16 Şubat 2020 Pazar

Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!


Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!

rabbim-oluleri-nasil-diriltecegini-bana-goster
“İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. İnanmıyor musun? dedi. Hayır, bilakis. Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler” (2:260) Geleneksel Çeviri.

Kur’an müteşabihini atlayayarak, ayetlere dümdüz yaklaşan, ayet lafızlarının meallerini zihin kurgularına uymadığından tamamlama/değiştirme yoluna giden gelenekselleşmiş kabullerin de etkisiyle ayeti, fiziksel olarak öldükten sonra bir dirilmenin kanıtı olarak düşünüyoruz. Bu olayın zahiri/görünen yönüdür diyoruz sonra da.. Oysa ki, bu ifadeler bu olgunun zahiri değil, lafzi yönüdür, mecazıdır sadece. 
Geleneksel çeviride olan; ama ayetin lafzında olmayanlar..
“…ölüleri nasıl dirilteceğini..” değil, “…ölüleri nasıl diriltirsin..” olay geleceğe atılmış, halbuki dil bilgisi açısından da geçmiş-şimdi-gelecek kapsamlı..
“..İnanmıyor musun..?” değil, “Güvenmiyor musun..?” Mesele inanç değil, güven, eminlik meselesi..
“dört kuş” değil, “kuştan dördü/en uygunları (!)”
“..parçalayıp..” ve “..her bir parçasını…”, zihnin boşlukları hikaye olarak tamamlama isteği sonucu ayette olmayan ifadeler..
“kendine alıştır” doğru; ama ikincil mana; ayetteki SUR fiilinin inceliğini kaçırmamak adına kök kelimeyi biraz daha açarsak “kendine suretle/biçimle”..
“..bir dağın üzerine bırak..” değil, “her bir dağın üzerinde kıl, meydana getir, ata, vasıfla”
uçarak gelirler” değil, “gayretle/emekle/sa’y ile gelirler” birincil.. “koşarak gelirler” ikincil mana..
Kaldı ki, fiziksel bir ölüm sonrasından bahsediyor olsaydı bile, bu en fazla İbrahim Rasullullah için bir kanıt teşkil edecek ve bizler içinse uzak bir hikaye derekesine inecekti!
Anlatılmak istenen, lafzın maksadı Kur’an bünyesinde, bütünlüğünde bambaşkadır. Bu maksada kalıplık eden kavram bileşenlerini, insan kendinde bulup yaşattığında da ayetin zahiri kişiye açılmış olacaktır!
Yeri gelmişken tekrarlayayım!..
Zâhir (yani Allah’ın “Zahir” isminin > özelliğinin varlıkta açığa çıkışı) hakîkat katrelerinin algı alanımıza düşüp Şuûr’da seyredilmesi (≈ kişinin bilincinin/bilinçaltının bir parçası olması); Bâtın ise algı alanımıza o hakîkatin henüz düşmeyen derinlikleridir. “Var” varsayılan “dışarısı”, “dışarı anlatımları” “Mecâz”dır, Mecâz âlemidir. Ego’nun yaşamı da“mecâzdır” ve hakîkati olarak, hakîkaten yaratılması gerekmektedir (bi-izni-hi). 
Kişinin kendisinde, mecâzın işâret ettiği hakîkatin Zâhir olması için kullanılabilecek ve (perde olmaması için) terk edilmesi gereken bir “araçtır” Mecâz (ve âlemi).
Mecazları Zahir sanmamak için!.. 
Kur’an, kendi bünyesinde kelimelere hangi manaları/kavramları yüklemiş, bunların tespit edilmesi, yani Kuş dilini/mantığını (mantık-ut-tayr) öğrenmek gerekiyor.
 “Kuş dili” kavramını da Kuş diline göre açarsak, aslı BİLGELİK NUTKU, BİLGELİĞİN MANTIĞI’, İFADEsidir. Kur’an bünyesinde NUTUK etmek fiili, Heva-hevesten olmayan, Vahye dayalı (53:3) KONUŞMA, ANLATIM demektir. 
Ölüdiri, Kuş, dağ, kalp hatta İbrahim ismi ile işaret edilen ne demektir?
*
Ölülük, dirilik, kalp kavramlarından daha önce bahsetmiştim. (Ayrıntılar için lütfen bknz. Nefsin Vefat ve ÖlümüAllah yolunda öldürülenler ve Kalp tanımı yazıları).
Ek olarak da şunu belirteyim ki, Kur’an ölü kavramının nüanslarını, çeşitlerini farklı farklı tekil/çoğul kelimeler ile (meyyit, meyten, meyteh, emvât, mevtâ) ayırıyor. Şimdi, İbrahim’in, peşinden hemen bir fiili tetikleten duasını dillendiren ayette (2:260) kullanılan MEVTÂ kelimesine Kur’an bakın nasıl tanım yüklüyor!
Bil ki sen, Ölülere (MEVTÂ) işittiremezsin.  Arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara daveti duyuramazsın (27:80).
“(Meryem oğlu İsa:) Ben sizin için ÇAMURdan KUŞ/TaYR ŞEKLİ yaratır, onun içine NEFES veririm. O da Allah’ın izniyle (~doğal süreci içerisinde) KUŞ olur. … Allah’ın izniyle Ölülere (MEVTÂ) HAYAT veririm” (3:49).
“Ey iman edenler, özlerine güvenenler!  Size Hayat verecek/sizi Diriltecek şeylere çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulü’ne (~ Allah’ın Zahir olduğu mahâle, İlme, ilmî eserlere) icabet edin/cevap verin” (8:24).
Rasullerin HAYAT verecek davetini önemsemeyenler MEVTÂ (~ Şuurda Ölü) kelimesi ile etiketleniyor.
*
Gelelim.. Halilullah İbrahim’de olduğu gibi İsa Rasul’de de karşımıza çıkan Kuş kavramına!
Tı-Ye-Ra (uçmak, ünlenmek, başta/önde olmak) kökünden; Tair, yüksekte duran, öncü, uçucu, kuş, hatta talih (anlamı için 7:131, 17:13, 27:47, 36:19). Allah’a Salât eden TaYR için bknz. (24:41). Salât/Yöneliş bilinçli varlıklara ait bir fiildir. Ve aynı kökten gelen ETVaR = gelişim, yükselme aşamaları, merhaleleri anlamı için bknz. 71:14.
“SEMA boşluğundaki (~Şuur katları) KUŞları (Bilge, Şuurlu, toplumun talihine yön veren -yükselmiş- insanları) görmüyorlar mı?” (16:79).
“(Süleyman/Silm-men/Selamet Adamı:) Ey insanlar, bize KUŞ NUTKU (~bilinçdışı, bilinç-üstü hâl dili, bilgeliğin dili) öğretildi” (27:16).
Yani Kuş ile işaret edilen mana, bağlamına (=kişisel veya toplumsal yorumuna) göre kısaca kendini göğe = bilgelik makamlarına doğru sürekli yükselten, geliştiren, tekamül eden, yenileyen bilge insan, bilgelik, evrensel değer içeren bilgiler şeklinde düşünülebilir.
*
Arapça Ce-Be-Le (kalıp vermek) kökünden, CeBeL = Dağ ile işaret edilen misalin bir yorumu olarak ise ayetteki tanımı gereği, Kur’an bilgileri kişinin bilincine işlendiğinde (inzal olduğunda) titreyen, parça parça olan bizdeki, düşünce > davranış > alışkanlık > değerler zinciriyle artık egoda kalıplaşan yükseltilerimiz, aşırılıklarımız, huylarımız diyebiliriz. CiBiL-liyet kelimesinin de aynı kökten geldiğini belirtelim.
Eğer biz, bu Kur’an’ı bir DAĞA nüfuz eyleseydik, kesinlikle sen onu Allah HAŞYETinden HUŞU ederek, parçalanmış görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara derinlemesine düşünsünler diye veriyoruz (59:21).
*
Kök, orijin Arapça’da 4 rakamı da hem sayı olan dördü hem de en uygun görülen, en uygun olanı ifade eder. Kur’an’da sayıların bizzat sayı olarak kullanılmadığı çok yer bulunuyor. Bunları, klasik dil bilgisi kurallarına uymadıklarında anlayabiliyoruz. 100 sene, 1000 yıl, 50 eksik, 3 bin melek, 40 gece, 7 gök gibi ifadelerde sayısallık kastedilmemiştir. Nicelikten ziyade bir niteliğe vurgu yapılır.
*
Mutmainlik kavramı ise, İMAN dediğimiz TAMAMLANMA, EMİNLİK DUYGUSUNUN nihai sınırlarına ermesi ve TAMAM ve DOYGUN olması..
Bu tanımlamalar doğrultusunda, sorgulayarak MUTMAİNLİK, TAMAMLANMIŞLIK, GEDİKSİZLİK, HUZUR peşinde koşaduran Rahmet babası Eb-Rahm, İbrahim’in özüne yaptığı duasına/çağrısına bakalım!
Klasik israiliyat hikayelerine (kuşları kendine alıştır, paramparça etme vs.) uyarlamak adına eklenmiş kelimeleri de çıkartarak ayetin lafzını ve kalbimin anlayabildiği kadarıyla manasını yazmaya çalışayım:
“İbrâhîm: “Rabbim [kişisel bilincin, ilahi kablo/şah damarı ile bağlantılı olduğu evrensel programcı güce yönelerek],
ölüleri/ölüyü nasıl diriltmektesin [evrensel olmayan, risaletten uzak, can çekişen değer yargılarını, şartlanmaları, yaşantıları nasıl dönüştürüyorsun],
göster [bizzat deneyimleyeyeyim] bana.” dedi.
Güvenmiyor musun? dedi. Hayır, bilakis. [bilgisine, yöntemine sahibim, eminim]
Fakat kalbimin/anlayışımın/şuurumun tatmin olması için.” dedi. [eminliğim tamam olsun, boşluk kalmasın, tecrübe de ederek betonlaşsın, kökü sağlam bir ağaç (14:24) yetişsin istiyorum]
Dedi, öyleyse “Kuştan dördünü/en uygun bulduklarını seç, [Bilgelik birikiminden, bilgisinden örnek olarak bir kaç diriltici, nefes verici konuyu (salât, infak, zekat, oruç, sekine vs.) gündemine al]
onları kendine suretlendir/biçimlendir (>SUR kelimesi var burada). [bu cansız, belirsiz, uygulaması henüz olmamış bilgilerin üzerinde tefekkür et, canlandırma yap, konu iyice detaylansın, belirginleşsin, zihnin uygulamalar için hazırlansın ve anlam kazanarak sende -kendiliğinden- hareketi teşvik etsin]
Sonra her bir dağın [kalıplaşmış huyların, değerlerin] üstünde onlardan bir parça vasıfla [pratiğinin iyice belirginleştiği bu bilgilerin bir-iki denemesini kişiliğindeki huyların ile test et, gündelik yaşamındaki zorlayıcı kareler karşısında uygulamaya sok].
Sonra da onları çağır [uygulamalarının sonucunda, bilgeliğe ait bilgilerin mahiyetini, sonuçlarını, ürünlerini fark et; sende nasıl bir açılım yaptığına, nasıl dönüştürücü olduklarına bak! Bilmek ile tecrübe etmek farkını şimdi gör!]. 
Gayret sonucu SANA geleceklerdir. [ilmini, kudreti devreye sokarak, cihad ile azmederek irfana, bizatihi tecrübene dönüştürdüğünde, bu bilgiler artık -hakikaten- sana ait olacaktır.]
İbrahimlerin arayışı, Kalplerimizin mutmainlik isteği hepimizin ortak derdi aslında. Arayıştaki İbrahim’in içsel sorusu günümüzün dilinde şöyle değil mi biraz?
Arkadaş! Bunca evrensel değeri, ilkeyi okuyorum, öğreniyorum; ama olmuyor, yerimde sayıklıyorum!
Bize de cevaben deniliyor ki..
Ey İnsan, Ey İbrahim, Ey Kalb-i Mutmainne olmak isteyen!
Allah’ın sana Ruh/İlahi bilgelik üfleyerek dirilmek istiyorsan, Canlanma umuduyla, güveniyle öğrenmiş olduğun (ilm’el yakin) Evrensel ilkeleri uygulamaya geçirmeyip atıl bırakırsan müşahedeye/şahitlik etmeye/ayn’el yakine geçemezsin, bizatihi tecrübe etmezsen taklitte takılı-kalır ve hep bir şeyler eksik duygusuyla kalırsın, kalbin mutmain olmaz. Çünkü Kalp bilgiyi tecrübe ederek tatmine ulaşır.
İlm’el yakinden, yani bilgi düzeyli kesinlikten; ayn’el yakine, yani direkt, bizatihi şahit olmaya geçme isteği. İnsan, bilgi düzeyinde ne kadar konuya hakim olursa olsun, tecrübeyi yaşamadıkça kalp dediğimiz idrak organında hep bir boşluk bırakacaktır.
Evet.. İbrahim bilincinin de merak ettiği, ÖLÜ/MEVTÂ, yani Risaletten uzak bir yaşantıda olan insanın/yaşam şeklinin nasıl Allah bilinci ile dirileceği, hayat bulacağıdır. Unutmayalım, bunun ne yöntemle olduğunun bilgisi ve bilginin eminliği İbrahim’de halihazırda var, ama Kalp bilgiyi tecrübe etmemiş ve tatmin olmamış henüz!
Örneğin, Allah yolunda, nefsin ego yönünü acıtacak şekilde, ihtiyaç sahiplerine karşılıksız harcama anlamına gelen “infak” kavramını ve uygulanmasıyla gelecek ürünleri tüm detayları ile bilmek ile; bizatihi aklın yönlendirmesi, nefsin gayreti, egomuzun varlığından kaybederkenki acısı; ama kalbin genişleyip ruhun huzur duygusu deneyimlemeleri bir olur mu?
Ve işte bu nedenle İbrahim’in Rabbi, duasını fiiliyata dökmesini, harekete geçmesi gerektiğini bildiriyor! Çünkü, Kur’an bünyesinde dualarımız, yani çağrılarımız sistem çarklarını döndürebilmeleri için ardından hep bir eylemin devreye sokulmasını zorunlu kılmaktadır.
*
Dirilmiş, semaya kanatlanarak Risalet misyonunu devam ettiren KUŞ bireyler ise uzun vadede DİRİ bir toplumun zeminini hazırlayarak ayetin toplumsal yönünü de tecelli ettirecektir.
Toplumsal yorumu ile ayette anlatılan İbrahim’in yetiştirdiği 4 Kuşun; 4 önderin; İsmail, İshak, Ya’kup ve Lut’un ölü beldelere gönderilip oraları ihya etmeleridir.
Ezcümle, şuurlu, dingin, huzurlu, DİRİ bir insan olmanın ancak amel, aksiyon, tatbikat sonucu gelecek deneyimle olacağının anlatımıdır Bakara:260.
Eylemsiz ilimden Allah’ın korumasına girme ümidiyle!..
Selam & Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion