26 Şubat 2020 Çarşamba

PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V. YAPTIĞI SAVAŞLAR SÂSÂNÎLER-DİHYE b. HALÎFE-DAGĀTIR-MÛTE SAVAŞI-ECNÂDEYN SAVAŞI



PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V. YAPTIĞI SAVAŞLAR
SÂSÂNÎLER
الساسانيّون
226-651 yılları arasında hüküm süren bir İran hânedanı.

Müellif: 
ESKO NASKALİ 
Adını asıl kurucusu sayılan destan kahramanı, Hükümdar Erdeşîr-i Bâbekân’ın dedesi, İstahr’daki Anahita âteşkedesinin muhafızı Sâsân’dan alır (DİA, XI, 284-285). Partlar’ın (Eşkânîler) son dönemlerinde ve Roma İmparatoru Septimius Sévèrus’un Mezopotamya’yı işgal ettiği yıllarda Fars bölgesinde mahallî bir idareci olan Bâbek vilâyetin neredeyse tamamını birleştirmişti. Bâbek’in ölümünün ardından yerine büyük oğlu Şâpûr, onun çok kısa süren yönetiminden sonra küçük oğlu Erdeşîr geçti (216). Erdeşîr 224’te Hürmüzdegân’da Part Hükümdarı V. Erdevân’ı (Artabanus) yenilgiye uğrattı ve onun da öldürülmesiyle sonuçlanan bu zaferin ardından 226 yılında İran’ın mutlak hükümdarı olarak taç giydi ve “şâhânşâh” (şehinşah) unvanını aldı. Daha sonra taç giydiği Partlar’ın başşehri Medâin’e (Ktesiphon) yerleşti. Devletin sınırlarını doğuda Kirman’a, batıda Elimais’e kadar genişleten ve birçok yeni şehir kuran Erdeşîr 12 Nisan 240 tarihinden itibaren devleti oğlu Şâpûr ile birlikte idare etti. 242’de Şâpûr’un tek başına hükümdar kalmasından Erdeşîr’in o sırada öldüğü anlaşılmaktadır. 

I. Şâpûr doğuda Baktriya ve Kuşan’ı ele geçirdi; batıda Roma’ya birkaç sefer düzenledi; Antakya’yı yağmaladı ve İmparator Valerianus’u Edessa (Urfa) savaşından sonra esir aldı. O güne kadar hiçbir Roma imparatorunun başına gelmeyen bu utanç verici olayı zaferini yüceltmek için yaptırdığı taş kabartmalarla ölümsüzleştirdi. Şâpûr, pek çok farklı dinin var olduğu imparatorlukta Maniheizm’in birleştirici bir rol oynayabileceğini düşünerek Mani’yi korudu. Şâpûr’un ölümünden (272) sonra oğlu I. Hürmüz bir yıl, ardından diğer oğlu I. Behram üç yıl kadar hükümdarlık yaptı. I. Behram, Mani’yi derisini yüzdürmek suretiyle öldürttü ve taraftarlarına eziyet etti. II. Behram döneminde (276-293) Romalılar başşehir Medâin’i ele geçirdiler (283) ve Yukarı Mezopotamya ile Ermenistan’ı kendilerine bağladılar. II. Behram’ın arkasından oğlu III. Behram birkaç ay hükümdarlık yaptıktan sonra amcası Nirsih (293-302) tarafından tahttan indirildi. Nirsih, Ermenistan ve Yukarı Mezopotamya’yı geri almaya çalıştıysa da başarılı olamadı ve Dicle nehrinin batısındaki bütün toprakları Romalılar’a vermek zorunda kaldı. 302’de tahttan indirilen Nirsih’in yerini alan II. Hürmüz’ün avlanırken bedevîler tarafından öldürülmesinin (309) ardından Araplar imparatorluğun güney şehirlerini yağmalamaya başladılar. Bu arada, I. Şâpûr’un ölümünden sonra hânedan üzerinde son derece etkili bir hale gelen asiller II. Hürmüz’ün büyük oğlunu öldürdüler, ikinci oğlunu kör ettiler, üçüncü oğlunu hapse attılar ve tahta henüz bebek olan II. Şâpûr’u (309-379) oturttular. II. Şâpûr olgunluk çağına gelince idareyi eline aldı ve baş düşmanları Romalılar’a karşı bir dizi sefere çıkarak büyük başarılar kazandı. Bizans İmparatoru Konstantinos’un Hıristiyanlığı resmî din kabul etmesi üzerine ülkesindeki hıristiyanları bir tehdit olarak gören Şâpûr onlara karşı tavır aldı. Sâsânî hükümdarları içerisinde en uzun süre tahtta kalan Şâpûr 379’da öldüğünde Sâsânî İmparatorluğu en güçlü dönemindeydi; doğudaki düşmanlar ezilmiş, İrmîniye bölgesi kontrol altına alınmıştı. 

II. Şâpûr’un ardından gelen, tahttan indirilen ya da öldürülen dört silik hükümdardan sonra gençliğini Hîre’de Lahmî sarayında geçirmiş olan V. Behram (420-438) tahta çıktı ve Lahmîler’in yardımıyla kardeşlerine üstünlük sağladı. Behrâm-ı Gûr adıyla bir destan kahramanı olan V. Behram, Sâsânî krallarının en meşhurudur (DİA, V, 356). V. Behram’ın ardından oğlu II. Yezdicerd tahta çıktı ve hemen Bizanslılar’la barış yaparak doğuda yeniden saldırıya geçen Akhunlar’a (Eftalitler) yöneldi, onları yenilgiye uğratıp Amuderya’nın ötesine sürdü (443). 457’de öldüğünde tahta büyük oğlu Fîrûz çıktı; fakat Akhunlar’a esir düştü (469) ve ağır şartlar altında barışa razı olmak zorunda kaldı. İki yıl süreyle Akhunlar Doğu İran’ı yağmaladılar; her ne kadar Fîrûz karşı koymaya çalıştıysa da ordusu yok edildiği gibi kendisi de öldürüldü. Asiller onun yerine kardeşi Belâş’ı geçirdiler; ancak o da dört yıl sonra gözlerine mil çekilip tahttan indirildi ve yeğeni I. Kubâd (Kavâd, Kavâz) tahta çıkarıldı (488-531). I. Kubâd, Mezdek’in kurduğu, zenginlerin servetlerini fakirlerle paylaşması gerektiğini savunan mezhebe rağbet etti (bk. MEZDEKİYYE). Aslında onun niyeti asillerin gücünü kırmaktı. Ülkede karışıklık çıktı ve asiller Kubâd’ı tahttan indirip yerine oğlu Câmasb’ı (496-498) geçirdiler. Kubâd Akhunlar’a sığındı; iki yıl sonra da onların ordusuyla birlikte İran’a geri döndü. Câmasb savaş yapmadan tahtı bıraktı. Kubâd kendisine karşı gelen âsileri bertaraf ettikten sonra Akhunlar’dan kurtulamadıysa da Bizanslılar’ın karşısında başarılı oldu. Birkaç yeni şehir kurdu, vergilendirme sistemini ve kamu idaresini yeniden düzenledi, ülkeye huzur getirdi. Ölümünde yerine oğlu Enûşirvân I. Hüsrev geçti (531-579). Sâsânî hükümdarlarının en meşhurlarından olan Enûşirvân önemli askerî ve idarî reformlar yaptı. Genelde başarılı bir dış politika izledi. Bu arada Bizans’la mücadelesini sürdürdü, Anadolu ve Suriye’de bazı şehirleri ele geçirdi. Doğuda Eftalit topraklarının bir kısmını ilhak etti. Diğer taraftan Yemen’deki Habeş yönetimine karşı yardım isteyen Himyerî hükümdar ailesinden Seyf b. Zûyezen’i destekledi. Bu dönemde başlayan Sâsânîler’in Güney Arabistan’daki hâkimiyeti İslâm fetihlerine kadar devam etti (a.g.e., XI, 255-256). 

Kırk sekiz yıllık bir iktidar döneminden sonra 579’da ölen I. Hüsrev’in tahtına, annesi bir Türk prensesi olduğu için kaynaklarda “Türkzâde” lakabıyla anılan oğlu IV. Hürmüz çıktı. Ancak bu akrabalık Sâsânî-Türk düşmanlığının son bulmasına bir katkı sağlamadı, saltanat yılları savaşlarla geçtiği gibi bu yüzden gelişen bir ayaklanmayla gözlerini ve tahtını kaybetti (590). Hürmüz’ün yerine getirilen oğlu II. Hüsrev’in (Pervîz) ilk on yılı, babasının kumandanı iken ona karşı ayaklanan Behram’ın sürdürdüğü ve onun ardından dayısı Bistâm’ın başlatarak iç savaşa dönüştürdüğü isyanlarla geçti. 601’de iç savaştan galibiyetle çıkıp İran’da tekrar birliği sağlayan Hüsrev, Behram’ın isyanı sırasında yardımını gördüğü Bizans İmparatoru Mavrikios’un öldürülmesini bahane ederek halefi Phokas’a savaş açtı ve onu yendi. II. Hüsrev, İmparator Herakleios döneminde de Bizans ile mücadeleye devam etti. 613’te İrmîniye ve Suriye’ye girip Dımaşk’ı işgal eden Sâsânî orduları ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek kutsal haçı ele geçirdiler ve Medâin’e götürdüler. 615’te Anadolu’ya yeniden Sâsânî akınları başladı; 619’da Mısır işgal edildi. Bizans İmparatoru Herakleios, 622 yılında İstanbul’da yapılan büyük bir törenle Sâsânîler’e karşı mücadele için başşehirden ayrıldı; Anadolu toprakları ve İrmîniye bölgesini Sâsânî işgalinden kurtardı. 623’te Sâsânîler’in kutsal şehri Gence, Bizans ordusunun eline geçti ve buradaki Zerdüşt mâbedi tahrip edildi. II. Hüsrev şehirden kaçtı. 626’da tekrar hücuma geçen Sâsânîler, Anadolu’yu aşıp İstanbul’un karşısında Khalkedon’a (Kadıköy) kadar ilerlediler. Aynı zamanda Avarlar tarafından kuşatılan İstanbul’u Bizanslılar başarılı bir şekilde savundu. Avar ordusunun geri çekilmesiyle birlikte Sâsânî kumandanı Şehrbârâz da birlikleriyle Suriye’ye döndü. Bu arada II. Hüsrev’in kumandanlarından Şâhin, Herakleios’un kardeşi Theodoros tarafından mağlûp edildi. Herakleios’un 627 yılı sonunda Ninevâ’da (Ninova) Sâsânîler’in ana ordusunu kesin bir yenilgiye uğratmasıyla asırlardır devam eden Bizans-Sâsânî mücadelesi Bizans’ın üstünlüğüyle sonuçlanmış oldu. Herakleios Ocak 628’de II. Hüsrev’in sığındığı Destgird’e girdi. Hüsrev aynı yıl başşehirde meydana gelen ayaklanmada öldürüldü. Hz. Peygamber, dönemin bazı devlet başkanlarına İslâm’a davet mektupları gönderdiği sırada (7/628) II. Hüsrev’e de Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî ile bir mektup göndermiş, onun elçiye hakarette bulunarak mektubu yırtması üzerine kisrânın mülkünün paramparça olması için beddua etmiştir. II. Hüsrev’in ölümü uzun savaşlarla zayıf düşen ülkede kaos yarattı ve on dört yıl içerisinde on iki hükümdar (ikisi Hüsrev’in kızı) tahta geçti. 632’de asiller II. Hüsrev’in torunu olan henüz çocuk yaştaki III. Yezdicerd’i tahta çıkardılar. Aynı yıl ilk Arap akınları başladı. İslâm orduları Kādisiye (15/636) ve Nihâvend (21/642) savaşlarında Sâsânîler’i yenilgiye uğratarak son hükümdarları III. Yezdicerd’i doğuya doğru çekilmeye ve topraklarını peyderpey teslim etmeye mecbur bıraktılar. 651 yılında düşmanları tarafından Merv’de öldürülen Yezdicerd’in sülâlesine mensup olanlar VIII. yüzyılın ortalarına kadar Çin sarayında sürgün hayatı yaşadılar. 

Sâsânî toplumunda hiyerarşinin başı şehinşahtı. Kendisinde “fer” adı verilen ilâhî bir gücün bulunduğuna ve bu gücün Erdeşîr’in V. Erdavân’ı yenmesinden sonra Part hânedanından Sâsânî hânedanına geçtiğine inanılırdı. Her hükümdarın kendine özgü bir tacı olması ve otoritesi sarsıldığı takdirde yeni bir taç yaptırması gerekiyordu. Güçlü hükümdarların haleflerini tayin etmeleri ve asillerle rahiplerin kabulünü sağlamaları beklenirdi. Şehzadeler taşraya vali gönderilir ve bu süreç içerisinde devleti yönetme yeteneğine sahip olup olmadıkları tecrübe edilirdi. Sâsânî toplumu dört sınıfa ayrılırdı: Rahipler, askerler, kâtipler ve halk. Bu ayırım kesin hatlarla yapılmıştı ve bir sınıftan diğerine geçmek mümkün değildi. Her sınıfın bürokratik bir yapısı vardı, her sınıfın temsilcisi o sınıfı divanda temsil ederdi. 

“Mûbed-i mûbedân” (mûbez-i mûbezân) denilen başrahip çok güçlüydü ve hükümdarlar taçlarını onun elinden giyerlerdi. Askerler sınıfına “büzürgân” (büyükler) denilirdi. Doğrudan şehinşaha bağlı, fakat iç işlerinde nisbeten bağımsız olan büzürgân eski Part aşiretlerinden ve yeni topraklardan getirilen ailelerden oluşurdu; devletin en önemli makamları onlara aitti. Bunlar kendi gelirleriyle orduyu beslerdi ve Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi zırhlı süvari birlikleri vardı. I. Hüsrev’e kadar devam eden bu durum askere maaş bağlanmasıyla sona erdi. En alt kademede “azadân” bulunuyordu. Azadân ağalara benziyordu ve İran toplumunun bel kemiğini teşkil ediyordu. 

Sâsânî İmparatorluğu’nda yahudiler ve hıristiyanlar da yaşamaktaydı. Özellikle Hıristiyanlığın Bizans’ın resmî dini olmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na sempati göstermekle suçlanan hıristiyanlar dışlanıyor ve kötü muamele görüyordu. Aynı şekilde yahudiler de zaman zaman baskılara maruz kalıyorlardı. Sâsânî hâkimiyetindeki hıristiyanlar çoğunlukla Nestûrî idi. Nestûrîliğin 431’deki Efes Konsili’nde sapkın mezhep ilân edilmesinin ardından bu hıristiyanların kilise ile bağlarını kesmeleri Sâsânî İmparatorluğu’ndaki konumlarının düzelmesine yol açtı. Daha sonra kurulan müslüman devletlerin, özellikle de Abbâsîler’in devlet teşkilâtında ve vergi sisteminde Sâsânîler’in etkisi göz ardı edilemez. 

BİBLİYOGRAFYA 
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), bk. İndeks; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XV, 166-195; A. Christensen, l’Iran sous les sassanides, Kopenhag 1944; R. N. Frye, The Heritage of Persia, London 1962, tür.yer.; A. Bausani, Die Perser, Stuttgart 1965; K. Erdmann, Die Kunst Irans zur Zeit der Sasaniden, Mainz 1969; Fr. Altheim - R. Stiehl, Geschichte Mittelasiens im Altertum, Berlin 1970; R. Göbl, Sasanian Numismatics, Braunschweig 1971; M. Back, Die Sassanidischen Staatsinschriften, Leiden 1978; CHIr., III/1, III/2, IV, tür.yer.; Hüsâm Asgarî, ʿAẓamet-i Temeddün-i Sâsâniyân, Tahran 1386 hş.; Hasan Pirnîyâ, Târîḫ-i Îrân ez Âġāz tâ İnḳırâż-ı Sâsâniyân, [baskı yeri ve tarihi yok] (Kitâbhâne-i Hayyâm), s. 179-277; İsrafil Balcı, “Arap-Sâsânî İlişkileri (M. 500-650) ve Irak’ın Erken Dönem İslamlaşma Süreci”, İkinci Orta Doğu Semineri, Dünden Bugüne Irak, Bildiriler (ed. Mustafa Öztürk - Enver Çakar), Elazığ 2006, I, 157-178; V. F. Büchner, “Sâsânîler”, İA, X, 244-248; M. Morony, “Sāsānids”, EI2 (İng.), IX, 70-83; Enver Konukçu, “Behrâm-ı Gûr”, DİA, V, 356; Ahmed Tefazzülî, “Enûşirvân”, a.e., XI, 255-256; Tahsin Yazıcı, “Erdeşîr”, a.e., XI, 284-285; Işın Demirkent, “Herakleios”, a.e., XVII, 211; Casim Avcı, “Kisrâ”, a.e., XXVI, 71. 

DİHYE b. HALÎFE
دحية بن خليفة
Dihye b. Halîfe b. Ferve el-Kelbî (ö. 50/670 [?])
Hz. Peygamber’in Herakleios’a elçi olarak gönderdiği sahâbî.

Müellif: 
ALİ YARDIM 
Kuzey Arabistan’daki Kelb kabilesine mensup olan Dihye’nin hicretten önceki hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamakla beraber onun genç yaşta sahâbî olduğu anlaşılmaktadır. Bedir Gazvesi’nden çok önce İslâmiyet’i kabul ettiği halde bu savaşa katılamamış, fakat Uhud Gazvesi’nden itibaren önemli savaşlarda bulunmuş, bir seriyyenin de kumandanlığını yapmıştır. 
Hz. Peygamber, Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra heyetler tertip ederek komşu kabile ve devlet başkanlarına dine davet mektupları göndermiştir. Bunlardan Bizans İmparatoru Herakleios’a yazılan mektup, Dihye b. Halîfe tarafından hicretin 7. yılı Muharreminde (Mayıs 628) götürülmüştür. Dihye’nin asıl görevi, mektubu Herakleios’a ulaştırmak üzere Bizans’ın Busrâ (Filistin) valisine teslim etmekti. Ancak bu sırada imparatorun Filistin’de bulunması sebebiyle onun huzuruna çıkması teklif edildi. Kaynaklarda Dihye’nin bizzat Herakleios’la görüştüğü ve o esnada ticaret için Gazze’de bulunan Ebû Süfyân’ın da imparatorun isteği üzerine oraya gelerek görüşmede hazır bulunduğu belirtilir. Ancak Bizans kaynaklarında bu hususta herhangi bir bilgi mevcut değildir. Daha sonra Herakleios Dihye’ye bir mektup verdi; mektubu ileri gelen hıristiyan âlimi ve kendisinin yakın dostu Dagātır’a götürmesini ve İslâmiyet hakkında onunla görüşmesini istedi. Dagātır’a Hz. Peygamber’den de bir mektup getirmiş olan Dihye Rûmiye’ye onun yanına gitti. Dagātır İslâmiyet’i hemen kabul ettiği gibi Rumlar’ı kilisede toplayarak onları da müslüman olmaya davet etti. Daha önce kendisine son derece bağlı olmalarına rağmen Rumlar bu teklif üzerine Dagātır’ı döverek öldürdüler (daha geniş bilgi için bk. DAGĀTIR). Muhammed Hamîdullah’ın tesbitine göre Hz. Peygamber’in Herakleios’a gönderdiği mektubun aslı günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır (İslâm Peygamberi, I, 373 vd.). 
Dihye b. Halîfe’nin başkanlık ettiği heyet, dönüş yolunda (Hamîdullah’a göre gidişte) Cüzâm kabilesinin yurdundan geçerken Hismâ mevkiinde soyulmuş, ancak çevredeki müslümanlar Dihye’nin yardımına koşarak eşyalarını geri almışlardır. Medine’ye dönüşte durum Hz. Peygamber’e anlatılınca Zeyd b. Hârise kumandasında Cüzâmlılar’a karşı bir askerî birlik sevkedilmiştir. 
Dihye b. Halîfe’nin ticaretle meşgul olduğu ve Kur’an’daki bir âyetin (Cum‘a 62/11) onun ticaret kervanının Medine’ye gelişi dolayısıyla indiği rivayet edilmektedir (Fahreddin er-Râzî, VIII, 208). Ancak bunun gerçeğe uymadığı ve bu âyetin Câbir b. Abdullah’ın kervanı hakkında nâzil olduğu belirtilmektedir (İbn Kesîr, IV, 367; Elmalılı, VII, 4992). 
Cebrâil’in Dihye sûretine girerek Hz. Peygamber’e vahiy getirdiği ve ashaptan birçoğunun onu Dihye zannettiği hususu, kaynakların ittifakla vermiş olduğu bilgiler arasındadır. Enes b. Mâlik’in ifadesine göre Dihye ashâbın en güzeli olup iri cüsseli ve beyaz tenli idi (bk. Heysemî, IX, 378). 
Dihye’nin Hz. Peygamber’den sonraki hayatı hakkında kesin bilgi yoktur. Onun Yermük Savaşı’na kumandan olarak katıldığı, Suriye’nin fethinden sonra Şam’ın Mizze semtine (İbn Ebû Hâtim’e göre Mısır’a) yerleştiği ve orada vefat ettiği rivayet edilir. Kaynaklarda ölüm tarihi de verilmemiş, sadece Muâviye devrine kadar yaşadığı belirtilmiştir. Bundan hareketle onun 50 (670) yılı dolaylarında vefat ettiği söylenebilir. 
Dihye’nin rivayet etmiş olduğu hadis sayısı beş civarındadır.

BİBLİYOGRAFYA
Wensinck, el-Muʿcem, “diḥye” md.
İbn Hişâm, es-Sîre, Beyrut 1381/1971, VI, 260-261.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 259, 276; II, 88, 116, 117; III, 422; IV, 249-251; VIII, 50, 68, 122.
İbn Habîb, el-Muḥabber, s. 65, 75, 90, 93, 121.
İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Sâvî), Beyrut 1390/1970, s. 44.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), II, 582, 583, 642, 646-651.
İbn Ebû Hâtim, el-Cerḥ ve’t-taʿdîl, III, 349.
Taberânî, el-Muʿcemü’l-kebîr, Musul 1405/1984, IV, 224-226.
İbn Abdülber, el-İstîʿâb, I, 472-474.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, VIII, 208.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, Kahire 1284, II, 130.
Nevevî, Tehẕîb, Beyrut, ts. (İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye), I/1, s. 185.
İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, VIII, 159-163.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, II, 550-556.
İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut 1388/1969, IV, 367.
Heysemî, Mecmaʿu’z-zevâʾid, IX, 378.
Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, Kahire 1384/1964, III, 283-290.
Elmalılı, Hak Dini, VII, 4992.
Ziriklî, el-Aʿlâm, III, 13.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 361 vd., 373 vd., 576.
Köksal, İslâm Tarihi (Medine), VII, 37 vd.
Suliman Bashear, “The Mission of Dihya al-Kalbī and The Situation in Syria”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XIV, Jerusalem 1991, s. 84-114.
H. Lammens, “Dihye”, İA, III, 586.

a.mlf. – [Ch. Pellat], “Diḥya”, EI2 (Fr.), II, 283.

DAGĀTIR
ضغاطر
Dagātır el-Uskuf er-Rûmî (ö. 7/628)
İslâmiyet’i kabul ettiği için halk tarafından öldürülen Bizans patriği.

Müellif: 
ALİ ÖNGÜL 
Hz. Peygamber komşu hükümdarları İslâm’a davet ettiği sırada Bizans İmparatoru Herakleios’a elçi olarak Dihye b. Halîfe el-Kelbî’yi göndermişti (Muharrem 7 / Mayıs 628). Dihye’nin görevi, Hz. Peygamber’in mektubunu o sıralarda Kudüs’te bulunan Herakleios’a vermesi için Busrâ valisine teslim etmekti. Dihye Busrâ’ya varınca vali onu İslâm kuvvetlerinden kaçıp Suriye’ye gelen Adî b. Hâtim ile birlikte imparatora gönderdi. Adî b. Hâtim imparatora elçinin geliş sebebini anlattı. Herakleios Hz. Peygamber’in mektubunu okuduktan sonra Rûmiye’de oturan yakın dostu Dagātır’a bu konuda bir mektup yazdı. Herakleios ayrıca Kudüs’teki idarecilere de peygamber olduğunu söyleyen bu zatın kavminden o civarda oturan biri bulunursa huzuruna getirilmesini emretti. Çok geçmeden Dagātır’ın imparatora gönderdiği cevabî mektubu geldi. İbrânîce bilen ve semavî kitapları okuyan Dagātır Herakleios’a Hz. Muhammed’in gerçek peygamber olduğunu bildiriyordu. 
Bu sırada Mekke’den bir ticaret kafilesi Ebû Süfyân’ın başkanlığında Suriye’ye gitmek üzere yola çıkmıştı. Kafile Gazze’ye ulaştığında imparatorun adamları onları alıp Kudüs’te imparatorun huzuruna götürdüler. Herakleios otuz kişilik ticaret kafilesini Îliyâ (Kudüs) Kilisesi’nde kabul etti. Devlet erkânı ve din adamları da imparatorun etrafında sıralanmışlardı. Herakleios, Hz. Muhammed’e soyca en yakın olan kafile başkanı Ebû Süfyân’a Hz. Peygamber hakkında bazı sorular sordu ve Dihye’nin getirdiği mektubu okuttu. Daha sonra Dihye’ye Hz. Peygamber’in beklenen Allah elçisi olduğunu söyledikten sonra gidip Dagātır’ı bulmasını ve yazdığı mektubu ona vermesini söyledi. Zaten Hz. Peygamber de Dagātır’a ayrıca bir mektup yazıp Dihye’ye vermişti. 
Dihye Dagātır’ın yanına varınca kendisini İslâm’a davet etti. Dagātır Hz. Peygamber’in Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu, onun sıfatlarını tanıdıklarını, ismini de kitaplarında yazılı bulduklarını söyledikten sonra Dihye’ye, “Sahibine git, benden selâm söyle ve Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna inandığımı, Îsâ’nın da Allah’ın kulu ve temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş Meryem’e ilkā ettiği ruhu ve kelimesidir diye şahadet ettiğimi haber ver” dedi. Daha sonra Dagātır odasına girip üzerindeki siyah elbiseyi çıkardı ve beyaz merasim elbisesini giydi. Asâsını eline alarak kilisede toplanmış bulunan Rumlar’ın yanına gitti ve onlara şöyle söyledi: “Ey Rum cemaati! Bize Ahmed adlı peygamberden bir mektup geldi. Mektubunda bizi yüce Allah’a inanmaya davet ediyor. Ben şahadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. Ahmed de Allah’ın kulu ve resulüdür.” Dagātır sözlerini bitirince Rumlar hep birden üzerine atıldılar ve onu döverek öldürdüler 
(ayrıca bk. HERAKLEİOS).

BİBLİYOGRAFYA
Müsned, I, 262-263.
Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, I, 6-7.
Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 555-556.
Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, Beyrut 1390/1970, V, 343-347.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 258-259, 276.
Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahire 1353, s. 34.
Belâzürî, Ensâb, I, 351.
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 77-78.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), II, 645-651.
Ebû Nuaym el-Cürcânî, Delâʾilü’n-nübüvve, Haydarâbâd 1369/1949, s. 291-292.
Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, VII, 363-364, 516-517, 523-524.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 211-212.
a.mlf., Üsdü’l-ġābe, III, 55-56.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meʿâd, II, 135.
İbn Hacer, el-İṣâbe, II, 216.
Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1386-87/1967, II, 117-132.
Diyarbekrî, Târîḫu’l-ḫamîs, II, 31-34.
Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, III, 283-291.
L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, IV, 427-436.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi (İstanbul 1969), I, 218-231.
a.mlf., el-Ves̱âʾiḳu’s-siyâsiyye, Beyrut 1403/1983, s. 107-115.
G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 88-96.
İbn Hudeyde, el-Miṣbâḥu’l-muḍî (nşr. M. Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, II, 67-97.
Köksal, İslâm Tarihi (Medine), VII, 37-60.

MÛTE SAVAŞI
غزوة مؤتة
Müslümanların Suriyeli hıristiyan Araplar ve Bizans ordusuyla yaptığı ilk savaş (8/629).

Müellif: 
HÜSEYİN ALGÜL 
Mûte, Lût gölünün güneyinde Kerek’e 11, Kudüs’e 50 km. uzaklıkta geniş tarım arazilerine sahip bir yerdir. Burada yapılan savaş Hz. Peygamber katılmadığı için bir seriyye olmakla birlikte bazı kaynaklarda “gazve, ba‘s (ordu), yevm”, Resûl-i Ekrem’in orduyu gönderirken üç kumandan tayin etmesinden dolayı da “ceyşü’l-ümerâ” (ba‘sü’l-ümerâ) diye de adlandırılmıştır. 

Gassânî-hıristiyan Arapları’nın reislerinden Şürahbîl b. Amr’ın, Resûlullah’ın bir mektubunu Busrâ-Filistin valisine götürmekte olan Hâris b. Umeyr’i öldürerek kabileler ve devletler arası bir teamülü bozması Hz. Peygamber’i ciddi bir tavır almaya sevketti. Hemen bir ordu hazırlığına girişen Resûl-i Ekrem kısa zamanda ortaya çıkan 3000 kişilik kuvvetin kumandanlığına sırasıyla Zeyd b. Hârise, Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha’yı getirdi. Bunlardan biri şehid olduğu takdirde diğeri kumandayı ele alacaktı; hepsi şehid düşerse müslümanlar kendi aralarından birini kumandan seçeceklerdi. Hz. Peygamber ordunun elçinin öldürüldüğü yere kadar ilerlemesini, oradakileri İslâmiyet’e davet etmelerini, kabul ettikleri takdirde savaşmamalarını emretti. Bu arada çocukları, kadınları, yaşlıları, manastırlara çekilmiş insanları öldürmemelerini, hurmalıklara zarar vermemelerini, ağaçları kesmemelerini, binaları yıkmamalarını tembih etti (Vâkıdî, II, 758; İbn Sa‘d, II, 128). Bazı rivayetlerde Resûl-i Ekrem’in müslüman olmadıkları takdirde cizye teklif edilmesini istediği kaydedilmektedir. Ancak bu tarihte cizye âyeti (et-Tevbe 9/29) henüz nâzil olmadığından bu rivayet doğru değildir (Fayda, s. 149). 

Ordu Medine’den ayrıldıktan sonra kuzeye doğru ilerleyip Vâdilkurâ’ya ulaştı. Şürahbîl b. Amr, müslümanların gelmekte olduğunu öğrenince kardeşi Sedûs’u (veya Vebr) bir ordunun başında onlara karşı gönderdi. Sedûs yapılan savaşta öldürüldü. Bunun üzerine Şürahbîl kaleye sığındı. Müslümanlar Maan’a vardılar. Orada ordugâh kurup konakladıkları sırada Bizans İmparatoru Herakleios’un kumandanı Theodoros’un ordusuyla karşılaştılar. Şürahbîl kumandasında hıristiyan Arap kabilelerinin de katıldığı bu ordunun 100.000 veya 200.000 kişiden oluştuğu rivayet edilmektedir. 

İslâm kaynaklarında Mûte Savaşı’nın sebebi zikredilirken Bizans ordusundan hiç bahsedilmemekte, ancak savaşın bu orduya karşı yapıldığı anlatılmaktadır. Bizans tarihçileri ise Bizans ordusunun Filistin’de bulunuş sebebini açıklamaktadır. Buna göre Herakleios, Sâsânîler’e karşı zaferle sonuçlanan Ninevâ (Ninova) savaşının (Aralık 627) ardından İstanbul’a dönmüş, bir süre sonra, daha önce Sâsânîler’in Kudüs’ü işgal ettiklerinde alıp götürdükleri büyük haçı yerine koymak üzere Allah’a adamış olduğu ziyareti yerine getirmek için Filistin’e gelmişti (Vasiliev, s. 252; Ostrogorsky, s. 96). İbn Sa‘d’ın, Rum kayserinin Sâsânîler’e karşı üstün geldiği takdirde İstanbul’dan Îliyâ’ya (Kudüs) kadar yalın ayak yürümeyi nezrettiği şeklindeki haberi de bu bilgiyi teyit etmektedir (eṭ-Ṭabaḳāt, I, 259; ayrıca bk. Buhârî, “Cihâd”, 102; Fayda, s. 150-151). 

Bizans ordusuyla karşı karşıya gelen müslümanlar Maan’da kaldıkları iki gün içinde vaziyeti müzakere ettiler. Bazıları, bu durumu Hz. Peygamber’e bildirip onun vereceği karara göre hareket edilmesini istedi. Bu sırada Abdullah b. Revâha savaş için at, silâh ve sayı üstünlüğünün önemi olmadığını ifade ettikten sonra düşmanla savaşmak gerektiğini belirtti. Bunun üzerine savaşa karar verildi ve Maan’dan ayrılan İslâm ordusu Meşârif’te Bizans ordusuyla karşılaştı. İki ordu Mûte’de savaş düzenine geçti. Birinci kumandan sıfatıyla sancağı taşıyan Zeyd b. Hârise daha savaşın başında şehid düşünce kumanda Ca‘fer b. Ebû Tâlib’e geçti. Sağ eli kesilen Ca‘fer sancağı sol eline aldı, sol eli de kesilince iki koluyla göğsü arasında tuttu, fakat bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Onun ardından sancağı Abdullah b. Revâha aldı. Bir süre sonra o da şehid düştü. Kâ‘b b. Umeyr sancağı alıp Sâbit b. Erkam’a verdi. Sâbit Hz. Peygamber’in tâlimatı gereği bir kumandanın seçilmesini istedi. Kendisi kumandanlığı kabul etmeyince sancak Hâlid b. Velîd’e teslim edildi. Bu sırada Resûl-i Ekrem, Mescid-i Nebevî’de savaş alanında cereyan eden gelişmeleri, kumandanların birer birer şehid oluşunu nakletmiş ve, “En sonunda sancağı Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı. Nihayet Allah mücahidlere fethi müyesser kıldı” demiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 44; İbn Hişâm, IV, 23; Tecrid Tercemesi, X, 290 vd.). Hâlid b. Velîd sağ kanattaki askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, geridekileri öne, öndekileri de geriye almak suretiyle yeni takviye birlikleri gelmiş izlenimi uyandırdı. Geri çekilirken zaman zaman düşmana zarar verip bir miktar ganimet de ele geçirerek İslâm ordusunu Medine’ye getirmeyi başardı (Cemâziyelevvel 8 / Eylül 629). 

Mûte Savaşı’nda İslâm askerleri sayıca kendilerinden çok üstün olan düşman ordusuna karşı metanetle savaştılar. Savaşa katılanlardan Abdullah b. Ömer, Ca‘fer’in göğsünde elli kadar kılıç ve ok yarası olduğunu söyler. Hz. Peygamber’in, kesilen iki eline karşılık iki kanatla müjdelediği Ca‘fer daha sonra Ca‘fer-i Tayyâr diye anılmıştır. Hâlid b. Velîd’in, “Mûte Savaşı’nda elimde dokuz kılıç parçalandı, yalnız ağzı enli Yemânî bir kılıcım vardı, elimde o dayanabildi” dediği kaydedilmektedir (Buhârî, “Meġāzî”, 44; İbn Sa‘d, IV, 38; İbn Kesîr, III, 465; Tecrid Tercemesi, X, 289-290). 

Müslümanlardan Zeyd b. Hârise, Ca‘fer b. Ebû Tâlib, Abdullah b. Revâha, Abbâd (Ubâde) b. Kays, Mes‘ûd b. Esved, Vehb b. Sa‘d, Hâris b. Nu‘mân, Sürâka b. Amr b. Atıyye el-Mâzinî, Ebû Küleyb (Kilâb) b. Amr, Câbir b. Amr, Amr b Sa‘d, Âmir b. Sa‘d, Abdullah b. Sa‘d, Süveyd b. Amr ve Mes‘ûd b. Süveyd olmak üzere on beş kişi şehid oldu. Hz. Peygamber şehidlerin ardından ağlamış, ancak ağıt yakıp feryat etmeyi yasaklamış, yakınlarının ve komşularının şehid ailelerine üç gün süre ile yemek götürmesini ve işlerine yardımcı olmasını tavsiye etmiştir. Bizzat kendisi Ca‘fer’in ev halkına üç gün yemek göndermiş, daha sonra oğullarını yanına alarak bakımlarını üstlenmiştir (Vâkıdî, II, 766; İbn Hişâm, IV, 22; İbn Sa‘d, VIII, 282). 

İslâm ordusunun sayıca kendisinden çok üstün olan düşmanla planlı şekilde vuruşarak Medine’ye ulaşması bir zafer sayılabilir. Medine’deki müslümanlar arasında İslâm ordusunun bu şekilde dönmesini doğru bulmayanlar olmuşsa da Resûl-i Ekrem bunun bir firar değil toparlanıp düşmanla tekrar karşılaşmayı amaçlayan bir hareket olduğunu bildirmiş, böylece dedikodulara son vermiştir (Vâkıdî, II, 765; İbn Hişâm, IV, 24; İbn Sa‘d, III, 129). Bugün Mûte Savaşı’nın yapıldığı yerde tarihî Mûte Mescidi’nin kalıntıları ve 500 m. yakınında şehid olan üç kumandanın türbeleri bulunmaktadır. Son zamanlarda Mûte şehidlerinin adları bir anıta yazılmış, anıtın yanına bir cami (Câmiu’l-meşhed) inşa edilmiştir. 1981 yılında Mûte’de bir üniversite kurulmuştur. 

BİBLİYOGRAFYA 

Müsned, V, 299, 358; Buhârî, “Cihâd”, 102, “Meġāzî”, 44; Vâkıdî, el-Meġāzî, II, 757, 758, 759, 760, 765, 766; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 15, 16, 17, 18, 19, 22, 23, 24; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 259; II, 128, 129; III, 46, 47, 129; IV, 38; VIII, 282; Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, V, 219-220; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 234, 235, 236, 238; İbn Kesîr, es-Sîre, III, 461, 465; Tecrid Tercemesi, X, 289-290, 291; A. A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğu Tarihi (trc. Arif Müfit Mansel), Ankara 1943, s. 252; D. M. Watt, Muhammad at Medina, Oxford 1956, s. 53-55; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1971, VIII, 49-90; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 96; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, I, 471-479; Sâmî el-Ânî, “Tecribetü Muʾte”, Bilâdü’ş-Şâm fî ṣadri’l-İslâm (nşr. M. Adnân Bahît), Amman 1987, III, 89-100; Yahyâ el-Cübûrî, Dürûs fi’l-fürûsiyye min maʿreketi Muʾte, Katar 1989, s. 129-158; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 329, 330, 334, 335; Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid b. Velid, İstanbul 1992, s. 142-168; Ali el-Atûm, Tecribetü Muʾte, Amman 1406/1986; Serdar Özdemir, Hazreti Peygamber’in Seriyyeleri, İstanbul 2001, s. 94-106; Elşad Mahmudov, Sebep ve Sonuçları Açısından Hz. Peygamber’in Savaşları (doktora tezi, 2005), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 223-232; Muhammed Ferec, “Yevmü’l-işhâdi’l-ʿaẓîm”, ME, XLII/4 (1970), s. 353-359; F. Buhl, “Muʾta”, EI2 (İng.), VII, 756-757. 

ECNÂDEYN SAVAŞI
وقعة الأجنادين
Müslümanların Suriye ve Filistin’i fethi sırasında Bizanslılar’la yaptıkları ilk savaş (13/634).

Müellif: 
HAKKI DURSUN YILDIZ 
Hz. Ebû Bekir, 12. yılın sonunda (Şubat 634) veya 13. yılın başında (Mart 634) hacdan döndükten sonra Medine’de toplanmış bulunan gönüllülerden oluşan orduyu, üç defa teşebbüs edildiği halde bir sonuç alınamayan Suriye ve Filistin’in fethine memur etti. Kumandanlardan Amr b. Âs’ı Filistin’in, Şürahbîl b. Hasene’yi Ürdün’ün, Yezîd b. Ebû Süfyân ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı da Suriye’nin fethiyle görevlendirdi. Başlangıçta her biri 3000 kişiden oluşan bu üç ordu, daha sonra gönderilen takviye birlikleriyle 7500’er kişilik askerî güce ulaştılar. 
Amr b. Âs Eyle üzerinden Güney Filistin’e, diğer kumandanlar ise Tebük-Maan yoluyla Ürdün ve Suriye istikametine sevkedildiler. Yezîd b. Ebû Süfyân, Ölüdeniz’in güneyinde Vâdilarabe’de Sergios kumandasındaki Bizans ordusunu mağlûp etti. Kaçan kuvvetler daha sonra toplandıkları yerde ikinci defa bozguna uğratıldı. Sergios bu mücadeleler sırasında hayatını kaybetti. Amr b. Âs ise kısa sürede Güney Filistin’i fethederek Gamrülarabât’a indi. Müslüman Araplar’ın bu âni hücumları ve başarılı sonuçlar almaları üzerine Bizans İmparatoru Herakleios, kardeşi Theodoros kumandasındaki 80.000 kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bizans kuvvetleri Kuzey Filistin’e kadar ilerleyerek Cillik mevkiinde karargâh kurdular. Bu orduya mukavemet edemeyeceğini anlayan Amr b. Âs halifeden yardım istedi. Bunun üzerine Ebû Bekir Hîre’de bulunan Hâlid b. Velîd’e haber göndererek süratle Suriye’deki ordunun yardımına gitmesini emretti. 
Hâlid b. Velîd, uzun ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra yanındaki 700 kişilik birlikle Dımaşk’ın güneyinde yer alan Mercirâhit’e vardı. Buradaki Bizans birliklerini yenilgiye uğrattıktan sonra (18 Safer 13 / 23 Nisan 634) güneye yönelerek Busrâ’da bulunan Ebû Ubeyde, Şürahbîl ve Yezîd ile buluştu. Kısa bir kuşatmadan sonra Busrâ barış yoluyla ele geçirildi. Hâlid b. Velîd’in kumandası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerlemeye başladı. İki ordu Kudüs’ün batısında Remle ile Beytülcibrîn arasındaki Ecnâdeyn mevkiinde karşı karşıya geldi. Hâlid b. Velîd İslâm ordusunun merkez kuvvetlerine Ebû Ubeyde’yi, sağ kanada Muâz b. Cebel’i, sol kanada Saîd b. Âmir’i, süvari kuvvetlerine de Saîd b. Zeyd’i kumandan tayin etti. Müslümanlar devrin en güçlü devletinin düzenli, iyi eğitilmiş ve Sâsânîler’e karşı kazandığı zaferlerle morali yükselmiş ordusuyla savaşmak durumundaydı. İslâm ordusunun en az iki katı olan Bizans kuvvetleri ayrıca silâh ve teçhizat bakımından da çok üstündü. Ancak savaş müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz 634). Bu muharebede 3000 düşman askeri öldürüldü; müslümanlar ise sadece on dört şehid verdiler. Başkumandan Hâlid muharebenin neticesini bir mektupla Hz. Ebû Bekir’e bildirdi. Öte yandan Bizans İmparatoru Herakleios çok korkmuş ve endişeye kapılıp Humus’tan Antakya’ya kaçmıştır. Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin ve Suriye’nin kapıları müslümanlara açılmış, iki yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle de bölgenin fethi tamamlanmıştır. 
Ecnâdeyn Savaşı’nın tarihi hakkında ihtilâf vardır. İbn İshak, Vâkıdî ve Medâinî muharebenin 13 (634) yılında cereyan ettiğini, Taberî’nin râvilerinden Seyf b. Ömer ise 15 (636) yılında meydana geldiğini söyler. Suriye’nin fethiyle ilgili bir eser yazmış olan M. J. de Goeje ile J. Wellhausen ve L. Caetani gibi araştırmacılar, İbn İshak ve diğer tarihçilerin verdikleri Cemâziyelevvel veya Cemâziyelâhir 13 (Temmuz, Ağustos 634) tarihini tercih etmektedirler.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 124, 282; IV, 101, 194.
Halîfe b. Hayyât, et-Târîḫ (Ömerî), s. 86-88.
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 156-165.
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 132-134.
Taberî, Târîḫ (de Goeje), I, 1976-2128.
İbn A‘sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Fütûḥ, Haydarâbâd, ts. (Dâiretü’l-Maârifi’l-Osmâniyye), I, 145-148.
Bekrî, Muʿcem, I, 114.
İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Müneccid), I, 478 vd.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân (nşr. Ferîd Abdülazîz el-Cündî), Beyrut 1410/1990, I, 129-130.
Nâsırüddin el-Esed, “Vaḳʿatü Ecnâdeyn: dirâse taḥlîliyye li’l-meṣâdir ve’r-rivâyât”, Bilâdü’ş-Şâm fî ṣadri’l-İslâm, el-Müʾtemerü’d-devliyyi’r-râbiʿ li-târîḫi bilâdi’ş-Şâm, Amman 1987, II, 285-321.
M. J. de Goeje, Mémoire sur la conquête de la Syrie, Leiden 1900, s. 50-70.
J. Wellhausen, İslâmın En Eski Tarihine Giriş (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1960, s. 46-60.
Mustafa Murâd ed-Debbâğ, Bilâdünâ Filisṭîn, Amman 1384-96/1965-76, V/2, s. 264-269.
Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid Bin Velid, İstanbul 1990, s. 349-390.
W. E. Kaegi, Byzantium and the Early Islamic Conquests, Cambridge 1993, s. 98-111.
Tâhâ el-Hâşimî, “Maʿreketü Ecnâdeyn”, MMİIr., II (1952), s. 69-102.
F. Buhl, “Ecnâdeyn”, İA, IV, 105.
H. A. R. Gibb, “Ad̲j̲nādayn”, EI2 (Fr.), I, 215.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion