Bu ilim asırlardır gelmiş geçmiş alimlerin ve ulemanın bir sır gibi gizlediği ve açıkça öğretmediği ve öğretmekten de çekindiği vebal altında kalmaktan korktuğu ilimlerdendir. Bu Havas ilmi'de başarılı olmanın ve zarar görmeden ilerlemenin bazı şart ve usulleri vardır.
Havas ilmini bilmek ve öğrenmek için önceden bilinmesi gereken kurallar ve önemli noktaları sırası gelince özet olarak anlatacağım ama bundan önce bilinmesi gereken bu ilim yıldızlar ilminden bilinen veya bilinmeyen sırlarla alemi semalardan gelmiştir.
Bu ilim insanlardan önce yani arz oluşmazdan evvel ruhani alemlerde meleküt ve cinler aleminde bilinen ve kullanılan birçok gizlilikleri, esrarı ve acaibiyeti içinde gizlemiştir. Burada sırası gelmişken belirtmeliyim ki; yaşamış olduğumuz bu maddi alemin yasaları ve fiziksel oluşumları manevi alemlerin etki ve yasalarıyla meydana gelmektedir.
Bu ilmin kullanılışı melekler ve cinlerden sonra çok eski kavimler ve uygarlıklar tarafından kullanılmıştır bu manevi yasaları öğrenip etkilerine göre gerektiği şekilde uygulamışlardır. İnsanlar bu bilgileri çok çeşitli yollardan elde etmişlerdir. Hatta kimilerine göre mana aleminden gelen varlık veya varlıklar bazı insanlara bu ilmi ve kullanma metodunu öğretmişlerdir. Bu anlattığıma örnek; Bakara süresi 102. ayetinde olan Harut ve Marut isimli iki meleği örnek olarak verebiliriz. Bu manevi ilimlerin kaynağı şüphesiz ki; Alim olan yüce Allah (c.c.)’tır. Ve bilinmelidir ki; ilim de Allah’tan başka Allah’ın ilim verdiği varlıklardan veya veli kullarından bu ilimlere vakıf olan insanlardan öğrenilebilir.
Gerek ruhani varlıklar veya cinlerin bildiği kelamlar, bizzat insanlar için indirilmiş kutsal kelamları veya esmaları gizlemek ya da rumuzlamak amacıyla çeşitli şekiller, çizgiler veya tılısımlardan oluşan birtakım sayılarla sembolleşen vefkler ve tılsımlar oluşturulmuştur. Bazen de sırf sayılar kullanılarak bu ilim de çok çeşitliliklerle beraber çelişkiler de görülmektedir.
Zıtlık veya yanlışlıklar ise bu ilimler kaynağından öğrenilmeyip kolaycılık (Kopyacılık) yolu seçilmiştir. Günümüzdeki kitaplar da görülen veya kullanılan tılısımlar yanlış zaman veya yanlış mekanlar da şart ve kaidelerine riayet edilmeden yazılıp hazırlandığından yapılan bir işin çoğu zaman neticeye ulaşmadığını görürüz. Bir de işi karıştıran esas mesele bu tılısım, sembol veya yazıların ilahi isimler ve semboller olmayıp cinler, periler veya ruhani varlık isimlerinden olduğu ibarettir. Veya çok daha iyisi meleküt aleminden bir melek ismi olduğudur.
Havasın Özü : Havvas ilmi genel kanıdaki düşüncelere rağmen sadece harflerin ve sayıların, esmaların veya ayetlerin sırlarından, hikmetlerinden faydalanılarak çeşitli etkiler elde etmek için esmanın veya ayetin kendisi ya da vefki ve bunlara bağlı harf ve sayılar ile tılısımlar kullanılarak ve bu sistem üzerine kurulmuş basit bir ilim veya ilmin metodu değildir.
Çünkü bu ilmin konusunun özünde Allah’ın takdiri ile bilinen veya bilinmeyen ilahi kanunları ruhani ve manevi alemlerin etkileri barizdir. Kişi eğer derse ki;’Ben havvas ilmini biliyorum. Ona tavsiyem şudur: Bu ilimlerin kendisine has özellikleri ve konuları vardır, bu ilmin kendisi ve lisanı evrenseldir. Bu ilimler ruh ve madde ile canlı ve cansız ile harfler ve rakamlar ile yıldız ve burçlar ile nebilöz ve galaksiler ile ses ve renk dalgaları ile kısaca kainatta daha genişi evrende herşeyle bağlantılıdır. Ancak bize düşen gücümüzün yettiği kadar ilmimizin ulaştığı yere kadar Allah (c.c.) izin verdiği yere kadar anlatabilmektir Allah cümlemizi başarılı kılsın, doğru yolundan ayırmayıp kendine kul Resulüne ümmet olmayı ilim ve taat yolunda ilerlemeyi cümlemize nasip eylesin.
Havas ilmi, Allah'ü Tealanın güzel isimleri ile gerek Kur'an-ı Kerim gerekse diğer semavi kitaplardaki duaların belli bir ölçü ile tertip edilmesidir. Cenab-I Hakkın her güzel ismi ile duanın kendine mahsus havassı vardır. Bu ilim, her isim ve duanın miktar ve tertibi ortaya koyar.
Büyük islam alimlerinden Taşköprü Zade'nin Miftah'üs Seade adlı eserinde havas ilmi hakkında şu şekilde bahsedilmektedir. Bilmiş olalımki, nefis, başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere Semavi kitaplardaki cenabı hakkın güzel isimleri (esmaül hüsna) ile ve dualarla meşgul oldukça kudsi bir cihete doğru yönelmeye başlar. Bu yöneliş, kişiyi niyet ve gayesinin dışındaki şeylerden uzaklaştırarak belli bir cihete doğru sevkeder. Bu istikamete sevk oluş ve niyyetin dışında kalan herşeyden uzaklaşma neticesinde, isim ve dualarla meşgul olan kimsenin istidadı nispetinde feyizlenme ve nurlanma meydana gelir.
İsim ve duanın neticesinden bir maksadı istemek ve beklemekte aynen böyledir. Neticeye ulaşmak için inanmak esasdır. Sihir ve benzeri olan şeylerde bu esastan gelmektedir. Katip Çelebi diyorki: Ben de derimki. Herşeyin bir havassı (sırrı) vardır. Fakat o havassı (sırları) meydana getiren sebebler gizlidir. Biliyoruz ki, mıknatıs ancak demir cinsinden olanları kendisine çeker. Demir olmayanı çekmez. Bu gerçeği bildiğimiz halde asıl çekiş sebebini hala bilmiyoruz. Mıknatısın, niçin demiri kendine çektiği halde demir olmayan şeyleri çekmediği hadisesi, basit bir fizik hadisesi olup, sır olmaktan çıkmıştır. Havas İlmi de aynen böyledir. İsim ve duaların tesirlerini gözlerimizle gördüğümüz halde, oluş sırlarını bilmemekteyiz. Bazıları aklın ve mantığa uygun düşerken bazıları aklın ve mantığın çok ötesinde sebelerle meydana gelmektedir.
Havas ilmi muhtelif kısımlara ayrılmaktadır. Bunlardan birisi Cenab-ı Hakkın güzel isimlerinin (esmaul husna) havassıdır. Bu isimlerin havassı hassaları isimleri meydana getiren harflerle ilgisi vardır. Bu noktada önce harflerle ilgisi bulunan ilmin kaidelerinide iyi bilmek lazımdır. İsimleri meydana getiren harflerin hepsi bu kabiledendir. Azimetlerde (yemin ve ahid) duaların havassı gizli sırları ile Kur'an-ı Kerim'in havassı gizem ve sırrı da bu kabiledendir. Bu şekilde delil olan hadisi şeriflerde vardır. İmamı suyuti'nin el itkan da zikrettiği hadisler bu cümleden olan hadislerdir. Bazı kaynaklara göre Havas İlminin kaynağı Sahabe ve Tabiine kadar uzanır. Bu hususta belli bir kaynağı dayanağı olmayan haberlerde vardır. Bunlar daha çok insanların çabaları ile çıkmış şeylerdir. Belli bir kaynağa ve delile dayanmayan hassaların doğruluğunu ancak allah bilir. Reyg'in (Efsun) meşruluğu muavvezeteyn süreleri(Felak ve Nas) ile sabit ve Kur'an'ı Kerim'in beyanıdır. Cenab-ı Hakkın diğer güzel isimleri,ile şifa talebinde bulunmak ta böyledir.
Bu yolda yapılan şey (Ruhani Tababet)dir. Eğer bu süreler ve esmaül hüsna salih ve veli kulların dilinden okunursa Allah'ü Teala'nın izni ile şifa meydana gelir. Bu kabil tedavi usulü yaygınlaşır ve ehil ağızlarda sürdürülürse insanlar maddi (fiziki) sorunlarına çözüm bulurlar elbet bu yol hakka teslim olmaktan geçer o dua ve esma'ya inanması iman etmesi gerekir. Allah'ın Resulü bir hadisi şerifinde şöyle işaret etmiştir Bir kimse tesirine inanarak, gerek cenab-ı Hakkın güzel isimlerini gerekse bu hususla ilgili dua ve ayetlerini okumuş olsa bir dağ'ı yok etmek için okursa o dağ muhakkak yok olur. Büyük Tefsir ve Hadis Alimi Kurtubi, Cenab-ı Hakkın güzel isimleri, ve Kur'an'ı kerim ile hangi bir hasta için şifa dileğinde bulunmasının dinen caiz olduğunu olduğunu beyan etmiştir.
Bu hususda şöyle demektedir. Eğer herhangi bir şifa için okunan şey Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i şerif'le sabit olan esma, ve dua, ise, bunlarla şifa talebinde bulunmak müstehab'dır. Büyük Alim Rebi diyorki: Cenab-ı Hakkın güzel isimleri, ayet-i celileler ve Allah'ın Rasulünün yaptığı duaları okuyarak şifa talebinde bulunmanın meşruluk durumunu İmamı Şafiye sordum. Dediler ki Gerek Kur'an-ı Kerim ayetleri ile gerekse cenabı hakkın bilinen zikirleri ile şifa talebinde bulunmanın şeriat noktasında hiç bir mahzuru yoktur.
Tabiin en Faziletlisi Hasan-ı Basri, Mücahid ve Evzai gerek esma-i hüsna, ile gerekse herhangi bir Kur'an ayeti veya bilinen dualarla şifa talebinde bulunmanın hiç bir mahzuru bulunmadığını bildirmişlerdir. Bunları herhangi bir şeye yazıp, veya temiz bir su içine atarak şifa niyeti ile içmenin veya o su ile yıkanmanın dinen hiç bir mahzuru yoktur, demişlerdir. Rakamların, vefklerin ve çizgilerin de hassaları vardır. Sevgi ve Nefretle ilgili sayıların havassıda bu cümle dendir. Nitekim Tezkiretil Ahbab'da Burçların, Yıldızların, Madenlerin, Bitkilerin, ve Hayvanların sevgi ve nefretle ilgili hassaları vardır. Mevsimlerin, belli muhitlerin, kara parçasının, denizin ve bunlara benzer bir şeylerin şifa istemesinde, sevgi kazanılmasında ve nefret ettirelmesinde bir takım tesir ve etki (gizem ve sır) ve hassaları vardır.
Eski kavimler ve uygarlıklar da bu ilimleri manevi makamlardan ve rahmani ruhanilerden hayırlı yönde insanlık alemine faydalı olabilmek için öğrenmişlerdir. Fakat zamanlar içinde insanların aç gözlülüğü, hırsı ve bencilliği şeytanın maddi alemdeki hileleriyle birlikte bu ilmin bilgilerini ve kudretini kötü yönde kullanmak isteyince o insandaki rahmani sıfatların yerini şeytani sıfatlar taşıyan negatif unsurlu varlıklar guruplarından insanın nefsaniyetine hitap eden bilgiler gelmiştir.
Yine buna da örnek olarak Bakara süresinin 102. ayetini yukarıda olduğu gibi örnek olarak gösterebiliriz. Çünkü bu hadiseler yaşanırken bu ilimler aşikardı ancak yukarıda sıraladığımız gibi bu ilimleri kendi nefsi çıkarları için insanlar kullanmaya başlayınca alimler ve ulemalar kendileri anlayabilecekleri bir dil ve uslupla bu ilimleri rumuzlamak ve gizlemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Ancak demişler ki;Arif olanlar anlasın kamil olanlar kullansın. Kısaca buraya kadar anlattıklarımı anladığını ümit eder anladıklarını iyi işler de kullanmanı temenni ederim.
Ancak; bunların hiçbiri tek başlarına bir anlam ifade etmezler ve bazen işleri olduğundan da karmaşık hale getire bilirler. Bu paragrafa çok dikkat etmelisin; Arifsen beni anlarsın. Tılısımla rumuzlanan gerçek ise aslında Allah’ın ismi olarak bilinen sıfatlar (esmalar) olduğu zaman güç ve kudret ifade ederler.
Şüphesiz ki; tüm alemler içerisinde ve dışında ve alemleri kuşatan Ahad olan ve Ahir olan ve dilediğini yaratan ve yaratmaya Halik olan ve yarattığına da Malik olan Malik olduğuna da Basir olan ve Semi olan yalnız Allah (c.c.) Hay’dır ve Kayyüm’dür. Ve o Muhit- ül Muhyi’ dir öyle ki; Muteal ‘Nur Rahman ve Rahim olan Vahid- ül Vedud ne güzel Rab ve ne güzel Vekil’dir. Ondan başka her varlık ölümlüdür. Bundan dolayıdır ki; Sorumlusu kalmamış tılısımlar veya kasemler misalini burada anlattıklarımızdan dolayı yapılan tertipler hazırlanan tılısımlar etki ve anlamlarını yitirmiş semboller zamanlar içinde değişime uğramış fiziksel ya da metafiziksel varlıkların değişik enerji dalgalarına kapılıp yok olmuşlardır. Bu sebepten ötürü yapılan bazı şeylerin tesiri görülmez. Bir de dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şudur:
Tılsım yazarken eskilerin kullandıkları diller ve yazılar çok eski kavimlerin dillerine göre yazıldığı için günümüze gelene kadar bir çoğu unutulmuş bir çokları da tahribatlara uğratılmıştır. Bu uygarlıklara ve dillere örnek olarak Mu uygarlığı Atlantis kavimleri ve eski kipti ırkı ile eski İbranice,eski Süryanice ve eski Arapçanın bazı lehçeleri ve eski Mısır yazıları, lehçeleri ve alfabeleri ki; bugün bunların bir çoğu unutulmuştur. Ve bu tılısımlar da günümüzde kullanılmıştır.
Ve dahası eski enbiya ve peygamberlerin kalemleri bunlardan en meşhuru Hz. Süleyman’ın kalemleri ve tablolarıdır. Ve yine bu büyük zatların kullandığı ilahi dili ve esmaları harf veya rakamlar ile oluşturulan semboller ile ifade edilen şekilleri bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Bir de özellikle belirtmek isterim ki; gizli ve manevi ilimlerin hakikatlerini bazı insanlar tarafından bilinip öğrenilmesini engellemek için kasten yanlış yazanlar ile bu ilimlere hurafe deyip yalanlama çabası gösteren ve bu ilimlerle uğraşan kişilere bir sürü kulp takmaya çalışan ve gelecek kuşaklara aktarılmasını engellemek için her türlü çabaya baş vuran gurup ve güçlerin bu ilimlere olumsuz etkileri olmuştur, kısmen de başarmışlardır.
Ben derim ki; ey değerli kardeşim gittiğin taat yolunda cenabı Allah seni ve beni başarılı kılsın. Kulağını aç beni iyi dinle hakla batılı ayırıncaya kadar Allah’ın ilimlerini araştır ve öğren ve öğrendiklerini de hak edenlere öğret gittiğin yolu örneklemek istersen tıpkı bıçağın ağzına benzer yani her iki tarafı keskin kılıç gibidir üzerinde yürümek ise sana düşer eğer konsantren bozulursa kılıç ayaklarını parçalar umarım ne söylemek istediğimi anlamışsındır.
Bu ilmin etkisi üç’e ayrılır; bunlar sırasıyla maddeye yani cesede olan etkisi ile manevi yada ruha olan etkisi ve en son olarak da her ikisini de kapsayan etkisidir. Bu etkileri sağlamak için senin bunları hissetmen, yaşaman gerekir. Bundan anlaman gereken ise iki hal ve durumdur bunlar ise; hissetmek veya hissetmemek, yaşamak veya yaşamamak gibi inanmak veya inanmama halleridir. İnanma halinden olan kastımız Rahmani olma halidir. Bu şartsız teslimiyet gerektirir. İnanmama hali ise bunun tersidir ki; içinde nefse hizmet vardır. Bu da şeytani olanıdır. Ama gerçekte ise bu iki halin içinde hem inanmak hem de inanmamak halleri vardır ki; bu birbirlerinin amaç ve birlik ayrılığından doğar ve mertebe ayrılığından çıkarlar. Bundan anlaman gereken şudur; inanma hali insanı ruha ruh da Ruh’u Sultan’a bağlar. İnanmama hali ise insanı nefse nefs de Şeytan’a bağlar. Umarım beni anlamışsındır. Bunların ayrıntılarını kendin bul!
Ve daha sonra esma ve ayetlarin manevi etkisini kullanma halidir ki; bu da bazı şartlara bağlıdır. Bunlar da özet olarak esma ve ayetlerin anlam ve etkilerinin kudretini bilmektir. Bu halde kendi içinde guruplanmaktır. Bunlarıda şöyle özetleyelim; esma veya ayetin bilinen anlamının yanında bir de batını (gizli) anlamları vardır. Bunlar etki olarak farklı sonuçlar verirler ve sen bilmelisin ki; Kur’an –ı Kerim’in anlamının anahtarını yüce Allah (c.c.) peygamberleri ve onun evliya kullarına ve rahmani olan meleklere lutfetmiştir. Bunu böyle bil!
Şimdi bunu sana biraz daha açayım şöyle ki; sözleri ruhsuz bedenler olarak düşün yani cansız cesetlerin hali olarak işte bu cesetlere ruh vermek sözlerin insan dilinden kelam olarak çıkmasıdır. Ama bu çıkışın mertebeleri ve kudretleri farklı farklıdır. Buna da kelam ilmi derler. Eğer sen hakkıyla dilden çıkan sözlere ruh yüklersen bu durum mecazi anlamdadır. Bu yükleyişle onu kudretlendirebilirsen o kelamla amaçladığın etkiyi hemen elde edersin.
Çünkü kudretlenmiş ruhlar yani yüklenmiş sözler etki sahibidirler ve etkileyici olmasının yanında etkileyicileri de harekete geçirendirler. Örneğin; üç boyutlu resim gibi düşünebilirsin birinci boyutta sen ikinci, boyutta etkileyiciler, üçüncü boyutta etkilenenler önemli olan doğru noktadan bakmaktır. Bu anlattığımız ise kendi içinde bir şekle ve sıfata sahiptir. Bu kudretin kaynağı kalptir. Ama bu senin bildiğin, sesini duyduğun et parçası olan kalp değil! Bunun yeri yani o kalbin yeri insanın ruhundadır. Oraya da nurdan gelir. Bu dahi kendi içinde bir varlık halidir. Hikmetin özünden gelir.
Bu sırları sana biraz daha açayım bilmiş ol ki; bunların şekli ise içiçe girmiş daireler gibidirler. Yani dairelerden maksat sırların sırlarla örtülü olduğunu anlatmak istedim. Bir sır kapısını geçmekle mana alemine geçtiğini zannetme araladığın her sır kapısının ardından yeni bir sır kapısı karşına çıkacaktır. Bu sırlar aleminden geçiş süresince karşına çıkacak olan bir sürü engeller olacaktır. Bunları aşmanın yolu başta ihlas olmakla beraber kuvvetli bir iman yapısı irade ve teslimiyet gerektirmektedir. Bu geçeceğin sır kapılarını her araladığın da başka bir zaman ve boyuta geçeceksin. Tabi ki; sırları çözmekle bitiremezsin. Bu böylece devam eder gider. Bilmen gerken bilgi sorumluluk yükler ve gizli sırlar insana her zaman mutluluk vermez.
Bu hal vefk ilminde görülür. Şöyle ki; nasıl harf üzere tertip olan vefkler nesneye ve cesede, sayı ile tertip olan vefkler ise ruha ve ervaha, karma olanlar ise her ikisine de etki ederse bu daireler de iç içe her hali kapsar ve halden hale geçirtir. Hal diliyle sana sırları tabir eyler her ilimden birer nebze tattırır. Bilmiş ol ki; rakamların, vefklerin ve çizgilerin ya da tılısımların ki; bunlar da harf ve rakamdır. Bunların da kendilerine özgü incelikleri vehassaları vardır. Bunların da cümlesinin sırları sırlarla gizlidir. Yani özün özünden gelir. Bunların ve cümlesinin şifa, sevgi, nefret, hikmet ve kahriye v.s. ile ilgisi bu türden etkilerledir.
İşte sana anlatılan bu havvas ilminin özü dediğimiz halin de hali dediğimiz sırlarla örtülü sırlar dediğimiz hikmet ve ilim ve marifet ile ervahın ve büyük zatların öğrenilen ve öğretilen esma ve ayetlerle harflerin, sayıların, burçların, yıldızların, maddelerin, bitkilerin, hayvanların, canlı ve cansız nesneler üzerinde etkileriyle insanlar üzerinde dahi nebat ve hayvanata karşı şifa ve sevgi, nefret ile hassalarını inceler ve ayrıca öz olan ilim de; mevsimlerin belli mekanların, kara parçalarının, denizlerin ve ruhani alemlerdeki varlıkların, cinlerin, perilerin ve meleklerin etkili güçlerini ve ilahi bazı güç ve kudretlerin rica yada minnet edilerek şifa, sevgi ve nefret etkisi ile ve bunun dışında kalan halleri elde etmek için öğrenilen hallerdir. Bunu böyle bilip böyle anlamalısın.
Bu ilimler de bir de ebced ile başlayıp cifir ile devam eden ve ismi harf ilmi olarak bilinen ledün ilmi ve hal ilmi ile birleşen ve bunların tamamının özünü kapsayan özün özü dediğimiz sözün sırrı gelir. Ehli isen dinle marifetten hikmet eyle velakin bu anlatacaklarım öyle kişiler içindir ki; onlar anlatacaklarımızı anlar ve de hakkıyla uygular. Bu yazdıklarımızı kavramaya çalış basit bir ilimmiş gibi yırtıp atma anlatacağım şeyleri anlatmam tabi ki olanaksız. Çünkü boynumuzda vebal olur,anlayan olur anlamayan olur, nasihate uyan olur uymayan olur, ehli olana kapalı kapı yoktur, kalbi saim olana rumuza gerek yoktur.
Bu anlatacağımız olayların gerçekleşmesi ile değil olayların olacağı zamanların yaklaşmasıyla anlayacaksınız. Biz bu imajları ve manaları sisle kaplı bir vadiye dağıttık ama bu gerçekleri ruhsal saflığa ve hikmete ve marifete ulaşmış mütevazi insanlardan saklamadık hatta açıkça anlattık. Hele nur yüzlü insanlardan hiç saklamadık. Yüzünde nur olanın kalbinde hikmet pınarları vardır.Kalbe akan ilhamlar beyinde inkişaf eder, ruhunda ilim deryasına dönüşür. Sen o derya da bir gemi aklın ve vicdanın da kaptanın olur ve bunlar ruhun da ve ruhun da Ruh’u Sultan’da son bulur. Kendine kaptan yaparsan nefsini yolculuğun ve seyrin Şeytan ile birlikte yok olur.
Çünkü; bura da tarif ettiğim o asil insanlar yani ruhunu Ruh’u Sultan’a bağlayanlar onlar hiç ölmezler oysa nefsini Şeytan’a bağlayanlar hiç yaşamadılarki. Ruhunu Ruh’u Sultan’a bağlayanlar o yüce bilgiye ulaşanlardır.
Senin gelişmemiş mataryalist zekan bazı olayaları makul ve basit bir biçim de algılamanı sağlayabilir. Bütün bu hallerin görülebilmesi ve öğrenilebilmesi kutsal bir düşünce tarzı olmadan mümkün değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder