7 Şubat 2018 Çarşamba

Depresyon ve Genler Karakter Nedir?




Depresyon ve Genler

05KAS
Depresyon, yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren, günlük yaşamı olumsuz etkileyen, ağır vakalarda intihara kadar 

varan dramatik sonuçlara neden olan, oldukça yaygın görülen ciddi bir sağlık sorunudur. İstatistikler her 100 kişiden 16 ila 20’sinin hayatının bir döneminde depresyon yaşadığını gösteriyor.

Belirtileri: Üzüntü, ilgisizlik, suçluluk, özgüven kaybı, uykusuzluk, iştahsızlık, yorgunluk ve konsantrasyon eksikliği, hayattan zevk almama, sürekli iç huzursuzluk, değersizlik duygusu gibi özellikler depresyonun en belirgin temel belirtilerdir.
Bunun dışında organik ve fiziksel sorunlar da depresyonun karekteristik özelliklerindendir. Örneğin sıklıkla hazımsızlık kabızlık, fiziksel yorgunluk, güçsüzlük, boğazda yumru hissi, göğüs ve / veya mide kramplar, cinsel işlev bozukluğu (ereksiyon sorunu, vajinal kuruluk), kilo kaybı (bazı durumlarda çok fazla artış), kas gerginliği (genellikle boynu ve omuzlarında), kronik ağrı (genellikle baş ağrısı veya sırt ağrısı), görme sorunları (titrek, bulanık görüş alanı), Kardiyovasküler güçsüzlük, nefes darlığı, baş dönmesi gibi organik ve fiziksel belirtiler de sıklıkla görülür.
Hastalık çok uzun yıllar sürebileceği gibi zaman içerisinde gidip gelmeler şeklinde de kendini gösterebiliyor.
Sınıflandırma
20. yüzyılın başlarından beri psikiyatride kullanılan depresyon teriminin tanımı zaman içerisinde birkaç kez değiştirildi. Önceleri şüphelenilen nedene bağlı olarak sınıflandırılırken daha sonraları depresif epizodun şiddeti ve seyrine bağlı olarak hafiforta veya şiddetli depresyon gibi sınıflandırmalar yapıldı.
Birkaç yıl önce ise sınıflandırma, ortaya çıkış nedenine göre Endojen ve Eksojen deprosyon olmak üzere ikiye ayrıldı.
Endojen depresyon: Hastalığın ortaya çıkmasında çevresel nedenlerin rol almadığı, aksine kişinin genetik yapısıda meydana gelen bir veya birden fazla hatadan kaynaklanan ve bunun sonucunda beyin metabolizmasının bozulması ile ortaya çıkan hastalıklar için kullanılan bir terimdir. Başka bir ifade ile Endojen depresyon terimi direkt genlerin sebep olduğu depresyon hastalıklarını kapsar.
Endojen depresyonu belirtileri nelerdir ?:  Aşağıdaki özellikler endojen depresyon için karakteristiktir. 
  • Uyku bozuklukğu (özellikle göğüste baskı hissi ve sabahları erken kalkma),
  • Sabahları yorgun, akşam üzeri biraz daha iyi
  • Hipokondriyal sanrılar, Örneğin, ölümcül hastalığı olduğunu sanma, kendini suçlama, hatta kendine zarar verici davranışlarda bulunma (intihar riski var)
  • Sıklıkla kilo kaybı
  • Zihinsel ve fiziksel zayıflama veya heyecan halleri
  • Güçsüzlük
  • İlgi eksikliği,
  • Cinsel isteksizlik
Eksojen depresyon: Endojen depresyonun aksine dış faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan depresyon vakaları için kullanılır. Sevilen birinin ölümü, hayal kırıklığı, stres, işsizlik, mevsimsel değişiklikler savaş ve terör gibi travmatik etkenler sonucu ortaya çıkan depresyon vakaları eksojen depresyona örnek teşkil eder. Genellikle relatif veya durumsal depresyon olarak da adlandırılır.
Her ne kadar eksojen depresyon için çevresel faktörler rol oynasa da bu depresyon türünde de kişinin genetik yatkınlığı etkilidir. Endojen depresyon dan farklı olarak genlerin fazla çalışmasını veya baskılanmasını dış faktörler belirler. Bu yüzden eksojen depresyon vakaları için „Epigenetik“ veya „Epigenetik kaynaklı“depresyon terimini kullanmak yanlış olmaz.
Depresyon ve beyin biyokimyası
Öncelikle belirtelim, depresyon beyin metabolizmasının bozulmasıyla ortaya çıkan beyin kaynaklı bir hastalıktır. Sağlıklı ve depresyonsuz bir hayat sürebilmek için beyinde görev alan Nörotransmitterler (Haberci maddeler) ve Hormonların belirli bir denge içerisinde olması gerekir.
Denge nasıl bozuluyor ? : Nörotransmitterler ve Hormonların dengeli kalabilmesi ancak bunları sentezleyen genlerin normal çalışması ile mümkün. Eğer ilgili genlerde bir mutasyon veya genin değişik bir formu(Allel) varsa, Nörotransmitterler veya Hormonların yapısı ve miktarında değişiklikler meydana gelir ve beyin biyokimyasının dengesi bozulur. Örneğin Serotonin, Dopamin, Norepinefrin, Acetylcholin, Gamma-Aminobuttersäure, Epinefrin ve Kortizol mutasyon nedeni ile yapısı ve miktarı değişen Nörotransmitter den bazılarıdır. Depresyonun şiddeti, bu biyokimyasal yapının bozulması ile doğru orantılı olarak artar ya da azalır.
Bu maddeler ne yapıyor ?: Beyin biyokimyası oldukça karmaşık reaksiyonlar zincirinden oluşuyor ve bu zincirde hala anlaşılmayan birçok basamak bulunmaktadır. Ama yine de bu maddelerin ne yaptığını çok basit bir şekilde anlatmaya çalışalım.
Bu maddeler, iki sinir hücresi arasında “Sinaps” olarak adlandırılan temas noktalarında görev alırlar. Sinapslar, iki sinir arasındaki küçük boşluklardır. Bir sinir hücresinden gelen elektriksel impulslar bu sinapslara geldiğinde boşluk nedeni ile bir sonraki sinire geçemezler, geçebilmeleri için Nörotransmitterler ihtiyaç vardır. Yukarıda adı geçen Nörotransmitterler bu impulsları bir sonraki sinire ileterek bilginin beyne ulaşmasını sağlarlar. Eğer Nörotransmitterlerin sayısı ve yapısı bozulmuşsa beyne sağlıklı bilgi akışı da bozulur ve depresyon kaçınılmaz olur.
Genetik yapının depresyona etkisi
Genetik yapının depresyona etkisi uzun süreden beri araştırılıyor. Bu konuda gerek aile bireyleri arasında, gerekse tek ve çift yumurta ikizleri ile yapılmış birçok araştırma var. Bu araştırmalardan ortaya çıkan ortak sonuç, eğer aile bireylerinden birinde depresyon varsa diğer aile bireyleri de risk altındandır.
Aşağıda bu konuda yapılmış birçok çalışmadan üç örnek bulunuyor.
  1. Araştırma: Aile bireylerinden birinin depresyon hastası olması, diğer aile bireylerinin de teorik olarak depresyona duyarlı olabileceği anlamına geliyor. Bu konuda yapılan araştırmalar aile bireylerinden birinin depresyon hastası olması durumunda diğer aile bireylerinin yaklaşık 1,5 ile 3 kat daha fazla risk taşıdığını gösteriyor (normal insanlara göre) (1).
  2. Araştırma: İkizler ile yapılan araştırmalar depresyonun kalıtsal olduğuna dair ipuçları veriyor. Bu konuda yapılan araştırmalar çift yumurta ikizlerinden birinin depresyon hastası olması durumunda diğer kardeşin depresyona yakalanma riskinin % 67, tek yumurta ikizlerinde ise bu riskin % 76 olduğunu gösteriyor(2)
  3. Araştırma: 143 ikiz ile yapılan başka bir çalışma ise majör depresyonun kalıtsallığının yaklaşık % 42 olduğu gösteriyor. (3).
Açıklama: Genetik araştırmalarda ikizler ile yapılan çalışmaların ayrı bir önemi vardır. Çünkü ikiz kardeşlerin özellikle de tek yumurta ikizlerinin Genomları neredeyse aynıdır. Bu yüzden ikizlerin birinde görülen bir hastalık, bir semptom veya herhangi bir özelliğin diğer kardeşte de görülmesi, büyük bir ihtimalle genetik olduğuna işarettir.
Not: Bazı mutasyonlar vardır genin kodladığı proteinin yapısını hiç değiştirmez bu yüzden her genetik hata veya mutasyon mutlaka depresyona sebep olur diye bir şey söz konusu değildir.
Kadınlar depresyona daha yatkın !!!
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) raporu, depresyonun 2020 yılına kadar en sık görülen ikinci hastalık olacağını öngörülüyor. Ayrıca raporda depresyonlu kadın sayısının depresyonlu erkek sayısına göre iki kat daha fazla olduğu belirtiliyor.
Raporda her ne kadar kadınların erkeklere göre iki kat daha fazla depresyondan etkilendiği söylensede bazı uzmanlar erkeklerle kadınlar arasında böyle büyük bir farkın olacağına pek katılmıyorlar. Bu konuda değişik hipotezler var. Bir hipoteze göre, kadınlarda depresyonun daha fazla görülmesinin nedeni hormonal dalgalanmalardan kaynaklanıyor. Bu nedenle kadınlar menstruasyon öncesi ve doğum öncesi depresyona daha yatkınlar.
Bir başka hipoteze göre ise „Erkek egemen toplumda“ kadınların baskı altında olması, sosyo ekonomik statülerinin daha düşük olması, ekonomik özgürlüklerinin zayıf olması gibi konular kadınlar için bir risk faktörü oluşturuyor.
İkinci teorideki „Erkek egemen toplumunu“ çevresel faktör, daha doğrusu epigenetik faktör olarak kabul edersek kadınlarda depresyonun erkeklere göre neden daha fazla görüldüğü kanımca daha iyi anlaşılır.
Kadınlarda depresyonun daha fazla görüldüğüne dair istatiksel iki çalışma
  1. Çalışma: 1999 yılında Amerika’da 2.600 erkek ve kadın ikizler ile yapılan bir araştırma, kadınlarda genetik 
    nedenlerden kaynaklanan depresyonun erkeklere göre % 36-44 daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca araştırma, kadınlarda majör depresyonun başlamasında genetik ve çevresel faktörlerin eşit oranda etkili olduğunu gösteriyor (4).
  2. Çalışma: 2006 yılında İsveç’te 42.000 ikiz ile yapılan bir başka araştırmada 15.000 ikizde depresyon olduğu belirlendi ve ardından depresyonlu ikizlerin incelenmesinde genetik kaynaklı depresyonun kadınlarda yaklaşık % 42, erkeklerde yaklaşık % 29 olduğu tespit edildi(5).
Depresyonla ilgisi olan genler

CRH Geni: Stres, vücudumuzda zincirleme birçok olumsuz reaksiyonun başlamasına sebep olur. Stresle birlikte orta beyinin (hipotalamus) belirli bir bölgesinde Kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) serbest bırakılır ve salgılanan bu hormon hipofize giderek orada Adrenokortikotropin(ACTH)adında başka bir hormonun salgılanmasını sağlar. ACTH de böbrek üstü bezlerinden stres hormonu Kortizol salınımına neden olur. Bu reaksiyonlar zincirine Stres hormonu ekseni denir (Hipotalamus-hipofiz-adrenal achse/ HPA-Axis).
Bu reaksiyonlar zinciri bazı özel durumlarda dışarıdan gelebilecek bir tehlikenin üstesinden gelmek için vücudun vermiş olduğu doğal bir tepkidir. Bu tepkimenin sonucu olarak kandaki kortizol artışı, kalp atışının hızlanması ve kasların gerilmesine neden olur. Vücudun vermiş olduğu bu tepki sadece bulaşıcı hastalıklar veya kronik stres gibi bazı istisnai durumlarda ortaya çıkar ve özel durumlar sonlandığında kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) salgısı normale dönerek kandaki kortizol miktarı azalır.
Kortizol seviyesinde artış:
Kortizol seviyesinde artış: Aşağıda linki verilen araştırmada depresyon hastalarının bir çoğunun gerek kanında, gerek beyninde, gerekse omurilik sıvısında stres hormonu kortizolün yüksek olduğu tespit edildi. (Bu durum yukarıda belirtildiği gibi Stres hormonu ekseni aktivitesi’nin(HPA-Axis) yüksekliğinden kaynaklanıyor.)
Verileri çok kısaca özetleyecek olursak Kortikotropin salgılatıcı hormonun(CRF) artması depresyonu başlatan zincirleme reaksiyonların başlamasına sebep oluyor.
Tedavide için umut: Tabii bu hormonu tek başına düşünmek yanlış olur. Bu hormonu yakalayan ve hücreye girmesine aracılık eden özel CRH reseptörlerini de unutmamak gerek. Bu reseptörleri bloke edici ilaçların geliştirilmesi depresyon tedavisine cevap verebilir.
Serotonin Transporter-(5-HTT)-Geni: 17. kromozomda bulunan bu gen yine kendi adında bir protein üretyor. Bu proteinin

 görevi adından da anlaşıldığı gibi mutluluk hormonu Serotonini hücre zarından alarak hücre içine taşımaktır. (Serotonin hormonu insana mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdir. Eksikliğinde depresiflik, yorgunluk, ruh halide bozulmalar görülür.)

5-HTT Geninin bir uzun, bir de kısa olmak üzere iki farklı formu/Alleli bulunur. 5-HTT Geni ile ilgili yapılan birçok araştırma genin uzun formuna sahip olan kişilerin daha mutlu, daha pozitif, depresyona daha az yakalandığını gösteriyor. Genin kısa formuna sahip olanlar daha mutsuz ve depresyona daha fazla açıklar(6).
5-HT(1A) Geni (İntihar riskini yükseltiyor)

5-HT(1A) geni, Serotonin-Reseptör-Familyasına ait bir başka gendir ve beyinde görev yapar. Bu genin görevi serotonin hormonunu yakalayarak hücre içerisine girmesini sağlamaktır. Yapılan araştırmalar reseptörün sayısının az olmasının depresyon ve intihar riskini yükselttiği gösteriyor. Reseptör sayısının az olması hücre içine daha az serotonin girmesine neden olur. Beyinde az miktarda serotonin bulunması ise birçok reaksiyonun yerine getirilmesinde problemlere neden olur.
Laboratuvarda fareler ile yapılan araştırmalarda, 5-HT(1A) reseptörleri iptal edilen farelerin korkak ve depresyon semptomları gösterdiği gösteriyor. Hatta bu farelerin tedavi amacı ile verilen antidepresanlara cevap vermediği de belirlendi. Bu genin, 5-HT(2C) adındaki biraz daha uzun başka bir formuna(allel) sahip olan fareler antidepresan tedavisine cevap verdi(7).
İnsanlarla yapılan başka bir araştırma ise intihar riski konusunda 5-HT(1A) ve 5-HT(2C) reseptörleri arasında fark olmadığını her ikisinde de riskin aynı olduğunu gösteriyor (8).
TPH2-Geni (İntihar riskini yükseltiyor)
Kore Üniversitesi Ansan Hastanesinde Majör depresif bozukluk (MDB) teşhisi ile yatan ve intihar teşebbüsünde bulunan hastalar ile aynı hastalıktan yatan ama intihar teşebbüsünde bulunmamış diğer hastalarla yapılan karşılaştırmalı genetik analizleri sonuçları intihar teşebbüsünde bulunan hastaların TPH2 geninde anlamlı farklılıklar olduğunu gösteriyor. Bu farklılıkların intihara eğilimini arttırdığı düşünülüyor(9). Ayrıca araştırma TPH2 geninde meydana gelen bu değişiklikler sadece intihar ve şiddetli depresyonu(MDD) tetiklemek ile kalmadığı aynı zamanda antidepresanları da etkisiz kıldığını gösteriyor (10).
Bunun dışında intihara yatkınlık konusunda şüphelenilen HTR2A ve HTR1A genlerinin her iki grupta bir bir fark tespit edilmedi (9).
GSK3 Beta-Geni

GSK3 Beta(The glycogen synthase kinase 3B) geni ile yapılan çalışmalar GSK3 Beta geninindeki bazı mutasyonların beyin sağ hipokampus ve temporal gyrus’de Gri madde miktarını değiştirerek beyin yapısını değiştirdiğini gösteriyor. Beynin bu bölgesinde meydana gelen değişiklikler ise ağır depresyon olarak sınıflandırılan majör depresyonun(MDD) ortaya çıkmasına sebep oluyor(11).
GSK3 Beta geninde meydana gelen mutasyonların ortaya çıkardığı bir başka problem Bipolar bozukluk tedavisini kullanılan Lityum kullanımını sekteye uğratması (12).
S100B-Geni
S100B geninde meydana gelen farklı mutasyonlar, farklı depresif atakların ortaya çıkmasına sebep oluyor (13).
Pcnt-Geni
PCNT geninin deki farklı varyanslarının, Japon popülasyonunda ağır depresyon olarak sınıflandırılan majör depresyonun(MDD) ortaya çıkmasına sebep oludugu belirlendi (14).
NCAN Geni (neurocan) Bipolar bozukluk

NCAN (Neurocan), beyin hücrelerinin büyümesi ve birbirine bağlanmasında rol oynayan bir gen. Birçok ülkede onbinlerce bipolar bozukluk hastası ile sağlıklı insanın NCAN geni karşılaştırıldı. Sonuç olarak Bipolar bozukluk hastalarında 48 tek harflik noktasal değişikliklerin(SNP) olduğunu bulundu. (15)
 Sonuç
  1. Genlerimizde bulunan bazı değişklik(Allel) veya mutasyonlar hatalı protein veya hormon kodlayarak beyin biyokimyasının bozulmasına sebep olurlar. Beyin kimyasının bozulması da depresyonu tetikler. (Bu direkt genetik kaynaklı)
  2. Bazen genlerledeki değişiklikler tek başına depresyonun ortaya çıkmasına yeterli sebep olmayabilir ama çevresel faktörler(mesela stres, veya bir trauma gibi) genleri etkileyerek depresyonu tetikleyebilir. (Bu da Epigenetik kaynaklı)
  3. Depresyon bazen tek bir genden kaynaklanabileceği gibi bazen de birçok genden de kaynaklanabilir. Bu yüzden her depresyon vakasını anlamak ve uygun bir tedavi metodu bulmak kimi zaman çok uzun zaman alabilir hatta kimi zaman imkansız bile olabilir.
  4. Genetik mutasyonların kişiden kişiye farklı olması bazen bir hastaya iyi gelen bir ilâcın diğerine etki etmemesine sebep oluyor. Gen teknolojisindeki gelişmeler birçok konuda olduğu gibi depresyon konusunda da umutlarımızı güçlendiriyor. Bu gelişmeler ışığında kişinin genetik yapısına uygun ve sadece hastaya özel ilaçların üretilmesi uzak değil.
Tavsiye

Spor yapmak, depresyonla mücadelede basit ama etkili bir yöntem
Spor, beyinde serotonin seviyesini yükseltir ve noradrenerjik iletimi yani sinirler arası iletişimi artırır.
Spor, vücutta tıpkı antidepresan gibi bir etki yapar ve hiç yan etkisini yoktur. Buna ek olarak spor, limbik sistemde yeni sinir hücrelerinin büyümesi ve sinirler arası yeni bağlantıların kurulmasını teşvik eder.
Mehmet Saltuerk
++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne
++++++++++++++++++++++++
 Kaynak
  1. Genetic Causes of Depression
  2. Genetic Causes of Depression
  3. Unipolar depressive disorders have a common genotype
  4. Major depressive disorder in a community-based twin sample: are there different genetic and environmental contributions for men and women?
  5. A Swedish National Twin Study of Lifetime Major Depression
  6. Influence of Life Stress on Depression: Moderation by a Polymorphism in the 5-HTT Gene
  7. 5-HT1A Receptor Function in Major Depressive Disorder
  8. Elevated 5-HT 2A receptors in postmortem prefrontal cortex in major depression is associated with reduced activity of protein kinase A.
  9. TPH2 -703G/T SNP may have important effect on susceptibility to suicidal behavior in major depression.
  10. Tryptophan hydroxylase 2 gene is associated with major depression and antidepressant treatment response
  11. Association of GSK3beta polymorphisms with brain structural changes in major depressive disorder.
  12. Glycogen synthase kinase 3 beta gene structural variants as possible risk factors of bipolar depression
  13. Association study of astrocyte-derived protein S100B gene polymorphisms with major depressive disorder in Chinese people.
  14. Positive association of the pericentrin (PCNT) gene with major depressive disorder in the Japanese population
  15. Genome-wide Association Study Identifies Genetic Variation in Neurocan as a Susceptibility Factor for Bipolar Disorder

Genler ve karakter oluşumu

04TEM
Uysal, agresif, kriminal, neşeli, üzgün, ihtiyatlı, maceracı, kendine güvenli, kötümser, iyimser, utangaç, sessiz, gürültücü, inatçı …
Karakter oluşumunda birçok etkenin rol oynadığı bilinmektedir. Elbetteki karakter oluşumunda aileden ve okuldan alınan eğitimin, içinde yaşanılan kültürün, arkadaş çevresinin etkisi yadsınamaz ama bütün bunlar varolan genetik etkinin çevre tarafından rötuşlanmış halinden başka bir şey değildir.
Örneğin genetik yapısı kriminaliteye yatkın birisinin suç profili, eğitimsiz, güvenden yoksun bir ortamda, adam öldürme soygun, gasp gibi ağır kriminal olaylar olabilirken, varlıklı bir ortam, iyi bir eğitimle bu suç profili şantaj, tehdit, genel adaba aykırı davranışlar, agresiflik gibi kısmen daha hafif sayılabilecek suçlara dönüşebilmektedir.
Vücudumuzda değişik genler tarafından kodlanan yüzlerce değişik protein ve hormon görev yapmaktadır, bunların yapısı ve miktarı değişik karakterlerin oluşmasına sebep olabilmektedir. Bunların hepsini burada ele alıp yüzlerce sayfa makale yazmak bu blogun formatını aşan bir durum, bu yüzden sadece bir kaç hormon ile bir kaç karakter arasındaki ilişki ele alınacak.
Maceracılık Geni (DRD4)
11. kromozomda 1360 harf uzunluğunda DRD4 adında bir gen bulunmaktadır. Bu gen Dopamin adında bir protein kodlar ve bu kodlanan protein dopomin resöptörleri tarafından yakalanır ve o andan itibaren sinir hücrelerinde elektriksel sinyaller başlar ve ardından bu sinyaller bir dizi kimyasal sinyallare dönüşür.
Fazla dopamin maceracı yapıyor
DRD4 geni’nin ortalarında 48 harf uzunluğundaki bir bölgenin içinde kişiden kişiye değişen 2 ile 11 tekrarı(repeats) olan bir dizilim bulunur (VNTRs : variable number tandem repeats).
11-copy
  • Gen’in bu bölgesindeki tekrar sayısı ne kadar fazla ise reseptörlerin Dopamin yakalama kabiliyeti o kadar yüksek olur ki, bu da dopaminin beyinde artması ve kişinin motivasyonunun yükselmesine sebep olur. Çok yüksek motivasyon bir süre sonra kişinin her şeyden çok çabuk sıkılmasına ve yeni maceralara yönelmesine sebep olur.
  • Tekrar sayısı azaldıkça beyindeki dopamin miktarı da azalır ve Dopamin miktarındaki bu azalma kişinin mutsuz bir ruh haline bürünmesine hatta depresyona girmesine sebep olur.(7)
Toronto Üniversitesinin 1999 yılında DRD4 geni ile yapmış olduğu enteresan bir araştırma var. Araştırma, DRD4 geninin uzun formuna sahip Heteroseksüel ve Homoseksüel erkeklerin maceraya daha yatkın olduğunu gösteriyor.
Araştırmadan çıkan sonuçlar
  • DRD4 geninin uzun formunu taşıyan Heteroseksüel erkeklerin başka bir erkekle yatma sayısı, kısa formunu taşıyanlara göre altı kat daha fazla.
  • DRD4 geninin uzun formunu taşıyan Homoseksüel erkeklerin bir kadınla yatma sayısı, kısa formunu taşıyanlara göre beş kat fazla.(1)
Dopaminin diğer etkiler: Dopamin, vücutta kalp atışı ve kan basıncını düzenleme gibi görevlerinin yanı sıra beynin ödüllendirme sisteminde de önemli rol oynar. Ayrıca beyinde dopamin miktarının düşmesi, hareketlerin kontrolünün zorlaşmasına sebep olur. Bu durumun uzun süre devam etmesi halinde ise parkinson gibi ağır hastalıklar da ortaya çıkabilir.
Serotonin, titizlik ve vurdumduymazlık
Serotonin de dopamin gibi beyinde etkili görev yapan bir hormodur, eksik veya fazla olması karakter oluşumunu etkiler. Serotonin en bilinen etkileri insana mutluluk, canlılık ve zindelik hissi vermesi.
Serotonin’in aşırı eksik ve aşırı fazla olduğu durumlar: Serotonin aşırı düşük olduğu hallerde keyfisiz, tepkisiz, intihara, şiddete eğilimli, normalin üzerinde olduğu durumlarda ise aşırı titiz, aşırı düzenli ve aşırı evhamlı bir ruh hali görülür.Kişinin sosyal statüsüne göre beyindeki serotonin yükselir. (2)
Düşük kolesterol ve suça yatkınlık
Kolesterolün düşük olması durumunda hücre plasma membran akışkanlığı bozulur ve serotoninin hücreye girişi engellenir.
Kolesterolün aşırı düşük olması da serotonin eksikliğinde olduğu gibi saldırgan, kavgacı, agresif ve kontrol edilemeyen kişilik bozuklukları gibi semptomların görülmesine sebep olur.
Bu konuda yapılmış bir araştırma: Erkek çocukları üç nesildir gangster olan Hollandalı aile ile yapılan bir genetik çalışmada ailenin erkeklerinde Monoamine Oxidase A geninin değişik bir versiyonu bulundu ve bu değişik versiyonun kodladığı Monoamine oxidase hormonunun da kanda kolesterol seviyesini düşürdügü tespit edildi.
Kolesterolün serotonin üzerindeki bu indirekt etkisi beyinde serotonin seviyesinin düşmesine ve buna bağlı olarak kişinin mutsuz, doyumsuz, agresif ve suç işlemeye eğilimli bir ruh haline bürünmesine sebep olur (3) (4).
7 ülkede 350977 kişi ile 6 yıl boyunca yapılan MrFit olarak adlandırılan genis çaplı araştırma da, düşük kolesterollü kişilerin yüksek kolesterollü kişilere göre belirli bir yaş grubunda ölüm sebebinin genellikle kaza cinayet ve intihar olduğunu saptandı. (5)
Bencillik 
F1.expansion
Kadında yumurtalıkböbrek üstü bezleri ve adrenal kortekste az miktarda testosteron üretilmektedir. Genetik sebeplerden dolayı bazen testosteronun miktarı artabilmekte ve bu da kadının karekterinde değişikliklere sebep olmaktadır. University College London tarafından yapılan araştırma, testosteron miktarı arttıkça kadınların daha bencil, daha inatçı, olduğunu ortaya çıkardı.
İki kişilik gruplardan oluşturulan kadınlara çeşitli günlerde çeşitli dozlarda testosteron hormonu verilerek yapılan araştırmada yüksek dozda testosteron tabletleri verildiği günlerde kadınların daha inatçı, kendi fikrini kabul ettirmede daha ısrarcı dominant bir karaktere büründükleri, düşükük ve placebo tabletlerin verildiği günlerde ise birlikte karar verme ve daha kooperatif davranma eğiliminde oldukları gözlendi (6) .
Mehmet Saltuerk

gen nedir biyoloji ile ilgili görsel sonucu

gen nedir biyoloji ile ilgili görsel sonucu

Gen Nedir?

gen nedir biyoloji ile ilgili görsel sonucu
Hücre yapısındaki kromozomların içerisinde bulunan, canlının kalıtsal karakterinde bulunan özellikleri taşıyan, bu özelliklerin ortaya çıkmasını ve nesilden nesile aktarılmasını sağlayan kalıtım faktölerine gen denilmektedir. Genetik faktörünün en küçük parçasıdır.
Gen denilen yapı DNA(Deoksiriboz nükleik asit) zincirindeki belli uzunluklara sahip birimdir. Kromozom, DNA‘nın özel bir yöntem ile paketlenmesiyle ortaya çıkan bir yapıdır. Her kromozom yapısı içerisinde çok sayıda gen bulundurmaktadır. Her gen yapısı içerisinde farklı şifreleri barındırmaktadır.
Ayrıca canlıları için önemli olan proteinlerin kodlanmasında her gen belli proteinlerikodlamaktadır. Vücutta herhangi bir genin kodladığı proteine ihtiyaç varsa varsa o gen aktifleşir ve yapısındaki şifre, haberci RNA adı verilen biryapı şeklinde kopyalanır. Bu yapı hücrenin sitoplazmasındaki ilgili birimlere gelerek kalıp vazifesi görür ve o proteinin yapımı sağlanır. Size gen terimini daha iyi anlamak için genlerin özellikleri, görevleri ve yapısı hakkında bilgileri maddeler halinde vereceğiz.

Gen Özellikleri, Görevleri ve İşleyişi

  • Gen dediğimiz şifreler genom adı verilen yapıların küçük DNA bölümlerinden oluşmaktadır.
  • Genler bu genom adı verilen bölümlerde protein kodlamaktadırlar. HEr gen farklı proteini kodlamaktadır.
  • Genler bulundukları canlıların bireysel karekter özelliklerini ilişkin kodlar yani şifreler taşımaktadır. Örnekleyecek olursak, saç rengi, göz rengi gibi bireye ait özelikleri yapısı içerisinde saklamaktadır.
  • Gen, belli bir molekülün (ya da proteinnin) üretimi için gereken yönergeleri yani özellikleri ve karakterleri yapısında içeren ufak bir DNA bölümüdür.
  • Genlerin temel amacı bilgileri depolamaktadır.
  • Her gen canlı bir organizma için önemli olan ve gerek duyulan belirli proteinlerini üretmek için bilgiyi yapısında taşır.
  • Biz insaların genom yapılarında bulunarak protein kodlaması yapan gen sayısı 20.687’dir.
  • Genler, allel gen adı verilen alternatif formlarda da bulunabilmektedir.
  • İnsanlarda, belirli genlerin allelleri çift olarak bulunabilmektedir; her biri bir kromozomda bulunmaktadır. (23-çift-kromozomumuz-vardır). Eğer bir-genin allelleri aynı ise organizmanın bu gen için -homozigot-olduğu söylenir. Eğer alleller farklı ise-organizmanın ilgili gen-için -heterozigot- olduğu söylenir.
  • Bireyin fenotipi, sahip olduğu allellerin kombinasyonu tarafından belirlenir. Allellerin ilgili olduğu özellikler baskın veya çekinik olabilir.

Karakter Nedir?

Çocuklar kendilerine has kişilik özellikleriyle dünyaya gelirler.Her çocuk farklı özellikler taşır.Aynı ailede büyüyen kardeşler arasında bile kişilik özellikleri açısından çok büyük farklar olabilmektedir.Hatta tek yumurta ikizi olan kardeşler bile birbirlerinden farklı özellikler göstermektedirler.
Sözlük anlamı olarak da kuramsal anlam olarak da aslında aynı şeyleri anlatan karakter:Bireylerin diğer bireylerle arasındaki bütün farklılıkların bütünüdür diyebiliriz.Kişiyi diğerlerinden ayıran ne varsa, karakterinin özellikleridir.Çabuk kızması ya da sakin olması,güler yüzlülüğü ya da melankolik yapısı,içe dönük ya da dışa dönük olması gibi her türlü özellik karakter başlığı altında toplanabilir.Karakter aslında kişilik,mizaç ve huy kelimeleriyle eş anlamlı olarak da kullanılır ve hepsi aynı anlamı ifade eder:Kişiyi diğerlerinden ayıran bütün özelliklerin toplamı…



Karakter Oluşumu
Karakterin bir kişilik yapısı olduğunu biliyoruz ve bu yapı genel hatlarıyla daha doğmadan belirlenmiş haldedir.Sahip olduğumuz pek çok özellik gibi kişilik özelliklerimiz de genlerimiz yoluyla belirlenir.Bunun üzerine ilk çocukluk aşamalarında başka bazı özellikler eklenir ve bireyin karakterinin önemli bir bölümü erken çocukluk dönemi olan 6-7 yaşları civarında tamamlanmış olur.
Son yıllarda özellikle eğitim anlamında çok kullanılan ‘7 çok geç ‘ sloganı bu açıdan çok önemlidir ve çok doğru bir anlamda kullanılmaktadır.Gerçekten de bireyin hem kişilik hem de bilişsel özelliklerinin % 80 ‘i 7 yaşından önce tamamlanmış olmaktadır.Dolayısıyla bir çocuğa kazandırılacak ne varsa erken çocukluk olarak tanımlanan 0-6 yaşlar arasında değerlendirilmelidir.



Karakter Oluşumunda Etkenler
Genlerimiz yoluyla belirlenmiş olan karakterlerimiz en geç 6-7 yaşına kadar büyük bir oranda şekillendikten sonra geri kalan ne varsa ailemiz ve çevremizden gördüklerimizle ,öğrendiklerimizle oluşuyor.
Özellikle okul öncesi dönemde en etkili faktör önce aile,sonra okul olarak öne çıkıyor.Bu dönemler çocuklarda taklit eğiliminin dikkat çektiği dönemlerdir. Çocuk ilerde kendisiyle özdeşleştireceği pek çok davranış biçimini bu yaşlarda, başkalarını taklit ederek öğreniyor.Çocuk kendi davranışlarını ve bu davranışlara karşılık gelen tepkileri değerlendirerek,kişilik oluşumunda önemli adımlar atmaya başlıyor.Toplum içinde kim olduğunu,ondan kim olmasının beklendiğini,hangi davranışlarının kabul görüp hangilerinin reddedildiğini belirlemeye çalışıyor.Bu aşamalar sırasında kendi toplumsal kabul değerleri ve beğenileri oluşuyor.Bütün bu aşamalar aslında zincirleme olarak birbirini hem etkiliyor,hem de tetikliyor.Bir davranış bir diğerini getiriyor. Burada ailenin ve çocuğun içinde yaşadığı toplumun etkisi çok büyük.Çocuğun kişiliğinde doğrudan önemli bir pay sahibi oluyorlar.Dolayısıyla sağlam karakterli bir çocuk istiyorsak sağlam temelleri olan toplumlar ve aileler olmak zorundayız.



Karakter Oluşumunda Ailenin Önemi
Çocuğun her türlü gelişimde en temel faktör ailedir.Özellikle aileleri gözlemlediğimizde tipik bazı ortak tutumlar görüyoruz:
• Aşırı Koruyucu Aile Tipi: Anne babanın aşırı koruyucu ve kollayıcı olduğu bir aile içinde başkalarına bağımlı ve kendine güvensiz çocuklar yetişmektedir.
• Aşırı Hoşgörü ve Aşırı Özen Gösterme: Her tür doğru ya da yanlış davranışında kayıtsız şartsız hoş görüyle cevap alan bir çocuk bencil olacak ve herkesin her ortamda dikkatini çekmeye,bütün ilgiyi üzerinde toplamaya çalışacaktır.
• Reddetme: Bazen bir çocuk ailesi tarafından bir takım sebeplerle reddedilir.Fiziksel ve psikolojik olarak ihtiyaçları ya karşılanmaz ve görmezden gelinir ya da düşmanca davranışlarla karşılaşır.Gelecekte kendisi de her şeye ve herkese karşı düşmanca davranacak çocuklar bu tip ailelerde yetişmektedir.
• Baskı Altına Alma: Çocuğun her yaptığı,her söylediği sürekli eleştirilerek çocuk uyarılır ve dışlanır.Böyle bir ailenin çocuğu isyankar bir yapıda ve aşağılık kompleksine sahip olarak yetişecektir.
• Çocuğun Her Dediğini Kabul Etme: Çocuğun mutlak egemenliğinin olduğu böyle bir aile yapısında yetişen çocuklar zamanla çevrelerindeki diğer insanlar üzerinde de üstünlük kurmaya çalışırlar.
• Çocuklar Arasında Kıyas Ya da Ayrım Yapma: Maalesef bazı aileler çocuklar arasında tercih yapmakta ya da birbirleriyle kıyaslamaktadırlar. Bu tip bir davranış çocukta yetersizlik ve aşağılık duygularına yol açmaktadır.
• Hoşgörü ve Kabul Etme: Her şeyde olduğu gibi burada da abartıya kaçmayan bir hoş görü ve çocuğu kabul etme,onu bütün özellikleriyle kabul etmek anlamına gelir.Yanlışlar elbette yine olabilir ama ailenin tutarlı ve anlayışlı tavırlar içinde olması doğru yönü belirlemede çok önemlidir.Kendine güvenen, yapıcı, olumlu,sosyal ilişkileri sorunsuz çocuklar bu tip ailelerde yetişirler.
Bu açılardan bakıldığında çocukların karakterlerinin oluşumunda temel belirleyicinin aile olduğu daha ney olarak görülmektedir.



Karakter Oluşumunda Okulun Önemi
Okul aileden sonra en önemli eğitim yuvasıdır ve bir çocuk için sosyal çevreye açılan ilk kapıdır.Dolayısıyla da çocuğun kişiliğini biçimlendiren önemli bir sosyal kurumdur.Burada da çocuk işbirliğini,kuralları ve kurallara uymayı, paylaşmayı,üretmeyi,hem bir birey olmayı,hem de bir birey olarak topluma ait olmayı öğrenerek, bütün bunları kişiliğinde harmanlama becerisi geliştirecek ve kendi olmaya çalışacaktır.
Günümüzde eğitimin en önemli amacı,bireyi yetişkin rollerine hazırlamak ve kendisini yönetebilme becerilerini geliştirmesine yardımcı olmaktır. Bu da ancak çocuğa bağımsız düşünme becerisini kazandırmaktan geçer.



Okul dönemi çocuklar açısından aynı zamanda bir gruplaşma çağıdır.Çocuk bir takım gruplara katılarak hem onların davranışlarını ve düşüncelerini benimser ya da reddeder,hem de kendi düşünce ve davranışlarını onların kabulüne sunar.Toplumsal onay almaya çalışır.Burada kabul gören her davranış çocuğun kişilik özelliği olarak ve davranışları olarak netleşecektir.Okul dönemleri çocuk için arkadaşlık,paylaşmak, kimlik arayışları gibi pek çok farklı alanda olgunlaşmasını da sağlayan bir eğitim kurumu olduğundan önemli bir etkiye sahiptir.


Olumsuz Karakter Özellikleri
Karakter aslında kişiliğimiz demektir ve insan kişiliği sadece iyi yönlerden oluşmaz.İnsan türünün ilk evrimleşmesinden bu yana genlerimize bile kodlanmış saldırganlık gibi bir dürtümüz de var.Bu her canlı türünde var olan bir hayatta kalma ve yaşama tutunma içgüdüsünden kaynaklanır.Bu yönüyle doğaldır.Ancak uygarlıkla beraber artık bu saldırganlık dürtümüzü törpülemeyi de öğrendik.Bazı özelliklerimizi öne çıkarıp bazı özelliklerimiz bastırmak zaman içinde başarabildiğimiz bir eylem.
Bazen öncelikle aileden gelen genlerin etkisiyle ya da sonradan oluşabilen başka bazı faktörler sebebiyle bir çocuğun karakter özellikleri çok olumlu olmayabilir. Örneğin içe dönük ya da dışa dönük saldırgan özelliklere sahip olabilir. Kimi çocuk çok konuşkan,kimisi konuşmayı sevmeyen yapıda olabilir.
Yetiştiği aile ortamının da etkisiyle kendine güven sorunu yaşayan bir çocukla karşılaşmak da mümkün,ya da gözü kapalı her tür tehlikeye davetiye çıkaran bir kişilik özelliği ile karşılaşmak da.Bunlar eğer doğuştan getirdiğimiz genetik özelliklerin de etkisiyle huy dediğimiz bir biçimde yerleşmişse değiştirmek mümkün değildir.Zaten karakter dediğimiz şey kişinin ta kendisidir.
Bir atasözümüz der ki ‘İnsan 7’sinde neyse 70’inde de O’dur’.
Olabilecek olumsuz yönlerimizi toplumsal yaşamda bizi ve çevremizi rahatsız etmeyecek hale getirmek,sivri noktaları törpülemek mümkündür.Eğer bir çocuk hem kendisine hem de çevresine zararlı davranışlar sergiliyorsa,bunlar kişiliğiyle özdeşleşmişse,o zaman ciddi olarak uyum ve davranış bozuklukları var demektir ve durum ayrı bir konu olarak incelenmelidir.O zaman büyük bir olasılıkla bir uzman desteğine ihtiyaç vardır ve gerekli önlemler ancak bu şekilde alınabilir.Ancak anne baba olarak bizden farklı düşünüyor diye,ya da farklı yapıda özellikler sergiliyor diye çocuğumuzu değiştirmeye çalışmak hiç bir işe yaramayacağı gibi, çocuğumuzun bizden daha fazla uzaklaşmasına yol açabilir.



Öneriler
Çocuğun karakter oluşunda ilk ve en temel kurum olarak aile çok önemli ir etkiye sahip.Bu konuda İngiltere’de bir araştırma yapılmış ve ortaya çok ilginç sonuçlar çıkmış: Yaklaşık olarak 3 ay süren bir anket çalışması sonucunda 800 aileyle görüşülerek 1100 çocuk gözlemlenmiş.Bütün bu araştırmanın ortaya koyduğu sonuca göre 6 yaş ve altı çocuklarda karakter oluşumunda en önemli olanın sevgi,ilgi ve birlikte oyun oynamak,paylaşımlarda bulunmak olduğu görülmüş.Üstelik kaş çatmanın,sert bakışın ve kötü sözün çocukların karakterlerinde ve zekalarında inanılmaz olumsuz etkilere yol açtığı da anlaşılmış. Önerilen şey şu ki,çocukla iletişim kurulurken gülerek sağlanan göz teması çok önem taşıyor.
Gözlemlemeler sonucunda anne ve babası düzgün konuşan,sevgiyle büyüyen çocukların ruhsal ve fiziksel gelişimlerinin de sağlıklı olduğu görülüyor.Özgüvenli ve derslerinde başarılı çocuklar oluyorlar.Aynı şekilde çocukla olan tensel temasın,onu kucaklamanın ve öpmenin çok olumlu etkileri var. Yine başka bazı araştırmalara göre,anne ve abasından eşit düzeyde ilgi ve sevgi gören çocukların daha sağlıklı ve olumlu karakter yapılarına sahip oldukları anlaşılmış.Örneğin 6 yaş ve öncesinde fiziksel şiddete uğrayan ve korkuyla büyüyen çocukların gençlik yıllarından itibaren topluma uyum sorunları yaşadıkları görülmüş.
Bütün bunlar aslında çocuğun karakterinde çok önemli izler bırakıyor ve bu izlerin ne kadar erken yaşta konulduğu da buradan anlaşılıyor.
Görülen o ki sadece ve tek başına sevgi bile pek çok olumsuzluğun önüne geçebilecek güçte. Karşılıksız,kayıtsız şartsız sevmek ve sevgimizi herhangi bir koşula bağlamamak çok önemli.Bir de unutmamak gerekir ki ‘Armut dibine düşermiş.’ Eskiler çok doğru söylemişler ve aslında onlar konunun özünü çok önceden beri biliyorlarmış.Biz nasılsak ve çocuğumuza nasıl davranıyorsak o şekilde ve o yapıda çocuklarımız olur.Bu da önce kendimize ve davranışlarımıza dikkat edeceğiz demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion