CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK
I. MUSTAFA AKDAĞ Anadolu İsyanlarının başından Kuyucu Murat Paşa'ca celâli karışıklığını sonuçlandırmak üzere girişilen hareketin bittiği 1608 yılına kadar olan safhasına celâli isyanları adını vermek tarihte alışılmış bir deyimdir. Hattâ, Köprülü Mehmet Paşanın Sadaretine kadar olan Anadolu ayaklanmalarına da bu adın kullanıldığı oluyor. Bizce, 1608 den sonraki Anadolu isyanları, artık, yepyeni karakter aldığı için, bunlara celâli adının verilmesi doğru değildir. Hakikaten devrinin kaynakları IY. Murad zamanındakilerine,meselâ, "zorba isyanları" sözünü daha yerinde olarak kullanmışlardır. Bilindiği üzere, uzun yıllardan beri "Anadolu isyanları" bizim başlıca araştırma konularımızdan birisi olmuştur. Elde ettiğimiz sonuçların önemli bir kısmını, yanî 1550 den 1603 yılma kadar olan "celâli isyanlarını" makaleler, ve en son olarak ta büyükçe bir kitap halinde yayınlamış bulunuyoruz 1. Bu yazımızda ise, 1603 den başlayıp 1608 de son bulan ve "celâli isyanları" olayının en korkunç safhasını teşkil eyliyen "Büyük Kaçkunluğun" önemli bazı olaylarını esas belirtileri ile özetliyeceğiz. 1 - Büyük Kaçgunluk Yaşantısının Geçtiği Yıllardaki Tiirkiyenin İktisâdi tablosu: Uzun Avusturya ve İran harpleri sırasında gelişen ve 1596 sıralarından itibaren Anadolunun sosyal hayatını felce uğratan celâli karışıklıkları, köyün kolu tutan insanlarını ziraatten levendliğe çektiği, 1 Sözü geçen kitap, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi yayınları arasında "Celâli İsyanları" adı ile yer almış bulunuyor. F. 1
2 2 MUSTAFA AKDAĞ bağ-bahçe ve yazı-yabanda çalışanlara güven bırakmadığı için, üretimin azalması, ayrıca, kötü hava şartlarının da aradaki etkisi ile, memlekette açlık baş göstermiştir. Bıı durumun, Anadoluda, gıda maddelerini ateş pahasına çıkarması yüzünden Rumeliden bu geceye hububât getirip satma işi yüksek kâr sağlıyan bir ticaret olmuştu. Fakat, bu da Istanbulun ve Ordunun beslenmesini tehlikeye koyduğundan, Hükümet o taraftan, Anadoluya, özellikle buğday geçirilmesini yasaklamak zorunda kaldı 2. Bütün memlekette, hububât alım ve satımı resmî vesikaya bağlandı; o kadar ki, İngiliz elçisinin bile, İstanbulda yiyeceği ekmeğin buğdayını satın almak için hükümetten vesika aldığı görülüyor 3. Son yılın içkarışıklıkları, devletin, yalnız ziraat işletmeciliği alanındaki düzenini değil, bütün iktisadî hayatını, para eldeğişimi sistemini, iç ve dış alım-satım dengesini altüst etti. Bu arada, yerli zenaat (endüstri) büyük bir çöküntüye uğradı. Ziraat hayatının nasıl kötü duruma düştüğüne bir örnek olacağı için, burada gıda maddelerinden et ve ekmeğin fiyatlarını gösteren bir kaç rakam vereceğiz: XVI. Yüzyılın Kanunî Süleyman devri sonlarına kadarki ekmek ve et fiyatlarına bakıldığı zaman, genel olarak, inip çıkmaların önemli olmadığı görülür. Özellikle koyun yetiştirmenin kuraklık veya öteki tabii afetlerce etkilenmesi fazla olmadığı için, et fiyatlarındaki inip çıkma rakamları arasındaki fark ta % 25 i pek geçmemiştir. Çünkü, örnekleyin, bir akçeye düşen koyun eti, çoğu zaman 200 dirmeh (640 gr.) iken, bu miktarın 150 dirheme (480 gr.) indiği olmuştir. Hakikatan Üsküdar kadısınca, 1523 Temmuzunda (Ramazan), kararlaştırılan et narhı bir akçeye 150 dirhem (480 gr.) dır. Ondan sonraki yıllarda da bu rakama raslanmakla bereber, narh, bir akçeye çoğu zaman 200 dirhem olarak defterlenmiştir. Öteki Anadolu şehirlerinde görülen fiatlar da Usküdardakinden çok ayrıksı değildir. Edremitteki et narhlarından 11 Nisan 1516 (8 rebiülevvel 922) tarihlisi, 1 akçeye 200 dirhem (640 gr.) 1536 (943) tarihli olanı, 1 akçeye 175 dirhem (550 gir.), 1564 (971) tarihlisi de, 1 akçeye 2 Başbakanlık Arşivi. İbnül-Emin, Karton-3-Nr Galata Kadısına, 4 Recep 1016 (25 Ekim 1607) tarihli hüküm: Muhimme Defteri Nr. 76, s. 77
3 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK dirhem (480 gr.)dır. Bursa'da aynı sıralarda uygulanan narh, 1 akçeye 175 ile 150 dirhem arasında inip çıkıyordu. Konya'da, 6 haziran 1571 tarihli et narhı da, 1 akçeye 200 dirhem olduğuna göre, zamanının bu büyük şehri de et yönünden diğerleriyle aynı idi. Ankara, Kayseri gibi büyük tüketim merkezlerindeki fiyatların da, bu adlarını verdiğimiz yerlerdekine benzer narhları uyguladıkları anlaşılıyor. Bize göre, koyun eti ve ötekilerinin her tarafta birbirine yakın narh ile satılmalarına sebep, hayvanların sürüler hâlinde oraya buraya götürülmelerindeki kolaylık olsa gerektir. XVI. Yüzyılın başından Kanunî Süleyman saltanatının sonuna kadar olan süredeki ekmek fiyatlarının düşme veya yükselme durumuna gelince, XVI. Yüzyılın ilk dörtte üç kısmını kaplıyan bu sürede, ekmeğin normal fiyatı, bir akçeye 750 dirhem (2400 gr.), ya da en çok 800 dirhem (2560 gr.) kadardır 4. Ancak, ekmeğin bâzı yıllar 450 dirheme (1440 grama) düştüğü de çok görülmekte idi ki, bu, o yıl hububâtın iyi olmadığından ileri gelmekte idi. Normal narh miktarı olan 800 dirheme göre, 450 yi fiyat hesabına vurursak, ekmekteki yükselişin % 56 olduğu sonucuna varırız. Örnek olarak vereceğimiz bir kaç rakam ile, ekmek yönünden, Türkiye'nin, büyük kıtlıklar dışında 5, sonraki devre bakarak oldukça iyi durumda olduğunu görüyoruz yılının 7 ocağında (5 muharrem 925) Bursa Kadısının deftere geçirdiği ekmek narhı, bu şehir için 1 akçeye 750 dirhem (2400 gr.) idi Haziranının rakamı 500 dirhem (1600 gr.), 1542 Aralığındaki 650 dirhem (2080 gr.), 1547 Ağustos 21 inin narhı da 800 dirhem (2560 gr.) olarak geçiyor. Üsküdar mehkame defterlerinden alman narh rakamları, burada, 1523 Temmuzundaki ekmek fiyatının, 1 akçeye 450 dirhem (1440 gr.), 1524 Ocak ayındakinin 750 dirhem (2400 gr.), 1551 Şubatı 22 sininki 700 dirhem (2240 gr.), 1557 Kasım 22 sininki de 600 dirhem (1920 gr.) olduğunu anlatıyor. öteki şehirlerin ekmek fiyatları da yukarıda verdiğimiz rakamlara, aşağı yukarı, uyuyor. Meselâ, Edremitin 1536 daki ekmek fiyatı 1 akçeye 750 dirhem (2400 gr.) idi. Aynı kasabada, 15 Ağustos 1567 de, bir akçeye 600 dirhem (1920 gr.) düşen bir narh uygulanmıştı. Konya'- 4 Bir tek ekmek, genel olarak, 200 dirhem (640 gr.) geldiğine göre, 1 akçeye 800 dirhem demek, her biri 640 gram gelen dört ekmek demektir. 5 Meselâ, yılları arasında çıkan kıtlık yüzünden, İstanbıılda 1 akçeye ancak dirhem ( gr.) un zor bulunabilmişti.
4 4 MUSTAFA AKDAĞ nın 6.VI (12 Muharrem 979) tarihli ekmek narhı, bir akçeye 800 dirhem (2560 gr.) düşecek şekilde görülmüştür 6. Bu yazımızda söz konusu olan Büyük Kaçgunluk yıllarından önce gelen, yani XVI. Yüzyılın son çeyrek kısmını teşkil eden III. Murad ve III. Mehmed'in saltanat sıraları, Türkiye'de gıda maddelerinin pahaya kalkması yönünden ikinci basamak olmuştur. Bu devirler için elimizde, önceki devirlere âit olanlar kadar narh rakamları bulunmamakla beraber, gene de belirli bir fikir verecek durumdayız yılının 23 kasımında Edremit'deki et narhı, 1 akçeye 125 dirhem (400 gr.) düşecek şekilde idi. Ankara'da ise, 1590 Haziranında 1 akçeye 100 dirhem (320 gr.),1592 Aralığında 67 dirhem (224 gr.), 1594 Temmuzda 100 dirhem (320 gr..) et veriliyordu. Yalnız, Rumeliden beslenmek zorunda olan yerlerde, örneğin istanbul ve Bursa'da, Karayazıcının harekete geçtiği 1599 yazında, et narhı 8 akçeye bir okka (400 dirhem yani 1320 gr.) olarak ancak uygulana bilmişti ki, Hükümetin de, ayrıca, koyun getirtme işindeki gayretine rağmen, etin bu kadar pahalı (1 akçeye 50 dirhem = 160 gr.) olmasının sebebi, Anadoludan koyun sağlanmasının imkânsız hale gelmesi diye gösterilebilir. Hububat ekiminin iç karışıklıklar arttıkça azalması, ve kıtlık yıllarının sürekli olmuya başlaması ile, fakir halkın ellerindeki topraklarını, yok pahasına, paralı kimselere devretmeleri, hükümetin de mirî toprak kurallarını artık yürütemez oluşu gibi nedenler ile, köy çevrelerinde, şu bu kimselerin, hayvan sürüleri besleme şeklinde işletme uyguladıkları çiftliklerinde tarlaların otlak haline getirilmesi, buğday-arpanın yeter derecede üretimi yollarını bütün bütün kapatıyordu. Diyebiliriz ki, XVI. Yüzlyılın sonlarında birden kabarmıya başlıyan iç karışıklıklar, tarlada uğraşan kişilere çiftlerini bıraktırıp, onları Celâlîlik etmiye çekmiş, bu da memleketi kıtlığa, kıtlık iç göçlere götürmüş, en az on beş yıllık ekmeksizlik halkın üzerinden bir silindir gibi geçmiştir ile 1610 yılları arasını dolduran zamana ait vereceğimiz bir kaç narh rakamı bu pek kötü tarih olayı hakkında yeter bir fikir verecektir. u 1603 Yılında, Balıkesirde, mahsulün kaldırıldığı ay olması dolayısiyle az çok bolluklu sayılan Eylül ayı ekmek satışı üzerine 1 akçeye 225 dirhem (720 gr.) narh konmuş ve kışa girilirken bu seviyede kalı- 6 Daha geniş bilgi için bak, "Celâli İsyanları" adlı eserimiz s. 48
5 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 5 namıyarak ekmek miktarı 175 dirheme (560 grama) düşürülmüş idi. Bursadaki ekmek fiyatı da hemen hemen aynı ve belki daha pahalıydı. Ankara'da, 1599 da 150 dirhem (480 gr.) olan ekmek, 1606 Mayısında 120 (386 gr.), mahsulün yetiştiği Temmuz ayında, sırası ile 130 (416 gr), 140 (448 gr.), 150 (480 gr.) rakamlarına çıkabildi ise de, bir yıl sonra, yâni 1607 Tammuz ortalarında, 100 dirhem (320 gr.) gibi bir miktar'a düştü. Kayseri'deki hububat fiyatlarının görülmedik derecedeki yüksekliği, bu şehrin ekmek narhını, halk için yaşanması güç bir pahalılığa çıkardı. Gerçekten, 15 Nisan 1608 tarihinde tesbit olunan narhı, 1 akçeye dirhem ( gr.) ekmek düşer şekilde bulmaktayız. Celâli isyanlarının Kuyucu Murat Paşa tarafından büyük ölçüde yatıştırılması ile fırtınanın sanki dindiği 1609 dan itibaren, herkes yerli yerine dönerek, ziraat işleri de yeniden düzene konduğu için, ekmek narhının yavaş yavaş normale döndüğü, gene elimizedki rakamlardan iyice anlaşılmaktadır. Et de, eski pahalılığında kalmıyarak, fiyatlar yarıdan fazla düşmekte gecikmedi. XVI. yüzyılın başlarından XVII. yüzyılın ilk on yılı sonuna kadar olan süre içinde fiyat seyirlerini göz önüne koyduğumuz ekmek ve et gibi iki önemli gıdanın pahalılaşma derecelerini, % hesabı ile akçenin altın ve gümüş değerleri yönünden geçirdiği değişikliklere göre ifadelendirirsek, daha iyi bir fikir edinmiş olacağız. Yukarıda da söylediğimiz gibi, oldukça bolluk içi sayılan Kanunî Saltanatı yıllarında, ekmeğin tabii fiyatı bir akçeye 800 dirhem (2640 gr.) idi. II. Selim Saltanatı ile III. Mehmedinki arası sürede, tabii fiyat bir akçeye 400, Celâli Fetreti yıllarında ve büyük kaçgunlukta 70-60, hattâ 50 dirhem ekmek düşecek şekilde idi ve narhın bu kadar pahalı biçilmesine alışılmış bulunuyordu. Adı son geçen şehirdeki fiyat yükselmesi % ye çevrilince, Kanûnî devrinin 100 rakamı, III. Murad zamanında 200, I. Ahmed tahta çıktığı sıralarda 400 ve Büyük Kaçgunlukta 800, yada 1000 oldu; yâni ekmek fiyatı on misli arttı demektir. Çünkü, bir akçeye düşen ekmeğin ağırlığı, örneğin, Kanunî devrinde, normal olarak, dirhem iken ( gr.), III. Mehmed devrinde, yandan fazla düşerek, dirheme ( gr.), I. Ahmedin tahta çıktığı sırada, bu da yarıya inip, ( gr. ), 1603 den sonra gelen yedi yıl-
6 6 MUSTAFA AKDAĞ lık karanlık sürede ise, bunun da yarısı olan dirhem'e ( gr.) kadar düşmüş olduğunu, bunu belli ağırlıktaki ekmeğe ödenen akçe diye alırsak, fiyat yükselmesinin on mislinden bile fazla olduğunu, bir akçeye alınan ekmek ağırlığının indirilmesi şeklinde düşünürsek,ekmeğin on defa küçülmüş bulunduğunu hesap ile buluruz. Ankara'da, 1594 sıralarında, iyi bir işçinin gündeliği 12 akçe olmasına karşılık, ekmeğin dirhem ağırlığı da 200'e (640 grama) inmiş olduğuna göre, işçi (ırgat) gündeliği, aşağı yukarı, hemen hemen bu günün Ankarasın'da satılan her biri 660 gramlık 12 ekmeğine bedel oluyor. Görüyoruz ki, 1550 deki ekmek dirhemi 1594 de 4-5 misli azaldığı, yâni, fiyat bu kadar arttığı halde, işçi (ırgat) gündeliği ancak 3 katına çıkabilmiş bulunmakta idi 7. Hele Büyük Kaçgunluğun o şiddetli kıtlık yıllarında, işçi gündeliği en çok 18-20, yâni 1550 dekinin 5 katı olduğu, fakat, ekmek fiyatındaki yükselmenin 10 katı geçtiği düşünülür ise, sosyal hayatın nasıl alt üst olduğu iyice anlaşılır. Etin fiyatındaki yükselme seyirini de bu yönden kaydetmek faydalı olacağını düşünerek bir kaç rakam vereceğiz de, Istanbuldaki et narhı 1 akçeye, genel olarak, 200 dirhem (640 gr.), Bursa ve öteki şehirlerde 150, ya da 175 dirhem ( gr.) idi sıralarında, bunun 'e ( gr.) indiğini görmekteyiz; yâni, pahalılaşma 1550 dekinin iki katı idi. Sonraki yıllarda narh usûlü değiştirilerek, 1 akçeye düşen et miktarı değil, bir okka etin kaç akçeye satılması gerektiği şeklinde bir yol tutulmuş, örneğin, bir okka (400 dirhem yahut 1280 gram) et 6,7, 8, akçeye kadar yükselmiştir. Bunları, 1 akçeye düşen et miktarına çevirirsek, sıra ile Bir fikir vermek için, bu günki durum ile ölçülür ise, 1964 de Ankara fırınlarının çıkardığı 660 gr. lık ekmeklerden 4 yada 5'i bir akçeye almıyordu. En iyi bir işçinin gündeliği, o zaman en çok 4 akça olduğuna göre, bu ekmeğin bedelidir. Günümüzün aynı nitelikteki işçisi de liraya çalıştığına göre bu para ile şimdi ekmek satın almır. Demek, sırf ekmek yönünden düşünürsek, zamanımızın işçisi ile o zamanın işçisi (ırgad'ı) nın kazançları arasmda fazla ayrıksılık bulamayız. 8 İstanbul'da etin daha ucuz ve öteki şehirlerde pahalı satılması, hükümetin başşehire zorla koyun sürüleri şevkinden ileri geliyordu. Hattâ, koyun sahiplerinin sürülerini îstanbula kendi arzulan ile götürüp satmalarını sağlamak için, taşra kadılarına kasabalarındaki et narhını çok ucuz tutmaları emrinin verildiği de olurdu, örneğin, Rumeli ve Diyarbakır gibi îstanbula koyun yollayan yerlerin kadılarına yazılan 1560 (967) tarihli bir hükümde, narhlar, bir akçeye 300 dirhem (960 gr.)'den aşağı et düşmemesine dikkat etmeleri, başşehire etlik koyunun gelmesinin ancak bu şekilde sağlanmış olağı yazılıydı. Bak., Mühimme Def. Nr.4,S. 337
7 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 7 (212 gr), 57 (182.5 gr.), 50 dirhem (160 gr.) oldukları anlaşılır. Son rakam, 1550 yılındaki 200 ün dörtte biri, ya da 150 nin üçte biri olduğuna göre, fiyat artması üç-dört katına çıkmış sayılır ten sonraki 7 yıllık büyük kuçgunluk süresi içinde, 400 dirhemlik bir okka etin 12 akçeye çıktığı oldu. Yâni, bir akçeye 33 dirhem (107) gram) et düştü; fakat, bu darlık yıllarında genel olarak bir okka et 8 akçe idi. Şu rakamlara göre, bu yiyecek maddesi, 1550 den altmış yıl sonra, en çok altı kat artmış bulunuyordu. İşçi gündeliğini bununla da karşılaştırır isek, şöyle olur: işçinin bir günlük emeği, 1550 de dört akçe veya ikibuçuk kilo et, 1610 da 20 akçe yada 3 kilo et olarak değerlenmekte idi. 1964'de de, işçi gündeliğini Ankara'da en çok 15, et fiyatını da yedi buçuk lira kabul edersek, yukarıda, 1550 ile 1610 arasındaki orantıyı burada işçinin zararına buluruz. Yâni, bu günün işçisi bir gündeliği ile ancak iki kilo et alabilmektedir. Yiyecek maddelerinin 1550 ile 1610 yılları arası pahalanma seyrini daha iyi belirtmek için, ekmek ve etin elde edildiği buğday ve koyun fiyatlarını gösteren birkaç ıakkamı da burada kaydedeceğiz: Fatih'in saltanatı sırasında bir koyun akçe iken, 1520 de 25-30, 1550 de 30-35, 1595 de ve Büyük Kaçgun devri sonuna düşen 1609 da da, 217 akçeye satılmıştır 9. Bu yazılanlara göre, 1550 nin koyun fiyatları ile 1609 daki arasında, aşağı yukarı, altı kat bir fark vardır. Tabii et narhındaki yükselmenin bu ölçüye uymadığını rakkamlar göstermiştir. Örneğin, Anadolu şehirlerinde, 1550 de 1 akçeye 150 dirhem (480 gr.) olarak kabul olunan et narhı, Ankara'da 1607 de 40 dirheme (128 gr. a) düşmüş idi l0. Bundan anlaşılıyor ki, 1607 de et fiyatlarındaki yükselme 4 kat idi. Bu rakamları bir işçi gündeliği ile şöyle karşılaştıralım: 1550 nin 9 gündeliği, 9X4=36 akçeye eşittirki, iyi bir koyun bedeli idi de ki durumda ise, 10 işçi gündeliği bir koyun edebiliyordi sıralarında 11 gündelik, yâni, 11X20=220 9 Kayseride ise, koyunun tanesi 1607 de 3.5 kuruşa (560) akçeye) satılmıştır: Ankara, Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc tarihli defter. 10 Bu sırada narh şekli, bir okkanın (1280 gramın) kaç akçeye satılacağım karara bağlama şeklinde olup, bu bahsettiğimiz Ankara et narhı, etin okkası ] 0 akçe şeklinde geçiyor, Ankara Ş.SC.Nr.lO,S.298,; Fakat, biz önceki şekle çevirmiş bulunuyoruz. 11 Açlığın felâket halini aldığı, ve akçenin "kesadı" = enfilasyonu dolayısıyle, alışverişin kuruş hesabına döküldüğü Kayseride, buğdayın bir kilesinin (20. kg.nin) bir kuruşa ve daha yukarılara çıktığı görüldü. Bu sırada, 160 akçe bir kuruş idi. Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.SC tarihli defter.
8 8 MUSTAFA AKDAĞ ile bir koyun alınabilirdi. Görülüyor ki, koyun fiyatının yükselişi ile işçi (ırgat) gündeliğinin artışı orantısında işçi zararına bir değişme olmuştur. zamanımızın 15 lira olarak kabul ettiğimiz işçi gündeliği ile, 150 lira olan koyun fiyatı arasındaki orantının 1595 dekinin aynı oluşu, insan emeğindeki değerin ne kadar yerinde saydığını açıkça belirtiyor. Esas aldığımız tarihlerdeki buğdayın, eldeki rakamlara güre gösterdiği fiyat seyrine gelince: 1550 de, Üsküdar, Bursa ve Edremitte bir kile ( gr.) buğdayın değeri 5-6 akçe olarak kabul olunuyordu. Bu, o zamanki 4 akçelik işçi gündeliğinin bir buçuk katı idi buğday fiyatı, aynı suretle, 20-30, işçi ücreti 12 akçe olduğuna göre, buradaki oranı iki kat sayabiliriz. Büyük Kaçgunluk Devrinin karanlık günlerinde, bir kile ( gr.) buğdayın 100 akçeye çıktığı görüldü. Bu, o zamanki işçi gündeliğinin 5-6 katı demek idi. İşçi gündeliğini bir de pamuk veya keten bezi ile karşılaştıralım: 1520 de bir "ırgad" iki veya üç akçeye çalışmakta idi. Bir arşın pamuk bezi de 2.5 veya 3. akçe, keten de 4-5 idi de, içşi gündeliği 4 akçe (5 e de rastlanıyor), bez fiyatları ise, öncekine göre çok artmış değildi. Tam 1595 e ait bez fiyatlarını gösterir rakam yok ise de, buna yakın sıralarda pamuk bezi 5-6 ve keten de 9-12 olarak geçiyor, tşçi gündelikleri bu yıllarda, 8-10 (12 olanı da var) akçeye çıkmış idi un pamuk veya keten bezi (arşın) fiyatları, (33'e de rastlandı) akçe idi. İşçi gündeliği de 20 akçeye kadar çıkmıştı. Elimizdeki rakamlara göre, örnek olarak verdiğimiz yıllara ait keten veya bez fiyatı ile işçi gündelikleri arasında şaşılacak bir yan yana gidiş görülüyor. Yâni, burada kaydettiğimiz her dört tarihte de bir işçi gündeliği orta kalitede bir arşın beze denk kalmıştı. Bunu metre ile ifade eder isek, her dört tarihte de bir işçinin, iki gündeliğini vererek, iyi kalitede bir metre keten bezi veya çok iyi kalitede pamuk bezi almasının mümkün olduğunu görüyoruz. Günümüzün işçi gündeliği ile pamuk bezi fiyat karşılaştırması, işçinin çok lehine bir değişmesinin meydana gelmiş olduğu sonucunu verir. Bunun da sebebi, dokuma sanayiine uygulanan makine ile yapımdaki ilerlemenin pamuklu fiyatlarını çok düşürmüş olmasıdır ki, bu da Türkiye tarihi dışındaki bir oluşmanın etkisi diye anlaşılmak gerekir. Yukarıda, çeşitli fiyatlara ait olarak, başlıca dört tarihi göstermek üzere verdiğimiz rakamların anlattığı pahalılaşma, sırf bu maddelerin
9 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 9 kendi değerlerinin yükselmesi değildir; altun değerindeki artma da bu fiyat ilerlemesinde rol oynamıştır. Ancak bunu da gösterdikten sonradır ki, hakiki fiyat artışı ortaya çıkacaktır. Türkiyenin para eldeğişiminde önemli yeri olan altun sikke, " firengî filori" diye ün salan Venedik dükası idi; ve resmî değeri 1520 de 55-56, 1550 de ise, akça olarak kabul olunuyordu. Halk arasında geçen değeri ise, bu sıralarda akçenin sağlam durumu dolayısiyle, resmîsinden en az 5 aşağısına iken, III. Murad devrinde başlıyan "akçe kesadı" = enfllasyon olayı dolayısiyle, altunun resmî fiyatı ile pazar fiyatı, daha fazlasına geçme yönünden büyük fark göstermiş, örneğin, 1582 de resmî değer gene 60 akçe iken, halk arasında 70 e çıkmış, 1591 de 142 yi bulmuş idi. Bu durumda, resmî fiyat 120 ye çıkarılmakla beraber, hükümetçe akçenin durumu perkiştirilemeyip, enfilasyon devam ettiğinden, altun, 1600 yılındaki 160 akçelik resmî değerine karşı, halk arasında 200 den alıcı buldu da ise, altunun kara borsa değeri 300 akçeyi geçtiği yerler vardı. Şimdi, işçi gündeliğini altun yönünden de değerlendirelim. Bir işçi, 1520'de 18.5 gün (18.5X3 =55.5), 1550'de ise 15 gün çalşarak (15X4 =60) bir altun alabilirdi deki resmî fiyata göre, gündelik de 8-10 akçeye çıkmış olarak, 12 günde bir altun kazanmak mümkün sayılırsa da, altunun halk arasında ki fiyatı yönünden durum 1550 dekinin aynıdır. Yani, 142: 10 = 14.2 gündelik bir altun idi. 1603'ün ardından gelen yedi yıllık karışık devirde, altunun, 300 akçeyi geçmiş olmasına rağmen, işçi gündeliğinin katma eşit olduğunu görmekteyiz. Böylece, burada adlarını ve fiyatlarını saydığımız maddelerden bez ve altunun fiyat yükselişi ile işçi gündeliği artışları arasındaki orantının sâbit kaldığı, diğerlerindeki gelişmelerin ise, insan emeği aleyhine olduğu dikkati çekmektedir ki, bu da, doğrudan doğruya Türk iktisâdi ve içtimâi tarihinin özelliği ile ilgili bir oluntudur. Yukarıdan beri fiyatlar yönünden verdiğimiz bilgiyi anlatılanların özü olarak belirtmiş olmak için, rakamları aşağıdaki tabloda karşılaştırmalı olarak sıralıyoruz: (H. 926) (H. 957) (H. 1003) (H. 1018) İşçi Gündeliği Bir okka ekmek (1382gr.) Bir metre bez
10 10 MUSTAFA AKDAĞ Bir koyun Bir Okka et (1382gr.) Bir Klgr. et Bir okka sade yağ Bir kile (25.5 kgr.) buğday Bir Altun (Filori) Altunun Halk arasındaki geçeri Şu tablodaki rakamlara göre, işçi yevmiyesi doksan yda yakın bir süre içinde 7-9 katı yükselmiş görünüyor. Bez fiyatındaki artış ise, ancak 5 kat, ekmek de aynı idi.. Sade yağ, altunun karaborsa değeri, hep 5-6 katı yükselmişlerdir. Buğday ve koyun fiyatlarındaki artış ise 20 mislini buluyordu Büyük Celâli Fetreti Sırasında, Güney Anadolunun Durumu 1550'den beri Türkiye'de toplumu sarsan iktisadî bunaltının etkisi altında, özellikle köy derneşiminin yıldan yıla artırarak kustuğu levend (çiftbozan) denen insanların şurda burda yığılmalarından meydana gelen soygun gruplarını, medrese öğrencilerinin (suhtelerin) ayaklanmaları olayını ve Celâlî mücadelesinin 1603'e kadar olan safalarını bütün ayrıntıları ile bundan önceki araştırmalarımız da anlatmış bulunuyoruz 13. Burada ise, elimizdeki imkânlara göre bu tarihten 1610 yılma kadar olan sürede geçen "büyük kaçgunluk" olaylarını sıralayacağız. Bilindiği gibi, "Celâlî isyanları"nın "Fetret" safhası III. Mehmed Eğri seferini açmıya karar verdiğinde, bu seferin hazırlıkları sırasında, Anadolu'da başladı. Özellikle Sivas Vilayeti sancaklarında, mirmiran bölüklerinin yarattığı korku müthiş olmuştu ve köylerin halkı, büyük korkuya kapılarak, komşu sancaklara veya dağ kuytularına kaçmışlardı ki, adını verdiğimiz eserde geniş şekilde anlatılmış bulunuyor. Aynı sıraya ait olduğu halde, o zaman bilinmediği için yerinde kaydolunamıyan bâzı Fetret olayları var ki, buraya katılmasını faydalı buluyoruz. 12 Koyunun bu kadar bir yükselme kaydetmesine karşılık, etin ancak 6-7 katından fazlasına çıkmamasında ya zorlama bir narh uygulaması veya rakam yanlışlığı olacak. 13 Not l'de geçen eser ile, onun baştarafı sayılan ve Atatürk Üniversitesince "Büyük Celâlî Karışıklıklarının Başlaması" adlı kitap'a bakınız.
11 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 11 Hem bu suretle, "Büyük Kaçgun olayları" cinsinden olanlarının, geniş çapta, "Fetrat Devri"nde de yaşanmış olduğunu belirten daha çok örnekler vermiş olacağız. Şehir ve kasabaları seyrek olan Orta Anadolu, Celâli olaylarının fazla yıkıcı geçtiği bir bölge olarak görülmekle beraber, Aşiret hayatının bütün gelenek ve düzenleriyle yaşadığı Güneydoğu Anadolu, bu yönden, Orta Anadolu'ya ölçünce, felâketi daha önce tatmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Vesikalardan elde ettiğimiz bilgiye göre, Türkiye'nin "Celâli fetreti"ne girmekte olduğu 1598 sıralarında, Diyarbakır ve Mardin yöresinde, daha sonra bütün Anadolu'da geçecek olan olaylar geniş çapta başlamış bulunmakta idi. Elimizdeki mevcut bilgilere göre, Güneydoğu Anadolu'da köylerin iktisâdı yıkımı Anadolunun öteki bölgelerinden çok daha önce meydana gelmiş bulunuyordu. Bu konuda en geniş bilgiyi, 1597 ve 1598 yıllarında "Diyarbakır ve Rakka eyaletlerini tahrire memur" 14, Liha'nın eski beylerbeyisi Ahmed Paşa'dan alıyoruz. Kendisine 7 şubat 1598 (Evail-i recep 1006) tarihi ile yazılan bir "hükm-i hümayun"dan öğrendiğimize göre, Ahmet Paşa, istanbul'a yolladığı bir mektubta, "Bâd-i havâya ziyâde tecavüz ettiklerinden nefs-i Mardin ve Birecik Nahiyesi binbeşyüz pare kariyelerde hass-ı hümâyûn ve zuamâ ve erbab-ı timar kariyelerinde dütün (tütün) alameti kalmayup harap" olduğunu, "nefs-i Mardinden ve nevahisinden Beylerbeyi voyvodaları üç ayda otuzbeş bin kuruş cerime almış" olduklarını, buralar "gerü beylerbeyi hassı verilürse cümle ol nahiyede abadanlık" kalmıyacağını bildirmiş, "Nuseybin müstekil sancak iken beylerbeyi voyvodası oturması"nın doğru olmadığı kanısını açıklayarak, "çeltük mahsulüne dahi gadrolur Mardin ve Nusaybin hususunda beylerbeylerin alâkası"nın kesilmesini teklif etmiş ve isteği kabul olunmuştu 15. Bütün dirlikleri (timar, zeamet, has ve vakıfları) ve hazineye ait geniş mukataa topraklarını düzene koymak ve özellikle dirlik köylerin- 14 İstanbul ile karşılıklı mektuplaşmalardan anlıyoruz ki, Ahmed Paşa bu iki eyaletin timarlarını yazmıya memur idi; Bundan gaye de, "ifraz", yâni, timar fazlası bulmak idi. Gerçekleyin, devlet, gelirini artırmak için eskiden beri, bu türlü tahrirler yaptırmakta, örneğin, önceki yazma sırasında, 20 bin akçe olarak tesbit olunan bir dirlik, bu kez 30 bin çıkarsa, 10 bini hazineye mukataa yapılmakta idi. 15 Bak., Diyarbakır Müzesi, Ş.SC.(Mardin Sicil) Nr.262.S.21 de, 7 Şubat 1598 (evail-i recep 1006) tarihli hükm-i hümâyûn.
12 12 MUSTAFA AKDAĞ den "ifraz"lar elde ederek, hazine hesabına mukataaya vermek 16 maksadı ile, eski Liha Beylerbeyisince girişilen, yukarıda sözünü ettiğimiz, bu Güneydoğu Eyâleti sancaklarının yeniden yazılma işi geniş olaylara sebep olmuş, bu yüzden Divân hükümeti, "tahrir" işinin lehinde ve aleyhinde olanlarla uzun yazışmalar yapmak zorunda kalmıştır. Biz de, bu suretle, adı geçen işlemlere ait vesikalardan Türkiye'nin bu bölgesinin, tarihinde, ne acı bir harap olma yaşantısı sürdüğünü tesbit etmek imkânı bulmuş oluyoruz. Evvelce, hazinenin zengin mukataaları bulunan Diyarbakır-Mardin-Rakka-Birecik yöresi sancaklarında pek çok köylerin harap ve âdetâ nüfussuz kaldıklarını görmekteyiz 17 Bu türlü yerlerin hazineye yeniden yararlı olmaları için, o çevre hükümet ilgililerince, ve özellikle kadılar tarafından, divan'a, köylerin boşalmalarına sebep olan göçmelerin sekiz on yıl veya daha eskiden beri meydana geldiği bildirilmekte, bunun nedeni de, bir çok vergi türlerinin, hele "bâd-i havâ" grupuna dahil olanların haddinden ve geleneğinden 16 Bu konuda şu emir'e bakınız: "Diyarbakır ve Rakka eyaletlerini tahrir eyleyen Ahmed dâme ikbalehu tevki-i refi-i hümâyun vasıl olıcak malûm ola ki, Dergâh-i Adalet - Unvanım Kapucubaşdarından iftihar'ül-emâcid vel'ekârim câmi-ül- mehamid vel'mekârim el muhtas bi - mezid-i inayet'ül-melik'üd-dâyim Mustafa dame mecdihu Dersaadetime arz gönderüp memur olduğu tahrir hizmetim adalet ve insafla tahrir ettüğün ve halkı kendinden râzı ve şakir ettüğün bildirilip hin-i tahrirde ikdam ve ihtimamın hasebi ile zuhûr ettirdüğin ifraza kimesne karuşmayup firaset ve kiyasetin ve hüsn-i istikametin sebebi ile kendün iltizama veyahut maktua vermek bâbında emr-i şerifim ricasına ilâm eylemişin imdi yarar kimesnelere deruhte eylemek emredüp büyürdüm ki hükm-i hümayunum vardukta,veçh-i meşruh üzere hin-i tahrirde zuhûr ettirdüğin ifrazın bir yıllığı seksen yük akçeden ziyâde iltizama vermeğe saayeyleyüp ve hin-i iltizamda yarar müna'im ve mütemevvil kimesnelere deruhte eyleyüp mıkdâr-ı kâfi yerlü ve yurtlu kefiller alup sept-i defter eyleyüp defteri imzalayup ve mühürleyüp Dergâ-ı Muallâma irsal eyliyesin ki her sâl ol defter mücebince meblağ-ı merkum talep ve tahsil olunup..." (Diyarbakır Müzesi Ş.SC.Nr.259, S.204.,8 recep 1006 tarihli hüküm) 17 Bâis-i huruf-ı tezkere budur ki, Mardin hass-ı atik'den 3140 akçe yazar Hacıhalan (Hacı Hasan) ve 5955 akçe yazar Denabi kurbünde Hızırulmâ ve hass-ı cedideden 2905 akçe yazar Kalecik nam kariyeler müddet-i medideden berû hâlî ve harâbe olup miriye bir akça ve bir habbe hasîl âit ve râcî olmamağla maktua verilmeleri her veçile mîrî cânibine evlâ ve enfâ olmağın iş-bu kıdvet'ül-ümerâ'il-kirâm bilfiil Habur Sancağı Beyi olup Milli Aşireti Beyi Mir Mehmed dâme izzihû Hazretlerine Defter-i Hâkanide mestur ve mukayyet olan akçe maktûları üzere maktua verilüp bu temessük Mîr-i müşarün'ileyh Hazretlerine verildi ki, varup şen ve abadan edüp vâki olan maktuların sâl be sâl getürüp mîrî içun teslim edüp tezkeresin alup hıfzeyleye: Diyarbakır Müzesi Ş.SC.Nr.259, S.167.evâsıt-ı muharrem 1007 (S.168 deki ferman tıpkısına göre, burda adı geçen Milli Aşireti Beyi Mîr Mehmed Bey bâzı Arap ve Kürt aşiretlerinin eşkiyahk hareketlerim bastırdığı, yolların güvenini sağladığı için, Kurt Paşa'nın arzı üzerine, kendisine adı geçen sancağın beyliği verilmiştir).
13 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 13 çok fazla istenmeleri sonucu, köylünün, bu zulümden kurtulmak düşüncesiyle, kaçmak zorunda kaldığı ileri sürülmekte idi. Bu gibi köyleri gene canlandırmak için, bazı kişiler hükümete teklif yapmakta, eğer mukataa olarak hazineye ödüyecekleri belli bir yıllık bedel mukabilinde, böyle boşalmış köyler kendilerine verilirse, kaçan nüfusu geri getirip yerleştirerek, yeniden "mâmur ve abadan" etmeyi üzerlerine almakta idiler. Divan hükümeti, kadılarca duyurulan bu teklifleri her zaman iyi karşılıyor, ve kabul ediyordu 18. Bilindiği üzere, "arazi tahrirleri"nin yenilenmesi "hazine"ye gelir kaynakları sağlamakla beraber, bu iş dirlik erbabının zararına olduğu için, başta beylerbeyleri olmak üzere, bütün dirlik sahipleri hiç olmazsa "tahrirci"den yakınmaya başlıyorlardı. Nitekim, Ahmet Paşa'nın Güney yöresindeki şu tahrir çalışmaları, tımarlı sipahiler adına (daha doğrusu eyalet askerinin şikâyeti üzerine) Diyarbakır Paşası Murad tarafından sert itiraza uğramış, kendisi, Istanbulu, bu işin askeri ve reayayı, hem de, şu sefer (Eğri seferi) anında tedirgin ettiğini yazıp durmuştu 19. Ancak,garibi şu ki, İstanbul, şu sırada, bu arazi yazma işinin sefer için zararlı olacağı kanısına vararak, onu durdurmak üzere emir verdiği halde, Muharrir Ahmed Paşa, nasıl ise bir yolunu bularak, tahrire devam hükmü çıkartıp, gene işe devam etmiye kalkmış ise de, Divân hükümeti, bu defa, 1598 yılının kasımı (evâil-i rebiulahir 1007) tarihi ile Diyarbakır Beylerbeyisine ve Âmed (Diyarbakır) Kadısına yolladığı bir ferman ile Ahmed Paşa'nın yazma işine son verilmesini kesin ifâde ile istemişti Böyle, boşalan bir köyün verilişini gösteren başka bir vesika, örnek olarak buraya alınmıştır (Diyarbakır Müzesi Ş.SC.Nr.259 C.209): Bâis-i tazkere budur ki, Kazâ-i Mardin'e tâbi hass-ı hümâyûn kurralarından hass-ı atikten kariye-i Tahumdan iş bu hâmil-i temessük Hasan Kethudâ'ya şenlik ve abadan ve reayasın yerlü yerine köye getürmek şartıyle her sene on üç bin beş yüz altmış akçe maktua verilüp ki sâl be-sâl zikrolunan maktu olan meblağı edâ edüp şenlik ve abadan edüp ziraat ve hıraset oluna minvâl-i mezbur üzere iltizam ve kabul etmakle ve şenlik ve abadan olursa dahi gayrı kimesneye verilmeye diye eline temessük verüldü ki varup zapt ve tasarruf ede evâsıt-ı şaban 1007 Minelhakir Yusuf Emin 19 Bak., Diyarbakır Müzesi, Ş.Sc. Nr S. 190 (Bu hususta Muharrir Ahmed Paşaya 1006 hicrî tarihi ile yollanan fermanlar) 20 Diyarbakır Müzesi. Ş.Sc. Nr S.210
14 14 MUSTAFA AKDAĞ Ahmed Paşa'nın arazi yazma işine devamda o kadar uylaması bize anlatıyor ki, "tahrir", kendisi için de ayrıca çok kazançlı oluyordu 21. Beylerbeyinin, Divan'a yolladığı mektubunda, iddia ettiği gibi, dirliklerden "ifraz" bulmak amacı ile hükümetin yaptırdığı tahrirden timar erbabının zarar gördükleri katî olmakla beraber, bu arada reaynın da tedirgin oldukları doğru olmasa gerektir. Halkı yerlerinden oynatan ların, ehl-î örf, dirlik erbabı, ribahur, köy toprakları içinde, ya da sınırlarında çiftlikler peydâ eden resmî kişiler (yeniçeri, sipahi, kadı, müderris, beyler) ve mültezimlerin soyguncu davranışları olduğunu olayları kaydederken göreceğiz. Aşiret beylerinin hükümete karşı gelmelerinden doğan karışıklık: Celâlî konusunu incelerken sık sık belirttiğimiz üzere, olayların başından sonuna kadar Anadolu karışıklıklarında ümerâ ve onların kapularındaki ağaları ve sekbanlarının büyük etkileri vardı; hattâ, Celâlîlik, beylerbeylerinin ve sancakbeylerinin düzendışı devranışlarından geniş ölçüde yararlanmakta idi. Onlar, buna iki şekilde hizmet ediyorlardı: 1- Kapuları levend (resmî adı ile sekban) yatağı olup, Celâlîlik bununla beslenmekte idi. 2- Kapularmdaki ağaları ve sekban bölükleri halkı durmadan soymakta, çok kere de, bunu kapusunda bulundukları beyin hazinesi hesabına yapmakta idiler. Şu halde, bu konuya giren bütün olaylarda vilâyet beylerinin adlarına rastlıyacağız. Güneyde, sık sık yolların güvenini bozan, yâni soygun ve yağma yapıp duran bazı kürt ve arap aşiretlerini sindirmekte bir ara göze görünür başarı sağlıyan Milli Aşireti Beyi Mîr Melımed Beyi mükâfatlandırmak isteyen Diyarbakır Valisi Kurt Ahmed Paşa, onu Divan hükümetine tanıtarak, kendisine Habur Sancağı Beyliğini verdirdiği gibi, harap köyleri yeniden diriltmek isteyen hükümet de böyle yerlerden bazılarını adı geçen bey'in mukataa üzere iltizama almasını kabul etti 22. Milli Aşireti Beyi Mîr Mehmed bir taraftan Habur Sancağı Beyliğini, öbür yandan, yılda, önemli bir toplamı olan "mukataa" iltizamını elde ettikten kısa bir süre sonra, Diyarbakır Paşasının adamları ile arası açılarak, devlete asî oldu. O çevre halkının yerlerinden oynamalarına sebep olan şu kaydettiğimiz Mîr Mehmed olayı neden çıktı, bilinmiyorsa da, bu sıralarda 21 Bu gibi hallerde büyük rüşvetler almak, sanki tabii bir hal gibi idi ve şikâyetler de bu kötü huyu önleyici bir etki yapmıyordu. 22 Not 17 deki vesika tıpkısına bakınız.
15 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 15 Beylerbeyinin seferli oluşu dolayısıyle, hükümetin "Diyarbakır Eyaleti Muhafızlığına" bekittiği, aynı yerin defterdarı Mehmed Paşa'ca Mardin Kadısına yollanan bir mektubta bu konuya âit biraz açıklama vardır. Bu vesikada, "Defterdarlığımızdan mâdâ, bu sene Eyalet-i Diyarbakırın muhafaza hizmeti bu cânibe sipariş olduğuna der-i devlet türabından kiraren ve miraren evamir-i şerife geldiği malumumuz olmuştur ve biz Diyarbakıra geleli Mir Mehmed, Hazineye beş altı yük akçe mikdarı vermiştir ve zimmetinde kırk yük akçeden ziyade mal-ı pâdişâhı bakî kalup def'atle kendisine kâğıtlar gönderüp, kendi haline mukayyet olup, yirmi gün mikdarı Hazret-i Eyyup'en-Nebi de oturduk. Aslâ nâhemvar bir hareketin görmedik ve işitmedik ve malûmunuzdur ki, hass-ı hümâyûn reayasını nice istimalet ile yerli yerine getürüp, şen ve abadan etmiş iken, Milli taifesinden bazı cemaat Âmed kurbünde iken, Müsellim Ağa, bazı eşkiyanın sözü ile, bundan akdem üzerlerine gelüp, basup, kiillî emvâl ve erzakların garet ve hasaret ettiklerinden maadâ, hâliyâ Mîr Mehmed'in dahi üzerine vardıkları istimâ olundu. Elbet de mâbeynde küllî fesat olup ve bu sebep ile fukarâ ve reayâ terk-i vatan edüp, bu sene bir tane tereke ziraat olunmamak mukarrerdir. Mumâileyh Müsellim Ağa'ya nasihat ve tenbih eyleyesiz ki, bu makule evzâdan feragat edüp, fesâda mübaşeret etmiyeler ki, sonra nedamet muhakkaktır. Cevap vermesi müşkildir. Eğer, mezbur Mehmed'in dâvâcısı var ise, huzurunuzda görülüp, isyânı sicil olduktan sonra asitaneye vuku'u üzere arzolunup emr-i şerif vârit olmayınca bu makule hususa mübaşeret olmadığı mâlumunuzdur. Dikkat edüp ve bu tezkereyi sicil-i mahfuza kaydeyleyüp, define cidd-ü ceht eyleyesiz", diye yazılıyordu 23. Şu sözlerinden, Muhafız Defterdar Mehmed Paşa'nın, Beylerbeyinin müsellimine karşı, Mîr Mehmed Beyi haklı çıkardığını anlıyoruz. Buna karşılık, Mîr Mehmed Bey ile uğraştığı ileri sürülen Müsellim Yusuf Ağa'nın (yani Diyarbakır Beylerbeyi Kaymakamı'nın) da, gene Mardin Kadısına, 17 eylül 1598 tarihi ile yazılmış bir mektubu, olayı, Milli Aşireti Beyinin, tam isyan ve tuğyanı sonunda, üzerine varılıp, kuvvetlerinin dağıtıldığı, isyancı bey'in de, yaralı olarak, dağa kaçtığı şeklinde anlatıyor. Hükümet te, buna inandığı için, Mîr Mehmed'in hakkından gelinmek için fetvây-i şerife ve emr-i pâdişahî" yollamış ve mîr-i aşi- 23 Diyarbakır Müzesi, Ş.Sc. Nr. 259 S.196 (7 Eylül af er 1007 tarihli mektup tıpkısı).
16 16 MUSTAFA AKDAĞ retliğini de Nevruz Bey adında aynı aileden başka birisine vermiştir. Yusuf Ağa, Kadıya: "Mîr-i aşiretlik Mir Mehmed'in üzerinden kalkup Nevruz Beye verüldüğin cümle vilâyet halku bilmek içun sûk-ı Sultanîde dellallarla nidâ ettiresiz ki, üç güne değin cümle aşiret gelüp, Nevruz Beye buluşup, kendüyi mîr-i aşiret bileler. Söyle ki, üç güne değin gelüp müraacat etmiyecek olurlarsa, vebalları boyunlarına; âsî olmuş olurlar, sonra herbirinin hakkından gelmek mukarrerdir. Ona göre mukayyet olup, bu veçhile nidâ ettirmeğe himmet eyliyesiz", diye ricada bulunmakta idi 24. Şu olayda kusur kimde olursa olsun, sonuç şudur ki, bundan, aşiret halkı reaya ve öteki köyler ahâlisi çok zarar gördüler; iki tarafın da soygunlarına dayanamıyarak, yerlerinden sağa sola kaçtılar. Mücadele sonunda da, Mîr Mehmed Bey yenilerek, aşiretin beyi değişti. Bunun tıpkısı bir olay da, Muşki Mîr-i Aşireti Salih Bey ile kendi aşireti köyleri halkı arasında çekişme yaratan salma toplama konusundan çıkmıştır. Yapılan yakınmaya göre, Salih Bey seferde iken, yerine bıraktığı Polat Bin Derviş, Buluş köyüne gelerek, hakltan "zülmen ve kahren" 180 kuruş toplamıştı. Sözü geçen Mîr-i Aşiret seferden döndüğünde, köyün kethudâsı, yanında bir kaç kişi ile gelerek, bu yolsuzluğu mahkemeye şikâyet ettiler. Salih Bey, Kadı'nın önünde, böyle bir şeyi inkâr etti ise de, dâvâcıların tanıkları sözü edilen haksızlık iddalarını doğruladılar. Bu durumda köylülerin haksız alınan paraları geri verildi. Eşkiya davranışlı birisi olduğu görülen bu mîr-i aşiret hakkındaki bir dâvâ da, kendisinin başlarında bulunduğu ileri sürülen yirmi kişilik bir bölüğün, gene bir Muşki Abîreti köyü olan Oğlakyatağı'ndan Zeyyat Bin Habib'in evini geceyarısı basarak, "bir kuyu buğday ve bir kuyu arpa ve 600 kuruşluk emvâl ve erzak nelıb-ü garet edüp, küllî teaddî" etmesinden çıkıyordu. Salih Bey, üzerine atılan şu cürümleri itiraf zorunda kalmıştı 25. Mîr-i aşiretliğini böylece bir çeşit zorbalık yolunda kullanan Salih Bey îbni Seyyid Ahmet'in bu türdeki tutumu kendisine düşmanlar hazırlamakta gecikmedi. Mardin Mahkemesine "Muşki taifesinden Murat Ağa Bin Vali," 3 Haziran 1599 (8 zilkade 1007) tarihinde yaptığı yakınmada: taife-i mezburenin mîr-i aşireti 24 Diyarbakır Müzesi, aynı defter, S. 195 (17 Eylül 1598-evâsıt-ı safer 1007 tarihli mektup tıpkısı). 25 Diyarbakır Müzesi, aym defter, S.158 (26.IV evâhir-i ramazan 1007 tarihli hüccet).
17 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 17 olan Salih Bey, bazı hususlar için kariye-i Gurs-i Ednâ'ya varup, anda iken, sabah vaktinde Feyyaz Bey Oğlu Osman (öteki bir mîr-i âşiret) otuz beş müsellâh adam ile üzerine varup, odasın basup ve tüfek'i ile mezbur Osman mezkûru sağ koluna vurup mecruh edüp, ölmek üzeredir" diye açıklayınca, kadı yanına Mardin voyvodası olan "fahr'ulâyân Ahmed Ağa" tarafından verilen Davud Beşeyi (voyvodanın adamı bir yeniçeri olduğu beşe sözünden anlaşılıyor) ve halktan bir kaç gözlemciyi alarak, yaralının bulunduğu köye gitti ve ifadesini aldı. Salih Beyin evvelce başkalarına yaptığını, bu kere Feyyaz Bey ile oğlu Osman'ın kendisine yaptıklarını, yani odasını basup tüfek ile dirseğini kırdıktan sonra, "cebren ve zulmen ikiyüz elli kuruşunu ve kırk beş kuruşluk pâre 26 ve şahî'sini ve yetmiş üç koyununu" ve başka şeylerini "nehb-ü garet" ettiklerini görmekteyiz 27. Güneydoğu Anadoluda Celâli Fetretinin nasıl bir karaktere büründüğünü belirtmek üzere, ve karışıklıkların oldukça başlangıcında geç - meleri bakımından, bu iki olayı vermekle yetiniyoruz 2S den Sonra Anadolu karışıklıklarının Yeni Karakteri Karayazıcı 1601 de öldükten sonra, biraderi Deli Hasanın, Celâlîlerin büyük bölüntüsünün başında olarak, aynı davranışlı hareketlere devam ettiğini, ve sonuç olarak, hükümet ile barışıp, 1603 baharında Rumeliye geçtiğini, ancak, başlıca arkadaşlarının da, ona uymayı kabullenmiyerek, Celâlîliğe devam etmek üzere, Anadoluya dağıldıklarını geniş şekilde belirtmiştik 29. Böylece, Celâlî İsyanları tarihinde "Fetret" devresi 1603 ile son buluyor, ve arkasından, korkunç bir karışıklık, sosyal ve ekonomik düzeni temelinden çökertiyor, Anadolu Türk toplumu, yedi yıl sürecek "Büyük Kaçgunluk" dönemine giriyordu 30. Hakikaten, Karayazıcı, ve hattâ kardeşi Deli Hasan, büyük çapta celâlî başbuğu olmaları sâyesinde, bütün asî sekban dernekleri, ya bun- 26 Pâre (para), 2.5 akçeye eşit Lir gümüş sikkeyi ifade eder. 27 Diyarbakır Müzesi, aynı def. S Oluş yılı yönünden şu olaylar, "Celâlî İsyanları" adlı kitabımız içinde anlatılmalı idiyseler de, o zaman bizce bilinmadikleri için, buraya olsun eklemeyi faydalı gördük. 29 Geniş bilgi için şu kitabımıza bakınız: Celâlî İsyanları, S ,3 30 Bu deyim zamanının halk dilinde kullamlmış olup, "Büyük Kaşgun" veya sadece, kaçgunluk, "kaçgun" şekillerinde de geçmektedir. F. 2
18 18 MUSTAFA AKDAĞ ların emrinde veya etkisinde oldukları için, gerek köylü ve gerek şehirli halkın, bu bir kaç büyüğe, istenen salmayı vermeleri yetiyor, bir de ricacı yollayıp, fukara halkın korunması yolundaki isteklerinin kabul edildiği bile görülüyordu. Fakat, bu büyükler ortadan çekildikten sonra, eskiden Karayazıcı veya Deli Hasan'a uyruk olanların her biri bir Karayazıcı kesildi. Böylece, kadroları binleri aşan pek çok celâli gruplarının türemesi Anadolu çiftçisini, bâzan kendisine de hücum olacak diye korkuttuğu, bâzan da, bu karşıklıkta gidip çevresinden uzakta geçen yağmalardan nasibini almak hevesine sürüklediği için, hemen bütün köyler yerlerinden oynadılar. Hükümetin, başta Deli Hasan olmak üzere, ileri gelen başlıca celâli başbuğlarına mansıplar vermek suretiyle, isyancıları sözde hoşnut etmek yoluyla karışıklıkları yatıştırmak siyaseti beklenen sonucu vermek şöyle dursun, olayları bütün bütün alevlendirmekten başka işe yaramadı 31. Topçular Kâtibi Abdulkadirin dediğine göre, Deli Hasanın isyandan vaz geçme teklifi kendisine ilk defa duyrulduğu vakit, Nuh Paşa: "lâkin sonra yüz nefer Deli Hasan peydah olur, hamen bunlara kılıç evlâdır" sözünü sarfetmekle beraber, "Engürüs Seferinin" kötü durumu karşısında başka çıkar yol da göremedi 32. Artık azılı celâli başbuğlarını ümeralığa geçirme işlemi devam etti. Evvelce kendisine Hamid Sancağı beyliğini verdiği Nesli Oğlunu gene de yola getiremiyen hükümet, Nuh Paşaya yolladığı 6 Taemmuz 1604 tarihli fermanda, şanına layık yeni bir sancak vermek, ve hizmeti hora geçerse, beylerbeyi tâyin etmek vaadi ile onu yanına çağırmasını istedi 33. Serdar Nuh Paşanın, "bir Deli Hasan yerine yüzü ortaya çıkar" şeklindeki sözünün ne kadar doğruyu ifade ettiği ortaya çıkıyordu. Tavil Halil, Deli Hasandan ayrıldıktan sonra, Orta Anadoluda büyük bir ün kazandı. Nuh Paşa ordusu bu konuda yeter başarı gösteremedi yazında bu tanınmış Celâli Başbuğu'nun sekbanları Kastamonu, Çorum, Bozok, Aksaray sancaklarını yakıp yıkmıya koyuldular. Bura- 31 Bu şekilde isyan ve zorbalık yapanların mansıpları doldurmuya başladıkları, Satırcı Mehmed Paşanmn, Varat Seferi sırasında Belgrad Nazırı Şakşakî İbrahim Beyi o geçede bir sancağa bey tayin etmesi üzerine, şu güzel beyit ile yerilmiştir: Şimdi zamane mansıbı ekser şakidedir, İnanmaz isen işte biri şakşâkîdedir. (Bak., Naima,C.I.S. 197). 32 istanbul Süleymaniye Kitaplığı, Esat Efendi Yazmaları, Nr.2151, vr Şu vesika bu konu ile ilintilidir: Başbakanlık Arşivi, Ibnül-Emin Karton: 3,Nr.608 (26 Muharrem 1012 tarihli küllüm).
19 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 19 larda, ehâli, korkudan, ya dağlık yerlere sığındı, ya da köy ve kasabalarını palankalar ile çevirdiler 34. Aynı yıl, "Karasait Zorbası" da 35, Akşehir ve Kütahya arasında ortalığı kasıp kavurmakta idi 36. Adları ve sanları bunlardan hiç geri olmuyan Karakaş, Kalenderoğlu, Gurguroğlu gibi daha bir çokları, hükümet kuvvetlerinin hücumu hâlinde, birbirleriyle dayanışmak için olacak, yakın çevrelerde koşuşturmakta idiler. Bolu Sancağı Beyinin mektubundan öğreniyoruz ki, gene bu 1604 sonlarına doğru, bu kasabaya ve Gerede'ye, Yıldızlı İbrahim ve elinde 300 kişilik bir levend bölüğü bulunan "Celâlî Hüseyin" baskın yapmışlardı. Bey de, Düzce yöresinden topladığı "600 miktarı sekban ve suhte" ile, bunun öcünü almıya hazırlanıyordu 37. Aynı yıl, yâni 1604 de, Antalyanın Elmalı, Kızılkaya ve Karahisar kazalarının "âyân ve eşrafı" Kadı eliyle yolladıkları mektuplarında, "Derviş Nazır diye maruf şakinin Karayazıcıdan perakende olan eşkiyayı ve Ömer Paşa Karındaşı İbrahim Beyi katleden Topaç Beyi, Beyzâde ve Gazanfer ve bunlardan gayrı bir kaç bin eşkiyayı toplayıp, Hamid Sancağını harabedip ve Karahisara bizzat varup bir çoklarını haps ve kadıları bağlayup köylerde" bilelerince gezdirdiklerini, "Küçük Hasan" adında bir bölükbaşısını 100 kişi ile Şuhut Kasabasına yollayup, "Karahisar Sancağı bana verildi" diye bildirmesi üzerine, 500 hanenin, yer ve yurtlarını terk ile, kaçtıklarını şikâyet ediyorlardı 38. Uşak halkının mektuplarından, o çevreyi de Hayâlioğlu'nun kasup kavurduğu öğrenilmesi üzerine, Anadolu Beylerbeyisine ve Uşak Kadısına "suhte taifesi" =medrese öğrencileri, yahut il erleri ile, üzerine yürünmesi emri verildi 39. Barçınlı Kazası köylerinden kasabaya gelenler: "kasabat ve kurraya her bâr zorba celâlî eşkiyası ve türkmen tâifesi ve 34 Abdülkadir Efendi, Vekayinâme, Süleymaniye Kitaplığı, aynı yazma, vr Abdülkadir Efendi "zorba" tabirini Kara Sait'e de kullandığına göre, bu ünlü celâlî de, pek çokları gibi, Altı-Bölük halkından azma idi: Adı geçen yazma Vr Kâtip Çelebi'ye göre, kendisine sancakbeyliği verildiği halde, bunu bir türlü ele geçiremiyen, veya kısa bir süre sonra üzerinden alman Kalenderoğlu, bu sırada, yâni 1604 de, isyan etmiş olmakla. Kara Sait de onun uyruğu olarak faaliyette bulunmakta idi. Tavil Hali] de eşkıya şefliğini ve buna dayanarak yaptığı resmî görevim kardeşine bırakıp, tıpkı Kara Sait gibi, Kalenderin emrine girdi: Fezleke, S Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri Nr.75, S.295 (Vezir Nasuh Paşaya 29 Şaban 1013 tarihli hüküm) 38 Aynı Mühimme Def. S Aynı Mühimme Def. 182 (bu azılı celâlî hakkında, S.124'de de uzun bir hüküm vardır).
20 20 MUSTAFA AKDAĞ Karakaş zorbasından ayrılan sekizyüz miktarı atlu ile Kâfir Murad ve Benli Ahmed zorbaları, müstevli olup, müslümanların meecanen yem ve yemeklerini yiyüp kuruşlar salup oğlan ve kızlarını alup kızların saçlarını tıraş ettirüp oğlan gibi hizmet" gördürmekte olduklarını kadıya arz ile, İstanbula bildirilmesini istediler 40. Deli Hasanın 1603 de hükümet ile barışması sıralarında, kendisine Karahisar (Afyon) Sancakbeyliği verilen, fakat celâli davranışlı gidişeti bir türlü değişmediği için, kısa zamanda görevine son verilen başka bir azılı zorba da Kınalıoğlu Mustafa idi. Hayli eski ve birinci sırada başbuğlardan olan bu kişi de "sipah azması" olup, Teke, Hamit, Aydın taraflarında kalabalık bir levend kitlesi ile dolaşmakta iken, bir ara Bursaya kadar yanaşmış ve hükümet ile gene barışmak yolları aramaya başlamış idi. Bu konu için kendisine yazılan hükümde: "uğur-ı hvimayûnumda hizmet için Bursa etrafında olduğunu haber aldım. Bana hizmet edenlerin mükâfatlarını gördükleri mâlûmdur. Sen dahi hizmet için yanındaki adamlara gayret ve ümit ve istimâlet ver ve Bursada olan vezirim Hasan Paşanın emrine gir. Hizmet ve yoldaşlıkta bulunur isen, hâline münasip bir mansıp verildiğinden gayrı, yanında olan gönüllü yarar yiğitlere de defterin mucibince dirlikler verilüp, her biri ilısânımdan istifade eder" ifadeli vaatler yazılıyordu. Fakat, isyancı başbuğuna bu çeşit sözlerin güven vermediği anlaşılıyor. Çunki, daha sonra onu, gene, Aydın, Saruhan ve Suğla çevrelerinde eski kalabalık levendleri ile dolaşır görmekteyiz. Uşak ve yukarıda adı geçen yerlerin kadılarına yazılan hükümlerde, sefere gitmemiş timar erbabı ile ilerlerinin Kınalıoğlu üzerine sürülmeleri istenmekte idi 41. "Fetret" döneminde Orta Anadoluya göre daha iyice olan Ege Bölgesinin "Büyük Kaçgun" süresi içindeki hayâtı hakikaten acıklı geçmiştir. Yukarıda saydığımız bu celâli başbuğlarından başka, Karakız, Şeytanoğlu, Zülfükâr, Ören, Taceddin gibi daha pek çoklarının, kalabalık bölükleriyle, çevrelerini ateş ve kana boyadıklarını, başlarındaki binlerce levendlerinin karınlarına bir lokma ekmeği ve keselerine bir kaç akçelik gündeliği (ulûfeyi) bu şekilde kanlı yoldan sağlamıya savaştıklarını sözlerimize eklemeliyiz. "Fetret" süresinde, büyük bir soygun ve yıkıp-yakma olayına uğramış bulunan Orta Anadolunun, 1603 den sonra gelen "Kaçgun" 40 Aynı Defter: S Mühimme Def.Nr.76,S.ll ve 331
21 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 21 dönemindeki yaşantısı da az acıklı değil idi. Tavil Mehmed ve Karakaş Ahmed gibi eşkıyalıkta baş mertebeye ermiş celâlîlerden başka, diğer daha bir çok azılı zorbalar da bu bölgede hayatı halka zehir etmişler, hükümet düzeni diye bir şey bırakmamışlardı. Kastamonu Sancağını Yularkastı'nın pençesinden kurtarmak uzun bir süre mümkün olmamış, halkın yardımına yollanan kuvvetler bu azılı celâlîye bir kaç kere yenilmişlerdi 42. Tavil Mehmed, Karakaş Ahmed, Kara Sait, Küçük Hüseyin gibilerin, biribirinin peşinden talan ettikleri, hayvan sürülerini toplayup gittikleri, bu arada, hâli vakti yerinde pek çok kişileri (özellikle kadı, müderris, çavuş, yeniçeri, gibi mal mülkçe sivrilmişleri) öldürdükleri Orta Anadoluda, bu büyüklerin uyrukları olarak (bölükbaşıları, ağaları), veya kendi başılarma dolaşan sayısız "zorba" veya "celâlî başbuğları görmekteyiz. Örneğin, 1605 de Ankara yöresinde Sarı Handan, Şah Bey, Hersekoğlu Ahmed, Abdi, Mehmed, Budak, Yardım, Sarı Memi, Hasan Kethüda, Cıldanoğlu gibilerinin adları okunuyor 43. Konya yöresinin durumunu bildiren vesikalar elimizde bulunmamakla beraber, Kürt Ali ve Kürt Haydar denen iki sipahazması zorbanın kışını Karamanda geçirdikleri sırada, vilâyette panik yarattıkları Ankara mahkemesinde geçen bir dâvda tesbit olunmuştu 44. Adları bilinen veya bilinmiyen bu bir sürü celâlî guruplarının (güzel kadın, kız ve genç çocukları götürmekten geri koymuyan) soygun silindirlerinden başka, Topuzubüyük denen sipah zorbasının başbuğluk ettiği kalabalık bir Altı-Bölük halkı gıırupu da (ihtimal İran seferinden dönüyorlardı), geçtikleri yerde, ne buldularsa aldılar; at, katır, sığır, koyun bırakmayıp, sürdüler. "Sipah Sürgünü" diye de tarihe geçen bu olay, "Büyük Kaçgun"un önemli oluntularından biridir 45. Celâlilerin, Ankara kadar canlı bir ticaret ve endüstiri merkezi, aynı zamanda zengin yatağı olan Kayseriye de bütün iştihaları ve kalabalık gruplarıyle yüklendiklerini, şehri her tarafından sardıklarını, 42 Ankara Ş. Sc. Nr.9, ve Nr.lO,S.9 43 Ankara Ş.Sc.Nr.9, S.329,330,Nr. 10, S.42,73, Ankara Ş.Sc.Nr. 10, S. 28, deki 14. VIII (9 rebiul-ahir 1015) tarihli kayıt: Laıendeden Ömer Halifenin vekilleri mezburun zevcesini, Ankara'da evinde emanet duran Mustafa çavuştan teslim almıya geldiklerinde, diyorlar ki, "bundan akdem eşkiyadan olup diyâr-ı Karamanda kışhyan Kürt Ali ve Kürt Haydar zorbaları müekkilimiz mezburun menkûbesi olup merkum Baklazâde'nin mûtekası olan Leh'ül-asil Lâlezâr nam zevcesini cebren alup gidüp eşkiyâ-i mezbure Ankara kurbünde Çukurcak nam mevzide bırakup cariye olmak ihtimali ile..." 45 Ankara Ş.Sc.Nr.lO,S.61 (19 Ağustos 1606=Rebiulahir 1014 tarihli kayıd).
22 22 MUSTAFA AKDAĞ bir kaç yıl, Orta Anadolunun bu önemli sancağına hiç bir hükümet kişisinin uğramıya cesaret edememesi yüzünden, özellikle şehrin gerek yiyecek ve gerekse öteki ihtiyaçları yönünden dayanılmaz güçlükler çektiğini önceden söylemeliyiz. Burada önemle söz konusu edeceğimiz bir olay da şu ki, celâlîlerin şehri kuşattıkları, buna karşı da, dizdar, sancakbeyi ve halktan ileri gelenlerin de, şehrin kale duvarlarını bin bir zorluk ile korumuya çalıştıkları sırada, içerden bâzı kimselerin, dışarı adam sarkıtarak, veya öteki yollarla, asîlere nal - mıh, ayakkabı (postal, papuç) ve başka gerekli şeyleri gizlice verdikleri, bir çoklarının suçüstü yakalanmalarından anlaşılmıştır. Garibi şu ki, sanıklardan bir çokları, mahkemeye verdikleri ifadede, kendilerini hükümet kişilerinden olanların yollamış olduklarını belirtmekte idiler 46. Köylere yapılan baskınlarda da, halktan bir çoklarının eşkiyaya katıldıklarını, hattâ bazılarının evlerini de bile götürdüklerini, kanlarıyla birlikte celâlîye hizmet için kafilelere karışanların bulunduğunu, mahkemeye bu konularda gelen dâvâların görülmesi sırasındaki verilen bilgilerden anlıyoruz 47. Kayseri Sancağını talan eden ve bu büyük Orta Anadolu şehrini kuşatıp, halkı hiç olmazsa canını kurtarma bedeli (fidye-i necât) ödemeye zorluyan hakiki birer ordu birliği düzeninde büyük celâlî grupları tanıyoruz 48. Bunların en tanınmışları, Erzâde, Tavil ve "karındaşı Zülfükar" 49 ; Kalenderoğlu 50, Ömer Paşa, Ağaçtanpiri 31, Ali Gazi gibi başbuğlar tarafından yöneltiliyorlardı. Bunların yardımcıları duru- 46 Ankara Etnografya Müzesinde bulunan hicrî tarihli Kayseri şeriyyr sicilinin gözden geçirilmesi, bu konuya âit bir çok dâvaların yer aldığını gösterecektir. 47 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc., 26 safer 1015 ve 7 Rebiulevvel 1015 tarihli kayıdlar 48 Bu gruplara, o zamanki kayıtlarda, halkın ağzından, asîlerin başbuğu bulunan kişilerin adı verilmiş olarak geçmektedir. 49 Bu kişinin, 11 Temmuz 1607 (16 rebiulevvel 1016) tarihli kayıddaki adı "Zülfikar Paşa'* diye geçiyor. 50 Ankara - Konya arasım talan eden Kalenderoğlunun Kayseriyi de sıradan koymadığı görülüyor: Kayseri Ş.Şc Ağaçtanpiri grupu. Kayseri yakınlarında iken, Kayseri Kalesi içindeki "hapishanenin kethudâ ile kilidin bozup", şehrin kapısından görevli "nöbetçi mustahfız'ının", hattâ, dizdarın ihmali ve belki de yardımı ile kaçan Halil Şeyh ve iki arkadaşı, bilinmiyen bir şekilde Zamantı Kalesini, Ağaçtanairi'ye teslim ile, "içinde olan müslümanlann başın kestirmişlerdir", Kayseri Sancağı Beyinin mahkemede açtırdığı soruşturma, bu kaçırmayı hazırlayan ve yapanların ortaya çıkarılmasında bir sonuç vermemiştir: Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri, tarihli şeriyye sicili.
23 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 23 munda oldukları sanılan ve önemleri ikinci derecede bulunan Sarışeyh, Kel Ali ve başkalarını da saymak gerekirse, Celâlî şeflerinin ve bunların başlarına toplanan levend kalabalığının çapı hakkında iyi bir fikir alınmış olur. Şimdi, bunların yarattıkları kanlı olaydan bâzılarını, hiç olmazsa bilindikleri kadar buraya geçirmek, Celâlîliğin sosyal çöküntüyü nasıl yaptığını öğrenmek için yerinde olacaktır yılında, Tavil ve Karabaş adamlarının soyduğu Kayseri Sancağı, 1605 ve 1606 da da, Erzâde, Zülfükar Paşa ve Ağaçtanpîri, Ali Gazi adlarındaki dört şefin sekbanları tarafından sürüler hâlinde, arkası arkasına harabeye çevrildi. Hattâ, bunlar, Zamantı Kalesini ele geçirip, bir çok kişileri acımadan öldürdüler. Celâlîler, dirlik sahiplerinin veya mukataa eminlerinin, vergi olarak köylüden topladıkları, para, erzak ve öteki şeylerini zaptettikleriniden başka, koyun, keçi ve sığır sürülerini, at, katır, öküz, inek ve öteki hayvanları, buradan alıp, ya öte yerde şuna buna gayet ucuza satıyorlar, ya da kendilerine gizlice yataklık edenler eliyle şehir pazarlarına döküyorlardı 52. Celâlîlerin köyleri ne hale getirdiklerini, mahkemelere gelen bir çok dâvâlardan ve hükümete yollanan şikâyet dilekçelerinden anlıyoruz. Örneğin, Muncusun halkının böyle bir "arz-ı hâlinde, bunlar kadimden 130 cizye hanesi olup, ol mıkdar üzerinden veregelirken, Kalenderoğlu ve Tavil-i Rezil Karındaşı ve Ağaçtanpiri ve sair eşkiyâ zorbaları gelüp kariyelerini vurup ehl-ü iyallerini esir ve kendilerini kati ve hâlen çok az kaldıkları halde, cizye, mevcutlarından değil, kadimdeki defter gereğince alınmakta olduğundan" dayanacak güçleri kalmadığını bildirmekte idiler. Bu türlü iddiaların doğruluğuna inanan hükümet, Kayseri kadısına yolladığı 20 Ekim 1608 (10 Recep 1017) tarihli emir (hüküm) ile, adı geçen köydeki cizyenin, defter kaydından değil, mevcud hanelere göre alınmasını bildirdi 52 Ankara Etnoğrafya Müzesi, Ankara Ş.Sc. Nr.10, S.27'de geçen bir dâvaya ait şu ifadeye bakınız: "Beyt'ül-Mal-i Hassa Emini Fahr-ül-Cüyuş Mehmed Çavuş", Hakverdi Bin Baliyi suçlamasında, "bundan akdem mezbur Hakverdi, Celâlî zorbasından bir kaç yüz koyun getirüp ekal bahâ ile otuzar akçeye koyun satup (fiyat bahsindeki hakiki değere bakınız) alup sattığı koyun fukarânm sürülen koyunlarıdır. Sual olunsun deyücek bi-haseb'üs-suâl, koyun sattum amma bu sipahinindir deyücek bigaraz kimesneler, mezburun alup sattığı koyunları celâlîden getirdi deyü şehadet etmeğin..." 53 Ankara Etnoğrafya Müzesi, Kayseri Ş. Sc. Nr. 14,10 recep 1017 tarihli hükm-i hümayun.
24 24 MUSTAFA AKDAĞ Ağaçtanpirinin Kayseriyi kuşatması olayını kadıya şikâyet için mahkemeye gelen "nefs-i şehirde sakin âyan-ı vilâyet ve eşraf-ı memleket cemm-i gafir", verdikleri ifade de: "hâlen bir aydan ziyadedir ki, Ağaçtanpiri nam şakî yediyüzden mütecaviz levend ve sekban ile Kayseri Kalesini muhasara edip kaleyi kapatıp şehrin suyunu kesip ve yeniçeri serdarı olan Rum Sinanoğlu Mahmud Beşe'yi cenkte katledüp ve nice yüz müslüman şehit edüp envai fesad edüp, merhum Serdar Ferhat Paşa Kayseriye kalesinde emanet vazettiği topların bâzısını kalenin cenge kaabil olan yerlerine ve dahil-i surdan Karakuleye ve Mirliva ve Güherçile Kulesi'ne nakledip leyl-ü nehar cenge ikdam-ı tam olmak gerektir deyû ittifak ettiklerin ve ittifak ile zikrolunan kulelere toplar konulduğu bilfiil kale-i mezbure dizdarı olan kıdvet'ül-ümerâ Sâdi Bey" tarafından açıklanmış ve durumun deftere geçirilmesi istenmiştir 54. Kayseri'ye yakın Hisarcık ve Enderek köylerinden toplanıp, başlarına geleni arz için kadıya çıkan köylüler de şöyle yakındılar: "İş bu bin onaltı senesinde vaki olan mah-ı rebiulevvelde (1607 Temmuzunda), Zülfükar Paşa ve Ömer Paşa 55 ve Macar nam reis'üz-zaleme onbine karip eşkiyâ ile Kayseriye'yi ve etrafında olan kariyeleri muhasara edüp, nice bigünah müslümanları kati ve nice mazlumları hapsetmekle malını ahzedüp emvâl ve erzakımızı nehb ve garet ettiklerinden gayri, halâ darül-harp misâli cümle mamelekimizi yağma ve talan ettiklerinden mâdâ ehl-ü iyalimize dest-i tetavülü dirâz ettikleri ecilden sabra mecâl olmayup bikadr'il-imkân müdâfaa makamında olduğumuzda hikmet-i ilâhiye Cemşit nam Şakî ile Ağaçtanpirinin taifesinden ayrılup, Zülfükar Paşaya 56 tabi olmak içun gelen taifeden bir nice şaki kariyelerimize gelüp alelgafle bizi basup zikrolunan eşkiya dahi bakî kalan sığırlarımızı sürüp, rastgeldüği fıkarayı tutup hapsetmek üzere iken biz dahi müslümanlardan istimdat ve istiâne eyleyüp mezburları ahsen veçile defedelim der iken kendileri kıtale mübaşeret eyledikleri 54 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş. Sc. Nr safer 1016 (16 haziran 1606) def terleme. 55 Burada adı geçenler, paşa ünvanım ve beylerbeyliği rütbesini usulünce kazamp ta sonra isyan etmiş kişiler olmayıp, Celâli şefliğinde ün saldıktan sonra, isyandan vaz geçmeleri için bu mansıp ve ünvan kendilerine devletçe verilmiş olanlardan ikisidir. 56 Aynı 14.Nr.li Defterdeki, 6 rebiulevvel VII.1607 tarihli bir öküz dâvâsında, "geçen sene zülfikâr Paşa geldiğinde zâyi oldu", sözü geçtiğine göre, bu namlı Celâlî'nin Kayseri Sancağını bir de 1606 da yağmaladığı anlaşdmış oluyor.
25 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 25 ecilden, muharebe ve mukatele üzere iken, İsmail nam şaki birkaç lıizmetkârlarıyle maktul olup şer ve şurlarından" fukara halkın kurtulmuş olduğunu, fakat bu kere de, ölenin kardeşi Yusufun, köylülerden biraderinin kanını dâvâ ederek, kendilerini tazyik ettiğini söyledikten sonra, olayın tıpkı anlattıkları gibi geçtiğine kalabalık şahitler gösterdiler. Kadı, "bu makule eşkiyanın demi heder" olduğu hakkında, "evamir-i şerife bulunmağla", eşkiyanın katlinden köylülere hiç bir sorumluluk düşmüyeceğine karar verdi 57. Yukarıda verdiğimiz "bilgilerle belirdiği üzere, celâlî kitlelerinin, ayrı ayrı, biri diğerinin peşinden, birer korkunç kasırga gibi gelip geçtikleri Kayseri ve yöresini bunlardan kurtarmakta, hükümet, eme yarar hemen hiç bir şey yapamadı. Yalnız Ağaçtanpiri, her halde 1606 mayıs veya haziranında olacak, o çevre türkmenlerince büyük bir bozguna uğratılmış ve başındaki eşkiyâsı şuraya buraya dağılmıştı 58. Fakat, o zaman Türkiyesinde, hele köylünün de yerinden oynamasının eklenmesiyle, kendilerini soyguna sürecek bir başbuğ arayan o kadar çok çiftbozan=levend=sekban vardı ki, kendini türkmenlerin eline düşmekten kurtarmış olan, bu, sanı herkesçe belli celâlîbaşı, en kısa zamanda gene büyük bir kalabalık topluyarak, baskınlarına devam etti. Bundan başka, Kayseri zindanından kaçanların yardımı ile zamantı Kalesini ele geçirmiş olduğunu yukarıda anlatmış bulunduğumuz Celâlibaşı Aligazioğlu da 59, bu yıl, yâni 1607 de, hükümetten verilen emir gereğince kaleyi sarıp, kışın bastırması üzerine tahta surları ateşe veren Kayseri Sancakbeyi Esseyyid Mahmud'dan "âmân dilemek" zorunda kalmıştı Ankara Etnografya Müzesi, aynı defter 16 rebiulevvel 1016 (11 temmuz 1607) tarihli hüccet yazısı. 58 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc.Nr.14,15 rebiulevvel 1015 (20. VIII. 1606) tarihli kayıttan, Kayseri Beyinin "kendi zeameti olan" Sultan Hanı'ndan Kenan Bin Cumâ adadlı birini yakalayıp, Ağaçtanpiri'nm adamı diye mahkemeye getirdiğini, Kenan'in, "türkmen, Ağaçtanpiriyi bozana kadar onunla bile gezdiğini" itiraf ettiğini öğreniyoruz. 59 Bu Celâlinin adı bazı yerde Aligazi, bazı yerdede Aligazioğlu diye geçiyor. 60 Kışın şiddeti karşısında, kalenin tahta kısımlarını yakarak geri dönen Mehmed Beye asîler teslim olmak istediklerini bildirmişler, bunun üzerine, Sancak Beyinin kaleyi teslim almıya giden adamları, içerde Tasladıkları eşyanın da defterini yapmışlardı; bunlar içinde dikkati çekenler: kapu ağzında 2 adet balyemeztop, 2 aded havai top, 2 aded. şahî top, 5 aded pırangı top, 9 aded bir nevi pırangı top, 21 aded şakalon, 3000 aded siham, 10 çift araba tekerlekleri, 50 kadar araba urganları; kaleyi teslim alan Mehmed Ağa, "kale içinde olan evlerde" eski tul-
26 26 MUSTAFA AKDAĞ Daha bir yıl sonra da, Aligazioğlunun sözü gene edildiğine göre, yukarıda söylediğimiz âmânı dilemesine rağmen, her nasıl ise, Mahmud Beyden canını kurtarmış bulunuyordu Mayıs 1608 (23 Muharrem 1017) tarihli bir mahkeme kaydında, Kayserinin Sarıoğlan köyünden olduğu açıklanan Aligazioğlu, Küçük Yusuf adındaki azılı bir adamına da Kayseri ile Boğazlıyan arasındaki Kurşunlubel'i kestirmiş, oraları soyduruyordu. Bu olayların incelenmesinden, gene bu çevrede, "Topal Hasan" adında bir ünlü eşkiyabaşını öğrenmiş oluyoruz. Bu söylediğimiz tarihli başka bir defter kaydında da, Aligazioğlunun, bir ara, Kayseriye girmiş olduğunu, onun, Topal Hasan'a, Sipahi Yusuf ve yukarıki Küçük Yusuf ile yolladığı haberden öğreniyoruz. O, ikisi de Altı-Bölük azması olan iki Yusufların ağzı ile Topal Hasan'a: "Biz şehrin içine dahil olduk. Siz dahi gelüp, isterseniz bey olun ve isterseniz ben size tâbi olayım; gelesiz deyüp", işte bu arada, Aligazioğlu katlolunmuş, adamları, sağda solda soygun ile uğraşırken, bunlardan, "Çokgöz" denen köprü yanında yakalanan biri, kadı önünde yukarıdaki bilgiyi vermişti 62. Konya (Karaman) Vilâyeti sancaklarındaki celâli olayları da daha az yıkıcı olmamakla beraber, doğrusu, bu çevrelerin durumu hakkında söyleyecek çok şeyimiz yoktur. Şu kadarı biliniyor ki, Konya yöresinde, özellikle Silifke taraflarında olup geçenlere dayanamıyan hükümet, Karaman Beylerbeyi Mahmud Paşayı, Konya Celâlîleri üzerine yürümüye memur etmiş, hattâ, Kayseri, Niğde, Aksaray, Beyşehri ve Kırşehir sancakbeylerini de ona koşmuş idi 63. Bu sıralarda, yâni 1604 ve 1605 yıllarında, Niğde ve Kırşehir sancaklarında, kişilik bir kuvvetle Hazır adlı birisinin dolaştığı ve kendisi öldürülünce, yerine geçen kethüdâsı Bıyık Ali'ninde aynı Celâli gurupunu Kuyucu Muradın Anadoluda celâli üzerine açtığı segalar ve kolçakların "perakende yattığını", bunlar 100 den fazla olup, harap vaziyette bulunduğunu, kullanılmaları için iyi bir üstadın elinden geçmeleri gerektiğini, kalenin ise yarar eşyasını Celâli ve eşkiyâların alıp gittiklerini söylüyor. Bak., Kayseri Ş.Sc. Aynı defter, 5 Cemaziyulalıir 1016 ( ) tarihli kayıt yazısı. 61 Aynı defterdeki, 29 Rebiulevvel 1017 (14 VII. 1608) tarihli kayıt, 62 Kayseri yöresindeki bütün şu olaylar için yukarıda adını verdiğimiz 14 Nr. İl sicilin kayıtlarını incelemek daha ayrıntılı bilgi verecektir. 63 Kayseri Ş.Sc. aym yer: evâsıt-ı şaban 1016 tarihli hüküm sureti: Kayseriye geliş ve sicile kayıt tarihi 26 Ramazan 1016.
27 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 27 fer yılına kadar idare ettiği, ve bu sırada, onun da işinin bitirildiği anlaşılıyor 64. Celâlî guruplarının kendilerine, koşuşturma alanı olarak seçmiş gibi, az çok sürekli kaldıkları çevrelerden biri de, büyük karışıklıkların olup geçtiği başka bir geniş bölge, Çorumdan ötede başlayıp, Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan asıl merkezini Yeşilırmak yöresinin teşkil ettiği Amasya-Tokat-Şarkikarahisar çizgisi etrafı idi. Buralarda, ve 1606 yıllarının acıklı hayâtını, toplumun dirlik ve düzenliğinde meydana gelen yıkıntıyı göstermek üzere, Şarkikarahisar, Keşap ve Giresun kazalarından biriken kalabalık bir halk kitlesinin şikâyeti üzerine, Kadı, müderris ve öteki ileri gelenlerce düzenlenip pâdişaha yollanmış olduğu kaydolunan uzun bir "mahzar"da anlatılanları buraya kısaca geçireceğiz. Pâdişah'a, 2 Mart 1606 (23 şevval 1014) tarihinde, arzolunduğu görülen, sözünü ettiğimiz mahzar'a göre, "Karalıisarişarkî Sancağına tâbî Ordubayramlı kazasında zuhur eyleyen Hacı Şamlı ve tevabii eşkiyası binden mütecaviz levendât ve sekban eşkiyası cemolup sipahi namında Karahızır nam mütevelli ve ismail Çavuşoğlu Mehmed Çavuş ile yekdil ve yekcihet olup celâlî-i mezbur ile vilâyetimize envâı teaddîsi zuhur edüp bu sene mezkûr Hacı Şamlı ve tevabii eşkiyası hadden birûn ehali-i vilâyeti garet ve hasaret evleyip nice müslümanların ve ocak sahibi kimselerin evlerin basup ehl-ü iyalin çeküp emred oğulların yanında olan levendatma verüp ve âyende ve revendeden ve seferli askerden nice kimseleri katledüp emval ve erzakın ahz ve kabz eyleyüp yine kaza-i mezburede sâkin olup hâlâ müsellim-i vilâyet olan Dergâh-ı Âli silahdarlarmdan Abacızade Ali Bey kullarının bir zaim oğluyla bir avretin ve yedi nefer hizmetkarlarıyle evin basup katledip on yük akçelik emvâl ve erzakın ahz ve kabzeyledüğünden gayrı vilâyet-i mezbureye tâbi Kırık Nahiyesinde sâkin Dergâh-ı Âli sipahilerinden diğer Ali Bey kullarını altı nefer âdemisiyle katledüp mal ve esbabın kabzeyleyüp ve Dergâh-ı Âli yeniçerilerinden Trabzonlu üç nefer yeniçeriyi dahi katleyleyüp malların ve esvapların yağma ve talan etmişlerdir", dendikten sonra, sözü geçen vilâyetteki kazaların 64 İstanbul Başbakanlık Arşivi, 1016 yılına âit numarasız mühimme defteri, S. 46 (Bu olay ile ilgili hiikümün sûretindeki izahtan anlıyoruz ki, Hazır'ın kethüdası Bıyıklı Alinin katline, kardeşi olan kişi, Yakup adlı kadı'nm teşviki ile işlenmiş bir cinayet rengi verdirerek, adı geçen kadıyı Niğde Kalesine hapsettirmiş. Yazılan hükümde, hümâyûna" (yâni, Kuyucu Murat Paşa huzuruna) yollanmaları emrediliyor. kadı'nın ve dâvâcıların "orduy-ı
28 28 MUSTAFA AKDAĞ her birinden "biner kuruş salgun", her haneden üçer kile arpa ve ikişer kile buğday, bir batman yağ ve bir batman bal, beş okka pirinç ve beşer tavuk alıp anbarladıkları, kadıların, Şark ordusu serdarı emri ile topladıkları "sürsat akçesi"ni memurdan zorla aldıkları, tekrar her hâneye altışar kuruş salma saldıkları ifade olunuyordu 65. "Hacı Şamlu"nun o çevrede yarattığı dehşet, kalesiz, yani açık ta olan köylerden pek çoklarını, kaçıp, kalesi olan kasaba ve şehirlere sığınmaya zorladı. O kadar ki, zorbaların, nâmus ve İrzlara dahi en ufak saygı göstermeden elatmaları karşısında, kaçanlar, ancak "elıl-ü iyalların alup", mal ve erzaklarını ortada bırakmışlardı. Âsiler, halkın, sığınmalarına çok yarayışlı olduğu için doldukları Gireson Kalesini kuşatarak içeri girmeye çalıştılar. Kuşatılmanın devam ettiği yimri gün süresince, ele geçirdikleri kimseyi öldürmekten çekinmediler. Bu durumda, canlarını kurtarmak için başka yapacakları kalmıyan ehali "umumen nefir-i âm" ederek 66, Karahisarişarki Sancağının eski "mutasarrıfı" Giresunlu Seyyid Mehmed Paşayı 67 başlarına geçirerek, "Hacı Şamlu eşkiyası" nın üzerine yürüdüler. Asîler, teslim olmaları için, üç defa tekrarlanan dâveti geri savmaları üzerine, kanlı bir cenkleşme oldu. Hacı Şamlu'nun kendisi, zorbabaşılarının namlılarından Kazdağlı, Köse Osman, Dilsüz, Simitlü Bölükbaşı, ele geçerek, başları kesildiğinden başka, Celâlî sekban ve levendlerinden iki yüze yakın kişi öldürüldü. Gerileri, kaçip, Karahızır Mütevvelli ve Mehmed Çavuş adındaki iki zorbabaşının etrafında toplanmayı başardılar. Bu durumda, ehâli, adı geçen eşkiyânın, yada onlar gibi ötekilerinin yeni baskınlara kalkmamaları için vilâyeti korumakta dirayeti bilinen Seyyid Mehmed Paşayı Karahisarişarki'ye gene bey tayin etmeyi rica ediyorlar idi ki, hükümet bu isteğe olumlu vecap vermek zorunda kaldı Adı geçen mahzar, İstanbul Başbakanlık Arşivi, Ali Emirî Tasnifi, Ahmed I.,Nr.l67 olarak mevcuttur. 66 Nefir-i Âm: yediden yetmişe kadar eli silah tutan herkesin toplamp, cenge katılması demektir ki, buna genel olarak son kurtuluş çaresi diye bakılır. 67 Es-Seyyid lâkabının da gösterdiği üzere, bu kişi, müslüman oğlu müslüman olması dolayısiyle, kadrosu yalnız köle-devşirmelerle doldurulan Enderun mektebinden çıkma olamıyacağı halde, beylerbeyi rütbesini kazanmıştır, ve bu örnek biricik te değildi. Görülüyor ki, ümerânın Enderundan çıkma olması gerektiği şeklindeki gelenek, resmen değilse bile, işlemce bozulmuş bulunuyordu. Tanınmış Celâli reislerini isyandan vaz geçirmek, veyâ yerlilerinden ileri gelen birini oraya vâli (sancakbeyi ya da beylerbeyi) yapmak, istenen düzeni sağlar ümidini verdiği için, gelenek böyle bir zor altında bozulmuştu. 68 Not 65'da sözü geçen mahzara bakınız.
29 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 29 Buraya kadar, imkân ölçüsünde ayrı bölgelerden seçerek verdiğimiz olaylar türündeki örneklerin gösterdikleri üzere, Anadolu Türkiyesinin bütün bir yüzeyinde, büyük çoğunluğu vilâyetlerdeki veya Başşehirdeki Altı-Bölük halkından azma kişiler, sancakbeylerinin veya eyâlet paşalarının kapu ağalıklarını (kethüdâlık, başbölükbaşılık, bölükbaşılık, kaymakamlık, müsellimlik, müteselliııılik 69 gibi hizmetlerini) ve Dergâh-ı Âlî çavuşluklarını ele geçirdikten sonra, hizmetine girdikleri beylerin ve paşaların kapuları halkına (sekban bölüklerine) kumanda eder durum kazanmakta, ondan sonra, ya efendilerinin azledilmesi ile, veya başında bulundukları vilâyette, özellikle zengin kişileri soyma niyeti yüzünden onlarla adâvete girince, ya da başka sebeplerden dolayı, çoğuncası beylerinin gizli veya açık arkalamasına da dayanarak, asıp kesme hayâtına atılmakta idiler. Bunları böyle bir davranışa sevkeden sebep, kendilerinin bir bey'in kapusunda ağa olmaları, yahut, Altı-Bölük halkından bulunmaları değil de, celâli başbuğluğunun insanı çabucak anlı-şanlı bir adam derecesine ulaştıran başlıca yol olduğu hakkındaki kanı idi. Çünkü, köy sosyal-iktisadî bünyesinin bol bol kustuğu çiftbozan levendleri başına toplayup, ortada hiç kimsenin diş geçiremediği, hattâ, devletin bile gücü yetmiyen bir kabadayı olmak kişiye büyük bir nam kazandırıyordu. Karayazıcıyı bir türlü dize getiremiyen hükümetin, saray kulları arasından, "çıkma" yolu ile sancakbeyi tayin etme usulünü bir kenara iterek, bu ilk büyük celâlî şefine sancakbeyliği vermesi, ondan sonraki celâlî başbuğlarına bu kapıyı ardına kadar açtığından, Istanbuldaki Altı-Bölük halkından olanların, her hangi bir şekilde Anadoluya geçerek, bu yolu tutmaları, kendilerini, Başşehirde kalıp "çıkma" yolundan mansıp bekliyen arkadaşlarından daha çabuk yükseltiyordu. Hele Şehzâde Bayezid isyanından sonra, vilâyet ve sancaklarda, ve özellikle büyük eyalet kalelerinde, yeniçeri bölükleri yanında altı-bölük düzeni de kurulduktan sonra, çoğuncası sipah ve silahtar bölükleri kadrolarına Anadolunun Türk halkından pek çok kimsenin alınmış bulunması dolayısıyle, bu şekilde olanlar zaten "çıkma" kanunundan faydalanamıyacakları için, celâlî olma sû- 69 Bir sancağı veya eyâleti oranın beyi adına idare eden raüsellim ile, mütesellimi 1 ir birine karıştırmamak; Bey kendisine verilen vilâyetin başına kendi gidemediği zaman, yerine vekil olarak yolladığı kapı ağasına müsellim denir. Mütesellim ise, vilâyeti, beyin yerine, kendisi idare etmeyi üzerine alıp, elde ettiği vergi bâsdatmı muntazaman beye yollayan bir çeşit mültzim durumdaki kimse idi. XVII. ve XVIII. yüz yıllarda, çok vilâyet ve sancakların mütesellimlerce idare olunduğunu göreceğiz.
30 30 MUSTAFA AKDA retiyle, devletten zorla sancakbeyliği, hattâ daha cerbezeli olma hâlinde beylerbeyliği alabilme tekyol idi. Hele bir de, halk ağzından, eşkiyalığı öven, tanınmış celâlî başbuğları adına türküler, destanlar düzen bir ortamın, bunları, köy odalarında halk âşıklarına yanık havalarla söyletip dinlettiğini düşünelim. Şu halde, zaten çiftbozan olarak köyünden ayrılıp, herhangi bir yerde bulacağı bir levend topluluğuna katılması kendisinin kaderi sayılan köy delikanlısı, yıllarca dinlediği bu yanık eşkiyalık türkülerinin etkisi ile "bir büyük eşkiyabaşı" olmayı hayatının en büyük başarısı ve yiğitliğinin el-aleme isbatı sanan bir ruh yaşantının esiri gibiydi. İşte, Büyük Kaçgun devrinde, başlarına binlerce levend ve sekban toplayıp gezen yüzlerce zorba, zorbabaşı, celâlîbaşı gibi türlü adların takıldığı kişilerin ölümle her an koyun koyuna yaşamalarına rağmen, devlet, yedisinin boynunu vursa, yerlerine yetmişinin türemesinin nedenlerini anlatan durumdur bu. 4 - Hükümet Kuvvetlerinin Başarısızlığı Karşısında Celâli Başbuğları ile Anlaşma Kapısının Açılması 1602 sonlarında Afyonkarahisarına kışlağa çekilen tanınmış celâlî başbuğu Deli Hasanın, 1603'ün Şubatından itibaren, hükümetle anlaşmak üzere teklif yaptığını, bunun İstanbul'ca çok iyi karşılandığını, Deli Hasanın kendisi Bosna Beylerbeyi, yedi arkadaşının, vilâyetleri Rumeli de olmak üzere, sancakbeyi olduklarını, isyancı başbuğun 400 kadar bölükbaşısının da Altı-Bölüğe geçtiklerini, bunu çok önemli bir başarı saydığı anlaşılan hükümet'in bütün celâlîler için genel bir af çıkararak, Anadoluyu barışa kavuşturmayı umduğunu geniş olarak anlatmıştık 70. Daha Kanunî, hiç olmazsa saltanatının son yıllarına doğru, köyünden sıyrılıp şehirlere akan "çiftbozan"ların devlet güveni için büyük bir iç tehlike teşkil ettiklerine değinmişti; bunu kendi Şehzadesi Beyazidin isyanı dolayısiyle söz konusu etmiş oluyordu 71. O, ölümünden önce yayınlamış olduğu "Adalet Fermanında" da, reyanın, hükümet adamları, ya da vilâyet halkından "kudretlü" olan kimselerce zorla soyulduklarını sayıp dökerek, huzursuzluğun idarî kötülükten ileri 70 Geniş bilgi için bak., Celâlî İsyanları, adlı eserimiz, S.241 ve devamı 71 Bak. Selaniki Tarihi, S. 75
31 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 31 gelmekte bulunduğunun farkında olduğunu ispat etmişti 72. Şu bir gerçektir ki, III. Murad, Anadolu karışıklıklarına, halkın, özellikle köylülerin, hükümet memurlarından gördükleri zulüm ve haksızlıkların sebep olduğunu anlamakta büyük babasından çok daha ileri görüşlü çıktı. Bununla beraber, Celâlîliği, toplumdaki dirlik ve derneşim düzeninin bozulmuş bulunmasının yarattığını anlamakveya anlamamak özünlerinin, 1603 den önceki gibi, soraki yıllarda da olayların gidişetinde hiç bir etkisi olmuyacaktı ve olmamıştı da. Çünkü, III. Mehmed veya I. Ahmed Türkiyesinin ne iktisadî yapısı, ne de askerî ve siyasî çarkları, köy derneşiminin dışarı verdiği yüzbinlerce çifbozanı (levendâtı), öyle kolay kolay kendi bünyelerinde eritecek güce hiç de sahip değillerdi. Şu halde, Deli Hasan'ın ve arkadaşlarının kendilerini hoşnut edecek birer göreve verilmeleri, karışıklığı yatıştırma yönünden ne kadar kısa süreli olursa olsun, aynı siyasetin, bir sonuç vermiyeceği biline biline, uygulanmasına devam olundu 73. Bir taraftan seferler ile eli-kolu bağlı olduğu, diğer taraftan, celâli levendat ve sekbanlar ile, vilâyetlerin valisi olan beylerin kapularındaki sekban ve levendler, aynı sosyal-ekonomik oluşumdan doğma, ve bir yandan o bir yana, durmadan taraf değiştiren, eş-dost ve sarmaş dolaş kişiler bulundukları için, emri altında bir sürü başbölükbaşı ve bölükbaşıların, onların da elleri altında binlerce levendlerin toplandığı asî bölükler bulunan ünlü bir celâlî şefini ortadan kaldırmanın imkânsız gibi bir şey olduğunu, "koca" serdar paşa'ların kaç defa bozguna uğramış, hattâ devletin ulûfe ile tuttuğu sekbanların celâlî sekban arkadaşları safına geçerek serdarı yalnız ve mahcup bıraktıklarının çok gökilmesi ile iyice anlıyan hükümet, gücünün yetemiyeceği dereceye gelmiş bir celâlî şefini, sancakbeyliği'ne ve daha direnirse beylerbeyliğine verme yolu ile isyandan vaz geçirmeyi huy edinmiş olarak gözükmektedir. Ayrıca, her celâlîbaşını, imkânı varsa, kendi memleketi olan veya onu iyi tanıyan sancağa vermekle, öyle sanıyoruz ki, lıükûmet böyle bir çevredeki diğer celâlî veya zorbaları eski bir celâlî, ve yeni durumu ile, onlardan iyi anlıyan bir sancak veya beylerbeyi sâyesinde öteki a- sîleri itaate alma usûlünü Anadolu düzeni için faydalı görmüş olmalı idi Bak., Celâlî isyanları adlı eserimiz, S Vesika: 1 73 Hükümetin, bunu, sonuçsuz, fakat, başka yapdacak şey olmadığı için bilerek uyguladığım, Nuh Paşa'nın "Deli Hasan'a beylerbeylik veriniz ama, sonra bir Deli Hasan bin olur" yollu sözlerinden anlıyoruz Sıralarından itibaren, hem bir asîyi susturmak, hem de öteki asîleri, içlerinden en azılısı eliyle ortadan kaldırmak için pratik bir çare olarak uygulanan bu türlü bey tayini
32 32 MUSTAFA AKDAĞ Elde bulunan birçok örneklerine bakarak, bir celâli başbuğunun sancak veya beylerbeyliğine tayininde uygulanan şekli burada belirtebelirtebiliriz. Bu gibilerinin, çoğuzaman kendi memleketlerine veya tanındıkları çevreye bey verildiklerine âit burada kaydedeceğimiz örnekler az değildir: Karayazıcı, kendi çevresi olduğu sanılan Amasya ve sonra Çoruma; Kalenderoğlu Mehmed, memleketi olan Ankaraya; Neslioğlu, Hamid'e (İspartaya); Kınalıoğlu, Afyonkarahisarı'na; Erzâde, Kırşehir'e; Yularkastı, Kastamonuya... Beylerbeyliği tevcihinde, aksine, asîyi uzak bir eyâlete yollamanın daha uygun olduğu düşünülmüş olacak ki, Deli Hasan Bosna'ya; Tavil Mehmed 75 Şehrizol'a, Karakaş Ahmed Cıldır'a, beylerbeyi yollanmış idiler. Yalnız Yıldızlı ibrahim, Rum'a (yâni Sivas) verilmiş olarak görülmektedir 16. Celâlî başbuğları, bu şekilde, sancakbeyi olarak kendi memleketlerine, beylerbeyi olarak ta uzaklara verilirken, bunların başbölükbaşıları, bölükbaşıları ve öteki gözde adamları da başbuğ yanındaki itibarlarına göre, ya sancakbeyi oluyorlar veya Altı-Bölükten birine (özellikle Sipah ve Silahtar bölüklerine) yazılıyorlar, bu suretle, ulûfeye, aynı zamanda, yükselme yolu açık bir göreve kavuşmuş oluyorlardı. Bir örnek olarak: Celâlîlerin en güçlülerinden biri olan Tevil Mehmed Paşa'ya 77, Kütahya önlerinde Şehrizol Beylerbeyliği beratı yollanması üzerine, adı geçen eşkiyâbaşının, "kendünün akrabasından olan sekiz nefer'e, ihtidadan beşer akçe ile bölük inâyet buyurulmak ve Âsitane-i yolu, tam 100 yıl sonra, yâni 1703 den itibaren, III. Ahmed'in bir fermanı yayınlanarak, "uzun seferlerde rical yok olmağla, kaht-ı ümerâ" zorunluğu altında, "yerlülerden kudretlü olan" biriui o sancağa bey yapmak devletin kanunu olacak, ve, enderun mektebinden "çıkma" denen kaide resmen bozulmuş olacaktır. 75 Tavil Mehmed Paşa'ya beylerbeyliği, kendisi Kütahya'yı kuşatarak, "60 bin filoıi ve dokuz tavile at talep eyleyüp şöyle ki verilmeye evleri ihrak ve bağ ve bahçeleri kat' ve kaleyi yere beraber edüp içinde olanların katleylerüm deyu" tahdid'de bulunduğu sırada ulaştırılmış ve şehir belki de büyük bir faciadan kurtulmuş idi. Müjdeyi getirenler, Kapucubaşı Mustafa Ağa ile Tavil Mehmed'in kendi adamı Koska Muslusu denen kişi idi: Başbakanlık Arşiv, Ali Emîri Tasnifi, Ahmed I.Nr.68 (7-Mart Şevvâl 1014 tarihli arz) yazında Kayseriyi kuşatan Celâlîlerin başındaki Ömer ve Zülfikar Paşa'lar da Celâlîlikten türeme beylerbeyleri idiler. Fakat hangi vilâyete verildikleri bilinmiyor. 77 Nasuh Paşa'yı Bolvadin Köprüsünde bozguna uğratan "Tavil Halil" adlı celâlîbaşı, Şehrizol Beylerbeyliğini alan bu bahsettiğimiz "Tavil Mehmed Paşa" ile kardeş olsa gerek: Hammer, C.8.S.55 ve
33 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 33 Saadet'te istihdam olunmak ricası" Sadrâzam'ca pâdişah'a arzolunmuş, "telhis", isyancıbaşı'nın teklifindekinden daha yüksek ulûfeler ile onaylanıp, sözü geçen 8 kişi "Cebeci ocağından Nakkaş Bölüğü"ne kayıd ve kendilerine "bevvaplık" görevleri verilmiş idi 78. İsyandan vazgeçmesi karşılığında, kendisine de Çıldır Beylerbeyliğinin verildiğini yukarıda söylediğimiz Karakaş Ahmed Paşa, kısa bir süre sonra oradan alınarak, Malatya Sancağına, "bervech-i arpalık mutasarruf ola" kaydıyle, verildiği sırada 79, İran seferinde birlikte bulundukları Tavil Mehmed, gerisin geri isyan edip, Diyarbakır'a tâbi Harput Kalesini kuşatmış, bu kere, Karakaş, hükûmet'i tutarak, bu celâlî arkadaşiyle harbe tutuşmuş ve Harputu kurtarmış idi. Celâlîliği bırakmasına karşı, o zaman Çıldır Eyâletini kazanmış olan bu kişi, Tavil'i bozguna uğratması üzerine, bu seferki mükâfatını daha büyük çapta istedi: Karakaş Paşa, arzında, Deli Ferhat Paşa'dan aldığı dâvet üzerine, İran seferine hareketinden altı konak sonra, Padişahtan, baharda sefere kendisi çıkacağı dolayısiyle Vezir Mehmed Paşa ile o yön sınırını,b Bu işleme ait vesika: Ali Emirî Tasnifi, Ahmed I., Karton 2, Nr.482. "Şehrizol Beylerbeyliği verilen Tavil Mehmed Paşa kullarının arzıdır: Yedişer akçe ile (kendi arzı) Kendinin akrabasından olan sekiz nefere ihtidadan beşer akçe ile bölük ineyet buyurulmak rica eder. Sekiz nefer iptidadan beşer akçe ile bölük yerüle deyu' (Sadrazamın arzı) Mustafa (bin) Süleyman cebeci yevm: 8.5 bevvaplık; K.nakkaş (nakkaş bölüğü) Ahmet (bin) Mustafa bevvaplık Rizvan b. Mustafa b. Hüseyin b. Ali b. Eyyup b. Abdullah Ahmed Ahmed Abdullah Sinan bevvaplık bevvaplık bevvaplık bevvaphk bevvaplık Mehmed b. bevvaplık Bâlâda mestur olan kulları bu bendelerinin karib akrabalarından olup yarar ve nâmlar, umûrdîde ve kâr-azmude, mahall-i merhamet ve Iâyık-ı sezavâr-ı inayet kulları olmağın avâtıf-ı aliyye-i husrevânîden zümreyân-ı mezburâna ilhak olunup Âsitâne-i Saadet'te istihdam olunmak ricasiyle Der-i Devletnisâba arzolundu; Baki ferman Dergâh'ı Mâdelet Âlempenahındır. Bende-i Mehmet Mîrimirân-ı Şehrizol-ı hâlâ 79 - Beylerbeyi rütbesine erişmiş olan bir kimseyi, açık eyâlet bulunmaması yüzünden sancağa verince, bu dirliğine "arpalık" ve kendisine, sancakbeyi değil, "mutasarrıf" deniyordu. F. 3
34 34 MUSTAFA AKDAĞ bekliyerekten, hazırlıklarını da geliştirmesi için ferman aldığını, bu sırada "Şehruzol Beylerbeyi iken isyan eden" Tavil Paşanın, on bin miktarı celâlî levend ile Harput üzerine müstevli olup etraf ve eknaf emvâl ve erzakların nehb ve garet eylediğinden gayri ilırak-ı bin'nâr" etmekte olduğunu bildiren "feryatcılar" gelmesi üzerine, sözü geçen kalenin yardımına koştuğunu, o yakınlarda olan "ekrad beylerini" hükümeti desteklemiye çağırdığında, olumlu davranmaları şöyle dursun, "mel'ûn-ı ebedî ve mağbûn-ı sermedî'ye her biri harçlık ve zahire" yolladıklarını, böyle olduğu halde, günlük "cenk ve cidâl ve harb-i kıtal" yapılarak, celâlîlerin 200 adamları ve "nâmdarlarından Gemici Bölükbaşı ve Kulu ve Cafer"in kılıçtan geçirildiklerini, Harput Kalesinden bu şekilde bozularak kaçan 7-8 yüz eşkiya sekbanın, bu sefer de Malatya'ya saldırıp, kale kapısını ele geçirmeleri üzerine, müsellim, halk ile birlikte, bir yandan karşı korken, öteyandan kendisine haber ulaştırdıklarını, hemen Harput'tan acele Malatya'ya koştuğunu, yapılan çarpışmada Tavil Melımedin "zorbabaşıları olan Kör Mehmed ve Küçük Sinan ve Sarı Mehmed ve neferlerini toprağa düşürüp" eşkiyâyı buradan da kovduğunu belirttikten sonra, şu hizmetine karşılık, Rakka Beylerbeyliğinin kendisine, üzerinde bulunan Malatya Sancağının da, "kayd-ı hayat şartı ile sulbî oğlu Bektaş'a sadaka olunmasını rica ediyordu 80. Enderuııdan, "çıkma" yolu ile, bey tayini geleneği, celâlîlerin zoru altında, bir defa bozulduktan sonra, kendini, devletin bile kolunu bükemiyeceği güce erişmiş gören bir celâlî başbuğunun, isyandan vaçgeçme karşılığında, hükümetten istediği "sadaka" bazan akıl ve hayalin sınırını aşacak kadar büyük oluyordu. Örneklerin, Nasulı Paşa kuvvetlerini 1605 ekiminde büyük bozguna uğratan "Celâlî Tavil Halil'e" Sadaret Kaymakamı Sofu Sinan Paşa, itaate yanaşırsa karşılığında kendisine beylerbeylik sağlanabileceğini bildiren bir mektup yollaması üzerine, sözü geçen isyancıbaşı, eğer Anadolu, Sivas ve Halep 80 - Başbakanlı Arşivi, Ali Emirî tasnifi, Ahmed I. Nr. 856 olarak elde bulunan bu"arz" vesikasının başına, usûl gereğince, Sadrazamın yazdığı telhiste: "mukaddema eşkiyadan olup beylerbeylik verilmekle üç seneden berü" Padişaha sadakat ile hizmet etmekte olan Karakaş Paşanın, tekrar celâlî olan Tavil Mehmed Paşayı "mecruh ettiği" de (Karakaş kendisi arzında söylemediği halde) eklenmiş; ayrıca, Karakaşm oğlunun üzerinde Samsat Sancağının bulunduğu, Malatyamn verilmesi hâlinde, adı geçen yerin de, "arpalık olarak", gene Bektaş'in üzerinde kalması teklifi, arzda olmadığı halde, sadrâzamca ilâve olunmuş. "Ol vilâyetin âyam arz ve mahzarlar ile" Karakaşm Tahvil'e karşı hizmetini de bildirmişler; Pâdişâh, kendi "hattı" ile, "verdim" kelimesini yazmış olduğuna göre, eski eşkiyâ Ahmed öııemli bir imtiyaza konmuşoluyor.
35 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 35 eyaletleri birleştirilerek bu geııiş yerlerin beylerbeyliği verilirse, teklife peki diyeceği cevabını vermiş, Sofu Melımed Paşada, uygun bularak, Tavil Haldin arzını Padişaha, "telhis" etmişti ki, hemen reddolundu 81. Eli kolu, iki taraflı sürüp giden seferlerle bağlı bulunduğunu söylediğimiz hükümet, celâlî başbuğlarının gönlünü görmekle, Anadoludaki olayların yatışacağını, toplum hayatının barışa kavuşacağını beklemenin boşuna umut olduğunu, daha ilk denemelerden itibaren anlamış olmalıdır. Ancak, bir çok celâlî başlarına isyanı bıraktırdığı, ya da böylelerini devletin yetkili kişileri kılarak, öteki celâlîleri, içlerinden "en zorbasının" gücü ile sindirdiği için, günü kurtarıcı faydaları olan bu usul, sekiz-onbin celâlî sekbanının başı olabilme başarısını göstermiş olanlara, sanki isyan yolundan gidilince bu işin sonunda "şanlarına lâyık bir mansıp" elde etmek var, gibi çekici bir başarı anlamına geliyordu. Şunu sözümüze hemen ekliyelim ki, isyancıbaşılıktan beylerbeyliğe veya sancakbeyliğine geçmek, celâlî başbuğlarının hayatlarını hiç bir şekilde değiştirmiyordu. Bu gibiler, sadece bir unvan kazanmakta, tutum ve davranışlarındaki "celâlî üzere" yaşantısının bütün nitelikleri en ufak bir kayba uğramadan sürüp gitmekteydi. Örnekleyin, 1607 temmuzunda Kayseri Sancağı üzerinde bir kasırga gibi esen ve şehri çembere alarak halka açlıktan kan kusturan on bin kişilik celâlî sekbanlarının başında bulunduklarını gördüğümüz Zülfükar ve Ömer Paşa'lar, ünvanlarmm gösterdiği üzere, birer beylerbeyliği almışlar, fakat, Celâlîlik hayâtını bırakmamışlardı 82. Aslında, usulünce yükselmiş öteki sancakbeyleri ile beylerbeylerinin de başlarındaki sekbanlarını, soygunla yaşatma yönünden, bunlardan hiç farkları yoktu 83. Bütün Beyler, ister "Enderundan çıkma" olsun, ister devletten zorla mansıp koparma yolu ile Celâlîlikten geçme bulunsunlar, kapularında toplanan levend ve sekbanların arzusuna bağlanmış birer esir gibi idiler. Sekban bölüklerinin suyunca gitmiyerek, onları istediği gibi idare etmiye yeltenen beylerden sırf bunun için hayatlarını kaybedenler az değildi. " - Bak., Hammer, Osmanlı Tarihi (M. Ata tercüması),c.8,s Ankara Etnoğrafya Müzesi, Kayseri Ş.SC.Nr.14,16 Rebiulevvel 1016 tarihli sicilyazısmda: "İşbu bin onaltı senesinde vâkî olan mah-i Rebiulevvel Zülfikar Paşa ve Ömer Paşa ve Macar nam Reis'uz-zaleme onbine karip eşkiyâ ile Kayseriyeyi muhasara edüp O zaman, halkın yolladıkları binlerce arzlarda filan veya falan beyin sekbanlarının, hattâ, beyin kendisinin soygunlarından yanıp yakınma ile, şu veya bu celâlî başının sekbanları, ya da kendince yapılan soygunlardan şikâyetler arasında hiçbir fark yoktu. Bunu çok iyi bilen hükümet, yolladığı fermanlarda, her vesile ile ümerâya, halkı soymaktan ve köylere "devriye bölükleri çıkarmaktan sakınmalarını hatırlatır dururdu.
36 36 MUSTAFA AKDAĞ Sözün kısası şudur ki, bütün XVI. yüzyıl süresince, önceki zamanlardakinden çok üstün ölçüde çiftbozan türemesi, Türkiyenin her yanında levend birikintilerinin doğmasına sebep olmuş, bunlar toplumun iktisâdi, siyasî ve sosyal hayatına yaptıkları yıkıcı etkilerle içdüzeni iyice karıştırmışlar, sözü geçen yüzyılın sonuna doğru, köy toplumunu bir fırtına korkunçluğu ile sarsarak çiftçinin büyük çoğunluğunu da yerinden oynattıktan sonra, saldırılarını şehirlere çevirmişlerdir. I. Ahmed devri Türkiyesinde, şehirlerin ve kasabaların kale duvarları dışında bulunanlar için, ya levend-sekban olmak, ya da onların başında, celâlîbaşı, beylerbeyi, sancakbeyi gibilerden biri bulunmak dışında bir yaşantı sözkonusu olamazdı. Celâli hareketinin Fetret ve Büyük Kaçgunluk devrinde, sanki, celâlî başbuğluğu, arıkovanının dışı, sancakbeyliği, beylerbeyliği gibi resmî görevler de içi sayılıyordu. Istiyen içerden çıkıp dışarda yeliştiriyor, sonra gene isterse geri girip, içerde çırpınıyordu. İşte, celâlî başbuğlarının veya resmî görevli beylerin halleri böyleydi. 5 - Büyük Kaçgunluk Devrinde Dirlik ve Düzenlik a) Celâli baskınları önilnde köyler halkının kaçması: Bundan önce, Türkiyenin dirlik ve düzenliği konusunda yaptığımız araştırmalarda gösterdiğimiz üzere, özellikle Anadolu, pek çok kişilerin çiftlerini bozarak, ya da, bir evdeki iş, baba ve oğulları oyalamıya yetmediği için, kader bunlardan bir ikisinin önüne "garip yiğitler" dünyasına katılmayı zorunlu kılmakla, köyü bırakıp, kendilerini geçindirecek bir ekmek kapısı aramaya gitmelerinin, Türk toplumunda varlığı çok eskilere kadar çıkan bir tarihî yaşantı olduğunu biliyoruz 84. Osmanlı İmparatorluğunun canlı gelişmeler içinde ömür sürdüğü XIV. ve XV. yüz yıllarda, köyden çıkan "garip yiğitleri" devletin harp makinesi yeni zaptolunan geniş topraklara doğru kolayca akıtmış, bunlardan bir çoğunu da bey, paşa ve vezirlerin kapularındaki sekban bölüklerinin kadroları yutmuştur. Fakat, XVI. yüzyılın başlarından itibaren, çiftbozan ve garip yiğitler (sekban ve levend adları ile), top Köy sosyal-ekoııomik yapısının yüzyıllardır dışarı verdiği bu kitlenin toplum ve devlet bünyesinde ne gibi etki ve olaylar yarattığını, 1453 den öncesi için "Türkiye'nin İktisadî ve İçtimâi tarihi C.I" adlı eserimizde anlatmış bulunuyoruz den 1559'a kadar olan süredeki aynı türden olayları da sözü geçen eserin bu yakında yayınlamak üzere bulunduğumuz II. Cildinde bulacaksınız.
37 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 37 rak ememediği için şurda burda gölcükler yapan yağmur suları gibi, ortalıkta sahipsiz gruplar hâlinde görünmeye başlamışlardır. Bunun başlıca nedenlerini isbatlı bir şekilde belirtecek imkânlarımız oldukça fazladır. Çünkü, garip yiğitlerin ve çiftbozanlarm kaynağının köy sosyal-ekonomik bünyesi olduğunu, başta padişah olmak üzere, Osmanlı Devlet büyükleri çok iyi sezmiş oldukları için, zamanın resmî, vesikalarında bu konuya âit yeteri kadar bilgi bulunmaktadır. Hele mahkeme defterlerinin elimizde bulunması, ayrıca, bize, halkın günlük hayâtını bir ayna duruluğu içinde gözden geçirme kolaylığını sağlıyor. Bu sözlerimizi şöyle özetliyeceğiz ki, ferman, berat, hüküm gibi, devletin çıkardığı resmî yazıların beyanları, mahkemelerde görülen dâvâların deftere geçmiş karar sonuçları demek olan hüccetler, şehirlerin, endüstri, pazar ve dükkân içi alış veriş işlemelerini tesbit amacı ile kadılarca defterlere yazılan kararlar ve kontratlar, subaşılar, asesbaşıları, kadı naipleri ve toplum düzeninin öteki sorumluları eliyle mahkemelere gelen ve burada kayıtlanan asayiş ve sosyal düzenle ilgili olaylar, beyler'in ve öteki ehl-i örfün, Divanâ, kadıya ve başka yerlere yazdıkları mektuplar, kadıların başşehire yolladıkları kazâya defterleri ve halkın isteği ile düzenleyip Divanâ sundukları mahzarlar gibi, bu gün elimizde bulunan daha bir çok türden tarih vesikalarının gözden geçirilmesiyle, köy insanının, XVI. yüzyıl süresince, hem de yıldan yıla artan bir sayıda, od'dan ocaktan neden ayrılıp, levendlik gibi her zaman ölümün kıyısındaki bir hayatı aramıya çıktıkları sorusunun cevabını doğru olarak bulabile ceğiz 85. Türlerini saydığımız vesikalardan, düzenlendikleri konuların bir gereği olarak belirdiği üzere 8S, köylüyü, XVI. yüzyıldan önceki devirlerde olduğundan daha fazla ölçüde, toprağından ayıran ve bunlardan boş levend kümelenmelerini yaratan olaylar şöyle özetlenebilir: 1 - Türlü nedenlerle, artık XVI. yüzyıl devlet düzeninin başlıca kolları, eskisi kadar garip yiğit ve levend (çiftbozanlıktan üreme kişiler) 85 - Bu konuda, uzun uzun Arşive, ya da şer'iyye sicillerinin saklandığı müzeler'e kapanmadan da, yukarıda türlerini saydığımız vesikalardan pek çoğunu yayınlanmış oldukları eserlerden bulabilirsiniz, örnekleyin, şu kitaplarda, köy sosyal-ekonomik hayâtım bizim burada anlattığımız şekilde, sanki bu sorun üzerine yazılmış birer etüt yazıları niteliğinde olan pek değerli vesikalar çıkmıştır: A.Refik X. Asr-ı Hicride îstabnul Hayatı, ist. 1333; H.T. Dağlıoğlu, XVI. Asırda Bursa, îst. 1942; M.Ç.Uluçay, Saruhanda Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, İst. 1944; M.Akdağ, Celâlî İsyanları Ankara örnekleyin, Celâlî isyanları, adlı eserimizin vesikalar bölümünde 11 numara ile gösterilen (Aslı Ankara Ş.Sc.Nr.6,S,258) vesika, Türkiyede köylünün nasü bir zulüm ve işkence hayâtı yaşadığını, niçin yerinden yurdundan kaçmak zorunda kaldığını, ne kadar canlı anlatıyor.
38 38 MUSTAFA AKDAĞ görevlendiremiyor, Balkanların bu alanda Anadoluya rakip olması, rical kapularındaki sayıları çok artan kölelerin ve gulâmlarm, çok ucuz bir masraf ile her işte kullanılmaları, buralarda da sekbanların askerlik dışındaki görevlerini azaltıyordu. 2 - Gerek hazinenin, gerekse dirlik sahiplerinin (Devletten timar şeklinde ücret alan hizmetlilerin), çektikleri para darlığı etkisiyle, vergi alma usullerini kanun ve geleneğe bakmadan, bozup durmalarının reâyâyı kaldırabileceğinden fazla para ödeme zorunluğunda bırakması (Devlet, Avâriz vergilerini çeşitlendirmiş ve dirlik erbabı, özellikle ümerâ, tekâlif-i şâkka sûretinde salmalar toplar olmuşlardır). 3 - Ulûfeliler (yeniçeri, acemioğlanı, sipah, silâhtar ve ötekileri), Cihet sahiplari (Kadı, Müderris, naip, vakıflardan hisseleri olan mürtezika) ve ellerinde nakit para toplamış kişiler, köylünün parasız kalmasından faizcilik yolunda faydalanarak, tefecilik (ribalıurluk) yapmıya başlamışlar, böylece, çiftçi boyunca borca batmak zorunda kalmıştır Para darlığı köy halkını bu kadar boğunca, onu köyünden bezdirecek başka bir ekonomik olay, Osmanlı mîrî toprak düzeni ile çelişmesine rağmen, reayanın topraklarını yok pahasına ele geçiren "askerîlerin" 88 ve "yerlüden kudretlü olanların" geniş ölçüde çiftlikler kurmaları olmuştur. Özüne bakılırsa, daha, Selçukî rejiminden beri, başta Sultan olmak üzere, bütün Devlet büyüklerinin, memleketin, beğendikleri, en verimli yerlerinde çiftlikleri vardı. Buralarda ekim ikinci sırada kalıyor, hayvan sürüleri besleme önde geliyordu. Osmanlılar Celâlî Fetreti ve Büyük açgun zamanlarında köylerini bırakıp kaçanların bir çoğunun da, borçlu durumda olduklarından, alacaklının tazyıkmdan kurtulmak için bu karışıkhklan fırsat bildiklerine dair vesikalar az değildir. Nitekim, bu husus hükûmet'ce de ciddî olarak tesbit olunmuş, ayrıca, Anadolu karışıklığının az çok yatıştığı Kuyucu Murad Paşamn ünlü "Celâlî Seferi"nden sonra, I. Ahmed, yayınladığı uzun bir adâlet fermamnda, kaçan köylülerin borçluluğu meselesini ciddî olarak ele almış, borçlan korkusundan yerlerine dönmeye cesaret edemiyen köylülere, borçlarının ödenmesini üç yıl geri bıraktığına ve hiç bir alacaklının bu süre içinde borçlusu köylüden tek akçe istiyemiyeceğine dair teminat vermiştir: Bak., M.Ç. Uluçay, Saruhanda Eşkiyahk, vesikalar, 1018 tarihli Adalet Fermanı "Askerî" deyimi, resmî kişileri ifade etmekte olup, Beytül'mâl ve Kadıaskerlere âit tereke işlemleri dolayısiyle, bu terim hukukî anlamı belirtmektedir, örnekleyin, servetlerini devlet hazinesinden aldıkları ile edinmiş olan kadı, müderris, timarlı sipahi ve öteki dirlik sahipleri ile ümerâ, hep "askerî taifesinden" idiler. Kapu kullan da askerî olmalanna rağmen, terekeleri ile ilgili işlem ocaklarına ait idi.
39 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 39 daki "hassa çiftliklerin" başlangıcı böyle idi 89. XVI. yüzyılın ortalarından sonra, "ekâbir çiftlikleri"nin yanında, kapu kullarının (çoğuncası yeniçeriler ile sipah ve silahdarların), kadı, müderris gibi elinde para toplanabilenlerin, köylerde toprak ele geçirerek, "çiftlik" yoluyla üretime giriştikleri görülmektedir 90. Çiftlik sahiplerinin köylüyü tedirgin etmekteki etkileri, "angarye" ve çiftçinin ürünlerine hayvan sürülerini musallat etmeleri sûretiyle oluyor idi. Zaman zaman gelen açlık ve sürekli olan para darlığı sâyesinde, çiftlikleri olan toprak meraklısı kişiler, perişan köylüden toprağının "tasarruf hakkını" 91 bir kaç batman una, ya da akçeye kolayca alabilmekteydiler. Gerek Fetret ve gerek Büyük Kaçgunluk devirlerinde, köyler bütün güvensiz ve hertürlü saldırıya açık yerler olmalarına rağmen, gene de fakir halk kaçarken, tarlalarını yok pahasına alıp çiftliğine katan insanları bol bol bulmuştur Sekban, levend ve suhte bölüklerinin köyler üzerine, o zaman kullanılan deyimi ile, "birer muklacı" 93 gibi üşüşmeleri de, çiftçinin yerinden yurdundan kaçmasına az etki yapmamıştır. Bundan önceki araştırmalarımızın gözden geçirilmesinden anlaşılacağı üzere, yukarıda 89 - Bu çiftlikler, sahiplerinin resmîliği yüzünden, subaşılann giremediği yerler olarak, hırsız, kaatil ve aşkiyâların sığındıkları yerler olduğu yolundaki dolu şikâyetler, Hükümetin dikkatini çekmişti. Bir hükümde, deniyor ki, "bâzı hırsuzlar ev basup yola iııüp nice adamlar katleyleyüp defatla kabahatları zuhur eyleyüp kimi sicil olunup ve kimi müfettiş elinden bir tarik ile halas olup vüzerâ çiftliğine varup ve müteferrika ve çavuş ve sipahi çiftliğine ve yeniçeri çiftliğine bir tarikle sığınup kimi çoban olup...": Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, karton: 3, Nr İstanbul Çevresi, Bursa, İzmit, Balıkesir,Tırakya gibi verimli toprak bölgelerinde, "ekâbir çiftlikleri", sanki birbirlerine ç.itili idiler, özellikle Uludağ yöresinde sayıları onbinleri bulan "hassa koyunlarından" ibaret yüzlerce sürüler otlatılmakta idi 91 - Mirî toprak rejiminde, toprağın asıl sahibi devlet olduğu için, köylünün ancak tasarruf hakkı vardı ki, devletin (daha doğrusu onun vekili demek olan dirlik sahibinin) rızası ile bu hak kadı huzurunda başkasına devredilebilirdi. Ancak şunu söylemek gerektir ki, Kadı defterlerinde "askerîlerin" köylüden devraldıkları toprak tasarruflarına ait işlem fazla geçmiyor. Çiftlikler de yerden mantar gibi bittiklerine göre, demek, devir işi, sipahinin de tavsibi ile, kendi aralarında yapılıyor, resmiyete dökülmüyordu Köylerin çiftlikler hâline getirilmesinden doğan sorunları ne şekilde halledip, toprakların eski sahilderine geri verilmeleri suretiyle, reayanın köylerine dönmeleri hakkındaki hükümler için, I. Ahmedin 1018 tarihli fermanına bakınız: M.Ç.Uluçayın adı geçen eseri, vesika bölümü Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton, 4, Nr.704: "Tırabzonda muklacı ve sekban ve sair eşkiya yeniçeri ve sipahi namıyla köy köy gezüp vilâyeti harap edüp.."; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Adı geçen yazma, (Esat Ef. Nr. 2151) Vr.74: "ve Deli Hasan yetmiş bin nefer sekbanlar ve muklacılar ve hudbinleriyle..."
40 40 MUSTAFA AKDAĞ adlarım saydığımız soyguncu ve yiyici kişilerden birikme bölükler, uğradıkları köylerde birer süre konakladıkları sırada, fakir-zengin, hemen herkes bu zorlu konakçıları ağırlama külfetine katılıyordu. Bölüğün levend veya suhtelerinden, çoğu ergen (evliler de evlerinden uzun süreler ayrı kaldıkları yüzünden bekâr sayılardı) olduğu için, köylünün ırzına iliştikleri de az değildi 94. Buna göre, soyguncu bölüklerin, köy insanını yerinden oynatmadaki etkilerinin, bir yandan, ortada, mal, can ve ırz güveni diye bir şey bırakmamaları, öte yandan da, levendliğin, kazancı kolay ve her türlü sosyal kayıttan uzak hür bir yaşantı türü görünmesinin, ömürlerinin hangi şartlar içinde geçmekte olduğunu belirttiğimiz köy insanına imrendirici gelmesi şeklinde iki yönlü bulunduğunu kabul edebiliriz 95. Türkiyenin dirlik ve düzenlik tarihinde, baş sorun olarak, devleti uğraştıran "köyden türemiş boş levendler" oluntusunun XVI. yüzyıldaki seyrini buraya kadarki çızıları ile izledikten sonra, şimdi, Anadolu köyünün, 1603 yazından 1609 sonlarına kadar yaşadığı "kaçgun" olayını başat belirtileri ile kaydeyliyelim: Daha 1603 yazında Türkiye yüzeyine bakıldığı zaman, insanın gözü, Celâlîliğin yepyeni bir yola girdiğini kolayca seçebilirdi: Deli Hasan'ın ardısıra gitmeyip, Anadoluya dağılan yüzlerce isyancıbaşının bölükleri gittikleri bölgelere, sanki her yanı tutuşturan birer yangın gibi genişlediler. Karayazıcı Deli Hasan Celâlîliğinin eski çırakları olan yeni başbuğlar, şimdiye kadar alınmış hiç bir korunma tedbirinin eme yaramadığı açık köyleri zehirli iğneleriyle dağlıyan, kovandan boşanmış azgın arılara benziyorlardı 96 Gerçekleyin, kendilerine takılan "celâlî" 9< - Ümerânın kapularındaki sekbanlar, aynı şeyleri, yalnız köylerde değil, şehirlerde bile yapmakta idiler da İran seferine gitmekte olan Deli Ferhat Paşa, Bursadan geçerken, halk askerden bazılarının kadın kaldırmakta olduklarını şikâyet edince, Paşa cevabında: "ya benimi kaldırsınlar" demişti. Bak., Hammer, Osmanlı Tarihi,C.8,S Eserlerini Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgun sıralarında veya az sonra yazmış olan vakayînâmeciler, köylü halkın "bölüklere karışmalarını", türlü sosyal ve iktisâdı baskıların zoru altında sırf yağma hırsı ile yaptıklarım iddia ediyorlar, Kâtip Çelebi: "Erazil-i reaya memleketi hâli bulup tarik-ı yağmaya sapmışlardır. Her sülük bir tarikle ata ve dona malik olup her fırkaya bir reis peyda olmuş ve bölük bölük atlı ve piyâde" müsallah guruplar, "nehb-ü garet ve hetk-i haremât etmişlerdir",diyor: Bak. Fezleke, S.289; Abdulkadir Efendi de Vekayinamesinde: "Anadolu Vilâyetinde Celâlîler ve sekbanlar çiftçiler hizmetlerin ve kurralann bırağup vesvese-i şeytanî ızlâliyle tüfenklenüp sekbanlara karuşup seyyidi olurdu", diyor: Süleyniye, Esat Efendi yazmaları, Nr.2151, Vr. 73.b Bu acıklı duruma âit olayların dehşeti hakkında yeter bir fikir vermek için, olup geçenlerden en sivrilerini örnek olarak okumak üzere, bakınız: Celâlî İsyanları, s
41 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 41 sözünün anlamına uygun olarak, tam bir vurucu-kırıcı davranışı huy edinen "muklacılar" önünde, halkın paniğe kapıldığı, o zamanın Anadoluyu ilgilendiren bütün yazışmalarında söz konusu, edilmiştir 97. Örnekleyin, Karaman Beylerbeyisi Mehmed Paşa, "yurtluk ve ocaklık üzere" bir çavuşun üzerinde bulunan zeamet konusunda, Boğazlıyan Kadısına 1 Nisan 1608 tarihli mektubunda, "celâlî taifesi istilâsında mezbur zeametin reayası bilkülliye terk-i vatan edüp harap ve yebap" olmuş bulunduğunu yazıyordu 9S. Lâdik Kasabasının, kadı, müderris ve öteki ileri gelenleri de, adı geçen kasabanın yarısını Gurguroğlunun yaktığını ileri sürerek, bir dahaki baskına karşı bir palanka (küçük kale) yapma izni isterken, köylerin harap ve insansız kaldıklarını Divana duyurmuşlardı 99. Köyler halkının, geniş çapta şuraya buraya dağılarak, yerlerinin insansız kaldığı üzerinde bütün vesikaların tanıklık ettiğini söylemekle, bu konuyu burada keseceğiz. Ancak, şunu da eklemeden edemiyeceğiz ki, örneği çok olmasa da "reaya"nın, kaçmak değil, "eşkiyâya katılarak", birlikte soyguna giriştikleri yerler de görülmüştür. Gerçeklerin, Alâiye (Alanya) Kadısı Divana yolladığı mektupta, bu kasabanın "âyân ve eşrafı ve ulemâ ve sulahâsı"nın, kendisine gelip, şu konuda yakındıklarını bildiriyordu: Sözlerine göre, "ehalisi fitne ve fesat üzere olup etraf ve eknafta olan eşkiya ile ittifak ve ittihad edüp reâyâ ve berâyâ mezburlardan muzaccir olduğundan maada avâriz-i divaniye ve tekâlif-i örfiyye vermekte inat ve muhalefet üzere" idiler 100 b) Kaçgunda köylü kitlelerin gittikleri yerler: Olaylar uzun uzun yazışmalara yol açtığı için, köylerinden bu denli çok ayrılanların nerelere gittikleri de genel olarak bilinmektedir. Levend soygunları diye nitelenebilecek olan büyük karışıklıkların yerlerinden oynattığı milyonlarca köylünün gittikleri yerler, önem sırası ile, aşağı yukarı şöyledir: 97 - Ankara Ş. Sc.Nr.9,S.292,15 Ağustos 1605 (Selh-i Rebiulevvel 1014) tarihli bir defterleme yazısında "Hass-ı Hümayûndan Ankara ve Yenişehir aklâmından Haymana nam mukataa tevâbiinden Kırşehir ve Hacıbektaş kadılıklarında olan hasların bir kaç sene vilâyet fetret olmağla ümerâ ve nuzzardan kimesne zaptı için varılmak müyesser olmamağla..." şeklinde ifâde ile, celâlî olayları sırasında, hükümetin idareden el çekmiş bulunduğunu belirtmiş oluyor Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc.Nr. 14,15 Zilhicce 1016 tarihli mektup tıpkısı 89 - Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton 3, Nr. 483 (24 imzalı ve 2 Rebiulevvel tarihli arz) Başbakanlık Arşivi, Mühımme Defteri, Nr. 75, S. 42 (Alaiye Beyine ve İbradi Kadısına 28 Zilkaade 1013 tarihli hüküm)
42 42 MUSTAFA AKDAĞ 1 - Hükümetin izni ile, uygun yerlerde yapılan "palanka" ların ve şehirlerle kasabalardaki kalelerin içine sığınmalar Görülmesi, ya da ulaşılması güç, sarp, dere içi ve ormanlık yerlerde kurulan derme-çatma yeni köylere taşınmak suretiyle, eski köylerin yerlerini değiştirme. 3 - Başka Sancaklara, özellikle, doğunun sınır vilâyetlerine kadar giden uzak göçmeler. 4 - Böylece, türlü yönlere dağılarak, ekip-biçme ve hayatını iyikötü kazanma düzenini bozmak zorunda kalmış olan ailelerin genç ve gücü yerinde erkeklerinin levend bölüklerine karışmaları. Celâlî Fetreti ile Büyük Kaçgunluk arasında bağlantı yılı olan 1603 de, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye halkı, ortalığa düzenlik geleceğini ummak şöyle dursun, gidişetin bütün bütün karanlığa yöneldiğini anlamış, bu durumda, son bir korunma çaresi olarak, büyük şehirler ve kasabaların eski kalelerini onarmak, kale dışlarında kurulmuş bulunan mahalleleri çok ise, buraları da içine alacak daha geniş "surlar" çevirmek, sonradan doğmuş kasabaları, yeri korunmaya uygun köyleri palanka içine almak gibi çareler düşünerek, yapım izni getirtmek üzere, memleketin dört bir yanından halk yığınları, kadıları ağzıyla izin isteyip almışlardı 102. İşin başlangıcında, Divan'ın, bu gibi isteklere pek kolaycı davranıp izin kâğıtlarını hemen yolladığını görüyoruz. Çünkü, Anadolu'da olup geçen büyük karışıklıkların hükümet gözüyle anlamı, bir sürü Celâlî bölüklerinin, sanki halka karşı yabancı üklelerden gelmiş askerler gibi olmaları dolayısıyle, bir yanda topluma düşman saldırganlar, onların yamacında da, yediden yetmişe birbirine sımsıkı sarılmış "reaya fukarası" bulunduğu şeklinde idi. Halbuki, yukarıda ayrıntılarıyle anlattığımız üzere, oluntu hiç de hükümetin nitelediği gibi değildi. Gerçi, yerine göre, resmî görevli bir beyi, ya da zorba-celâlî olmuş bir başbuğu önlerine düşürüp, köyde, kasabada, şehirde, şurda burda oturan halk topluluklarını soymak suretiyle geçim sağlamak zorunda olan levendler, artık, toplum içinde ayrı bir düzen idiler. Ancak, buraya giren kişilerin kaynağı da köy toplumu olduğunu, kimlerin örnekleyin, Karahisarısahip (Afyon) Kadısına yazılan hükümde Celâlî yüzünden kaçup kaleye dolanlara, boş arsalara yaptıkları binalar yüzünden eziyet olunduğunun şikâyeti üzerine önlenmesi için hüküm, Mühimme Defteri. 75,s , ve hele 1603 de, Palanka ve kaleler yapılması, eskilerinin onarımı, bunlardan çıkan sorunlar için bak., Celâlî isyanları, S
43 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 43 celâli, kimlerin hükümet görevine bağlı kişiler bulunduklarını ayırmanın kolay bir iş olmadığı da düşünülünce, kale ve palankaların, halkı levendattan koruyacak kapalı engeller teşkil edemiyecekleri kendiliğinden anlaşılmalı idi. Örnekleyin, bugün celâlîlere karşı koyan bir kişi, halkın da desteği ile, palankayı kuruyor, yarın olaylar kendisini de bir celâlî olmaya sürüklerse, yapmış olduğu kale ve palankayı bu sefer hükümete karşı kullanıyordu 103. Palankalarla ilişkili olayları izlediğimiz zaman, kale veya palanka yapma izni almada, celâlî eğilimliler ile, celâlîlere karşı halkın yanında kendilerini koruma niyeti güdenler arasında bir ayırım yapılamadığını, bu yüzden de, bu yılı yapılmasına izin verilen yüzlerce palankadan pek çoğunun, ertesi yıl celâlî sığnağı oldukları için yıktırılmalarına ferman çıktığını çok görmekteyiz 104. Divan hükümeti, palanka ve kalelere ait, yapılma ve yıkılma isteklerinde olarak, kendisine gelen yüzlerce birbirinin tersi dilekçelere nasıl işlem yapılacağını şaşırmış görünmekte, bu yüzden de bir çoklarına yapma izni vermeye devam ederken, öteki pek çoklarının da yıkılmasını emretmekte idi 105. Bu konuda hayli sıkı davrandığı şurdan da belli ki, Kalenderoğlu Mehmed, 1608 de Tosyayı yaktığı zaman, bu karagünlü kasabada oturanlar, önceki izin fermanı da bu yangında yitmiş olmakla, kaleyi yeniden yapmak üzere, gerekli müsadeyi almakta hayli güçlük çektiler 106. izinsiz yapılan, ya da eşkiyanın kullandığı öğrenilen kale veya palankaları yıkmakta devletin büyük kalelerindeki bir iki topun oraya yollanması yetiyordu I _ Meselâ, yerinde anlatılacağı üzere, İMİ şekilde eşkiyanın eline düşmüş palankaları yıkma görevi alan Karaman Beylerbeyi, Divânâ yolladığı mektupta, görevinde karşılaştığı zorluklardan söz ederken, "palankaları hedm içun olcanibe (Kırşehir Sancağına) varıldıkta Liva-i mezbur beyi olan Erzâde (Celâlîlikten geçme) beş altı yüz miktarı tüfenkendaz sekban cem'- edüp ve sancağında yüz miktarı palankalara adamlar gönderüp palankalara kapatup bilâemr cenge mübaşeret olunmaduğunu bildirmişsin.." Bak., Mühim Defteri Nr. 78, S Palankaların yıkılmalarına ferman çıktığında, görevliler harekete geçince, bu defa da, yıkmaya karşı yakınmalar başlıyor, palankaları yıkılınca eşkiyanın hücumuna uğrayacaklarım ileri sürüyorlar, bu durumda, Divan'dan, birbirleriyle çelişir emirler çıkıp duruyordu, ltak., Mühimme 78, S. 840 (Karaman Beylerbeyisine ve Koçhisar Kadısına, Muharrem 1018 tarihli hüküm) Ankaranm Murtazaabât Kadılığı, Gökler Kariyesi halkı, kendi palankalarının da yıkılması amrolunduğunu arz ile, buraya eşkiyâ girmediğinden, kalenin kendilerine bağışlanmasını istemişler ve dilekleri kabul olunmuştu: Ankara, Ş.Sc.l0,S.287 (evâsıt-ı Muharrem 1016 tarihli kayıt) Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, 81, S. 172 "" örnekleyin, Haymanada izinsiz yapılıp, eşkiyanın, yol kesmek üzere, içine sığındıkları palankaları yıkmak üzere Ankara Kalesinden iki top yollanması için Ankara kadısına ve dizdarına emir yolladı: Ankara Ş. Sc.l0,S.208 (evâil-i Cemaziulevvel 1016 tarihli hüküm)
44 44 MUSTAFA AKDAĞ Palanka ve kaleler yapılmak sûreti ile eşkiyadan halkın korunması işleri, ya da zorbaların, buraları ele geçirip, birer derebeyi davranışı ile hükümete karşı kullanmalarından doğan sorunlar uzun birer hikâye olup, XVII. yüzyılın ortalarına kadar bir türlü çözülemeyen davâ hâlinde sürüp gitmiş olup, biz bu kadarını yazmayı bu etüdün sınırı için yeter buluyoruz. Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgunluk sıralarında köylülerin, hattâ kasabalıların, canlarını kurtarmak için, göze görünmez ormanlık, kayalık, dağ koğukları gibi yerlere kaçtıklarını, bâzan vakit bulamadıkları yüzünden, eşya, yiyecek, ekin ve hayvan sürülerini bile ortada koyduklarını kadılar şikâyet yazılarında veya resmî raporlar sayılan "kazâyâ defterlerinde" kaydetmişlerdir. Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi de, "Vakayinâme"sinde, halkın, dağlar'a ve "balkanlar'a" (dağlık ve ormanlık, insanın kolay giremiyeceği karışık ve görünmez yerlere) sığınarak, palamut ile karın doyuracak bir yaşantı sürmüye başladıklarını tekrar tekrar söyleyip durmuştur 108. Korunması çok zor olan köylerinden, ya da kasabalarından, daha kuytu ve elverişli yerlere gidip, çalı çırpıdan ev-barlc yapıp, böylece, yeni bir köy kurmuş olanların çoğu, 1609'u izliyen düzenlik yıllarında da, gidip, eski köylerini diriltmemişler, Celâlîlik sıralarında şenelttikleri yerlerinde kalmışlardı. Bu gün, Anadolu'da, örnekleyin "Tekke" adlı bir köy, onun biraz uzağında "Eski Tekke" denen, insansız, yıkık, yalnız eski bir mezarlığı bullunan başka bir köy; "Aldemirci" köyü, onun ötesinde de mezarı belli, aynı sûretle boş kalmış "Eski Aldemirci" gibi oluntular, hep büyük kaçgunluk devrinin tarihî izleri hâlinde yaşamaktadırlar 109. Bulundukları çevreyi bırakıp, sancak sınırlarını aşanlar, yani uzak yerlere göç edenler de az değildi. Örnekleyin, Bozok halkı Amasyaya, Amasyalı Çorum'a,ya da İstanbula gidiyordu. Kendilerini korumaları daha güç olan hıristiyanlar arasında görülen göçlerin müslümanlarmkinden ziyade olduğu anlaşılıyor. Bunların çoğunluğu kıyı kasaba ve şehirlerine iniyordu, istanbul, hıristiyanların en çok gittikleri yerdi u Yazarın şu eseri: Süleymaniye, Esat Efendi yazmaları, Nr. 2151, Vr.78, 80, 122.,, 109 _ Anadolu yüzeyinde, bu olayın kalıntılarım ve genişliğini araştırmak için yapılacak bir gezinti, ayrıca, köylerin, yüzyıldan yüzyıla geçirdikleri ad, yer değişikliklerini tesbit için tapu ve öteki defterlerin incelenmesi, her halde çok ilginç ilmî sonuçlar verecektir Timarh sipahilerin ve öteki dirlik sahiplerinin şikâyet yazıları, muhataa eminlerinin vergi toplama defterleri, cizyedarların arzları, bu gibi raiyyetten vergi alacaklısı durumları dolayısiyle, göç eden kişileri arayıp bulduktan sonra, vergilerini toplama peşinde koşanların,
45 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 45 Anadolu halkını, Rumeliye, belki buraya olanından daha çok sayıda da, Türkiyenin doğu sınır vilâyetlerine göç ettiren nedenler, celâlî karışıklığından başka, çok ağır olan vergi ve salmalara dayanamamak yanında, borçlunun baskısından kurtulmak ve ekip-biçme azalması yüzünden çıkan kıtlıkta aç kalmak gibi diğer iki önemli oluntu idi 111. Erzurum Defterdarlığı ile birlikte, Karahisarişarki Beylerbeyliği de üzerinde bulunan Mehmed Paşa, 1602 de İstanbul'a yolladığı adamı eliyle Divâna sunduğu yazısında, Erzurum "aklâmma dahil mukataa yerlerinin reayası perakende olmağla" buraların gelirinin "serhad kullarının mevaciplerini" (ulûfelerini) ödemiye yetmediğinden yakınırken, Anadoludan doğu illerine olan göçleri de sözlerine eklemişti. O, yazısında, "onbeş yıldan mütecavizdir Sivas ve Maraş ve Erzurum ve sair memâlikten cilây-i vatan eyleyen reaya Çıldır ve Kars ve Kiçivan ve Kağızman ve Diyadin ve Eleşkirt ve Zaruşat (zaişat) ve Şüregel ve Göle ve Tekman ve İspir ve sair Gürcistan beylerinin eyaletlerine" gidip yerleştiklerini uzun uzun anlatıyordu 112. Erzurum Defterdarı olan Mehmed Paşa'nın yazdıklarının fazlasiyle doğru olduğu, kendisinden bir yıl sonra adları geçen doğu illerinin "tahriri" işinde bulunan Eski Nişancı Ali Efendiden Divana gelen mektup ile de anlaşılmıştır 113. yukarıda söylenen türden yazıları, ayrıca, alacaklı oldukları kişilerle aralarında çıkan anlaşmazlık yüzünden mahkemeye düşmek zorunda kalmalar ve öteki olayların yarattığı işlemleri belirten tarih vesikalarının gözden geçirilmesi, Türkiye halkının Celâlî isyanları ve bu arada çıkan korkunç kıtlıklar etkisiyle, ne denli geııiş çapta yer değiştirerek, birbirlerine yeni bir karışım yaptıklarını çok iyi belirtmektedir. 111 Mukataa Eminleri, mültezimler, göçlere sebep olarak yalmz celâlî baskınlarım, kadılar ise, kazâya defterlerinde, yerlerinde kalanlardan, göçenlerin hisselerine düşen vergileri de almak için avarızcıların ve cizyadarların yaptıkları zorlamaları, ehâliııin şikâyeti üzerine, Divana yolladıkları arzlarında, Celâlîlik ile beraber avarız-i divaniye ve tekâlif-î örfiye vergilerinin ağırlığına reayanın dayanamayıp kaçmıya mecbur olmasını zikretmişlerdir. Bak-, Ankara Ş, Sc. 10,S. 220, 239, Başbakanlık Arşivi, Divân Kayıd Defteri, S. 118, 4 cemaziyülevvel 1011 tarihli hüküm (Erzurum Defterdarlığı ile Karahisarişarki Beylerbeyisi olan Mehmed Paşaya hüküm) Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton 3.Nr.677,evahir-i cemaziyülahir 1012 tarihli hüküm: "Mukaddemâ nişancı olup hâlâ tahrir hizmetinde olan Ah dâme ilmihu'ya: Bir kaç yıldan beri Revan ve Gence ve Göle ve Ardahan ve Tiryâlet ve Lori ve Penbek ve Olaport sancaklarına ve Tepedey ülkesine ve Çıldır ve Kars beylerbeyliklerine içillerden hayli reaya gelüp karardâde ve temekkün edüp ve hariç vilâyetlerden davarları ile yürük ve oymak ve ulusât gelüp kurrâ ve mezârîden hariç otlu sulu hâlî yerlerde kimi kışlayup ve kimi yazlayup ve kimi kadimî yerlerinden kat-ı alâka edüp kışta ve yazda sakin olup" bu gibilerine kaydolunacak "rüsum beylere ve sair ümerâ'ya değil miriye ait olması lâzım gelmeğin..."
46 46 MUSTAFA AKDAĞ Yukarıda sözlerini ettiğimiz görevlilerin verdikleri rakamlar doğru ise, köylerdeki ekalinin, genel olarak iiçte ikisi göçmüş bulunuyorlardı 114 Hattâ, olayların yapmış oldukları zarar ve ziyanı defter etmiye çıkan kurullar bazı köylerde bilgi alacak bir kişi bile bulamamış idiler. İnsanların üçte bir ölçüsünde kalarak barındıkları köyler reayasının durumuna gelince, bunların son derece fakir kişiler olduğu bildiriliyordu 115. c) Köylerde Kalanlar Böylece, pek çok insanların, çiftlerini bozup, şuraya buraya dağıldıklarını belirttikten sonra, ekin ziraatinin geniş çapta azaldığı sonucunu çıkardığımız köylerin, bu kadar boşalmadan sonra, nasıl bir görüntüye büründüklerini kısaca kaydetmek, konumuzun incelenmesinde eksik bir yan kalmaması için gereklidir. Köylerden pek çoklarının, sanki insandan armmışcasına, boşalmalarına karşılık, içlerinde bir kaç hâli-vakti yerinde kudretli kişilerin bulunduğu bazı halk ta, köylerini birer palanka =küçük kale ile çevirmişlerdi. Fakat, bir sürü kişiler yer ve yurtlarını bırakıp gittikten sonra, köy alanlarında kalanlar, ya eşkıyânm soyacak hiç bir şeyini bulamıyacağı fakir-fukara, ya da kaçanların bağ-balıçe ve tarlalarını yok pahasına satın alan ve sayıları her köyde bir kaç kişiyi geçmiyen, toprak ağalığına yönelmiş kişilerdi. Büyük çoğunluğu yeniçeri, sipah, silahdar ve öteki kapukulları olan bu sözünü ettiğimiz çiftlik ağaları, eşkıyâ talanına o kadar açık bulunan köylerde güvenlerini nasıl sağlıyabiliyorlardı, bunu vesikalardan pek öğrenemiyoruz. Hayatlarının sürekli olarak tehlikede olduğu, celâlî baskınlarında ölenlerden bir haylisinin kapukulu bulunmalarından anlaşılıyor. Ancak, çiftlik sahiplerinden çoğunun, köylerde, hem de hayvan sürüleri, ev, bark, ahır, samanlık, ağıl ve öteki yapılariyle beraber, sonuna kadar oturmakta sebat ettik Ankara'da ve Orta Anadoluda köyler'e giden emin, mültezim, kadı ve öteki görevlilerin verdikleri rakam böyledir yılında Karaman Beylerbeyi Tekeli Mehmed Paşamn Kalenderoğlu üzerine yapacağı sefer için nüzül akçesi toplatmak üzere, Ankara Kadısı Mehmed Sadık Efendiye gelen Nüzül Eminine verilen bir tezkerede şu ifâde yer alıyor; "Murtazaabad kazasının reayası celâlî istilâsında perakende olup ve terk-i evtaıı eyleyüp bakiyye kalanlar da gayet fakir'ül-hâl olduklarından mâdâ zikrolunan eşkiyâ altı aydan beru içlerinde oturup" neleri varsa yağma olunduğunu "ehali-i vilâyet ihbar edüp" hallerinin böyle olduğuna "biz dahi (mahkeme erkânı) şahit olup..": Ankara Ş, Sc. 10, S. 212 (evahir-i cemaziyülulâ 1016 tarihli tezkere tıpkısı)
47 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 47 leri görülüyor 116. Bu gibilerinin kendilerini nasıl koruduklarını, Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi kaydetmiştir. Ona göre, "kapukulları olanlar celâlîler havflerinden kariyelerde meskenler içun palankalar icadatmeğin tüfenkli sekbanlarla ehl-ü iyallerini lııfzettirirlerdi" 117. Eğer, I. Ahmed'in adalet fermanındaki hükümet iddiası doğru ise, celâlîlerin geniş çapta yakıp yıktıkları, halkını şuraya buraya göçtürdükleri köylerde çiftlik hayatının ayııı devre içinde gelişmeler kaydettiğini kabûl etmek gerekir. Biz bunun bir nedenini de çiftlik sahiplerinin, yukarıda da anlattığımız, palanka yapma, sekban tutma gibi kendi güçleriyle aldıkları tedbirlerden başka, bunların herbirinin ayrıca bir kaç azılı celâlî başbuğu ile kurdukları dostluğun, öteki gurupları, böyle celâlî dostları bulunan çiftliklere karşı saldırılarında, daha korkak davranmaya mecbur etmesinde de buluyoruz. "Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgunluk"un Anadolu köy toplumuna, gerek iktisadî ve gerek sosyal yönlerden yaptıkları etkileri, uzun sözümüzü toparlamış olmak bakımından şöyle özetliyeceğiz: Celâlî, "mîrimiran sekbanları", suhte, sipah zorbası bölükleri gibi türlere ayrılan büyük soyguncu gruplar, azılı başbuğların ardına takılarak, köyleri talan etmiye başlamışlardır. Bu olayların yarattıkları karışıklıklarda, pek çok halk, çift-çubuğunu bırakarak, köyünden kaçtığı için, bunlardan genç olan erkeklerin, gidip, ötede başka bir isyancı grupa katılmaları ile, sekban bölükleri birer çığ gibi büyümüş, artık pek çok köyler, nüfuslarının üçte ikisini kaybettikleri gibi, celâlîlere, ya da öteki soyguncu gruplara kışlak, yazları da şehirlerle kasabalara saldırılarında eğrek olmuşlardır. Bu denli geniş göçmelerin sonucu olarak, bir haylisi ıssız kalan köylerden toprakları verimli olanların büyük çoğunluğunda, kapu kulları, ümerâ, çavuş, müderris ve halktan güçlü olanlar çiftlik kurmuşlardır. Çiftlik sahipleri, üretimde, ekinciliği değil, hayvancılığı üstün tuttukları için, kaçan köylülerin, kerpiç, harçsız dıvar ve başka şeylerden yapılmış harap kılıklı konukları yerine, bu gibi köylerde, da, Anadolunun az çok barış ve huzuru sağlanınca, I. Ahmed'in yayınlamış bulunduğu tanınmış adalet fermanında, nüfusu herhangi bir şekilde kaçmış bulunan köylerde türeyen bu çiftliklerin yıkılıp, köylülerin yerlerine dönmeleri beklenmeden, çiftlik sahiplerinin sürüleriyle gitmeleri önemli bir madde olarak karara bağlanmış, özellikle kapukulu durumlu çiftlik sahiplerinin direnmiye kalkmaları yeni yeni fermanlar çıkarmasını gerektirmiş idi: Bak. M.Çakatay Uluçay, adı geçen eserin vesikalar kısmında I. Ahmedin 1018 tarihli fermanı 1,7 - Adı geçen Vekâyiname, Esat Efendi, yazma Nr. 2151, Vr. 107
48 48 MUSTAFA AKDAĞ çiftliklerin haremlik-selaınlık bölmeli konakları, ahır, samanlık, ve öteki yapıları yükselmiştir ve daha sonrasının olaylarını anlatacağımız başka bir yazımızda, köylerin uğradıkları sosyal ve iktisadî haraplığın Türkiyenin iç gelişme tarihinde nasıl bir gidişet izlediğini göstereceğiz. 6 - Büyük Kaçgunlukta Şehirler. Kasablar ve hele şehirler, Karayazıcı devrine kadar her türlü sekban saldırısından saklı kalabilmiş idiler. Yalnız ergen işçi, boş levend, "paşa kapularmda" görevli sekban gibilerinin, ki bunlardan çoğu "bekâr odalarında" oturuyorlardı, çıkardıkları cinayet, hırsızlık, kundak yoluyla yangın, fuhuş ve bunlara benzer olaylar, halkı az rahatsız etmiyordu yılı ise, Celâlîliğin, önce kasabaları, onun ardından şehirleri zorlamalarının başlangıcı olmuştur. Gerçekleyin, Karayazıcı ile kardeşi Deli Hasanın soygunlarını doğrudan doğruya kasabalarla şehirlere yöneltmiş oldukları görülüyor. Birincisi, şehirlere adamlar yollayıp, "fidye-i necât" (şehiri kuşatmama karşılığında kümeli bir para) isteme huyunu edinmiş, ikincisi ise, büyük sekban kalabalığı ile sıkı kuşatmalar uyguladığı yerlerden istediği mikdar para ve eşyayı almadan çekilmemiş idi. Celâlîlerin, bu şekilde, şehirleri soyma devrini açmalarından sonra, gerek Karayazıcı ve gerekse Deli Hasan, yanlarında olan-olmıyan bütün celâlî başbuğlarına söz dinletecek kudrette oldukları için, Anadolu şehirlerinin, hiç olmazsa tek başbuğa, istediğini, ya da pazarlıkta kararlaştırılanı vermeleri, kurtuluşlarını sağlamıya yetiyordu. Fakat, 1603 yazında Celâlîliğin yeni bir devre girmesi, işi değiştirdi. Çünkü, Deli Hasan Rumeliye geçtikten sonra, Anadoluda kalan celâlî başbuğlarından pek çoğu kazandıkları güç yönünden Karayazıcı ve biraderini bile geçtikleri için, artık, şehir ve kasabaların kara günleri başlıyordu. Bir kaç ay içinde arkası arkasına üç dört gurupun baskınına uğrayan şehir, bunların hangi birine canını satınalma parası yetiştirebilecek idi? örnekleyin, talihsiz Ankara Şehri, Deli Hasana büyük bir "fidye" ödedikten sekiz dokuz ay sonra, bir de Karakaş Ahmedin celâlî 1,8 - I. Ahmedin arkası arkasına çıkardığı ferman ve hükümler, karışıklıklar sırasında kaçma zorunluğunda kalmış bulunan "reaya fukarasının" 1609 (1018) genel affından ve adalet fermanının kendilerine sağladığı haklardan yararlanarak geri yerlerine dönebilmeleri için bütün bu çiftlik binalarının önceden yıktırılmasını, sürülerin köy topraklarından uzaklaştırılmasını kesinlikle emretmiş ve yaptırmış idi.
49 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 49 bölükleri tarafından kuşatılmış, bu azılı başbuğ şehir'in kale dışında kalan Karaoğlan-Samanpazarı-Karacabey Hamamı çizisi yanlarına düşen bütün çarşı ve mahallelerini insafsızca yakmış idi i19. Ege bölgesine doğru olan Afyon, Kütahya, İsparta, ve öteki bir sürü kasabalar, ya yakılmışlar, ya da ellerinde neleri varsa verip canlarını zor kurtarmışlardı. Kastamonuyu da Yularkastı yaktı. Amasya, Tokat, Karahisarışarki ve Yeşilırmak yöresinin daha bir sürü kasabaları kalabalık eşkiya guruplarınca kuşatılarak aylarca aç-susuz kendilerini korumaya çalıştılar. Çoğunda, evler, hanlar, dükkanlar, hattâ cami ve medreseler celâlîlerin çıkardıkları yangınlarda harap oldular. Kayserinin başına gelenler de, Ankaramnkinden aşağı olmamış, orta Anadolunun o zaman Ankaradan sonra en büyük ticaret ve endüstri merkezi olan bu büyük şehir, yıllarca celâlîlerin saldırılarına karşı koymuş, açlık, hastalık, yangın gibi olaylar burayı da harabeye çevirmişti. Malatya, Harput, Maraş, Urfa ve öteki şehir ve kasabalar, aşağı yukarı bu anlattığımız, yerlerdekinin birer aynı veya daha ağırından felâketleri yaşamışlardır. Sözün kısası, Felâlî Fetreti ve onu kovalayan daha yıkıcı bir devir olarak Büyük Kaçgun, Türkiyenin toplum hayatını gerek dirlik ve gerek düzenliği yönlerinden yüzyıllar boyunca onaramıyacağı kayıplara uğramıştır ki, 1607 den 1610 yılına kadar olan olaylarıda başka bir yazımızda anlatınca, bu söylediklerimizin ne denli doğru olduğu anlaşılacaktır Yangın alanı sınırlarının bu kadar geniş olduğunu olaydan sonra arsa anlaşmazlıklarının mahkemeye getirilmesi dolayısiyle, sicil zabıtlarında verilen bilgilerden tesbit ediyoruz Büyük kaçgunluk adını alan arası celâlî isyanları bölümünü de geçen yd yayınladığımız "Celâlî İsyanları" adlı eserimizin ikinci cildi olarak çıkarmayı pilanlamış bulunmakla beraber, araştırmalarımızın bitmesini bekliyerekten, bu makaleleri yazmak her halde Millî tarihin o kadar büyük bir yaşantısını daha gün ışığına çıkaracağı için faydalı olarak düşündük. F. 4
14 14 MUSTAFA AKDAĞ Ahmed Paşa'nın arazi yazma işine devamda o kadar uylaması bize anlatıyor ki, "tahrir", kendisi için de ayrıca çok kazançlı oluyordu 21. Beylerbeyinin, Divan'a yolladığı mektubunda, iddia ettiği gibi, dirliklerden "ifraz" bulmak amacı ile hükümetin yaptırdığı tahrirden timar erbabının zarar gördükleri katî olmakla beraber, bu arada reaynın da tedirgin oldukları doğru olmasa gerektir. Halkı yerlerinden oynatan ların, ehl-î örf, dirlik erbabı, ribahur, köy toprakları içinde, ya da sınırlarında çiftlikler peydâ eden resmî kişiler (yeniçeri, sipahi, kadı, müderris, beyler) ve mültezimlerin soyguncu davranışları olduğunu olayları kaydederken göreceğiz. Aşiret beylerinin hükümete karşı gelmelerinden doğan karışıklık: Celâlî konusunu incelerken sık sık belirttiğimiz üzere, olayların başından sonuna kadar Anadolu karışıklıklarında ümerâ ve onların kapularındaki ağaları ve sekbanlarının büyük etkileri vardı; hattâ, Celâlîlik, beylerbeylerinin ve sancakbeylerinin düzendışı devranışlarından geniş ölçüde yararlanmakta idi. Onlar, buna iki şekilde hizmet ediyorlardı: 1- Kapuları levend (resmî adı ile sekban) yatağı olup, Celâlîlik bununla beslenmekte idi. 2- Kapularmdaki ağaları ve sekban bölükleri halkı durmadan soymakta, çok kere de, bunu kapusunda bulundukları beyin hazinesi hesabına yapmakta idiler. Şu halde, bu konuya giren bütün olaylarda vilâyet beylerinin adlarına rastlıyacağız. Güneyde, sık sık yolların güvenini bozan, yâni soygun ve yağma yapıp duran bazı kürt ve arap aşiretlerini sindirmekte bir ara göze görünür başarı sağlıyan Milli Aşireti Beyi Mîr Melımed Beyi mükâfatlandırmak isteyen Diyarbakır Valisi Kurt Ahmed Paşa, onu Divan hükümetine tanıtarak, kendisine Habur Sancağı Beyliğini verdirdiği gibi, harap köyleri yeniden diriltmek isteyen hükümet de böyle yerlerden bazılarını adı geçen bey'in mukataa üzere iltizama almasını kabul etti 22. Milli Aşireti Beyi Mîr Mehmed bir taraftan Habur Sancağı Beyliğini, öbür yandan, yılda, önemli bir toplamı olan "mukataa" iltizamını elde ettikten kısa bir süre sonra, Diyarbakır Paşasının adamları ile arası açılarak, devlete asî oldu. O çevre halkının yerlerinden oynamalarına sebep olan şu kaydettiğimiz Mîr Mehmed olayı neden çıktı, bilinmiyorsa da, bu sıralarda 21 Bu gibi hallerde büyük rüşvetler almak, sanki tabii bir hal gibi idi ve şikâyetler de bu kötü huyu önleyici bir etki yapmıyordu. 22 Not 17 deki vesika tıpkısına bakınız.
15 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 15 Beylerbeyinin seferli oluşu dolayısıyle, hükümetin "Diyarbakır Eyaleti Muhafızlığına" bekittiği, aynı yerin defterdarı Mehmed Paşa'ca Mardin Kadısına yollanan bir mektubta bu konuya âit biraz açıklama vardır. Bu vesikada, "Defterdarlığımızdan mâdâ, bu sene Eyalet-i Diyarbakırın muhafaza hizmeti bu cânibe sipariş olduğuna der-i devlet türabından kiraren ve miraren evamir-i şerife geldiği malumumuz olmuştur ve biz Diyarbakıra geleli Mir Mehmed, Hazineye beş altı yük akçe mikdarı vermiştir ve zimmetinde kırk yük akçeden ziyade mal-ı pâdişâhı bakî kalup def'atle kendisine kâğıtlar gönderüp, kendi haline mukayyet olup, yirmi gün mikdarı Hazret-i Eyyup'en-Nebi de oturduk. Aslâ nâhemvar bir hareketin görmedik ve işitmedik ve malûmunuzdur ki, hass-ı hümâyûn reayasını nice istimalet ile yerli yerine getürüp, şen ve abadan etmiş iken, Milli taifesinden bazı cemaat Âmed kurbünde iken, Müsellim Ağa, bazı eşkiyanın sözü ile, bundan akdem üzerlerine gelüp, basup, kiillî emvâl ve erzakların garet ve hasaret ettiklerinden maadâ, hâliyâ Mîr Mehmed'in dahi üzerine vardıkları istimâ olundu. Elbet de mâbeynde küllî fesat olup ve bu sebep ile fukarâ ve reayâ terk-i vatan edüp, bu sene bir tane tereke ziraat olunmamak mukarrerdir. Mumâileyh Müsellim Ağa'ya nasihat ve tenbih eyleyesiz ki, bu makule evzâdan feragat edüp, fesâda mübaşeret etmiyeler ki, sonra nedamet muhakkaktır. Cevap vermesi müşkildir. Eğer, mezbur Mehmed'in dâvâcısı var ise, huzurunuzda görülüp, isyânı sicil olduktan sonra asitaneye vuku'u üzere arzolunup emr-i şerif vârit olmayınca bu makule hususa mübaşeret olmadığı mâlumunuzdur. Dikkat edüp ve bu tezkereyi sicil-i mahfuza kaydeyleyüp, define cidd-ü ceht eyleyesiz", diye yazılıyordu 23. Şu sözlerinden, Muhafız Defterdar Mehmed Paşa'nın, Beylerbeyinin müsellimine karşı, Mîr Mehmed Beyi haklı çıkardığını anlıyoruz. Buna karşılık, Mîr Mehmed Bey ile uğraştığı ileri sürülen Müsellim Yusuf Ağa'nın (yani Diyarbakır Beylerbeyi Kaymakamı'nın) da, gene Mardin Kadısına, 17 eylül 1598 tarihi ile yazılmış bir mektubu, olayı, Milli Aşireti Beyinin, tam isyan ve tuğyanı sonunda, üzerine varılıp, kuvvetlerinin dağıtıldığı, isyancı bey'in de, yaralı olarak, dağa kaçtığı şeklinde anlatıyor. Hükümet te, buna inandığı için, Mîr Mehmed'in hakkından gelinmek için fetvây-i şerife ve emr-i pâdişahî" yollamış ve mîr-i aşi- 23 Diyarbakır Müzesi, Ş.Sc. Nr. 259 S.196 (7 Eylül 1598-5 9af er 1007 tarihli mektup tıpkısı).
16 16 MUSTAFA AKDAĞ retliğini de Nevruz Bey adında aynı aileden başka birisine vermiştir. Yusuf Ağa, Kadıya: "Mîr-i aşiretlik Mir Mehmed'in üzerinden kalkup Nevruz Beye verüldüğin cümle vilâyet halku bilmek içun sûk-ı Sultanîde dellallarla nidâ ettiresiz ki, üç güne değin cümle aşiret gelüp, Nevruz Beye buluşup, kendüyi mîr-i aşiret bileler. Söyle ki, üç güne değin gelüp müraacat etmiyecek olurlarsa, vebalları boyunlarına; âsî olmuş olurlar, sonra herbirinin hakkından gelmek mukarrerdir. Ona göre mukayyet olup, bu veçhile nidâ ettirmeğe himmet eyliyesiz", diye ricada bulunmakta idi 24. Şu olayda kusur kimde olursa olsun, sonuç şudur ki, bundan, aşiret halkı reaya ve öteki köyler ahâlisi çok zarar gördüler; iki tarafın da soygunlarına dayanamıyarak, yerlerinden sağa sola kaçtılar. Mücadele sonunda da, Mîr Mehmed Bey yenilerek, aşiretin beyi değişti. Bunun tıpkısı bir olay da, Muşki Mîr-i Aşireti Salih Bey ile kendi aşireti köyleri halkı arasında çekişme yaratan salma toplama konusundan çıkmıştır. Yapılan yakınmaya göre, Salih Bey seferde iken, yerine bıraktığı Polat Bin Derviş, Buluş köyüne gelerek, hakltan "zülmen ve kahren" 180 kuruş toplamıştı. Sözü geçen Mîr-i Aşiret seferden döndüğünde, köyün kethudâsı, yanında bir kaç kişi ile gelerek, bu yolsuzluğu mahkemeye şikâyet ettiler. Salih Bey, Kadı'nın önünde, böyle bir şeyi inkâr etti ise de, dâvâcıların tanıkları sözü edilen haksızlık iddalarını doğruladılar. Bu durumda köylülerin haksız alınan paraları geri verildi. Eşkiya davranışlı birisi olduğu görülen bu mîr-i aşiret hakkındaki bir dâvâ da, kendisinin başlarında bulunduğu ileri sürülen yirmi kişilik bir bölüğün, gene bir Muşki Abîreti köyü olan Oğlakyatağı'ndan Zeyyat Bin Habib'in evini geceyarısı basarak, "bir kuyu buğday ve bir kuyu arpa ve 600 kuruşluk emvâl ve erzak nelıb-ü garet edüp, küllî teaddî" etmesinden çıkıyordu. Salih Bey, üzerine atılan şu cürümleri itiraf zorunda kalmıştı 25. Mîr-i aşiretliğini böylece bir çeşit zorbalık yolunda kullanan Salih Bey îbni Seyyid Ahmet'in bu türdeki tutumu kendisine düşmanlar hazırlamakta gecikmedi. Mardin Mahkemesine "Muşki taifesinden Murat Ağa Bin Vali," 3 Haziran 1599 (8 zilkade 1007) tarihinde yaptığı yakınmada: taife-i mezburenin mîr-i aşireti 24 Diyarbakır Müzesi, aynı defter, S. 195 (17 Eylül 1598-evâsıt-ı safer 1007 tarihli mektup tıpkısı). 25 Diyarbakır Müzesi, aym defter, S.158 (26.IV. 1599-evâhir-i ramazan 1007 tarihli hüccet).
17 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 17 olan Salih Bey, bazı hususlar için kariye-i Gurs-i Ednâ'ya varup, anda iken, sabah vaktinde Feyyaz Bey Oğlu Osman (öteki bir mîr-i âşiret) otuz beş müsellâh adam ile üzerine varup, odasın basup ve tüfek'i ile mezbur Osman mezkûru sağ koluna vurup mecruh edüp, ölmek üzeredir" diye açıklayınca, kadı yanına Mardin voyvodası olan "fahr'ulâyân Ahmed Ağa" tarafından verilen Davud Beşeyi (voyvodanın adamı bir yeniçeri olduğu beşe sözünden anlaşılıyor) ve halktan bir kaç gözlemciyi alarak, yaralının bulunduğu köye gitti ve ifadesini aldı. Salih Beyin evvelce başkalarına yaptığını, bu kere Feyyaz Bey ile oğlu Osman'ın kendisine yaptıklarını, yani odasını basup tüfek ile dirseğini kırdıktan sonra, "cebren ve zulmen ikiyüz elli kuruşunu ve kırk beş kuruşluk pâre 26 ve şahî'sini ve yetmiş üç koyununu" ve başka şeylerini "nehb-ü garet" ettiklerini görmekteyiz 27. Güneydoğu Anadoluda Celâli Fetretinin nasıl bir karaktere büründüğünü belirtmek üzere, ve karışıklıkların oldukça başlangıcında geç - meleri bakımından, bu iki olayı vermekle yetiniyoruz 2S. 3-1603 den Sonra Anadolu karışıklıklarının Yeni Karakteri Karayazıcı 1601 de öldükten sonra, biraderi Deli Hasanın, Celâlîlerin büyük bölüntüsünün başında olarak, aynı davranışlı hareketlere devam ettiğini, ve sonuç olarak, hükümet ile barışıp, 1603 baharında Rumeliye geçtiğini, ancak, başlıca arkadaşlarının da, ona uymayı kabullenmiyerek, Celâlîliğe devam etmek üzere, Anadoluya dağıldıklarını geniş şekilde belirtmiştik 29. Böylece, Celâlî İsyanları tarihinde "Fetret" devresi 1603 ile son buluyor, ve arkasından, korkunç bir karışıklık, sosyal ve ekonomik düzeni temelinden çökertiyor, Anadolu Türk toplumu, yedi yıl sürecek "Büyük Kaçgunluk" dönemine giriyordu 30. Hakikaten, Karayazıcı, ve hattâ kardeşi Deli Hasan, büyük çapta celâlî başbuğu olmaları sâyesinde, bütün asî sekban dernekleri, ya bun- 26 Pâre (para), 2.5 akçeye eşit Lir gümüş sikkeyi ifade eder. 27 Diyarbakır Müzesi, aynı def. S.82 28 Oluş yılı yönünden şu olaylar, "Celâlî İsyanları" adlı kitabımız içinde anlatılmalı idiyseler de, o zaman bizce bilinmadikleri için, buraya olsun eklemeyi faydalı gördük. 29 Geniş bilgi için şu kitabımıza bakınız: Celâlî İsyanları, S.221 24,3 30 Bu deyim zamanının halk dilinde kullamlmış olup, "Büyük Kaşgun" veya sadece, kaçgunluk, "kaçgun" şekillerinde de geçmektedir. F. 2
18 18 MUSTAFA AKDAĞ ların emrinde veya etkisinde oldukları için, gerek köylü ve gerek şehirli halkın, bu bir kaç büyüğe, istenen salmayı vermeleri yetiyor, bir de ricacı yollayıp, fukara halkın korunması yolundaki isteklerinin kabul edildiği bile görülüyordu. Fakat, bu büyükler ortadan çekildikten sonra, eskiden Karayazıcı veya Deli Hasan'a uyruk olanların her biri bir Karayazıcı kesildi. Böylece, kadroları binleri aşan pek çok celâli gruplarının türemesi Anadolu çiftçisini, bâzan kendisine de hücum olacak diye korkuttuğu, bâzan da, bu karşıklıkta gidip çevresinden uzakta geçen yağmalardan nasibini almak hevesine sürüklediği için, hemen bütün köyler yerlerinden oynadılar. Hükümetin, başta Deli Hasan olmak üzere, ileri gelen başlıca celâli başbuğlarına mansıplar vermek suretiyle, isyancıları sözde hoşnut etmek yoluyla karışıklıkları yatıştırmak siyaseti beklenen sonucu vermek şöyle dursun, olayları bütün bütün alevlendirmekten başka işe yaramadı 31. Topçular Kâtibi Abdulkadirin dediğine göre, Deli Hasanın isyandan vaz geçme teklifi kendisine ilk defa duyrulduğu vakit, Nuh Paşa: "lâkin sonra yüz nefer Deli Hasan peydah olur, hamen bunlara kılıç evlâdır" sözünü sarfetmekle beraber, "Engürüs Seferinin" kötü durumu karşısında başka çıkar yol da göremedi 32. Artık azılı celâli başbuğlarını ümeralığa geçirme işlemi devam etti. Evvelce kendisine Hamid Sancağı beyliğini verdiği Nesli Oğlunu gene de yola getiremiyen hükümet, Nuh Paşaya yolladığı 6 Taemmuz 1604 tarihli fermanda, şanına layık yeni bir sancak vermek, ve hizmeti hora geçerse, beylerbeyi tâyin etmek vaadi ile onu yanına çağırmasını istedi 33. Serdar Nuh Paşanın, "bir Deli Hasan yerine yüzü ortaya çıkar" şeklindeki sözünün ne kadar doğruyu ifade ettiği ortaya çıkıyordu. Tavil Halil, Deli Hasandan ayrıldıktan sonra, Orta Anadoluda büyük bir ün kazandı. Nuh Paşa ordusu bu konuda yeter başarı gösteremedi. 1604 yazında bu tanınmış Celâli Başbuğu'nun sekbanları Kastamonu, Çorum, Bozok, Aksaray sancaklarını yakıp yıkmıya koyuldular. Bura- 31 Bu şekilde isyan ve zorbalık yapanların mansıpları doldurmuya başladıkları, Satırcı Mehmed Paşanmn, Varat Seferi sırasında Belgrad Nazırı Şakşakî İbrahim Beyi o geçede bir sancağa bey tayin etmesi üzerine, şu güzel beyit ile yerilmiştir: Şimdi zamane mansıbı ekser şakidedir, İnanmaz isen işte biri şakşâkîdedir. (Bak., Naima,C.I.S. 197). 32 istanbul Süleymaniye Kitaplığı, Esat Efendi Yazmaları, Nr.2151, vr. 80 33 Şu vesika bu konu ile ilintilidir: Başbakanlık Arşivi, Ibnül-Emin Karton: 3,Nr.608 (26 Muharrem 1012 tarihli küllüm).
19 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 19 larda, ehâli, korkudan, ya dağlık yerlere sığındı, ya da köy ve kasabalarını palankalar ile çevirdiler 34. Aynı yıl, "Karasait Zorbası" da 35, Akşehir ve Kütahya arasında ortalığı kasıp kavurmakta idi 36. Adları ve sanları bunlardan hiç geri olmuyan Karakaş, Kalenderoğlu, Gurguroğlu gibi daha bir çokları, hükümet kuvvetlerinin hücumu hâlinde, birbirleriyle dayanışmak için olacak, yakın çevrelerde koşuşturmakta idiler. Bolu Sancağı Beyinin mektubundan öğreniyoruz ki, gene bu 1604 sonlarına doğru, bu kasabaya ve Gerede'ye, Yıldızlı İbrahim ve elinde 300 kişilik bir levend bölüğü bulunan "Celâlî Hüseyin" baskın yapmışlardı. Bey de, Düzce yöresinden topladığı "600 miktarı sekban ve suhte" ile, bunun öcünü almıya hazırlanıyordu 37. Aynı yıl, yâni 1604 de, Antalyanın Elmalı, Kızılkaya ve Karahisar kazalarının "âyân ve eşrafı" Kadı eliyle yolladıkları mektuplarında, "Derviş Nazır diye maruf şakinin Karayazıcıdan perakende olan eşkiyayı ve Ömer Paşa Karındaşı İbrahim Beyi katleden Topaç Beyi, Beyzâde ve Gazanfer ve bunlardan gayrı bir kaç bin eşkiyayı toplayıp, Hamid Sancağını harabedip ve Karahisara bizzat varup bir çoklarını haps ve kadıları bağlayup köylerde" bilelerince gezdirdiklerini, "Küçük Hasan" adında bir bölükbaşısını 100 kişi ile Şuhut Kasabasına yollayup, "Karahisar Sancağı bana verildi" diye bildirmesi üzerine, 500 hanenin, yer ve yurtlarını terk ile, kaçtıklarını şikâyet ediyorlardı 38. Uşak halkının mektuplarından, o çevreyi de Hayâlioğlu'nun kasup kavurduğu öğrenilmesi üzerine, Anadolu Beylerbeyisine ve Uşak Kadısına "suhte taifesi" =medrese öğrencileri, yahut il erleri ile, üzerine yürünmesi emri verildi 39. Barçınlı Kazası köylerinden kasabaya gelenler: "kasabat ve kurraya her bâr zorba celâlî eşkiyası ve türkmen tâifesi ve 34 Abdülkadir Efendi, Vekayinâme, Süleymaniye Kitaplığı, aynı yazma, vr. 80 35 Abdülkadir Efendi "zorba" tabirini Kara Sait'e de kullandığına göre, bu ünlü celâlî de, pek çokları gibi, Altı-Bölük halkından azma idi: Adı geçen yazma Vr. 82 36 Kâtip Çelebi'ye göre, kendisine sancakbeyliği verildiği halde, bunu bir türlü ele geçiremiyen, veya kısa bir süre sonra üzerinden alman Kalenderoğlu, bu sırada, yâni 1604 de, isyan etmiş olmakla. Kara Sait de onun uyruğu olarak faaliyette bulunmakta idi. Tavil Hali] de eşkıya şefliğini ve buna dayanarak yaptığı resmî görevim kardeşine bırakıp, tıpkı Kara Sait gibi, Kalenderin emrine girdi: Fezleke, S. 289 37 Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri Nr.75, S.295 (Vezir Nasuh Paşaya 29 Şaban 1013 tarihli hüküm) 38 Aynı Mühimme Def. S. 313 39 Aynı Mühimme Def. 182 (bu azılı celâlî hakkında, S.124'de de uzun bir hüküm vardır).
20 20 MUSTAFA AKDAĞ Karakaş zorbasından ayrılan sekizyüz miktarı atlu ile Kâfir Murad ve Benli Ahmed zorbaları, müstevli olup, müslümanların meecanen yem ve yemeklerini yiyüp kuruşlar salup oğlan ve kızlarını alup kızların saçlarını tıraş ettirüp oğlan gibi hizmet" gördürmekte olduklarını kadıya arz ile, İstanbula bildirilmesini istediler 40. Deli Hasanın 1603 de hükümet ile barışması sıralarında, kendisine Karahisar (Afyon) Sancakbeyliği verilen, fakat celâli davranışlı gidişeti bir türlü değişmediği için, kısa zamanda görevine son verilen başka bir azılı zorba da Kınalıoğlu Mustafa idi. Hayli eski ve birinci sırada başbuğlardan olan bu kişi de "sipah azması" olup, Teke, Hamit, Aydın taraflarında kalabalık bir levend kitlesi ile dolaşmakta iken, bir ara Bursaya kadar yanaşmış ve hükümet ile gene barışmak yolları aramaya başlamış idi. Bu konu için kendisine yazılan hükümde: "uğur-ı hvimayûnumda hizmet için Bursa etrafında olduğunu haber aldım. Bana hizmet edenlerin mükâfatlarını gördükleri mâlûmdur. Sen dahi hizmet için yanındaki adamlara gayret ve ümit ve istimâlet ver ve Bursada olan vezirim Hasan Paşanın emrine gir. Hizmet ve yoldaşlıkta bulunur isen, hâline münasip bir mansıp verildiğinden gayrı, yanında olan gönüllü yarar yiğitlere de defterin mucibince dirlikler verilüp, her biri ilısânımdan istifade eder" ifadeli vaatler yazılıyordu. Fakat, isyancı başbuğuna bu çeşit sözlerin güven vermediği anlaşılıyor. Çunki, daha sonra onu, gene, Aydın, Saruhan ve Suğla çevrelerinde eski kalabalık levendleri ile dolaşır görmekteyiz. Uşak ve yukarıda adı geçen yerlerin kadılarına yazılan hükümlerde, sefere gitmemiş timar erbabı ile ilerlerinin Kınalıoğlu üzerine sürülmeleri istenmekte idi 41. "Fetret" döneminde Orta Anadoluya göre daha iyice olan Ege Bölgesinin "Büyük Kaçgun" süresi içindeki hayâtı hakikaten acıklı geçmiştir. Yukarıda saydığımız bu celâli başbuğlarından başka, Karakız, Şeytanoğlu, Zülfükâr, Ören, Taceddin gibi daha pek çoklarının, kalabalık bölükleriyle, çevrelerini ateş ve kana boyadıklarını, başlarındaki binlerce levendlerinin karınlarına bir lokma ekmeği ve keselerine bir kaç akçelik gündeliği (ulûfeyi) bu şekilde kanlı yoldan sağlamıya savaştıklarını sözlerimize eklemeliyiz. "Fetret" süresinde, büyük bir soygun ve yıkıp-yakma olayına uğramış bulunan Orta Anadolunun, 1603 den sonra gelen "Kaçgun" 40 Aynı Defter: S. 330 41 Mühimme Def.Nr.76,S.ll ve 331
21 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 21 dönemindeki yaşantısı da az acıklı değil idi. Tavil Mehmed ve Karakaş Ahmed gibi eşkıyalıkta baş mertebeye ermiş celâlîlerden başka, diğer daha bir çok azılı zorbalar da bu bölgede hayatı halka zehir etmişler, hükümet düzeni diye bir şey bırakmamışlardı. Kastamonu Sancağını Yularkastı'nın pençesinden kurtarmak uzun bir süre mümkün olmamış, halkın yardımına yollanan kuvvetler bu azılı celâlîye bir kaç kere yenilmişlerdi 42. Tavil Mehmed, Karakaş Ahmed, Kara Sait, Küçük Hüseyin gibilerin, biribirinin peşinden talan ettikleri, hayvan sürülerini toplayup gittikleri, bu arada, hâli vakti yerinde pek çok kişileri (özellikle kadı, müderris, çavuş, yeniçeri, gibi mal mülkçe sivrilmişleri) öldürdükleri Orta Anadoluda, bu büyüklerin uyrukları olarak (bölükbaşıları, ağaları), veya kendi başılarma dolaşan sayısız "zorba" veya "celâlî başbuğları görmekteyiz. Örneğin, 1605 de Ankara yöresinde Sarı Handan, Şah Bey, Hersekoğlu Ahmed, Abdi, Mehmed, Budak, Yardım, Sarı Memi, Hasan Kethüda, Cıldanoğlu gibilerinin adları okunuyor 43. Konya yöresinin durumunu bildiren vesikalar elimizde bulunmamakla beraber, Kürt Ali ve Kürt Haydar denen iki sipahazması zorbanın 1605-1606 kışını Karamanda geçirdikleri sırada, vilâyette panik yarattıkları Ankara mahkemesinde geçen bir dâvda tesbit olunmuştu 44. Adları bilinen veya bilinmiyen bu bir sürü celâlî guruplarının (güzel kadın, kız ve genç çocukları götürmekten geri koymuyan) soygun silindirlerinden başka, Topuzubüyük denen sipah zorbasının başbuğluk ettiği kalabalık bir Altı-Bölük halkı gıırupu da (ihtimal İran seferinden dönüyorlardı), geçtikleri yerde, ne buldularsa aldılar; at, katır, sığır, koyun bırakmayıp, sürdüler. "Sipah Sürgünü" diye de tarihe geçen bu olay, "Büyük Kaçgun"un önemli oluntularından biridir 45. Celâlilerin, Ankara kadar canlı bir ticaret ve endüstiri merkezi, aynı zamanda zengin yatağı olan Kayseriye de bütün iştihaları ve kalabalık gruplarıyle yüklendiklerini, şehri her tarafından sardıklarını, 42 Ankara Ş. Sc. Nr.9, ve Nr.lO,S.9 43 Ankara Ş.Sc.Nr.9, S.329,330,Nr. 10, S.42,73,146 44 Ankara Ş.Sc.Nr. 10, S. 28, deki 14. VIII. 1606 (9 rebiul-ahir 1015) tarihli kayıt: Laıendeden Ömer Halifenin vekilleri mezburun zevcesini, Ankara'da evinde emanet duran Mustafa çavuştan teslim almıya geldiklerinde, diyorlar ki, "bundan akdem eşkiyadan olup diyâr-ı Karamanda kışhyan Kürt Ali ve Kürt Haydar zorbaları müekkilimiz mezburun menkûbesi olup merkum Baklazâde'nin mûtekası olan Leh'ül-asil Lâlezâr nam zevcesini cebren alup gidüp eşkiyâ-i mezbure Ankara kurbünde Çukurcak nam mevzide bırakup cariye olmak ihtimali ile..." 45 Ankara Ş.Sc.Nr.lO,S.61 (19 Ağustos 1606=Rebiulahir 1014 tarihli kayıd).
22 22 MUSTAFA AKDAĞ bir kaç yıl, Orta Anadolunun bu önemli sancağına hiç bir hükümet kişisinin uğramıya cesaret edememesi yüzünden, özellikle şehrin gerek yiyecek ve gerekse öteki ihtiyaçları yönünden dayanılmaz güçlükler çektiğini önceden söylemeliyiz. Burada önemle söz konusu edeceğimiz bir olay da şu ki, celâlîlerin şehri kuşattıkları, buna karşı da, dizdar, sancakbeyi ve halktan ileri gelenlerin de, şehrin kale duvarlarını bin bir zorluk ile korumuya çalıştıkları sırada, içerden bâzı kimselerin, dışarı adam sarkıtarak, veya öteki yollarla, asîlere nal - mıh, ayakkabı (postal, papuç) ve başka gerekli şeyleri gizlice verdikleri, bir çoklarının suçüstü yakalanmalarından anlaşılmıştır. Garibi şu ki, sanıklardan bir çokları, mahkemeye verdikleri ifadede, kendilerini hükümet kişilerinden olanların yollamış olduklarını belirtmekte idiler 46. Köylere yapılan baskınlarda da, halktan bir çoklarının eşkiyaya katıldıklarını, hattâ bazılarının evlerini de bile götürdüklerini, kanlarıyla birlikte celâlîye hizmet için kafilelere karışanların bulunduğunu, mahkemeye bu konularda gelen dâvâların görülmesi sırasındaki verilen bilgilerden anlıyoruz 47. Kayseri Sancağını talan eden ve bu büyük Orta Anadolu şehrini kuşatıp, halkı hiç olmazsa canını kurtarma bedeli (fidye-i necât) ödemeye zorluyan hakiki birer ordu birliği düzeninde büyük celâlî grupları tanıyoruz 48. Bunların en tanınmışları, Erzâde, Tavil ve "karındaşı Zülfükar" 49 ; Kalenderoğlu 50, Ömer Paşa, Ağaçtanpiri 31, Ali Gazi gibi başbuğlar tarafından yöneltiliyorlardı. Bunların yardımcıları duru- 46 Ankara Etnografya Müzesinde bulunan 1013-1015 hicrî tarihli Kayseri şeriyyr sicilinin gözden geçirilmesi, bu konuya âit bir çok dâvaların yer aldığını gösterecektir. 47 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri 1013-1015 Ş.Sc., 26 safer 1015 ve 7 Rebiulevvel 1015 tarihli kayıdlar 48 Bu gruplara, o zamanki kayıtlarda, halkın ağzından, asîlerin başbuğu bulunan kişilerin adı verilmiş olarak geçmektedir. 49 Bu kişinin, 11 Temmuz 1607 (16 rebiulevvel 1016) tarihli kayıddaki adı "Zülfikar Paşa'* diye geçiyor. 50 Ankara - Konya arasım talan eden Kalenderoğlunun Kayseriyi de sıradan koymadığı görülüyor: Kayseri Ş.Şc. 1016-1018 51 Ağaçtanpiri grupu. Kayseri yakınlarında iken, Kayseri Kalesi içindeki "hapishanenin kethudâ ile kilidin bozup", şehrin kapısından görevli "nöbetçi mustahfız'ının", hattâ, dizdarın ihmali ve belki de yardımı ile kaçan Halil Şeyh ve iki arkadaşı, bilinmiyen bir şekilde Zamantı Kalesini, Ağaçtanairi'ye teslim ile, "içinde olan müslümanlann başın kestirmişlerdir", Kayseri Sancağı Beyinin mahkemede açtırdığı soruşturma, bu kaçırmayı hazırlayan ve yapanların ortaya çıkarılmasında bir sonuç vermemiştir: Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri, 1013-1015 tarihli şeriyye sicili.
23 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 23 munda oldukları sanılan ve önemleri ikinci derecede bulunan Sarışeyh, Kel Ali ve başkalarını da saymak gerekirse, Celâlî şeflerinin ve bunların başlarına toplanan levend kalabalığının çapı hakkında iyi bir fikir alınmış olur. Şimdi, bunların yarattıkları kanlı olaydan bâzılarını, hiç olmazsa bilindikleri kadar buraya geçirmek, Celâlîliğin sosyal çöküntüyü nasıl yaptığını öğrenmek için yerinde olacaktır. 1604 yılında, Tavil ve Karabaş adamlarının soyduğu Kayseri Sancağı, 1605 ve 1606 da da, Erzâde, Zülfükar Paşa ve Ağaçtanpîri, Ali Gazi adlarındaki dört şefin sekbanları tarafından sürüler hâlinde, arkası arkasına harabeye çevrildi. Hattâ, bunlar, Zamantı Kalesini ele geçirip, bir çok kişileri acımadan öldürdüler. Celâlîler, dirlik sahiplerinin veya mukataa eminlerinin, vergi olarak köylüden topladıkları, para, erzak ve öteki şeylerini zaptettikleriniden başka, koyun, keçi ve sığır sürülerini, at, katır, öküz, inek ve öteki hayvanları, buradan alıp, ya öte yerde şuna buna gayet ucuza satıyorlar, ya da kendilerine gizlice yataklık edenler eliyle şehir pazarlarına döküyorlardı 52. Celâlîlerin köyleri ne hale getirdiklerini, mahkemelere gelen bir çok dâvâlardan ve hükümete yollanan şikâyet dilekçelerinden anlıyoruz. Örneğin, Muncusun halkının böyle bir "arz-ı hâlinde, bunlar kadimden 130 cizye hanesi olup, ol mıkdar üzerinden veregelirken, Kalenderoğlu ve Tavil-i Rezil Karındaşı ve Ağaçtanpiri ve sair eşkiyâ zorbaları gelüp kariyelerini vurup ehl-ü iyallerini esir ve kendilerini kati ve hâlen çok az kaldıkları halde, cizye, mevcutlarından değil, kadimdeki defter gereğince alınmakta olduğundan" dayanacak güçleri kalmadığını bildirmekte idiler. Bu türlü iddiaların doğruluğuna inanan hükümet, Kayseri kadısına yolladığı 20 Ekim 1608 (10 Recep 1017) tarihli emir (hüküm) ile, adı geçen köydeki cizyenin, defter kaydından değil, mevcud hanelere göre alınmasını bildirdi 52 Ankara Etnoğrafya Müzesi, Ankara Ş.Sc. Nr.10, S.27'de geçen bir dâvaya ait şu ifadeye bakınız: "Beyt'ül-Mal-i Hassa Emini Fahr-ül-Cüyuş Mehmed Çavuş", Hakverdi Bin Baliyi suçlamasında, "bundan akdem mezbur Hakverdi, Celâlî zorbasından bir kaç yüz koyun getirüp ekal bahâ ile otuzar akçeye koyun satup (fiyat bahsindeki hakiki değere bakınız) alup sattığı koyun fukarânm sürülen koyunlarıdır. Sual olunsun deyücek bi-haseb'üs-suâl, koyun sattum amma bu sipahinindir deyücek bigaraz kimesneler, mezburun alup sattığı koyunları celâlîden getirdi deyü şehadet etmeğin..." 53 Ankara Etnoğrafya Müzesi, Kayseri Ş. Sc. Nr. 14,10 recep 1017 tarihli hükm-i hümayun.
24 24 MUSTAFA AKDAĞ Ağaçtanpirinin Kayseriyi kuşatması olayını kadıya şikâyet için mahkemeye gelen "nefs-i şehirde sakin âyan-ı vilâyet ve eşraf-ı memleket cemm-i gafir", verdikleri ifade de: "hâlen bir aydan ziyadedir ki, Ağaçtanpiri nam şakî yediyüzden mütecaviz levend ve sekban ile Kayseri Kalesini muhasara edip kaleyi kapatıp şehrin suyunu kesip ve yeniçeri serdarı olan Rum Sinanoğlu Mahmud Beşe'yi cenkte katledüp ve nice yüz müslüman şehit edüp envai fesad edüp, merhum Serdar Ferhat Paşa Kayseriye kalesinde emanet vazettiği topların bâzısını kalenin cenge kaabil olan yerlerine ve dahil-i surdan Karakuleye ve Mirliva ve Güherçile Kulesi'ne nakledip leyl-ü nehar cenge ikdam-ı tam olmak gerektir deyû ittifak ettiklerin ve ittifak ile zikrolunan kulelere toplar konulduğu bilfiil kale-i mezbure dizdarı olan kıdvet'ül-ümerâ Sâdi Bey" tarafından açıklanmış ve durumun deftere geçirilmesi istenmiştir 54. Kayseri'ye yakın Hisarcık ve Enderek köylerinden toplanıp, başlarına geleni arz için kadıya çıkan köylüler de şöyle yakındılar: "İş bu bin onaltı senesinde vaki olan mah-ı rebiulevvelde (1607 Temmuzunda), Zülfükar Paşa ve Ömer Paşa 55 ve Macar nam reis'üz-zaleme onbine karip eşkiyâ ile Kayseriye'yi ve etrafında olan kariyeleri muhasara edüp, nice bigünah müslümanları kati ve nice mazlumları hapsetmekle malını ahzedüp emvâl ve erzakımızı nehb ve garet ettiklerinden gayri, halâ darül-harp misâli cümle mamelekimizi yağma ve talan ettiklerinden mâdâ ehl-ü iyalimize dest-i tetavülü dirâz ettikleri ecilden sabra mecâl olmayup bikadr'il-imkân müdâfaa makamında olduğumuzda hikmet-i ilâhiye Cemşit nam Şakî ile Ağaçtanpirinin taifesinden ayrılup, Zülfükar Paşaya 56 tabi olmak içun gelen taifeden bir nice şaki kariyelerimize gelüp alelgafle bizi basup zikrolunan eşkiya dahi bakî kalan sığırlarımızı sürüp, rastgeldüği fıkarayı tutup hapsetmek üzere iken biz dahi müslümanlardan istimdat ve istiâne eyleyüp mezburları ahsen veçile defedelim der iken kendileri kıtale mübaşeret eyledikleri 54 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş. Sc. Nr. 14. 20 safer 1016 (16 haziran 1606) def terleme. 55 Burada adı geçenler, paşa ünvanım ve beylerbeyliği rütbesini usulünce kazamp ta sonra isyan etmiş kişiler olmayıp, Celâli şefliğinde ün saldıktan sonra, isyandan vaz geçmeleri için bu mansıp ve ünvan kendilerine devletçe verilmiş olanlardan ikisidir. 56 Aynı 14.Nr.li Defterdeki, 6 rebiulevvel 1016-1.VII.1607 tarihli bir öküz dâvâsında, "geçen sene zülfikâr Paşa geldiğinde zâyi oldu", sözü geçtiğine göre, bu namlı Celâlî'nin Kayseri Sancağını bir de 1606 da yağmaladığı anlaşdmış oluyor.
25 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 25 ecilden, muharebe ve mukatele üzere iken, İsmail nam şaki birkaç lıizmetkârlarıyle maktul olup şer ve şurlarından" fukara halkın kurtulmuş olduğunu, fakat bu kere de, ölenin kardeşi Yusufun, köylülerden biraderinin kanını dâvâ ederek, kendilerini tazyik ettiğini söyledikten sonra, olayın tıpkı anlattıkları gibi geçtiğine kalabalık şahitler gösterdiler. Kadı, "bu makule eşkiyanın demi heder" olduğu hakkında, "evamir-i şerife bulunmağla", eşkiyanın katlinden köylülere hiç bir sorumluluk düşmüyeceğine karar verdi 57. Yukarıda verdiğimiz "bilgilerle belirdiği üzere, celâlî kitlelerinin, ayrı ayrı, biri diğerinin peşinden, birer korkunç kasırga gibi gelip geçtikleri Kayseri ve yöresini bunlardan kurtarmakta, hükümet, eme yarar hemen hiç bir şey yapamadı. Yalnız Ağaçtanpiri, her halde 1606 mayıs veya haziranında olacak, o çevre türkmenlerince büyük bir bozguna uğratılmış ve başındaki eşkiyâsı şuraya buraya dağılmıştı 58. Fakat, o zaman Türkiyesinde, hele köylünün de yerinden oynamasının eklenmesiyle, kendilerini soyguna sürecek bir başbuğ arayan o kadar çok çiftbozan=levend=sekban vardı ki, kendini türkmenlerin eline düşmekten kurtarmış olan, bu, sanı herkesçe belli celâlîbaşı, en kısa zamanda gene büyük bir kalabalık topluyarak, baskınlarına devam etti. Bundan başka, Kayseri zindanından kaçanların yardımı ile zamantı Kalesini ele geçirmiş olduğunu yukarıda anlatmış bulunduğumuz Celâlibaşı Aligazioğlu da 59, bu yıl, yâni 1607 de, hükümetten verilen emir gereğince kaleyi sarıp, kışın bastırması üzerine tahta surları ateşe veren Kayseri Sancakbeyi Esseyyid Mahmud'dan "âmân dilemek" zorunda kalmıştı 60. 57 Ankara Etnografya Müzesi, aynı defter 16 rebiulevvel 1016 (11 temmuz 1607) tarihli hüccet yazısı. 58 Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc.Nr.14,15 rebiulevvel 1015 (20. VIII. 1606) tarihli kayıttan, Kayseri Beyinin "kendi zeameti olan" Sultan Hanı'ndan Kenan Bin Cumâ adadlı birini yakalayıp, Ağaçtanpiri'nm adamı diye mahkemeye getirdiğini, Kenan'in, "türkmen, Ağaçtanpiriyi bozana kadar onunla bile gezdiğini" itiraf ettiğini öğreniyoruz. 59 Bu Celâlinin adı bazı yerde Aligazi, bazı yerdede Aligazioğlu diye geçiyor. 60 Kışın şiddeti karşısında, kalenin tahta kısımlarını yakarak geri dönen Mehmed Beye asîler teslim olmak istediklerini bildirmişler, bunun üzerine, Sancak Beyinin kaleyi teslim almıya giden adamları, içerde Tasladıkları eşyanın da defterini yapmışlardı; bunlar içinde dikkati çekenler: kapu ağzında 2 adet balyemeztop, 2 aded havai top, 2 aded. şahî top, 5 aded pırangı top, 9 aded bir nevi pırangı top, 21 aded şakalon, 3000 aded siham, 10 çift araba tekerlekleri, 50 kadar araba urganları; kaleyi teslim alan Mehmed Ağa, "kale içinde olan evlerde" eski tul-
26 26 MUSTAFA AKDAĞ Daha bir yıl sonra da, Aligazioğlunun sözü gene edildiğine göre, yukarıda söylediğimiz âmânı dilemesine rağmen, her nasıl ise, Mahmud Beyden canını kurtarmış bulunuyordu 61. 9 Mayıs 1608 (23 Muharrem 1017) tarihli bir mahkeme kaydında, Kayserinin Sarıoğlan köyünden olduğu açıklanan Aligazioğlu, Küçük Yusuf adındaki azılı bir adamına da Kayseri ile Boğazlıyan arasındaki Kurşunlubel'i kestirmiş, oraları soyduruyordu. Bu olayların incelenmesinden, gene bu çevrede, "Topal Hasan" adında bir ünlü eşkiyabaşını öğrenmiş oluyoruz. Bu söylediğimiz tarihli başka bir defter kaydında da, Aligazioğlunun, bir ara, Kayseriye girmiş olduğunu, onun, Topal Hasan'a, Sipahi Yusuf ve yukarıki Küçük Yusuf ile yolladığı haberden öğreniyoruz. O, ikisi de Altı-Bölük azması olan iki Yusufların ağzı ile Topal Hasan'a: "Biz şehrin içine dahil olduk. Siz dahi gelüp, isterseniz bey olun ve isterseniz ben size tâbi olayım; gelesiz deyüp", işte bu arada, Aligazioğlu katlolunmuş, adamları, sağda solda soygun ile uğraşırken, bunlardan, "Çokgöz" denen köprü yanında yakalanan biri, kadı önünde yukarıdaki bilgiyi vermişti 62. Konya (Karaman) Vilâyeti sancaklarındaki celâli olayları da daha az yıkıcı olmamakla beraber, doğrusu, bu çevrelerin durumu hakkında söyleyecek çok şeyimiz yoktur. Şu kadarı biliniyor ki, Konya yöresinde, özellikle Silifke taraflarında olup geçenlere dayanamıyan hükümet, Karaman Beylerbeyi Mahmud Paşayı, Konya Celâlîleri üzerine yürümüye memur etmiş, hattâ, Kayseri, Niğde, Aksaray, Beyşehri ve Kırşehir sancakbeylerini de ona koşmuş idi 63. Bu sıralarda, yâni 1604 ve 1605 yıllarında, Niğde ve Kırşehir sancaklarında, 500-600 kişilik bir kuvvetle Hazır adlı birisinin dolaştığı ve kendisi öldürülünce, yerine geçen kethüdâsı Bıyık Ali'ninde aynı Celâli gurupunu Kuyucu Muradın Anadoluda celâli üzerine açtığı segalar ve kolçakların "perakende yattığını", bunlar 100 den fazla olup, harap vaziyette bulunduğunu, kullanılmaları için iyi bir üstadın elinden geçmeleri gerektiğini, kalenin ise yarar eşyasını Celâli ve eşkiyâların alıp gittiklerini söylüyor. Bak., Kayseri Ş.Sc. Aynı defter, 5 Cemaziyulalıir 1016 (27-18-1607) tarihli kayıt yazısı. 61 Aynı defterdeki, 29 Rebiulevvel 1017 (14 VII. 1608) tarihli kayıt, 62 Kayseri yöresindeki bütün şu olaylar için yukarıda adını verdiğimiz 14 Nr. İl sicilin kayıtlarını incelemek daha ayrıntılı bilgi verecektir. 63 Kayseri Ş.Sc. aym yer: evâsıt-ı şaban 1016 tarihli hüküm sureti: Kayseriye geliş ve sicile kayıt tarihi 26 Ramazan 1016.
27 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 27 fer yılına kadar idare ettiği, ve bu sırada, onun da işinin bitirildiği anlaşılıyor 64. Celâlî guruplarının kendilerine, koşuşturma alanı olarak seçmiş gibi, az çok sürekli kaldıkları çevrelerden biri de, büyük karışıklıkların olup geçtiği başka bir geniş bölge, Çorumdan ötede başlayıp, Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan asıl merkezini Yeşilırmak yöresinin teşkil ettiği Amasya-Tokat-Şarkikarahisar çizgisi etrafı idi. Buralarda, 1604-1605 ve 1606 yıllarının acıklı hayâtını, toplumun dirlik ve düzenliğinde meydana gelen yıkıntıyı göstermek üzere, Şarkikarahisar, Keşap ve Giresun kazalarından biriken kalabalık bir halk kitlesinin şikâyeti üzerine, Kadı, müderris ve öteki ileri gelenlerce düzenlenip pâdişaha yollanmış olduğu kaydolunan uzun bir "mahzar"da anlatılanları buraya kısaca geçireceğiz. Pâdişah'a, 2 Mart 1606 (23 şevval 1014) tarihinde, arzolunduğu görülen, sözünü ettiğimiz mahzar'a göre, "Karalıisarişarkî Sancağına tâbî Ordubayramlı kazasında zuhur eyleyen Hacı Şamlı ve tevabii eşkiyası binden mütecaviz levendât ve sekban eşkiyası cemolup sipahi namında Karahızır nam mütevelli ve ismail Çavuşoğlu Mehmed Çavuş ile yekdil ve yekcihet olup celâlî-i mezbur ile vilâyetimize envâı teaddîsi zuhur edüp bu sene mezkûr Hacı Şamlı ve tevabii eşkiyası hadden birûn ehali-i vilâyeti garet ve hasaret evleyip nice müslümanların ve ocak sahibi kimselerin evlerin basup ehl-ü iyalin çeküp emred oğulların yanında olan levendatma verüp ve âyende ve revendeden ve seferli askerden nice kimseleri katledüp emval ve erzakın ahz ve kabz eyleyüp yine kaza-i mezburede sâkin olup hâlâ müsellim-i vilâyet olan Dergâh-ı Âli silahdarlarmdan Abacızade Ali Bey kullarının bir zaim oğluyla bir avretin ve yedi nefer hizmetkarlarıyle evin basup katledip on yük akçelik emvâl ve erzakın ahz ve kabzeyledüğünden gayrı vilâyet-i mezbureye tâbi Kırık Nahiyesinde sâkin Dergâh-ı Âli sipahilerinden diğer Ali Bey kullarını altı nefer âdemisiyle katledüp mal ve esbabın kabzeyleyüp ve Dergâh-ı Âli yeniçerilerinden Trabzonlu üç nefer yeniçeriyi dahi katleyleyüp malların ve esvapların yağma ve talan etmişlerdir", dendikten sonra, sözü geçen vilâyetteki kazaların 64 İstanbul Başbakanlık Arşivi, 1016 yılına âit numarasız mühimme defteri, S. 46 (Bu olay ile ilgili hiikümün sûretindeki izahtan anlıyoruz ki, Hazır'ın kethüdası Bıyıklı Alinin katline, kardeşi olan kişi, Yakup adlı kadı'nm teşviki ile işlenmiş bir cinayet rengi verdirerek, adı geçen kadıyı Niğde Kalesine hapsettirmiş. Yazılan hükümde, hümâyûna" (yâni, Kuyucu Murat Paşa huzuruna) yollanmaları emrediliyor. kadı'nın ve dâvâcıların "orduy-ı
28 28 MUSTAFA AKDAĞ her birinden "biner kuruş salgun", her haneden üçer kile arpa ve ikişer kile buğday, bir batman yağ ve bir batman bal, beş okka pirinç ve beşer tavuk alıp anbarladıkları, kadıların, Şark ordusu serdarı emri ile topladıkları "sürsat akçesi"ni memurdan zorla aldıkları, tekrar her hâneye altışar kuruş salma saldıkları ifade olunuyordu 65. "Hacı Şamlu"nun o çevrede yarattığı dehşet, kalesiz, yani açık ta olan köylerden pek çoklarını, kaçıp, kalesi olan kasaba ve şehirlere sığınmaya zorladı. O kadar ki, zorbaların, nâmus ve İrzlara dahi en ufak saygı göstermeden elatmaları karşısında, kaçanlar, ancak "elıl-ü iyalların alup", mal ve erzaklarını ortada bırakmışlardı. Âsiler, halkın, sığınmalarına çok yarayışlı olduğu için doldukları Gireson Kalesini kuşatarak içeri girmeye çalıştılar. Kuşatılmanın devam ettiği yimri gün süresince, ele geçirdikleri kimseyi öldürmekten çekinmediler. Bu durumda, canlarını kurtarmak için başka yapacakları kalmıyan ehali "umumen nefir-i âm" ederek 66, Karahisarişarki Sancağının eski "mutasarrıfı" Giresunlu Seyyid Mehmed Paşayı 67 başlarına geçirerek, "Hacı Şamlu eşkiyası" nın üzerine yürüdüler. Asîler, teslim olmaları için, üç defa tekrarlanan dâveti geri savmaları üzerine, kanlı bir cenkleşme oldu. Hacı Şamlu'nun kendisi, zorbabaşılarının namlılarından Kazdağlı, Köse Osman, Dilsüz, Simitlü Bölükbaşı, ele geçerek, başları kesildiğinden başka, Celâlî sekban ve levendlerinden iki yüze yakın kişi öldürüldü. Gerileri, kaçip, Karahızır Mütevvelli ve Mehmed Çavuş adındaki iki zorbabaşının etrafında toplanmayı başardılar. Bu durumda, ehâli, adı geçen eşkiyânın, yada onlar gibi ötekilerinin yeni baskınlara kalkmamaları için vilâyeti korumakta dirayeti bilinen Seyyid Mehmed Paşayı Karahisarişarki'ye gene bey tayin etmeyi rica ediyorlar idi ki, hükümet bu isteğe olumlu vecap vermek zorunda kaldı 68. 65 Adı geçen mahzar, İstanbul Başbakanlık Arşivi, Ali Emirî Tasnifi, Ahmed I.,Nr.l67 olarak mevcuttur. 66 Nefir-i Âm: yediden yetmişe kadar eli silah tutan herkesin toplamp, cenge katılması demektir ki, buna genel olarak son kurtuluş çaresi diye bakılır. 67 Es-Seyyid lâkabının da gösterdiği üzere, bu kişi, müslüman oğlu müslüman olması dolayısiyle, kadrosu yalnız köle-devşirmelerle doldurulan Enderun mektebinden çıkma olamıyacağı halde, beylerbeyi rütbesini kazanmıştır, ve bu örnek biricik te değildi. Görülüyor ki, ümerânın Enderundan çıkma olması gerektiği şeklindeki gelenek, resmen değilse bile, işlemce bozulmuş bulunuyordu. Tanınmış Celâli reislerini isyandan vaz geçirmek, veyâ yerlilerinden ileri gelen birini oraya vâli (sancakbeyi ya da beylerbeyi) yapmak, istenen düzeni sağlar ümidini verdiği için, gelenek böyle bir zor altında bozulmuştu. 68 Not 65'da sözü geçen mahzara bakınız.
29 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 29 Buraya kadar, imkân ölçüsünde ayrı bölgelerden seçerek verdiğimiz olaylar türündeki örneklerin gösterdikleri üzere, Anadolu Türkiyesinin bütün bir yüzeyinde, büyük çoğunluğu vilâyetlerdeki veya Başşehirdeki Altı-Bölük halkından azma kişiler, sancakbeylerinin veya eyâlet paşalarının kapu ağalıklarını (kethüdâlık, başbölükbaşılık, bölükbaşılık, kaymakamlık, müsellimlik, müteselliııılik 69 gibi hizmetlerini) ve Dergâh-ı Âlî çavuşluklarını ele geçirdikten sonra, hizmetine girdikleri beylerin ve paşaların kapuları halkına (sekban bölüklerine) kumanda eder durum kazanmakta, ondan sonra, ya efendilerinin azledilmesi ile, veya başında bulundukları vilâyette, özellikle zengin kişileri soyma niyeti yüzünden onlarla adâvete girince, ya da başka sebeplerden dolayı, çoğuncası beylerinin gizli veya açık arkalamasına da dayanarak, asıp kesme hayâtına atılmakta idiler. Bunları böyle bir davranışa sevkeden sebep, kendilerinin bir bey'in kapusunda ağa olmaları, yahut, Altı-Bölük halkından bulunmaları değil de, celâli başbuğluğunun insanı çabucak anlı-şanlı bir adam derecesine ulaştıran başlıca yol olduğu hakkındaki kanı idi. Çünkü, köy sosyal-iktisadî bünyesinin bol bol kustuğu çiftbozan levendleri başına toplayup, ortada hiç kimsenin diş geçiremediği, hattâ, devletin bile gücü yetmiyen bir kabadayı olmak kişiye büyük bir nam kazandırıyordu. Karayazıcıyı bir türlü dize getiremiyen hükümetin, saray kulları arasından, "çıkma" yolu ile sancakbeyi tayin etme usulünü bir kenara iterek, bu ilk büyük celâlî şefine sancakbeyliği vermesi, ondan sonraki celâlî başbuğlarına bu kapıyı ardına kadar açtığından, Istanbuldaki Altı-Bölük halkından olanların, her hangi bir şekilde Anadoluya geçerek, bu yolu tutmaları, kendilerini, Başşehirde kalıp "çıkma" yolundan mansıp bekliyen arkadaşlarından daha çabuk yükseltiyordu. Hele Şehzâde Bayezid isyanından sonra, vilâyet ve sancaklarda, ve özellikle büyük eyalet kalelerinde, yeniçeri bölükleri yanında altı-bölük düzeni de kurulduktan sonra, çoğuncası sipah ve silahtar bölükleri kadrolarına Anadolunun Türk halkından pek çok kimsenin alınmış bulunması dolayısıyle, bu şekilde olanlar zaten "çıkma" kanunundan faydalanamıyacakları için, celâlî olma sû- 69 Bir sancağı veya eyâleti oranın beyi adına idare eden raüsellim ile, mütesellimi 1 ir birine karıştırmamak; Bey kendisine verilen vilâyetin başına kendi gidemediği zaman, yerine vekil olarak yolladığı kapı ağasına müsellim denir. Mütesellim ise, vilâyeti, beyin yerine, kendisi idare etmeyi üzerine alıp, elde ettiği vergi bâsdatmı muntazaman beye yollayan bir çeşit mültzim durumdaki kimse idi. XVII. ve XVIII. yüz yıllarda, çok vilâyet ve sancakların mütesellimlerce idare olunduğunu göreceğiz.
30 30 MUSTAFA AKDA retiyle, devletten zorla sancakbeyliği, hattâ daha cerbezeli olma hâlinde beylerbeyliği alabilme tekyol idi. Hele bir de, halk ağzından, eşkiyalığı öven, tanınmış celâlî başbuğları adına türküler, destanlar düzen bir ortamın, bunları, köy odalarında halk âşıklarına yanık havalarla söyletip dinlettiğini düşünelim. Şu halde, zaten çiftbozan olarak köyünden ayrılıp, herhangi bir yerde bulacağı bir levend topluluğuna katılması kendisinin kaderi sayılan köy delikanlısı, yıllarca dinlediği bu yanık eşkiyalık türkülerinin etkisi ile "bir büyük eşkiyabaşı" olmayı hayatının en büyük başarısı ve yiğitliğinin el-aleme isbatı sanan bir ruh yaşantının esiri gibiydi. İşte, Büyük Kaçgun devrinde, başlarına binlerce levend ve sekban toplayıp gezen yüzlerce zorba, zorbabaşı, celâlîbaşı gibi türlü adların takıldığı kişilerin ölümle her an koyun koyuna yaşamalarına rağmen, devlet, yedisinin boynunu vursa, yerlerine yetmişinin türemesinin nedenlerini anlatan durumdur bu. 4 - Hükümet Kuvvetlerinin Başarısızlığı Karşısında Celâli Başbuğları ile Anlaşma Kapısının Açılması 1602 sonlarında Afyonkarahisarına kışlağa çekilen tanınmış celâlî başbuğu Deli Hasanın, 1603'ün Şubatından itibaren, hükümetle anlaşmak üzere teklif yaptığını, bunun İstanbul'ca çok iyi karşılandığını, Deli Hasanın kendisi Bosna Beylerbeyi, yedi arkadaşının, vilâyetleri Rumeli de olmak üzere, sancakbeyi olduklarını, isyancı başbuğun 400 kadar bölükbaşısının da Altı-Bölüğe geçtiklerini, bunu çok önemli bir başarı saydığı anlaşılan hükümet'in bütün celâlîler için genel bir af çıkararak, Anadoluyu barışa kavuşturmayı umduğunu geniş olarak anlatmıştık 70. Daha Kanunî, hiç olmazsa saltanatının son yıllarına doğru, köyünden sıyrılıp şehirlere akan "çiftbozan"ların devlet güveni için büyük bir iç tehlike teşkil ettiklerine değinmişti; bunu kendi Şehzadesi Beyazidin isyanı dolayısiyle söz konusu etmiş oluyordu 71. O, ölümünden önce yayınlamış olduğu "Adalet Fermanında" da, reyanın, hükümet adamları, ya da vilâyet halkından "kudretlü" olan kimselerce zorla soyulduklarını sayıp dökerek, huzursuzluğun idarî kötülükten ileri 70 Geniş bilgi için bak., Celâlî İsyanları, adlı eserimiz, S.241 ve devamı 71 Bak. Selaniki Tarihi, S. 75
31 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 31 gelmekte bulunduğunun farkında olduğunu ispat etmişti 72. Şu bir gerçektir ki, III. Murad, Anadolu karışıklıklarına, halkın, özellikle köylülerin, hükümet memurlarından gördükleri zulüm ve haksızlıkların sebep olduğunu anlamakta büyük babasından çok daha ileri görüşlü çıktı. Bununla beraber, Celâlîliği, toplumdaki dirlik ve derneşim düzeninin bozulmuş bulunmasının yarattığını anlamakveya anlamamak özünlerinin, 1603 den önceki gibi, soraki yıllarda da olayların gidişetinde hiç bir etkisi olmuyacaktı ve olmamıştı da. Çünkü, III. Mehmed veya I. Ahmed Türkiyesinin ne iktisadî yapısı, ne de askerî ve siyasî çarkları, köy derneşiminin dışarı verdiği yüzbinlerce çifbozanı (levendâtı), öyle kolay kolay kendi bünyelerinde eritecek güce hiç de sahip değillerdi. Şu halde, Deli Hasan'ın ve arkadaşlarının kendilerini hoşnut edecek birer göreve verilmeleri, karışıklığı yatıştırma yönünden ne kadar kısa süreli olursa olsun, aynı siyasetin, bir sonuç vermiyeceği biline biline, uygulanmasına devam olundu 73. Bir taraftan seferler ile eli-kolu bağlı olduğu, diğer taraftan, celâli levendat ve sekbanlar ile, vilâyetlerin valisi olan beylerin kapularındaki sekban ve levendler, aynı sosyal-ekonomik oluşumdan doğma, ve bir yandan o bir yana, durmadan taraf değiştiren, eş-dost ve sarmaş dolaş kişiler bulundukları için, emri altında bir sürü başbölükbaşı ve bölükbaşıların, onların da elleri altında binlerce levendlerin toplandığı asî bölükler bulunan ünlü bir celâlî şefini ortadan kaldırmanın imkânsız gibi bir şey olduğunu, "koca" serdar paşa'ların kaç defa bozguna uğramış, hattâ devletin ulûfe ile tuttuğu sekbanların celâlî sekban arkadaşları safına geçerek serdarı yalnız ve mahcup bıraktıklarının çok gökilmesi ile iyice anlıyan hükümet, gücünün yetemiyeceği dereceye gelmiş bir celâlî şefini, sancakbeyliği'ne ve daha direnirse beylerbeyliğine verme yolu ile isyandan vaz geçirmeyi huy edinmiş olarak gözükmektedir. Ayrıca, her celâlîbaşını, imkânı varsa, kendi memleketi olan veya onu iyi tanıyan sancağa vermekle, öyle sanıyoruz ki, lıükûmet böyle bir çevredeki diğer celâlî veya zorbaları eski bir celâlî, ve yeni durumu ile, onlardan iyi anlıyan bir sancak veya beylerbeyi sâyesinde öteki a- sîleri itaate alma usûlünü Anadolu düzeni için faydalı görmüş olmalı idi 74. 72 Bak., Celâlî isyanları adlı eserimiz, S. 258. Vesika: 1 73 Hükümetin, bunu, sonuçsuz, fakat, başka yapdacak şey olmadığı için bilerek uyguladığım, Nuh Paşa'nın "Deli Hasan'a beylerbeylik veriniz ama, sonra bir Deli Hasan bin olur" yollu sözlerinden anlıyoruz. 74 1603 Sıralarından itibaren, hem bir asîyi susturmak, hem de öteki asîleri, içlerinden en azılısı eliyle ortadan kaldırmak için pratik bir çare olarak uygulanan bu türlü bey tayini
32 32 MUSTAFA AKDAĞ Elde bulunan birçok örneklerine bakarak, bir celâli başbuğunun sancak veya beylerbeyliğine tayininde uygulanan şekli burada belirtebelirtebiliriz. Bu gibilerinin, çoğuzaman kendi memleketlerine veya tanındıkları çevreye bey verildiklerine âit burada kaydedeceğimiz örnekler az değildir: Karayazıcı, kendi çevresi olduğu sanılan Amasya ve sonra Çoruma; Kalenderoğlu Mehmed, memleketi olan Ankaraya; Neslioğlu, Hamid'e (İspartaya); Kınalıoğlu, Afyonkarahisarı'na; Erzâde, Kırşehir'e; Yularkastı, Kastamonuya... Beylerbeyliği tevcihinde, aksine, asîyi uzak bir eyâlete yollamanın daha uygun olduğu düşünülmüş olacak ki, Deli Hasan Bosna'ya; Tavil Mehmed 75 Şehrizol'a, Karakaş Ahmed Cıldır'a, beylerbeyi yollanmış idiler. Yalnız Yıldızlı ibrahim, Rum'a (yâni Sivas) verilmiş olarak görülmektedir 16. Celâlî başbuğları, bu şekilde, sancakbeyi olarak kendi memleketlerine, beylerbeyi olarak ta uzaklara verilirken, bunların başbölükbaşıları, bölükbaşıları ve öteki gözde adamları da başbuğ yanındaki itibarlarına göre, ya sancakbeyi oluyorlar veya Altı-Bölükten birine (özellikle Sipah ve Silahtar bölüklerine) yazılıyorlar, bu suretle, ulûfeye, aynı zamanda, yükselme yolu açık bir göreve kavuşmuş oluyorlardı. Bir örnek olarak: Celâlîlerin en güçlülerinden biri olan Tevil Mehmed Paşa'ya 77, Kütahya önlerinde Şehrizol Beylerbeyliği beratı yollanması üzerine, adı geçen eşkiyâbaşının, "kendünün akrabasından olan sekiz nefer'e, ihtidadan beşer akçe ile bölük inâyet buyurulmak ve Âsitane-i yolu, tam 100 yıl sonra, yâni 1703 den itibaren, III. Ahmed'in bir fermanı yayınlanarak, "uzun seferlerde rical yok olmağla, kaht-ı ümerâ" zorunluğu altında, "yerlülerden kudretlü olan" biriui o sancağa bey yapmak devletin kanunu olacak, ve, enderun mektebinden "çıkma" denen kaide resmen bozulmuş olacaktır. 75 Tavil Mehmed Paşa'ya beylerbeyliği, kendisi Kütahya'yı kuşatarak, "60 bin filoıi ve dokuz tavile at talep eyleyüp şöyle ki verilmeye evleri ihrak ve bağ ve bahçeleri kat' ve kaleyi yere beraber edüp içinde olanların katleylerüm deyu" tahdid'de bulunduğu sırada ulaştırılmış ve şehir belki de büyük bir faciadan kurtulmuş idi. Müjdeyi getirenler, Kapucubaşı Mustafa Ağa ile Tavil Mehmed'in kendi adamı Koska Muslusu denen kişi idi: Başbakanlık Arşiv, Ali Emîri Tasnifi, Ahmed I.Nr.68 (7-Mart 1606-27 Şevvâl 1014 tarihli arz) 76 1606 yazında Kayseriyi kuşatan Celâlîlerin başındaki Ömer ve Zülfikar Paşa'lar da Celâlîlikten türeme beylerbeyleri idiler. Fakat hangi vilâyete verildikleri bilinmiyor. 77 Nasuh Paşa'yı Bolvadin Köprüsünde bozguna uğratan "Tavil Halil" adlı celâlîbaşı, Şehrizol Beylerbeyliğini alan bu bahsettiğimiz "Tavil Mehmed Paşa" ile kardeş olsa gerek: Hammer, C.8.S.55 ve 69-70.
33 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 33 Saadet'te istihdam olunmak ricası" Sadrâzam'ca pâdişah'a arzolunmuş, "telhis", isyancıbaşı'nın teklifindekinden daha yüksek ulûfeler ile onaylanıp, sözü geçen 8 kişi "Cebeci ocağından Nakkaş Bölüğü"ne kayıd ve kendilerine "bevvaplık" görevleri verilmiş idi 78. İsyandan vazgeçmesi karşılığında, kendisine de Çıldır Beylerbeyliğinin verildiğini yukarıda söylediğimiz Karakaş Ahmed Paşa, kısa bir süre sonra oradan alınarak, Malatya Sancağına, "bervech-i arpalık mutasarruf ola" kaydıyle, verildiği sırada 79, İran seferinde birlikte bulundukları Tavil Mehmed, gerisin geri isyan edip, Diyarbakır'a tâbi Harput Kalesini kuşatmış, bu kere, Karakaş, hükûmet'i tutarak, bu celâlî arkadaşiyle harbe tutuşmuş ve Harputu kurtarmış idi. Celâlîliği bırakmasına karşı, o zaman Çıldır Eyâletini kazanmış olan bu kişi, Tavil'i bozguna uğratması üzerine, bu seferki mükâfatını daha büyük çapta istedi: Karakaş Paşa, arzında, Deli Ferhat Paşa'dan aldığı dâvet üzerine, İran seferine hareketinden altı konak sonra, Padişahtan, baharda sefere kendisi çıkacağı dolayısiyle Vezir Mehmed Paşa ile o yön sınırını,b Bu işleme ait vesika: Ali Emirî Tasnifi, Ahmed I., Karton 2, Nr.482. "Şehrizol Beylerbeyliği verilen Tavil Mehmed Paşa kullarının arzıdır: Yedişer akçe ile (kendi arzı) Kendinin akrabasından olan sekiz nefere ihtidadan beşer akçe ile bölük ineyet buyurulmak rica eder. Sekiz nefer iptidadan beşer akçe ile bölük yerüle deyu' (Sadrazamın arzı) Mustafa (bin) Süleyman cebeci yevm: 8.5 bevvaplık; K.nakkaş (nakkaş bölüğü) Ahmet (bin) Mustafa bevvaplık Rizvan b. Mustafa b. Hüseyin b. Ali b. Eyyup b. Abdullah Ahmed Ahmed Abdullah Sinan bevvaplık bevvaplık bevvaplık bevvaphk bevvaplık Mehmed b. bevvaplık Bâlâda mestur olan kulları bu bendelerinin karib akrabalarından olup yarar ve nâmlar, umûrdîde ve kâr-azmude, mahall-i merhamet ve Iâyık-ı sezavâr-ı inayet kulları olmağın avâtıf-ı aliyye-i husrevânîden zümreyân-ı mezburâna ilhak olunup Âsitâne-i Saadet'te istihdam olunmak ricasiyle Der-i Devletnisâba arzolundu; Baki ferman Dergâh'ı Mâdelet Âlempenahındır. Bende-i Mehmet Mîrimirân-ı Şehrizol-ı hâlâ 79 - Beylerbeyi rütbesine erişmiş olan bir kimseyi, açık eyâlet bulunmaması yüzünden sancağa verince, bu dirliğine "arpalık" ve kendisine, sancakbeyi değil, "mutasarrıf" deniyordu. F. 3
34 34 MUSTAFA AKDAĞ bekliyerekten, hazırlıklarını da geliştirmesi için ferman aldığını, bu sırada "Şehruzol Beylerbeyi iken isyan eden" Tavil Paşanın, on bin miktarı celâlî levend ile Harput üzerine müstevli olup etraf ve eknaf emvâl ve erzakların nehb ve garet eylediğinden gayri ilırak-ı bin'nâr" etmekte olduğunu bildiren "feryatcılar" gelmesi üzerine, sözü geçen kalenin yardımına koştuğunu, o yakınlarda olan "ekrad beylerini" hükümeti desteklemiye çağırdığında, olumlu davranmaları şöyle dursun, "mel'ûn-ı ebedî ve mağbûn-ı sermedî'ye her biri harçlık ve zahire" yolladıklarını, böyle olduğu halde, 30-40 günlük "cenk ve cidâl ve harb-i kıtal" yapılarak, celâlîlerin 200 adamları ve "nâmdarlarından Gemici Bölükbaşı ve Kulu ve Cafer"in kılıçtan geçirildiklerini, Harput Kalesinden bu şekilde bozularak kaçan 7-8 yüz eşkiya sekbanın, bu sefer de Malatya'ya saldırıp, kale kapısını ele geçirmeleri üzerine, müsellim, halk ile birlikte, bir yandan karşı korken, öteyandan kendisine haber ulaştırdıklarını, hemen Harput'tan acele Malatya'ya koştuğunu, yapılan çarpışmada Tavil Melımedin "zorbabaşıları olan Kör Mehmed ve Küçük Sinan ve Sarı Mehmed ve 30-40 neferlerini toprağa düşürüp" eşkiyâyı buradan da kovduğunu belirttikten sonra, şu hizmetine karşılık, Rakka Beylerbeyliğinin kendisine, üzerinde bulunan Malatya Sancağının da, "kayd-ı hayat şartı ile sulbî oğlu Bektaş'a sadaka olunmasını rica ediyordu 80. Enderuııdan, "çıkma" yolu ile, bey tayini geleneği, celâlîlerin zoru altında, bir defa bozulduktan sonra, kendini, devletin bile kolunu bükemiyeceği güce erişmiş gören bir celâlî başbuğunun, isyandan vaçgeçme karşılığında, hükümetten istediği "sadaka" bazan akıl ve hayalin sınırını aşacak kadar büyük oluyordu. Örneklerin, Nasulı Paşa kuvvetlerini 1605 ekiminde büyük bozguna uğratan "Celâlî Tavil Halil'e" Sadaret Kaymakamı Sofu Sinan Paşa, itaate yanaşırsa karşılığında kendisine beylerbeylik sağlanabileceğini bildiren bir mektup yollaması üzerine, sözü geçen isyancıbaşı, eğer Anadolu, Sivas ve Halep 80 - Başbakanlı Arşivi, Ali Emirî tasnifi, Ahmed I. Nr. 856 olarak elde bulunan bu"arz" vesikasının başına, usûl gereğince, Sadrazamın yazdığı telhiste: "mukaddema eşkiyadan olup beylerbeylik verilmekle üç seneden berü" Padişaha sadakat ile hizmet etmekte olan Karakaş Paşanın, tekrar celâlî olan Tavil Mehmed Paşayı "mecruh ettiği" de (Karakaş kendisi arzında söylemediği halde) eklenmiş; ayrıca, Karakaşm oğlunun üzerinde Samsat Sancağının bulunduğu, Malatyamn verilmesi hâlinde, adı geçen yerin de, "arpalık olarak", gene Bektaş'in üzerinde kalması teklifi, arzda olmadığı halde, sadrâzamca ilâve olunmuş. "Ol vilâyetin âyam arz ve mahzarlar ile" Karakaşm Tahvil'e karşı hizmetini de bildirmişler; Pâdişâh, kendi "hattı" ile, "verdim" kelimesini yazmış olduğuna göre, eski eşkiyâ Ahmed öııemli bir imtiyaza konmuşoluyor.
35 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 35 eyaletleri birleştirilerek bu geııiş yerlerin beylerbeyliği verilirse, teklife peki diyeceği cevabını vermiş, Sofu Melımed Paşada, uygun bularak, Tavil Haldin arzını Padişaha, "telhis" etmişti ki, hemen reddolundu 81. Eli kolu, iki taraflı sürüp giden seferlerle bağlı bulunduğunu söylediğimiz hükümet, celâlî başbuğlarının gönlünü görmekle, Anadoludaki olayların yatışacağını, toplum hayatının barışa kavuşacağını beklemenin boşuna umut olduğunu, daha ilk denemelerden itibaren anlamış olmalıdır. Ancak, bir çok celâlî başlarına isyanı bıraktırdığı, ya da böylelerini devletin yetkili kişileri kılarak, öteki celâlîleri, içlerinden "en zorbasının" gücü ile sindirdiği için, günü kurtarıcı faydaları olan bu usul, sekiz-onbin celâlî sekbanının başı olabilme başarısını göstermiş olanlara, sanki isyan yolundan gidilince bu işin sonunda "şanlarına lâyık bir mansıp" elde etmek var, gibi çekici bir başarı anlamına geliyordu. Şunu sözümüze hemen ekliyelim ki, isyancıbaşılıktan beylerbeyliğe veya sancakbeyliğine geçmek, celâlî başbuğlarının hayatlarını hiç bir şekilde değiştirmiyordu. Bu gibiler, sadece bir unvan kazanmakta, tutum ve davranışlarındaki "celâlî üzere" yaşantısının bütün nitelikleri en ufak bir kayba uğramadan sürüp gitmekteydi. Örnekleyin, 1607 temmuzunda Kayseri Sancağı üzerinde bir kasırga gibi esen ve şehri çembere alarak halka açlıktan kan kusturan on bin kişilik celâlî sekbanlarının başında bulunduklarını gördüğümüz Zülfükar ve Ömer Paşa'lar, ünvanlarmm gösterdiği üzere, birer beylerbeyliği almışlar, fakat, Celâlîlik hayâtını bırakmamışlardı 82. Aslında, usulünce yükselmiş öteki sancakbeyleri ile beylerbeylerinin de başlarındaki sekbanlarını, soygunla yaşatma yönünden, bunlardan hiç farkları yoktu 83. Bütün Beyler, ister "Enderundan çıkma" olsun, ister devletten zorla mansıp koparma yolu ile Celâlîlikten geçme bulunsunlar, kapularında toplanan levend ve sekbanların arzusuna bağlanmış birer esir gibi idiler. Sekban bölüklerinin suyunca gitmiyerek, onları istediği gibi idare etmiye yeltenen beylerden sırf bunun için hayatlarını kaybedenler az değildi. " - Bak., Hammer, Osmanlı Tarihi (M. Ata tercüması),c.8,s. 71 82 - Ankara Etnoğrafya Müzesi, Kayseri Ş.SC.Nr.14,16 Rebiulevvel 1016 tarihli sicilyazısmda: "İşbu bin onaltı senesinde vâkî olan mah-i Rebiulevvel Zülfikar Paşa ve Ömer Paşa ve Macar nam Reis'uz-zaleme onbine karip eşkiyâ ile Kayseriyeyi muhasara edüp... 83 O zaman, halkın yolladıkları binlerce arzlarda filan veya falan beyin sekbanlarının, hattâ, beyin kendisinin soygunlarından yanıp yakınma ile, şu veya bu celâlî başının sekbanları, ya da kendince yapılan soygunlardan şikâyetler arasında hiçbir fark yoktu. Bunu çok iyi bilen hükümet, yolladığı fermanlarda, her vesile ile ümerâya, halkı soymaktan ve köylere "devriye bölükleri çıkarmaktan sakınmalarını hatırlatır dururdu.
36 36 MUSTAFA AKDAĞ Sözün kısası şudur ki, bütün XVI. yüzyıl süresince, önceki zamanlardakinden çok üstün ölçüde çiftbozan türemesi, Türkiyenin her yanında levend birikintilerinin doğmasına sebep olmuş, bunlar toplumun iktisâdi, siyasî ve sosyal hayatına yaptıkları yıkıcı etkilerle içdüzeni iyice karıştırmışlar, sözü geçen yüzyılın sonuna doğru, köy toplumunu bir fırtına korkunçluğu ile sarsarak çiftçinin büyük çoğunluğunu da yerinden oynattıktan sonra, saldırılarını şehirlere çevirmişlerdir. I. Ahmed devri Türkiyesinde, şehirlerin ve kasabaların kale duvarları dışında bulunanlar için, ya levend-sekban olmak, ya da onların başında, celâlîbaşı, beylerbeyi, sancakbeyi gibilerden biri bulunmak dışında bir yaşantı sözkonusu olamazdı. Celâli hareketinin Fetret ve Büyük Kaçgunluk devrinde, sanki, celâlî başbuğluğu, arıkovanının dışı, sancakbeyliği, beylerbeyliği gibi resmî görevler de içi sayılıyordu. Istiyen içerden çıkıp dışarda yeliştiriyor, sonra gene isterse geri girip, içerde çırpınıyordu. İşte, celâlî başbuğlarının veya resmî görevli beylerin halleri böyleydi. 5 - Büyük Kaçgunluk Devrinde Dirlik ve Düzenlik a) Celâli baskınları önilnde köyler halkının kaçması: Bundan önce, Türkiyenin dirlik ve düzenliği konusunda yaptığımız araştırmalarda gösterdiğimiz üzere, özellikle Anadolu, pek çok kişilerin çiftlerini bozarak, ya da, bir evdeki iş, baba ve oğulları oyalamıya yetmediği için, kader bunlardan bir ikisinin önüne "garip yiğitler" dünyasına katılmayı zorunlu kılmakla, köyü bırakıp, kendilerini geçindirecek bir ekmek kapısı aramaya gitmelerinin, Türk toplumunda varlığı çok eskilere kadar çıkan bir tarihî yaşantı olduğunu biliyoruz 84. Osmanlı İmparatorluğunun canlı gelişmeler içinde ömür sürdüğü XIV. ve XV. yüz yıllarda, köyden çıkan "garip yiğitleri" devletin harp makinesi yeni zaptolunan geniş topraklara doğru kolayca akıtmış, bunlardan bir çoğunu da bey, paşa ve vezirlerin kapularındaki sekban bölüklerinin kadroları yutmuştur. Fakat, XVI. yüzyılın başlarından itibaren, çiftbozan ve garip yiğitler (sekban ve levend adları ile), top- 84 - Köy sosyal-ekoııomik yapısının yüzyıllardır dışarı verdiği bu kitlenin toplum ve devlet bünyesinde ne gibi etki ve olaylar yarattığını, 1453 den öncesi için "Türkiye'nin İktisadî ve İçtimâi tarihi C.I" adlı eserimizde anlatmış bulunuyoruz. 1453 den 1559'a kadar olan süredeki aynı türden olayları da sözü geçen eserin bu yakında yayınlamak üzere bulunduğumuz II. Cildinde bulacaksınız.
37 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 37 rak ememediği için şurda burda gölcükler yapan yağmur suları gibi, ortalıkta sahipsiz gruplar hâlinde görünmeye başlamışlardır. Bunun başlıca nedenlerini isbatlı bir şekilde belirtecek imkânlarımız oldukça fazladır. Çünkü, garip yiğitlerin ve çiftbozanlarm kaynağının köy sosyal-ekonomik bünyesi olduğunu, başta padişah olmak üzere, Osmanlı Devlet büyükleri çok iyi sezmiş oldukları için, zamanın resmî, vesikalarında bu konuya âit yeteri kadar bilgi bulunmaktadır. Hele mahkeme defterlerinin elimizde bulunması, ayrıca, bize, halkın günlük hayâtını bir ayna duruluğu içinde gözden geçirme kolaylığını sağlıyor. Bu sözlerimizi şöyle özetliyeceğiz ki, ferman, berat, hüküm gibi, devletin çıkardığı resmî yazıların beyanları, mahkemelerde görülen dâvâların deftere geçmiş karar sonuçları demek olan hüccetler, şehirlerin, endüstri, pazar ve dükkân içi alış veriş işlemelerini tesbit amacı ile kadılarca defterlere yazılan kararlar ve kontratlar, subaşılar, asesbaşıları, kadı naipleri ve toplum düzeninin öteki sorumluları eliyle mahkemelere gelen ve burada kayıtlanan asayiş ve sosyal düzenle ilgili olaylar, beyler'in ve öteki ehl-i örfün, Divanâ, kadıya ve başka yerlere yazdıkları mektuplar, kadıların başşehire yolladıkları kazâya defterleri ve halkın isteği ile düzenleyip Divanâ sundukları mahzarlar gibi, bu gün elimizde bulunan daha bir çok türden tarih vesikalarının gözden geçirilmesiyle, köy insanının, XVI. yüzyıl süresince, hem de yıldan yıla artan bir sayıda, od'dan ocaktan neden ayrılıp, levendlik gibi her zaman ölümün kıyısındaki bir hayatı aramıya çıktıkları sorusunun cevabını doğru olarak bulabile ceğiz 85. Türlerini saydığımız vesikalardan, düzenlendikleri konuların bir gereği olarak belirdiği üzere 8S, köylüyü, XVI. yüzyıldan önceki devirlerde olduğundan daha fazla ölçüde, toprağından ayıran ve bunlardan boş levend kümelenmelerini yaratan olaylar şöyle özetlenebilir: 1 - Türlü nedenlerle, artık XVI. yüzyıl devlet düzeninin başlıca kolları, eskisi kadar garip yiğit ve levend (çiftbozanlıktan üreme kişiler) 85 - Bu konuda, uzun uzun Arşive, ya da şer'iyye sicillerinin saklandığı müzeler'e kapanmadan da, yukarıda türlerini saydığımız vesikalardan pek çoğunu yayınlanmış oldukları eserlerden bulabilirsiniz, örnekleyin, şu kitaplarda, köy sosyal-ekonomik hayâtım bizim burada anlattığımız şekilde, sanki bu sorun üzerine yazılmış birer etüt yazıları niteliğinde olan pek değerli vesikalar çıkmıştır: A.Refik X. Asr-ı Hicride îstabnul Hayatı, ist. 1333; H.T. Dağlıoğlu, XVI. Asırda Bursa, îst. 1942; M.Ç.Uluçay, Saruhanda Eşkiyalık ve Halk Hareketleri, İst. 1944; M.Akdağ, Celâlî İsyanları Ankara 1963 86 - örnekleyin, Celâlî isyanları, adlı eserimizin vesikalar bölümünde 11 numara ile gösterilen (Aslı Ankara Ş.Sc.Nr.6,S,258) vesika, Türkiyede köylünün nasü bir zulüm ve işkence hayâtı yaşadığını, niçin yerinden yurdundan kaçmak zorunda kaldığını, ne kadar canlı anlatıyor.
38 38 MUSTAFA AKDAĞ görevlendiremiyor, Balkanların bu alanda Anadoluya rakip olması, rical kapularındaki sayıları çok artan kölelerin ve gulâmlarm, çok ucuz bir masraf ile her işte kullanılmaları, buralarda da sekbanların askerlik dışındaki görevlerini azaltıyordu. 2 - Gerek hazinenin, gerekse dirlik sahiplerinin (Devletten timar şeklinde ücret alan hizmetlilerin), çektikleri para darlığı etkisiyle, vergi alma usullerini kanun ve geleneğe bakmadan, bozup durmalarının reâyâyı kaldırabileceğinden fazla para ödeme zorunluğunda bırakması (Devlet, Avâriz vergilerini çeşitlendirmiş ve dirlik erbabı, özellikle ümerâ, tekâlif-i şâkka sûretinde salmalar toplar olmuşlardır). 3 - Ulûfeliler (yeniçeri, acemioğlanı, sipah, silâhtar ve ötekileri), Cihet sahiplari (Kadı, Müderris, naip, vakıflardan hisseleri olan mürtezika) ve ellerinde nakit para toplamış kişiler, köylünün parasız kalmasından faizcilik yolunda faydalanarak, tefecilik (ribalıurluk) yapmıya başlamışlar, böylece, çiftçi boyunca borca batmak zorunda kalmıştır 87. 4 - Para darlığı köy halkını bu kadar boğunca, onu köyünden bezdirecek başka bir ekonomik olay, Osmanlı mîrî toprak düzeni ile çelişmesine rağmen, reayanın topraklarını yok pahasına ele geçiren "askerîlerin" 88 ve "yerlüden kudretlü olanların" geniş ölçüde çiftlikler kurmaları olmuştur. Özüne bakılırsa, daha, Selçukî rejiminden beri, başta Sultan olmak üzere, bütün Devlet büyüklerinin, memleketin, beğendikleri, en verimli yerlerinde çiftlikleri vardı. Buralarda ekim ikinci sırada kalıyor, hayvan sürüleri besleme önde geliyordu. Osmanlılar- 87 - Celâlî Fetreti ve Büyük açgun zamanlarında köylerini bırakıp kaçanların bir çoğunun da, borçlu durumda olduklarından, alacaklının tazyıkmdan kurtulmak için bu karışıkhklan fırsat bildiklerine dair vesikalar az değildir. Nitekim, bu husus hükûmet'ce de ciddî olarak tesbit olunmuş, ayrıca, Anadolu karışıklığının az çok yatıştığı Kuyucu Murad Paşamn ünlü "Celâlî Seferi"nden sonra, I. Ahmed, yayınladığı uzun bir adâlet fermamnda, kaçan köylülerin borçluluğu meselesini ciddî olarak ele almış, borçlan korkusundan yerlerine dönmeye cesaret edemiyen köylülere, borçlarının ödenmesini üç yıl geri bıraktığına ve hiç bir alacaklının bu süre içinde borçlusu köylüden tek akçe istiyemiyeceğine dair teminat vermiştir: Bak., M.Ç. Uluçay, Saruhanda Eşkiyahk, vesikalar, 1018 tarihli Adalet Fermanı. 88 - "Askerî" deyimi, resmî kişileri ifade etmekte olup, Beytül'mâl ve Kadıaskerlere âit tereke işlemleri dolayısiyle, bu terim hukukî anlamı belirtmektedir, örnekleyin, servetlerini devlet hazinesinden aldıkları ile edinmiş olan kadı, müderris, timarlı sipahi ve öteki dirlik sahipleri ile ümerâ, hep "askerî taifesinden" idiler. Kapu kullan da askerî olmalanna rağmen, terekeleri ile ilgili işlem ocaklarına ait idi.
39 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 39 daki "hassa çiftliklerin" başlangıcı böyle idi 89. XVI. yüzyılın ortalarından sonra, "ekâbir çiftlikleri"nin yanında, kapu kullarının (çoğuncası yeniçeriler ile sipah ve silahdarların), kadı, müderris gibi elinde para toplanabilenlerin, köylerde toprak ele geçirerek, "çiftlik" yoluyla üretime giriştikleri görülmektedir 90. Çiftlik sahiplerinin köylüyü tedirgin etmekteki etkileri, "angarye" ve çiftçinin ürünlerine hayvan sürülerini musallat etmeleri sûretiyle oluyor idi. Zaman zaman gelen açlık ve sürekli olan para darlığı sâyesinde, çiftlikleri olan toprak meraklısı kişiler, perişan köylüden toprağının "tasarruf hakkını" 91 bir kaç batman una, ya da 100-200 akçeye kolayca alabilmekteydiler. Gerek Fetret ve gerek Büyük Kaçgunluk devirlerinde, köyler bütün güvensiz ve hertürlü saldırıya açık yerler olmalarına rağmen, gene de fakir halk kaçarken, tarlalarını yok pahasına alıp çiftliğine katan insanları bol bol bulmuştur 92. 5 - Sekban, levend ve suhte bölüklerinin köyler üzerine, o zaman kullanılan deyimi ile, "birer muklacı" 93 gibi üşüşmeleri de, çiftçinin yerinden yurdundan kaçmasına az etki yapmamıştır. Bundan önceki araştırmalarımızın gözden geçirilmesinden anlaşılacağı üzere, yukarıda 89 - Bu çiftlikler, sahiplerinin resmîliği yüzünden, subaşılann giremediği yerler olarak, hırsız, kaatil ve aşkiyâların sığındıkları yerler olduğu yolundaki dolu şikâyetler, Hükümetin dikkatini çekmişti. Bir hükümde, deniyor ki, "bâzı hırsuzlar ev basup yola iııüp nice adamlar katleyleyüp defatla kabahatları zuhur eyleyüp kimi sicil olunup ve kimi müfettiş elinden bir tarik ile halas olup vüzerâ çiftliğine varup ve müteferrika ve çavuş ve sipahi çiftliğine ve yeniçeri çiftliğine bir tarikle sığınup kimi çoban olup...": Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, karton: 3, Nr. 497. 90 - İstanbul Çevresi, Bursa, İzmit, Balıkesir,Tırakya gibi verimli toprak bölgelerinde, "ekâbir çiftlikleri", sanki birbirlerine ç.itili idiler, özellikle Uludağ yöresinde sayıları onbinleri bulan "hassa koyunlarından" ibaret yüzlerce sürüler otlatılmakta idi 91 - Mirî toprak rejiminde, toprağın asıl sahibi devlet olduğu için, köylünün ancak tasarruf hakkı vardı ki, devletin (daha doğrusu onun vekili demek olan dirlik sahibinin) rızası ile bu hak kadı huzurunda başkasına devredilebilirdi. Ancak şunu söylemek gerektir ki, Kadı defterlerinde "askerîlerin" köylüden devraldıkları toprak tasarruflarına ait işlem fazla geçmiyor. Çiftlikler de yerden mantar gibi bittiklerine göre, demek, devir işi, sipahinin de tavsibi ile, kendi aralarında yapılıyor, resmiyete dökülmüyordu. 92 - Köylerin çiftlikler hâline getirilmesinden doğan sorunları ne şekilde halledip, toprakların eski sahilderine geri verilmeleri suretiyle, reayanın köylerine dönmeleri hakkındaki hükümler için, I. Ahmedin 1018 tarihli fermanına bakınız: M.Ç.Uluçayın adı geçen eseri, vesika bölümü. 93 - Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton, 4, Nr.704: "Tırabzonda muklacı ve sekban ve sair eşkiya yeniçeri ve sipahi namıyla köy köy gezüp vilâyeti harap edüp.."; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Adı geçen yazma, (Esat Ef. Nr. 2151) Vr.74: "ve Deli Hasan yetmiş bin nefer sekbanlar ve muklacılar ve hudbinleriyle..."
40 40 MUSTAFA AKDAĞ adlarım saydığımız soyguncu ve yiyici kişilerden birikme bölükler, uğradıkları köylerde birer süre konakladıkları sırada, fakir-zengin, hemen herkes bu zorlu konakçıları ağırlama külfetine katılıyordu. Bölüğün levend veya suhtelerinden, çoğu ergen (evliler de evlerinden uzun süreler ayrı kaldıkları yüzünden bekâr sayılardı) olduğu için, köylünün ırzına iliştikleri de az değildi 94. Buna göre, soyguncu bölüklerin, köy insanını yerinden oynatmadaki etkilerinin, bir yandan, ortada, mal, can ve ırz güveni diye bir şey bırakmamaları, öte yandan da, levendliğin, kazancı kolay ve her türlü sosyal kayıttan uzak hür bir yaşantı türü görünmesinin, ömürlerinin hangi şartlar içinde geçmekte olduğunu belirttiğimiz köy insanına imrendirici gelmesi şeklinde iki yönlü bulunduğunu kabul edebiliriz 95. Türkiyenin dirlik ve düzenlik tarihinde, baş sorun olarak, devleti uğraştıran "köyden türemiş boş levendler" oluntusunun XVI. yüzyıldaki seyrini buraya kadarki çızıları ile izledikten sonra, şimdi, Anadolu köyünün, 1603 yazından 1609 sonlarına kadar yaşadığı "kaçgun" olayını başat belirtileri ile kaydeyliyelim: Daha 1603 yazında Türkiye yüzeyine bakıldığı zaman, insanın gözü, Celâlîliğin yepyeni bir yola girdiğini kolayca seçebilirdi: Deli Hasan'ın ardısıra gitmeyip, Anadoluya dağılan yüzlerce isyancıbaşının bölükleri gittikleri bölgelere, sanki her yanı tutuşturan birer yangın gibi genişlediler. Karayazıcı Deli Hasan Celâlîliğinin eski çırakları olan yeni başbuğlar, şimdiye kadar alınmış hiç bir korunma tedbirinin eme yaramadığı açık köyleri zehirli iğneleriyle dağlıyan, kovandan boşanmış azgın arılara benziyorlardı 96 Gerçekleyin, kendilerine takılan "celâlî" 9< - Ümerânın kapularındaki sekbanlar, aynı şeyleri, yalnız köylerde değil, şehirlerde bile yapmakta idiler. 1606 da İran seferine gitmekte olan Deli Ferhat Paşa, Bursadan geçerken, halk askerden bazılarının kadın kaldırmakta olduklarını şikâyet edince, Paşa cevabında: "ya benimi kaldırsınlar" demişti. Bak., Hammer, Osmanlı Tarihi,C.8,S. 74 95 Eserlerini Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgun sıralarında veya az sonra yazmış olan vakayînâmeciler, köylü halkın "bölüklere karışmalarını", türlü sosyal ve iktisâdı baskıların zoru altında sırf yağma hırsı ile yaptıklarım iddia ediyorlar, Kâtip Çelebi: "Erazil-i reaya memleketi hâli bulup tarik-ı yağmaya sapmışlardır. Her sülük bir tarikle ata ve dona malik olup her fırkaya bir reis peyda olmuş ve bölük bölük atlı ve piyâde" müsallah guruplar, "nehb-ü garet ve hetk-i haremât etmişlerdir",diyor: Bak. Fezleke, S.289; Abdulkadir Efendi de Vekayinamesinde: "Anadolu Vilâyetinde Celâlîler ve sekbanlar çiftçiler hizmetlerin ve kurralann bırağup vesvese-i şeytanî ızlâliyle tüfenklenüp sekbanlara karuşup seyyidi olurdu", diyor: Süleyniye, Esat Efendi yazmaları, Nr.2151, Vr. 73.b. 96 - Bu acıklı duruma âit olayların dehşeti hakkında yeter bir fikir vermek için, olup geçenlerden en sivrilerini örnek olarak okumak üzere, bakınız: Celâlî İsyanları, s. 221-241
41 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 41 sözünün anlamına uygun olarak, tam bir vurucu-kırıcı davranışı huy edinen "muklacılar" önünde, halkın paniğe kapıldığı, o zamanın Anadoluyu ilgilendiren bütün yazışmalarında söz konusu, edilmiştir 97. Örnekleyin, Karaman Beylerbeyisi Mehmed Paşa, "yurtluk ve ocaklık üzere" bir çavuşun üzerinde bulunan zeamet konusunda, Boğazlıyan Kadısına 1 Nisan 1608 tarihli mektubunda, "celâlî taifesi istilâsında mezbur zeametin reayası bilkülliye terk-i vatan edüp harap ve yebap" olmuş bulunduğunu yazıyordu 9S. Lâdik Kasabasının, kadı, müderris ve öteki ileri gelenleri de, adı geçen kasabanın yarısını Gurguroğlunun yaktığını ileri sürerek, bir dahaki baskına karşı bir palanka (küçük kale) yapma izni isterken, köylerin harap ve insansız kaldıklarını Divana duyurmuşlardı 99. Köyler halkının, geniş çapta şuraya buraya dağılarak, yerlerinin insansız kaldığı üzerinde bütün vesikaların tanıklık ettiğini söylemekle, bu konuyu burada keseceğiz. Ancak, şunu da eklemeden edemiyeceğiz ki, örneği çok olmasa da "reaya"nın, kaçmak değil, "eşkiyâya katılarak", birlikte soyguna giriştikleri yerler de görülmüştür. Gerçeklerin, Alâiye (Alanya) Kadısı Divana yolladığı mektupta, bu kasabanın "âyân ve eşrafı ve ulemâ ve sulahâsı"nın, kendisine gelip, şu konuda yakındıklarını bildiriyordu: Sözlerine göre, "ehalisi fitne ve fesat üzere olup etraf ve eknafta olan eşkiya ile ittifak ve ittihad edüp reâyâ ve berâyâ mezburlardan muzaccir olduğundan maada avâriz-i divaniye ve tekâlif-i örfiyye vermekte inat ve muhalefet üzere" idiler 100 b) Kaçgunda köylü kitlelerin gittikleri yerler: Olaylar uzun uzun yazışmalara yol açtığı için, köylerinden bu denli çok ayrılanların nerelere gittikleri de genel olarak bilinmektedir. Levend soygunları diye nitelenebilecek olan büyük karışıklıkların yerlerinden oynattığı milyonlarca köylünün gittikleri yerler, önem sırası ile, aşağı yukarı şöyledir: 97 - Ankara Ş. Sc.Nr.9,S.292,15 Ağustos 1605 (Selh-i Rebiulevvel 1014) tarihli bir defterleme yazısında "Hass-ı Hümayûndan Ankara ve Yenişehir aklâmından Haymana nam mukataa tevâbiinden Kırşehir ve Hacıbektaş kadılıklarında olan hasların bir kaç sene vilâyet fetret olmağla ümerâ ve nuzzardan kimesne zaptı için varılmak müyesser olmamağla..." şeklinde ifâde ile, celâlî olayları sırasında, hükümetin idareden el çekmiş bulunduğunu belirtmiş oluyor. 98 - Ankara Etnografya Müzesi, Kayseri Ş.Sc.Nr. 14,15 Zilhicce 1016 tarihli mektup tıpkısı 89 - Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton 3, Nr. 483 (24 imzalı ve 2 Rebiulevvel tarihli arz) 100 - Başbakanlık Arşivi, Mühımme Defteri, Nr. 75, S. 42 (Alaiye Beyine ve İbradi Kadısına 28 Zilkaade 1013 tarihli hüküm)
42 42 MUSTAFA AKDAĞ 1 - Hükümetin izni ile, uygun yerlerde yapılan "palanka" ların ve şehirlerle kasabalardaki kalelerin içine sığınmalar 101. 2 - Görülmesi, ya da ulaşılması güç, sarp, dere içi ve ormanlık yerlerde kurulan derme-çatma yeni köylere taşınmak suretiyle, eski köylerin yerlerini değiştirme. 3 - Başka Sancaklara, özellikle, doğunun sınır vilâyetlerine kadar giden uzak göçmeler. 4 - Böylece, türlü yönlere dağılarak, ekip-biçme ve hayatını iyikötü kazanma düzenini bozmak zorunda kalmış olan ailelerin genç ve gücü yerinde erkeklerinin levend bölüklerine karışmaları. Celâlî Fetreti ile Büyük Kaçgunluk arasında bağlantı yılı olan 1603 de, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye halkı, ortalığa düzenlik geleceğini ummak şöyle dursun, gidişetin bütün bütün karanlığa yöneldiğini anlamış, bu durumda, son bir korunma çaresi olarak, büyük şehirler ve kasabaların eski kalelerini onarmak, kale dışlarında kurulmuş bulunan mahalleleri çok ise, buraları da içine alacak daha geniş "surlar" çevirmek, sonradan doğmuş kasabaları, yeri korunmaya uygun köyleri palanka içine almak gibi çareler düşünerek, yapım izni getirtmek üzere, memleketin dört bir yanından halk yığınları, kadıları ağzıyla izin isteyip almışlardı 102. İşin başlangıcında, Divan'ın, bu gibi isteklere pek kolaycı davranıp izin kâğıtlarını hemen yolladığını görüyoruz. Çünkü, Anadolu'da olup geçen büyük karışıklıkların hükümet gözüyle anlamı, bir sürü Celâlî bölüklerinin, sanki halka karşı yabancı üklelerden gelmiş askerler gibi olmaları dolayısıyle, bir yanda topluma düşman saldırganlar, onların yamacında da, yediden yetmişe birbirine sımsıkı sarılmış "reaya fukarası" bulunduğu şeklinde idi. Halbuki, yukarıda ayrıntılarıyle anlattığımız üzere, oluntu hiç de hükümetin nitelediği gibi değildi. Gerçi, yerine göre, resmî görevli bir beyi, ya da zorba-celâlî olmuş bir başbuğu önlerine düşürüp, köyde, kasabada, şehirde, şurda burda oturan halk topluluklarını soymak suretiyle geçim sağlamak zorunda olan levendler, artık, toplum içinde ayrı bir düzen idiler. Ancak, buraya giren kişilerin kaynağı da köy toplumu olduğunu, kimlerin 101 - örnekleyin, Karahisarısahip (Afyon) Kadısına yazılan hükümde Celâlî yüzünden kaçup kaleye dolanlara, boş arsalara yaptıkları binalar yüzünden eziyet olunduğunun şikâyeti üzerine önlenmesi için hüküm, Mühimme Defteri. 75,s.42 102-1602, ve hele 1603 de, Palanka ve kaleler yapılması, eskilerinin onarımı, bunlardan çıkan sorunlar için bak., Celâlî isyanları, S.254-256
43 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 43 celâli, kimlerin hükümet görevine bağlı kişiler bulunduklarını ayırmanın kolay bir iş olmadığı da düşünülünce, kale ve palankaların, halkı levendattan koruyacak kapalı engeller teşkil edemiyecekleri kendiliğinden anlaşılmalı idi. Örnekleyin, bugün celâlîlere karşı koyan bir kişi, halkın da desteği ile, palankayı kuruyor, yarın olaylar kendisini de bir celâlî olmaya sürüklerse, yapmış olduğu kale ve palankayı bu sefer hükümete karşı kullanıyordu 103. Palankalarla ilişkili olayları izlediğimiz zaman, kale veya palanka yapma izni almada, celâlî eğilimliler ile, celâlîlere karşı halkın yanında kendilerini koruma niyeti güdenler arasında bir ayırım yapılamadığını, bu yüzden de, bu yılı yapılmasına izin verilen yüzlerce palankadan pek çoğunun, ertesi yıl celâlî sığnağı oldukları için yıktırılmalarına ferman çıktığını çok görmekteyiz 104. Divan hükümeti, palanka ve kalelere ait, yapılma ve yıkılma isteklerinde olarak, kendisine gelen yüzlerce birbirinin tersi dilekçelere nasıl işlem yapılacağını şaşırmış görünmekte, bu yüzden de bir çoklarına yapma izni vermeye devam ederken, öteki pek çoklarının da yıkılmasını emretmekte idi 105. Bu konuda hayli sıkı davrandığı şurdan da belli ki, Kalenderoğlu Mehmed, 1608 de Tosyayı yaktığı zaman, bu karagünlü kasabada oturanlar, önceki izin fermanı da bu yangında yitmiş olmakla, kaleyi yeniden yapmak üzere, gerekli müsadeyi almakta hayli güçlük çektiler 106. izinsiz yapılan, ya da eşkiyanın kullandığı öğrenilen kale veya palankaları yıkmakta devletin büyük kalelerindeki bir iki topun oraya yollanması yetiyordu I07. 103 _ Meselâ, yerinde anlatılacağı üzere, İMİ şekilde eşkiyanın eline düşmüş palankaları yıkma görevi alan Karaman Beylerbeyi, Divânâ yolladığı mektupta, görevinde karşılaştığı zorluklardan söz ederken, "palankaları hedm içun olcanibe (Kırşehir Sancağına) varıldıkta Liva-i mezbur beyi olan Erzâde (Celâlîlikten geçme) beş altı yüz miktarı tüfenkendaz sekban cem'- edüp ve sancağında yüz miktarı palankalara adamlar gönderüp palankalara kapatup bilâemr cenge mübaşeret olunmaduğunu bildirmişsin.." Bak., Mühim Defteri Nr. 78, S. 53 104 - Palankaların yıkılmalarına ferman çıktığında, görevliler harekete geçince, bu defa da, yıkmaya karşı yakınmalar başlıyor, palankaları yıkılınca eşkiyanın hücumuna uğrayacaklarım ileri sürüyorlar, bu durumda, Divan'dan, birbirleriyle çelişir emirler çıkıp duruyordu, ltak., Mühimme 78, S. 840 (Karaman Beylerbeyisine ve Koçhisar Kadısına, Muharrem 1018 tarihli hüküm) 105 - Ankaranm Murtazaabât Kadılığı, Gökler Kariyesi halkı, kendi palankalarının da yıkılması amrolunduğunu arz ile, buraya eşkiyâ girmediğinden, kalenin kendilerine bağışlanmasını istemişler ve dilekleri kabul olunmuştu: Ankara, Ş.Sc.l0,S.287 (evâsıt-ı Muharrem 1016 tarihli kayıt) 106 - Başbakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, 81, S. 172 "" örnekleyin, Haymanada izinsiz yapılıp, eşkiyanın, yol kesmek üzere, içine sığındıkları palankaları yıkmak üzere Ankara Kalesinden iki top yollanması için Ankara kadısına ve dizdarına emir yolladı: Ankara Ş. Sc.l0,S.208 (evâil-i Cemaziulevvel 1016 tarihli hüküm)
44 44 MUSTAFA AKDAĞ Palanka ve kaleler yapılmak sûreti ile eşkiyadan halkın korunması işleri, ya da zorbaların, buraları ele geçirip, birer derebeyi davranışı ile hükümete karşı kullanmalarından doğan sorunlar uzun birer hikâye olup, XVII. yüzyılın ortalarına kadar bir türlü çözülemeyen davâ hâlinde sürüp gitmiş olup, biz bu kadarını yazmayı bu etüdün sınırı için yeter buluyoruz. Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgunluk sıralarında köylülerin, hattâ kasabalıların, canlarını kurtarmak için, göze görünmez ormanlık, kayalık, dağ koğukları gibi yerlere kaçtıklarını, bâzan vakit bulamadıkları yüzünden, eşya, yiyecek, ekin ve hayvan sürülerini bile ortada koyduklarını kadılar şikâyet yazılarında veya resmî raporlar sayılan "kazâyâ defterlerinde" kaydetmişlerdir. Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi de, "Vakayinâme"sinde, halkın, dağlar'a ve "balkanlar'a" (dağlık ve ormanlık, insanın kolay giremiyeceği karışık ve görünmez yerlere) sığınarak, palamut ile karın doyuracak bir yaşantı sürmüye başladıklarını tekrar tekrar söyleyip durmuştur 108. Korunması çok zor olan köylerinden, ya da kasabalarından, daha kuytu ve elverişli yerlere gidip, çalı çırpıdan ev-barlc yapıp, böylece, yeni bir köy kurmuş olanların çoğu, 1609'u izliyen düzenlik yıllarında da, gidip, eski köylerini diriltmemişler, Celâlîlik sıralarında şenelttikleri yerlerinde kalmışlardı. Bu gün, Anadolu'da, örnekleyin "Tekke" adlı bir köy, onun biraz uzağında "Eski Tekke" denen, insansız, yıkık, yalnız eski bir mezarlığı bullunan başka bir köy; "Aldemirci" köyü, onun ötesinde de mezarı belli, aynı sûretle boş kalmış "Eski Aldemirci" gibi oluntular, hep büyük kaçgunluk devrinin tarihî izleri hâlinde yaşamaktadırlar 109. Bulundukları çevreyi bırakıp, sancak sınırlarını aşanlar, yani uzak yerlere göç edenler de az değildi. Örnekleyin, Bozok halkı Amasyaya, Amasyalı Çorum'a,ya da İstanbula gidiyordu. Kendilerini korumaları daha güç olan hıristiyanlar arasında görülen göçlerin müslümanlarmkinden ziyade olduğu anlaşılıyor. Bunların çoğunluğu kıyı kasaba ve şehirlerine iniyordu, istanbul, hıristiyanların en çok gittikleri yerdi u0. 108 - Yazarın şu eseri: Süleymaniye, Esat Efendi yazmaları, Nr. 2151, Vr.78, 80, 122.,, 109 _ Anadolu yüzeyinde, bu olayın kalıntılarım ve genişliğini araştırmak için yapılacak bir gezinti, ayrıca, köylerin, yüzyıldan yüzyıla geçirdikleri ad, yer değişikliklerini tesbit için tapu ve öteki defterlerin incelenmesi, her halde çok ilginç ilmî sonuçlar verecektir. 110 - Timarh sipahilerin ve öteki dirlik sahiplerinin şikâyet yazıları, muhataa eminlerinin vergi toplama defterleri, cizyedarların arzları, bu gibi raiyyetten vergi alacaklısı durumları dolayısiyle, göç eden kişileri arayıp bulduktan sonra, vergilerini toplama peşinde koşanların,
45 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 45 Anadolu halkını, Rumeliye, belki buraya olanından daha çok sayıda da, Türkiyenin doğu sınır vilâyetlerine göç ettiren nedenler, celâlî karışıklığından başka, çok ağır olan vergi ve salmalara dayanamamak yanında, borçlunun baskısından kurtulmak ve ekip-biçme azalması yüzünden çıkan kıtlıkta aç kalmak gibi diğer iki önemli oluntu idi 111. Erzurum Defterdarlığı ile birlikte, Karahisarişarki Beylerbeyliği de üzerinde bulunan Mehmed Paşa, 1602 de İstanbul'a yolladığı adamı eliyle Divâna sunduğu yazısında, Erzurum "aklâmma dahil mukataa yerlerinin reayası perakende olmağla" buraların gelirinin "serhad kullarının mevaciplerini" (ulûfelerini) ödemiye yetmediğinden yakınırken, Anadoludan doğu illerine olan göçleri de sözlerine eklemişti. O, yazısında, "onbeş yıldan mütecavizdir Sivas ve Maraş ve Erzurum ve sair memâlikten cilây-i vatan eyleyen reaya Çıldır ve Kars ve Kiçivan ve Kağızman ve Diyadin ve Eleşkirt ve Zaruşat (zaişat) ve Şüregel ve Göle ve Tekman ve İspir ve sair Gürcistan beylerinin eyaletlerine" gidip yerleştiklerini uzun uzun anlatıyordu 112. Erzurum Defterdarı olan Mehmed Paşa'nın yazdıklarının fazlasiyle doğru olduğu, kendisinden bir yıl sonra adları geçen doğu illerinin "tahriri" işinde bulunan Eski Nişancı Ali Efendiden Divana gelen mektup ile de anlaşılmıştır 113. yukarıda söylenen türden yazıları, ayrıca, alacaklı oldukları kişilerle aralarında çıkan anlaşmazlık yüzünden mahkemeye düşmek zorunda kalmalar ve öteki olayların yarattığı işlemleri belirten tarih vesikalarının gözden geçirilmesi, Türkiye halkının Celâlî isyanları ve bu arada çıkan korkunç kıtlıklar etkisiyle, ne denli geııiş çapta yer değiştirerek, birbirlerine yeni bir karışım yaptıklarını çok iyi belirtmektedir. 111 Mukataa Eminleri, mültezimler, göçlere sebep olarak yalmz celâlî baskınlarım, kadılar ise, kazâya defterlerinde, yerlerinde kalanlardan, göçenlerin hisselerine düşen vergileri de almak için avarızcıların ve cizyadarların yaptıkları zorlamaları, ehâliııin şikâyeti üzerine, Divana yolladıkları arzlarında, Celâlîlik ile beraber avarız-i divaniye ve tekâlif-î örfiye vergilerinin ağırlığına reayanın dayanamayıp kaçmıya mecbur olmasını zikretmişlerdir. Bak-, Ankara Ş, Sc. 10,S. 220, 239, 250 112 Başbakanlık Arşivi, Divân Kayıd Defteri, S. 118, 4 cemaziyülevvel 1011 tarihli hüküm (Erzurum Defterdarlığı ile Karahisarişarki Beylerbeyisi olan Mehmed Paşaya hüküm) 113 - Başbakanlık Arşivi, İbnülemin, Karton 3.Nr.677,evahir-i cemaziyülahir 1012 tarihli hüküm: "Mukaddemâ nişancı olup hâlâ tahrir hizmetinde olan Ah dâme ilmihu'ya: Bir kaç yıldan beri Revan ve Gence ve Göle ve Ardahan ve Tiryâlet ve Lori ve Penbek ve Olaport sancaklarına ve Tepedey ülkesine ve Çıldır ve Kars beylerbeyliklerine içillerden hayli reaya gelüp karardâde ve temekkün edüp ve hariç vilâyetlerden davarları ile yürük ve oymak ve ulusât gelüp kurrâ ve mezârîden hariç otlu sulu hâlî yerlerde kimi kışlayup ve kimi yazlayup ve kimi kadimî yerlerinden kat-ı alâka edüp kışta ve yazda sakin olup" bu gibilerine kaydolunacak "rüsum beylere ve sair ümerâ'ya değil miriye ait olması lâzım gelmeğin..."
46 46 MUSTAFA AKDAĞ Yukarıda sözlerini ettiğimiz görevlilerin verdikleri rakamlar doğru ise, köylerdeki ekalinin, genel olarak iiçte ikisi göçmüş bulunuyorlardı 114 Hattâ, olayların yapmış oldukları zarar ve ziyanı defter etmiye çıkan kurullar bazı köylerde bilgi alacak bir kişi bile bulamamış idiler. İnsanların üçte bir ölçüsünde kalarak barındıkları köyler reayasının durumuna gelince, bunların son derece fakir kişiler olduğu bildiriliyordu 115. c) Köylerde Kalanlar Böylece, pek çok insanların, çiftlerini bozup, şuraya buraya dağıldıklarını belirttikten sonra, ekin ziraatinin geniş çapta azaldığı sonucunu çıkardığımız köylerin, bu kadar boşalmadan sonra, nasıl bir görüntüye büründüklerini kısaca kaydetmek, konumuzun incelenmesinde eksik bir yan kalmaması için gereklidir. Köylerden pek çoklarının, sanki insandan armmışcasına, boşalmalarına karşılık, içlerinde bir kaç hâli-vakti yerinde kudretli kişilerin bulunduğu bazı halk ta, köylerini birer palanka =küçük kale ile çevirmişlerdi. Fakat, bir sürü kişiler yer ve yurtlarını bırakıp gittikten sonra, köy alanlarında kalanlar, ya eşkıyânm soyacak hiç bir şeyini bulamıyacağı fakir-fukara, ya da kaçanların bağ-balıçe ve tarlalarını yok pahasına satın alan ve sayıları her köyde bir kaç kişiyi geçmiyen, toprak ağalığına yönelmiş kişilerdi. Büyük çoğunluğu yeniçeri, sipah, silahdar ve öteki kapukulları olan bu sözünü ettiğimiz çiftlik ağaları, eşkıyâ talanına o kadar açık bulunan köylerde güvenlerini nasıl sağlıyabiliyorlardı, bunu vesikalardan pek öğrenemiyoruz. Hayatlarının sürekli olarak tehlikede olduğu, celâlî baskınlarında ölenlerden bir haylisinin kapukulu bulunmalarından anlaşılıyor. Ancak, çiftlik sahiplerinden çoğunun, köylerde, hem de hayvan sürüleri, ev, bark, ahır, samanlık, ağıl ve öteki yapılariyle beraber, sonuna kadar oturmakta sebat ettik- 114 - Ankara'da ve Orta Anadoluda köyler'e giden emin, mültezim, kadı ve öteki görevlilerin verdikleri rakam böyledir. 115-1607 yılında Karaman Beylerbeyi Tekeli Mehmed Paşamn Kalenderoğlu üzerine yapacağı sefer için nüzül akçesi toplatmak üzere, Ankara Kadısı Mehmed Sadık Efendiye gelen Nüzül Eminine verilen bir tezkerede şu ifâde yer alıyor; "Murtazaabad kazasının reayası celâlî istilâsında perakende olup ve terk-i evtaıı eyleyüp bakiyye kalanlar da gayet fakir'ül-hâl olduklarından mâdâ zikrolunan eşkiyâ altı aydan beru içlerinde oturup" neleri varsa yağma olunduğunu "ehali-i vilâyet ihbar edüp" hallerinin böyle olduğuna "biz dahi (mahkeme erkânı) şahit olup..": Ankara Ş, Sc. 10, S. 212 (evahir-i cemaziyülulâ 1016 tarihli tezkere tıpkısı)
47 CELÂLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 47 leri görülüyor 116. Bu gibilerinin kendilerini nasıl koruduklarını, Topçular Kâtibi Abdulkadir Efendi kaydetmiştir. Ona göre, "kapukulları olanlar celâlîler havflerinden kariyelerde meskenler içun palankalar icadatmeğin tüfenkli sekbanlarla ehl-ü iyallerini lııfzettirirlerdi" 117. Eğer, I. Ahmed'in adalet fermanındaki hükümet iddiası doğru ise, celâlîlerin geniş çapta yakıp yıktıkları, halkını şuraya buraya göçtürdükleri köylerde çiftlik hayatının ayııı devre içinde gelişmeler kaydettiğini kabûl etmek gerekir. Biz bunun bir nedenini de çiftlik sahiplerinin, yukarıda da anlattığımız, palanka yapma, sekban tutma gibi kendi güçleriyle aldıkları tedbirlerden başka, bunların herbirinin ayrıca bir kaç azılı celâlî başbuğu ile kurdukları dostluğun, öteki gurupları, böyle celâlî dostları bulunan çiftliklere karşı saldırılarında, daha korkak davranmaya mecbur etmesinde de buluyoruz. "Celâlî Fetreti ve Büyük Kaçgunluk"un Anadolu köy toplumuna, gerek iktisadî ve gerek sosyal yönlerden yaptıkları etkileri, uzun sözümüzü toparlamış olmak bakımından şöyle özetliyeceğiz: Celâlî, "mîrimiran sekbanları", suhte, sipah zorbası bölükleri gibi türlere ayrılan büyük soyguncu gruplar, azılı başbuğların ardına takılarak, köyleri talan etmiye başlamışlardır. Bu olayların yarattıkları karışıklıklarda, pek çok halk, çift-çubuğunu bırakarak, köyünden kaçtığı için, bunlardan genç olan erkeklerin, gidip, ötede başka bir isyancı grupa katılmaları ile, sekban bölükleri birer çığ gibi büyümüş, artık pek çok köyler, nüfuslarının üçte ikisini kaybettikleri gibi, celâlîlere, ya da öteki soyguncu gruplara kışlak, yazları da şehirlerle kasabalara saldırılarında eğrek olmuşlardır. Bu denli geniş göçmelerin sonucu olarak, bir haylisi ıssız kalan köylerden toprakları verimli olanların büyük çoğunluğunda, kapu kulları, ümerâ, çavuş, müderris ve halktan güçlü olanlar çiftlik kurmuşlardır. Çiftlik sahipleri, üretimde, ekinciliği değil, hayvancılığı üstün tuttukları için, kaçan köylülerin, kerpiç, harçsız dıvar ve başka şeylerden yapılmış harap kılıklı konukları yerine, bu gibi köylerde, 116-1609 da, Anadolunun az çok barış ve huzuru sağlanınca, I. Ahmed'in yayınlamış bulunduğu tanınmış adalet fermanında, nüfusu herhangi bir şekilde kaçmış bulunan köylerde türeyen bu çiftliklerin yıkılıp, köylülerin yerlerine dönmeleri beklenmeden, çiftlik sahiplerinin sürüleriyle gitmeleri önemli bir madde olarak karara bağlanmış, özellikle kapukulu durumlu çiftlik sahiplerinin direnmiye kalkmaları yeni yeni fermanlar çıkarmasını gerektirmiş idi: Bak. M.Çakatay Uluçay, adı geçen eserin vesikalar kısmında I. Ahmedin 1018 tarihli fermanı 1,7 - Adı geçen Vekâyiname, Esat Efendi, yazma Nr. 2151, Vr. 107
48 48 MUSTAFA AKDAĞ çiftliklerin haremlik-selaınlık bölmeli konakları, ahır, samanlık, ve öteki yapıları yükselmiştir 118. 1607 ve daha sonrasının olaylarını anlatacağımız başka bir yazımızda, köylerin uğradıkları sosyal ve iktisadî haraplığın Türkiyenin iç gelişme tarihinde nasıl bir gidişet izlediğini göstereceğiz. 6 - Büyük Kaçgunlukta Şehirler. Kasablar ve hele şehirler, Karayazıcı devrine kadar her türlü sekban saldırısından saklı kalabilmiş idiler. Yalnız ergen işçi, boş levend, "paşa kapularmda" görevli sekban gibilerinin, ki bunlardan çoğu "bekâr odalarında" oturuyorlardı, çıkardıkları cinayet, hırsızlık, kundak yoluyla yangın, fuhuş ve bunlara benzer olaylar, halkı az rahatsız etmiyordu. 1599 yılı ise, Celâlîliğin, önce kasabaları, onun ardından şehirleri zorlamalarının başlangıcı olmuştur. Gerçekleyin, Karayazıcı ile kardeşi Deli Hasanın soygunlarını doğrudan doğruya kasabalarla şehirlere yöneltmiş oldukları görülüyor. Birincisi, şehirlere adamlar yollayıp, "fidye-i necât" (şehiri kuşatmama karşılığında kümeli bir para) isteme huyunu edinmiş, ikincisi ise, büyük sekban kalabalığı ile sıkı kuşatmalar uyguladığı yerlerden istediği mikdar para ve eşyayı almadan çekilmemiş idi. Celâlîlerin, bu şekilde, şehirleri soyma devrini açmalarından sonra, gerek Karayazıcı ve gerekse Deli Hasan, yanlarında olan-olmıyan bütün celâlî başbuğlarına söz dinletecek kudrette oldukları için, Anadolu şehirlerinin, hiç olmazsa tek başbuğa, istediğini, ya da pazarlıkta kararlaştırılanı vermeleri, kurtuluşlarını sağlamıya yetiyordu. Fakat, 1603 yazında Celâlîliğin yeni bir devre girmesi, işi değiştirdi. Çünkü, Deli Hasan Rumeliye geçtikten sonra, Anadoluda kalan celâlî başbuğlarından pek çoğu kazandıkları güç yönünden Karayazıcı ve biraderini bile geçtikleri için, artık, şehir ve kasabaların kara günleri başlıyordu. Bir kaç ay içinde arkası arkasına üç dört gurupun baskınına uğrayan şehir, bunların hangi birine canını satınalma parası yetiştirebilecek idi? örnekleyin, talihsiz Ankara Şehri, Deli Hasana büyük bir "fidye" ödedikten sekiz dokuz ay sonra, bir de Karakaş Ahmedin celâlî 1,8 - I. Ahmedin arkası arkasına çıkardığı ferman ve hükümler, karışıklıklar sırasında kaçma zorunluğunda kalmış bulunan "reaya fukarasının" 1609 (1018) genel affından ve adalet fermanının kendilerine sağladığı haklardan yararlanarak geri yerlerine dönebilmeleri için bütün bu çiftlik binalarının önceden yıktırılmasını, sürülerin köy topraklarından uzaklaştırılmasını kesinlikle emretmiş ve yaptırmış idi.
49 CELLİ İSYANLARINDAN BÜYÜK KAÇGUNLUK 49 bölükleri tarafından kuşatılmış, bu azılı başbuğ şehir'in kale dışında kalan Karaoğlan-Samanpazarı-Karacabey Hamamı çizisi yanlarına düşen bütün çarşı ve mahallelerini insafsızca yakmış idi i19. Ege bölgesine doğru olan Afyon, Kütahya, İsparta, ve öteki bir sürü kasabalar, ya yakılmışlar, ya da ellerinde neleri varsa verip canlarını zor kurtarmışlardı. Kastamonuyu da Yularkastı yaktı. Amasya, Tokat, Karahisarışarki ve Yeşilırmak yöresinin daha bir sürü kasabaları kalabalık eşkiya guruplarınca kuşatılarak aylarca aç-susuz kendilerini korumaya çalıştılar. Çoğunda, evler, hanlar, dükkanlar, hattâ cami ve medreseler celâlîlerin çıkardıkları yangınlarda harap oldular. Kayserinin başına gelenler de, Ankaramnkinden aşağı olmamış, orta Anadolunun o zaman Ankaradan sonra en büyük ticaret ve endüstri merkezi olan bu büyük şehir, yıllarca celâlîlerin saldırılarına karşı koymuş, açlık, hastalık, yangın gibi olaylar burayı da harabeye çevirmişti. Malatya, Harput, Maraş, Urfa ve öteki şehir ve kasabalar, aşağı yukarı bu anlattığımız, yerlerdekinin birer aynı veya daha ağırından felâketleri yaşamışlardır. Sözün kısası, Felâlî Fetreti ve onu kovalayan daha yıkıcı bir devir olarak Büyük Kaçgun, Türkiyenin toplum hayatını gerek dirlik ve gerek düzenliği yönlerinden yüzyıllar boyunca onaramıyacağı kayıplara uğramıştır ki, 1607 den 1610 yılına kadar olan olaylarıda başka bir yazımızda anlatınca, bu söylediklerimizin ne denli doğru olduğu anlaşılacaktır 120. 119 - Yangın alanı sınırlarının bu kadar geniş olduğunu olaydan sonra arsa anlaşmazlıklarının mahkemeye getirilmesi dolayısiyle, sicil zabıtlarında verilen bilgilerden tesbit ediyoruz. 120 - Büyük kaçgunluk adını alan 1603-1610 arası celâlî isyanları bölümünü de geçen yd yayınladığımız "Celâlî İsyanları" adlı eserimizin ikinci cildi olarak çıkarmayı pilanlamış bulunmakla beraber, araştırmalarımızın bitmesini bekliyerekten, bu makaleleri yazmak her halde Millî tarihin o kadar büyük bir yaşantısını daha gün ışığına çıkaracağı için faydalı olarak düşündük. F. 4
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder