22 Ağustos 2020 Cumartesi

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR

 EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR

METİNLERİNDEN ÖRNEKLER1*

EHL-I BEYT’S MYSTERIOUS HERITAGE CIFIR AND EXAMPLES

FROM TURKISH CIFIR TEXTS

 Özer ŞENÖDEYİCİ2**

Öz

İnsanoğlu tarih boyunca yaratılış, ölüm, gelecek gibi gayb alanına giren konuları merak etmiştir.

Bu merak insanlığı çeşitli yöntemler kullanarak mutlak bilinmez olanın peşine düşürmüştür.

İnsanoğlunun gayba duyduğu merak, İslâm dünyasında ve bilhassa Şia’da “cifir” kavramının sıkça

işlenmesi sonucunu doğurmuştur. Hazreti Muhammet’in Hazreti Ali’ye ve Ehl-i Beyt mensuplarına

emanet ettiği söylenen gizemli bilgiler, pek çok mutasavvıfın ve müellifin dikkatini çekmiştir. Bunun

neticesinde genellikle Hazreti Ali’ye ve Cafer-i Sadık’a ait olduğu söylenen eserlerden hareketle

geleceğin bilineceği düşünülmüştür. Kuran-ı Kerim, gaybın yalnızca Allah tarafından bilineceğini

söylemektedir. Bununla birlikte bazı zümreler, kendi benliğini aşan kâmil insanların da bu bilgiye

ulaşacağını düşünmüşlerdir. Türk kültüründe ve inanç tarihinde cifir konulu pek çok eser kaleme

alınmıştır. Bunların bir kısmı edebî özellikler gösterecek biçimde yazılmıştır. Ayrıca birçok kalem

sanatçısı da edebi eserlerinin yanı sıra cifirle ilgili kitaplar ya da risaleler de yazmıştır. Bu çalışmada

Türk diliyle yazılmış cifir eserlerinden bahsedilecektir. Eserlerden örnekler neşredilecek ve konu

hakkında bazı tespitlerde bulunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Ehl-i Beyt, Şia, cifir, gayb

Abstract

Throughout history, mankind have always been curious about creation, death, and the future. This

curiosity has led human beings to pursue what is absolutely unknown. The curiosity of mankind to

the future has resulted in the frequent processing of the concept of “cifir” in the Islamic world and

especially in Shia. The mysterious information that the Messenger Muhammad entrusted to the members of Hazrat Ali and Ahl al-Bayt drawed the attention of many scholars and authors. As a result, it is

thought that future can be known with the reference of works which are generally believed to belong

to Hazrat Ali and Cafer-i Sadiq. According to the Shii tradition, Hazrat Ali had works titled al-Cifr

and al-Jami’i which contained information on the future. The cifir, which means “sheep’s skin”, is,

according to some, the treasury of secrets that Hz. Muhammad wrote to a sheep or camel’s skin and

handed it to Hazrat Ali. The Qur’an says that the future is known only by Allah. Some people, however, thought that the people who were beyond their own self would reach this knowledge. Many

works on prophecy in Turkish culture and belief history exists. Some of them are written in such a

way that show literary characteristics. In addition, many pen writers have written literary works, as

well as prophetic books or treatises. The fact that some of the texts about the prophecy are verse

shows the function of poetry when the divine secrets are expressed. In this study, some of the works

written in Turkish will be mentioned. Examples from the work of prophecy will be given and some

critics will be made about the subject. Thus, the boundaries of the tradition of prophecy will be drawn

in Turkish cultural history and the method that this will follow will be revealed.

Key Words: Ehl-i Beyt, Şia, cifir, gayb

* Makalenin Geliş Tarihi: 27.082018, Kabul Tarihi:07.09.2018. DOI: 10.31624/tkhbvd.2018.19

** Doç. Dr., Hitit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. ozersenodeyici@gmail.com,

ORCID ID: https://orcid.org/0000-0001-8719-6955

 Özer ŞENÖDEYİCİ

220 GÜZ 2018/SAYI 87

1. Giriş

İnsanoğlu, çevresinde olan biteni yorumlayabilen bir varlıktır. Onun bu özelliği,

evreni diğer canlılardan farklı bir şekilde algılamasını ve sorgulamasını sağlar.

Ancak insanın sahip olduğu kısıtlı maddî imkânlar; onun yaratılış, gayb, kıyamet,

yaşam, ölüm gibi temel manevi meselelerini çözebilmesinde yetersiz kalır. Bu

durumda hisse, ilhama ve sezgiye dayanan, kimi zaman da eldeki ilahî materyallerin

deşifre edilmesini önemseyen yöntemler ön plâna çıkar. Cifir, bu yöntemlerden

biridir.

Cifir (cifr), kelime anlamı itibariyle “sütten kesilmiş kuzu, oğlak; içi taşla

örülmemiş geniş kuyu” anlamlarına gelir (Yurdagör, 1993: 215). Dilimizde cifr /

cifir olarak kullanılan sözcüğün aslı “cefr”dir. Yalnızca Ehl-i Beyt’e münhasır

olduğu söylenen bu ilim, Türk kültür ve inanç hayatında önemli bir yer tutmuştur.

Konuya ilgi duyan pek çok mutasavvıf ve müellif yazdıkları eserlerde cifre temas

etmişlerdir. Terim olarak ise cifir şu şekilde tarif edilebilir: “Rasulullah (s.a.v.)

tarafından kendisinden sonra gelecek olan imamlardan Cafer Sadık başta olmak

üzere on iki imama verilmesi için Hz. Ali (r.a.)’a emanet edilen, kıyamete kadar

meydana gelecek bütün dini ve siyasi olayların, bilgilerin ve sırların yirmi sekiz harf

vasıtasıyla çözüldüğü bir ilimdir ki bu eserler ancak Ehl-i Beyt’e mensup imamlarca

veya ahir zamanda gelmesi beklenen mehdi tarafından çözülebilecek rumuzlarla

doludur (Seber, 2004: 240).” Cifir ilminde yer yer harflerin sayısal değerlerinden de

istifade edildiği için ebced de kimi zaman aynı anlamda kullanılır.

Kuran-ı Kerim’de gaybın yalnızca Allah tarafından bilinebileceği pek açık

biçimde dile getirilmiş olsa dai

“Allah’ın gaybı Resullullah’a ve onun vekili olarak

seçtiği evliya sınıfına bildireceğini savunan Şia ve tasavvufî gruplar, cifrin de bunun

dolaylı yolu olduğunu iddia etmişlerdir” (Yazçiçek, 2004: 85). Bunun neticesinde

farklı rivayetlere dayanan anlatılar vücuda getirilmiş, geleceğe dair tüm bilgilerin

seçkin bir grup insan tarafından bilineceği sonucuna ulaşılmıştır. Sülemî, “Göklerin

ve yerin gaybı Allah’ındır” ayetini tefsir ederken gayb bilgisine muttali olan seçkin

kulların kim olduklarını açıklar: “Gaybı Allah’tan başkası bilmez, yalnız kulları

arasında kendine yakın olan seçkin kulları gayba vâkıf olur. Bunlar kendi

varlıklarıyla değil, Hak’ta fani olmaları sebebiyle gaybı bilirler. Bu tür şahıslar

kendilerinden geçmiş, kâinatı arkalarına atmış kimselerdir” (Kara, 1994: 67).

Cifir ilminin yalnızca ehli tarafından anlaşılabileceği, yazma cifir metinlerinin

tümünde dile getirilen bir durumdur. Hatta söz konusu bilginin ehil olmayanlara

açıklanması kınanacak bir davranış olarak nitelenir. Aşağıda -Ta’bîr-i Şeyh

Abdurrahmân el-Bistâmî Fî-‘ilmi’l-Cifr adlı eserde bu konunun ısrarla dile

getirildiği cümleler yer almaktadır: 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

221 GÜZ 2018/SAYI 87

“Bilgil kim, bu ‘ilm-i cifrin esrârına kimsene muttali’ olmaz, tâ kim bu ‘ilmin

sâhibine rücû’ etmeye.”

“Bu sırra kimse muttali‘ olmaz, ol kişi kim nübüvvet esrârından haber-dâr

olmaya. Haber-dâr olana ma‘lûm ola.”

“Bes bu ‘ilm-i şerîfi nâ-ehlden saklamak gerek, ehline rumûz ile câ’iz ola ve illâ

tasrîhi hîç bir vech ile câ’iz olmaya” (19 Hk 3109: 2b, 6b).

Cifir metinlerinin nispet edildiği iki isim diğerlerinden öne çıkmaktadır. Bunlar

bilhassa Şia ehli tarafından son derece önemsenen Hazreti Ali ve Cafer-i Sadık’tır.

İnanışa göre, Hazreti Ali’nin el-Cifr ve el-Câmia adlı iki eseri bulunmakta, bunların

içinde de önceki kutsal kitapların özü ile kıyamete kadar gerçekleşecek olan

hadiseler, sorunlar ve çözümleri yer almaktadır. Ancak bu eserlerdeki rumuzlar

sadece Ehl-i Beyt imamlarınca çözülebilmektedir (Öz, 2016: 192). “Diğer bazı

kaynaklara göre ise söz konusu kitapları yazarak cifir ilmini kuran Cafer esSadık’tır. Ona el-cefrü'l-ahmer [kırmızı deriden yapılmış torba] ile el-cefrü'l-ebyaz

[beyaz deriden yapı lmış torba] şeklinde iki cifir nisbet edilmekte, bunların ilkinde

Hazreti Peygamber’in silahı, ikincisinde ise Zebur, Tevrat, İncil ve Hazreti

İbrahim’e verilen suhuf ile helal ve harama dair bütün bilgilerin bulunduğu rivayet

edilmektedir” (Yurdagür, 1993: 216). İbn Haldun, “Mukaddime”sinde Cafer-i

Sadık’a izafe edilen bu kitabı Kindî’nin deşifre ederek Abbasi Devleti zamanında

cereyan eden olayları ve Abbasi Devleti’nin yıkılışını saptadığını belirtmektedir. İbn

Haldun’a göre bu kitap Hülâgû’nun Bağdat Kütüphanesi’ndeki kitapları Dicle

nehrine atması esnasında zayi olmuştur. Ancak Afrika’da bu kitabın bir parçasının

bulunduğu ve Küçük Cifr adıyla anıldığı rivayet edilmektedir (İbn Haldun, 1996:

209-210).

el-Cifr’in ve benzerlerinin, herkesçe anlaşılabilecek bir metin olmadığı tarihin

seyrinden anlaşılmaktadır. Elinde böyle bir metin bulunduran sıradan insan ya da

zümre tarihin akışını her zaman kendi lehine çevirebilir ve mutlak bir güce sahip

olabilirdi. Sırrın bilindiği hâlde neden yaygınlaştırılmadığı ve herkesin anlayacağı

bir dille ifade edilmediği; cevaplarını yine sadece ehlinin bildiği bir sır olarak

kalmaktadır. Yani sırrı bildiğini fakat paylaşmadığını veya şifreli bir şekilde ifşa

ettiğini söyleyen bir kimse, gayb bilgisine sahip olduğunu -garip bir şekildekanıtlamış bulunmaktadır.

19 Hk 3109 numaralı cifir metninde (Tercüme-i Ta’bîr-i Şeyh Abdurrahmân elBistâmî ii Fî-‘ilmi’l-Cifr), bu gizemli ilmin doğuşu şu şekilde anlatılır: Bir gün

Hazreti Peygamber mescitte otururken Cebrail gelir. Cebrail, Peygamber’e Allah’ın

selamını iletir ve getirdiği iki elmayı verir. Daha sonra Hasan ve Hüseyin,

dedelerinin yanına gelir. Peygamber elmanın birini Hasan’a, diğerini Hüseyin’e

verir. İki kardeş, hocaları İbn U‘kâb’ın yanına gelince U‘kâb bu elmaların dünya

elması olmadıklarını, yıldıza benzediklerini söyler ve onlardan bir tanesini yer. 

 Özer ŞENÖDEYİCİ

222 GÜZ 2018/SAYI 87

Karnı şişen U‘kâb, gönlüne dolan gayb bilgisini ifşa etmeye başlar. Bu durumu

gören insanlar, onun başına doluşurlar. Daha sonra durum Hazreti Muhammet’e

bildirilir. Peygamber, U’kâb’ın karnını sıvazlayıp onu iyileştirdikten sonra, onun

sırlar ihtiva eden sözlerinin cahillerden saklanması gerektiğini söyler. Böylece

U‘kâb’ın sözleri takdim tehir yoluyla değiştirilir. Mısır’ın şairleri, çeşitli remizlerle

U‘kâb’ın sözlerine şiirlerinde yer verirler. Hazreti Muhammet bu konuda şöyle

buyurur: “Allah’ın gizli hazineleri vardır. O hazinelerin anahtarı şiir dilidir.”iii

Yukarıdaki metinde, cahillerin anlayamayacağı cifir ilminin, Mısır şairlerince

mısralara nakşedildiği söylenmekte, şiirin yalnızca şaire ait sırları değil, evrenin de

bilinmeyenlerini ifşa ettiği söylenmektedir. Bu durum şiir ve cifir arasında yakın bir

ilişki olduğunu göstermektedir. Tasavvuf edebiyatı ve Klâsik Türk edebiyatı

çerçevesinde eser ortaya koyan şairlerin cifir konulu şiirler yazdıkları bilinmektedir.

Örneğin cifre dair ilhamlarla şiirler kaleme alan Niyâzî-i Mısrî bunlardan biridir. Bu

mutasavvıf, kendi ifadelerine göre Boğazhisar’a hapsedilmek için gönderildiğinde

bütün kitaplarını yırtıp vecde gelmiştir. Ayıldığında kendini boynu zincirli, ayağı

prangalı hâlde bulmuş; ayrıca esmâ-yı hurûf ve kavâid-i cifr’in kapılarının kendisine

açıldığını fark etmiştir (Tatçı, 2014: 219-220). Cifre adeta tutkun olan Mısrî,

kendisini bazen İsa bazen de Mehdi ilan etmiş, İbn Arabîiv’nin Ankâ-yı Muğrib ve

Fütühât’ından deliller getirerek söylediklerini ispatlamaya çalışmıştır (Gölpınarlı,

1972: 222). Mısrî, cifir ilmine muttali olduğunu bir gazelinde şöyle dile getirmiştir

(Erdoğan 1998:64):

Esmâ-yı ilâhiyyede bî-had hünerim var

Her demde semâvât-ı hurûfa seferim var

Gönlüm göğünün yıldızının hîç ‘adedi yok

Her burcda benim bin güneş ü bin kamerim var

‘Âlimlere ebced hocası olmak olur ‘âr

Alçak görünen ebcede ‘âlî nazarım var

‘Arşı ve semâvâtı ‘ulûmun budur el-hak

Hem dahi zemîninde tükenmez güherim var

Bununla bir oldu dem-i ‘Îsî ve Mısrî

Gönlüme dahi ne gelürüm ne giderim var

Bosnalı Kâimîv

’nin Divan ve Vâridât adlı eserlerinde yer alan cifir manzumeleri,

adeta birer gazavatnamedir. Şairin, Balkan topraklarının hengâmeli dönemlerinde

kaleme aldığı zafer müjdeleyen kehanetleri o coğrafyada bulunan Müslümanları

teselli etmiş olmalıdır. Ayrıca Kâimî, salt estetik kaygısı gütmediği kehanet içerikli

şiirlerinde, cifirle şiiri başarılı bir şekilde imtizaç ettirmiştir. Aşağıda onun bu

minvalde yazdığı bir şiir yer almaktadır (06 Mil Yz A 2786, 37a-38a, ayrıca bkz.

Aydın 2007: 480-481):

Deryâ-yı dil cûş eyledi andan haberler söyledi

Ehl-i dili hoş eyledi bahr-i vilâyet vaktidir

Târîh bi-külli gayb-ı ‘âm erişti gördü hâs u ‘âm

Bitti kamu işler tamâm nûr-ı hidâyet vaktidir

Sâhib-zamân meydân kura gerçek erenler hem dura

Zâlimleri cümle kıra seyf-i ‘inâyet vaktidir

Yalancılar yâ n’eylesin başa tedârik eylesin

Hak ehli hak hak söylesin rûz-ı kıyâmet vaktidir

Taklîd-i ‘ilm ehli olan zerre riyâ üzre kalan

Hep sözleri oldu yalan özge nedâmet vaktidir

Erdi nihâyet bu zamân kezzâblara olmaz emân

Kılıç vurula bî-gümân âhir rivâyet vaktidir

Kurd ile koyun yürüye toprak ısa dağ eriye

Pınar denizler soğuya gayret nihâyet vaktidir

Dîvâneler uyanısar şirk ü nifâklar gidiser

Bu demdir ol dem ey püser ‘ayn-ı şehâdet vaktidir

Kalka mezâhib cümlesi erince kudret cümlesi

Bir mezheb ancak kalası zîrâ şehâdet vaktidir

Ol kim Muhammed’dir resûl ondan durur cümle usûl

Dersen bulam Hakk’a vusûl doğru hikâyet vaktdir

Sırr-ı Hak olur âşikâr esmâ-yı Bârî kıl şumâr

Kudret makâmı Kird-gâr Kur’ân u âyet vaktidir

Ey Kâ’imî çok söyleme çünkü eriştin bu deme

Seyrâna gel hîç gam yeme Mehdî ‘alâmet vaktdir

Karamanlı Aynî de şiirlerinde cifirle ilgili bazı denemeler yapmış, şiirlerinde

“cifr” ve “câmî” sözcüklerini Hazreti Ali’ye nispet edilen el-Cifr ve el-Câmi’a adlı

eserlere gönderme yapacak şekilde kullanmıştır: 

 Özer ŞENÖDEYİCİ

224 GÜZ 2018/SAYI 87

Okı zülf ü kaşının erkâmını

Sifr-i Âdem cifr-i câmi‘ bundadır (Aynî)

Kütb-i kifâyet oku sifr-i hidâyet oku

Cifr-i vilâyet oku gel bana gel gel bana (Aynî)vi

Her gizemli ilim gibi cifrin de meşruiyetini göstermek amacıyla çeşitli

dönemlerde çeşitli rivayetler, hikâyeler, efsaneler uydurulmuş; işin erbabı tarafından

bu ilmin hakkıyla icra edildiği düşüncesi yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Cifrin

makul ve muteber olduğu ana fikrini içeren bir anekdot, Solak-zâde Tarihi’nde yer

almaktadır (Çabuk, 1989: 105-106). Buna göre Sultan Selim, Şam’ı fethettiğinde

İbnü’l-Arabî’nin mezarını ziyaret eder. Burada cifir ilmine vâkıf bir kişi

bulunmaktadır. Padişah bu zata Mısır’ı fethedip edemeyeceğini sorar. Zat, fethin

Kuran’da yazılı olduğunu müjdeler. Padişah bunun ne şekilde olduğunu sorduğunda

cifir âlimi “And olsun Tevrat’tan sonra Zebur’da da yazmışızdır ki, arza ancak salih

kullarım mirasçı olur” (Kuran-ı Kerim, “Enbiya” 21/105) ayetini okur. Buradaki

“arz” ile Mısır diyarının kastedildiğini söyler ve şöyle devam eder: “Nitekim elif

lâmsız oldukta, Osmanlı diyarına işaret olunduğu gibi, âyet-i kerimedeki ve lekad

lafzı da hesaben yüz kırktır ki, bunun mübarek isminiz olduğuna işarettir. Zikr lafzı

da dokuz yüz ikidir. O tarihte Mısır’ın fethi ile kâm-yâb olmanızdan haber

verilmiştir. Özellikle bizim salih kullarımızdan o yere varis olur diye, Hazreti Bârî,

sizi tavsif buyurmuşlardır. Yani Mısır fethinin müjdesiyle, cihan padişahını tebşir

etmişlervii.”

Dünya tarihinde önemli bir yer işgal eden Osmanlı Devleti’nin zaferleri ve

akıbeti ile ilgili pek çok kehanet ileri sürülmüştür. Bunlardan birkaçına temas

etmekte fayda vardır. 06 FB 373 numaralı yazmanın 71a-71b varaklarında yer alan

bir anekdotta, Osmanlı Devleti’nin inkırazına dair bilgiler yer almaktadır. Bu

metinde anlatıldığına göre Kanuni Sultan Süleyman Manisa’ya geldiğinde,

beraberindeki hocası hasret gidermek üzere Akhisar’a uğrar ve Şeyh İlahî adındaki

zatla sohbet eder. Hoca, Şeyh’e Osmanlı Devleti’nin geleceği hakkında bir soru

sorar. Şeyh Hicrî 1400 (M. 1980-1981) tarihinde Osmanlı Devleti’nin Kırım hanları

tarafından yıkılacağı, sonra yeniden kurulacağı kehanetinde bulunur. Hoca, Şeyh’e

ısrar etse de Şeyh, daha fazla sır söylemez, söylediklerinin ifşa edilmesine de izin

vermezviii. İbn İsa Saruhanî’nin Rumûzu’l-Kunûz adlı eseri de Osmanlı Devleti’ni

merkeze alan kehanetler içerir. Hicrî 965 (M. 1557) yılında yazılan eser, hicrî 2035

(M. 2595/2596) yılına kadar gerçekleşecek siyasi ve askeri olayları anlattığı

iddiasındadır. Eser, elbette kaynağı meçhul bir ilhama istinat etmekte ve gerçeği

yansıtmamaktadır. Ancak en azından XVI. yüzyılda kıyametin kopacağına inanan

birçok zümreye nispetle Saruhanî’nin dünyaya çok daha uzun bir ömür biçtiği

görülmektedir. On iki bölümden oluşan eserin ilk bölümü padişahları konu almakta

ve Kanunî Sultan Süleyman’dan sonra gelecek padişahlara ışık tutmaktadır. Ona

göre, “Kanunî Sultan Süleyman neslinden on bir padişah gelecektir. Bunlardan ikisi 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

225 GÜZ 2018/SAYI 87

adil ve cömert olacak, ikisi zalim, üçü faziletli, dördü ise gazi olacaktır. Bu

padişahlar şer’î kanuna göre hareket edip düzeni sağlayacaklardır. Ayrıca bunlardan

biri kırk üç sene, biri on dokuz sene, biri elli üç sene, biri yirmi sekiz sene tahtta

kalaca[ktır.]” (Özgül, 2004: 28).

Cifir ve benzeri kehanet yöntemlerine günümüzde de rağbet edildiğine, internet

ortamında yapılacak basit bir tarama ile şahit olunabilir. Popüler kültürde Müştâk

Baba’nın, Ankara’nın başkent olacağını bir asır önceden ima ettiği söylenen

manzumesi, cifrin muteber bir bilgi alanı olabileceğine kanıt olarak gösterilir:

Me’vâ-yı nâzenîne kim elf olursa efser

Lâ-büdd olur o me’vâ İslâmbol ile hem-serix

[Hangi nazik mekâna elif harfi taç olursa, şüphesiz o mesken İstanbul’la başa baş

olur.]

Manzumede “elf” sözcüğünün hem elif harfi hem de bin sayısı (1000) anlamına

gelmesinden hareket edilmiştir. Elifin efser olması ise, efser’in ebced hesabına göre

karşılığı olan üç yüz kırk bir (341) sayısının bin sayısına ilave edilmesi olarak

düşünülmüş böylece bin üç yüz kırk bir (1341) sayısı elde edilmiştir. Bu sayı hicrî

takvime göre Ankara’nın başkent olduğu tarihtir (Bardakçı, 2014). Manzumenin

tümü, “Ankara” sözcüğünün elde edildiği lügaz türünde bir gazeldir. Gayb

heveskârlarının içtenlikle sarıldıkları bu şiirde, sanılanın aksine, Ankara’nın başkent

oluşuna dair herhangi bir remiz bulunmamaktadır. M. Fatih Köksal, şiirin Müştak

Baba’nın 1227 yılında Ankara’ya gelerek Hacı Bayram Veli türbesini ziyaret

etmesini konu aldığını, muamma türü manzumelerin çözümünde izlenmesi gereken

yolu takip ederek ortaya koymuştur. Birinci beytin dilbilgisel yapısı, anlamı,

öngörülen tarihin metindeki ile uyuşmaması gibi karineler de şiirin gelecekten haber

verdiği tezini çürütmektedir x . Elbette konuyla ilgili en mantıklı delil ise,

insanoğlunun geleceği görmek gibi bir hassasının bulunmayışıdır.

Diğer şairler Halîmî (ö. 1854), Hâşim Baba (ö. 1783), Hikmetî (ö. 1755), İbn-i

İsâ Saruhânî (ö. 1554), Koca Râgıb Paşa (ö. 1763), Mehmed Şerîf (ö. 1631),

Muhyiddin Mehmed (ö. 1534), Hâcetçi-zâde Hüseyin Aşkî Efendi (ö. 1989) gibi şair

ve edipler cifir ilmiyle uğraştığı bilinen kimselerdir. xi Elbette bu şairler dışında

onlarca edip ve mutasavvıf da söz konusu ilme gönül vermiştir.

Tercüme-i Ta’bîr-i Şeyh Abdurrahmân el-Bistâmî Fî-‘ilmi’l-Cifr başlıklı metnin,

giriş kısmındaki bazı değişiklikler dışında aynısı olan, 06 Mil Yz Cönk 271 numaralı

bulunan ve yalnızca Cifr başlığını taşıyan eserde anlatıldığına göre, Hazreti

Muhammet, Kıyamet’e kadar gelecek padişahların adlarını, doğacakları günleri

Hazreti Ali’ye bildirmiş; Ali de bunları deve derisine, çeşitli sembollerle

kaydetmiştir. Cifir kitabında yirmi sekiz şekil (sûret) bulunmaktadır. Her şekil

yetmiş padişah ismine karşılık gelmektedir. Yani cifirde toplam bin dokuz yüz 

 Özer ŞENÖDEYİCİ

226 GÜZ 2018/SAYI 87

altmış padişahın ismi geçmektedir. On dört Emevi, on iki Abbasi halifesinin de

isminin rumuzu olan şekillerinxii yanı sıra, kanlı savaşlara ve fitnelere sebep olacak

padişahların adı Hazreti Hasan’dan kıyamete değin listelenmiştir. Ayrıca yirmi bir

bin altı yüz on bir şehrin adı ve akıbeti, yedi iklimdeki yetmiş bin padişahın

başlarına gelecek olaylar, kıyamet alametleri, Mehdi’nin, Benî Asfar’ın ve Rical’in

zuhur edişi, İstanbul’un fethi, İsa’nın gökten inişi, Yecuc’un ortaya çıkışı, güneşin

batıdan ne zaman doğacağı tafsilatlı bir şekilde anlatılmıştır (89a)xiii.

Günümüzde çoğunlukla sözdebilim (pseudoscience) alanının bir uğraşı olarak

değerlendirilse de cifir, eski dünyada büyük rağbet görmüş, birçok kitle tarafından

muteber bir bilgi alanı olarak kendisine yer edinmiştir. Günümüzde de rağbet gören

bu gizemli ilmin, geçmişte ne şekilde algılandığı, nasıl yorumlandığı gibi hususlar;

insanoğlunun hangi karanlık yollardan geçerek günümüze ulaştığına ışık tutacaktır.

Bu nedenle Türkçe cifir metinlerinin edebî, sosyal ve tarihî kıymetlerinin ortaya

konması ve bu uğraşın geçmişteki hiçbir tespitinin gerçeği yansıtmadığının

gösterilmesi; günümüz kültür ve inanç atmosferine de katkı sağlayacaktır.

Metin Örnekleri:

Anonim, Tercüme-i Ta’bîr-i Şeyh Abdurrahmân el-Bistâmî Fî-‘ilmi’l-Cifr, 19

Hk 3109:

Kim ki işÀreti fehm ider, ãaúınsun her kim èibÀrÀtı oúur, ketm eylesün. [11a] ZìrÀ

bu işÀretdür bisÀù-ı basùiyyeye ve rumÿz-ı cifriyyeye. EsÀsı aÈdÀd-ı óurÿfdur ve

bünyÀdı maèÀnì-i ôurÿfdur. Kilìdi yididür, çerÀàı ùoúuzdur, bidÀyeti taãóif-i vÀóiddür

ve nihÀyeti habìb-i mÀciddür. Bu tÀrìòlerden ãoñra baèøı cezìre-i Rÿm òarÀb ola.

AmmÀ ol eyyÀmda Rÿm emn ü emÀnda ola ve hem ekÀbirüñ ittifÀúı budur, Àòir-i

mièe içre úıyÀmet úopa dimişlerdür ve hem ùoúuz [11b] yüz ùoúuzından ãoñra doàan

oàlan ol zamÀna yitişse dimişler. Ol zamÀnuñ òalúı ziyÀde eşirrÀ olsa gerekdür. Daòi

dimişler mülk-i Rÿm’a eñ ãoñra pÀdişÀh olan bir yalıñ yüzli oàlan ola. Ol vaút vÀy

Rÿm’uñ óÀline. Ol oàlanuñ isminde iki mìm ola. YÀ Muóammed yÀ Maómÿd ola.

Bir mìm evvelinde ve bir mìm Àòirinde. Daòi dimişler ùoúuz yüzinden ãoñra bu

neslden devlet kesile. [12a] Bir neseb-i Àòere intiúÀl ide. èArÀb’da èIrÀú’da òurÿc

ide. EfÀøıl helÀk erÀzil ümerÀ-yı èıôÀm ola. Daòi dimişler be úÀf be úÀf AllÀhu

aèlem. Ol bir şaòã ola, sulùÀn-ı èÀlì-şÀn ola, ismi vasaùında mìm ola.

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

227 GÜZ 2018/SAYI 87

Dervîş Hâcî Hüseyn-i Akhisârî, Risâle-i Cifr, 06 Mil Yz A 4650:

Geldük àÀlib-maàlÿb beyÀnına:

Bu èilmüñ àÀyet gereklü èamellerindendür. Pes, imdi işbu àÀlib ve maàlÿb beş

mertebe üzerine õikr olundı. Şekl-i evvel: Bade’ù-ùaró iki şeklüñ baúiyyelerinden

úalan biri ferd, biri zevc; ekåer eúall üzerine àÀlibdür. MiåÀl, bunlar gibi: 12 / 34 / 56

/ 78 / 89. Gerek ekåer olan ferd olsun gerek zevc olsun ekåer àÀlibdür eúall üzerine.

Şekl-i åÀnì: İki şeklüñ baède’ù-ùaró baúiyylerinden ferd olsa ber-À-ber olmasa eúall,

ekåer üzerine àÀlibdür. MiåÀl, bunlar gibi: 13/35/57/79. Şekl-i åÀliå: İki şeklüñ

baède’ù-ùaró baúiyyelerinden úalan zevc olsa ber-À-ber olmasa eúall, ekåer üzerine

àÀlibdür: 24/46/78. Şekl-i Râbiè: İkisi bile ferd olsa ber-À-ber olsa sÀéil, meséÿl

üzerine àÀlibdür. Bunlar gibi: 11/33/55/77/99. EşkÀl-i òamse: İki şeklüñ

baúiyyelerinden baède’ù-ùaró zevc úalsa, ber-À-ber olsa meséÿl àÀlibdür sÀéil üzerine.

Bunlar gibi: 22/44/66/88.

Geldük bu àÀlib maàlÿbuñ èameli beyÀnına:

EvvelÀ birúaç nükte õikr idelüm. EvvelÀ bir kimesneden bir manãÿb veyÀ bir

óÀcet [6a] ùaleb eylemek murÀd eyledüñ. Ol şaòãuñ ismi lÀzım ammÀ ism maèlÿm

degil, lafô-ı èAbdullÀh õikr idüp evvel óarf ile Àòir óarfin alup cümel-i kebìr

óesÀbınca óesÀb idüp èanÀãırdan başúa başúa taórìr idüp ve cümel ve vasaùì

óesÀbınca èaded virüp ùoúuz ùoúuz ùaró idüp bÀúì úalan èadedlerin taótına vaøè

eyleyüp eşkÀl-i òamìse naôar eyleyesin. áÀlibin göresin ve kendü ismi daòi evvel

óarfin ve Àòir óarfin alup aúvÀl-i ãÀbıúa üzere óesÀb idüp àÀlibin ve maàlÿbın

göresin. Andan ãoñra maùlÿbuñ àÀlib olan èanÀsır ile kendüñde àÀlib olan èanÀãırı

eşkÀl-i òumsda göresin. Eger maàlÿbuñ àÀlib olan èanÀãırına senüñ àÀlib olan

èanÀãıruñ àÀlib olursa, ol ùaleb eyledüğüñ iş her ne ise, eger manãÿb eger àayrı

óÀcet, ol kimesnenüñ yanında revÀ olur. Yanında bir sözüñ iki olmaz. İnşÀallÀhu

teèÀlÀ. Bu úavl İmÀm èAlì’nüñdür (raêyallÀhu èanh). Taèab ile añlanur olsa taèayyün

ile añlaturuz. Lafôu’ş-şuyÿè, anuñla èamel eyleyesiz, dirler. MeåelÀ bir kimesne èAlì

imiş, ammÀ òalú içinde Deli èAlì dirler imiş, yÀòud èAlì Efendi dirler imiş, yÀòud

Alì Aàa, èAlì Beğ; hemÀn şuyÿè olan her ne lafô ise anı eyleyesin.

 Özer ŞENÖDEYİCİ

228 GÜZ 2018/SAYI 87

Sofya Sâkinlerinden Hüseyn Efendi’nin ‘İlm-i Cifrden İstihrâc Eylediği, 06 Hk

4328/3:

[32b] Yaènì ùÀéife-i müşrikÿn iôhÀr-ı fitne iderler. LÀkin óÀlleri èaksine gelüp

dìger-gÿn olmasına delÀletdür ve èaôìm belÀya giriftÀ ola. Yaènì kÀifler cümlesi

ùaàlara düşüp büyükleri ve küçükleri ve èavratları esìr olısardur. Yaènì cünd-i İslÀm

küffÀr memleketine varup anda úarÀr eyleyüp nice zamÀn hükÿmet eylese gerekdür.

Yaènì èasker-i İslÀm’da àanì ve faúìr bilinmeyüp mÀl-i àınÀya öyle müstaàraú

ola ki küffÀr èacebe úılalar. Yaènì aèlÀ ve ednÀ bilinmeye. BÀb-ı SulùÀn: Bir

müdebbir ü èÀúil ü dÀnÀ kimesne ôuhÿr eyleyüp gelse gerekdür. Ehl-i İslÀm anuñ

reéyini ùutup didüğüne ittifÀú üzere rÀøì ve teslìm olalar.

Yaènì ãÿretÀ sizler iki úavmüñ beyninde olan bu varùadan òavf itmeyin. ZìrÀ ol

varùa ãÿretÀdur. Yaènì şarú ùarafından àarba varınca ne úadar müşrikìn ùÀéife var ise

cümlesi emr-i Óaúú ile èaôìm òavfa düşe.

Yaènì ol kÀfirler òavflarından èasker tedÀrik ideler. áÀfil olmamaú içün óareket

üzere dururlar. Yoòsa murÀdları ceng ü cidÀl değildür. 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

229 GÜZ 2018/SAYI 87

Kâ’imî Hasan Efendi, Divan, 06 Mil Yz A 2786:

Şarú u àarbı berr ü baóri úapladı özge ãadÀ

Feyø-i aúdesden irişdi ôÀhir ü bÀùın edÀ

Mìm sìne èayn ide nuãret ide cÀnlar fedÀ

ÒÀnedÀnı heft iúlìm ola bir şÀha gedÀ

Şeş cihÀna ôÀhir olur bil ki Óaú’dan bu nidÀ

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

Gösterür èilm-i ledünni işbu sırr-ı men èaref

Her cihetle ôÀhir oldı yoúdur anda bir ùaraf

Anı andan öğrenüp iôhÀr ider cümle óerif

Úurtulur bunda olanlar ãuçlarına muèterif

Dìn-i İslÀm buldı dÀéim nuãret ü èizz ü şeref

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

ÓamdülillÀh geldi eyyÀm-ı saèÀdet àam değil

Óaúú’ı bir bil münhezim ola şaúÀvet àam değil

Gel sürÿra çün gide cümle èadÀvet àam değil

Óubb-ı Óaú’da maóv ola her dem úasÀvet àam değil

Buldı nuãret çünki İslÀm [hem] selÀmet àam değil

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

Emr-i Óaú’dur top çekilsün şimdi Efreng üstine

Fì-sebìlillÀh àazÀdur yüri bed-reng üstine

äuló iken bunda çıúarlar óìle ve ceng üstine

Uàradup añsız levendi bunca tüfeng üstine

İntiúÀm almaú revÀdur yanmaya deng üstine

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

KÀfir ü münkir münÀfıú ola dÀéim ser-nigÿn

Vardılar úaèr-ı caóìme ãÀhib-i kÀf ile nÿn

áÀlib olmaú düşmene her vech ile çün müéminÿn

YÀ şehÀdet yÀ àazÀdur óaãmına olmaz zebÿn

MÀt olur bir şÀh evinde her úurulunca oyun

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

 Özer ŞENÖDEYİCİ

230 GÜZ 2018/SAYI 87

Fitne-i Àòir zamÀndur ÒÀn Muóammed çoú yaşa

Pek uyansun bu àazÀda geldi bir hÀldür başa

Ser-óade şimdi baúalum gönderilse bir paşa

Yol virilmez düşmen ile aña bir òoş uzlaşa

Vaúti zìrÀ gelmemişdür bir uãÿle yaúlaşa

ŞÀh SüleymÀn milketinde úul úomaú diler ÒudÀ

Anonim, HÀõÀ Cifr li-Şeyò İlÀhì Úaddese Sırrehu, 06 Mil Yz FB 373:

AúóiãÀr’da sÀkin meróÿm SulùÀn SüleymÀn Maànisa’da iken ÒˇÀcesi ãıla-i raóm

içün AúóiãÀr’a èazm eyleyüp şeyò-i müşÀrun ileyhe mülÀúat olduúda baède’lmuãÀóabet selÀùìn-i Ál-i èOåmÀn keyfiyyet-i óÀlleri õikr olındı. Bu kerre òˇÀce-i

sulùÀn şeyò óaøretlerine eyitdi kim: SulùÀnum! Ál-i èOåmÀn èacabÀ ne zamÀna dek

èÀleme niôÀm virürler ve inúırÀøı ne zamÀna dek olur?” diyü suéÀl itdiler. Şeyò

cevÀb itdi ki: “FÀtióatü’l-KitÀb ki æebèa’l-MeåÀnì’dür, nüzÿli vaútinde aãóÀb-ı kirÀm

FÀtióa’nuñ óükminden suéÀl itdiler. Baèdehu Óaøret-i RisÀlet-penÀh buyurdılar ki

cümle óükminden biri her kelime-i şerìfi yir yüzinde olan òulefÀya mensÿbdur.

MeåelÀ Óaøret-i Ádem èaleyhi’s-selÀm devrinden benüm nübüvvetüme gelince

FÀtióa’nuñ besmele-i şerìfinüñ óurÿfı muúÀbelesinde òulefÀ gelmişdür ve ben elóamdülillÀh óarflerine mensÿbam ki Aómed Muóammed MuótÀr Rabbi’l-èÀlemìn

óarfleri çehÀr yÀrümdür rıêvÀnallÀhi teèÀlÀ ecmaèìn ism-i şerìfleridür.” diyü

buyurmışlardur. Maèlÿm olan budur ki evvel zamÀndan berü òulefÀ ve selÀùìn-i

mÀøiyye ki Ál-i èOåmÀn’a gelince óurÿf-ı er-RaómÀn er-Raóìm ile mÀliki yevmi’ddìn óarflerinde olan òilÀfet SulùÀn èAlÀe’d-dìn daòi biledür. Bundan ãoñra Ál-i

èOåmÀn iyyÀke naèbüdü’den ibtidÀ olup óÀlÀ SulùÀn SüleymÀn’a gelince ihdine’ããırÀte’l-müstaúìm kelimÀt-ı óikmet-Àmìzüñ óikmetidür. Bundan böyle FÀtióatü’lKitÀb tamam olınca Ál-i èOåmÀn silsilesi münúarıø olmaz, didi. Bu kerre ÒˇÀce-i

sulùÀn eyitdi: “SulùÀnum, bu taúdìrce Ál-i èOåmÀn ÀyÀ úanúı tÀrìòe varıncaya dek

èÀleme niôÀm vire?” didükde Şeyò buyurdı ki: “ÓÀlÀ, şimdi sene ùoúuz yüz yiğirmi

ikidür. İşbu zamÀndan bin dört yüz tÀrìòine gelince òilÀfet Ál-i [71b] èOåmÀn’a

bÀúìdür.” didi. LÀkin óurÿf-ı enèamtü óarflerine geldükde Úırım òÀnı oàlanlarından

birisi sulùÀn olup taòta geçer. LÀkin úarÀr bulmaz. Fì’l-óÀl zÀèil olur. Gine salùanat

Ál-i èOåmÀn’a naúl ider. TÀ kim óurÿf yine el-Óamdü lillÀh’a mürÀcaèat idince. Ol

vaút Muóammed Mehdì óaøretleri ôuhÿr ider. LÀkin ol nesllerinden olmaú lÀzım ve

lÀkin òÀric daòi değildür. Bunlaruñ nesllerinden èAli Velì kimseler gelse gerekdür.”

didi. “Bu kerre anlar gelüp benüm merúadümi ziyÀret idüp ve merúadümi yıúup

yeñiden èimÀret eylese gerekdür. ÒˇÀce eyitdi ki: “YÀ SulùÀnum, bunı hemÀn daòi 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

231 GÜZ 2018/SAYI 87

açıúdan beyÀn buyurursañuz, sizler daòi sulùÀna ièlÀm idüp òÀnúÀhuñuzı yeñiden

mièmÀr itsünler.” didi. Şeyò óaøretleri daòi buyurdı kim: “Benüm iótiyÀcumdan mı

èarø-ı esrÀr itdüm úıyÀsında olma ve beni zamÀne óÀkimlerine fÀş itme. RıøÀm

yoúdur. Yoòsa keşf iderseñ saña bed-duèÀ iderem.” didi. “Ben, oàul úoydum,

mièmÀr ider.” didi. Ben eyitdüm: “PÀdişÀha vallÀhi söylemeyem, hemÀn baña luùf

eyle.” didüm. Şeyò buyurdı kim: “Size bu úadarca iktifÀ ider. Ötesin siz tefhìm

idemezsiz. Taóammül itmeyüp fì’l-óÀl iôhÀr idersin. ÓÀl úÀlde gerekmez, zìrÀ keşf-i

óÀl óayø-ı ricÀldür.” didükde ÒˇÀce hemÀn cüréet itmeyüp şeyòüñ òayr duèÀsın alup

gitdi. İmdi gözüm, bu èibÀretden tırÀş idüp èÀmil olasız. Temmetü’l-kelÀm.

Anonim, RisÀle-i Cifr, 18 Hk 393/2:

[5b] İşbu risÀle Cifr-i Kebìr’den müstaòrecdür. Şems úanúı burcda ve úanúı

derecede ve úamer daòi úanúı burcda ve úanúı derecedür ve her gün ve her vaútde

úanúı mezildedür ve ol menzilde iken neye meşàÿl olmaú gerek ve ne kÀrdan iótirÀz

itmek gerekdür, anı beyÀn ider.

Evvel, seyr-i şems beyÀnındadur. bilgil ki úaçan nev-rÿz güni olsa ol gün şems,

óamelüñ evvel derecesinde olur. Ol gün eski yıl tamÀm olur ve yeñi yıla ibtidÀ olur.

Bes, bilmek gerekdür ki şems, bu on burcuñ baèøısında otuz üç gün ve baèøısında

otuz bir gün ve baèøısında otuz bir gün ve baèøısında otuz gün ve baèøısında yiğirmi

ùoúuz gün úarÀr ider ve her gün bir derece seyr ider. AmmÀ şems úanúı burcdadur,

bilmek dilerseñ nev-rÿz güninde tÀ maùşÿb idindüğüñ güne varınca óesÀb eyle.

Óamelden ibtidÀ idüp her bir derece óiããesi miúdÀrı úısmet eyle. Úanúı burcda ve

úanúı derecede nihÀyet bulursa şems ol burcdadur. MeåelÀ nev-rÿz güninden tÀ

maùlÿb günine varınca óesÀb itdüñ [6a] yitmiş gün geçmiş, ol yetmiş günüñ otuz

birin óamele virdüñ ve otuz birin åevre virdüñ, óiããeleridür. Sekiz bÀúì… Bu sekizi

cevzÀya virdüñ, bu taúdìrce şems cevzÀnuñ sekizinci derecesinde olur. Bu úÀèide

òÀùıruñda ùursun. Bu úÀèide ile ÀfitÀb úanúı burcda olduàın bilesiñ ve daòi rÿz u şeb

yiğirmi dört sÀèatdür ve her sÀèat on biş derecedür ve her derece altmış daúìúadur ve

her daúìúa altmış åÀniye, altmış åÀliåedür, tÀ èÀşire varınca ve her èÀşire göz yumup

açıncadur. Úaçan gün artmaàa başlasa, günde bir derece artar ve úısalsa yine bir

derece úıãalur ve gün àayet ile uzasa on biş sÀèat olur ve gice ùoúuz úalur ve gün

úıãalsa yine bu úıyÀs iledür. AllÀhu aèlem bi’ã-ãavÀb.

MaúÀle-i åÀnì, seyr-i úamer beyÀnındadur. AmmÀ seyr-i kamerüñ maèrifeti

şöyledür ki ay úaç günlük olursa taøèìf eyleyesin ve biş daòi ziyÀde idesiñ. Göresiñ

úaç kerre biş olur şemsüñ olduàı [6b] burcdan bişer bişer úısmet idesiñ. Úanúı 

 Özer ŞENÖDEYİCİ

232 GÜZ 2018/SAYI 87

burcda nihÀyet bulursa úamer ol burcda, meåelÀ şems óamel burcında olsa ve úamer

daòi on günlük olsa taøèìf eyledüñ, yiğirmi oldı. Biş daòi ziyÀde eyledüñ, yiğirmi biş

oldı. Cümle biş kerre biş oldı. Andan ãoñra óamele, åevre, cevzÀya, sereùÀna, esede,

bişer úısmet itdüñ. Esedde tamÀm oldı. Bu taúdìrce úamer esedüñ Àòir derecesinde

olur. Bu úÀèide ile ay úanúı burcda olduàını bilesiñ. AmmÀ úamerüñ úanúı derecede

olduàınuñ maèrifeti şöyledür ki yine şems óamelüñ onıncı derecesinde olsa ve ay

daòi on günlük olsa, onı on ikiye êarb idicek yüz yiğirmi olur. Andan yiğirmi birin

óamele virdüñ. ZìrÀ óamelüñ óiããesi anuñla tamÀm oldı. BÀúì ùoúsan ùoúuz úaldı.

Andan otuz birin daòi åevre virdüñ ve otuz ikisin cevzÀya virdüñ ve otuz birin

sereùÀna virdüñ, óiããeleri tamÀm oldı. BÀúì biş úaldı. Bu taúdìrce ay esedüñ bişinci

derecesinde oldı. İşte bu úÀèide ile [7a] õikr olındı, èamel olına. Her yılda bu yılca

cÀrì oldı. AãlÀ taòallüf itmez.

Anonim, HÀõÀ RisÀle-i Cifr-i CÀmiè Emìrü’l-Müéminìn èAlì –RaêyallÀhu èanhu

kerremallÀhu vechehu- İstiòrÀc İtmişdür, Çorum Hasan Paşa Yazma Eser

Kütüphanesi, 19 Hk 593/8:

[57a] Bilgil ki Àdem yidi èaôÀdur ve yidi úat yirdür ve yidi úat gökdür ve yidi

seyyÀredür ve yidi melekdür. Bu cümleyi BÀrì teèÀlÀ òalú itdi ve her birine ad virdi.

Evvel Úamer, ikinci èUùÀrìd, üçünci Zühre, dördünci Şems, bişinci Mirrìò, altıncı

Müşterì, yidinci Zuóal. İmdi her sitÀreye dört melek bir aèvÀn müvekkildür ve her

melek dörder ism tesbìó ider ve her aèvÀn ikişer ism tesbió ider ism-i aèôamdan.

İsm-i aèôam yüz yiğirmi altı ismdür ism-i õÀtdan àayrı. İsm-i õÀt: HüvallÀhelleõì lÀilÀhe illÀ hÿ’dur. İmdi bilgil ve ÀgÀh olàıl cümle esmÀ taúsìm olındı. Her seyyÀreye

dört melek bir aèvÀn müvekkildür. Yidi aèvÀnda yidisi daòi sünnìdür. Muóammed

MuãùafÀ’ya ìmÀn getürmişlerdür. Eger èamel úılmaú dilerseñ aèvÀna and vir, melek

ismine, meleğe and vir, BÀrì ismine. MurÀduñ óÀãıl ola. Eger dilerseñ men èarefe’ye

müteèalliú olasın. Kendü ismüñi hesÀb úılàıl ebced óesÀbınca. On ikişer ùaró eyle.

Gör kim ne úalur, úanàı seyyÀreye mensÿbdur, ol seyyÀreler ismi birle kendü ismüñi

vefú it ve daòi ve daòi ol melekler ismi birle vefú it. Kendü eyyÀmuñda buòÿr it,

ismüñ oúumaàına mülÀzemet it her ãubó u şÀm tÀ bilesin kim kendüñ neye

müteèalliúsin kendü ikindüñden saña bir úapu açıla bilesin kim sen seni ne kişisin

sen. DünyÀñ ve Àòiretüñ maèmÿr ola. Bunca envÀè-ı nÿr-ı tecelliyÀt saña óÀãıl ola ve

bunca melek ü aèvÀn saña óÀøır ola, tÀ bilesin kim dünyÀ neyimiş ve Àòiret neyimiş,

andan ãoñra benì Àdem daèvÀsın úılasın. Şol kimesne kim kendüyi bilmez ve

esmÀsın bilmez ve meleğini bilmez ve aèvÀnını bilmez ve eyyÀmın bilmez ve

buòÿrın bilmez ve naòsın bilmez ve saèdın bilmez yaènì òayrın ve şerrin bilmez daòi

benì Àdem daèvÀsın úılur. BÀrì teèÀlÀdan utanmaz. ZìrÀ kim Óaú SubóÀnehu ve 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

233 GÜZ 2018/SAYI 87

teèÀlÀ kelÀm-ı úadìm içinde buyurmışdur kim: (ناظرة ربها الی نضرة یومئذ وجوه(

1 Pes eyle

olıcaú BÀrì teèÀlÀdan utanmaú gerek. Kişi kendüyi bilmek, ardınca olmaú gerek.

Çünki bildüñ ki BÀrì teèÀlÀ her yirde óÀøırdur ve nÀôırdur. İmdi niçün kendüñe

taúãìrliú idersin. Kendüñi maàbÿn u maórÿm idersin. İmdi bilgil ve fehm eylegil,

dünyÀ fÀnìdür ve Àòiret bÀúìdür. İmdi gerekdür kim her kişi kendüyi úurtara tÀ kim

dünyÀsı ve Àòireti maèmÿr ola. Bu ism-i aèôam berekÀtında ammÀ her kişi kendüsi

ism-i aèôamdur. MÀ-hÀõÀ bilmezsin kim ism-i aèôam nedür. Şuña beñzer kim kendü

ismini bilür, müsemmÀsını bilmez. İmdi bilgil ve ÀgÀh olàıl, düni güni meşàÿl olàıl

her ismüñ èadedince. Baèø-ı meşÀyiòler dimişlerdür kim bir olsa ismüñ müsemmÀsı

oldur dirler. AmmÀ Óaøret-i èAlì –raêyallÀhu èanhu kerremallÀhu vechehu- eydür:

Her ismüñ èadedince oúumaú gerek. MurÀduñ óÀãıl ola dünyÀ ve Àòiret.

Eger ùÀlib maùlÿb içün úılmaú dileseñ ebced óesÀbı birle óesÀb eylegil. On iki on

iki ùaró úılàıl. Gör kim mÀ-bÀúì ne úaldı ve úanàı seyyÀreye mensÿbdur? ÙÀlib ve

maùlÿb kevkeblerinüñ óarflerin bilesin. Ol iki kevkeb óarflerin vefú idesin, buòÿr

idesin. ÙÀlib ve maùlÿb adın daòi vefú it, buòÿr it ve ùÀlib meleği birle maùlÿb meleği

adların daòi vefú it, buòÿr it ve ùÀlib aèvÀn birle maùlÿb aèvÀn adların vefú ü buòÿr it

ve ùÀlib esmÀsı birle maùlÿb esmÀsını vefú it, buòÿr it, kendü eyyÀmuñda daòi getür.

AèvÀnın ismin Àteşde göm ve melek ismi birle BÀrì ismin [57b] kendüñde getür daòi

èadedi úadarı her ãubó u şÀm oúumaàa mülÀzemet it ve buòÿr it. MurÀduñ óÀãıl ola.

İnşÀallÀhu teèÀlÀ.

Sonnotlar

 i

En’am 6/50: “De ki: "Ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır.' demiyorum. Ben gaybı da

bilmem. Size ‘Ben bir meleğim.' de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum."

Neml 27/65: “De ki: "Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten

sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler."

Yunus 10/20: “De ki: "Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte

bekleyenlerdenim!"

ii Asıl adı Abdurrahman bin Muhammed bin Ali bin Ahmed el-Bistâmî el-Hurûfî’dir. Tasavvufî ve

tarihî eserlerinin yanı sıra harflerin gizemi, simya, cifir, büyü gibi konularla da ilginemiştir.

Antakya doğumlu olup ilim öğrenmek için pek çok şehir gezdikten sonra Bursa’ya gelmiştir. 1454

yılında burada vefat etmiştir (Çağrıcı 1992: 218).

iii Bir gün Resûlallâh ‘aleyhi’s-selâm mescid-i şerîfinde [2a] otururdu. Cebrâ’îl ‘aleyhi’s-selâm Hak

Te‘âlâ Hazretlerinden selâm getirdi ve cennetten iki elma getirdi. İttifâk Hasan ile Hüseyn

Hazretleri radyallâhu ‘anhümâ dedelerin göre gelmişlerdi. Resûlallâh dahi elmanın birin Hasan’a ve

birin Hüseyn’e verdiler. Dahi elleride tutup Hocalarına geldiler. Hoca gördü, “Bu elma dünyâ

elmasına benzemez, yıldıza benzer.” Hoca bu elmayı yedi. Ol dem karnı şişti. Mugayyebât ‘ilmi

 1 Kıyamet 75/22-23: O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar.

Sonnotlar

1 En’am 6/50: “De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum. Ben

gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim.’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.”

Neml 27/65: “De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”

Yunus 10/20: “De ki: “Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”

2 Asıl adı Abdurrahman bin Muhammed bin Ali bin Ahmed el-Bistâmî el-Hurûfî’dir. Tasavvufî

ve tarihî eserlerinin yanı sıra harflerin gizemi, simya, cifir, büyü gibi konularla da ilginemiştir. Antakya doğumlu olup ilim öğrenmek için pek çok şehir gezdikten sonra Bursa’ya gelmiştir. 1454 yılında

burada vefat etmiştir (Çağrıcı 1992: 218).

3 Bir gün Resûlallâh ‘aleyhi’s-selâm mescid-i şerîfinde [2a] otururdu. Cebrâ’îl ‘aleyhi’s-selâm

Hak Te‘âlâ Hazretlerinden selâm getirdi ve cennetten iki elma getirdi. İttifâk Hasan ile Hüseyn Hazretleri radyallâhu ‘anhümâ dedelerin göre gelmişlerdi. Resûlallâh dahi elmanın birin Hasan’a ve

birin Hüseyn’e verdiler. Dahi elleride tutup Hocalarına geldiler. Hoca gördü, “Bu elma dünyâ elmasına benzemez, yıldıza benzer.” Hoca bu elmayı yedi. Ol dem karnı şişti. Mugayyebât ‘ilmi gönlünden [2b] diline revâne oldu. Gelicek ahvâlden söylemeğe başladı. Şöyle ki halk başına üştü. Resûl

Hazreti’ne dediler. Anlar dahi Hoca’ya geldiler. Eyittiler: Yâ İbn U‘kâb sana ne hâl oldu ki bunun

gibi nesnelerden haber verirsin?” İbn U‘kâb dahi hâli dedi. Resûlallâh Hazreti mübârek eliyle İbn 

 Özer ŞENÖDEYİCİ

234 GÜZ 2018/SAYI 87

U‘kâb’ın karın[ını] sığadı. Ol hâl ondan zâ’il oldu. İbn U‘kâb’un sözleri çoktur. Buyurdu: Bunun

sözlerin takdîm ü te’hîr [3a] edeler. Hem öyle ettiler. Cühelâdan sakladılar. Onun sözlerini ehl-i

Mısr cümle güftesini şi‘r etmişlerdir. Ol sebebden Resûlallâh ‘aleyhi’s-selâm buyurdu: Hak celle ve

‘alânın gizli hazîneleri vardır. O hazînelerin miftâhı şi‘rler lisânıdır.

4 Asıl adı Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî olan meşhur

mutasavvıf 1165-1240 yılları arasında yaşamış ve İslâm coğrafyasını derinden etkilemiştir. Bu nedenle adı Şeyh-i Ekber (Büyük Şeyh) olarak da bilinir. İki yüzden fazla eseri olan İbn-i Arabî’nin

daha çok Fütûhâtü’l-Mekkiye ile Füsûsu’l-Hikem adlı eserleri bilinir (bkz. Kılıç 1999: 493-516).

5 1625-1635 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Kâimî’nin asıl adı Hasan’dır. Saraybosnalı olan şair Sofya, İstanbul ve Konya’da ikamet ettikten sonra memleketine geri döner. Sinan Ağa

Tekkesi’nde Kâdirî şeyhliği yapar. Ayrıca kendi evini de bir Halveti tekkesi olarak kullanır. 1690-

1691 yıllarında vefat eder. Divan’ı dışında Vâridât adı verilen ikinci bir eseri bulunur (Samiç 2001:

215). “En önemli eseri Vâridât’tır. Cifir ilmine dair olan bu kitabın çok okunmasına rağmen edebi

bir değeri yoktur. Geleceğe dair olaylar yapılan hususî hesaplarla bildirilir. Osmanlı Rumelisi’nin

risk altında olduğu bir dönemde bölge insanının geleceğine yönelik bu anlamdaki göndermeler bura

halkı üzerinde etkili olmuş ve eserin şairi efsanevi bir özellik kazanmıştır (İsen, 2015).” Vâridât’ta

yer alan şiirlerin birçoğu Divan nüshaları içinde de yer almaktadır.

6 Şiirlerinde cifr sözcüğünü kullanan başka şairler:

Cifr ile vefk-i mutalsam dopdolu

İlm-i sırr-ı Hâlik-i azam gönül (Hâtemi ö. 1810) (Aksoyak 2014)

Fehm eyleyemez nükte-şinâsân-ı zamâne

Her bir sühan-ı müşkili bir cifr-i Alîdür (Fâik ö. 1715) (Üstüner, 2014)

7 Solakzade bu rivayeti Gelibolulu Âli’den aldığını belirtir. Ayrıca Kemalpaşazade’nin bu

cifir tetkikatı ile ilgili bir de risale yazdığını belirtir. Sultan Selim’in Mısır fethiyle müjdelendiği

yerin İbnü’l-Arabi’ye ait ziyaretgâh olması dikkati çekmektedir. “Zira İbnü’l-Arabî, eş-Şecereüt’nnu’mâniyye fî’d-Devleti’l-Osmaniyye adıyla geleceğe dair olayların ele alındığı bir risale kaleme

almıştı. Sadreddin Konevî’nin bu risale üzerine yazdığı şerh ile Sultan Selim’in Şam’da iken kendisine cifr ilmiyle Mısır’ı fethedeceğini söyleyen âlimin görüşleri birbiriyle uyumludur. Konevî de

İbnü’l-Arabî’ye atıf yaparak Osmanlıların Anadolu’da kuracağı salih bir devlete işaret ettiğini ileri

sürmüştür (Dolu, 2016: 29).”

8 “Size bu kadarca iktifâ eder. Ötesin siz tefhîm edemezsiz. Tahammül etmeyip fî’l-hâl izhâr

edersin. Hâl kâlde gerekmez, zîrâ keşf-i hâl hayz-ı ricâldir.” dedikde Hâce hemân cür’et etmeyip

şeyhin hayr du‘âsın alıp gitti [71b].

9 Şiirin devamı şu şekildedir:

Nûn ve’l-kalem başından alınsa nûn-ı Yûnus

Oldukda harf-i dîger olur bu remz azher

Miftâh-ı sûre-i Kâf ser-hadd-i Kâf tâ Kâf

Munzamm olunmak ister rây-ı resûl peyâm-ber

Hâ-yı hû ile âhir maksûd oldu zâhir

Beyt-i veliyyü’l-ekber el-hâc ‘ıyd-ı ekber

Ey pâdişâh-ı fahhâm Sultân Hâcî Bayram

Rûhân ister ikrâm Müştâk ‘abd-i çâker (1264 Takvîm-hâne-i Âmire baskısı)

10 Değerli Hocam M. Fatih Köksal, söz konusu reddiyeyi 11. Milli Türkoloji Kongresi’nde

bildiri olarak sunmuştur. Metni benimle paylaştığı için kendisine şükranlarımı sunarım. 

EHL-İ BEYT’İN GİZEMLİ MİRASI CİFİR VE TÜRKÇE CİFİR METİNLERİNDEN ÖRNEKLER*

235 GÜZ 2018/SAYI 87

11 Şairlerin cifirle uğraştıkları bilgisi “Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü Projesi”nin web sayfasında yapılan tarama neticesinde elde edilmiştir.

12 Her sûret yetmiş pâdişâh adına işârettir. Yetmiş, yiğirmi sekize darb eylesen bin dokuz yüz

altmış pâdişâh adı hâsıl olur. Ol pâdişâhlar birer zamânda vücûda gelse gerektir. Dahi bu kitâb içinde

yedi sûret vardır. Yedi kevkeb ‘adedince anda mezkûrdur, on dört halîfe adı Ümeyye’den ‘Osmân bin

‘Affân’dan gayrı onların evveli Mu‘âviye âhiri Mervân bin Muhammed’dir. Onların devlet-i hilâfeti

seksan yıldır. Bin ay olur. Dahi on iki ay sûreti vardır, on iki burc ‘adedince, anda zikr olunmuştur. On

iki halîfe adı hulefâ-yı Benî ‘Abbâs devleti. [Evveli] Ebû’l-‘Abbâs’tır. Âhiri Muhammed Mehdî’dir.

13 Dükeli melhamelere ve fitnelere bâ‘is olan pâdişâhların adı Emîrü’l-Mü’minîn Hasan

hilâfetinden inkırâz-ı ‘âleme değin eimme-i râsihûn ki Hazret-i ‘Ali -kerremallâhu vechehu- oğlanlarıdır, dükeli bu ‘ilmi bilirlerdi. Bu kitâbda mestûrdur. Ve dükeli şehrlerin harâb olıcak ve harâb olmamasının sebebin ve ol yiğirmi bir bin altı yüz on bir şehrin adı onda mestûrdur. Ve yedi iklîmin içinde

yetmiş bin pâdişâh olsa gerek. Bunların hâlleri ve vâkı‘aları mezkûrdur. Dahi kıyâmet ‘alâmetlerin

ve hurûc-ı Mehdî ve Benî Asfar ve Ricâl’in hurûcu ve feth-i Kostantıniye ve nüzûl-i ‘Îsâ -‘aleyhi’sselâm-ve hurûc-ı Ye’cûc ve güneş mağribden doğacağın ‘ale’t-tafsîl beyân olunmuştur.

Kaynaklar

I. Yazma Eserler

Anonim, Cifr, Milli Kütüphane Yazmaları, 06 Mil Yz Cönk 271, 88b-92b.

Anonim, Hâzâ Cifr li-Şeyh İlâhî Kaddese Sırrehu, Milli Kütüphane Yazmaları, 06 FB

373, 71a-71b.

Anonim, Hâzâ Risâle-i Cifr-i Câmi‘ Emîrü’l-Mü’minîn ‘Alî –Radyallâhu ‘anhu

kerremallâhu vechehu- İstihrâc İtmişdür, Çorum Hasan Paşa Yazma Eser

Kütüphanesi, 19 Hk 593/8.

Anonim, Risâle-i Cifr, Çankırı İl Halk Kütüphanesi, 18 Hk 393/2.

Anonim, Sofya Sâkinlerinden Hüseyn Efendi’nin ‘İlm-i Cifrden İstihrâc Eylediği,

Milli Kütüphane Yazmaları, 06 Hk 4328/3.

Anonim, Tercüme-i Ta’bîr-i Şeyh Abdurrahmân el-Bistâmî Fî-‘ilmi’l-Cifr, Çorum

Hasan Paşa Yazma Eser Kütüphanesi, 19 Hk 3109.

Dervîş Hâcî Hüseyn-i Akhisârî, Risâle-i Cifr, Milli Kütüphane Yazmaları, 06 Mil Yz

A 4650.

Kâimî Hasan Efendi, Hâzâ Kasîdet-i Kâ’imî Hasan Efendi, Milli Kütüphane

Yazmaları, 06 Mil Yz A 2786.

II. Yazılı Kaynaklar

Aksoyak, İsmail Hakkı. (2014). “Hâtemî, Haydar”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü: http://

www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=6479

[31.08.2018]

Aydın, Mehmet Uğur. (2007). “Kâimî Divanı Transkripsiyonlu Metni ve Tahlili”,

Basılmamış yüksek lisans tezi, Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler

Esntitüsü. 

Bardakçı, Murat. (2014). “Kâhin Müştâk Baba İle Hüseyin Efendi Kendi Ölümlerini

de Önceden Bilmişlerdi”, https://www.haberturk.com/yazarlar/muratbardakci/934332-kahin-mustak-baba-ile-huseyin-efendi-kendi-idamlarini-daonceden-bilmislerdi [26.09.2018]

Çabuk, Vahit. (1989). Solak-zâde Tarihi C. 2, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Çağrıcı, Mustafa. (1992). “Bistâmî Abdurrahman bin Muhammed”, Türkiye Diyanet

Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 6, s. 218-219.

Dolu, Alattin. (2016). “Osmanlı Kroniklerinde Kudüs Algısı”, Pamukkale Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 25/1, s. 21-46.

Erdoğan, Kenan. (1998). Niyâzî-i Mısrî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları.

Gölpınarlı, Abdülbaki. (1972), “Niyâzî-i Mısrî”, Şarkiyat Mecmuası, C. VII, s. 183-

226.

İbn Haldun. (1996). Mukaddime II, Çev.: Zakir Kadiri Ugan, İstanbul: milli Eğitim

Basımevi.

İsen, Mustafa. (2015). “Kâimî Hasan Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü: http://

www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=6860

[30.08.2018]

Kâimî. (tarihsiz), Divan, 06 Mil Yz A 2786, 37a-38a.

Kara, Necati. (1994). “Kur’ân’da Ğayb”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, C. 1, S. 1, s. 54-90.

Kılıç, M. Erol. (1999), “İbnü’l-Arabî, Muhyiddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam

Ansiklopedisi, C. 20, s. 493-516.

Köksal, Mehmet Fatih. (2014). “Müştâk Baba Aslında Ne Dedi?”, 11. Millî Türkoloji

Kongresi 11-13 Kasım 2014 (basılmamış bildiri metni), İstanbul.

Öz, Ahmet. (2016). “Hurufilik Akımının Kuran Ayetlerini İstismarı”, KSÜ İlahiyat

Fakültesi Dergisi, S. 27, s. 183-220.

Özgül, Ayhan. (2004). “İlyâs b. Îsâ-yı Saruhânî’nin Rumûzu’l-Kunûz Adlı Eserin

Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi”, Basılmamış yüksek lisans tezi Kırıkkale:

Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Samiç, Jasna. (2001). “Kâ’imî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s.

215.

Tatcı, Mustafa. (2014). “Limni’de Sürgün Bir Veli: Niyâzî-i Mısrî”, Türk Dünyası

Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması 26-28 Mayıs 2014 Bildirileri,

Eskişehir, s. 201-229.

Üstüner, Kaplan. (2014). “Fâik, Mahmud Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü: http://

www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1485

[31.08.2018]

Yurdagür, Metin. (

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion