Ferdinand Magellan Kimdir?
Portekizce belgelerde ismi, bazen Femâo de Magalhais, bazen de Femâo de Magelhaes olarak çıkar. İspanyolların hizmetine girdikten sonra kendisi de belgeleri bazen Maghallanes, bazen de Maghellanes diye imzalar. Sonraları adının, İspanyolca versiyonunun Latinceleştirilmiş hali Magellanus kullanılır.
Biz yazımız boyunca, orijinaline sadık kalarak Magellan’ı g harfi yazacağız. Ancak, okunuşu Macellan şeklinde olduğu için farklı Türkçe kaynaklarda c ile yazıldığını da görebilirsiniz.
Magellan, 1480 yılında büyük bir olasılıkla Porto’da doğmuştur. Ailesi hakkında, dördüncü dereceden soylu olduğu dışında bir şey bilinmez; dördüncü dereceden de olsa soyluluğu Magellan’a bir armaya sahip olma, miras bırakma, kraliyet sarayına girip çıkma hakkını verir.
Rivayete göre, çocukken Kraliçe Leonora’nın hizmetinde bulunur, ancak bu saraydaki konumunun önemli olduğu anlamına gelmez. Zira 24 yaşında donanmaya girdiğinde, tayfalar ve miçolarla aynı kamarada yiyip içen, savaş erlerinden biridir. 1506 yılında Hindistan’a yapılan sefere çıktığında hakkında söylenebilecek şey geleceğin büyük denizcisinin çıraklık yılları olduğudur.
Antonio Menendez, Portrait of Magellan
16 Mart 1506’da mihracenin gemileri saldırdığında, Portekizliler çok sayıda ölü ve yaralı ile savaşı kazanır ve Hindistan kıyılarına egemen olurlar. Yaralılar arasında Magellan da vardır. Tarih yazarları bu noktada birbiriyle çelişse de, bir süre sonra bir nakliye gemisiyle geri yollanmış olsa gerek.
Portekiz sarayı, Malakka kenti ve boğazını ele geçirmediği sürece Hindistan’ın fethinin tamamlanmış, zenginliğin hepsine sahip olunmuş sayılamayacağını düşündüğü için Hindistan’a bir sefer daha düzenler; elbette Magellan’da gemidedir. Burada gösterdiği cesur tavrıyla komutanlarının ilk kez dikkatini çekmişe benzer. Zira Ekim 1510’da kral, kaptanlarından görüş bildirmelerini istediğinde sözcüler arasında Magellan’da bulunur. Böylece beş yıl boyunca er ve tayfa olarak hizmet verdikten sonra, subaylığa yükselir.
Daha sonra gönderildiği Fas’ta dizine inen bir mızrak darbesi sonucu sol bacağı hayatı boyunca aksak ve yarı felçli kalır. Hızlı koşamayan ve at binemeyen birisidir; bu nedenle Mağribi’lerden elde edilen at ve hayvanlardan oluşan ganimeti bir başka subayla beraber idare etme görevi verilir.
Bir gece düzinelerce koyun kaybolur. Magellan ile subay arkadaşının ganimetin bir kısmını yerlilere gizlice geri sattıkları ya da hayvanlarını gece otlaktan almalarına göz yumdukları gibi bir söylenti yayılır. Henüz kimse onu açıkça suçlamaya cesaret edemeden ordudan ayrılır, Portekiz’e döner. O dönem tarihçilerin tasviriyle, aksak bacağıyla topallaya topallaya tahta yürür, krala iftiraların haksızlığını kesin olarak kanıtlayan belgeleri sunar. Sonrasında aldığı yaraları nedeniyle artık savaşamayacağını, bu nedenle aylık gelirini arttırılması yanında, ona vereceği onurlu bir iş olup olmadığını da sorar. Kral I. Manuel tarafından kaba bir biçimde reddedilir; hemen ülkeyi terk etmez Magellan. Portekiz’de bir yıl daha geçirir, neyle meşgul olduğunu kimse bilmez.
I. Manuel, tahtta bulunduğu süre içerinde büyük keşifler yapan denizcilere karşı daima kuşkulu ve kıskanç tavırlar sergiler. Kabral’ı görevden alır, Vasco de Gama’yı yıllarca işsiz kalmaya mahkum eder, tüm çarelere başvurarak d’Albuquerque’nin planlarını engellemeye çalışır. Magellan için de farklı düşünmez; tarihçi João de Barros kralın Magellan’dan her zaman nefret ettiğini yazar.
Kral I. Manuel
Magellan 35 yaşındadır ve bir denizcinin savaş meydanında ve denizde öğrenebileceği her şeyi öğrenmiş ve yaşamıştır. Ümit Burnu’ndan dört kez geçmiştir, iki kez batıdan, iki kez de doğudan. Magellan “Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu arasında bir geçit var. Ben bunu biliyorum, bu geçidin yerini ve konumunu biliyorum. Bana bir filo verin ve size bu geçidi göstereyim ve doğudan batıya giderek tüm dünyanın çevresini dolaşayım” der.
Bu yeni bir proje değildir aslında; Magellan da, Colombus, Vespucci, Cortereal, Cortez ve Cabot’nun istediğini istiyordu. Şaşırtıcı olan, Magellan’nın, Hindistan’a batıdan giden bir deniz yolu olduğunu bu kadar kesin bir dille iddia edebilmesidir. İki deniz arasındaki bir boğazın varlığını kimden ve nasıl öğrendi de, o ana kadar imkansız sanılan şeyi yapabileceğine, yani tek bir seferde dünyayı çepeçevre dolaşacağına kesin olarak söz verebildi?
Magellan’ın bundan neden bu kadar emin olduğunu onun en sadık yoldaşı ve seyahatleri sırasında yaşadıklarını yazan Antonio Pigafetta’ya borçluyuz. Pigafetta, filoda tek bir kişinin dahi, iki okyanus arasında bir bağlantı yolu olabileceğine inanmadığını söyler; bu konuda yalnızca Magellan sarsılmaz bir inanca sahiptir. Magellan, bu bilgiyi Portekiz kralının gizli arşivinde bulduğu bir haritaya, ünlü kozmograf Martin Behaim’in bir haritasına borçludur. Pigafetta’nın bu açıklamasına inanmamak için bir neden yoktur aslında, zira Martin Behaim 1507 yılında ölene kadar Portekiz kralının saray haritacısıydı. Ayrıca araştırmalarını sessizce sürdüren Magellan gizli arşive girmeyi başarmıştı. Fakat, Martin Behaim hiçbir denizaşırı keşif sefere bizzat katılmadığı için bunu başka denizcilerden öğrenmiş olabilir.
Martin Behaim tarafından hazırlanan dünya haritası, 1492 tarihli ahşap oymasının 1884 basımı
Böylesine masraflı ve tehlikeli bir girişimi nasıl gerçekleştirebilirdi? Kral onu dışlamıştır, dost olduğu Portekizli armatörlerin sarayın gözünden düşmüş bir adama destek olacağına dair bir ümidi yoktur. Geriye bir tek yol kalır: İspanya’dan yardım istemek. 20 Ekim 1517’de, yıllardan beri yanından ayrılmayan kölesi Enrique ile birlikte Sevilla’ya ulaşır. Kral I. Carlos’a yapmak istediklerini anlatır.
Zenginlik kaynağı Baharat adalarına, Portekizliler gibi doğudan ulaşmaya çalışmak yolu gereksiz yere uzatmak anlamına gelir. Sefere batıdan çıkmak çok daha güvenlidir, zaten bu yön Papa’nın İspanya’ya tahsis ettiği yöne de uygundur. Portekiz ve İspanya arasında başlayan anlaşmazlığı sona erdirmek için Papa VI. Alexandre Borgia, 1494 yılında Tordesillas Antlaşması ile dünyayı boylamasına ikiye bölen hayali bir çizgi çizer. Böylece her iki ülke dünyanın kendi paylarına düşen yarısında keşfettikleri bütün toprakların sahibi olabilecekti. Çoğunlukla birbirlerine düşmanca davransalar da, Portekiz ve İspanya anlaşmaya sadık kalır. Bu anlaşma, İspanyollar açısından çok verimli değildir; zira Baharat Adaları’na giden deniz yolu tamamen Portekizlilerin elindedir.
Jesse Rona, Magellan’ın gemisi
10 Ağustos 1519’da emrindeki beş gemi ile Sevilla’dan ayrılır, İspanya’nın güneybatısına gelir. 20 Eylül 1519’da, Magellan ve 5 gemisi artık yola çıkarlar. Üç yıllık seyahatle, dünyanın ilk kez denizden dolaşılması, Güney Amerika’nın çevresinden geçilerek gidilen bu yolun çok fazla güneyde kaldığını ve ayrıca düzenli bir ticari yol için çok tehlikeli olduğunu gösterir. Bu seyahat, ayrıca Pasifik Okyanusu’nun Magellan’ın önceden tahmin ettiğinden epeyce daha geniş olduğunu da ortaya çıkarır. Açlık ve umutsuzluk içindeki denizciler, Pasifik Okyanusu’nu geçmek için yaklaşık dört ay uğraşırlar.
Magellan’ın Pasifik’e giden yolu keşfi, yaklaşık 1520’li yıllardan bir baskı
Arşivlerde günümüze dek korunmuş olan belgeler sayesinde, dünya tarihinin en olağanüstü maceracılarından biri olan Magellan’ın seyahat sırasında en ince ayrıntıların bile kaydını titizlikle tuttuğunu görürüz. Bu kapsamlı dosyalarda, her bir çekicin, her bir halatın, her bir çuval tuzun, her bir tabaka kağıdın tutarı kaydedilmiş ve herhangi bir katip tarafından umursamazlıkla art arda sıralanmışa benzeyen bu soğuk, tutarlı rakam sütunları, onun sabrını anlatan bütün coşkulu laflardan daha etkileyicidir belki de.
Magellan’ın beş gemisinin ikinci en küçüğü olan Victoria, Magellan’ın İspanyol kralı I. Carlos’a bağlılık yemini ettiği Santa Maria de la Victoria de Triana Kilisesi’nin adını alır. Geminin kesin boyutları bilinmemekle birlikte seksen beş ton ağırlığındaydı ve kırk dört adam taşıyordu. Altındaki Latince metinde ise şunlar yazar.
Şili’de Magellan Heykeli
Magellan, Pasifik Okyanusu’nda on derece daha kuzeyde seyretmesine neden olan hesaplarının tümüyle yanlış çıkması nedeniyle bir keşifte bulunacaktır. Yanlış rota tutturduğu için kuzeye fazla yaklaşan Magellan, Maluku Adaları yerine, daha önce hiç bilinmeyen bir takımadaya Filipinler’e ulaşır. Böylece İspanya’ya yeni bir eyalet kazandırır; üstelik İspanya Krallığı bu eyaleti, istila ettiği tüm eyaletlerden daha uzun süre elinde bulunduracaktır.
Magellan’ın bu seyahati sırasında keşfettiği daha sonra kendi adını alacak olan boğaz, hiç bitmeyen bir kavşak gibidir; gemilerin ancak büyük bir maharet ve şansla sağ salim geçebilecekleri kıvrımlar ve dönemeçler, çapraşık girdaplardan oluşan karmakarışık bir labirenttir. Magellan Boğazı, asırlar sonra bile denizcilerin kabusu olmayı sürdürecektir. Burada kuzey rüzgarı dört yönden eser, sakin, güneşli, rahat bir geçiş asla mümkün olmaz. Sonraki yıllarda boğaza yapılan keşif seferlerinde düzinelerce gemi başarısızlığa uğramıştır. Magellan’ın denizcilik sanatının en büyük kanıtı, bu tehlikeli boğazı geçen ilk kişi olmakla kalmayıp geçişte tek gemisini bile kaybetmemeyi başaran tek kişi olma özelliğini uzun yıllar korumuş olmasıdır.
1913 yılında ABD Başkanı Wilson, Panama Kanalı’nı açınca Magellan Boğazı gereksiz hale gelir. Salt tarihi önemi olan coğrafi bir kavrama indirgenir. Onun keşfi ne İspanya’yı daha zengin etmiş, ne de Avrupa’yı daha güçlü kılmıştır. Fakat tarihte bir başarının ahlaki değeri asla pratik faydasıyla ölçülmez, insanlığa kalıcı bir zenginlik katanlar, insanlığın bilgisini çoğaltıp yaratıcı gücünü artıranlardır.
Magellan yolculuğunu tamamlayamadan, 1521 yılında Mactan Adası’nda yerel halkla girdiği savaşta öldürülür. Ne yazık ki bir mezarı yoktur, zira yerlilerin Magellan’ın cesedini ne yaptıklarını kimse bilmemektedir.
Magellan, daha önce ziyaret ettiği Baharat Adaları’nın ötesine giderek tüm meridyenlerden geçen ilk insanlardan olmayı başarır. Seferi esnasında, çok sakin gördüğü okyanusa Pasifik (sakin) ismini veren, ayrıca Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Magellan, Büyük Okyanus’u aşan ilk insandır. Magellan ile beraber, dünyayı dolaşmak üzere denize açılan 237 (diğer bir kaynağa göre 270) denizcinin sadece 18’i İspanya’ya dönerek seyahatini tamamlamayı başarır. Bu denizcilere, Magellan’ın ölümünden sonra yönetimi devralan Juan Sebastián Elcano adlı İspanyol liderlik eder.
Magellan’ın seyahati ile birlikte en yakın iki galaksi olan Magellan Bulutsuları güney yarımkürede keşfedilir. Geriye dönenlerin seyir defterleri ile gerçek tarihin uymadığını görmeleri üzerine saat farkı ve birden fazla saat diliminin bulunması gerektiği konuları gündeme gelir. Ayrıca bu sefere katılanların toplam 69.800 km süren yolculuklarından hareket edilmek suretiyle dünyanın çevresi hakkındaki hesaplamalar geliştirilir.
Magellan’ın Filipinler’deki anıt mezarı
Magellan, İspanya’dan yola çıkmadan iki gün önce Hernando de Magallanes diye imzaladığı vasiyetnamesinde şunları yazar:
“Defnedildiğim gün üç yoksul giydirilsin, ruhuma dua etsinler diye her birine gri kumaştan esvap, kasket, gömlek ve bir çift ayakkabı verilsin. Ve o gün yalnızca bu üç yoksulun değil, bana duacı olsunlar diye on iki yoksulun daha karınları doyurulsun ve cehennem ateşinde yananlann ruhları için de bir altın duka bağışta bulunulsun.”
“Malakka kentinde doğan ve aşağı yukarı yirmialtı yaşında olan tutsağım ve kölem Enrique, öldüğüm günden itibaren köleliğin her tür yükümlülüğünden ya da zorunluluğundan azat olmuştur; istediğini yapmakta özgürdür. Aynca mirasımdan on bin maravedi verilmesini istiyorum.”
Magellan mirasını karısına ve çocuğuna bırakır; hatta oğlunun ondan önce ölmesi durumunda armasını taşıma hakkının kimde olacağını iki üç kuşağı kapsayan bir titizlikle belirtir. Ne yazık ki Magellan’ın vasiyetnamesindeki isteklerden bir tanesi bile gerçekleşmeyecektir; çünkü mirasını talep edecek hiç kimse yoktur. Uzaklarda olduğu o üç yılda karısı Beatriz ve iki küçük oğlu ölür. Armasını taşıyacak ne bir kardeş, ne bir yeğen, ne de kan bağı olan biri vardır. Fakat gerçekleştirdiği eser kendisinden çok daha uzun ömürlü olacak ve bu mirası tüm insanlığa kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder