Çöl Kraliçesi Gertrude Bell’in Hayatı
Arap yarımadasının her yanında Çöl Kraliçesi diye adlandırılan Gertrude Bell, Kraliçe Victoria döneminin seçkin bir ailesi ve ayrıcalıklı çevresi içinde yetişmesine karşın, bu çevrenin sunduğu nimetlere sırt çevirip yaşamını Arabistan çöllerinde sürdürmeyi yeğler. Arap dünyasını önce bir gezgin, sonra araştırmacı olarak dolaşır. Bölgeyi karış karış gezerek haritalar çıkarır, kazılara katılır.
Çeşitli aşiretlerden ve hiziplerden siyaset adamlarıyla ve dini liderlerle olduğu kadar halkla da kaynaşır. Bell’in Arabistan’da böylesine benimsenmesi, I. Dünya Savaşı’nda İngiliz istihbarat servisinin onu en uygun kişi olarak görevlendirmesiyle sonuçlanır. Arabistanlı Lawrence olarak bilinen T.E.Lawrence’ı da bir anlamda yetiştiren, ona yol gösteren, akıl hocalığı yapan, onun nüfuzlu kişilerle ilişki kurmasını sağlayan da Gertrude Bell olur.
Gertrude Bell, babası ile
Gertrude Margaret Lowthian Bell, 14 Temmuz 1868’de Durham, İngiltere’de dünyaya gelir. Sanayici, İngiltere’nin önde gelen zenginlerinden bir aileye mensuptur. Bell, annesini iki yaşında kaybeder. Üç yaşındayken babası yeniden evlenir. Üvey annesiyle araları ilk yıllarda pek hoş değildir. Ailenin tüm üyelerinin Bell hakkındaki ortak görüşü şudur: “Gertrude anlaşması çok zor bir insandı. Üvey annesiyle daha sonra aralarındaki ilişki düzelir ve ölene dek ona mektuplar yazar. Fakat hayatına yön veren asıl kişi gezi tutkusunu miras aldığı babasıdır. Onuruna düzenlenen bir toplantıda, seksenlerindeki babası, benzersiz ilişkilerini şöyle tanımlar: “Bence bizim kurmayı başardığımız o özel, mahrem ilişki bugüne kadar hiçbir baba kıza nasip olmamıştır.”
Liseden sonra üniversiteye gitmek ister. Ancak 19. yüzyılda kadınların üniversiteye gitmesi pek alışıldık bir şey değildir. Oxford’a kabulü ve daha sonrasında eğitimi çok zordur. Kütüphaneyi kullanamaz, sınıflarda ayrı yerlere oturtulur, hatta bir profesör onu, ancak yüzü duvara doğru dönük oturması şartıyla derse kabul eder. Buna rağmen üniversitenin Modern Tarih bölümünü birincilikle bitirir, Oxford’u birincilikle bitiren ilk kadındır. Günlüklerinde yazdığına göre fazla Oxfordlu bulunduğu için evlilik piyasasında yer edinememiştir.
1892’de İran’da büyükelçi olan amcasının yanına gitmek için Farsça öğrenir. “Vahşi bir yolculuğun eşiğinde olmanın getirdiği heyecanı insan hayatta çok nadir olarak hissedebilir” diye yazar günlüğüne. 23 yaşındaki Bell, Şark Ekspresiyle Paris’ten İstanbul’a, oradan gemiyle ve sonra karayoluyla İran’a gider. Burada diplomat Henry Cadogan ile tanışır. Rudyard Kipling’in şiirlerini ve Henry James’in hikayelerini de içeren bir edebiyat sevgisini paylaşırlar. Gertrude aşık olur ve nişanlanırlar. Ancak babası, Cadogan’ın kumar alışkanlığı nedeniyle evlenmelerine izin vermez. Bell, aynı yıllarda İranlı şair Hâfız-ı Şirâzî’nin divanından bazı parçaları İngilizce’ye çevirerek yayınlar.
Gertrude Bell, İngiltere’de Rounton Grange’daki gölde
Sonraki 10 yıl Bell’in macera dolu yıllarıdır. İki dünya turu yapar, Ortadoğu’yu yakından tanır. 1902’de Alpler’deki, Finsteraarhorn zirvesine tırmanırken, ekibiyle yakalandığı fırtınada bir ipin ucunda asılı olarak geçirdiği 53 saatin ardından gösterdiği cesaretle tüm ekibin kurtulmayı başardığı anlatılır. Günümüzde, Alpler’deki bir zirve Gertrude Zirvesi adıyla bilinir.
Bell, 1899-1900 arasında yaptığı Kudüs gezisinde Arapça öğrenir, Arapların arkeolojik mirasını keşfeder. Hayatı, bu geziden itibaren, Araplara karşı duyduğu ilgi, sevgi, hatta tutkuyla şekillenir. Bell, o güne dek hiçbir Batılı kaşifin ayak basmadığı yerlere, çölün derinliklerine, başında sadece erkek rehberlerin bulunduğu kervanlarla sayısız gezi yapar. Arap kabilelerinin güvenini kazanır. Gertrude’ün hayatını yazan Janet Wallach’ın deyimiyle ayak basılmamış toprakların haritasını çıkartarak vahaların yerlerini işaretler. İngiltere için kimin dost, kimin düşman olduğunu öğrenir.
Bell, 1907’de Anadolu’daki kiliselerle ilgili bir araştırma yaptığı sırada Konya’ya gelir. Hayatının en büyük aşkı olarak tanımladığı, İngiltere’nin Konya Askeri Konsülü Binbaşı Dick Doughty-Wylie ile tanışır. Bell onu anlatırken “Gözlerindeki gölgelerde mistik bir şeyler vardı” diye yazar. Ancak binbaşı evlidir. Bell eşinden ayrılması için baskı yapsa da, binbaşının eşinin intihar edebileceği tehditi karşısında, uzun bir süre görüşmezler. Fakat Gertrude günlüklerinde kalbinin hala onun için çarptığını yazar. 1913’te Doughty-Wylie, Gertrude’yi Londra’daki evinde ziyaret etse de, iki aşık tekrar bir araya gelmez. Sonrasında ise Doughty-Wylie 1915’te Çanakkale’de bir Türk kurşunuyla hayata veda eder.
Dick Doughty-Wylie
Kabileler hakkındaki bilgileri, I. Dünya Savaşı’nda onu, İngiltere’nin birinci istihbarat kaynağı haline getirir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına aylar kala Osmanlı İmparatorluğu dağılma sinyalleri verirken, İngiliz Hükümeti, Ortadoğu hakkında sayısız konferanslar veren, kitaplar yazan Bell’in yardımını ister. Bölgeyi çok iyi tanıyor, yerel yöneticilerle çok iyi anlaşıyor ve halkı çok iyi anlıyordu. Böylece, 1915’in Kasım ayında Gertrude Bell, İngiliz İstihbaratı’na katılır. Bell, Londra’dan kalkan gemiyle Kahire’ye gelir. Teşkilatta artık Queen of Desert (Çöl Kraliçesi) olarak tanınır. Orada 1911 yılında birkaç gün bir araya geldiği genç bir arkeologla tanışır. T. E Lawrence adındaki genç arkeolog, daha sonraları Arabistanlı Lawrence olarak anılacak ve Ortadoğu’daki tüm dengelerini Osmanlı aleyhine bozacaktır. Arapları Türklere karşı ayaklandırmak için Arap kabilelerinin sayısı, yerleşim bölgeleri ve soy kütüklerinin çıkartılmasıyla uğraşır. Türk ordusu Kut-ül Amare’de Hindistan’dan getirilen İngiliz birliklerini yenilgiye uğrattığında, Mezopotamya Seferi Kuvvetleri’ne katılıp Türklere kurşun da atar.
Bell, savaştan sonra da Arabistan’da yaşamını sürdürür ve günümüz Orta Doğu’sunun biçimlenmesinde büyük rol oynar. O dönemde İngiltere’nin en güçlü kadını durumuna gelen Gertrude Bell, başta Irak olmak üzere Arap yarımadasındaki ülkelerin sınırlarının çizilmesinde belirleyici olur. Irak’ı yönetecek kişinin kim olacağı da onun işiydi. Arabistanlı Lawrence’la bir araya gelerek en iyi seçimin 1919’da Paris Konferansı’nda tanıştığı Emir Faysal olduğu kararına varırlar. 1921’deki Kahire Konferansı’nda Churchill’i de ikna ederler. Faysal, 23 Ağustos 1921’de İngiltere’nin himayesinde Irak Kralı olarak taç giyer. Sıcak bir Ağustos ayında yapılan törende baş konuk, Paris’teki lüks bir butikten aldığı beyaz giysisiyle El Hatun, yani Gertrude Bell’dir. Bell, Faysal’ın danışmanı olur. Bazı davetlerde, Faysal’ın karısı ve çocukları Mekke’de yaşadığından Irak’ın First Leydisi olarak tanıtılır. Geceleri Faysal ve Bell, uzun yürüyüşlere çıkar ve birlikte çok zaman geçirirler, bu durum, Bell’in Kral Faysal’a aşık olduğu, bir genç kız gibi aklının başından gittiği söylentisinin çıkmasına neden olur.
Kimileri onun kendini beğenmiş, kibirli ve gözünü hırs bürümüş bir zorba olduğunu söylerken, kimileri de çiçeklerle, çocuklar karşısında yüreğinin nasıl yumuşayıverdiğini, bir eş ve bir anne olmayı dünyada nasıl her şeyden çok, umutsuzca istediğini anlatır. Fransızca, İtalyanca, Almanca, Türkçe, Kürtçe, Farsça ve Arapça bilen kızıl saçlı, yeşil gözlü, ince yapılı, o yıllarda sigara kullanan, Ortadoğu’nun erkek dünyasında tek başına bir İngiliz kadını… Araplar hakkında yazan bir yazar, bilgili bir arkeolog, çok şık giyinen, sofrasından porselenleri ve kristalleri eksik etmeyen gözüpek bir gezgin, deveye de ata da aynı ustalıkla binen, Arap çöllerinin en tehlikeli yörelerinde gönlünce gezinen bir maceracı…
Gertrude Bell, yedi kitabın, akademik bültenlerden The Times’a kadar pek çok ciddi yayın organında yayımlanan sayısız makalenin, Britanya hükümeti tarafından bir başyapıt olarak değerlendirilen Beyaz Kitap’ın yazarı. Birinci Dünya Savaşı’nda, Siyasi Subay rütbesi alan, savaştan sonra da Doğu Sekreterliği makamına getirilen tek kadın. Kraliyet Coğrafya Kurumu’nun altın madalyası, Britanya İmparatorluğu’nun şeref nişanı sahibi, Bağdat Müzesi Eski Eserler Bölümü’nün Onursal Müdürü’dür.
Onun, modern Irak devletini yaratarak mutlak bir mucize gerçekleştirdiğini kabul edenlerin yanında, Arapları körü körüne desteklemek, kaprislerine boyun eğmek, Britanya’ya bir sürü sorun ve masraf açmakla suçlayanların sayısı daha fazlaydı.
1926’da, Bell’i Irak’ta ziyaret eden Vita Sackville-West, onu şöyle anlatır: “Dizginlenemez bir enerji. Canlılığını, coşkusunu bir anda karşısındakine de aşılama yeteneği, yaşamın dolu dolu, zengin, heyecan verici olduğunu hissettirme gücü.” Ama yine aynı ziyarette, dostunun ne kadar halsiz, bitkin göründüğü de Vita’nın gözünden kaçmaz. Gertrude Bell’in hayatı, bundan birkaç ay sonra, elli sekizinci doğum gününe iki gün kala, trajik bir biçimde sona erecektir.
Bu yıllarda artık kendini asıl işi olan arkeolojiye verir. 2003’teki ABD işgali sırasında yağmalanan Irak Ulusal Müzesi’nin kurulması için tam 4 yıl uğraşır. 1925’te kız kardeşini tifodan kaybetmiştir, kendisini yalnız hisseder, bunalıma girer. Babasına yazdığı son mektupta, “Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum” diyerek belki de intiharının ilk ipucunu verir. 12 Temmuz 1926’da yüksek dozda uyku ilacı alarak yaşamına son verir.
Gertrude Bell, Winston Churchill, T.E. Lawrence
Gertrude Bell, Filistin, Suriye, Türkiye, Mısır ve Irak’ta bir seyyah olarak dolaşır, seyahatlerinde gezip gördüğü yerlerin tarihini, kültürlerini, doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanır. Bölgeyi karış karış gezerek haritalar çıkarır, kazılara katılır. Bell, aynı zamanda iyi bir fotoğrafçıdır, konularına daha çok bir sanat tarihçisi, arkeolog ve antropolog gibi yaklaşır. 1899 yılından başlayarak 1911 yılına kadar Anadolu’ya birçok defa gelen Bell, İstanbul başta olmak üzere Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’ya seyahatler yapar. Bu bölgelerin doğal ve tarihi yapısına ilgi duyan Bell, Anadolu’yu ve Anadolu insanının yaşamını çektiği fotoğraflarla ölümsüzleştirir, günlüklerine yazdığı notlar ve mektuplar aracılığıyla, o dönem hakkında bilgi verir.
1909, İstanbul, Gertrude Bell’in objektifinden
Enver Paşa, 1909, Gertrude Bell’in objektifinden
Belgeler, yazılanlar, Osmanlıları Arap yarımadasında arkadan hançerleyenin Lawrence’dan çok, Bell olduğunu gösteriyor. Bu çabalarının amacı, Arap halklarının özgürlüğü ya da İngiltere’nin petrol yataklarına egemen olması mıydı? Yoksa büyük aşkla tutkun olduğu sevgilisinin Gelibolu savaşında öldüğünü okuyunca Osmanlılara beslediği bir öç alma duygusu muydu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder