27 Nisan 2020 Pazartesi

YOKLUK TEPESİNE TIRMANMAK


Yaşam Yolculuğunda Aşılması Gereken Dağlar - Helios Yaşam Merkezi

YOKLUK TEPESİNE TIRMANMAK

"Seyr ilallah¸ tezkiye edilmemiş bir nefsten tezkiye edilmiş nefse¸ şer'î olmayan akıldan şer'î akla¸ kâfir¸ münâfık¸ fasık¸ hasta ve katılaşmış kalbden¸ sağlam ve mutmain kalbe¸ Allah'ın yolundan uzaklaşmış¸ kulluğunu unutmuş ve bu kulluğu araştırmamış bir ruhtan Allah'ını bilen¸ O'na karşı kulluk görevini yerine getiren bir ruha¸ şer'î ölçülerine bağlı kalmayan bir cesetten¸ Allah'ın hükmüne tamamen râm olan bir cesede intikal etmektir."
"Seyr ilallah¸ tezkiye edilmemiş bir nefsten tezkiye edilmiş nefse¸ şer'î olmayan akıldan şer'î akla¸ kâfir¸ münâfık¸ fasık¸ hasta ve katılaşmış kalbden¸ sağlam ve mutmain kalbe¸ Allah'ın yolundan uzaklaşmış¸ kulluğunu unutmuş ve bu kulluğu araştırmamış bir ruhtan Allah'ını bilen¸ O'na karşı kulluk görevini yerine getiren bir ruha¸ şer'î ölçülerine bağlı kalmayan bir cesetten¸ Allah'ın hükmüne tamamen râm olan bir cesede intikal etmektir."
"Perdelerin kaldırılmasında kişinin istidadı kadar virdine riayeti de bir o kadar önemli husustur. Zira sûfînin hayatında günlük virdler¸ onun günlük azığıdır. Bu azığı ihmal etmesi doğru değildir. "
Sûfîlerin manevî tekâmül süreci¸ metaforik olarak "yokluk tepesine tırmanmak" diye nitelendirilmektedir.1 Sûfîler¸ Allah'a ulaşma eğitimine "seyr ü sülûk" demişlerdir. Seyr ü sülûk¸ kitabî bir eğitim olmayıp¸ tamamen gönül eğitimine dayanır. Bu terim¸ manevî bir yolculuğu ifade eder.
Lügatte seyr; gezmek¸ seyr etmek ve yürümek anlamındadır. Sülûk ise gitmek ve yola girmek demektir. Tasavvuf ıstılahında seyr¸ cehaletten ilme¸ kötü huylardan güzel ahlâka¸ kulun fânî varlığından Hakk'ın varlığına yönelmektir. Sülûk¸ tasavvuf yoluna girmiş kişiyi Hakk'a vuslata hazırlayan ahlâkî eğitimdir. Bir başka ifadeyle seyr u sülûk¸ tasavvuf ve tarikata giren kimsenin manevi makamlarını tamamlayıncaya kadar geçeceği sahaların adıdır. Seyrin başı sülûk; yani yola girmek¸ sonu da vüsûl; yani Hakk'a vuslat Allah'ı görüyormuş gibi kulluk (ihsan) şuuruna ermek¸ daima Hakk ile birlikte beraber bulunduğu bilincini yakalamak¸ O'na teslim olup O'na rıza göstermelidir. Her iş ve fiilin gerçek failinin Allah olduğunu kavramak ve varlık iddiasından kurtulup gerçek tevhide ermektir. Can mülkünde ve cihan mülkünde Hakk'ı hakim kılmaktır2
Sülûk müessesesine "meslek" yahut "tarikat-ı aliyye" adı da verilir. Tarikatlar (meslekler)¸ gerçekte insanın sadece iç eğitimiyle uğraşır. Başlarında "mürşid" veya "şeyh" denilen manevî bir önder bulunur. Mürşid¸ Hz.Peygamber'in güzel ve üstün ne kadar vasfı varsa¸ bu vasıflarla donanmış kişidir. Bir sûfî¸ kendisine kılavuzluk eden mürşidin tavsiyelerine uygun davranır; bedenî ve kalbî bütün kötülüklerden arınmaya çalışır. İyilik eden¸ ibadet ve zikirle meşgul olan ve varlık âlemine bir göz ile bakan kişinin gönlünde bir müddet sonra "ilâhî tecellîler" meydana gelir. Nihayet sûfî¸ kendisine ait zannettiği vucûdu Allah'ın benliğinde yok ederek¸ fenâfillâh makamına ulaşır. Bu makam¸ ilâhî aşk ile varılabilecek en yüce makamlardandır. Aşk¸ bütün eksiklikleri gideren ve insanı tamamlayan evrensel bir sevginin adıdır. Bu sevgiyle fenafillah makamına ulaşan kişiye insan-ı kâmil denmiştir.3
Sûfîler nazarında¸ "Müridânın vüsul'den mahrum olmasının sebebi¸ usulü zayi etmeleridir." İlk dönem sûfîlerinden Ebû Ali Dekkak (ö.405/1014)¸ "Müridin¸ Allah ile arasındaki itikadını tashih etmekle işe başlaması gereklidir. Şüpheler ve zanlardan arınmış¸ sapıklık ve bid'atlardan uzak¸ huccetler ve burhanlardan doğup meydana gelen bir inanç ile işe başlaması gereklidir."4 demek suretiyle seyr u sülukun başını saf ve sağlam inanç¸ samimi niyet olarak görmektedir. Yolun devamında sûfî¸ kesret perdesinden sıyrılıp birlik dükkanına kavuşmuş olur. Dolayısıyla tasavvufî anlamda yolculuk¸ nefse ait menzillerin aşılması¸ ağyarın ve yapmacık tutumların izalesi¸ kalb makamının nihâyetine ulaşılmasıdır.
Seyr ilallah¸ tezkiye edilmemiş bir nefsten tezkiye edilmiş nefse¸ şer'î olmayan akıldan şer'î akla¸ kâfir¸ münâfık¸ fasık¸ hasta ve katılaşmış kalbden¸ sağlam ve mutmain kalbe¸ Allah'ın yolundan uzaklaşmış¸ kulluğunu unutmuş ve bu kulluğu araştırmamış bir ruhtan Allah'ını bilen¸ O'na karşı kulluk görevini yerine getiren bir ruha¸ şer'î ölçülerine bağlı kalmayan bir cesetten¸ Allah'ın hükmüne tamamen râm olan bir cesede intikal etmektir.
Kısaca¸ kemâle ermemiş bir yapıdan fiilen¸ kavlen ve halen salahta Rasulullah'a tabii olan daha mükemmel bir yapıya intikal etmektir. Seyr ilallahta meselenin özü sâlim kalbe sahip olmaktır.
Küfür ve nifak ehlinin kalblerini düzeltmesi¸ Müslümanlığı kabul etmek suretiyle¸ mümin kişinin kalb diriliği¸ iman ile birlikte farzlara uymak¸ haramlardan kaçınmak¸ emir ve nehiyleri yerine getirirken ifrata kaçmamak suretiyle mümkündür.
Hâcegân silsilesinin ser-halkalarından biri olan Yusuf Hemedânî halifesi Abdulhâlık-ı Gücdüvânî (ö.595 / 1199)'ye şu tavsiyelerde bulunmaktadır: "Evladım! Bilesin ki¸ Hak yolunun yolculuğu yani sülûk iki kısımdır. Sulûk-ı zâhir ve sulûk-ı bâtın. Sülûk-ı zahir¸ daima ilâhî emir ve yasaklara riayet etmek¸ imkân ölçüsünde dinî esasları muhafaza etmek ve nefsin arzularından kaçınmaktır. İkinci kısım olan sülûk-ı bâtın ise¸ kalbi temizlemeye çalışmak ve nefsânî kötü sıfatları yok etmek için gayret sarf etmektir. Batın temizliği dedikleri işte budur. Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gerekir ki¸ kalp Hakk Teala'yı zikreder hale gelsin."5
Kişi kendi kuyusundan su çıkarmanın yoluna koyulmalı. Ne kadar çekip başkalarına verirse¸ yine de azalmaz¸ belki daha çoğalır. Ne kadar kalırsa kalsın¸ kokmaz. Belki her gün daha da temizlenir ve kötü hastalıkların ilacı olur.
Peygamberlerin daveti¸ velilerin terbiyesi¸ insanların iyi söz¸ iyi amel ve iyi ahlaklı olması¸ dışlarının düzelmesi içindir. Dışı düzgün olmayanın içi de düzgün olmaz. Dış yani zahir¸ beden mesabesindedir. İç yani batın ise¸ beden kalıbına dökülen şey mesabesindedir. O halde kalıp (beden) düzgün olursa¸ kalıbın içindeki de düzgün olur. Kalıp eğri olursa¸ içindeki de eğri olur.
Allah insanları farklı olarak yaratmış¸ her birine bir iş istidadı vermiştir. Genel olarak insanlar üç eğilimlidir: Mevla'yı isteyenler¸ Ukbâ'yı isteyenler ve dünyayı isteyenler. Birinci guruptakiler himmeti yüce şahsiyetler ve insanların en iyisidirler. Son iki grup ise¸ taş toprak mesabesindedir. Parazit olarak yer¸ içer ve beslenirler.
Mürit; tarikat¸ yani ‘hakikate giden yol' üzerindeki makamlara ulaşmayı¸ güvenilir bir mürşidin kılavuzluğunda sağlayabilir. Mürşid-i kâmillerin uyguladıkları yöntemler herkes için aynı değildir. Gerçek bir şeyh¸ müritlerinin değişik yeteneklerini ve karakterlerini tanır ve buna göre onları eğitir.
Hakikate ulaşmada müridin önünü kesen bir takım engeller vardır. Bunlara hicab adı verilir. Uzaklaştırılması¸ kişinin önünden kaldırılması gereken her şey hicaptan ibarettir. Sûfîlere göre bu perdelerin aslı dörttür: Mal sevgisi¸ makam sevgisi¸ taklit ve günah.6
İsmi geçen perdelerin açılabilmesi için müridin mürşidine teslimiyeti¸ hatıraların etkisinden kurtulup zihin ve şuuru berraklaştırması¸ makam ve menzillere tam riâyet etmesi esastır.7
İslâm tasavvufunda perdelerin açılmasını sağlamak için seyr u sülûk eğitimi veren tarikatlar genelde şu şekilde tasnif edilmektedirler:
1. Tarik-ı Ahyar: Önem sıralaması bakımından riyazât ve mücahededen çok namaz¸ oruç ve Kur'an okumak gibi şer'î emirlere riâyeti sağlamak sûretiyle vuslata ermeyi hedefleyen tarikatlardır. Bu meşrebde olanların gayeye ulaşmaları diğerlerine nispetle uzun solukludur.
2. Tarik-ı Ebrar: Mücahede ve riyazâtın ıztıraplı yolculuğu ile ahlâkı tehzib¸ kalbi ağyardan tasfiye ve nefsin doymak bilmeyen kahredici arzularına muhalefet etmek suretiyle sâliklerini Hakk'a erdiren tarikatlar.
3. Tarik-ı Şettar: "Ölmeden evvel ölüm" üzerine kurulan bu tür sülûk tarzı¸ "usûl-ı aşere" denilen; tevbe¸ zühd¸ tevekkül¸ kanaat¸ uzlet¸ daimi zikir¸ mahviyet¸ teveccüh¸ sabır¸ murakabe¸ rıza basamaklarını adım adım aşarak bunları birer rûhî meleke haline getirmeye çalışan tarikatlar.8
İmam Razi'ye göre¸ nefis eğitiminin yararlı olabilmesi için müridin buna karşı istidatlı (yatkın) olması gerekir. Eğer mürid bu konuda istidatlı olmazsa¸ nefis eğitimi onda hiçbir başarı meydana getiremez; çünkü nefis eğitimi sadece engelleri giderebilir¸ perdeleri ortadan kaldırabilir ve istidatları saklayan örtüyü açabilir. Oysa engellerin ortadan kalkması doğrudan doğruya arzu edilen sonucu gerçekleştirmez. Tersine bunun için engellerin ortadan kalkması ile birlikte istidatlı bir yeteneğe de ihtiyacı vardır. Eğer nefiste bu istidat yok ise nefis ile ilgili eğitim ona saadet sağlayamaz; ancak selâmet (dirlik) sağlayabilir9
Perdelerin kaldırılmasında kişinin istidadı kadar virdine riayeti de bir o kadar önemli husustur. Zira sûfînin hayatında günlük virdler¸ onun günlük azığıdır. Bu azığı ihmal etmesi doğru değildir. Çokça işlememizin mendup olduğu virdlerden her ferd gücü nisbetinde ve kalbinin ihtiyaçları oranında ve diğer vaciplerin yerine getirilmesine engel olmayacak şekilde bir miktarı kendine prensip edinmelidir.10
XVI. yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatının Azerî şîvesi sanatkârları arasında yer alan Hatayî¸ Türkçe halk şiir geleneğine uyarak yazdığı şiirleri ile şöhret yapmıştır. Aşağıdaki dinî-tasavvufî şiirinde¸ Hak yolunda yürürken pîrleri Hatayî'ye nasihat ederler. Feyiz ve irfana ermek kolay değildir. Bu yolda yanıp pişmek¸ dünya gailelerinden uzaklaşmak lazımdır. Şöyle ki:
Vardım kırklar yaylasına
Gel berü hey can dediler
Yüz sürdüm ayaklarına
Gir işte meydan dediler.


Kırklar bir yerde durdular
Yerlerinden yer verdiler
Meydana sofra serdiler
El lokmaya sun dediler.


Erenler gönlü ganidir
Yuduğu kalbi arıdır
Gelişin kandan beridir
Söyle ey ihvan dediler.


Gir semaa bile oyna
Silinsin pak olsun ayna
Kırk yıl bir kazanda kayna
Daha çiğsin yan dediler.


Düşme dünya mihnetine
Tâlib ol Hak Hazretine
Âb-ı Kevser şerbetine
Parmacığın ban dediler.
Gördüğünü gözün ile
Söyleme sen sözün ile
Andan sonra bizim ile
Ol sen de mihman dediler.


Şah Hataim nedir halin
Dua edip kaldır elin
Kesegör gıybetten dilin
Cümlemiz yeksan dediler.

Özetle¸ insan-ı kâmiller yetiştirmeyi hedefleyen tasavvuf eğitimi¸ seyr u sülûk süreci sonucu nezaketi-edebi¸ ilmi-irfanı¸ imanı-taati¸ zikri-fikri¸ hâli-lisanı ve hizmeti ile Allah adamı¸ erenler bağının bülbülü olmayı sağlar. Bâr olmayı değil yâr olmayı¸ yok etmeyi değil diriltmeyi¸ alan değil veren el olmayı öncüler. 

O nedenle genelde tüm sûfîler isim yapmayı değil adam olmayı yeğlemişlerdir. İsim yapmak için çalışmadıkları için de yılların eskitemediği¸ çağların unutturamadığı¸ zaman aşımına uğramayan şahıslar olmuşlardır. 

O halde benlik davasından vazgeçip yokluk tepesine tırmanarak gerçek Varlıkla beraber olma¸ gerçek Var Olanı idrak etme hepimizin hedefi olmalı. Zira sonsuzluğa hasret kalanları sonlu hiçbir şey tatmin edemez.


*Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Dipnot
1- Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi¸ Âmâk-ı Hayal¸ haz. Dursun Gürlek¸ Timaş Yayınları¸ İstanbul 2002¸ 21-29.
2- H. Kâmil Yılmaz¸ "Tasavvufla İlgili Soru ve Cevaplar"¸ el-Lüma'¸ İstanbul 1996¸ 456.
3- Mustafa Tatçı¸ "Tasavvuf ve Rumûz"¸ Yesevîlik Bilgisi¸ Ahmet Yesevî Vakfı yay.¸ Ankara 1998¸ 26.
4- Ebu'l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyri¸ er-Risaletu'l-Kuşeyriyye fi İlmi't-Tasavvuf¸ haz.Ma'ruf Zerrik¸ Ali Abdulhamid Baltacı¸ Daru'l-Hayr¸ Beyrut 1993¸ 378.
5- Hâce Yusuf Hemedân Rutbetu'l-Hayat (Hayat Nedir?)¸ çev.Necdet Tosun¸ İnsan yay.¸ İstanbul 1998¸ 39.
6- Azizüddin Nesefî¸ Tasavvufta İnsan Meselesi-İnsan-ı Kâmil-¸ ter.Mehmet Kanar¸ Dertgâh yayınları¸ İstanbul 1990¸ 47-51.
7- Y. Nuri Öztürk¸ Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf¸ İstanbul 1989¸ 119-20.
8- İrfan Gündüz¸ Gümüşhanevî Ahmed Ziyauddin¸ İstanbul 1984¸ 180; Selçuk Eraydın¸ Tasavvuf ve Tarikatlar¸ M.Ü.İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları¸ İstanbul 1994¸ 4.baskı¸ 30.
9- İmam Gazâlî¸ el-Munkızu mine'd-Dalâl Şerhi¸ haz.Abdulhâlim Mahmud¸ İstanbul 1990¸ 263.
10- Said Havva¸ Ruh Terbiyemiz¸ İstanbul 1986¸ 183.
11- Bilge Seyidoğlu¸ "Halk Şairlerinde Tasavvuf"¸ Tasavvuf Kitabı¸ haz. Cemil Çiftçi¸ Kitabevi¸ İstanbul 2003¸ 363-64

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion