Sizler için Sümerli Şair Ludingirra’nın, Sümer kültürünü ve kendi hayatını anlattığı çivi yazılı tabletleri derledik. Dört bin yıl önce yaşamış Ludingirra ile tarihin derinliklerine uzanan zevkli bir yolculuğa çıkacaksınız.
1. Sümerler, Mezopotamya’daki en köklü uygarlıklardandır.
Sümerler bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır.
Ayrıca Sümerler kendilerini Karabaşlı olarak tanımlıyorlar. Manas Destanı’nda Manas ziyafete çağrılınca, “Karabaşlı kişiyiz” diyorlar. Bu, “Yalnız başımıza yiğidiz.” demekmiş.
O kavmin kendi kendilerine verdiği isim, Ki-En-Gi ve sonraları KENGİ(r)’dir. Bu, Harezm bölgesindeki ata yurtlarının ismi ama aynı zamanda Orta Asya’da bir Türk boyunun da ismidir. Sümer ya da Sümerler adı ise onlara Akadlar gibi Samî kavimler tarafından verilmiştir. Sümer ismi Türkçe’de “tepesi yüksek, sivri dağ” demektir.
2. Çivi yazısını bulan ilk kavimdir.
Sümerler, M.Ö. 4000 yılın ortalarından itibaren Mezopotamya’da insanlık tarihinin en eski ve en temel medeniyetini yaratmış kavimdir. Onlar, dünyada ilk olarak kendilerinin ürettiği çivi yazısı ile insanın beyninden geçirdiği ve dilinin söylediği şeyleri diğer insanlara ulaştırmanın ve gelecek nesillere iletmenin mümkün olduğunu ispat etmişlerdir. Bu yazıya, enine boyuna konulmuş çivilere benzediği için çivi yazısı denilmiştir.
Sümerler hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler ve Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugaritler ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır. Sümer yazısı, Mısır yazısının icat edilmesine de önderlik etmiştir.
Bulunan ilk Sümerce yazılı kanun kitabı, yeni Sümer devrini başlatan üçüncü Ur sülalesinin kurucusu Urnammu tarafından kaleme aldırılmıştır.
3. Sümerce ve Türkçe arasında birçok ortak kelime bulunuyor.
Sümerce ve Türkçe’nin birbirine yakın olduğunu gösteren bazı örnekler:
- ada, (ata) => ata
- eme (anne) => ana
- kür (dağ) => kır (dağ toprak)
- uş (üç) => üç
- me, ze, ene => ben, sen, o
- geş (kuş) => kuş
- kır (yer) => kır
- tu => tut-
- geg (ek-) => ek-
- yen (âli, yüksek, en) => en
- uzun=> uzun, uzak
- ud (ateş) => od
- udun (ocak, yanıcı madde) => otun – odun
Yunanlılar İlyada ve Odessa’yı yazmadan 1000 yıldan fazla zaman önce, Sümer’de mitolojiler, destanlar, ilâhiler, ağıtlar, atasözü koleksiyonları, masallar ve hikayelerden oluşan zengin ve gelişmiş bir edebiyat bulunuyordu.
4. Mimari konusunda Batı uygarlıklarına örnek olmuşlardır.
Bundan en az 5 bin yıl önce Sümerlerin uyguladıkları kemer, kubbe sistemi, sütunlar, yuvarlak pencereler, mozaikler, duvar süsleri, kabartmalar, sunaklar, nişler Ortadoğu’da olduğu gibi, Yunan, Roma yoluyla Batı mimarisine girmiştir.
Yapılarda kullanılan tuğla, kerpiç, evlere kadar künklerle getirilen su yolları, evlerde tuvalet, lağım teşkilatı Sümerler’de başlamıştır.
Kanallar açılarak bataklıkların kurutulması, tarımın sulanması, baraj uygulaması yine Sümerler’de başlamıştır.
Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, bundan en az 5 bin yıl önceye ait Ur kral (Sümer Hanedanı) mezarlarında gömülmüş arabalarda ve birçok kabartmada görülmektedir.
5. Astronominin temellerini atmışlardır.
Dünyadaki bütün olayların gökyüzünde yazılı olduğuna inanan Sümerler, onu incelerken astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlardır. Matematikte onlu ve altılı sistemi bulmuşlardır. Yunanlı Pisagor’a mal edilen Pisagor teoremi de tablet üzerinde çizilmiş olarak bulunmaktadır. Cebirin kökeni de Sümerler’e dayanmaktadır.
6. Ludingirra’nın yazdığı ve günümüze ulaşan tabletler Sümer kültürüne ışık tutuyor.
Aşağıda alıntıladıklarımız, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümerli Şair Ludingirra’nın ağzından, Sümer kültürünü anlattığı, tümü, çivi yazılı tabletlerdeki bilgilerdir. Eser, kurgu değildir. Sümerli şairler Ludingirra’yı, Enheduanna’yı ve Dingiraddamu’yu biliyoruz. Sadece üçü, imzalarını kullanmışlar. İşte Ludingirra, adı bugüne ulaşan üç Sümer şairinden biridir.
“Ben bir Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmişbeşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan. Fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye kadar sürecek herhalde. Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler.”
“Topraklarımıza ilkel geldiler, sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldızdan haberler vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “biz yaptık, biz bulduk” diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, birgün gelecek adımız da, uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler.
Bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. Ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. Bir gün birdenbire aklıma geldi. Ben bir yazar olduğuma göre ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşamöykümü yazmaya karar verdim. Böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum…” (Tablet 1)
“Bana gülmezseniz başımdan geçen bir olayı anlatayım size. Ben parkta bir kıza aşık olmuştum, hem de sırılsıklam aşık! Bizim şehrin güneydoğusunda şehir duvarlarına yakın çok büyük, içini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız var. Adı Şaurugişsar, anlamı kentin ortasındaki bahçedir. Bir gün her nasılsa, konuşmayı başarmıştım; başarmıştım ama iş işten geçmişti. Bana nişanlandığını, yakında evleneceğini söyleyivermesin mi; birden beynimden vurulmuşa döndüm. Ne diyeceğimi bilemedim, sanki dilim tutulmuştu. Büyük bir hayal kırıklığıyla yanından ayrıldım. Aslında ben evlenmeyi hiç aklıma getirmemiştim. Hem daha yaşım küçük, hem de okulum vardı. Babam da okuldaki bütün bilgileri öğrenmeden ayrılmama hiç izin vermezdi. Eve büyük bir üzüntü içinde geldim ve hemen onun için yazdığım o güzel şiirlerimi kırıp kırıp toz haline getirdim ve tozlarını da savurdum bahçeye. Hep üzülürüm, o ilk şiirlerimi öyle aptalca kırıp yok ettiğime. İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım. Üzüntüm o kadar çoktu ki, günlerce parka gidemedim.” (Tablet 4)
“Annemi tanımanızı çok isterdim. O her yönü ile üstün bir kadındı. Koca evin içinde hep bir gölge gibi dolaşır, evin yönetiminin düzenli gidip gitmediğini gözetler dururdu. Köleler, çocuklar veya başkaları arasında ufak bir sürtüşme olsa annem onu nasıl duyardı, nasıl anlardı bilinmez; hemen onların yanında belirir ve orada olan anlaşmazlığı derhal iyi bir sonuca bağlardı. Yaşım büyüdükçe annemi o kadar güzel bulmaya başlamıştım ki… Hiçbir yerde ondan güzeli yok gibi gelirdi bana. Fidan gibi bir boyu, fildişine benzeyen bir rengi, upuzun siyah saçları vardı. Onları bazen omuzlarına düşürür, bazen de bir bağ ile tepesine toplardı. Uzun kirpik kocaman siyah gözlerine bakmaya dayanamazdım. Adının Şatiştar olmasından, zaman zaman bir Akadlı zannederlerdi. Halbuki o tam bir Sümerli idi. Öğretmen olduğum sıralarda başkentimiz İsiıı’e gitmiştim. Amacım oradaki okulları, sarayı görmek, öğretmenlerle tanışmaktı. Orada kaldığım sürece hep annem aklımda idi. Nedense onu bir daha görmeyeceğim gibi gelmişti. O sıralarda bende şiir yazma merakı artmıştı. Kendi kendime, “Anneme olan sevgimi, özlemimi bir şiir halinde açıklayarak, bu işlerimin kalıcı olmasını sağlamalıyım” dedim ve gezmeden kalan zamanımdan yararlanarak, annemi her yönü ile tanıtan tam 53 satırlık mektup şeklinde bir şiir yazdım.” (Tablet 16)
Sevgili Anneme
“Yaşamımda ilk ölüm acısını babamdan tattım. Dünyam yıkılmıştı; güvencem, dayanağım kalmamıştı; yaşayamayacağımı zannetmiştim. O iyi bir baba, iyi bir koca, annesi babası için de çok değerli bir oğuldu Babam, nedeni bir türlü anlaşılamayan bir çarpma veya vurulma sonucu ölmüştü.” (Tablet 17)
“İkinci büyük acım karım Navirtum’un ölümü ile oldu. Onu kaybettiğim zaman 50 yaşlarında idim. Çok genç ölmüştü. Onu öyle seviyordum ki, anlatamam size. Yalnız ben değil bütün ailem ve tanıdıklarımız da çok seviyordu onu. Ölümü beni yaktı, perişan etti. Ve bir daha onun gibi kimseyi sevemedim dersem yalan olmaz.”
“Evimizde çeşitli eşyalar bulunur. Sundurmada yemek masamızla arkası yüksek, çapraz bacaklı sandalyeler ilk göze çarpan eşyalardır. Odalarda oturmak için minderlikler duvarların etrafına yerleştirilmiştir. Yünle veya saman ve otla doldurulmuş yataklarla yerde veya tahtadan yapılmış karyolada yatarız. Ben, çok sevdiğim yatağımı yıllarca önce evleneceğim zaman marangoza yaptırmıştım. Dört ayak üstüne, içine ipler geçirilmiş tahta bir çerçeve oturtulmuş ve onun üzerinde de yatağım bulunuyor. Ayrıca çiçek ve kuş resimleriyle süslü tahtadan bir baş kısmı var. Bu yatakta sevgili karımla geçirdiğim aşk ve sevgi dolu gecelerin hatırasına sarılarak uyumak zorundayım, ne yazık!” (Tablet 15)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder