Hz. Ömer Dönemi
Hz. Ömer’in Halife Seçilmesi
Hz. Ömer’in fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaçlı bulanlar da oldu. Ancak Hz. Ebû Bekir onlara hilafet için Ömer’in uygun olduğunu söyledi. Hz. Ömer’i kendisinden sonra halife olarak belirlediğini ifade eden bir yazı kaleme aldırdı ve bu ahitnameyi halka okuttu. Halk da kabul edince Hz. Ömer ikinci halife oldu. (634)
Hz. Ömer Halife seçilince insanlar kendisine “Halîfetü Halîfeti Resûlillah” (Resûlullah’ın halifesinin halifesi) diye hitap etmeye başladı. O, bunu kabul etmeyip; “Siz müminlersiniz, ben de sizin emirinizim” diyerek kendisine, müminlerin idarecisi olduğuna vurgu bakımından “Emîru’l-Mü’minîn” denmesini istedi. İslâm tarihinde “Emîrü’l-mü’minîn” tabiri ilk defa Hz. Ömer için kullanılmıştır.
Yönetim Anlayışı
Hz. Ömer yönetimde insanların sosyal konumuna ve zenginliğine itibar etmezdi. Dostluk ve akrabalık, suçluları sorguya çekmesine ve gerektiğinde cezalandırmasına engel olmazdı. Namazlardan sonra mescitte oturur, halkın şikâyet ve arzularını dinlerdi. Geceleri dışarı çıkarak dolaşır ve muhtaçların ihtiyacını karşılamaya çalışırdı. Rastladığı kimselere devletin ve halkın durumunu sorardı.
Hz. Ömer’in başkasının görüş ve düşüncelerini dinler, tarihte başarılı olmuş kimselerin tecrübelerinden ve uygulamalarından yararlanırdı.
Devlet malı konusunda çok titiz davranır, buradan yapılan harcamaların milletin yararına olmasına dikkat ederdi. Kendisi maaşını beytülmalden alırdı. Fakat buradan Müslümanların en az pay alanı idi. Maaşıyla çoğu zaman ihtiyacını karşılayamazdı.
Hz. Ömer, bir görevli tayin ettiği zaman, muhacir ve ensardan oluşan bir grubu şahit tutarak onun için bir sözleşme yazar ve ona beygire binmemesi, yönetiminden sorumlu olduğu kimselerin orta hallilerinin güçlerinin yetmediği yiyecekleri yememesi, ince giymemesi ve halkın ihtiyacından önce başka bir işle meşgul olmamasını şart koşardı.
Hz. Ömer bid’at ve hurafelere karşı tavır takınır ve bunların önlenmesi için gerekli tedbirleri alırdı.
Hz. Ömer ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince ilk Müslümanlardan Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, Hz. Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Sa‘d b. Ebû Vakkas’dan oluşan altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi.
Yönetimde Takip Ettiği Yöntem
İstişare
Halifenin bu dönemde yargı ve yürütme yetkilerini elinde topladığı kabul edilmektedir. Bütün bu hizmetleri yerine getirmeye çalışan Hz. Ömer, Kur’an-ı Kerim’de yer alan şûra esasını (Al-i İmran 3/1 59; Şura 42/38) en iyi biçimde işletmiştir.
Hz. Peygamber’in en fazla istişarede bulunduğu sahabiler arasında yer alan Hz. Ömer, hilafeti döneminde karşı karşıya kaldığı bütün konularda Müslümanların görüşlerine başvurmuştur.
Hz. Ömer Suriye, Mısır ve Irak’ta gerçekleştirilen fetihlerle birlikte ele geçirilen toprakların hukukî durumunun tespiti ve buralardan gelen ganimet mallarının taksimi ile ilgili kararını yaptığı görüşmeler sonucunda vermiştir.
Hz. Ömer sadece Medine’deki ashabla değil, ihtiyaç olduğu takdirde uzak eyaletlerdeki halk ve yöneticilerle de istişarede bulunmuştur.
Hz. Ömer, yöneticilerini de istişareye teşvik etmiş, onlardan gerek kendisiyle, gerekse yanlarında bulunan tecrübeli kişilerle görüşme yapmadan karar vermemelerini istemiştir. O İran üzerine gönderdiği ilk ordu komutanı Ebû Ubeyd es-Sakafî’ye; “Peygamber’in ashabının sözlerini dinle, onlarla daima istişare et. Başkalarının da fikirlerine müracaat et. Hiç bir kararda aceleci olma” demiştir.
Hz. Ömer’in istişare ettiği şura üyeleri arasında kadınlar da vardır.
Denetim
Hz. Ömer, sorumluluk makamında olanları denetlerdi. Bu uygulama, idarecilerin keyfi icraatlarını önlediği gibi, aynı zamanda halkın yönetime olan güvenini de sağladı.
Halkın yöneticileri denetlemesi için onları bu konuda cesaretlendiren Hz. Ömer’in bu konuda şöyle dediği nakledilmektedir: “Ey müslümanlar! Âmiller size musallat olmak, malınızı yağmalamak için gönderilmiyor. Eğer âmillerden biri yanlışlar yaparak size kötü davranırsa bana haber veriniz ki gerekeni yapayım.”
Hz. Ömer, cepheye gönderdiği orduları da sürekli kontrol etmiş, kurduğu haberleşme ağı sayesinde ordu komutanlarının bütün uygulamalarından haberdar olmuştur.
Hz. Ömer, Müslümanlardan sadece yöneticilerini değil, bizzat halife olarak şahsını da denetlemelerini istemiştir.
Hz. Ömer, Mısır valisi Amr b. Âs’ın valiliği esnasında çok mal edindiği duyumunu alınca Muhammed b. Mesleme’yi göndermek suretiyle onun mal varlığının yarısına el koymuş ve hazineye intikal ettirmiştir.
Hz. Ömer’in; “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarım” sözleri, onun sorumluluk duygusunu en güzel ifade eden tarihî bir cümledir.
Fetihler
Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın vefatından hemen sonra Ridde hareketlerini yaklaşık altı ay içinde bastırdı. Hz. Ömer devrinden önce müslümanlar başarılı askerî harekât gerçekleştirdi. Hz. Ömer’e düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye’nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu.
Irak Cephesi
Hz. Ömer, halkın biatını kabul ederken onlara Irak cephesindeki İslam ordusuna yardım etmeleri için çağrıda bulundu. Ebû Ubeyd, önce bazı başarılar gösterdi ise de “Köprü Savaşı” diye bilinen savaşta Fırat nehrinin doğusuna geçip fillerle takviye edilmiş bir İran ordusu karşısına çıkınca ağır bir yenilgiye uğradı ve şehid oldu (13/634).
İki yıl sonra Sa’d b. Ebû Vakkas komutasındaki İslam ordusunun, Rüstem komutasındaki İran ordusunu Kâdisiye savaşında yenmesiyle ‘‘Köprü Savaşı’’ yenilgisinin izleri silinebildi. Kâdisiye Savaşı’nda Sâsânî kumandanı Rüstem müslümanlar tarafından öldürüldü ve büyük bir bozguna uğrayan Sâsânî ordusu dağıldı (15/636). Kâdisiye Savaşı İslâm tarihinin en önemli zaferlerinden biridir. Bu meydan savaşıyla Kuzey Irak ve İran’ın kapıları müslümanlara açılmış, İran ordusu ağır bir yenilgiye uğratılmış ve Kisrâ III. Yezdicerd, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştır.
Kâdisiye’den kaçan Sâsânî ordusunun bir kısmı ile Kisra’nın yönlendirdiği birlikler Celûla yöresinde toplandı. Bölgeye giden 12.000 kişilik İslâm ordusu, Sâsânî ordusunu yenerek burayı da ele geçirdi. Daha sonra Hüzistan, Musul ve Erdebil’i ele geçiren müslümanlar Nihavend zaferiyle Irak’ın fethini büyük ölçüde tamamlamış oldular. İran’ın batısında Hemedan şehrinin 60 km. kadar güneyinde yer alan Nihavend yakınlarında cereyan eden bu büyük savaşta 30.000 kişilik İslâm ordusunun kumandanlığına Nu‘mân b. Mukarrin tayin edilmişti. Kumandanlığını Fîrûzân’ın yaptığı Sâsânî askerlerinin sayısı konusunda 60.000 ila 150.000 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Sâsânî ordusu ayrıca çok sayıda file sahipti. Üç gün süren savaşın son gününde Nu‘mân b. Mukarrin şehid düştü; kumandanlığı Hz. Ömer’in daha önce emrettiği gibi Huzeyfe b. Yemân üstlendi. Savaş neticesinde Sâsânî ordusu tamamen dağıldı. Savaşın ardından Nihavend’i kuşatan müslümanlar şehri ele geçirdiler (21/642). Nihâvend savaşı İslâm tarihinde önemli dönüm noktalarından biridir. Sâsânîler burada uğradıkları ağır yenilginin ardından bir daha toparlanamadılar.
Suriye Cephesi
12 Hz. Ömer, göreve geldikten sonra Bizans İmparatorluğu’na karşı Suriye cephesindeki savaşlara da ara verilmeden devam edilmesini istedi. Hz. Ebû Bekir döneminde kazanılan Ecnadeyn zaferinden (13/634) sonra Hz. Ömer devrinde yapılan Fihl Savaşı’nda da Müslümanlar, Bizans kuvvetlerine büyük zayiat verdirdiler (23 Ocak 635).
Müslümanların başarıları üzerine Bizans İmparatoru Herakleios, hıristiyan Araplar’ın ve Ermeniler’in katıldığı 50.000 ila 100.000 kişi arasında olduğu tahmin edilen bir ordu hazırlayarak ardarda yaşanan bu yenilgilere bir son vermeyi düşündü. Bizans’ın yaptığı savaş hazırlıklarını öğrenen Hâlid b. Velîd, Humus ve Dımaşk’taki kuvvetleri de çağırdı ve sayıları 25.000’i aşan askerleriyle Yermük vadisine geldi. Savaşmadan beklenen üç aydan sonra 12 Receb 15 (20 Ağustos 636) günü yapılan meydan savaşında Bizans ordusu çok ağır bir yenilgiye uğradı ve bölgedeki bütün şehirler müslümanların eline geçti.
Yermük Savaşı’ndan sonra, Suriye Bizans’ın elinden çıktı ve İslam devletinin sınırları Toroslar’a dayandı. Bizans İmparatoru Herakleios, sınır bölgelerinde yaşayan halkı müslümanların tehdit ve saldırılarından korumak üzere iç kısımlara çekerek geniş bir sahayı boş bıraktı. Öte yandan Filistin’in fethine devam edildi ve Kudüs kuşatıldı. Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını o sırada inceleme ve görüşmelerde bulunmak için Suriye’ye gelen ve Cabiye’de bulunan Hz. Ömer’e teslim etmek istediğini belirtti. Halife bizzat Kudüs’e giderek halka eman verip kendileriyle bir antlaşma yaptı (17/638).
Mısır ve Kuzey Afrika Cephesi
Hz. Ömer, Suriye ve Filistin’de mağlup olan bazı Bizanslı komutan ve askerlerin Mısır’a kaçtığını ve Mısır’ın fethinin gerekli olduğunu söyleyen Amr b. Âs’ın görüşünü benimseyerek Mısır’ın fethine izin verdi. Amr, 642 yılında fethi tamamladı. Başarısından dolayı Amr’a “Mısır fatihi” ünvanı verildi ve Hz. Ömer tarafından Mısır’a vali tayin edildi.
Fetihlerden Sonra Yapılanlar
Fethedilen yerlerdeki insanlar eğer savaşsız antlaşma yapmayı kabul etmişlerse sözlerine sadık kaldıkları sürece esir ve köle muamelesine tabi tutulmayacaklardır. İslam’ı kabul ettiklerinde Müslümanlarla aynı haklara sahip olacaklarına, eski dinlerinde kalmak istediklerinde cizye ödemek şartıyla zimmî statüsüne girerek can ve mal güvenliğine kavuşacaklarına, kendilerine din ve vicdan hürriyeti tanınıp mabetlerine dokunulmayacağına ve ibadetlerine karışılmayacağına dair kendileriyle antlaşmalar yapılmıştır.
Hz. Ömer, savaşarak ele geçirilen yerlerde yaşayan halkın da barış yoluyla ele geçirilen yerlerin halkı gibi zimmî statüsünde kabul edilmesini ve ziraata elverişli topraklarının ödeyecekleri haraç karşılığında kendilerine bırakılmasını istemiştir.
Hz. Ömer Döneminde Vilayetlerin İdaresi
Fethedilen yerlerin artması ve yeni şehirlerin kurulması sebebiyle sayıları çoğalan valilerin tayinine ayrı bir önem veren Hz. Ömer, vali olarak atamayı düşündüğü kimselerin durumlarını sahabilerle istişare etmeye ve adayları ehil kimseler arasından seçmeye itina gösterirdi.
Raşid Halifeler döneminde Hz. Peygamber devrinde olduğu gibi ordu komutanlarına “emîrü’l-ceyş” veya “emîrü’l-cünd” adı veriliyor, vilayetlerin idaresini yürüten valilere de çok defa “emîr” ve bazen “âmil” deniliyordu.
Vali ve Diğer Görevliler
Valiler görevli bulundukları vilayette halifenin otoritesini temsil ediyorlardı. Vali, namazlarda imamlık yapar, mescitlerde halka İslam esaslarını öğretir, şehirde emniyet ve asayişi sağlar, adlî işleri yürütür ve suçluları cezalandırırdı. Savaş sırasında orduyu düzenlemek ve savaşı idare etmek, fetihlerden sonra ele geçen yerlerin halkı ile antlaşmalar yapmak, vergileri toplamak, devlet görevlilerinin maaşlarını dağıtmak, ganimetleri taksim etmek ve beytülmal hissesini Medine’ye göndermek, esirlerin durumunu karara bağlamak, müslümanları yeni yerleşim merkezlerine ve eski şehirlere yerleştirmek gibi görevleri yine valiler yürütürdü.
Vilayetlerde valinin yanında kâtip, divan kâtibi, haraç âmili, sâhibü’ş-şurta, beytülmal âmili ve ordu kumandanı gibi devlet görevlileri bulunuyordu.
Hz. Ömer zamanındaki büyük vilayetler Hicaz, Yemen, Bahreyn, Şam (Suriye), Irak ve Fars ile Mısır idi. Kazaî ve malî işleri, genel idareden ayıran Hz. Ömer, divan teşkilatını kurdu.
Görev yerlerine gitmeden önce vali ve âmillerin bütün mal ve servetleri kaydedilirdi. İleride aşırı miktarda servet artışı olanlar sorguya çekilerek durumları araştırılır, bazen servetlerinin bir kısmına el konulurdu.
Adalet ve Kaza
Kazaî işleri kadılar, malî işleri haraç âmilleri yürütüyordu. Vilayetlere ilk kadı tayinini Hz. Ömer yaptı. Bazen vali de kadı tayin ederdi. Bu sistem dört halife dönemi sonuna kadar böyle devam etti.
Hz. Ömer, birçok vilayette adlî ve malî işleri genel idareden ayırıp buralara doğrudan kendisine bağlı kadı ve vergi memurları göndermeye başladı.
Hz. Ömer, Dımaşk Valisi Muaviye’ye gönderdiği yargılama hukukuyla ilgili yazılı talimatlarla İslâm tarihinde mümtaz bir yer kazanmıştır. Hz. Ömer’in, kadının tarafsızlığını, tarafların delil getirme yükümlülüklerini, hâkimin yanlış kararından dönmesini, Kitap ve Sünnet’te bulunmayan hususlarda kıyasa başvurulmasını ve yalancılığı anlaşılıncaya kadar her müslümanın şahit kabul edilmesi gerektiğini belirtmesi bu konuda önemli bir gelişmedir.
Mali Yapı
Hz. Ömer devrinde gerçekleştirilen fetihler sonucu ele geçirilen ganimetlerde büyük bir artış olmuştu.
Devletin Gelirleri
Gayri müslim tebaanın erkeklerinden can ve mal emniyeti ile inanç hürriyetini sağlama karşılığında cizye adıyla baş vergisi alınırdı. Bu vergi, Hz. Peygamber devrinde alınmaya başlandı ve Hz. Ömer devrinde de devam etti.
Gayri Müslim topraklardan alınan vergiye harac denir. Bu vergi Hz. Ömer zamanında konuldu. Gayr-i Müslimlerden savaş yoluyla alınan her türlü mal ve esirlere ganimet denir. Bu ganimetin beşte biri “humus” adıyla hazineye alınır.
Bir yere ticaret için gelen tacirden Hz. Ömer vergi alırdı. Müslüman’dan kırkta bir, zımmîden (antlaşmalı gayri müslim vatandaş) yirmide bir, harbîden (antlaşması bulunmayan başka ülkenin gayri müslim vatandaşı) onda bir vergi alınırdı. Bu vergi İslam devleti sınırlarından giren ve çıkan mallar ile devletin çeşitli bölgeleri arasında nakledilen mallardan alınırdı.
Müslüman zenginlerin mallarından genelde kırkta bir oranında alınan zekât da devletin önemli gelirleri arasındadır. Müslüman çiftçiler, arazilerden elde ettikleri ürünlerden emekleri dikkate alınarak onda bir ya da yirmide bir oranında bir vergi öderler.
Devletin Giderleri
Hz. Ömer’in Beytülmal gelirlerinden olan zekâtı Tevbe suresinin altmışıncı ayetinde belirtildiği gibi dağıttığı, ancak kalbleri İslam’a ısındırılacak kimselerin artık kalmadığını düşünerek İslam’a yeni girenlere fakir değilseler zekât malı vermediği anlaşılmaktadır.
Divan Teşkilatı
Hz. Ömer, Irak, İran, Suriye, el-Cezire, Filistin ve Mısır’ın fethiyle birlikte İslam devleti hâkimiyeti altına giren topraklarda yaşayan gayri müslimlerin verdikleri ve “fey” adı altında toplanan cizye, haraç ve ticaret malları vergileri sonucunda artan gelirleri müslümanlara dağıtmak üzere bir teşkilat düşünmüştür.
Hz. Ömer, fey gelirlerini beytülmalde toplayarak senede bir defa “atiyye” adı altında dağıtmayı uygun buldu.
İnsanların isimleri “levh” denilen sayfalara yazıldı. Divan kütüklerinin kaydına Hâşim oğullarından Bedir savaşına katılanlarla başlandı.
Bu ilk divana bazıları Divanü’l-Cünd (ordu divanı) adını vermişlerse de bunu yalnızca divan diye adlandıranlar çoğunluktadır. Hz. Ömer feyden hisse alacak Medine halkını, fetihlere katılmış kuvvetler ve aileleriyle birlikte kabile esasına göre divan defterlerine kaydettirmiş, buna bir kısım mevâ1î de dâhil edilmişti.
Irak, Suriye ve daha sonra Mısır’da da divan defterleri hazırlandı.
Devletten devamlı atiyye almanın şartı hicret ve cihattır. Mekke fethinden sonra hicretin yerini cihad aldı. Hz. Ömer, cihada katılmayanlara fey gelirlerinden atiyye vermemiştir.
Medeniyet Ve Kültür
Hz. Peygamber’den sonra İslam devletinin merkezde halife, vilayetlerde valilerle yönetilen bir siyasî ve idarî yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Halkın seçimiyle işbaşına gelen Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’i halef bıraktı. İslam’daki kıdem, yüksek ahlak, liyakat ve Hz. Peygamber’e yakınlık o toplumda halife olmak için önemli kriterler oldu. Bu dönemde halifenin halkı yönetmek ile namazda imamlık yapmak gibi dini hizmetleri yürütme görevi de vardı.
Hz. Ebû Bekir kendisine “halifetullah” değil “halifetü resülillah” denilmesini istediğine göre Râşid halifeler döneminde halifeler, iktidarın kaynağının müslümanlar olduğunu kabul etmişlerdir.
Halifelerin görevleri, adaleti sağlamak, devleti yönetmek, halkın dinî ve dünyevî işlerini yürütmek şeklinde özetlenebilir.
Bayındırlık Hizmetleri
Müslümanlar, ele geçirdikleri şehirlerde bazen eski mabedleri tamamen veya kısmen camiye çeviriyorlar, bazen de yeni camiler yapıyorlardı. Barış yoluyla ele geçen şehirlerde ise eski mabedlere dokunulmamıştır. Hz. Ömer bizzat kendisine teslim olan Kudüs’te mabedlere dokunmamış, çöplük haline getirilen Mescid-i Aksa’nın yerini buldurarak buraya büyük bir cami yapılmasını emretmiştir.
Bayındırlık hizmetleri arasında ziraata elverişli toprakların sulanması için kanal sistemlerinin kurulmasını zikretmek gerekir.
Amr b. Âs da Nil nehrini Kızıldenize birleştiren 69 mil uzunluğunda bir kanal açtırmıştır. Bu kanala “Emirü’lmü’minîn nehri” adı verilmiştir. Bu kanal sayesinde Medine’ye erzak göndermek mümkün oldu. Nil’den hareket eden gemiler, bu kanaldan geçerek Kızıldeniz’e ulaşır, oradan Cidde’ye inerlerdi.
Şehirlerin Kuruluşu
Ele geçirilen Irak ve İran topraklarını tek merkezden idare etmek imkânsız hale gelmeye başlayınca bu bölge iki ayrı merkezden idare edilmek üzere Basra ve Kûfe şehirleri kuruldu.
Askerî amaçlı yeni şehirlerin merkezinde caminin yanı sıra valiler için bir konak ve halkın ihtiyaçları için çarşı yapılmış, arkasından kabilelere göre ayrılan yerlere mahalleler kurulmuştur. Kûfe ve Basra şehirlerinde beytülmal binası, aynî ve nakdî vergi gelirlerinin saklandığı dârü’r-rızk, şehirlerin kenarında dârü’l-berîd (posta evi) ve askerî kışlaların her birinde geniş kapasiteli at ahırları inşa edildi ve mezarlık sahaları ayrıldı.
Eğitim Öğretim
Kur’ân-ı Kerim’in mushaf haline getirilmesi hususunda Hz. Ebû Bekir’i ikna eden Hz. Ömer, bütün İslam beldelerindeki valilere mescid ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’ân’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilayetlere Medine’den bazı sahabîleri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır.
Hz. Ömer tarafından Kûfe’de görevlendirilen Abdullah b. Mes‘ûd, burada verdiği kıraat ve tefsir dersleriyle Kûfe ekolünün temellerini atmış, özellikle Irak’ta ehl-i re’y (akla ve yoruma önem veren akım) hareketinin doğmasında etkili olmuştur.
Hz. Ömer hadislerin rivayeti konusunda çok titizlenirdi. Hz. Peygamber’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahabîlerden bunu Rasûlullah’ın söylediğine dair şahit getirmelerini isterdi.
Hz. Ömer’in İslam’ı doğru anlama ve yorumlamada ictihad yapması Müslümanlara örnek olmuştur. Onun bazı ictihadları şunlardır:
- Irak topraklarına farklı bir statü getirip onları ganimet olarak gazilere dağıtmadı.
- Kıtlık yılında hırsızlara had cezası uygulamadı.
- Sarhoşluk suçunun sünnette belirlenen cezasını arttırdı.
- Aynı anda söylenen üç talakı üç ayrı zamanda söylenmiş talak gibi saydı.
- Teravih namazının camide toplu olarak kılınmasını başlattı.
Hicrî Takvimin Kabulü
Hz. Ömer devrinde gerçekleşen fetihler neticesinde Basra ve Aden körfezleri yoluyla Hint-Çin, Hire şehrinin yakınına kurulan Kûfe yoluyla da Arabistan, SuriyeFilistin-Anadolu, İran, Orta Asya, Mısır ve Doğu Akdeniz arasında eskiden beri devam eden ticaret yolları müslümanların eline geçmiş oldu.
Ticarî hayatın canlanması sonucunda kullanımı çoğalan senetlerde tarih tesbiti ihtiyacı gibi gerekçelerle Hz. Ömer, hicreti takvim başlangıcı olarak kabul etti ve böylece hicri takvim yürürlüğe girdi. Hz. Ali’nin teklifi üzerine 16 yılı Rebîülevvelinde (Nisan 637) (17 ve 18 yılı olduğuna dair rivayetler de vardır) hicrî takvimin kullanılmaya başlanması kararlaştırılmış ve muharrem ayı hicret takviminin ilk ayı olarak kabul edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder