit'in devrilmesi için çaba gösteren İttihat ve Terakki üyelerinin en önemli destekçilerinden birisi de Siyonistlerdi.
"1908 İhtilali içinde Jön Türk liderleri arasında dönme mezhebinin meşhur üyeleri göze çarpıyordu." (A History of The Jewish People, James Parkes, sf.102)
"... Jön Türklerin iş başına gelmesi Siyonistler için yeni bir umut olarak telakki ediliyordu. İktidarı tekeline almış bir kişinin takdirine bağlanmaktansa, meşruti bir hükümetle daha iyi anlaşabileceklerini sanıyorlardı." (Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, sf.128)
İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidara gelmesi, Siyonizm için tam bir fırsat dönemi oldu. Yahudi ileri gelenleri, istediklerini daha rahat gerçekleştirebilmeleri için, İttihatçılar tarafından devlet yönetiminin en stratejik noktalarına atandılar:
"İttihatçı Yahudiler kilit bakanlıklarda, müsteşar ve teknokrat olarak önemli mevkiler işgal etmişlerdi ve siyaset üretme konusunda rolleri muhtemelen bakanlarınkinden daha fazlaydı. Emanuel Salem, meclise getirilecek yeni yasaları hazırlıyordu; Bağdat mebusu Ezekiel Sasoon daha önce Ziraat Nezareti'nde müsteşar iken Ticaret Nezareti'ne geçmişti; Nissim Ruso, Maliye Nezareti'ndeki görevini sürdürüyordu. 'İç kabinenin şefi' Vitali Stroumsa ise Mali Islahat Yüksek Şurası'nın üyesiydi. Samuel Israel, başkent polisinin Siyasi Şube Müdürü olarak son derece hassas bir görevdeydi; Enver Paşa 23 Ocak 1913 darbesini yaptığı zaman, o da onunla birlikteydi." (Role Economique des Juifs d'Istanbul, Avram Galante, sf. 52)
Gerek Jön Türk hareketi gerekse İttihat ve Terakki'deki Yahudi ve dönme egemenliğinin sağlanması için kullanılan en büyük güç, bu Parti'deki Selanik localarına kayıtlı masonlar oldu.
"Evvelce de Selanik'te kurulmuş olan Macedonia Risorta at Veritas locaları İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gelişmesinde mühim rol oynamışlardır. Onların bu rolleri, İmparatorluğun süratle çökmesine, elden çıkmasına yol açmıştır... O zamanlar, bu localara gerekli vasıflara haiz görülen kimseler kabul edilir ve 'Mahfil Loca' da iyice tecrübe edildikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne tavsiye edilirdi." (Dünyada ve Türkiye'de Masonluk, Hasan Cem, sf. 87)
"Selanik'te İttihat ve Terakki adında büyük bir ihtilal teşkilatı kurulalı çok olmuştu. Şehirde pek çok Yahudi vardı. Bunların çoğu İtalyan tebaası ve İtalyan mason localarına mensuptu. İtalyan tebaası olarak himaye görüyor, kapitülasyon anlaşmasına göre Sultan'ın emriyle tevkif edilemiyorlardı. Evleri polis tarafından aranamaz, sadece kendi konsolosları tarafından muhakeme edilirlerdi.
Bu korumadan yararlanarak, mason localarının usulüne uygun bir şekilde İttihat ve Terakki'yi kurmuşlardı. Yahudilerin evlerinde toplantılar yapıp planlarını hazırlıyorlardı. Bu sayede padişahın sürgün ettiği veya siyasi mülteci olarak başka memleketlere sığınmış mühim şahsiyetlerle temas imkanı da elde edebilmişlerdi." (Bozkurt, E. Armsrong, sf.25 )
İttihat Terakki iktidarı içinde çeşitli kademelerde görev alan Siyonizm sempatizanı Yahudiler, ihtilalin üzerinden daha üç ay geçmişken Filistin konusundaki isteklerini devlet gündemine getirmekten çekinmediler.
Rusya'dan gelen Siyonist lider Vladimir Jabotinsky, Jön Türklerin liderlerinden Ahmet Rıza ve Dış İşleri Bakanı Tevfik Paşa ile görüşmelerde bulundu. II. Abdülhamit zamanında Filistin'de Yahudiler için konulan göç yasağının kaldırılmasını istedi.
"Hayim Nahum (1872-1960) da, yeni rejime kendi lehlerine fevkalade bir nazarla bakıyor, yasak kararlarının kaldırılması için Jön Türkleri sıkıştırmaya başlıyordu.
Nahum, öteden beri Jön Türklerle ilişkisi olan birisiydi. Bu ilişkiler, Paris'te başlamış, giderek artmış ve Jön Türkler ihtilal yapınca onu İstanbul'a çağırarak Türkiye Yahudilerinin Başhahamlığı'na getirmişlerdi. Siyonistlerin yörüngesine giren H. Nahum, Siyonist Teşkilatı ile Jön Türkler arasında arabuluculuk görevi yapıyordu." (The Young Turks and Zionism: Some Comments, M. Jacop Landau, sf. 203)
Siyonistler Filistin'e konan göç yasağını kaldırmak için İttihatçıların ileri gelenlerini kullandılar.
"Bu amaçla, Ruso, Masliyah, Ahmet Rıza, Enver, Talat ve Nazım Beyler'le görüştüler. İttihat ve Terakki'nin ağır topları olan bu kişiler, Filistin'e Musevi göçünün yararlı olacağı kanısındaydılar." (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, sf.192-193)
Hahambaşı, Meclis Başkanlığına seçilen Ahmet Rıza Bey'i tebrik için gittiği ziyarette göç ve toprak satın alma konusunu açtı. Meclis Başkanı teklifi kabul etti:
"...Ahmet Rıza, Musevilerin kendilerine yardım ettikleri takdirde Osmanlı ülkesine hiçbir kısıtlama olmaksızın yerleşebileceklerini temin ediyordu." (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, sf.193)
Hahambaşı, Sadrazam'a da aynı şekilde bir nezaket ziyaretinde bulundu. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa da, yerleşim merkezi kurmak isteyen Yahudi göçmenlerine karşı çıkılmayacağını söyledi.
"Sadrazam, Filistin'deki Museviler için konulan yasakları kaldırmaktan çekinmedi. Önce, Filistin'e girişte Musevilere verilen 'Kırmızı Tezkere' usulünü kaldırdı. Daha sonra da Siyonistlerin toprak satın almaları serbest bırakıldı." (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, sf.193-194)
İttihat ve Terakki liderlerinin Siyonistlerin bu tekliflerini kabul etmesindeki asıl neden, Yahudilerin bu Parti üzerindeki kuvvetli nüfuzuydu. (The Arap Awakening, George Antonius, London, 1938)
Yahudiler bu kararların alınması için kendilerini Osmanlı'nın yeniden güçlenmesi için iyi niyetle hareket eden kişiler gibi göstermişlerdi. Göçle gelen zengin Yahudiler sözde mal varlıklarını yeni devletleri için kullanacaklar, böylece bütün azınlıkların Osmanlı ruhu altında barış içinde yaşayabileceklerini ispatlayacaklardı. Ancak, bu Filistin'i Osmanlı'dan kopararak tamamen bağımsız bir devlet kurmayı hedefleyen komplonun bir adımından başka bir şey değildi.
Arapların Türklere karşı öfke duymaları bölgeye gönderilen ajan provokatörler tarafından sağlandı. Arap dilini ve geleneklerini çok iyi bilen ünlü İngiliz casusu Albay T. E. Lawrence bölgede geniş kapsamlı faaliyetlerde bulundu.
"Osmanlı senatosundaki Siyonistlerden Behor Efendi de, yeni rejim ortamından yararlanma konusunda ihtiyatlı hareket ediyordu. Bir diğer senato üyesi Vitali Faradji, özel imtiyazlar üzerinde duruyor, Türklerin düşmanlığını üzerine çekmemek için otonomiden hiçbir zaman açıkça bahsetmiyordu." (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman, sf.141)
Bu konuda aktif rol oynayan diğer iki Siyonist de Dr. Victor Jacopson ve Emanuel Karosso idi. Karosso Filistin'e göçü ve bu göçmenleri yerleştirerek otonomiyi getirecek nüfus oranını sağlama amacıyla 'Osmanlı Göçmen Kumpanyası' adlı bir teşkilat kurdu.
"Osmanlı tabiriyle genelleme yapılmaktan amaç, Yahudiler üzerindeki şüpheleri dağıtmaktı. Karasso'nun bu girişimi, politik otonomi hedefine doğru ilk adımdı." (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman, sf.144)
Dr. Jacopson da Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Siyonist faaliyetlere finansman sağlayabilmek için 'Anglo-Levantine Bank'ı kurmuştu. Bu arada Le Jeune Turc adlı bir gazete çıkarmayı da ihmal etmemişti.
"Bu gazete, İmparatorluk dahilinde bütün azınlıklara muhtariyet verilmesi fikrini sistemli bir şekilde savunuyordu. Bu savunma, Siyonistlerin taktik hedeflerine uygundu. Muhtariyet verilirse, bunu bağımsızlık takip edecekti." (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, sf.195)
Tüm bunlar Siyonistlerin Osmanlı'ya destek olmak için göç ettiklerine dair sözlerinin ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösteriyordu. Üstelik Siyonistlerin Osmanlı'ya vermeyi vaat ettikleri ekonomik yardımdan da en ufak bir iz bile yoktu.
"Yahudiler, Osmanlı uyruğuna geçmek için hiçbir çaba göstermemişler ve yabancı uyruğunda kalmayı yeğlemişlerdir. İkinci olarak da İttihatçıların büyük bir sabırsızlıkla bekledikleri maddi yardımı temin etmek konusunda hiçbir girişimleri olmamıştı. Musevi göçmenlere uygulanan yasakları kaldırmakla Hükümet hiçbir yararlı sonuç elde edememiş, tam tersine Arapları daha da kızdırmıştır." (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, 195-196)
Yahudilere Filistin'de toprak verilmesine ve onlara tanınan göç kararına Arapların tepkisi ise büyük oldu. İslam topraklarına Siyonistlerin akın etmesi elbette olumlu bir gelişme değildi. İşte bu dönemde Osmanlı topraklarının üzerinde yeni bir oyun sergilenmeye başlandı. Siyonist liderler, Osmanlı İmparatorluğunu ayakta tutan ve bölgede istikrarı koruyan tek etmen olan İslam birliği düşüncesini yıkmak amacı ile Arap ulusçuluğunu gündeme getirdiler.
Siyonistlerin Osmanlı Topraklarında Düzenlediği Provokasyon: Arap Ulusçuluğu
Osmanlı İmparatorluğu, Filistin sorununun öncesine kadar kendi sınırları içinde müslüman halkın birliğini sağlamış bir devlet yapısı sergiliyordu. Türk, Arap, Kürt gibi değişik kökenlere mensup insanlar, aralarında bir sorun çıkmadan asırlar boyu İmparatorluk çatısı altında yaşamışlardı.
Siyonistlerin Filistin'e göz koymalarının ardından sistemli bir şekilde ayrılıkçılık hareketlerinin kışkırtıldığı bir dönem başladı. Bu politikanın mimar kadrosu, mason ve Siyonistlerden oluşuyordu. Siyonist yazar ve siyasetçilerin sürekli olarak ırkçılık duygularını körüklemesiyle Araplar haklarının yeterince korunmadığına inandırılarak, Osmanlı'ya karşı ayaklanmaları sağlandı. Yakup Dav ve benzeri Siyonist oryantalist düşünürler, ırkçı Arap milliyetçiliğinin İslam'a ters düşmediği gibi mesnetsiz iddialar ortaya atarak, fikirlerini ispatlamaya çalıştılar.
Siyonistlerin, ırkçılığı ve ırkçıları desteklemesinin altında yatan asıl nedenin, Arapları ve Türkleri birbirlerine karşı kışkırtarak Filistin'deki Osmanlı engelini ortadan kaldırmak olduğu gayet açıktı.
Fransız ve İngilizlerin I. Dünya Savaşı sırasında, Arapları Osmanlılara karşı kışkırtarak savaştırmasıyla, Siyonistler bir aşama daha ilerlemiş oldular. Basit vaatlerle satın alınan bazı Arap liderlerin halkları ise mandater güçlerin uydusu olmaktan kurtulamadılar.
Dönemin Süper Gücünden Siyonizme Destek: Balfour Deklarasyonu
Dünya Siyonist Örgütü'nün lideri olan Chaim Weizmann, İngiltere daha Filistin'e yerleşmeden önce şu önemli açıklamayı yapmıştı:
"Rahatça söyleyebiliriz ki, eğer Filistin İngiltere'nin nüfuz alanına girer de, İngiltere de orada kendisine bağlı bir Yahudi toplumunun oluşmasına olanak sağlarsa, yirmi ya da otuz yıl içinde oraya bir milyon belki daha fazla Yahudi toplarız." (Trial and Error: The Autobiography of Chaim Weizmann, Chaim Weizmann, sf.49)
İngilizler, Arapları bir devlet altında toplayacaklarına inandırarak, Osmanlı'ya karşı ayaklanmaya ikna ettikleri dönemde, aynı bölgede Yahudilere bir yurt vermeyi vadeden Balfour Deklarasyonu'nu yayınladılar.
Siyonist lider Chaim Weizmann ve İngiltere Başbakanı Lloyd George, Yahudi Devleti'nin kurulabilmesi için sık sık biraraya geliyorlardı (Altta) Yahudi halkı için bir yurt hazırlamayı vaat eden, İngiliz Dış İşleri Bakanı Balfour (Solda).
Balfour Deklarasyonu'nun hazırlanmasında başrolü oynayan Siyonist lider Chaim Weizmann, İngiltere Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill, Dış İşleri Bakanı Arthur Balfour ve Başbakan David Lloyd George gibi politikacıların yakın dostuydu.
Weizmann ve diğer Siyonist liderler, Filistin'de Yahudiler için bir bölge ayrılması yerine, bütün Filistin'in Yahudi Devleti olması için İngiltere Hükümeti'ne bir uyarı mektubu gönderdiler. İngiliz kabinesinde yoğun tartışmalara neden olan bu muhtıradan sonra ortak bir karara varıldı. İngiliz Dış İşleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917'de İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild'e, daha sonra Balfour Deklarasyonu adını alacak bir mektup yazdı:
"Majestelerinin hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için bir milli yurt oluşturulmasını uygun karşılamaktadır ve bunun gerçekleşmesi için her türlü çabayı harcayacaktır." (Documents and Readings in the History of Europe Since 1918, Walter C. Langsam, sf.377)
Bu kararla, Arapların İngilizlere olan bağlılığının sarsılma ihtimali belirdi. Fakat, izlenen yeni bir politikayla bu sorun halledildi. İngiltere ve müttefikleri, Arapları büyük bir devlet altında birleştireceklerine inandırdılar. Öte yandan, 1919'da yapılan resmi bildirimde, Filistin'e göçü destekledikleri de belirtilerek şöyle dendi:
Siyonistlere verdiği büyük destek ile tanınan Lord Balfour, İsrail'de ilk kurulan üniversitelerden biri olan Hebrew Üniversitesi'nin açılışına da katılmıştı.
"Siyonizm hareketinin liderleri, Siyonizmin başarısını, Araplarla dostluk ve iş birliği yaparak sağlamaya kararlıdırlar ve böyle bir teklif de kenara atılacak bir teklif değildir." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, cilt 3, sf.34)
Bu vaat ile ikna edilen Arap liderleri ile Siyonistler arasında bir iş birliği kuruldu.
"İngiltere'nin arzu ettiği Arap-Yahudi iş birliği, Hicaz Arap Devleti adına Emir Faysal ile Dünya Siyonist Örgütü lideri Chaim Weizmann arasında, 30 Ocak 1919'da Londra'da imzalanan bir anlaşma ile gerçekleşti." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, cilt 3, sf.34)
Bu anlaşmada, Arap Devleti ile Filistin arasındaki sınırın tespit edileceği söylenerek, Filistin'in tamamen Yahudi toprağı olduğu belirtilmiş ve Filistin adına muhatap olarak da Chaim Weizmann kabul edilmişti. İngilizlerle iş birliği içinde olan Emir Faysal, Siyonistlerle de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Emir Faysal bu yakınlığını ABD'nin Paris Konferansı'ndaki temsilcisi ve Dünya Siyonist Örgütü'nün önde gelen üyelerinden Felix Frankfurter'e 3 Mart 1919'da yazdığı mektupta şöyle dile getiriyordu:
"...Yahudi hareketi milli bir harekettir ve emperyalist değildir. Bizim hareketimiz de millidir ve emperyalist değildir. Suriye'de her ikimize de yer vardır. İki hareketten hiçbiri, diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşamaz." (The Arab-Israeli Conflict, John Morton Moore, sf.43)
Bu dostluğun aldatmacadan başka bir şey olmadığı, hemen bir yıl sonra başlayan ve günümüze kadar süren, boyutları katliamlara kadar varan çatışmalarla ortaya çıktı. İngiltere, Filistin'e teşvik ettiği Yahudi göçüyle bu bölgeyi vaat etmiş olduğu büyük Arap devletlerinden ayırmış oluyordu. İleri aşamada ise aralarında hiçbir dil, din ve ırk farkı olmayan Arapları, parçaladığı Ortadoğu'da yapay sınırlar arasında dağıttı. Bu şekilde Siyonist çıkarlarını koruyan İngiltere, Arap bağımsızlığını engellediği gibi, Müslümanların yaşadığı Filistin topraklarını da İsrail yayılmacılığına hazır hale getirmiş oldu.
Siyonizmin Filistin'deki İlk Adımı: İngiliz Mandası
İngiltere ve ABD, Osmanlı Devleti'nin çökmeye başladığı yıllarda İsrail Devleti'nin kurulması yolundaki çalışmalarını hızlandırdılar. Yahudilerin Filistin'e yerleşmeleri işini İngiltere üstlendi:
"Filistin'i elinde bulunduran İngiltere, çeşitli siyasal düşüncelerle bağımsız bir Yahudi Devleti'nin kurulmasını üstüne aldı." (Meydan Larousse, cilt 4, sf.670)
Filistin'e yerleşen İngiltere'nin ilk işi, buraya yapılan Yahudi göçünün devamını sağlamak oldu.
"Filistin'deki İngiliz yönetimi, 1920 ile 1936 arasında Filistin'e 290 bin Yahudinin göçüne resmen müsaade etmiştir." (Survey International Affairs 1936, sf.706)
I. Dünya Savaşı'nın sonucunda 60-80 bin kadar olan Yahudi nüfusu, 1929'da 170.000'e çıkmıştı ki, bu, toplam nüfusun %17'si demekti. Halbuki 1923'te Yahudiler tüm nüfusun %11'ini oluşturuyorlardı. Daha sonraları da İngiliz yönetiminin sağladığı kolaylıklarla, göç hızlanarak devam etti.
"1936'da Yahudi nüfusunun miktarı 400 bine çıkarak nüfusun %31'ini oluşturacaktır." (Palestine and the Arap-Israeli Conflict, cilt 1, Michael J. Cohen, sf. 289)
İngiltere'nin desteği bu kadarla da kalmamış, manda yönetimi sırasında kurulan Siyonist terör örgütlerindeki militanların eğitimini de üstlenmişti.
"Haganah'a karşı İngiliz manda yönetimi daima büyük hoşgörü göstermiştir. Hatta Filistin'deki İngiliz subayları, Haganah askerlerinin eğitiminde görev almışlardır. Bu subayların en ünlüsü ise, ateşli bir Siyonist olan Yüzbaşı Orde Wingate'dir." (The Course of Modern Jewish History, Howard Sachar, sf.389)
İngiliz ordusunun, Siyonistlerin silahlı eğitimine esas ağırlık verdiği dönem II. Dünya Savaşı yılları oldu. İngilizler, bölgenin hiçbir dış tehlikeye maruz kalmadığı bir dönemde, savaşı bahane ederek Siyonist militanları orduya aldı ve bunlar için özel gruplar kurarak eğitim verdi.
Filistin'de, İngiliz mandası döneminde buraya yapılan Yahudi göçü için kolaylıklar sağlanmış ve Yahudi yerleşim bölgelerinde büyüme gözlenmiştir. Filistin'de bir Yahudi Devleti oluşturmak için hazırlanan İngiliz mandası, aynı zamanda Siyonist terör örgütü Haganah militanlarını da eğitiyordu.
"İngiliz ordusunda dağınık bir şekilde hizmet eden 30 bin kadar Filistin Yahudisinin ayrı bir tugay haline getirilmesi, 1944 Eylülü'nde olmuştur." (Keesing's Contemporaray Archives, 1943-1946, sf. 6750)
Böylece Siyonistler, savaş tecrübesi kazanmış ve kurulacak İsrail Devleti için kaçınılmaz gözüken Arap-İsrail Savaşı'na hazırlanmıştı.
Manda yönetimi, eğittiği Siyonist militanların silah temin etmesi için de çeşitli kolaylıklar sağlamıştı.
"Yahudiler Amerika'dan makineli tüfek ve havan topu gibi silahların üretimi için aldıkları torna ve makine parçalarını sandıklara yerleştirip İngiliz gümrüklerine getirdiler. Sandıklar İngiliz gümrüğünden güçlük çekmeksizin geçti." (O Jerusalem, Dominique La pierre-Larry Collins, sf. 96)
Ancak Siyonist terör örgütleri sonunda İngiltere'yi de vurdu. 1940'ların ikinci yarısından itibaren Siyonist teröristler İngiliz hedeflerine saldırmaya başladılar. İngiltere bu karmaşayı daha fazla üstlenemedi ve Filistin'den çekildi.
Üç Büyükler İsrail İçin Birarada
"Bu silah ve cephane hırsızlığında İngiliz askerleri de Siyonistlere yardımcı olmuşlardır." (The Middle East in the War, George Kirk, sf.229)
II. Dünya Savaşı sonunda (4-11 Şubat 1945) üç galip ülkenin liderleri Yalta'da biraraya geldiler. Toplantının gündem maddelerinden birisi de İsrail'in kurulmasıydı.
"Kırım'daki küçük Yalta şehrinde, üç büyükler savaş sonrasının dünya haritasını çizdiler. Burada Franklin Roosevelt, Winston Churchill, Joseph Stalin arasında geçen ve konusu da Filistin'den başka hiçbir şey olmayan özel bir konuşmanın ayrıntıları anlatılıyordu. Konuşma sırasında Stalin, çok sinirli bir havayla Churchill'e dönerek, Filistin Araplarıyla Yahudi sorununun tek çözüm yolu olduğunu söyler: Stalin'in öngördüğü çözüm yolu bir Yahudi Devleti'nin kurulmasıydı." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf.68-69)
Yahudi lobileri ve localar sayesinde dünyanın bütün önemli güçlerini İsrail Devleti'nin kurulması için kullanan Siyonistler, gerçekten de İsrail'i Herzl'in I. Siyonist Kongre'de söylediği gibi 50 yıl içinde kurdular. Sayısız entrikanın sonucunda kurulan bu devlet, Ortadoğu'ya beraberinde yeni entrikalar, kan ve ölüm getirdi...
İsrail Devleti İçin Amerikan Desteği
Elizer Kaplan, terör örgütü Haganah'a Avrupa ve Amerika'dan gelen yardımları yönlendirmekle görevliydi.
Arap toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kurabilmek için, Filistin'deki Siyonist terör örgütü Haganah'ın Başkanı Yigael Yadin önderliğindeki Siyonistler bir plan yaptılar. "Dalet" ya da "D Planı" diye bilinen bu plan, İngiltere'nin Filistin'den çekilmesi sırasında doğacak otorite boşluğundan, bir terör hareketi ile faydalanmayı amaçlıyordu.
"Haganah'ın stratejisi bu plana göre düzenlenmişti. İngiliz birliklerinin ayrılmasından sonra, kısa sürecek bir boşluk döneminin olacağı hesaba katılıyor, bu dönemde tüm Siyonist grupların düzenli bir harekete kadar silahlanması isteniyordu. Ama bu ilk hedefin gerçekleşmesi, Haganah'ın ABD'den o zamana kadar gerekli insan ve araç-gereci yollamasıyla mümkündü." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf. 87)
Bu noktada Siyonistlerin kuracakları devlete hem maddi, hem de siyasi destek sağlayacak büyük bir güce ihtiyaçları vardı.
"3 milyondan fazla Yahudinin yaşadığı Amerika, Dünya Siyonist Teşkilatı'nın en güçlü merkezlerinden biriydi" (Foreign Relations of the United States, 1939, cilt 1-5, sf.694)
Dünya üzerindeki en etkili güç olan ABD, Siyonist hedefler için en uygun ülkeydi. İhtiyaç duydukları finansmanı karşılamak üzere Yahudiler, ABD yönetiminde etkili olan bazı isimleri kendi saflarına çekerek, kaynak olarak ABD'yi kullanmayı başardılar. Daha sonra İsrail Başbakanlığı yapacak olan Golda Meir gerekli finansmanı sağlamakla görevlendirildi.
"Golda Meir Chicago'ya geldiğinde, sağlayacağı 25-30 milyon dolarla Filistinli Yahudileri ağır silahlarla donatmayı umuyordu. Roosevelt'in Maliye Bakanı Henry Morgenthau ve bir grup iş adamı Golda Meir'la şehirden şehire dolaşmaya koyuldu. Bu turda toplanan 50 milyon dolar, Yahudi ajansı muhasebecisi Elizer Kaplan'ın sağlamayı umduğunun on katıydı. Bu miktar Ortadoğu'nun en büyük petrol üreticisi Suudi Arabistan'ın, 1947 yılında bu yoldan sağladığı toplam parayı da aşıyordu." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf. 202-203 )
Amerika Birleşik Devletleri'nin Maliye Bakanı Yahudi asıllı Morgenthau'un para toplama işini organize etmesiyle, ABD yönetimi içindeki bazı kesimler de giderek Yahudi davasının en büyük yardımcısı durumuna geldiler.
"Morgentheau, Amerikan Hazinesi'nin başında iken B'nai Brith ve Yahudi Refah Dairesi gibi Yahudi organizasyonlarında çalıştı. 1947-50 arası Birleşmiş Yahudi Müracaatı Genel Başkanlığı, 1950-53'te de Fahri Başkanlığını yaptı. Daha önce örneği görülmemiş büyük bağışların yeni kurulan İsrail Devleti'ne yardım için kullanılmasını sağladı." (Encylopedia Judaica, cilt 2, sf.321)
"Siyonist" sanayici Rudolph Sonenborn tarafından yönetilen "Materials for Palestine" (Filistin için Maddi Yardım) isimli kuruluş, İsrail için ayrılan paraları topluyordu. Bu paralarla ABD ve Avrupa'da satın alınan silah ve askeri mühimmat gemilere yüklenerek Filistin'e, Siyonist terör örgütleri Haganah ve Irgun militanlarının kullanması için gönderildi.
İsrail'e silah alması için mali yardım yapan ABD Maliye Bakanı Henry Morgenthau, ilk İsrail Devlet Başkanı Chaim Weizmann ile birlikte.
Siyonistlerin ABD'den sağladıkları askeri yardımların çoğu karşılıksız olmasına rağmen, İsrail'in borçlanarak aldığı yardım da küçük sayılmazdı. Böylesine büyük bir borca karşılık İsrail'in yeni yardımlara ihtiyacı olması, zayıf durumdaki Yahudi Devleti'nin geleceğini tehlikeye sokuyordu. İşte bu sırada Amerikalı General George Marshall, Amerika'nın müttefiki olan Avrupa devletleri için yardımı amaçlayan bir plan hazırladı. Marshall Planı, 2 Nisan 1948'de Başkan Truman tarafından imzalanan bir kanunla kabul edildi. Bu plan 1 Nisan 1948'den, 30 Haziran 1952'ye kadar olan dört yıl için öngörülmüştü. Avrupa'yı hedef alan Marshall yardımı, aynı zamanda İsrail'in borçlarının silinmesi ve bundan sonraki ihtiyaçlarının karşılanabilmesini de öngörüyordu.
İsrail'in kurulması ve devletler arası hukuka göre tanınması için son bir adımın daha atılması gerekiyordu. Bunu da, Birleşmiş Milletler bünyesinde özel bir Filistin Komitesi kurulması talebiyle İngiltere başlattı. İngiltere'nin isteğiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 28 Nisan'da toplandı ve 19 Mayıs'ta da, "Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi" (UNSCOP)'nin kurulmasına, bu komitenin 11 üyeden oluşmasına ve komitenin raporunu en geç 1 Eylül'de vermesine karar verildi. Komite'ye, Avustralya, Kanada, Çekoslavakya, Guatemala, Peru, İsveç, Uruguay, Hindistan ve İran seçildi. Komite'nin öngördüğü rapor, Siyonistlerin planları doğrultusunda, Filistin'in bölünmesini ve bir Yahudi Devleti'nin kurulmasını içeriyordu. Raporun çizdiği sınırlara göre, Arap Devleti'nin yüz ölçümü 4476 milkare olup Filistin topraklarının %42.88'ini, Yahudi Devleti'nin yüzölçümü ise 5893 milkare olup Filistin topraklarının %56.47'sini oluşturuyordu.
Yeni Yahudi Devleti'ne karşılıksız ekonomik destek sağlayacak planın sahibi general Marshall, dönemin Yahudi ABD Başkanı Truman ile.
Diğer yandan Harry Solomon Truman, ABD Başkanı olarak bütün yetkilerini Filistin'de bir Yahudi Devleti'nin kurulması için kullanmaktan çekinmiyordu.
"Siyonistler, 1948'in Mart Ayı'nda Chaim Weizmann'la Truman arasında gizli bir görüşme ayarladılar. Weizmann bu görüşmeden sonra Truman'ın desteğini kazandı. Aynı yıl Mayıs ayında Weizmann Beyaz Saray'a bir mektup yazarak Filistin'de bağımsız bir Yahudi Devleti kurmaları durumunda ABD'nin tanıyıp tanımayacağını sordu ve Truman onu destekleyeceğini belirtti." (The Lobby, Edward Tiwnan, sf.27)
İngiltere'nin bölgeyi terk etmesiyle Amerikan yönetimi, Arapların Filistin'i işgal etmesi ve Yahudi Devleti'nin tehlikeye düşmesi olasılığına karşın tedbirler alma ihtiyacı duydu. Böyle bir durumda tek yol ABD'nin en kısa zamanda Filistin'e müdahalede bulunmasıydı. Başkan Truman, Amerikan Anayasasında kongreye dahi başvurmadan asker gönderme yollarını incelemek için, hukuk işleri danışmanı Ernest Gross'u gizlice görevlendirdi. Ancak, Filistin Yahudilerine yapılan uluslararası yardım o kadar büyük oldu ki, ABD'nin müdahalede bulunmasına dahi gerek kalmamıştı:
"Filistin paylaşımının gerçekleştirilmesi için en büyük çabayı gösteren Birleşik Amerika'ydı. Beyaz Saray, Filistin'in paylaşılmasına karşı çıkan ya da sadece kararsız kalan ülkeler üzerinde her türlü baskıya başvurdu. Başkan Truman, BM'deki temsilcisi Büyükelçi Hershel Johnson'u 'Bir başarısızlığın sonuçlarına şahsen katlanmak istemiyorsa Filistin'in paylaşılması yönünde Birleşmiş Milletler'den karar çıkarması gerektiğini' söyleyerek uyardı. Aynı şekilde, Başkan'ın danışmanı olan Yahudi işadamı Bernard Baruch, Fransa'nın BM'deki temsilci Alexendre Paradi'yi, ülkesinin paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti. Ancak, İsrail'in kurulmasını sağlayacak kadar oy sağlanmamıştı. Oturumun başkanı Brezilya delegesi Oswaldo Aranha Filistin'in paylaşılmasını büyük bir içtenlikle destekliyordu. Takvimdeki büyük bir rastlantı sonucu (!) BM'deki oylama sırasında 'şükran gününün tatil olduğunu' söyleyerek oylamayı erteledi. Bu da Siyonistlere 48 saatten fazla zaman kazandırdı. Bu hayati süre boyunca paylaştırmaya karşı olan ülkeler Liberya, Haiti ve Filipinler, inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf.29)
Filistin'de Son Perde: Birleşmiş Milletler, Yahudi Devleti'nin Kurulmasını Kabul Ediyor
Ben Gurion İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan ediyor.
Birleşmiş Milletler'deki bu tehdit ve baskı kampanyası, Siyonistlerin hedefe ulaşmasında çok önemli bir rol oynadı.
"BM Genel Kurulu'nun 29 Kasım 1947 günü saat 17:35'te yapılan oylamasında, çoğunluk planı, genel kurulun 181 (II) A sayılı kararı alarak, 13 red, 10 çekimser oya karşılık 33 oyla kabul edildi." (The Course of Modern Jewish History, sf.275)
Güvenlik Konseyi'nde taksim planını görüşen 11 üyeli komiteden sadece ikisinin red oyu kullanması, bu komitenin daha başlangıçta ne amaçla kurulduğunu gösteriyordu. İsrail'in kurulmasında ABD'nin açık desteğinin yanında, fanatik bir Yahudi aleyhtarı olan Stalin'in gizli desteği de büyük rol oynadı. Yalta Konferansı'nda bir Yahudi Devleti'nin ateşli savunucusu olan Stalin, taksim planını ABD ile birlikte destekledi. Bu, diğer ülkeleri de etkilemişti.
"Amerika ile Sovyetler'in ortak hareketleri, etkileri altındaki pek çok ülkenin de aynı şekilde oy kullanmasına neden oldu." (The Course Modern Jewish History, sf.275)
14 Mayıs günü, Filistin'deki İngiliz manda yönetiminin sona ermesinden birkaç saat önce, Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi (Vaad Levmi) yayınladığı deklarasyonda İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Bağımsızlığın ilanı ile birlikte David Ben Gurion Başkanlığında 13 üyeli bir kabine kuruldu. Ben Gurion Savunma Bakanlığını da üzerine almıştı. Moshe Şertok ise Dış İşleri Bakanı'ydı. Yahudiler bağımsızlık ilan edeceklerini, dönemin Yahudi Başkanı Truman'a daha önce bildirmişlerdi. Ve tabii ki ABD, İsrail'i tanımakta hiç vakit kaybetmedi.
"İsrail Devleti'nin bağımsızlık ilanından tam onbir dakika sonra, Başkan Truman İsrail'i tanıdığını açıklıyordu." (Foreign Relations of the United States 1948, cilt 5, sf.992)
İsrail Devleti, diğer ülkeler tarafından da kısa süre içinde tanındı. Ancak daha önce de vurguladığımız gibi, kurulan devletin sınırları Siyonistler için pek de tatmin edici değildi. Ben Gurion bu konudaki memnuniyetsizliğini şu şekilde dile getiriyordu:
"Statüko'yu korumak bahis konusu değildir. Biz genişlemeye yönelik dinamik bir devlet kurmak zorundayız." (Rebirth and Destiny of Israel, Ben Gurion, sf.419)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder