16 Mart 2021 Salı

KÜRT TARİHİ

KÜRT TARİHİ

Kürt Tarihi (13) Zazalar Med İmparatorluğunun mirasına konan Pars /Persler tüm Anadolu’ya hakim olduktan sonra doğuda hindi kuş dağları, batıda Afrika’nın kuzey kıyıları, kuzeyde ise Kafkaslara kadar hakimiyet sağladılar. 

 Ancak, M.Ö.331 yılında Büyük İskender Pers imparatorluğunun iktidarına son verince Pers saltanatı yıkıldı ve bu geniş alanda bulunan kavimler Roma’ya bağlı -ama nispeten- özerk yaşama kavuştular. 

 İskender Babil’de yakalandığı hastalıktan ölünce yerine komutan Selefkus geçti. 
 İskender’den sonra yönetimi devralan Selefkus (Selefkeliler / Rum Selçukluları) Med yönetim tarzını benimseyerek bölgeyi yönetir. Selefkus ölünce oğlu Antokios kral olur ve Antakya şehrini yaptırarak başkenti Babil’den Antakya’ya taşır. Başkentin Akdeniz kıyısına taşınması devletin bölgeler üzerindeki etkinliğini azaltır ve meydana gelen otorite boşluğu yer yer isyanların çıkmasına sebep olur. (M.Ö.255) Bu isyanlar sonrasında Mezopotamya’da pek çok aşiret bağımsızlığını ilan ederek krallığını kurdu.. 

 Bu krallıklardan bazıları: 1-Sophene - Zaza Krallığı, 2-Koma gene (Koma geli) 3-Kordu ene Krallığı (Kurtiler) 4-Ad-ya-bene Krallığı (A.Mezopotamya Yahudi Kürtler krallığı M.Ö.1.yy.) Romanın doğu sınırında yaşayan Partlar, Mezopotamya’da küçük krallıkların ortaya çıkması üzerine bölgeyi işgal ederek krallıkları vergiye bağladılar. M.Ö.164 yılında Partların zayıflamasıyla Romalı kumandan Pompeus bölgeyi tekrar Roma topraklarına katar. M.Ö.100 yıllarına gelindiğinde Part kralı Mühürdüd Ermenilerle birleşerek elde ettiği güç ile Kuzey Mezopotamya’yı tekrar Romalılardan geri alır ve bölgeyi Ermeni egemenliğine bırakır. 

 Strabon bu dönemle ilgili şöyle der;” Ermenilerin hakimiyetindeki Kürtler, sanat, mimarlık ve fen dallarında çok ünlenmiş ve kral Dikran / Tigran bu yüzden Kürtlere çok önem vermişti…” Romalı kumandan Lukulus kaybedilen toprakları geri almak için Ermenilerin üstüne yürüyerek kral Dikran’ı devirir, Ermeni ve Part egemenliğine son verdikten sonra Sophene krallığı ve diğer küçük krallıklara da özerkliklerini geri verir.(M.Ö.70-60) Dr. Asad Khailany Sophene (Zaza) Krallığı hakkında şöyle der: ” Sophene Krallığı Dicle ve Fırat nehirlerinin arasından kurulmuş bir krallıktır. Ermenistan Krallığının güneybatısında olan Sophene Krallığı birçok kere Perslerin, Ermenilerin ve Romalıların hâkimiyetine girmiştir. Sophene Krallığı, Zaza Kürtlerinin coğrafik yerleşim yeriyle kesişmektedir. 

Bu Krallığın Zaza Kürtleri tarafından kurulmuş olduğu tarihçiler tarafından söylenmektedir. Bu krallıkla ilgili ilk bilgiler; M.Ö 201 yılında Büyük Antiochus’un kuzey Mezopotamya’yı fethiyle ortaya çıkar. Antiochus, generallerinden Zariadesi Sophene valisi olarak atar. Ancak Antiochus’un Romalılara karşı M.Ö 201 yılında yenildiği Magnesia (Manisa) savaşında, General Artaxias ve Sophene valisi Zariades ayaklanırlar. Bu ayaklanma sonrası Artaxias büyük Ermenistan’ı, Zariadres de Sophene Krallığını bağımsız olarak yönetmeye başladılar. Kral Zariades’in yaptıklarına bakıldığında Zaza Kürdü olduğu izlenimi vermektedir. Zariades (Zareh) kelimesi de Kürtçeden kaynaklanıyor. 

Zar kelimesi Kürtçe ve Zazaca “Sarı” demektir…” Yabancı akademisyenler “a” harfini “e” , “ia” yı da “ya” gibi okurlar. Yani Zariades “Zer-ya-des “ gibi telaffuz edilmelidir. Akademik çalışma yürüten batılıların dillerindeki fonetik farklılıklar bize ait isimlere yansıyınca farklı telaffuzlara neden olmaktadır. “..Sophene (Şupan, Supani) krallığı, bir asır sonra M.Ö. 95’te Büyük Ermenistan kralı olan II. Tigran tarafından devrildi. O tarihe dek bağımsız olan Sophene ilhak edildi ve Ermenistan’a bağlandı. Ermenicede Tsophk adıyla bilinen Sophene Krallığı bugünkü Elazığ-Dersim bölgesine tekabül ediyor. O dönemde Sophene kralı Artanesdi . 

Artanes, Zariades’in soyundandı. (Plutarch, Lucullus, Bölüm XXI), (Strabon XI. 532) Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=1726911Bazı kaynaklara göre Urartu kralı Menua’nın bölgedeki fetihlerini anlatan Bagin’deki yazıtında da Dersim ve Elazığ yörelerine Supani demektedir. Bu adın sonraları Sophene olarak değiştiğini görmekteyiz. Yine Urartu Kralı I.Argistis de bazı yazılarında (kitabelerinde) Zazalar’ı “Zavaidi” diye belirtmiştir. Zaza Kürtlerinden Pers Kralı Darius da bahsetmektedir. Pers İmparatorluğunun hükümdarlığını yapan Kralı I.Darius, M.Ö 515 yıllarında çivi yazısı ile yazdırdığı Behistun yazıtlarıyla ün kazanmıştır. Darius, yerden 100 metre yükseklikteki kayalıklara yazdığı Behistun kitabesinde Pers tarihinden bahsederken, birinci sütunda Fırat nehrinin kenarında Zazana adında bir bölge olduğunu yazarak Dersim ve Elazığ havalisini “Zazana” adı ile anmaktadır. 

 Yunanlı Ksenofon’da bu bölgede (M.Ö. 401 yılında), “SuSa” adında bir şehirden bahsetmektedir. Bu şehir, Zazalar tarafından kurulduğu söylenen “Sophene” krallığının merkezi olarak kabul edilmektedir. Ünlü Yunanlı tarihçi, felsefeci ve coğrafyacı Strabon; “ Roma imparatoru Pompey, Sophene’yi Tigran’dan aldı ve Nero (M.S. 54-68) onu ayrı bir krallık olarak Sohaemus’a geri verdi. Sophene, daha sonra ise ayrı bir krallık olarak tarih kaynaklarda gösterilmeye başlandı” der. Tarihçi büyük Pliny, M.S. 2. yüzyılda Anadolu ve Mezopotamya cıvalarındaki ülkeler ve eyaletlerden bahsederken birçok kere Sophene adını kullanmaktadır. Tarihçi Prof. Dr. Mehrdad Izadi, Sophene’yi (Şupani) Elazığ’ın büyük Subhan aşiretinden saymaktadır. Bu aşiret halen mevcuttur. Ünlü Suriyeli Arap tarihçi, Yakut İbn El Hamavi 12. yüzyılda Sophene’nin başkenti Arsamosat kentinin %25’inin Ermeniler, geriye kalan %70-75’inin de Zaza Kürtleri tarafından mesken tutulmuş olduğunu belirtmektedir. 

 Sophene’nin başkent adının Kürtçe olduğuna dair görüşler: Başkentin Kürd dilindeki adı Şemşat'tır. Şatır eski dilde site ya da şehir yöneticisi anlamında olup, “Şat” sözcüğünden türetilmiştir. Şat sözcüğünün İrani dillerde 'Şar', 'Şahr', 'Şehr' gibi versiyonları da vardır. “Şat” şeklinde söyleneni en eskisidir. Şah sıfatı dahi bu Şat kelimesinden türetilmiştir. “Şem” ise şems, yani güneş (Arapça) anlamında kullanılmış olup, Güneş şehri anlamını taşımaktadır...” Ancak burada bir yanılgı olduğuna inanıyorum. “Şem“ Kürtçedeki “Çem”dir. “Çem” ve “Şet” Kürtçede ırmak ve nehir anlamında kullanılır. Kentin Murat Nehri kıyısında olması bu ismin verilmesine sebep olmuş olabilir. “..Şemşat, Elazığ’ın Palu sınırları içerisinde, Murat ırmağının Güney kıyısındadır. Palu merkez bucağa bağlı Xaraba Köyü'nün Şupani krallığının tarihi başkenti olduğunu aynı yerdeki Şemşat Kalesinin varlığından biliyoruz. 

“ İsmi 'Örencik' olarak Türkçeleştirilmiştir. ”Yunanlı coğrafyacı Strabon Sophene’nin başkentini Karkathiokerta olarak göstermektedir. Bu şehrin Elazığ (Harput) şehrine yakın olduğu anlaşılmaktadır (XI.14.2). 20. yüzyılın ünlü tarihçilerinden Marquart’a göre Karkathiokerta kenti aslında Argatiokerta kenti olarak düzeltilmesi gerekir. Argatiokerta kenti Sophene kralı Zariades’in oğlu Argatyas tarafından kurulmuştur. Marquart’a göre bu kentin kalıntıları Dicle nehrinin kaynağı Eğil veya Arghana (Ergani) Suyu yakınlarındadır. Strabon’daki Artanes, C. Toumanoff’a göre, Sophene kralı Zariades (Zareh)’in oğlu Mithrobuzanes olup, doğru adı Me(h)ruzan’dır. Zariades (Zareh) ise bağımsız Sophene’nin krallığını yapmıştır ve Zaza Kürdlerindendir. 

Mehruzan ile Zareh adları Kürtçedeki Mihrican, Mîrzeban, Zara ve Zarê adlarıyla etimolojik olarak çok yakınlık göstermektedir…” Yabancı akademisyenlerin geneli Zazaların aryan boyu olduklarını, Hititler gibi Güney Hazar ve Zagroslar’dan Anadolu’ya göç ettiklerini belirtmektedirler. Hititlerle aynı yolu, aynı kaderi, aynı dili ve aynı coğrafyayı paylaşmaları aynılıklarını göstermektedir. Avesta Kürtçesinin de daha çok Zazaca Kürtçesiyle benzerlik gösterdiği yine araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir. Zazaların sadece fonetik özellikleriyle değil, diğer tüm kültür öğeleriyle Ari bir özellik taşıdığı genel kabul görmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, Zazalar bir Ari boyudur, yani Kürtlerle aynı soydan gelmektedirler. 

Bu sebeple yukarıda adı geçen tarihçiler Zazaları Kürt olarak ifade etmişlerdir. Ancak TC, 1980 sonrasında Zazaları Kürtlerden ayırmak amacıyla böl yönet politikası uygulamış ve Zazaların Kürtlerle bir ilgisi olmadığı tezini ortaya atmıştır. Resmi tarihin çürük tezlerle yok etmeye çalıştığı Kürt hafızası ve moral değerleri aydınlanan gerçek Kürt tarihiyle birlikte aslına dönmeye başlamıştır. Sorun, Zazaların kendilerini Kürt sayması ya da saymaması değil... Farklılıklara karşı gösterdiğimiz tepkidir! (devam edecek) Kaynak: Fikret Yaşar -E.XEMGİN - Kürdistan Tarihi -Dr. Asad Khailany's - Researches based on thousands of historical resources. 

What the ancients referried to Kurds as: Addeddate 2015-07-17 01:56:58 Identifier KrtTarihi Scanner Internet Archive HTML5 Uploader 1.6.3 plus-circle Add Review commentReviews Reviewer: tillaala - favorite - January 30, 2018 Subject: ekrad veya Gur-T İster dağlı Türk soyu ister Türklüğün güçlü kollarından gur soylu olsun Türklük çatısı çok geniş bir simge ad olup doğal olarak Gür-t sözcüğünü benimseyen Fars dilli dağlıları da kapsar. Med Denilen Devlet 1. Mada (tamamen Türk soylu bir devlet) ve 2. Mada (Pers Dilliğin oluştuğu ve hakimiyeti ele geçirdikleri devlettir.) devletleridir. 

Kürt Atası olması doğaldır çünkü Türk boylarının kurduğu bir devlet yapısı olarak Kürt boyunu da içine alır. Ayrıca Türkçe diili GUTileri de Kürtlerin soy babası saymaları doğrudur çünkü Kürt soyu bir Türk boyudur. Türk adı Göktürk ve ondan 2.000 yıl avvel asur kaynaklarında yer alan TURUK beyliğinin Türkçe konuşan halkları birleştiren ve genelleyen bir ad olarak ortaya çıktığı açıktır. 

Bundan Önce Kuman, Subar, daha önce Lulubi Aratta ve sonrasında Saka ve Hun gibi büyük devlet yapılarını yöneten boylar Türkçe konuşanların genel adı olmuştur. Gür-t boyu Türktür ve Dillerini farsi sahada doğrudur 2. Mada devletindeki Farsileşme döneminde terk etmişlerdir. Gor-ani Gurlar Farsça demektir. gelaniler Alanlardan kalma Cilan-Yılan boyudur, Farsileşmişlerdir. Gur-t Gurlar yani parçalayıcılar demektir. 

Kurt hayvanına kendi adlarını veren Türk soyu bir kolunu gur-lar yani gurt olarak belirlemiştir. (T) eki eski U-Gurcada lar - ler anlamı veren çoğul eklerdir. Buna göre Beş-u-Gur-t yani Başgırlar; On-u-gur-t yani Hungarlar; Uti-u-gur-t yani Gutilerin devamı ugurlar ve Ottuzu-gur-t yani bulgarlar ve Bol-u-gur-t da bulgarlar olarak hepsi Türkçe dilli Türk boylarıdır. 

Bundan 2500 yıl ile 1500 yıl arasında yaşıyor olsaydık bu boylar HUNlar olarak anılırdı. Ayrıca yazınızda belirtilen birinci adı zazayla hiçbir ilgisi olmadığı gibi Komag-gen-a adlı devletin boyu Türk dilli Kuman boylarından KUMUGlardır ki KOMAGEN KOMUG-KUMUG gen'i yani yurdu anlamındadır aynı Azer-bi-GAN sözcük bileşiminde olduğu gibi. 3. maddede yazdığınız konuya ilişkin okuduğum hiçbir kaynakta görmediğim bir adlandırma ve yapay bir kürt soyu oluşturma girişimi gibi gözüküyor. 

Ayrıca unutmayın ki Hakkari de Kumanlar ve Subarlara ait Taş baba ve Taş analar ile Göbekli tepede 11.500 yıla tarihlenen tapınakta İki Türk TURUGU Yani TİREGİ bulunmutur bunlardan bir Gök Tengriye diğeri ise Yir Tengriye bağlantılı Kam ve Kamanlık inanç töreni için dikilimiş direklerdir. Bu direkler Turuk Devletinden kalma bir adlandırma veya Turukları gök ve yir tanrıya bağlayan bir adlandırma olabilir. Bu konuya da ayrıca bakmak gerekir. Bu bakımdan Bu sahte tarih oluşturma emperyalistlere hizmet etmekten ileriye gitmez. 

Kür[T]ler has ve has Türk soylu Farsileşmiş Arabileşmiş ve %36'lık bir oranda eski UGURCAyı barındıran [Bu konuda Rus dil bilimcilerinin çalışmaları mevcuttur.] günümüz Kürtçesine sahip kıymetli bir Toplumdur. Kürtler üzerinde yürütülmüş siyaset hatalarının düzeltilmesi sorunlu ve yapay tarih oluşturma çalışmalarıya imkansızlaşacak düşmanlıkların sürmesine yol açar. Buna izin vermemek gerek. Saygılar sunarım. yours sincerely. Reviewer: rasitbulbul - - January 24, 2017 Subject: Düzmece Tarih Avrupali profesörün anlattigi dogru ve halen devam ediyor. Türk olmayi sindiremeyen bölücüler. Türkiyem hakkinda bahsederken kin kusan yazda senin gibi bir insandan cikmakta.Tarih boyu ne devlete ne de bir edebiyata sahipsiniz. 

Aslinda Türk soyundansiniz ama kabul etmiyorsunuz dahasi avrupali aga babalariniz sizin beyninizi bu düzmecelerle yikamis. Kimi kandirabilirsiniz bu düzmece tarihle acaba? Reviewer: Batı Kürdistan Halk Devrimi - favoritefavoritefavoritefavoritefavorite - July 17, 2015 Subject: Hasankeyf' Hasankeyf'teki kazı çalışmasında arkeologlar kazı yaparken bir öğrenci kafilesi yanlarına yaklaşır. Kazılar hakkında bilgi veren profesör, yüzlerce medeniyete beşiklik etmiş olan Hasankeyf'in tarihini anlatırken, çalışanlar bir kadına ait kemik bulgularına ulaşır ve profesörün sözünü kesip incelemesini isterler. Profesör, kadının kemiğini incelerken, dil bilimci başka bir profesör; tarihte kadını ve kadına olan insan dışı muameleleri anlatır. Konu kadına özgürlüğün başlangıç noktasına gelince profesör, Avrupa'daki medeniyetlerden örnek vere vere Orta Doğu'daki halkları yerin dibine batırır; kadının diri diri gömülmesinden başlar günümüzdeki töre cinayetlerine kadar gelir. 

Oradaki çalışanlar, öğrenciler ve o öğrencileri oraya götüren öğretmenler Avrupa'dan gelen profesörü hayranlıkla dinlerken bir öğrenci söz alır. -Sayın profesör siz bir dil bilimcisisiniz ve şunu çok iyi biliyor olmalısınız ki; dil bir halkın tarihini, kültürünü yansıtır. -Profesör "evet" der. 

-Öğrenci, "o zaman sayın profesör dünyadaki hiçbir halk Kürtlerin kadına verdiği değeri vermemiştir ve hiçbir halk Kürtler kadar kadını üstün tutmamıştır. Sizin daha 20 yıl önce kadına verdiğiniz değeri ve kullandığınız terimleri atalarımız yüzyıllar önce kullanmıştır." -Profesör, (alay eder gibi sırıtır ve devam et der gibi başını sallar) Öğrenci devam eder; "Dünya üzerinde yok sayılan bir dilin, bir halkın mensubu olarak size 4 kelime ile dilimizi, kültürümüzü ve kadına verdiğimiz önemi açıklayacağım. Başta profesör ve oradaki herkes şaşırır. 4 kelime ile nasıl anlatılabilir ki bir dilin ve kadının önemi... 

-Öğrenci... XWEŞKAMIN: (kız kardeş ya da abla demek) DÊ/DA/DAYÊ: (anne demek) XWEDÊ/XWEDA: (Allah demek ki bu Allah'ın dişi veya erkek olarak ikisini de kapsar) JINAMIN: (hanımım, eşim demek) bu kelimelerin anlamını sorar profesöre. -Profesör, "kelimelerin anlamını bilmediğini ve öğrenciye bu kelimelerin anlamlarının ne olduğunu" sorar. 

-Öğrenci bunları açıklamaya başlar: XWEŞK: güzel demek, "XWEŞKAMIN"(kız kardeş) ise güzelim demek. 
Biz kız kardeşlerimize "güzelim" diye hitap ederiz. "JIN": hayat demek. "JINAMIN"(eşim) ise hayatım demek. Eşlerimize hayatım diye sesleniriz. "DAYÊ": anne demek. "verilmiş olan" anlamında. "XWEDÊ/XWEDA": Allah demek. Anlamı ise kendinden veren, kendinden olan demektir.(Başka toplumlarda Allah genelde erkek olarak düşünülmüştür. 
"XWEDÊ/XWEDA" sözcüklerinde ise 'dişi-erkek' her ikisini de kapsar. 
-Öğrenci, şimdi sayın profesör siz söyleyin. Hangi tarihte kendi eşinize "hayatım ve eşim" hitaplarını kullanmaya başladınız ? 

Hangi dilde ve kimler kız kardeşlerine "güzelim" diye hitap etmiştir ? Hangi dilde Tanrı kelime olarak bu kadar net ifade edilmiştir ? Profesör bu açıklamalardan sonra öğrenciye hafif bir tebessüm ederek; "Kürt Dilinin ve Kültürünün bu kadar felsefik bir içeriğe sahip olduğunu, aynı zamanda sosyolojik olaylara bu kadar önemle yaklaştığını ilk defa burada gördüm" der... 
 NOT: Dünya üzerinde hemen hemen her halk kendi eşine "kadın veya bayan, bazıları ise karı, avrat" diye hitap etmiştir. 20. Yüzyılın sonlarına doğru daha yeni yeni kadınlara eşim, hayatım vb diye hitap edilmeye başlanmıştır. 
Oysa ki Kürt Dilindeki "XWEŞK-XWEŞKAMIN, DÊ/DA/DAYÊ, JIN-JINAMIN, XWEDÊ/XWEDA" sözcüklerinin ortaya çıkış tarihleri yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. 
 --------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi (5) Hurri-Mitaniler “Günümüzde tarihi hakkında konuşulmaya değer yegâne halk Kürtlerdir.” Bazil NİKİTİN Kürtlerin kökenleriyle ilgili bu yazı dizisi yakın zamana kadar Türkiye’de yasaklanmış bulunan kaynaklardan elde ettiğim bilgilerden faydalanılarak hazırlanmaktadır. Bu eserler bilim otoritelerince kabul görmüş, ancak Türkiye’de resmi görüş tarafından ret edilmiştir. Bu yüzden resmi görüşten beslenen bazı kişilerin yorumlamaya çalıştığım Kürt gerçeğini hazmetmekte zorlandıklarını görmekteyim. Türkiye’deki resmi görüş dünya bilim otoritelerine değil, Turancıların Kurt masalına itibar göstermektedir. 

Darvinci bir anlayışla Bozkurttan türediklerini kabul eden bir kesimin Mezopotamya mirasına sahip çıkmaları anlaşılmaktadır! Esas mesele, geçmişiyle barışık olmayanların tarihsel gerçekleri kendilerine göre yorumlayıp insanlık ailesi içinde itibar sağlama çabasıdır! “Kurttan ne dost, ne de post olmaz” Bugün sizlere Kürtlerin ataları olan Aryanl’arın diğer bir kolu olan Hurri-Mitani uygarlığından bahsedeceğim. Hurrilerle ilgili yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen eserlerin M.Ö.4000 yıllarına ait olduğu belirtilmektedir. Hurri devletinin ilk defa hangi tarihte ve kimin tarafından kurulduğu bilinmemekle beraber, tarih sahnesinden çekilmelerinin sebebi Urartu ve Asur saldırılarıdır. 

Malatya merkezli yaşadıkları tespit edilen Hurrilerin M.Ö.4000 ile 3000 yılları arsındaki taş devrine ait izler bıraktıkları Aslan Tepede yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkmıştır. Ayrıca Haran bölgesinde Antep’te, Alaca’da ve Tell Halaf’ta bulunan renkli Hurri seramikler, yazıtlar ve diğer bulgulardan Hurrilerin Azerbaycan’dan, İç Anadolu’ya, buradan da Hamadan’a kadar olan geniş alanda dağınık halde şehir devletleri kurarak ”Hurri-Mitani” imparatorluğunu kurdukları tespit edilmiştir. 

Urartu, Asur, Mısır ve Hititler arasında bir güç olarak varlığını sürdüren Mitani Krallığının başkenti henüz tespit edilmemekle beraber Urfa ile Diyarbakır arasında bulunan tarihi “Waşu-kani” olduğu ileri sürülmektedir. Arkeolijik belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Hurriler Süriye ve Filistin üzerinden geçerek Mısır’a kadar yayılmış ve zaman zaman egemenliklerini bu alanda sürdürmüşlerdir. Arap Akad-Asur yazılı belgelerinde düşman ülkesi olarak Hanigalbat’tan bahsedilmektedir. 

Hanigalbat, şimdiki KERKÜK ve çevresini de içine alan Hurri ülkesinin Akad’ca adıydı. Sınırlarını genişletmelerine rağmen Hurri’lerin özellikle Fırat, Azerbaycan, Van gölü ve Urumiye gölünü içine alan merkezi alanda varlıklarını uzun süre devam ettirdikler ve söz konusu alanda Aryan’lardan önce başka bir halkın yaşamadığı tarihi belgelerle ispatlanmıştır. Mitani ya da Hurriler hakkındaki yazılı belgelerin bir kısmı komşu ülkelerin kazı kaynaklarında bulunmuştur. 

Bu kazılar sonucu Hint-Avrupa özellik taşıyan Mitani-Hurri Krallığının yazışma dilinin Aryan diliyle benzer nitelikler gösterdiği tespit edilmiş ve bu dilin M.Ö.900 -600 yılları arasında kurulan “Urartu” devletinde de kullanıldığı görülmüştür. Hurri halkının dili komşu devletlerin resmi belgelerinde görülünce, bu dilin önemi kavranarak üzerinde duruldu. Yazılı anlaşma metinleri tercüme edilip bu dilin kelime haznesi ve cümle kuruluşları incelendi. Hitit’lerin başşehri Hatuşaş’da yapılan kazılarda Gılgaméş Destanının Hurrice yazılmış nüshalarına rastlandı. Babil belgelerinde de Hurri’ceye rastlandığı gibi, Mar’ların sarayında Hurri dili ile yazılmış altı adet edebi yazılı belge bulunmuştur. 

Çivi yazılı tabletlerde Hurri sözü “Khari” şeklinde geçmektedir. Bisutun Med kabartmalarında da Aryanın karşılığı “Harri” olup, buradan Hurri, Ari-Arya eşleşmesi doğmaktadır. Pek çok tarihçi/bilim adamı dil ve kültür benzeşmesinden dolayı Hurri-Mitanileri Hitit, Med, Elam ve Sumer gibi Ari soydan saymaktadırlar. Hurrilerden sonra Orta Anadolu’da bulunan en eski belgeler akrabaları olan Hititlere aittir. Bu belgeler incelendiğinde Hititlerin de Hint-Avrupa ailesine mensup oldukları görülür. Bu iki komşu devlet sosyal benzerlikler taşımalarına rağmen zaman zaman egemenlik savaşlarına da girişmişlerdir. 

Zamanla güç kazanan Hitit’ler Akdeniz’e inmek için Hurri ülkesinin batı sınırlarına saldırırlar. Bunun sonucunda Hitit kıralı Murşil’in Halep kentine kadar olan bölgeyi ele geçirerek Babil’in üstüne yürüdüğü Mar kıralı Çimril’in arşivinde ve Hurri yazıtlarında görülmüştür. Hitit devletinin saldırılarından sonra dağılan Hurriler, kıral Patarna tarafından tekrar toparlanıp Antalya’dan Zagros Dağlarına kadar olan coğrafyaya hükmettiler. Ancak doğudan Urartu, Güneyden Asur’un saldırılarına dayanamadılar. 

Hurri-Mitani krallığı şehir devletlerinde oluştuğu için, yönetim yerelden merkeze doğru biçimleniyordu. Önceleri yerleşim merkezleri şehrin ileri geleni tarafından yönetildi. Sonraları şehir ve aşiret devletleri kurularak bunların reisleri veya kralları tarafından yönetilmeye başlandı. Bu küçük aşiret devletleri birleşerek güçlü bir konfederasyon oluşturdular. Bu konfederasyon Mitani-Hurri devletinin kurulmasına temel oluşturmuştu. 

Bu aşiret devletlerinin en önemlileri Malatya /Meletie-Milidia ve Muşki Krallıklarıydı. Milidia M.Ö.9.yy da defalarca Urartuların saldırısına maruz kalır. Urartu kıralı Menua ile Milidia kralı Suliehauali arasında geçen savaşı anlatan bir yazıt Palu’da Murat suyu yakınlarında bulunmaktadır. Daha sonraki saldırılara dayanamayan Milidia kırallığı Urartu’ya yenilir. Kömürhan yakınlarındaki Habibuşağı köyünün yolu üzerindeki bir kaya yazıtında Urartu kralı 2.Sardur’un şehir ve sarayı yıkıp ortadan kaldırdığı ve kralını da esir aldığı yazılmaktadır. Urartu devleti de Asurlular tarafından yıkılınca Asur Kralı 2. Sargon Milidiaya gelerek buradaki zengin maden kaynaklarına el koyar ve Milidiya’ya büyük bir askeri güç yerleştirir. 

Ancak M.Ö.600’lerde bölge Ermenilerin ataları olan Kimmerlerin işgaline uğrar ve her taraf yakılıp yıkılarak ele geçirilir. Muşki Krallığı da yine bu bölgedeki önemli Hurri şehir –aşiret devletlerinden biriydi. Muşki Krallığı bir süre egemenliğini Klikya ve Kapadokya’ya kadar genişletse de Urartu ve Asur saldırıları sonucu yıkılır. (Muş şehrinin ismi bu Hurri kabilesinden kalmadır. ) Ön Asya’nın önemli bir kültür ve siyasi unsuru olan Hurri-Mitani Krallığının siyasi hâkimiyeti sona erince Arya halkı baskılar karşısında Zagroslara çekilmek zorunda kalırlar. Kürtlerin ataları her bozgun sonrası Zagroslara sığınmış ve güçlenerek tekrar düzlüklere hükmetmişler. Bugün Zagroslar dört parçada zulme uğrayan çocuklarına bağrını açmış umutla Kawaları beklemektedir. Her newrozda doğum sancıları çeken bu dağlar, güneşe hasret Mezopotamya düzlüklerini bir gün aydınlatmayı beklemektedir.
 ------------------------------------------------------------------------
Kürt Tarihi (1) Bir önceki aydınlanma konulu yazımda Kürt tarihini işleyeceğimi belirtmiştim. Bugün itibariyle dünden bugüne Kürtler, tarihteki rolleri ve kurdukları devletleri konu edinip, elimdeki eserlerden faydalanarak siz değerli okuyuculara –özet- bir kültür hizmeti sunmak istiyorum. Aynı zamanda sizlerden gelecek yorumlar ve önerilerle konu doğrulusunda bilinmeyenler buraya taşınırsa eğer, eksiklerimizi tamamlama fırsatını da yakalamış oluruz. Vaktiyle Kürtlerin kökenleriyle ilgili egemen görüş, bunların Kaldeli’lerin akrabaları olduğuna dair bilgilerdi. Marko Polo da aynı kanıdaydı. Ortaçağdaki batı Avrupa bilimi Kürtleri İncil’deki Kaldeli’lerin torunları olarak görmek istiyordu. 

 19. yüzyılın sonlarına doğru Kürdistan ve Kürtler konusunda araştırmalar başlayınca Kürt tarihi, Lehçeleri ve sosyolojik yapısı ile ilgili ilk somut bilgiler Ön Asya uygarlıklarına ait eserlerin keşfi ile bilim dünyasında sarsıntı yarattı. Kürt sorunuyla ilgili uzmanların eskimiş uydurma görüşlerinin düzeltilmesine çalışıldı. Bu çalışmalar sonucunda Kürtlerin Farslarla akraba ve İrani bir karakter taşıdıkları kabul gördü. Rus bilgini KUNİK, tarihi olgulara dayanarak Ön Asya’nın eski uygar kavimleri ile Kürtlerin tartışma götürmez bağını kanıtlarken, Kürt dilinin İran diliyle ilişkin malzemeleri kullanarak, yalnız kutsal kitaptaki (İncil) Kaldeli’lerin değil, aynı zamanda bütün küçük Ön Asya uygarlıklarının da İrani /Ari-Aryan kökenli olduğu sonucuna vardı. 

 ARYANLAR: Arkeoloji, tarih ve kültür alanlarında yapılan araştırmalar sonucunda dünyada ilk uygarlık ürünlerinin ana merkezinin ARYAN olduğu, bu bölgenin Anadolu’nun doğu yarısı, Kuzey Mezopotamya ve Batı İran’ın Zagros dağlık alanlarını kapsadığı belirtilmektedir. Strabon, Zabrowski ve Homel gibi bilginler Hazar Denizi ile Dicle arasındaki dağlık alan toplumlarını ortak özelliği olan; Medler, Haldi (Urartu)ler, Lulubiler, Guti(Kurti)ler, Kassit (Kardunya)ler, Hatti(Hitit)ler, Mitaniler, Hurriler, Muşkiler, Elamlar ve Basra körfezine kadar inen Sumerler olduğunu belirterek, Orta Anadolu’dan Hazar denizine, İskenderun körfezinden Basra körfezine kadar olan coğrafyada yaşayan bu toplulukların Aryan olduklarını söylemektedirler. 

 Rus dilbilimcilerinin lengüistik alanda yaptığı çalışmalar sonucu Aryan’ların dil birliğine sahip olduğu anlaşılırken, Hint Avrupa dilleri ve uygarlığın doğuş merkezinin de burası olduğu tespit edilmiştir. (Milliyet Gazetesi 05.11.1990) Dil bilimci ve tarihçiler, ilk defa koyun, köpek, at gibi hayvanların evcileştirilip yerleşik yaşama geçildiği, toprağın sürülüp sulu tarımın yapılmasıyla beraber tekerleğin icat edildiği, akabinde yazı ve matematikte dört işlemin ortaya çıktığı coğrafyanın Aryan/Mezopotamya olduğu konusunda hem fikirdirler. Başta toplayıcılık ve avcılıkla geçinen Aryan’ların hayvanları ehlileştirip toprağı işleyerek uygarlık sürecini başlattıkları düşünülmekle birlikte, bu kavmin dilindeki coğrafik alanlar ve yerleşkelerin adlarıyla, evcil hayvanlara verilen adların çokluğuna bakarak Hint-Avrupa dilinin ve ilk uygarlık ürünlerinin sahiplerinin Aryanlar olduğu görülmüştür. 41720

Bundan çıkan sonuç: Aryan’ların dil ve uygarlık konusunda öncü olduklarını ve Avrupa insanını şekillendiren eski Yunan düşüncesi ile uygarlığının Aryan kökenli olduğudur. Büyük İskender’in ordusu geri döndüğünde Mezopotamya’dan 30.000 levazımatçı ve 1000 kâhin/düşünürü beraberinde Makedonya’ya götürmüştür. İki önceki yazımda Cengiz han ve Aksak Timur’un Mezopotamya talanları sonrası Orta Asya’ya geri döndüklerinde zamanın âlimlerini beraberlerinde götürdüklerini vurgulamıştım. Özellikle Timur’un beraberinde götürdüğü âlimlerle imar ve tarımda bir yenilenme başlattığı bilinmektedir. (Yazının sonraki bölümlerinde Selçuklu ve Osmanlıların da Aryan/Kürtlerden ne kadar faydalandıklarını anlatmaya çalışacağım.) Rus dilbilimcilerin ortaya attığı başka bir gerçek de Türklerin konuştuğu Ural-Altay dil grubuna mensup kavimlerin avcılık ve talancılıkla geçinen topluluklar oldukları ve uygarlık alanına en geç girdikleridir. Aryanlar istila ettikleri topraklara uygarlık ve sanatlarını da taşıyarak yerli halka sanatı öğretmiştir, ancak Aryan toprakları istila edildiği zaman istilacıların taş taş üstünde bırakmadığı bilinmektedir. 

 Genel kanı, Aryanlar olmasaydı Mezopotamya sanatı, Anadolu uygarlığı, hatta Yunan ve Avrupa uygarlığı olmayacaktı. 2000 yılının “TİME” dergisinin ilk sayısında dünya tarihine 1000 yılda iz bırakanlar konulu çalışmada 1000 ile 2000 yılı arasındaki her 100 yıl bir kişiyi dikkate değer bulunarak değerlendirilmiştir. 1200 yılı Kürd Selahaddin’in insan sevgisi-dehasına ve batının medeniyeti ondan öğrendiğine vurgu yapmaktadır. Aslan yürekli Richard meşhur haçlı seferi sonrasında şöyle der: Kürd Selahattin bize medeniyeti öğretti…” Selahaddin ê Kurdi’nin insani yaklaşımı ve asaleti sadece dindarlığına bağlanamaz. Çünkü din adına yola çıkıp katliamlar yapan pek çok dindar komutan biliriz. 

Örneğin: Yavuz Sultan Selim. Şah İsmail’in ölümüne savaşan askerleri karşısında hayrete düşer ve İdris_i Bitlisi’ye sorar:” Bu askerler niye bu kadar canla başla bize karşı savaşmaktadırlar?” İdris de ona: “Şah İsmail bir hükümdar olduğu kadar aynı zamanda ruhani bir liderdir. Yani bir şeyhtir…” der. Bunun üstüne düşünen Yavuz, hem hükümdar hem de ruhani bir lider olmanın tek yolunun İslam halifelik kurumunu ele geçirmek olduğunu anlar ve Memluklar üstüne yürüyerek kılıç zoruyla halifelik gücünü eline geçirir. Yavuzla ittifak kuran Kürtler her ne kadar özerk yaşamış olsalar da sonrasındaki gelişmeler din adına kullanıldıklarını göstermektedir. Kadim zamanda sanat ve uygarlıklarıyla öncülük yapan bu Kürtler ne yazık ki dindaşlarının zulmü sonucu bugün var-yok olma mücadelesi içinde özgün değerlerine sahip çıkmaya çalışmaktadırlar. 

 Sanatın ortaya çıkış sebebi insanın doğayla olan etkileşimi ve çıkarımıdır. Aryandaki sanat da, toprak ve diğer canlılardan faydalanma yolunda insan yaşamında rol alan yeni aktörlere duyulan saygı ve yüceltme algısını ifade etmektedir. Öte yandan sanat ve uygarlık yaratma gücü olmayan istilacı kavimler, Aryan sanatının ve uygarlığın kendileri tarafından yaratıldığını iddia ederek ve kendilerine çıkardıkları övünç payı ile sanatın ve uygarlığın esas sahiplerini inkâr etmektedirler. Bu da istilacıların yaratma gücünden yoksun olmalarını göstermektedir. Kolay elde edilene saygı duyulmayacağına göre, onu yüceltme ve saygı da söz konusu olmayacaktır. Bu durumda onu sembolize edecek yaratım duygusu, yani sanat da gelişmez. 

Bu yüzden talancı kavimler sanat konusunda geri kalmışlardır. Varsa övündükleri sanat veya tarih, o da başka kavimlerden çalınmıştır! Prof. M Şemsettin GÜNALTAY “İran-Anadolu-Mezopotamya” adlı eserinde Aryan’ların, hatta İtalyanların Türk olduğunu iddia etmektedir. ) Bu iddiasında söz konusu kavimlerin yuvarlak kafa yapısına sahip olduklarını, ayrıca M.Ö.7.y.y.da yaşayan “Pır -şad” adlı bir Aryan prensinin isminin Türkçe olduğuna dayandırmaktadır. Çncelikle şunu bilmek gerek, Aryan’ların kafa yapısı dikdörtgeniktir. “Pır-Şad” da Kürtçe “pır=çok, şad=mutlu” o da = “ÇOK MUTLU “anlamını taşır. 

 Osmanlı dilinin Kürtçe, Farsça ve Arapçadan etkilendiğini unutan prof, Kürde ait olanı talan ederek tarih yazmaktadır. Talimatlar doğrultusunda yazılan bir tarih ancak böyle olur! Sadede gelelim: yukarıda Aryan’ların dil bütünlüğüne değinmiştim. Ahamenit (Pers) krallarının bıraktığı eserlerden de bu gerçek kendini göstermektedir. 1. Daryos (Darius) Bistun kabartmalarında ELAM Aricesini (Ari dilini) kullanmıştır. Oğlu Xerxes de Wan şehrinde diktirdiği stelde ELAM dilini kullanmıştır. M.Ö.640 yılı ile 1. Daryos arasında 200 yıl zaman farkı var, ama Elam’canın bu kadar uzun süre kullanılması Aryan’ların ortak dile sahip olduğunu göstermektedir.' 41669 Sanat alanında da kaya resimlerinden gelişerek madeni külte geçen Aryanlar, kültür, sanat ve mimaride de en yüksek seviyesini oluşturunca yaratılan çekim/cazibe olgusuyla barbarların istilalarına maruz kalırlar. İstila ve işgaller döneminde sanatlarındaki gelişmeyi kilim, halı vb gibi el sanatlarına yansıtırlar. 

Ortak sanat konuları içerisinde aslan, geyik, kartal, boğa, güneş, hayat ağacı, yılan (şahmaran), sirmuğ vb gibi figürler çokça işlenmiş ve günümüze el sanatları ile taşınmıştır. Diğer taraftan Aryan sanatının en belirleyici öğesini saraylar oluşturmuştur. Bir taraça üzerinde tek katlı olarak yapılan saraylara bir merdivenle çıkılır. Çok sütunlu sarayın tavanı kanatlı boğa, aslan, kartal, geyik, ejder ve karışık yaratık gibi iktidar gücünü gösteren sütun başlıkları oluşturur. Aryan uygarlığına ait kabartmalar anonim özellikler taşıdığı için, Herodot Hatti (Hitit) lerin varlığından habersiz olarak yazılı kaya açık kült merkezindeki kabartmalarla Bésıtun kabartmalarındaki sizirnos betimlemelerini bir sayarak her ikisinin de MED’lerce yapıldığını anlatır. Hattuşaş, Media, Kargamış, Ekbatan, Pasargat, Sus ve Persepolis’te yer alan sarayların benzerlerini mezar mimarisinde de görmekteyiz. Çok sütunlu bir galeride kademeli bir kayda üzerine dikdörtgen prizması şeklindeki mezarın üstünü beşik biçimindeki kapak örtmektedir. 

Avlu kısmının çatısı sütunlar üzerine oturtulmuştur. Kayalara oyularak yapılan mezarlar mekândaki şartlara göre aynı stili yansıtmaktadır. Arya sanatının bu özellikleri ve mimari şekilleri Yunanlılar ve sonra da Romalılarca benimsenmiştir. Ancak, savaş ve işgaller sonrası tahrip ve yağma edilen bu sanat öğelerinin çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Günümüzde görülen uygarlık öğelerinin hangisine bakarsak bakalım, hemen hepsinin bir öncekinin uzantısı olduğunu görürüz. Temeline indiğinizde Mezopotamya etkisini fark edersiniz. (Devamı var.) Fikret Yaşar Kaynakça: *Kürtler –Bazil Nikitin *Arya Uygarlıklarından Kürtlere -S.Mıhotoli *Xenephon – Anabassis *Herodot Tarihi -R.Kitabevi 
 -------------------------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi 12 - Medler (2) “Kurt karın doyurmak için köpekliğe razı olmaz!!” Ama ne yazık ki insan farklıdır, bazıları bir ihale almak ve biraz daha rahat yaşamak için her role girer. İhaleci ve cemaatler tarafından uyuşturulan Kürtler karın doyurmak üstüne kurdukları yaşamlarında Kurdi sorumluluklarını unuttukları için, çıkarcı devşirme egolarıyla hareket etmektedirler. Bu yüzdendir TC sürecinde esarete yazılmış kaderimiz ve ölümlere koşulmuşuz her köşe başı ve yol ayırımında. Devşirme egonun yarattığı bölünme sürdükçe “iyi çocuklar” işlerine devam edecektir. Kendi yurdunda başkalarına uşaklık yaparak karın doyuranlar, ne tanrı katında ne de insanlık katında makbul değildirler. 

MEDLER 1. bölümde Aryanların Mezopotamya’da İslamiyet öncesi kurdukları son imparatorluğun kuruluş aşamasını kısaca yazmıştım. Bu bölümde de gelişme ve yıkılışlarını özet halinde sunmaya çalışacağım. Med İmparatorluğunun en önemli krallarından Qeyser veya Kiya-ser zamanın barbar kavmi Asurları tarih sahnesine gömdükten sonra imparatorluğun sınırlarını genişleterek imara çalışır. Babil’de kurulu bulunan Aryan devleti Qaldaharlılarla akrabalık ilişkisini geliştirdikten sonra güney sınırlarını sağlama alan kral, doğudaki sınırını Aral yurduna, kuzey sınırlarını da Kafkaslara kadar genişleterek tüm orta doğu ve ön Asya’ya hükmetmeye başlar. Batıdaki sınırını da sağlama almak için Batı Anadolu’dan Aryan yurduna giren Trako-Frig, Armen (Ermeni) göçünü Kızıl Irmak dolaylarında durdurmaya çalışır. 

İlk göç dalgasıyla Kızıl ırmağı geçen bir kısım Ermeniler Xaldi / Urartuların yıkılmasından sonra Aras boylarına yerleşerek Artaksiyad adlı bir krallık kurmuşlardı. Qiya-ser batı ve kuzey sınırlarının güvenliği için bu krallığı da sınırlarına katarak bölgenin yerlileri olan Horri ve Xaldi halkını Ermeni boyunduruğundan kurtararak tüm bölgeyi egemenliğine alır. Medlerin Kızıl ırmak sınırlarına dayanması kendini küçük Asya’nın tek hakimi gören Lidya kralı Allyates ile Med kralı Qiya-ser’i karşı karşıya getirir ve savaş kaçınılmaz olur. Zenginliği ve gücüyle övünen Lidya kralı Allyates Medlerle beş yıl süren savaş sonrasında meydana gelen ay tutulmasını “tanrılar savaş istemiyor” diye yorumlayınca Qiya-ser ile barış yapmaya karar verir. Bu nedenle Allyates kızını da Qiya-ser’in oğluyla evlendirip Kızıl Irmağı (Halys Irmağı) her iki devlet arasında sınır yapmaya razı olur. Kiya-ser bu sefere çıkarken Anadolu’da bulunan son İskit kalıntısını da bir daha geri gelmemek üzere Orta Asya’nın çöllerine geri göndermişti. 

Med devletini İmparatorluk haline getiren büyük kral Anadolu seferinden sonra ölünce yerine oğlu Astyages geçer.(M.Ö.585-550) Astyages babasının miras bıraktığı imparatorluğu 35 yıl gibi bir süre yönetir. Gördüğü bir rüyanın kötüye yorumlanması üzerine kâhinlere ve tanrılara kızarak kızını bir Parsla (Fars) evlendirir. Rüyasında kızının cinsel organından bir ağacın çıktığını ve bu ağacın tüm imparatorluğu kapladığını görür. Bunu yorumlayan kahinler; kızının evleneceği kişi tarafından imparatorluğun ele geçirileceğini ve saltanatının yıkılacağını söylerler. Kral bunun üstüne kızını kendisine tehlike olmayacak en aşağı tabakadan bir Pars (dilenci /Çingene) oymak başı ile evlendirir. Damadını Anzan prensliğine atayan kral kehanetin gerçekleşmeyeceği umuduyla yaşar. Oysa kaderi tanrı tarafından belirlenen kral için kader ağlarını örmüştü. 

Bu evlilikten kendisini tahttan indirip Med imparatorluğunu yıkacak olan torunu Koros (Kyros) dünyaya gelir. Koros, bir Med prensesinin oğlu olmaktan dolayı kendini tüm Parsların lideri olarak tanıtıyordu. Bu sırada Med ordusunda önemli görevler üstlenerek bazı zaferlere adını yazdırır. Ordudaki gücü eline geçirdikten sonra da Pasargat kentini ele geçirerek bağımsızlığını ilan eder.. Bağımsızlık ilanından sonra Babil’de kurulu bulunan Qaldahar (Aryan) devletini de yanına alarak dedesi Med kralı Astyages’e karşı büyük bir güç oluşturur. Önceleri bu duruma önem vermeyen Astyages torununu başkent Ekbatan’a davet ederek gerçeği öğrenmek ister. Koros bu daveti ret eder. Bunun üstüne dedesi Med ordusunu Korosun üstüne gönderir. 

Ordu komutanı emrindeki ordu ile Korosun tarafına geçince dede kral kalan orduyla torununun üstüne yürür. Babil belgeleri bu konuda şöyle der; “Astyages ordusunu toplayarak Anzan kralı üzerine yürüdü. Med ordusunda ihtilal çıktı. İsyan eden askerler hükümdarlarını Koros’a teslim etti.” Herodot da bu olayı doğrulamaktadır. Koros dedesini teslim aldıktan sonra tüm Medyaya hakim olur ve Med imparatorluğunu Pers imparatorluğuna dönüştürür. Astyages kahinlere ve tanrılara kızmış ve kızını bir çingeneye vererek kehaneti önlemeye çalışmıştı, ancak, bu tercihiyle dilenci göçebe bir topluma güç ve destek vererek imparatorluğun yıkılmasına sebep olur. Kehanet gerçekleşmişti. Med imparatorluğu sadece topraklarını ve iktidarını kaybetmedi, Rus tarihçi Griyeft’in dediği gibi, Parslar Medlere ait dil, kültür ve tüm diğer hazinelere sahip çıkıp Med saltanatı üzerinden günümüze kadar saltanat yürüttüler. 

Ayrıca, Aryan olan toprakların adını da İran olarak değiştirdiler. Yine batılı tarihçilerin belirttiğine göre bugünkü İranlılar, Medlerin üvey çocuklarıdır. Kullandıkları her şey efendileri olan Medlere aittir. Bir rüyadan yola çıkan imparator, bir halkın tüm geleceğini Parslara kaptırarak Aryan yurdunun göçebe talancı toplumlara yurt olmasına sebep olmuştur. Bu talan ve yağmaya rağmen, Pars / Fars dili zenginlik bakımından hala Kürt dilinin gerisinde kalmaktadır. Fransa'da yayın yapan tanınmış dil dergilerinden Le Français Dans Le Monde, 2008 yılında yayınladığı ‘ dünyanın en etkili ve zengin dilleri’ listesinde, (bütün yasaklamalara rağmen) (!) binlerce dil içerisinde ilk 30 dilin ardından 31"inci sırada Kürtçeye de yer verdi. Derginin sıralamasına göre İrani diller içerisinde en etkili dil olarak bilinen Farsça, bu sıralamada Kürtçenin gerisinde kalmıştır !!! 

Kürtçe yasak olmasaydı da devlet dili olsaydı eğer, şimdi dünyanın ilk on dili arasında yer alırdı. http://anonymouse.org/…/ww…/News-file-article-sid-24756.html Med kültüründen sadece Farslar değil, daha sonra Aryan topraklarına yağmaya gelen ve yerleşen Türkmen boyları da faydalandılar. Selçuklu ve Osmanlılar da Farsça dedikleri ama aslında Kürtçe olan dil ve kültür öğelerini kullanmışlardır. Ancak Kürt ve Kürdistan inkar edildiği için bu gerçek kabul edilmemektedir. Kürde ait olan her şey “Farsçadır” denilerek Kürt hafızası yok edilmeye çalışılmıştır. Oysa Farsça ile Kürtçe arasında belirgin değişiklikler var. 

Örneğin Kürtçede olan eril dişil ifadesi Farsçada yoktur. Kürtlerin tüm değerleri yağmalandığı halde bu zengin Arya uygarlığı hala ayakta ve yeniden doğuşa hazırlanmaktadır. Dolayısıyla, tarihin arka planından günümüzdeki Kürt sorununa bakılırsa eğer, bu sorunun bir demokrasi sorunu değil, işgale uğramış bir toprak sorunu olduğu görülecektir. Takiye/politika yaparak Kürt taleplerini bağımsızlığın altında göstermek fayda vermemiştir, aksine savaş kirlenerek devam etmektedir. 

Atatürk:” Mersin Sinop arası bıçak sırtı ile bir sınır çizmek zordur, zira Kürtlerle Türkler hısım akraba oldular…diyerek Anadolu’daki Kürt ve Türk sınırını işaret etmiştir. Bu sınır, Medlerin 2500 yıl önceki batı sınırıydı. Kürtler tez zamanda bu sınırı telaffuz edecek bir lider bulmalı… Ve bu lider Qiya-ser’in askeri ve siyasi dehasına sahip olmalıdır. (Devam edecek) Fikret Yaşar Kaynak: -Arya Uyg.Kürt.S.M.T. -Herodot -Kürdistan Tarihi E.Xemgin -www.kurdistan-post.org -2000 dergisi 
 ------------------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi (10) Resmi tarih egemenin yazdığı ve bilinmesini istediği tarihtir. İşgalciler, talan ettikleri topraklarda kalıcı olabilmek için toplum hafızasını değiştirmek ister. TC doksan yıldır Anadolu coğrafyasında bu taktiği uygulayarak, tüm Anadolu medeniyetlerinin Tük olduğunu empoze etmeye çalışmıştır. Van’da okuduğum lise yılarında Urartu-Xaldi’lere ait tarihi eserleri görünce: “Neden bizim de bir tarihimiz yok, ya da bu toprakların tarihinde yerimiz var mı?” gibi cevabı zor sorularla içim burkuluyordu! Çevremiz atalarımıza ait tarihi eserlerle kaynıyorken kendimizi yabancı hissediyorduk. 

Çünkü mevcut tarihi eserler ya Türklere, ya da gayrimüslimlere (Bizans, Ermeni, Asurî vb…) aitmiş gibi tanıtılıyordu. Ancak, yalancının mumu fazla yanmadı. XALDİ (Urartu) Xaldi sözcüğü gerek etimolojik ve gerekse anlam bakımından Kürtçe olup tanrı ve sahip anlamlarını ifade etmektedir. Xaldi “L” harfinin düşmesi sonucu bugün Kürtler tarafından Xadi, xwedi, xuda, xudé gibi telaffuz edilmektedir. Horri tapınma kültünde de yaratıcı otorite Xaldi ile benzeşen Xudena sözcüğüyle ifade ediliyordu. Xaldiler’in Horri-Mittani devamı olması ve aynı dili konuşup aynı tanrıya tapmalarından anlaşılıyor ki Xaldi/Urartu’lar da Horri-Mittaniler gibi Kürtlerin atalarıdır. Araştırmacı -dil bilimci- Sayın L.Liberian bu konuda şöyle diyor: “

…Urartu ismine ilk defa ASUR Kralı Salmanasser zamanındaki tabletlerde rastlanmaktadır.(M.Ö.1270) Urartular, ülkelerine Xaldini veya Biani derlerdi. Biaini daha sonra Bian, Vian ve Van olarak değişmiş ve bugünkü Van Gölü, şehri ve bölgesine adını vermiştir. Urartu krallığı Horri uygarlığının bir devamı olarak meydana gelmiştir. Urartu dili Horri dilinin bir versiyonudur. Urartu ismi Asurca dağlık bölge Anlamına gelir. İncilde de bu bölgeye Ararat denir. Ayrıca Asurlular bu bölgeyi Nairi ismiyle de anmışlardır. Nairi ise Asurcada nehirler ülkesi demektir…” Neden bütün bilgiler Asur yazıtları referans gösterilerek verilmektedir diye sorarsanız eğer; TC’nin Kürdistan bölgesindeki arkeolojik çalışmalara sınırlı ve şartlı izin veriyor olması sebeptir, diyeceğim! 

Osmanlı arşivleri bile bu korkuyla kısmen ve de şartlı açılmaktadır. Özellikle Osmanlı yıllıklarının Kürtçe “SALNAME” (yıllık) diye Osmanlılar tarafından isimlendirilmesi içeriğinin de Kürtçe yazılmış olabileceği korkusunu yaratmıştır! Öyle ya, Kürt realitesi ortaya çıkarsa eğer, 90 yıllık geçmişi olan suni Türk medeniyeti gölgede kalır, yoksa niyedir bunca korku? Urartuların bilinen ilk Xaldi kralı 1. Sardori’dir. Sardori etimolojik yönüyle Kürtçe bir sözcüktür. Serdar (Ağacın başı), Serdor (sıranın başı) vb gibi sözcükler Kürtçede çok kullanılmaktadır. Bu iki ismin yanı sıra “ser” (baş) ile başlayan ve Türklere de geçen bir sürü Kürtçe isim hala Kürdistan’da kullanılmaktadır. Ör: Serhat, Serxan, Servan, Sercan, Serhenk, Server, Serber, Sertip, Serpil, Serok vb. gibi… 

Kral Sardori – Serdori, Xaldi’nin başkentini gölün kıyısındaki kayalıklara kurarak sağlam bir kale yaptırır. Bıraktığı yazıtlarda da kendini Xaldini-Nairi kralı olarak tanıtmaktadır. 1.Sardori’den sonra başa geçen Kral Ispuini, güneyden gelecek Asur saldırılarına karşı Musasir Ardini – Mıçiçir adıyla anılan Gever ve Urumiye’nin Media mıntıkasını ele geçirir ve Gelyé-Şin geçidini kontrolüne alır. Bölgede baş tanrı Xaldi’nin saygı görmesi için Gever Gelyé Şin girişinde bulunan Topız-ava’ya Asurca ve Horrice yazdırdığı zafer stelini diktirir. Seksenli yıllarda Gever ovasında avlanırken geçmiş uygarlıklardan kalan sulama kanalları, Topız-ava, Xaldi-ava, Memk-ava ve Orişe (Musasir-Ardini) girişindeki harabeler ilgimi çekmişti. 

Günümüz teknik imkanlarına rağmen kısmen ekilip biçilen Gever ovasının günümüzden binlerce yıl öncesinde tümüyle işlenmiş gibi kanal sistemiyle örülmüş olması beni şaşırtmıştı. Ancak esas şaşırtıcı olanı, bu kadim uygarlığın atalarımıza ait olduğunu öğrenmemdi, çünkü işgalci zihniyet eğitim sürecinde hafızamıza kirli bilgiler yüklemiş ve bizi bize yabancılaştırmıştı. Xaldiler’in Mıçiçir ya da Musasir Ardini dedikleri Gever, o dönemde bilim ve kehanet kentiydi. Krallığın en büyük kâhinleri ve bilgeleri Geverde oturmaktaydı. Xaldiler’i yöneten krallar ele geçirdikleri topraklarda bilim ve kehanete önem verdikleri gibi imar ve özellikle tarım alanında da büyük eserler yarattılar. Bugün Wan şehir merkezinde kullanılan 51 km uzunluğundaki Şamranaltı sulama kanalı, Wan kalesi, Çavuş tepedeki kale kalıntısı, kaya yazıtları ve buna benzer bir sürü eser binlerce yıl önce inşa edilen muhteşem uygarlığı günümüze kadar taşımıştır. 

Bu uygarlığın en büyük yaratıcısı köle kralı olarak bilinen ve kurduğu köle kolonileri ile sulama kanalları ve kaleler yaptıran Kral Menua-Menuha’dır. Me-nu-ha da etimolojik ve anlam bakımından Kürtçedir. Me=bize, nu=yeni, ha=geldi, bize yenilik getiren anlamını taşır. Menua’dan sonra oğlu Ragışti ya da Argışti mirası devralır. Ar-gışti / Ra-gışti etimolojik ve sözlük anlam bakımından yine Kürtçedir. Ra= yükseltmek, geliştirmek, Gışti= hepsi, bütünü ifade eder. Böylece Ragışti isminin Toplumu geliştiren, toplumu yücelten, ayağa kaldıran anlamında kullanıldığını anlamış oluyoruz. Muhtemelen bu isim başarılı icraatlarından sonra kendisine verilmiştir. Bazı liderlerin toplum tarafından isimlendirilmesi gibi… 

Kral Ragışti, gerçekten de Urartu krallığını tarım ve imarda geliştirip yüceltmiştir. Erciş yakınlarında Titumina şehrini inşa eder ve Zilan deresinden kanal vasıtasıyla su getirip ovanın sulanmasını sağlar.Yine Erzincan yakınındaki Altıntepe’de bir kale şehir kompleksini ve buna benzer eserler yaptırır. Xaldi kralları, egemenlikleri döneminde Transkafkasya’dan Akdeniz’e, Fırat boylarından Urumiye’ye kadar ele geçirdikleri toprakları imar ederek büyük bir uygarlığın temelini attılar. Kısacası Xaldi, başarılı kralları sayesinde Demir Çağındaki Anadolu uygarlıklarının en büyüğünü yarattı. S.M.Toli şöyle der:”Xaldi krallığının merkezden uzak yerlerde büyük ve önemli şehirler kurması ve bazı yıkımlara rağmen yılmamaları onların halkın sosyal yaşamına ne derece önem verdiklerini ve kararlılıklarını göstermektedir… 

Merkezden uzak yerlerde düzgün planlı ve standart ölçülerde konutlarla şehirler oluşturan Xaldilerde yaşam düzeyinin günümüz ölçülerinde olduğu anlaşılmaktadır…” Doğrudur. Bu gün bile Kürt çiftçisinin Urartu kanallarıyla sulama yapması bunu kanıtı sayılabilir. Urartular-Xaldiler kuzeyden ve güneyden gelen saldırı hareketleri ile zayıflayınca dağılmaya başlar. Bu dağılma MED imparatorluğuna fayda sağlar. Çünkü, Aryan aşiretler için yeni bir umut doğmuştur. Horri-Mittani krallığının dağılması Urartu imparatorluğunu geliştirirken, Urartu krallığının dağılması da MED imparatorluğunu güç vermiştir. Aynı kültür değerlerine sahip aşiretlerin yıkılan imparatorlukların mirası üzerinde birlik sağlayarak yeni bir devlet kurması Aryan boylarının her yenilgi sonrasında izlediği yeniden yapılanmadır. 

Horri-Mittaniler, Urartular, Gotiler, Kassiler, Medler ve diğer Ari devletler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. L.Liberian Urartuların sonu ile ilgili şunu söylemektedir: “…Doğudan gelen Medler, İskitler ve Asur İmparatorluğu Urartu Krallığının varlığına son verdiler. Yunan general ve tarihçi Xenefon ve Yunan coğrafyacı Strabon, Medlerin Urartu’nun yönetimi altında yasayan Ermenileri Urartu yönetiminden kurtardıklarını yazmaktadır. Ortaçağdaki Ermeni kaynakları da Urartu devletinin yıkılmasında Med-Ermeni ilişkisini doğruluyor. Milattan sonra 410-490 yıllarında yasayan Ermeni tarihçi Movses Khorenatsi, ‘Paruyr Skayordi’ adli bir Ermeni prensin Med kralı Cyaxares’e Urartu krallığını yıkmak için yardim ettiğini yazmaktadır. Bu yardım sonucunda Ermeniler de Orontid hanedanlığını kurmuşlardır. Ancak, daha sonra Med kralı Astyages Orontid hanedanlığını da ele geçirmiştir…” (Devamı var) Fikret Yaşar Kaynaklar: -Arya Uyg.Kürtlere S.M.TOLİ -Kürdistan Tarihi E.Xemgin -L.Liberian 
 -------------------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi (9) HİTİT / HATTİ Hatti, Kürtçede “gelen – gelmiş- ” anlamındadır. Turancılar gibi Hz. Âdem’den başlayarak tüm dünyayı Kürt sayma gibi bir düşüncem yok, ama Aryan coğrafyasında yaşamış eski çağ kavimlerinin Kürtlerin ataları olduğu gerçeğini açıklamak ve TC’nin resmi tarihiyle kirlettiği hafızaları yenilemek görevimizdir diye düşünüyorum. Orta Anadolu merkezli bir imparatorluk kuran Hatti’lerin “Hint-Avrupa” kökenli Aryan’lar olduğu yaşam biçimleri ve etimolojik bulgularla dikkat çekmektedir. Bazı tarihçiler Hatti’lerin Kızılırmak yayı içindeki bölgeye ne zaman geldikleri konusunda bilgileri olmadığını söylerler. Oysa Hatti’lerin yaşam biçimi ve kültürel değerleri tarafsız bir gözle araştırılınca, bunların Mezopotamya’dan gelen Hint-Avrupa kökenli Aryan boyu oldukları anlaşılır. 

Ne yazık ki Turancıların yabancı akademisyenlere verdikleri şartlı arkeolojik izinler bu gerçeğin uzun süre örtbas edilmesi ya da Türkiye’de açıklanmasını önlemiştir. Bunun yanı sıra Hatti ve diğer Aryan uygarlıklarının tarihine sahip çıkacak resmi bir Kürt kimliğinin olmaması da Turancıların çabalarına kolaylık sağlamıştır. M.Ö.3000’lerde bazı Ari boyların Mezopotamya’dan Anadolu içlerine göç ettikleri, bu boylardan bir kısmının Horri-Mittani, bir kısmının da Hatti / Hitit uygarlığını oluşturduğu, ayrıca Hatti’lerin güney komşuları Horri-Mittani’ler ile benzer bir dil kullandıkları yapılan arkeolojik incelemeler sonucunda ortaya çıkmıştır. (Bugün bile aynı coğrafyada Ari kökenli Zazaca ve Kürtçe konuşulmaktadır.) Kızılırmak yayını geçemeyen Hatti’ler kuzey komşuları Gasgaslar (Lazların ataları) ile sürekli savaş halindeyken akrabaları Horri-Mittanilerle kız alıp vererek akrabalık bağını sağlamlaştırmışlardı. 

Ancak Horri kökenlilerin Hatti sarayında ve yönetim kademelerinde etkin rol almaları sarayda iktidar mücadelesine ve iç karışıklıklara sebep olur. İsyan ve darbelerle zayıflayan imparatorluk Batı Anadolu’da yaşayan Trako-Frig’lerin (Ermenilerin ataları) ilgisini çeker. Trako-Frig’lerin Orta Anadolu’ya akınları ve güneyden de baskı uygulayan Muşki’lerin saldırıları sonucu Hatti yıkılır. Diğer taraftan Asur’lular da Anadolu’ya saldırılar düzenlemeye başlamıştır o dönemde. Batıdan ve güneyden gelen saldırılar Hitit İmparatorluğu ile beraber Muşki Krallığını da sona erdirir. Bundan sonraki dönemde Anadolu ve yukarı Mezopotamya’daki Ari boyları Asur ve Ermenilerin atalarına vergi vererek küçük şehir devletleri halinde 400 yıllık bir suskunluk dönemi yaşarlar. 

Asur tabletlerinde bu dönemde Arilerin “Biani- Bihani” ismiyle tanıtıldığını görmekteyiz. “Bihani” Kürtçe “yabancı” anlamındadır. Uzun bir suskunluk döneminden sonra dağlık alanlara çekilen Bihani’lerin Nairi, Xaldi ve Med gibi büyük imparatorluklar kurdukları görülür. Arya uygarlıklarında kral tanrı sayılmamıştır. Hatti siyasi yaşamında da kral devletin başı olup aynı zamanda ordu ve yargıyı temsil ediyordu. Ancak diğer eski çağ uygarlıklarında Sami ve Mısırda kral tanrı veya yeryüzündeki temsilcisiydi. Hatti kralının verdiği kararlar diğer Aryan yönetimlerinde olduğu gibi soylu meclisinde değerlendirilirdi. Hatti ceza yasaları incelendiğinde Kürt aşiret düzeni içinde bu yasaların ve uygulamanın hala devam ettiği görülecektir. 

Kürt aşiret yaşamında verilen kararlar “rı-ıspi” denilen yaşlılar tarafından değerlendirilip karara bağlanır. Yazılı kaya kabartmalarında sivil Hatti halkının kıyafetleri ile Aryan toplumunun kıyafetlerindeki benzerlik de dikkate değerdir. Ayrıca Hatti’de ışık, güneş ve gökyüzü Aryalarda olduğu gibi inançsal ifadelerde yer bulmuştur. Doğaüstü güçlerle olan ilişkilerinde dua, fal, büyü, yeminler aynı olup, Kürdistan’da hala aynı şekilde devam etmektedir. Yine Zerduşt’un “ateş kültü” olarak Kürdistan’da hayat bulan, ‘yenilenmek ve tüm dertlerden kurtulmak için ateşin üstünden atlamak’ geleneği de Mezopotamya’dan Hatti’ye oradan da günümüz Kürdistan’ına kadar sürekliliğini koruyabilmiştir. (Newroz ateşinin üstünden atlama eylemi buna örnektir.) Hitit arşivlerinde bulunan “KUMARBİ” Mitosunda da Mezopotamya kökenli tanrıların adları yer almaktadır, bu da Hatti Aryan inanç birliğini ortaya koymaktadır. 

Çünkü bu anlatım başka hiçbir kavmin arşivinde bulunmamaktadır. Hatti’lerle bir başka benzerlik; büyü ve kötülüklerden kurtulmak için, gelinin eşikten içeri girmeden önce ayaklarının altında boş bir toprak kabın kırılarak evliliğin kötülüklerden korunması geleneğidir. Diğer Hatti yazılı anlatımlarında ise genel hitabın “bak” sözcüğü ile başladığı görülmektedir. Bugün bile Kürtler konuşurken “feké ya da “zédé” diyerek karşıdakine hitap etmektedirler. Kısacası Hatti-Hitit’lerin yaşam biçimi ve kültürel değerleriyle Aryan’lar arasında büyük bir benzerlik vardır, buna konuştukları indo-europan kökenli dil eklenince kökenlerini uzaklarda aramaya gerek kalmıyor. Yani, “Hitit’lerin Anadolu’ya nereden geldikleri bilinmiyor” hikâyesi kültür yağmacılarının bir yalanıdır. 

Özgür olmayanların tarihi olmaz anlayışı var olan tarihi değerlerin yağmalanması için bahanedir. Turancılar da bu bahane ile Kürde ait olan her şeye ya el koymuş, ya da inkâr etmiştir. Örneğin Osmanlı konuşma dili ve edebiyatında yer alan Kürtçe sözcükler etimolojik açıdan Türkçeyle uyuşmadığı için Farsçaya mal edilmiştir. Binlerce yıl Ön Asya’da varlık bulan Aryan dili 1400 yıllık Arap kültür emperyalizmi ve 90 yıllık TC inkârına rağmen zengin sözlü edebiyatları sayesinde yok olmamıştır. Daha önceki yazılarımdan birinde Rus bilgini Halfin’in:” Kürtler dünyada en çok masalları olan halktır…” diyerek Kürt sözlü edebiyatına dikkat çektiğini belirtmiştim. Doğrudur, zengin dilleri ve sözlü edebiyatları Kürtlere direnme şansı vermiştir. Dil toplumların kültür ve etnik kökenlerini belirleyen önemli bir unsurdur. Aşağıdaki tabloda karşılaştırılan Türkçe Kürtçe ve Hititçe kelimelerin etimolojik benzeşmelerinden ortaya çıkan sonuç; Hitit’lerin Kürtlerle soydaş olduğu yönündedir. Fikret Yaşar KAYNAK: *Arya Uyg. Kürtler S.M.Toli
 ----------------------------------------------------------------------- 
 Kürtler ve Türkler Kürtler inkâr edilmekten acı çekerken, Türkler de Kürtlerin ayrılık rüzgârıyla acı çekmektedirler. Cumhuriyet dönemi boyunca inkâr ve imhayla karşı karşıya bulunan Kürtler hakkında Türk toplumu kör, sağır ve dilsizi yaşamak zorunda bırakıldı. Eğitim yuvalarında Kürd’e ait tüm sorular ya yanıtsız kaldı, ya da uyduruk cevaplarla geçiştirildi. Bilim yuvalarında konuya ilgi duyan bilim adamları ya susturuldu, ya da yıllarca cezaevlerinde ikamet ettirildi. Ancak Kürt kimliği üstündeki baskılar azalınca, konuyla ilgili çalışmalar da yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Bugün size bu konuda yazılmış yeni bir eseri tanıtmak istiyorum. “Kürt Tarihi” adlı yazı dizisine de ileride kaynak göstereceğim bu kitap Kürt sorununun anlaşılması hususunda yazılmış en iyi eserdir diyebilirim. Isparta Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinde görev yapan prof. Ahmet ÖZER(sosyolog), Kürtlerle Türklerin bin yıllık ilişkilerini “ Beş Büyük Tarihi Kavşakta KÜRTLER ve TÜRKLER” adlı eserinde gözler önüne sermiştir. 

Ülkemizde önemli olduğu kadar bölgemizde de önem arz eden Kürt sorununun iyi anlaşılabilmesi ve bu konuda sistemin dayattığı ezberlerin bozulması için bu eserin okunması gerekir. Toplum yaşamında tahribatlara neden olan Kürt sorununun gün geçtikçe ağırlaştığını ve derinleşen sorunun çözülmemesi halinde iki halkın çatışacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Bu çatışmanın önlenebilmesi için aklıselimin ön plana çıkıp, kronik hale gelen ve toplumun tüm enerjisini emen Kürt sorununun bir an önce çözülmesi yönünde inisiyatif alması zorunluluk arz ediyor. Yazarın kitapta belirttiği gibi Kürt sorunu yalnız Kürtlerin değil, çözümsüzlükte direnen Türklerin de sorunudur. Yüzyıla yakındır bu ülkede öğretilmeye çalışılan tarihi gerçeklerin aslında bir kurmacadan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır.

 Ancak, değişen koşullar karşısında güç ve iktidarı koruma refleksi ile harekete geçen Turancılar ağır aksak yürüyen demokrasiyi yine bildik yöntemlerle tehlikeli bir gidişata doğru sevk etmeye başladılar. Batıda ellerinde kasatura ve satırlarla Kürt öğrencilere saldıran polisin sivil uzantıları, yine polisin nezaretinde Kürt avına çıktıklarını, siyasileri yumrukladıklarını, saldırılara maruz kalan Kürtlerin evini-barkını, okulunu bırakıp Kürdistan’a döndüklerini her gün basından okuyoruz Sahte bir açılımla yola çıkan hükümet, yapılan saldırı ve katliamları “ vatandaşın tepkisi” diyerek, açılımda ne kadar art niyetli olduğunu ortaya koymuştur. 

Hükümetin korkak tavrı Kürtlerde korku ve endişeye sebebiyet verdiği gibi, çatışma kültürüyle beslenenlere de cesaret vermiştir. Diğer taraftan açılımdan demokratik beklenti içine giren, aydınlar, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, öğrenciler, işçiler ve diğer kesimler mevcut gelişmelerden tedirgin ama değişim için cesurca bir şeyler yaptıkları söylenemez. Oysa olası bir kıyamet senaryosunun faturası bütün topluma çıkacaktır. Bu süreçte iki halkın bir birine ihtiyacı vardır. Üstelik Türkler Kürtlere reva görülen bunca yıllık zulümden dolayı Kürtlere karşı borçludurlar. Çünkü resmi asimilasyon politikalarına bugüne kadar susarak destek verdiler. Yazarlar ve bilim adamları da sustular. Yazılan makaleler ve kitaplarla Kürtlerin inkârı öne sürüldü. 

Oysa Ahmet Hocanın belirttiği gibi bu halklar bin yılda kader birliği yaparak akraba oldular, yaşamı paylaşıp, ortak bir tarih yarattılar. Bugün de ortak akıl ile bunu başarmak zor değildir. Bu anlamda Hocanın “Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler” adlı kitabı, resmi ezberleri bozarak toplumsal barışı algılama ve değerlendirme konusunda herkese önerilecek iyi bir eserdir. Bu eseri okuyunca resmi ideolojinin Kürtleri yok sayarak bin yıllık tarihi nasıl çarpıttığını anlıyor insan. Türklerin Ön Asya’ da Kürtlerle karşılaştıkları zamanı ve sonrasını, mevcut Kürt sorununun sebep ve sonuçlarını yalın bir dille anlatan bu eser ortak payda da buluşmanın da adresini açıkça veriyor. 

Kürt sorununda bir açılım ya da demokratik bir çözüm geliştirilmek isteniyorsa eğer, Ahmet Hoca’nın etnik, sosyal, kültürel ve siyasal boyutlarıyla analiz ettiği tabloya iyi bakmamız gerekir. Bu tabloda, Kürtlerle Türklerin yeni bir bin yılın temeli görülmektedir. Bu tabloda, insanların düşüncelerini herhangi bir ideolojik kaygı duymadan özgürce açıklayabilecekleri demokratik platformlar ve çözüm önerileri vardır. Her aklıselim sorunun demokratik platformlarda demokratik-adil-insani çözüm önerileriyle çözülmesi yönünde çaba sarf etmelidir. Aksi takdirde sorun Turancıların baltalı çözümüne mahkûm olacaktır. Yol yakınken baltalı çözüme karşı çıkalım, yoksa yarın çok geç olabilir. “Adam sende…” “Bana ne…” gibisinden davranmak bizi kurtarmayacaktır. Elimizde balta değil, kitap bulunsun. Bu nedenle Prof. Ahmet ÖZER’İN “Beş Büyük Tarihi Kavşakta KÜRTLER ve TÜRKLER” adlı eseri hepimizin başucu kitabı olmalıdır. Fikret Yaşar 
 ------------------------------------------------------------------------------ 

 KÜRTLERİN ESKİ ATALARINDAN HÎTTÎT-HATTÎler HİÇ ASİMİLASİYON UYGULAMADI 

Anonim bir kültürün taşıyıcıları farklı zaman dilimleri içerisinde Hatti Ülkesine(Anadolu) de yaklaşık dörtbin yıl önce yerleşmiş bulunuyorlardı. Bu kültürün taşıyıcıları, Anayurtları Zagroslardan Getirdikleri her kültür öğesinnii bu coğrafyada yaşatıyorlardı. Bu kültür, Anti Toros-Zagros Silsilesi ve bunun devamı olan Kuzey Mezopotamya kökenli idi. 600 yıl süren İmparatorluk dönemi Hittit(-Hatti) Uygarlığı, Doğu Avrupadan gelen Trako Frig(Armenlerin bağlaşıkları) saldırıları ile Hîttît-Hatti uygarlığı yıkılınca buradaki boylar, aktüel adı Kürdistan olan coğrafyaya çekilerek, kurdukları şehir devletleri krallıklarla eski geleneklerini sürdürdüler. 

Bu beyliklerden bazılar: Kargamêş (Antep yakınlarında), Maladîya, Gurkum(Maraş ya.), Hattîna (Hatay), Qe (kuzy Suriye) vs.dir. Çok sonraları Kurd adını aldılar. Hittit(-Hatti) kralları ele geçirdiği veya kendisine her hangi bir yolla bağladığı bir şehrin veya ülkenin tanrılarına hiç bir kötülük yapmadı(-Bu gelenek, Hattilerin bağlaşıkları olan Hatamtilerin (Elamlılar) başkenti Sus'ta da görülüyor.-) Bir zarar görmemeleri için alıp Hattuşa(Çorum yakınında, başkent) Pentheonuna(Tanrı ibadet yerleri) getiriyorlardı. Onları kendilerine mal etmiyorlardı, Her tanrı için yapılması gereken tören ve kurbanlarla ilgili bilgileri Ait oldukları toplumun kendi dilinde yazıp yanına bırakılıyordu. Bu hoşgörülü tavır ile hem asimilasyon önlenmiş oluyor ve hem de ele geçirilen bu şehirler Hattuşa'yı bir kutsal başkent olarak görüyorlardı. 

Onların, Hatti Ülkesi ve komşu halkların tanrılarını benimsemeleri, dini amaç dışında onların Ortadoğu coğrafyasının bir halkı olduğunun, aynı etnik kökene sahip olduklarının bir belirtisidir. İlk ve Eski Çağ tapınakları kendi çağlarının müzeleri gözü ile bakılabilir. Nitekim Hittit Pentheonunda Önasya kökenli halkın tanrılarından en az bir ve birkaçı bulunuyordu. Hatta kuzeydeki düşman boy Kaşka tanrıları da Hattuşa Pentheonunda yeralmakta idi. Buna rağmen, Hittitler ile erken dönemde ilişkide oldukları halde Nil Ülkesinden (Mısır) hiç bir tanrının Hattuşa Pentheonunda bulunmaması ilginçtir. Zira Arîyanî Hîttîtler ile Mısır halkı arasında etnik ve kültürel birlik yoktu. Çok daha ilginç ve önemli yanı ise, Hittit(-Hatti) Pentheonunda hiç bir Avrupa kökenli tanrının bulunmaması. Hittitleri avrupai bir kökene bağlamak istiyen gayretkeşlerin dikkat etmesi gereken bu durum, Hittit(-Hatti)lerin Aryai olmaları ile açıklanabilir. 
Selahaddîn Mihotulî-Arya Uygarlıklarından Kürtlere 
 ------------------------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi (7) (Kassi- Kassiler- Kardunya - Kardular) Dicle Irmağının doğu yakasındaki dağlık bölge Kassiler/Karduların ülkesiydi. Asya ve Avrupalı kavimler kaba taş devrini yaşarken Somer’ler Mezopotamya’da, Hititler Anadolu’da, Elamlar Susta teknik ve sanatta boy ölçüşüyorlardı. Aynı dönemde Zagros’lardan Mezopotamya düzlüklerine inen Kassi’ler de Mezopotamya uygarlığına hız kazandıran uygarlıklardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tori’ye göre Kassi adı, tanrı Kassu’nun adından gelmektedir. Tevrata göre Elam, Horri, Goti ve Kassiler akraba kavimlerdir. (Hesekiel 38, Jeremia 51) 

Yunanlı tarihçilere göre de, M.Ö.334 yılında Mezopotamya’ya giren İskender Zagros’lara çekilen Kardu aşiretlerinin saldırıları karşısında şaşkına döner her girdiği yerde büyük kayıplar verir. Romalı General Antifanos da doğuya yaptığı bir seferde Kassi’lerin ülkesinden geçmek ister, ancak büyük kayıplar verdikten sonra geri çekilmek zorunda kalır. Bu yazı dizisinde Kürt tarihi ile ilgili bilgi kaynaklarını açıkladığım halde inkârcılar naylon resmi tarihlerini dikkate alarak inkârda ısrar etmektedirler. Ancak buna karşılık konuyu araştırıp gerçekleri araştıranlar da az değildir. 

Bu arada dikkatimi çeken iki yorumu sizlerle paylaşmak istiyorum: 

1-Yanlı devlet tarihi // tarihçi “… Çalışmalarınız gerçekten çok güzel... Kürt tarihi devlet sistemiyle her ne kadar üstü kapatılmış olsa da o kadar geniş bir uygarlık ki kaybettiremiyorlar, muhakkak bir yerde patlak veriyor... Kendim Avşar Türklerindenim, Fen Edebiyat fakültesi 4. sınıf tarih öğrencisiyim ve Türk tarihi hep teoride kalıyor, bir kaç devlet dışında ve sanki Anadolu ilk yerleşmelerden günümüze kadar sadece Türk devletleri hüküm sürmüş olarak görüyoruz. Biz Med ya da Pers İmparatorluklarını sadece iki kelimeyle gördük, o da yanına “sapık toplumlar” yazdık... Devletin bilimsel fakültelerinde tarihle böyle oynanılıyor ve toplumlar hakkında sırf leke olsun diye uydurmaca laflar öğrencilerin beyinlerine kazınıyor.” 

2- // Mehemed-é Paloyé – (Horri-Mittaniler) “…Palu'da bir mıntıka ve köyün ismi de Hor dur. Hur değil ama Hor yakındır. Kısaca Horiyan deriz. Aşmışat harabelerinde o zamandan kalma olduğu ve hatta başkent olduğu üzerinde iddia var. Ama en önemlisi Keban barajının gölü yükselirken qoçqala (Koç kale) de bir takım tabletlerin bulunduğu, ama Türk arkeologların bugünkü kurmanciye birebir benzemesi nedeniyle kırdığı şeklinde bir söylenti dolaşıyordu. Fakat Hollandalı arkeolog 2-3 tanesini gizlemeyi başarmış deniliyordu. Derken internetten bunlar hakkında Hollanda’da bir müzede olduğunu da okumuştum...” Görüldüğü gibi Turancı sistem ve uşağı naylon akademisyenler ....ettiği Kürt yurduna ait tüm gerçekleri Kürtlerden saklamak için her türlü muameleyi mubah görmektedirler. 

Ancak yok edilmeye çalışılan Kürt yurdu ve kimliği, yabancı kaynaklardan elde ettiğimiz tarihi bilgilerle her gün biraz daha gün yüzüne çıkmaktadır. Sadede dönelim: Zagros’lardan Mezopotamya düzlüklerine inen Kassi’lerin cengâver, sanatçı ve mert oldukları ve bunların Kassu, Kaşşu, Kassi, Kardu, Kardunya gibi isimlerle tanındıkları Asur tabletleri ve Mısır El-Amerna arşivlerinde görülmüştür. 

Kendilerinin bıraktığı belgeleri inceleyen tarihçilerden Hilprecht, İnckler, Hall ve E.Meyer, Kassi’leri Hitit, Mittani, Elam, Somer ve Med’lerle aynı soydan gelen Aryan’lar olduğunu belirtmektedirler. Mezopotamya’da ilk görüldükleri dönem Hamurabi’nin oğlu Şansulina zamanına rastlar. Babil halkının yapmak istemediği askerlik, inşaat ve tarım gibi ağır işlerin dağlı Kassi’ler tarafından yapıldığını tarihi belgelerden öğreniyoruz. Goti’lerin yenilgiye uğrayarak zagros’larda küçük krallıklar kurduklarını bir önceki bölümde yazmıştım. 

Bu küçük krallıklardan biri de Kassi’ler olarak tarih sahnesinde yer alır. Zagros’ların doğu yakasında Kırmanşah yolu üzerindeki HOLVAN’DA krallık kuran Kassi’ler zamanla güçlenir ve çevresiyle egemenlik savaşlarına girişirler. Zagros’lardaki aşiretler arasında birliği gerçekleştiren Kassi –Kardu’lar Mezopotamya düzlüklerine inmek için diğer Goti aşiretlerinden de yardım alarak Babil’e saldırırlar, ancak ilk saldırılarında yenilgiye uğrayıp geri çekilirler. Aynı dönemde Hitit kralı I.Morşil Horri ülkesini Kuzeybatıdan güneye doğru işgale ederek önce Halepo şehrini almış ve daha sonra Babil’e yönelmişti. Hitit saldırısı karşısında korkuya kapılan Babil halkının büyük bir kesimi çocuklarını ve mallarını alarak daha önce geldikleri Arap çöllerine, Bahreyn’e doğru kaçarlar. 

Bu sırada Babil’de işçi ve asker olarak çalışan Kassi’ler Hitit’lere karşı savunmaya girişirler. İşgal ve savunma sürecinde dağlı aşiretlere ve HOLVAN’DA bulunan Kassi krallığına haber gönderen Kassi’ler Hitit’lere karşı büyük bir direniş sergiler ve gelen yardım sonrasında da Hitit saldırısını püskürterek Babil’e sahip olurlar. Babil’in Kassi’lerin eline geçmesiyle I. Kassi /Kardunya dönemi I. Kassilyas ile başlar ve dört yüz yıl sürer. Bu dönemde “Kardu, Karduk, Kardunyaş, Kardunya” adlarının hem coğrafik mekâna, hem de etnik ve idareci sınıfa verildiği, Mezopotamya adının da Kardunya, hâkim sınıfın ise Kardunyaş olarak belgelerde geçtiği görülmektedir. Akadça yazılı belgelerde de bu dönem, “dünyanın dört bölgesinin Kassi-Kardu egemenliğinde olduğu zaman” diye açıklanmaktadır. Kassi’lerin Hitit’leri Mezopotamya’dan püskürtmesi sonucu Kuzeyde bulunan Horri-Mittani’ler de ikinci defa toparlanır ve egemenliklerini yeniden kurarlar. 

Bu dönemde zor durumda kalan Asur’lular Horri-Mittani saldırılarından kurtulmak için Kassi’lerden yardım istese de tahtta bulunan Kassi kıralı “ I. Kuri-Kal-Zu” (Kürtçe, büyük Zu’nun oğlu anlamındadır) Asur’ların yardım taleplerini geri çevirmiş ve bir başka Ari boyu olan Mittani’lerin Asur’lulara saldırmalarına karşı sessiz kalmıştır. Kardunya (Kassi) en parlak dönemini 1.2.3. “Kuri-Kal Zu” dönemlerinde yaşamıştır. Kuri-Kal-Zu etimolojik anlamda Ari özellik taşımaktadır. Kuri=oğlu, Kal= Büyük-İhtiyar-Bilge, Zu=çabuk, hızlı, acele, tez anlamlarını taşır ve Kürtçe’dir. Tespit edilen 49 Kassi kral isimleri arasında başka dilde olanına rastlanmamıştır. Bu isimler Somer, Elam, Horri, Hitit, Mittani, Goti ve Kassi gibi Ari dilini konuşan Aryan’lara aitir. 

Mısır ile iyi geçinmeye çalışan Kassi’lerin evlilik yoluyla Firavunlarla akraba oldukları, adına 18 metrelik piramit yapılan III. Ramses’in annesi Kraliçe Tiye Meressi’nin aslında bir Kardu prensesi olduğu Mısır El-Amerna arşivindeki tabletlerde belirtilmektedir. İncelenen diğer belgelerde Kassi’lerin Somerce ve diğer Arî boylarının kullandığı Arîce dilini kullanarak çöl halklarına (Samilere) dillerini empoze ettikleri, bugün bile Arapça’da kullanılan bazı sözcüklerin Ari kökenli olduğu ortaya çıkmıştır. Babil-Sami hâkimiyetiyle Mezopotamya’da sönükleşen sanat ve bilim Kassi’lerle yeniden canlılık kazanmıştır. Babil belgelerinde Kassi’lerin işçi, asker, memur, at bakıcısı, usta personel (sanatçı), din ve bilim adamı gibi değişik meslekler içinde Babil’de çalıştıkları yazılmaktadır. 

Bu durum Kassi’lerin Babil’de yerleşik ve sosyo-ekonomik alanda etkin olduklarının kanıtıdır. Bu yüzden, Kassi’ler Babil’i ele geçirdikten sonra güncel yaşamlarında rol aldıkları mevcut uygarlığa iktidarları ile hız kazandırmış ve 700 yıla yakın bir uygarlık kurmuşlardır. Bu süreç içinde yeni tür evcil hayvanların ehlileştirilmesi, taşın yanı sıra kerpicin samanla yoğrularak dayanaklık kazandırılması, petrol ve ziftin bulunup ticari meta olarak Mısırlılara satılması Kassi uygarlığına denk düşmektedir. Samiler döneminde sönmeye yüz tutan heykeltıraşlık ve gerileyen astronomi bilimi Kassi’ler döneminde yeniden gelişme göstererek Kardunya’yı zamanın en ileri ülkesi haline getirir. Zamanın üstün refah ve zenginliği sayesinde Kassi kralları zevk -sefa ve av partilerine teslim olunca yönetim zayıflar. 

Kasi’’lerin zayıflaması kendilerine bağlı Asur, Elam ve diğer krallıkları harekete geçirir. Güney doğudaki Elam krallığı Kassi’nin merkezi üssüne yani Babil’e saldırarak bölgeyi işgal eder. Kardunya’nın başkenti bu işgal ile Elam’ın eline geçer. Horri-Mittani işgalinden kurtulan Asur’lular da Kuzey Kassi kentlerine saldırır. İçerdeki siyasi kavgalardan zayıflayıp aşiretler arası birliği yitiren Kassi’ler dış saldırılara karşı direnemez ve yenilerek geldikleri Zagros Dağlarına geri çekilmek zorunda kalırlar. Asur kralı Şanaşerib Zagros’lara yaptığı bir seferde yüksek kesimlerde yaşayan savaşçı Kardu’lar için, “Dağların ejderhaları” diye bahsetmektedir. Yunanlı bilim adamı Strabon Cudi’yi Karduk dağı, Botanı da Kardunya olarak belirtmiştir. Minorski ise Kardunya’dan bahsederken, Çölemerik ve Cezireyi içine alan Toros-Kafkas-Zagros bölgesini işaret etmektedir. 

Bu bölge, Ermeni belgelerinde Karduh, Arap’larda ise BaKarda - Karda diye geçmektedir. Kardu ve Kardunya, Ari kassi’ler döneminde Kord - Kordestan karşılığında kullanılmıştır. Bugünkü İran’da telaffuz edildiği gibi… İktidarları döneminde Mezopotamya düzlüklerini yurt edinen ve her yenilgi sonrasında Zagros’lara sığınan Ari’lerin, Güney Kafkas, Toros ve Zagros dağlık alanlarının sahipleri oldukları tarihçiler tarafından kabul görmektedir. Binlerce yıldır bu dağlarda ve düzlük alanlarında yaşayan Aryan boylarının, zaman zaman iktidarı kaybederek Zagros’lara geri çekildikleri, ancak güç kazandıktan sonra vatanlarını işgalden kurtardıklarını tarih sayfaları bize göstermektedir. 

Tarih tekerrürden ibarettir! Bu topraklar çok devlet gördü, bundan sonra da çok görecektir. İbni Haldun derki:” Her şeyin bir ömrü vardır, gerek canlı, gerek cansız, hatta devletlerin ve dinlerin bile bir ömrü vardır. Doğar, büyür, gelişir, hastalanır ve ölürler.” Ne diyelim, herkes sırasını beklesin! “Bılané em kafır bın, heyani devrana me bét… Rum u Ereb u Ecem(Tırk) temami, Hemiyan jı mera dıkır xulami, Tekmil dıkır me din u devlet, Tehsil dıkır me ılm u hıkmet…”( E.Xani ) (Devamı var...) Fikret Yaşar KAYNAKÇA: * Büyük Boylar- W.TORI *Kürdistan Tarihi- E.XEMGIN *Arya Uyg. Kürtlere- S.M.TOLI 
 ---------------------------------------------------------------------------------- 
 Kürt Tarihi (6) (Goti’ler-Korti’ler-Kardu’lar) “Kürtler özgür olsaydı eğer, bugün dünyanın en uygar toplumu olurlardı” (Halfin) Bazı tarihçiler Kürt diline ait kelimeleri telafuz ederken fonetik açıdan Kürtçeye yabancı kalmaktadırlar. Horri-> Hurri, Someri-> Sümer, Goti-> Guti, Lolo-> Lulu diye kafamıza kazınmaya çalışıldı, ama bilinçli, ama bilinçsiz yapılan buna benzer hatalı telaffuzlar bizleri orijinal diksiyondan koparmaktadır. Kürtçede bulunan pek çok ses diğer halkların dilinde ya yoktur, ya da farklıdır. Dolayısıyla bizde olan ses zenginliğini onların egemenliğine veya kıt fonetiğine kurban etmemeliyiz. 

Örneğin, Bizim “Kordi” diye okuduğumuzu yabancılar “Kardy-Kardu” diye telaffuz ederler. Türkçede de “Kurd” -> “Kürt”, “Kurdi” -> “Kürtü” gibi telafuz edilir. Kürd’e ait tüm değerleri yok etmek isteyen Türkçeye baktığımız zaman, ana fiillerin genellikle tek sesten oluştuğunu görürüz! Ör: ” gel, git, al, ver, vur, öl, gül, sar, kır, çal, sal, koş, coş, dur, gör, in, bin, sür, gir, çık, yat, bat, var, sar vb gibi... Bu da at sırtında yaşayan Türkmenlerin yan yana gelen ve huysuzlanan atların hareketinden konuşmaya yeterince zaman bulamamasına dayanmaktadır. Halit Ziya Uşaklıgil “Güzel Türkçemiz” adlı eserinde Türkmenlerin at sırtında ve savaş meydanlarında dil sahibi olduklarını yazar. At sırtında ve savaş meydanında oluşan bir dilde fazla duygu aramamak gerekir. Oysa gelişmiş olan dillerde diyaframdan gelen ses, boğazdan dil ucuna varıncaya kadarki sürede duygu, jest ve mimik yükleyerek ortaya çıkar. 

Bu yüzden Osmanlı sarayında fonetik zenginliğiyle iltifat gören Kürt müziği ve edebiyatı Türkçeyi değişime zorlayarak Osmanlıcaya dönüştürdü. Ancak, Türkçe TC sürecinde aslına dönmek istediyse de yabancı dillerden beslenmek zorunda kalarak zar-zor devlet dili haline gelebildi. Yani Türkçe okuduğunuzu sandığınız bir makalenin yüzde ellisinden fazlası yabancı sözcüklerden oluşmaktadır. Bu sözcükler, Kürtçe, Arapça, İngilizce, Rusça, Fransızca, Latince vb gibi… Hal böyle iken suni bir fonetikten beslenmek yerine, kendimize ait orijinal seslere/diksiyona sahip çıkıp, dilimizi yozlaştırmaktan koruyalım, derim. 

GOTİ’LER: Arya boyları diğer halklarla rekabet ve mücadele ettikleri gibi kendi aralarında da rekabet ve mücadele etmekteydiler. Ancak Aryan’ların kendi aralarındaki rekabet kültür, sanat ve tarım alanındaki gelişmeleri kapsadığı için Mezopotamya uygarlıkların beşiği haline geldi. Öte yandan Aryan’ların gelişmişliğinden faydalanmak isteyen düşmanları ise, özellikle Arap soyundan gelen Akad’lar, gelişmeye ayak uydurmak için işçi ve paralı asker olarak Arya şehir devletlerine sızarak casusluk yapıyorlardı. Zagros dağlarında aşiret toplulukları halinde yaşayan Goti’ler de Somerlerin Mezopotamya’da geliştirdikleri uygarlıktan faydalanmak için, aşiretler arası birlik kurmaya çalışıyorlardı. Ve M.Ö.2600 yıllarında Kamassi adındaki güçlü bir aşiret reisi tüm aşiretleri bünyesinde toplayarak GOTİ Devletini kurdu. 

Aşiret birliğini sağlayarak devlet kuran Kamassi, krallığını ilan ederek Dicle Nehrinin doğusundan Babil’e kadar olan bölgeyi ele geçirip hükmetmeye başladı. Gotilerin Mezopotamya düzlüklerine indikten sonra Kerkük yakınlarında Arafa adlı bir şehir kurarak başkent yaptıklarını, savaşlarda kazandıkları ganimetleri bu kente taşıyan Gotilerin, ele geçirdikleri Somer (Sumer) şehirlerinin yöneticilerini vergi vermek şartıyla yerlerinde bıraktıklarını yazılı belgelerden anlıyoruz. Somer tanrılarına taptıkları gibi, sosyo-kültürel bağları sebebiyle ele geçirdikleri Somer şehir devletlerine fazla zarar vermeden özerklik tanıyan Gotilerin Akad’lara karşı daha yıkıcı olmaları Aryan boyları arasındaki akrabalık ilişkilerine dayandırılmaktadır. 

Bu arada Mezopotamya düzlüklerini egemenliğine alan Gotilerin güçlenmesinden kaygılanan Akad’lar savaş hazırlıklarına girişirler. Akad kralı Naramsin M.Ö.2300’lerde Goti’lere karşı saldırılar düzenleyerek Elam’ın başkenti Sus şehrini ele geçirir. Yıkıcı Akad saldırıları karşısında Aryan boyları birleşmek zorunda kalırlar. Lolo kralı Anubanin Goti’lerde birliği sağlayarak Akad’lara karşı saldırıya geçer. Sağlanan birlik karşısında tutunamayan Naramsin yenilince, tahtını ve topraklarını korumak için Gotilere büyük bir vergi verip Akad’ı yıkımdan kurtarır. Bu durum, Akad ve Someri yazılı belgelerinde tanrı Marduk’un cezası olarak yorumlanmıştır. Bugün Paris Louvre Muzesinde bulunan Naram-sin anıtı Arya kültürü ve ülkesi hakkında önemli bir belge olarak kabul edilmektedir. Naramsin’in oğlu Şar-Kali-Şar tekrar Gotilere karşı savaşmaya girişse de başarıya ulaşamaz ve yenilerek geri çekilmek zorunda kalır. 

Akad kralı Rimuş ve Maniştsu zamanında da bu savaşlar devam eder ve zaman zaman Gotiler yenilgiye de uğratılır. Ancak birleşik Aryan aşiretler topluluğu olan Goti’ler, Akad’ların ele geçirdikleri yerleri tekrar geri alarak Akad devletini bir daha dirilmemek üzere tarih sahnesinden silerler.(M.Ö.2233 ) Goti’ler bir tek krallık ailesine bağlı değillerdi. Pek çok aşiretten oluşan bu topluluk üç yılda bir toplanıp kendi aralarında bir GOTİ KRALI seçerlerdi. Bir defa seçilen bir daha da seçilebiliyordu. Goti’lerin son dönemlerinde aşiretler arasında baş gösteren huzursuzluklar Goti birliğini zayıflatınca Lolo, Sus (Elam), Kémaş ve Erdéla aşiretleri birlikten ayrılırlar. Somerlerin Ur şehir Devleti bu zayıf durumdan faydalanarak Goti’lerin hâkimiyetine son verir ve Mezopotamya’da Ur hanedanının hâkimiyetini sağlar. Uruk kralı Hengal zamanında yazılmış bir yazıtta, dağların cinleri olan Goti’lerin yenildiği ve böylece bölgedeki hâkimiyetlerine son verildiği, anlatılır. Somerlerin Ur hanedanına yenilen Goti’ler Zagros dağlarına geri çekilirler. 

Goti’lerin Zagros dağlarına geri çekilmelerinden sonra, Akad soyundan gelen Asur kralı Salmanasar Goti halkı hakkında şöyle der:” Goti kavmi, semada yıldızlar gibi parladı, yalnız zirvelikte değil, azim, şiddet ve tahribatta da meşhur oldular” Ayrıca Asur yazılı belgelerinde bu halka Goti ve Korti, Somer yazılı belglerinde ise Goti, Gardo ve Kardo olarak rastlanmaktadır. Bu isimlerin hepsi aşiretlerden oluşan ve dağlarda yaşayan bir halk anlamında kullanılmıştır. Goti’lerin Zagros’lara çekildikten sonra Kral Tigran tarafından birleştirilerek orta Zagros’larda yeni bir devlet kurduğu tarihi belgelerde belirtilmektedir. 

Bu devletin adı ANZAN olup Kürtlerde ‘dağdaki yaşam’ anlamında kullanıldığı, bunun da zamanla zazan ve zozan (yayla) olarak değiştiği bilinmektedir. Bu krallıkla ilgili yeterli bilgiye rastlanmamakla birlikte Kurdistan’ın Mal-a Mir, Gol-a Fıra ve Şıkeft-a Sıleyman’da yapılan kazılarla bazı belgeler elde edildi. Elde edilen Arice yazılı belgelerde Anzan kralının imaret ve yolar yaptırdığı ve kendisine tanrılar tarafından verilen zenginliğe şükrettiği yazılıyor. Bu devletin Med İmparatorluğu zamanına kadar varlığını devam ettirerek Med İmparatorluğuna katıldığı bildirilmektedir. KÜLTÜR ve SANAT Mezopotamya’ya hükmettikleri dönemde pek çok eser bırakan Goti’lerin, mimari alanda ve el sanatlarında diğer Aryan boyları ile benzer özellikleri taşıdığı gibi, kullandıkları dilin de Aryan dil ailesine mensup olduğu belgelerle tespit edilmiştir. 

El sanatlarında renkli seramikler yaparak üstünü bitki, hayvan ve insan figürleri işleyerek süsledikleri, bakır ve diğer madenlerden ev eşyaları ve tarım malzemeleri yaptıkları, kılıç, kalkan, ok, mızrak, balta vb gibi savaş aletlerinin yanı sıra altın ve gümüşten çeşitli süs eşyaları, vazo, kâse, sürahi, yüzük, bilezik, gerdanlık gibi eşyaların yapımında da usta oldukları görülmüştür. Ticaret alanında ise komşu devletler ve indus ülkeleriyle ilişkileri olduğu yazılı belgelerde görülmüştür. Kaya resimleri ve heykelcilikte de ileri olan Gotiler, inanç alanında da diğer komşu halklar gibi çok tanrılı dönemi yaşıyorlardı. Bugün bile Zagros’ların bakir coğrafyasında binlerce yıllın gelenekleri ve görenekleri mevcut yapı ve sanat eserlerinde izini devam ettirmektedir. (Devamı var...) Fikret Yaşar KAYNAKÇA: Arya Uyg.Kürtlere-S.M.Toli Kürdistan Tarihi –E.Xemgin Kürtler-B.Nikitin IX.yy.da Kürdistan -Halfin 
 ---------------------------------------------------------------------------- 
Abdullah öcalanın zerdüştlükle ilgili yazısı. Tarihte din-ahlak ilişkisinde müstesna bir öğreti ve kişilik olarak Zerdüştizm ve Zerdüşt‘ü görüyoruz. Araştırmalar Zerdüşt‘ü ve bağlı olduğu öğretiyi büyük bir ahlaki devrim olarak tanımlamaktadır. Zagros dağlarının eteklerinde tarım ve hayvancılıkla (neolitik devrimden beri, M.Ö. 12000, hatta dördüncü buzul döneminin kalkış tarihi olan 20000‘lerden beri şekillenen kültür) geçinen bir toplumsal kültürel ortamda, Sümer uygarlığının (M.Ö. 3000 - sonrası) mitolojik ve dinsel hegemonyasına karşı kutsallıktan ziyade seküler, dünyevi ahlakı savunan bir eğilim olarak gelişen bu ahlaki devrime Zerdüşt‘ün adına izafeten Zerdüştizm denilse de, çok daha eski köklere sahip olduğu bilinmektedir. 

Zerdüşt‘ün ünlü sözü olan '' Söyle, sen kimsin? '' hitabıyla Sümer uygarlığının mitolojik ve dinsel tanrısallığını yargıladığı açıktır. Dolayısıyla uygarlık din ve tanrılarının bu ilk ahlaki eleştirisi çok büyük öneme sahiptir. Filozof F. Nietzsche‘nin ünlü yapıtına '' Zerdüşt Böyle Buyurdu '‘ adını koyması ve içeriğini Zerdüştvari ahlaki yargılarla doldurması boşuna değildir. Kendisi bu yönlü en güçlü uygarlık yorumlayıcısı olarak tanınmaktadır. Hatta bazen lakap olarak Zerdüşt‘ün Çömezi, Dionysos‘un Çömezi kelimelerini kendisi için kullanması düşündürücüdür. 

Zerdüştilikte demokratik uygarlık unsurları ağır basar. Ailede kadın-erkek eşitliğine yakındır. Hayvanlara acı çektirilmez; eti çoğunlukla yenmez, ürünlerinden yararlanma esastır. Ziraat büyük değer taşır. Kutsallıktan arınmış iyilik-kötülük kavramları öne çıkar. Diyalektiğin ilk tohumlarını çağrıştıran ikilemli düşünce tarzı (aydınlık karanlık güçleri) çok belirgindir. Evren diyalektik olarak kavranmaya çalışılmaktadır. Toplumun güçlü ahlaki ilkelerle yönetilmesi esas alınmaktadır. Tüm bu yönleriyle Sümerlere ve kökenlerini oradan alan uygarlıklara karşı güçlü bir ahlaki devrimi yansıttığı çok açıktır. Abdullah Öcalan 
 ----------------------------------------------------------------------------------- 
 ATATÜRK’ÜN ‘KÜRT OYUNU’ Kürtlerin cepheden cepheye “koşturularak” kazanılan kurtuluş savaşının, Kürtlerin esareti ve Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesiyle sonuçlandığı biliniyor. Soru şu; Kürtler esaret getirecek bir savaşa neden katıldılar, uygun koşullar varken neden bağımsızlık ilan etmediler ? 1919-1924 Süreci incelendiğinde, bu sorulara belgelere dayalı cevaplar vermek mümkündür. Kürt’le Türk’ü eşit, özgür temelde bir arada tutacak toplumsal sözleşme (1921 anayasası) çalışmaları, 1919’da başlar. 1921 anayasası, tamamen Erzurum ve Sivas Kongre kararlarına, Amasya Protokollerine ve Mustafa Kemal’in El-Cezire Komutanlığına gönderdiği telgraf içeriklerine dayanır. Kongre ve protokollerde, ortak vatan “Kürtlerle Türklerin oturduğu yerler” olarak tanımlanır. 

Türklük vurgusu yer almaz. Kaynaştırıcı ana unsur, anasır-ı İslam olarak belirlenir. “Misakı Milli” veya “Milletin istiklali” derken, millet tanımı, İslam ortak paydasına dayandırılır. Telgrafta, Kürtlerin otonom bölgelerinde öz yönetimlerini oluşturacağı, kendi kaderlerini belirleme hakkına saygı duyulacağı belirtilir. Protokollerde, Kürtlerin etnik ve sosyal bakımdan destekleneceği vurgusu ve sözü yer alır. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 meclis açılışında, Misakı milliyi, “Kardeş milletlerin (Kürt’le Türk’ün) milli sınırları” olarak tanımlar. 1921 Anayasası da, tamamen bu ilkeler üzerine düzenlenir. Ortaklaştırılmış toplumsal sözleşme niteliğindedir. 

Kürt ile Türk’ün siyasal birliğini sağlar, hukuksal alt yapısının sınırlarını belirleyerek, güvenceye alır. Devlet, toplum ve birey ilişkilerinin alt yapısını oluşturur. Toplumu, devletin gücüne karşı korumayı ve devleti hukukla sınırlandırmayı esas alır. Nitekim, 1921 Anayasasında, “devletin dini islam’dır” denir. Halklar, İslam referansından harketle, “millet” olarak tanımlanır. “Türk Milleti, Yüce Türk devleti” gibi millyetçi tek ibare yer almaz. 3 ve 11. Maddelerle, öz yönetimlere sahip vilayet şuralarına geniş özerklik yetkileri tanır. Şuralarda yer alacak isimlerin, orada oturanların seçimiyle belirleneceği hükme bağlanır. Şuralar, merkezi hükümetten bağımsız olarak, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık, vakıflar, medreseler, sosyal yardımlaşma... gibi konularda karar alma ve uygulama hakkına sahip olarak tanımlanır. Yerel özerklik, parlamento üstünlüğünden sonra gelen siyasal ve hukuki bir hak olarak tanınır. 

1921 Anayasasına göre, Kürtler hem “Türkiye halkı” içinde anayasal bir güvenceye sahiptir, hem de “Kürt-Kürdistan” kimlikleriyle özerklik hakkına sahiptir. Nitekim, Meclis’te ulusal kimlik ve giysileriyle yer alırlar. (Kürdistan Mebusu gibi) Kürtler, özgür ve eşitlik temelindeki bu güvenceler karşılığında, Türklerle kader birliğine karar verir ve kurtuluş savaşında etkili şekilde yer alır. Savaş kazanılır, Lozan imzalanır ve Mustafa Kemal’in Kürtlere ihtiyacı kalmaz. 1921 Anayasası yürürlükten kaldırılır. Hazırlanan 1924 Anayasası ile, Kürtler ret ve inkar edilir. Kürtlük, Kürdistan ve Kürtçe bir günde yasaklanır, bu değerleri ret ve inkar etmeyenler, “suçlu” hale gelir. 

Devletin milliyetçi, laik, halkçı, devletçi ve devrimci olduğu belirtilir. 88. Madde ile, “din, ırk ayırt edilmeksizin herkes Türktür” denir. Kürt çocukları ve yetişkin kimlik bilgileri “Türk” olarak kayıtlara geçer. Kürtleri Türkleştirmek için, anayasadan çok daha ağır faşizan yaptırımlar içeren Şark Islahat Planı hazırlanır. Plana göre, Kürtçe konuşmak, ulusal giysiler kullanmak, Kürdistani değerlerden bahsetmek “gecikmesinde sakınca doğacak suçlar” kapsamına alınır ve derhal cezalandırılır. Cezalar, para cezası, sürgün, işkence, infaz, katliam... olarak gelişir. Kürtler, uğradığı ihanete tepkiler verir. Direnişler peş peşe gelişir. Türk devleti ve sorunlu kişilikli Kürtler, Kürt ret ve inkarının Şex Said direnişi yüzünden geliştiği yalanını uydururlar. Ret ve inkar 1924’te, Şex Said direnişi 1925’te hayata geçer. 1924’ten günümüze, Türk anayasaları bir çok kez yenilendi veya maddeleri değiştirildi. 1924 Anayasındaki “herkesi Türk sayan” 88. Madde, 1961 anayasasında 54. Madde olarak konunur. 1982 Anayasasında da, 66. madde olarak yer alır. Özüne dokunulmaz. 1924’ten günümüze; anayasalar, insanlar, ideolojiler, tekonolojiler, kanunlar, sınırlar... kısaca, dünya değişirken, “Kürtlerin Türklüğü” hiç değişmez.
 -----------------------------------------------------------------------------------
 Kürt Tarihi (5) Hurri-Mitaniler “Günümüzde tarihi hakkında konuşulmaya değer yegâne halk Kürtlerdir.” Bazil NİKİTİN Kürtlerin kökenleriyle ilgili bu yazı dizisi yakın zamana kadar Türkiye’de yasaklanmış bulunan kaynaklardan elde ettiğim bilgilerden faydalanılarak hazırlanmaktadır. Bu eserler bilim otoritelerince kabul görmüş, ancak Türkiye’de resmi görüş tarafından ret edilmiştir. Bu yüzden resmi görüşten beslenen bazı kişilerin yorumlamaya çalıştığım Kürt gerçeğini hazmetmekte zorlandıklarını görmekteyim. Türkiye’deki resmi görüş dünya bilim otoritelerine değil, Turancıların Kurt masalına itibar göstermektedir. Darvinci bir anlayışla Bozkurttan türediklerini kabul eden bir kesimin Mezopotamya mirasına sahip çıkmaları anlaşılmaktadır! 

Esas mesele, geçmişiyle barışık olmayanların tarihsel gerçekleri kendilerine göre yorumlayıp insanlık ailesi içinde itibar sağlama çabasıdır! “Kurttan ne dost, ne de post olmaz” Bugün sizlere Kürtlerin ataları olan Aryanl’arın diğer bir kolu olan Hurri-Mitani uygarlığından bahsedeceğim. Hurrilerle ilgili yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen eserlerin M.Ö.4000 yıllarına ait olduğu belirtilmektedir. Hurri devletinin ilk defa hangi tarihte ve kimin tarafından kurulduğu bilinmemekle beraber, tarih sahnesinden çekilmelerinin sebebi Urartu ve Asur saldırılarıdır. Malatya merkezli yaşadıkları tespit edilen Hurrilerin M.Ö.4000 ile 3000 yılları arsındaki taş devrine ait izler bıraktıkları Aslan Tepede yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkmıştır. 

Ayrıca Haran bölgesinde Antep’te, Alaca’da ve Tell Halaf’ta bulunan renkli Hurri seramikler, yazıtlar ve diğer bulgulardan Hurrilerin Azerbaycan’dan, İç Anadolu’ya, buradan da Hamadan’a kadar olan geniş alanda dağınık halde şehir devletleri kurarak ”Hurri-Mitani” imparatorluğunu kurdukları tespit edilmiştir. Urartu, Asur, Mısır ve Hititler arasında bir güç olarak varlığını sürdüren Mitani Krallığının başkenti henüz tespit edilmemekle beraber Urfa ile Diyarbakır arasında bulunan tarihi “Waşu-kani” olduğu ileri sürülmektedir. Arkeolijik belgelerden anlaşıldığı kadarıyla Hurriler Süriye ve Filistin üzerinden geçerek Mısır’a kadar yayılmış ve zaman zaman egemenliklerini bu alanda sürdürmüşlerdir. Arap Akad-Asur yazılı belgelerinde düşman ülkesi olarak Hanigalbat’tan bahsedilmektedir. 

Hanigalbat, şimdiki KERKÜK ve çevresini de içine alan Hurri ülkesinin Akad’ca adıydı. Sınırlarını genişletmelerine rağmen Hurri’lerin özellikle Fırat, Azerbaycan, Van gölü ve Urumiye gölünü içine alan merkezi alanda varlıklarını uzun süre devam ettirdikler ve söz konusu alanda Aryan’lardan önce başka bir halkın yaşamadığı tarihi belgelerle ispatlanmıştır. Mitani ya da Hurriler hakkındaki yazılı belgelerin bir kısmı komşu ülkelerin kazı kaynaklarında bulunmuştur. Bu kazılar sonucu Hint-Avrupa özellik taşıyan Mitani-Hurri Krallığının yazışma dilinin Aryan diliyle benzer nitelikler gösterdiği tespit edilmiş ve bu dilin M.Ö.900 -600 yılları arasında kurulan “Urartu” devletinde de kullanıldığı görülmüştür. 

Hurri halkının dili komşu devletlerin resmi belgelerinde görülünce, bu dilin önemi kavranarak üzerinde duruldu. Yazılı anlaşma metinleri tercüme edilip bu dilin kelime haznesi ve cümle kuruluşları incelendi. Hitit’lerin başşehri Hatuşaş’da yapılan kazılarda Gılgaméş Destanının Hurrice yazılmış nüshalarına rastlandı. Babil belgelerinde de Hurri’ceye rastlandığı gibi, Mar’ların sarayında Hurri dili ile yazılmış altı adet edebi yazılı belge bulunmuştur. Çivi yazılı tabletlerde Hurri sözü “Khari” şeklinde geçmektedir. Bisutun Med kabartmalarında da Aryanın karşılığı “Harri” olup, buradan Hurri, Ari-Arya eşleşmesi doğmaktadır. 

Pek çok tarihçi/bilim adamı dil ve kültür benzeşmesinden dolayı Hurri-Mitanileri Hitit, Med, Elam ve Sumer gibi Ari soydan saymaktadırlar. Hurrilerden sonra Orta Anadolu’da bulunan en eski belgeler akrabaları olan Hititlere aittir. Bu belgeler incelendiğinde Hititlerin de Hint-Avrupa ailesine mensup oldukları görülür. Bu iki komşu devlet sosyal benzerlikler taşımalarına rağmen zaman zaman egemenlik savaşlarına da girişmişlerdir. Zamanla güç kazanan Hitit’ler Akdeniz’e inmek için Hurri ülkesinin batı sınırlarına saldırırlar. Bunun sonucunda Hitit kıralı Murşil’in Halep kentine kadar olan bölgeyi ele geçirerek Babil’in üstüne yürüdüğü Mar kıralı Çimril’in arşivinde ve Hurri yazıtlarında görülmüştür. Hitit devletinin saldırılarından sonra dağılan Hurriler, kıral Patarna tarafından tekrar toparlanıp Antalya’dan Zagros Dağlarına kadar olan coğrafyaya hükmettiler. Ancak doğudan Urartu, Güneyden Asur’un saldırılarına dayanamadılar. 

Hurri-Mitani krallığı şehir devletlerinde oluştuğu için, yönetim yerelden merkeze doğru biçimleniyordu. Önceleri yerleşim merkezleri şehrin ileri geleni tarafından yönetildi. Sonraları şehir ve aşiret devletleri kurularak bunların reisleri veya kralları tarafından yönetilmeye başlandı. Bu küçük aşiret devletleri birleşerek güçlü bir konfederasyon oluşturdular. Bu konfederasyon Mitani-Hurri devletinin kurulmasına temel oluşturmuştu. Bu aşiret devletlerinin en önemlileri Malatya /Meletie-Milidia ve Muşki Krallıklarıydı. Milidia M.Ö.9.yy da defalarca Urartuların saldırısına maruz kalır. Urartu kıralı Menua ile Milidia kralı Suliehauali arasında geçen savaşı anlatan bir yazıt Palu’da Murat suyu yakınlarında bulunmaktadır. 

Daha sonraki saldırılara dayanamayan Milidia kırallığı Urartu’ya yenilir. Kömürhan yakınlarındaki Habibuşağı köyünün yolu üzerindeki bir kaya yazıtında Urartu kralı 2.Sardur’un şehir ve sarayı yıkıp ortadan kaldırdığı ve kralını da esir aldığı yazılmaktadır. Urartu devleti de Asurlular tarafından yıkılınca Asur Kralı 2. Sargon Milidiaya gelerek buradaki zengin maden kaynaklarına el koyar ve Milidiya’ya büyük bir askeri güç yerleştirir. Ancak M.Ö.600’lerde bölge Ermenilerin ataları olan Kimmerlerin işgaline uğrar ve her taraf yakılıp yıkılarak ele geçirilir. 

Muşki Krallığı da yine bu bölgedeki önemli Hurri şehir –aşiret devletlerinden biriydi. Muşki Krallığı bir süre egemenliğini Klikya ve Kapadokya’ya kadar genişletse de Urartu ve Asur saldırıları sonucu yıkılır. (Muş şehrinin ismi bu Hurri kabilesinden kalmadır. ) Ön Asya’nın önemli bir kültür ve siyasi unsuru olan Hurri-Mitani Krallığının siyasi hâkimiyeti sona erince Arya halkı baskılar karşısında Zagroslara çekilmek zorunda kalırlar. Kürtlerin ataları her bozgun sonrası Zagroslara sığınmış ve güçlenerek tekrar düzlüklere hükmetmişler. Bugün Zagroslar dört parçada zulme uğrayan çocuklarına bağrını açmış umutla Kawaları beklemektedir. Her newrozda doğum sancıları çeken bu dağlar, güneşe hasret Mezopotamya düzlüklerini bir gün aydınlatmayı beklemektedir. (Devamı var...) Fikret Yaşar 
 ---------------------------------------------------------------------------------- 
Lozan'da Kürtler Lozan’da en fazla fırtına koparan konuların başında Kürtlerin azınlık olup olmadıkları tartışmaları vardı. Lozan’daki görüşmeler devam ederken aynı tartışmalar TBMM’de de yaşandı. Lozan’da görüşmeler sırasında, Avrupalı devletler Kürtlerin “Azınlık” olduğunda ısrar edince, İsmet İnönü buna karşı çıkarak şöyle der: “Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyetinin ana unsurlarıdır. Kürtler bir azınlık değil, bir millettirler; Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir..” Lozan’da hem Türk asıllı temsilciler hem de Lozan’a Kürtleri temsilen gittiği iddia edilen Diyarbekir milletvekili Zülfü Tiğrel ve ayrıca bizzat heyet başkanı İsmet İnönü, “azınlık” tanımını İslam hukukuna göre yaparak “Kürtlerin azınlık değil, asli unsur olduklarını savundular” Azınlıklar, sosyal hayatlarda kendi iç hukuklarını uygulamakta, dini inançlarını yaşamakta ve kendi dilleri ile eğitim ve öğretim yapmakta, dillerini toplum hayatının her sahasında kullanmakta serbesttiler. Kürtler, Türkler, Arnavutlar, Çerkezler, Araplar ve diğer tüm Müslüman halklar ise aynı seviyede eşit ve aynı haklara sahiptirler. Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Çerkez, Laz, Gürcü gibi Müslüman kavimlerin tamamı ana dille, eğitim dahil kimlikleri ile ilgili her türlü haklarını kullanmada eşittirler. 
Tan, Altan, Kürt Sorunu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2010. ss. 193-194 
 --------------------------------------------------------------------------------- 
Zehir Kral Zilan aşiretinden Mithridates'in hayatı ve işlerine kısaca yakından bakalım: İsadan önceki 120-63 yılları arasında hüküm süren Mithridates'in adı, "Mithra-da", o zamanlar diğer birçok halklarla birlikte Anadolu Kürtlerinin de dini olan Mithraizmin ana tanrıçası "Mithra'nın verdiği" anlamında, Kürtçedir. Ancak yukarıda dediğim gibi o, hanedanının Dara ve Büyük İskender'e dayandığını söyler. Bu iddianın, iki büyük uygarlığı birleştirme amacı taşıdığı kuvvetle varsayılabilir. Mithridates, ailesinin yönettiği imparatorluğun bir ara başkenti olan Sinop'ta (asıl başkent Amasya idi) doğdu, kendisiyle aynı adı taşıdığı babası (bir iddiaya göre annesi tarafından) zehirlenip öldürüldü. Çocukları küçük olduğu için, tahtı devralan annesi, iktidarını uzatmak için onu daha küçük olan oğluna devretmeye eğilimli olunca, Mithridates saraydan kaçtı ya da kaçırıldı ve saklandı. 

Derler ki, onu saklayanlar, azar azar yemeklerine kattıkları çeşitli zehirlerle, Mithridates'i babası gibi zehire kurban gitmekten kurtarmak istemişler ve Mithridates'in kendisi de, daha çocukluktan zehir konusunda uzman biri haline gelmiştir. Olgunlaşıp aileye dönen Mithridates, annesi ve kardeşini zındana kapatır ve yönetimi ele alır. Yönetimi sırasında, Kuzeyden gelen İskit ve Roksalan akınları karşısında direnemeyen Kırım ve İstanbul prenslikleri de, Mithridates'in korumasına girerler. Bir dizi savaş sonunda Mithridates, İskitler ve müttefikleri Roksalanları yener ve onlar da, Krallar Kralı olarak Kürt Mithridates'e boyun eğerler. Yeniden Anadolu'ya dönen Mithridates, o zaman yükseliş döneminde olan Roma güçlerine yönelir. 

Mithridates'ın kızlarından biri kardeş halk Ermenilerin kralı Büyük Tigran ile evlidir; bu ikisi, birbirlerinin en güvenilir dostlarıdır ve Romalı'lara her gerektiği zaman birlikte karşı koyarlar. Mithridates, tahtı devraldığında, o zaman hanedanlarda adet olduğu üzere, krallar zincirinin kanı saf kalsın diye, önce kızkardeşiyle evlenir. Sonraki yıllarda Yunan, Makedon soylu kadınlarıyla evlilikleri olur. Yine yönetiminde ve müttefiği olan Amazon halkından, savaşta omuz omuza çarpıştığı bir Amazon kızıyla da evlendiği rivayet edilir. Tarihçiler onun 6 eşinden bahsederler. Romalıların Mithridatik Savaşlar olarak adlandırdıkları savaşlar, aralıklarla onyıllar sürerek onun hükmettiği bütün zamana yayılır ve İsa'dan önce 63'teki yenilgisine kadar her seferinde Mithridates'in zaferiyle sonuçlanır. 

Antik askeri tarihçi Appian, onun Akdeniz ve Karadenizde hareket halinde olan 400 gemisi olduğunu ve Roma'yı kuşatabilmek için hem denizden ilerlediğini ve hem de Galyalılarla dostane ilişkiler kurduğunu aktarmaktadır. Ve şöyle devam eder: "(Mithridates) Kilikya'dan Cebelitarık'a kadar denizi askerlerle doldurmuştu, bunlar (Roma) şehirleri arasındaki tüm deniz ticaretini ve ulaşımını durdurmuş ve uzun bir süre boyunca şiddetli bir açlığın ortaya çıkmasına yol açmışlardı. Kısacası Mithridates, doğudan batıya uzanan ve tarihin en büyük hareketini başlatırken, insanoğlunun gücü çerçevesinde dokunulmamış ya da planlanmamış hiçbir şey bırakmadı..." (Appian, Romaica, XII, xvii, 119; aktaran: Izady, Kürtler.) 

Tarihe damgasını vuran ve insanlara özgürlük idealinin en imkansız koşullarda bile ulaşılabileceğini ispatlayan Spartaküs isyanı da, onun Roma'yı sonuna kadar zorladığı bu dönemde ortaya çıkmıştır ve bazı tarihçiler bu ikisinin dost olduklarını söyler. Romalıların düşmanlıklarının zaman içinde kalıcılaşmasının nedenlerinden en önemlisi, Mithridates'in örgütlediği yerel halkların, kendileri için asalakça vergiler ve kölelik anlamına gelen Roma'lıların varlığına karşı başlattıkları sivil savaş ve bunun sonucunda o zamanın Ege kıyılarındaki bütün Roma vatandaşlarının aileleriyle birlikte toptan katledilmesi olayıdır. Mithridates'in şöyle dediği aktarılır: "Hepsini öldürün, sonrasını bırakın tanrılar halletsin." Bu sivil saldırılarda en az 75 bin, kimilerine göre de 150 bin Romalı öldürülmüştür. 

İdaresi boyunca köleliği yasaklayan, zorbaların yoksullara yükledikleri borçları iptal ettiren Mithridates, yönetimi altındaki bütün halkların dillerini (22 dil) bilmesiyle ünlüdür ve çağdaş dilbilimciler de onu dillerin ustası olarak anarlar. Bu konuda kitaplar yazılmıştır. (Bunlardan biri, Jürgen Trabant 'ın "Mithridates im Paradies/Kleine Geschichte des Sprachdenkens = Mithridates Cennette : Dil Düşüncesinin Kısa Tarihi adlı çalışmasıdır.) Mithridates aynı zamanda çok yönlü felsefi bilgisi ile de ünlüdür. Yunan felsefesine verdiği değer dolayısıyla, Yunanlılar onu Hellenizm'in koruyucusu olarak onurlandırmışlardır. Yenilgisinden sonra, ondan yağmalanan malları taşıyan bir gemi, Yunanistan'ın güneyinde batmış, bu gemiden 1901 yılında, bulunduğu yere yakın bir adaya atfen "Antikythera Makinası = Antikythera Mechanism" olarak adlandırılan ve dünyanın ilk bilgisayarı olarak değerlendirilen, zamanının çok ilerisinde bir makina kalıntısı bulunmuştur ki şimdi Atina Ulusal Arkeoloji Müzesindedir. 

Kopya üretimleri ise dünyanın birçok müzesinde sergilenmektedir. Astronomik konum hesaplarının yapıldığının sanıldığı bu makinanın, zamanında tam olarak hangi işlevlere sahip olduğu bugün bile hala anlaşılmamıştır. Bu makina, nihayet Roma'ya yenilen Mithridates'in sarayından getirilmişti. Mithridates Karadeniz imparatorluğunu yönettiği zamanlarda, Kapadokya devletini de aynı hanedandan olan ve damadı olan Ariobarzanes (Ariyê Barzan) yönetiyordu. İ.Ö. 63 yılında, sonunda Romalı Pompey'e yenilen Mithridates, Kırım'daki topraklarına çekilir. Ancak Kürtlerin her zamanki yazgısı, burada onu yeniden bulur. Öz oğlu Pharnaces (Farnak veya Parnak?) babasını öldürmek için isyan başlatır. Oğlunun askerleri ulaşmadan, iki kızkardeşi ile birlikte zehir içen Mithridates'in savaşlarda dövülmüş bedeni, zehirden yeterince etkilenmeyince, kendi isteği üzerine koruması ve eski arkadaşı Fransızların Gaul aşiretinden Bituitus tarafından öldürülür. 

Tarihçiler, onun kendi ailesi tarafından değil de, kendisini sonunda yenmeyi nihayet başaran düşmanı Romalı komutan Pompey tarafından, Amasya'daki kaya mezarlarına krallara özgü biçimde gömdüğünü aktarıyor. Değil mi ki, Kürt büyüklerine, düşmanları Kürtlerden daha fazla ilgi göstermiştir. Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu romanında Mithridates'i anmış. Racine, onu anlatan Mithridate adlı bir oyun yazmış. Mozart, onun için "Pontus Kralı Mithridate" adlı bir opera ve sonra Scarlatti, "Mithridate Eupatore" = Soylu Mithridate" adlı bir opera bestelemiş. James Joyce'un bir aşk şiirinin başlığı şöyledir: "Yine de senin Mithridat'ın olaydım..." Olumlu veya düşmanca, daha birçok literatüre konu olan Mithridates, ne yazık ki Kürtler tarafından tanınmamakta, bu büyük asker ve halk önderi, mirasını devrettiği aşireti tarafından bile artık anılmamaktadır. Acaba Zilan aşiretine, siz bir zamanlar Kırım'dan Fransa'ya ve İskenderun Körfezinden Cebelitarık'a kadar uzanan topraklarda, en az 400 yıl hükümrandınız desek, tepkileri ne olurdu? 

Benim elimde yok, ancak Adrienne Mayor'un, Mithridates'in hayatını anlatan kitabı "Zehir Kral, Mithridates'in Hayatı" Türkçe'ye de çevrilmiş. Anlatmaya çalıştığım, onlarca Kürt devletinden sadece bir devletin, ve yüzlerce namlı Kürt kralından sadece bir kralın anlık bir değinisiydi. Bu da, dünyanın en büyük gücü olan Roma'ya kan kusturmuş olması itibariyle, ve genellikle düşmanlıklarından dolayı kendilerini tutamayıp yazıya geçiren Romalı tarihçilerden dolayı el yordamıyla bulduklarımızdan sadece biri. Ancak şundan eminim: Halk olarak bizim, büyük ölçüde düşmanlarımızın marifetiyle de olsa, kahramanlık tarihimiz karşısında takındığımız vurdumduymaz ve körce tavır ne kadar acı ise; Kemalistlerin haspelkader bir Türki kavimler tarihi ortada dururken, bütün çabalarını Kürt tarihini ve Kürtleri tarihten silmeye adamaları, kendilerini ise onlar varoldukları zamanda esameleri okunmadığı halde, neredeyse Etilere ve Sümerlere bağlamaya çalışmaları o derece hem korkunç, ama hem de gülünçtür. 

Öyle ya, faşizmin kendisi son tahlilde düzeysiz bir komedidir; -nasıl baktığınıza bağlı. Benim naçizane çıkardığım sonuç şu: Kürtler sadece devlet kurmamış, ama birçok devleti de bir arada yönetme gücü geliştirmiş ve diplomasi alanında da dünyanın en sayılı örneklerini vermişlerdir. Mithridates örneği, bunun delillerinden sadece biridir. Öyleyse, bizi bağımsızlık eğilim ve eyleminden bugün alıkoyan şey nedir? Üzerinde düşünülmeye değer. Hayatı kurma yerine, hayatı kırma anlayışıyla varolan dünya güçlerinden ve onların Kemalistler ve Arap şovenistleri gibi yerel vekillerinden öylesine bir zulüm görmüşüz ki, tek tek bireyler olarak kişiliklerimiz bile, katledilip bir daha birleşmesin ve dirilmesin diye, uzuvları dünyanın her yanına dağıtılan Osiris'in vücudu kadar paramparçadır. 

Onun bütün uzuvlarını toplayıp yeniden ruhuna can üfleyen bir kızkardeşi vardı, -İsis. Peki paramparça olan bizi kim birleştirecek? 04.12.2013 günü, radikal islamcıların Kerkük'keki şiddetli saldırısını gerçekleştiren ve ölen militanlar içinde, en az biri Kürttü; Halepçeli ve Arapların onu adlandırdığı biçimiyle adı "Meqdisi el Kurdi" idi. Nasıl bir hale getirildiğimizin üzerinde çok düşünmemiz gerektiğini, bu olay iyice açık etmiyor mu? Arap-İslam şovenizmi Halepçe'deki Kürtlerin soyunu kırdı, sonra onlardan arta kalan yetimler de, işte yine bu Arap-İslam faşizmi için gözünü kırpmadan ölüme gidiyor. Yorumu dostlara bırakarak, bir zamanlar Mithridates'in müttefikleri olan Fransızlar'ın ünlü devrimlerinde kullandıkları sloganlarını, biz Kürtler için yeniden bağırmak istiyorum: "Siz dizleriniz üzerine çöktüğünüz için onlar büyük görünüyor. Ayağa kalkın!" Hüseyin Kaytan
 ------------------------------------------------------------------------------------ 
 KÜRD İSYAN MI ETTİ, KOLAYI VAR '' DİN ELDEN GİDİYOR '' KÜRD İSYAN MI ETTİ, KOLAYI VAR '' ONLAR ZERDÜŞTTÜR ' KÜRD İSYAN MI ETTİ, KOLAYI VAR '' ONLAR ATEİSTTİR '' derler KÜRD DİLİNİ TOPRAĞINIMI İSTEDİ KOLAYI VAR VATAN ELDEN GİDİYOR ve herkesi hatta kürdü bile kendi içinde Dinini istismar ederek yok etmeye devam ederler... Birgün '' Bir Yerleri '' Sıkışsa '' DİN KARDEŞİYİZ '' diyip feryad figan yardım isterler... İşte türkün arabın acemin Kürde ve Dine bakışı budur..
 -------------------------------------------------------------------------- 
 Kurdçe medeniyet dili değildir diyen yavşaklar bizim dilimiz medeniyet dili değilse bile sizinki gibi toplama korsan bir dil değil. Agop Dilaçar (Martayan)[1][2] (22 Mayıs 1895 – 12 Eylül 1979), Türk dili üzerine uzmanlaşmış Türkiye Ermenisi dilbilimcidir. Türk Dil Kurumunun ilk genel sekreteridir. Türkçe ile ilgili yaptığı çalışmalarından ötürü Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine "Dilaçar" soyadı verilmiştir.[1][2] Ermenice ve Türkçenin yanında İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bilmekteydi. Bu dillerden Türkçeye onarca kelime ilave edip türk dilini derledi[2] 1915 yılında Robert Kolej'den mezun olmuştur.[2] I. Dünya Savaşında Kafkasya Cephesinde yedek subay olarak görev aldı.[2] 1919'dan itibaren Robert Kolej'de İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Dilaçar, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadının verilmesini TBMM'ye teklif eden kişidir
 --------------------------------------------------------------------------------- 

 Bisutun anıtında 2500 yıllık esaretin izleri İlkçağda Hurri kökenli Zagros Boylarının GUTİ, KASİT, MİTANİ, URARTU devlet yapılanmasından sonra 5. sırayı alan Med İmparatorluğu İ.Ö. 550 yılında Persler tarafından ortadan kaldırıldı. Son Med Kralı Astiyages; yakın akrabası General Arpagos’un ve işbirlikçilerinin ihanetine uğrayarak savaş meydanında Persli torunu I. Xusro (Kyros) ya yenildi. Tutsak düşünce ihanetçi generali Harpagos’a Kürt halkının 2500 yıllık esaretini gören önsezisi ile söylediklerini tarihin babası Heredot’tan dinleyelim. “Sen insanların en budalası ve en haksızısın! Dedi. Eğer Krallığı alacak yerde ille de bir başkasına vermesi gerekiyorsa, bunun bir Pers yerine bir Media’lı olması daha doğru olurdu. Oysa tersine bu işte hiçbir suçu olmayan Medialılar efendi iken köle oldular ve Persler Medlerin dünkü kölesi bugünkü efendisi oldular.[1] 

Pers yönetiminin 2. Kralı Artakserkis Mısır’a yaptığı sefer sırasında ölmeden önce yönetimin bir daha Medlere geçmemesi konusunda savaş kurmaylarını bu sözlerle uyarmıştı; “Ahamenitlere söylüyorum; tahtın Medlere geçmesine izin vermeyiniz, eğer hile ile ele geçirirlerse siz de hileye başvurun. Eğer zorla alırlarsa siz de zorla ordularınızla onların elinden alın. Eğer bu dediklerimi yaparsanız ben de derim ki; toprağınız sizlere bereketli ekinler, karılarınız, çocuklar ve sürüleriniz servetler versin. 

Her zaman özgür yaşayın. Ama iktidarı kurtaramazsınız, hiç olmazsa kurtarmak için uğraşmazsanız, derim ki İranlıların sonu benimki gibi olsun.”[2] Bilindiği gibi kralın bu öğüt ve bedduası da yaklaşık 2500 yıldan beri Perslerin torunları olan Farslar tarafından muska gibi benimsenerek kutsallaştırılmış ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Pers Kralı Artakserkis Mısır seferine çıkarken İran’daki sarayı Medlerin Mag Boyuna mensup Semerdis’in eline geçmişti. 

İçinde I. Dara’nın da bulunduğu yedi Pers ileri geleni sarayı basarak Medyalı Smerdis’i öldürmüşlerdi. Darbeyi gerçekleştiren DARA ve arkadaşları; devletin yeni yönetim şeklini belirlemek için; gidecekleri yerde “hangisinin atı önce kişnerse o kral seçilecek” kuralını benimsemede anlaştılar. 7’lerden General Otanes’in dışında kalan diğer 5 arkadaşıyla belirlenen yere gittiklerinde; seyisinin önerdiği taktik sonunda Dara’nın atı kişnemiş ve Perslerin krallık tahtına Ahamenit ailesine mensup Dara oturmuştu.

 I. Dara, en büyük düşmanları devletlerine son verdiği Medler olduğunun bilincindeydi. İktidara gelir gelmez Med boyları üzerindeki baskı ve kıyımını yoğunlaştırdı. Zaten Med boyları da Rahip GAMUTA (Gomata, Gaumata biçiminde de yazılmıştır.) önderliğinde başlattıkları direniş devam ediyordu. Tarihi belgelere göre Medli Gamuta’nın başkaldırısı İ.Ö. 522-21 yıllarında, yani I: Dara’nın hükümdarlığının ilk yıllarında yayılma göstermişti. Zagros ve Mezopotamya devlet geleneğine göre din adamları inancın yanında dil ve kültüre sahip çıkmayı asli görevlerinden biri olduğuna inanıyorlardı. Daha önce de birkaç yerde yazdığım gibi; din adamları savaşan şahinlerin dışında, iktidara talip olan iki elit gruptan birini temsil ediyorlardı. Sanırım yazılı tarihe geçen ilk Kürt dil ve kültür katliamı I. Dara tarafından gerçekleştirildi. 

Rahip Gamuta da Perslere karşı bölgenin bu kadim yasasını özgürlüğünü yitiren halkı için yeniden yürürlüğe koymak istemişti. Önderliğindeki direniş Pers yönetimini zorluyordu. İmparatorluğun geniş egemenlik alanındaki diller ve kültürler arasında büyük bir rekabet vardı. Heredot’a göre Persler Med’lerin kültürel miraslarına oturmuşlardı. Bu nedenle Persler, Medlerin dilini ve kültürlerini zayıflatmayı; kendi egemenliklerinin kalıcı olması için hayati bir zorunluluk biliyorlardı. Bu nedenle öncelik MED isyanının bastırılmasına verilmiş ve sonuç da alınmıştı. I. Dara yayılmasından korktuğu Med İsyanını bastırınca da; olayı tüm Pers tarihinin en önemli başarısı sayarak BİSUTUN kayasının yüzeyine işleyerek anıtlaştırdı. Kırmaşan ile Hemedan arasındaki topraklar MEDİA Ülkesinin merkezi bölgesini oluşturuyordu. 

Medlerin başkenti EKBATANA (bugünkü Hemedan) da bu alanın içindeydi. Tabiatıyla Persleştirmeye de Medler Ülkesinin kalbi olan bu alanda başlamak gerekiyordu.merkezi Zagroslarda yoğunlaşan ve Pers Ahamenit hanedanına zor günler yaşatan Med direnişini kıran I. Dara; Aşağı ve Orta Mezopotamya’yı İran’a bağlayan sonradan “İpekyolu” olarak da kullanılan kervan yolu güzergahındaki BİSUTUN Kayası’nın yüzeyine; Medlere karşı kazandığı zaferin bir kabartmasını işlediğine değinmiştik. Ahamenitler bu dağa “Tanrıların yeri” anlamına gelen “Bagastana” diyorlardı. Perslerce dinsel ve kültürel öneme sahip “bu dağda Tanrı Ahuramazda için adaklar sunulurdu. 

Birçok araştırmacı gibi “Antik Pers Tarihi”nin yazarı Prf. Josef Wiesehöfer’e göre de Pers Kralı I. Dara’nın iktidarı için birinci derece tehlike gördüğü Medli direniş önderi GUAMATA’yı yenmenin ve onun önderliğindeki Med direnişini kırmanın sevincini kuşaklara aktarmak için simgesel olarak bu zafer anıtını Bisutun kayasının yüzeyine kazımıştı. Alman Profesör Josep Wiesehofer’e göre: “Bu rölyefi ve yazıtı tam da buraya yerleştirmesi için, Dara’nın baş nedeni olmalı. Kendisi ve suikast ortakları, gaspçı Gaumata’yı yazlık tahtından öldürmeyi ve iktidarı bizzat ele geçirmeyi de bu yerin civarında başardılar.”[3] 

Sayın Josef’in de ifade ettiği gibi Gamuta’nın öldürülmesi ve Med isyanının bastırılması Dara için “BAŞ NEDEN” olarak görülmüştü. Antik Pers Tarihi’nin en önemli belgesi olan bu anıt önemliydi. Gamuta’nın yere yatırılması 25 asırlık bir esaretin başlangıcını hatırlatıyordu. 60 metre yükseklikteki kayanın yüzeyine işlenen 3x5,5 boyutlarındaki Bisutun Kabartması’nda “Dara, ayakta ve sağa bakarken resmedilmiş ve bir Pers kıyafeti, kral ayakkabıları, bir pazubent ve özellikle ustaca biçimlendirilmiş bir mazgal dişi taç taşımaktadır. 

Bu – bu biçimiyle sık sık resmedilmiş bir egemenlik simgesidir. Sağ eli, yüzünün hizasına kadar kalkmış. Dara, sol ayağıyla, yerde uzanmış yatan ve ilişikteki yazılara göre, Dara’nın EGEMENLİĞİNİ KATLİNE BORÇLU OLDUĞU Medli büyücü ve taht ÜZERİNDE HAK İDDİA eden kişiyi, Gaumata’yı temsil eden bir figürün göğsüne basmaktadır. 

Gaumata da yenilginin simgesi olarak, kollarını yana uzatmış.”[4] 64190 Görüldüğü gibi batının süper gücü olan eski Yunanı dahi tehdit eden ve Atina’nın 42 km. yakınındaki MARATHON OVASI’na dek ilerleyen Persler için en büyük zafer Gaumata önderliğindeki isyanın bastırılmasıdır. Bisutun Kayası’ndaki anıt bunun yaşayan kanıtıdır ve Kürt halkına da sürekli verilen bir gözdağıdır. Kürtlerin bunu iyi okuması gerekir diye düşünüyorum. Pers Hükümdarı Dara Kürt halkının önderinin katledilmesini Tanrının bir buyruğu olduğunu bugün de iddia edenler gibi; rölyefin üst kısmına Tanrı Ahuramazda’yı resmetmeyi de ihmal etmemişti. 

Yani Medyalı Gaumata’yı, Pers iktidarından önce Medlerin Tanrısı olan Ahuramazda’nın yardımıyla yendiğini kitlelere yansıtmayı da unutmamıştı. Tıpkı bugünkü Arap, Türk ve Fars egemenlik sistemlerinin Kürtlere yaptıkları mezalimi meşru göstermek için Kürtlerin de Tanrısı olan Yüce Allah’a onaylattıkları gibi. Birçok makalemizde Ortadoğu’da kavmiyetçiliğin keskin bir kılıç, inancın da onu muhafaza eden bir kın olduğuna ve bunun bölgenin kadim bir yasası olduğuna değinmiştim. İslamiyet sonrasında bölgede devletleşen Türk, Fars ve Arap egemenlik sistemleri; inanç kınını kendi kavmiyetçiliklerine kılıf olarak geçirirlerken; din kardeşleri olan Kürtlerin bu kını kullanmasını yasakladılar ve bunu yapmaya kalkışan Kürt önderlerini de dinden çıkmakla suçladılar. 

Hatta 20. yy.da Şeyh Sait, Seyyit Abdulkadir, Seyyit Rıza ve Kadı Muhammed gibi birçok Kürt din adamını sahte İslami yorumlar doğrultusunda idam ettiler. Kürtlerin son zamanlarda kendi özgürlükleri için asırlardır Türk, Arap ve Fars egemenlerinin kullandıkları bu taktiği benimsemiş olmaları ve bunu Cuma namazlarını meydanlarda kılarak başlatmış olmaları; devlet yönetim çevrelerinde büyük bir rahatsızlık yaratmıştır. İşte bu tedirginlik bölgenin milliyetçilik-din ilişkisiyle ilgili tezimizi doğruluyor ve gerçeği biraz daha gün ışığına çıkarıyor. Ayrıca siyasal iktidarın Kürt coğrafyasına 12 bin imamı görevlendirme hazırlığı da; yine Sümer’den gelen ve bölgenin din-milliyet ilişkisini yansıtan kadim yasanın özüne uygun bir girişimdir. 

Bu yasayla Kürtlerin; inancı kendi uluslaşmaları doğrultusunda kullanmaları engellenmek istenmektedir. Bu yöntem tarihte sık sık denenmiş ve egemenlik sistemleri lehine önemli kazanımlar elde edilmiştir. Tarih bilincinden ve bölgenin kendisine özgü siyasal, sosyal ve dinsel farklılıklarından habersiz olan birçok Kürt din adamı halen de inkarcıların oyununa gelerek; özgürlükleri için demokratik mücadele veren soydaşlarını zayıflatmaya çalışıyorlar. Bugün de inkara ve asimilasyoncu despot yönetimlerin bölgedeki dayanakları, yine tarih bilincinden yoksun sözde Kürt dindarlarıdır. Kaynak 1.Heredot Tarihi,s:64 2.Heredot Tarihi,s:172 3.Josef Wıesehöfer, Antik Pers Tarihi,s:33-34 4.Josef Wiesehöfer, Antik Pers Tarihi,s:36 
 ----------------------------------------------------------------------------------
 Kadının stütüsü’nü ele aldığımızda Kürtler tarihin başından beri komşu toplumlara nazaran, kadına daha olumlu bir rol biçmişlerdir. Komşuların kadını indirgedikleri ”harem nesnesi”, “mutfak hizmetçisi” yada “süs bebeği” gibi aşağı bir konumda görmemişlerdir. Durumu daha iyi anlatabilmek için Kürt kadının, erkeklerin egemenliğinde olan, askerlik, politika, maliye ve din alanlarındaki konumuna bakmak gerekir. Kürtlerin antik ataları Huri-Guti’lerde kadınlar sık sık orduya komuta ederdi. M.Ö. 12.000 yılından kalma Kürdistanlı kadınların mezarlığından çıkan tek aletin silahları olduğu bilinir. Mhirdad R.izeddiy 
 -------------------------------------------------------------------------------- 
 Zerdüşt Kürtlerin Ateş ve Güneş Tapınağı Ateşin Ve Güneşin Çocukları: Kürdler (Median) Zerdüştlük ilkeleri üzerine kurulan; evrenin ve insanların Azda adında bir tanrının görevlendirmiş olduğu Melek Tavus tarafından yaratıldığına inanan, "Mushafa Reş" ve "Kitab el Celve" adlı kitapları dinî öğretilerinin ana kaynağı olarak kabullenen Kürt (Zagros) kökenli inanç. Kürtlerde (Zerdüşt) asıl kıble kutsal Ateş (Ar-Or-Ur,Agir,Adir) ve Güneştir (Ro-Roz-Roj) onu yüceltirler onu kıble kabul ederek ateş ve kutsal Güneşin önünde dua ederler. 

Kürt Zerdüştiler dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının (Xwoda Mazda/Mazin = Ahura Mazda) ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar. Kürtler Newroz da veya törenlerinde ateşin önünde ayinler yapmalarının sebebi, ateşin karanlığı önlemesidir, zira Kürtlede Zerdüşt inancına göre, kötülük karanlıkla özdeşleşmiştir. Zerdüştlük inancına göre xwoda mazda (Ahura Mazda/Mazin) kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş yaratmıştır. Arkadaşlar arasında eşitliği temel alan bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. 

Zerdüşt inancının gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüştilikte, doğru yaşama, ahlaki emirlere uyma esastır. Ahlaki emirler; iyi düşünce, iyi söz, iyi iş diye özetlenir. Fakirlere cömert davranma, yabancılara misafirperverlik, bütün lekelerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri imha da faziletli işlerden sayılır. Bazı cinsi konular ve ölü bedenine temas, kirlenmeye yol açar, özel ayinler gerektirir. 

Yine Zerdüşt inancı her alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşılıp bol üretimin sağlanmasını tavsiye etmektedir. Temiz hayvanlardan sayılan köpek ve kedinin öldürülmesini büyük günah saymaktadır. Döllenmeyi ve çiftleşmeyi önleme kesin olarak yasaklanmıştır. Bu inançta şarap içkisi için, dini ibadetle ilgili olup, dini düşüncelerin geliştirilip derinleştirilmesi ve ruh gözünün açılması amacıyla içilmekte olduğu vurgulanır. Avesta'nın Gatha bölümünde belirtildiğine göre dini inanç alanında şarkı ve şiirlerin önemli bir yeri olduğu görülür. Cenneti şarkılı bir yer olarak değerlendirdiği dikkate alınırsa bunun önemi daha iyi kavranır. 

Görünen odur ki; yaklaşık 3000 yıllık bir tarihi olan Zerdüştlük inancının çıkış dönemlerindeki koşulların da düşünecek olursak, bunun sadece inanç biçimi olarak değerlendirmenin hatalı olacağını söyleyebiliriz. Yaşam biçimleri ve öğretilerine bakıldığında ise günümüzdeki birçok inanç biçiminin çok önünde olduğunu da görmek mümkündür. Bu noktada akla gelen diğer bir konu ise bu türden bir inancı yaşamış bir haklın felsefi ve inanç boyutunda ne denli derin değerlere sahip olduğudur "Ezîdî" kelimesi bu dinin tanrısı olan Azda kelimesinden türetilmiştir. Kürt dilinde "Allah" ismini karşılayan iki kelime mevcutur bunlar "Xweda" ve "Ezda" dır. Ezda beni yaratan, veren ve var eden anlamlarına gelmektedir. 

Xweda ise kendiliğinden var olan anlamına gelmektedir. Yezîdîlik'in önceki ilahi dinlerde anlatılan, Düşmüş meleğin, yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun tüm evrene ispatıdır ve yaratıcı tarafından sınanmıştır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmıştır diye düşünülür. Ancak burada düşmüş meleğin sahip olduğu özellikler diğer dinlerden farklıdır. 

Yezîdîlik'te tanrı dünyanın sadece yaratıcısıdır, ancak sürdürücüsü değildir. Tanrısal iradenin vücut bulması için Düşmüş melek bir nevi aracılık rolü üstlenmiştir. Düşmüş melek olan Melek Tavus olarak adlandırılır ve bir tavus kuşu ile simgelenir. Tanrı özünde iyilikle dolu olduğundan ibadet edip onun gönlünü kazanmak gerekmez. Aksine ibadetin ona değil içi kötülüklerle dolu olana, Tavus'a yapılması ile kötülüğün en büyük kaynağından korunulur. 

Bu anlamda iyilik ve kötülüğün kaynağı aslında Melek Tavus'tur. Ahiret inancı gibi sonradan hesap verilecek bir yerin varlığı söz konusu değildir. İnsanın inanışına ve yaşayışına göre dünya cennete de cehenneme de dönüşebilir. Melek Tavus bütün bu işlerin denetleyicisi ve tanrının bu dünyadaki gölgesidir. Ayrıca Êzidîtîlik'deki Melek Tavus incancı ile eski Zerdüştlük ve Mitraizm'den etkilenmiştir. Günümüzde, Ezîdîler oldukça kapalı ve geleneklerine bağlı olarak kültürlerini devam ettirmektedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion