HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
18 Ekim 2018 Perşembe
Dünya'da Bir İlk Sara (Epilepsi) ve Şizofreni Hastalarını Tedavi Ediyoruz
39 yıllık tecrübemiz ile tıbbın çaresiz kaldığı,modern tıbbın ne kadar gelişmiş ve ilerlemiş olursa olsun tedavide yetersiz kaldığı ve Alternatif tıbbında çare olmadığı bir hastalık türünü ilaçsız! kimyasal ilaç ve bitkisel hiçbir terkip kullanmadan biraz daha da ileri gideceğim hatta hastayı görmeden! Havas ilminin olağan üstü manevi terkibleriyle bu hastalıkları tedavi ediyoruz.Havas ilmi üsdatları yüzyıllarca bu konulara eğilmişler ve meşgul olmuşlardır.
Yıllarca çeşitli manevi terkibler ihtiyaca göre insanlara sunulmuştur.ama içlerinden bazıları büyük sırlara ve manevi keşiflere vakıf olunca insanlara gerçekten yardımcı olabilmişlerdir.
Birçok el yazması ve Türkçeye çevrilmiş havas kaynaklarında da bu hastalıklara dikkat çekilmiş,çeşitli terkib uygulamaları yazılmıştır.tabi bu uygumalar kendi içinde sırlara ve manevi keşfe dayalı olduğu için; kopyala yapıştır mantığı ile yazılıp çizilen terkibler hiçbir işe yaramadığı gibi hastalarda bir faydası olmamıştır.
Günümüzde kliniklerde aylarca ve yıllarca tedavi gören hastalar günde kaç defa,hangi saatte bayıldığı ile ilgili periyot çizelgesi tutulmakta ama yapılan tedavilerden bir sonuç alınamamaktadır.işte bizim ilgilendiğimiz birinci öncelikli hastalarda bunlardır.
Tedavi Şartlarımız:
1- Hastalığın başlangıç süresi iki veya üçyıl geçmemiş olmak.
2-Hastanın klinik tedavisinden şifa bulmamış olması
Tedavi süremiz:
1-Sara (epilepsi) için:(30) gün ile (90) gün
2-Şizofreni için:(6) ay ile (1) yıl
İlahi Şifacılar / Ayhan Burhan Giz
Yıllarca çeşitli manevi terkibler ihtiyaca göre insanlara sunulmuştur.ama içlerinden bazıları büyük sırlara ve manevi keşiflere vakıf olunca insanlara gerçekten yardımcı olabilmişlerdir.
Birçok el yazması ve Türkçeye çevrilmiş havas kaynaklarında da bu hastalıklara dikkat çekilmiş,çeşitli terkib uygulamaları yazılmıştır.tabi bu uygumalar kendi içinde sırlara ve manevi keşfe dayalı olduğu için; kopyala yapıştır mantığı ile yazılıp çizilen terkibler hiçbir işe yaramadığı gibi hastalarda bir faydası olmamıştır.
Günümüzde kliniklerde aylarca ve yıllarca tedavi gören hastalar günde kaç defa,hangi saatte bayıldığı ile ilgili periyot çizelgesi tutulmakta ama yapılan tedavilerden bir sonuç alınamamaktadır.işte bizim ilgilendiğimiz birinci öncelikli hastalarda bunlardır.
Tedavi Şartlarımız:
1- Hastalığın başlangıç süresi iki veya üçyıl geçmemiş olmak.
2-Hastanın klinik tedavisinden şifa bulmamış olması
Tedavi süremiz:
1-Sara (epilepsi) için:(30) gün ile (90) gün
2-Şizofreni için:(6) ay ile (1) yıl
İlahi Şifacılar / Ayhan Burhan Giz
9 Nisan 2016 Cumartesi
Muskayı Açtığınızda İki farklı şekilde bulablirsiniz !
Birincisi; ekseriyetle içerisinde ya ‘Allah’ ism-i celâli veya ‘Rahmân, Rahîm vs. Esmâ-i Hüsnâ yahut Âyetü’l-Kürsi, İhlâs, Nâs, Felak sûreleri, nazar duası… gibi âyetler, hadislerde nakledilen dualar, evliyâullahın evrâd-ı şerifelerinden ibareler, kısacası dinen meşrû ve makbul ifadeler vardır.
İkincisinde ise; bid’at ehlinin, hokkabazların-şarlatanların yaptığı ve Müslümanlarla âdeta alay ettiği şeyler mevcuttur. Bir takım İbrânîve Süryânî isimler, karışık şekiller, karalamalar vardır. Efsanevî kişilerin adları-ünvanları, anlaşılmaz güya tılsımlı sözler, semboller, yıldızlar, rakamlar, rumuz ve işaretler, insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Binaenaleyh sûre, ayet, hadis ve duaların yazıldığı muskalar sahih; diğerleri ise, bâtıl inanç ve hurâfelere aittir.Ve bu işlerle meşgul olan şarlatanlar, bunların karşılığında da hatırı sayılır paralar almaktadırlar!
Kısacası birçok muskayı açtığımızda içerisindeki şeylerin bid’at ve dalâlet erbabı, heva-yu heves ehli tarafından uydurulan şeyler olduğunu görürüz. Bazılarındaysa el veya göz resimleri çizilidir. Velhâsıl tam bir istismar vesilesi olan bir alan… Bunlara kanmamak, tuzaklarına kapılmamak, böyle bir şeye ihtiyacımız varsa şayet, bunu da İslâmî usule-sünnete uygun tarzda yapmak lazım! Bilinen-bildirilen umumi tavsiye ve reçetelerden şaşmamak gerek.Dalkavuk ve sahtekâr olan, kendisinde olmayan bir takım halleri kendisinde varmış gibi gösteren büyücüler piyasada yaygındır. Kalpleri nasıl büyülüyor? Saf, zayıf akıllı insanları kendilerine nasıl musahhar ediyorlar? Kendisinin ilim ve hikmet sahibi salih bir insan olduğunu, hatta ismi azam-ı bildiğini, dualarının kabul olduğunu, levh,i mahfuzu okuduğunu ve insanların hallerini keşif ettiğini, kendisine itiraz edeni isterse bir bakışla taş gibi edeceğini söyleyerek ve hatta cinlerin kendi emrinde olduğunu, cinlere bazı yapılması zor olan işleri yaptırdığını, bazen işaret ve bazen açıktan kendisinin veli olduğunu veya ilerde veli olacağını söyleyerek saf ve kabiliyeti az olan kişileri kendisine musaharederek dolandırıcılık yapar ki, dolandırıcılık ve sihrin ekserisi bununla alakalıdır.
İkincisinde ise; bid’at ehlinin, hokkabazların-şarlatanların yaptığı ve Müslümanlarla âdeta alay ettiği şeyler mevcuttur. Bir takım İbrânîve Süryânî isimler, karışık şekiller, karalamalar vardır. Efsanevî kişilerin adları-ünvanları, anlaşılmaz güya tılsımlı sözler, semboller, yıldızlar, rakamlar, rumuz ve işaretler, insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Binaenaleyh sûre, ayet, hadis ve duaların yazıldığı muskalar sahih; diğerleri ise, bâtıl inanç ve hurâfelere aittir.Ve bu işlerle meşgul olan şarlatanlar, bunların karşılığında da hatırı sayılır paralar almaktadırlar!
Kısacası birçok muskayı açtığımızda içerisindeki şeylerin bid’at ve dalâlet erbabı, heva-yu heves ehli tarafından uydurulan şeyler olduğunu görürüz. Bazılarındaysa el veya göz resimleri çizilidir. Velhâsıl tam bir istismar vesilesi olan bir alan… Bunlara kanmamak, tuzaklarına kapılmamak, böyle bir şeye ihtiyacımız varsa şayet, bunu da İslâmî usule-sünnete uygun tarzda yapmak lazım! Bilinen-bildirilen umumi tavsiye ve reçetelerden şaşmamak gerek.Dalkavuk ve sahtekâr olan, kendisinde olmayan bir takım halleri kendisinde varmış gibi gösteren büyücüler piyasada yaygındır. Kalpleri nasıl büyülüyor? Saf, zayıf akıllı insanları kendilerine nasıl musahhar ediyorlar? Kendisinin ilim ve hikmet sahibi salih bir insan olduğunu, hatta ismi azam-ı bildiğini, dualarının kabul olduğunu, levh,i mahfuzu okuduğunu ve insanların hallerini keşif ettiğini, kendisine itiraz edeni isterse bir bakışla taş gibi edeceğini söyleyerek ve hatta cinlerin kendi emrinde olduğunu, cinlere bazı yapılması zor olan işleri yaptırdığını, bazen işaret ve bazen açıktan kendisinin veli olduğunu veya ilerde veli olacağını söyleyerek saf ve kabiliyeti az olan kişileri kendisine musaharederek dolandırıcılık yapar ki, dolandırıcılık ve sihrin ekserisi bununla alakalıdır.
21 Mart 2016 Pazartesi
Melekler
Melekler: Madde ötesi ruhsal varlıklar olan meleklerin hayatı doğrudan Allah’ın (c.c.) el-Hayy esmâsına bağlı olduğundan yemez, içmez, havayı solumaz, uyumaz, yorulmaz, evlenmez, üremez, hastalanmaz, yaşlanmaz ve kıyâmete kadar yaşarlar. Öfke, şehvet ve benlik gibi nefsânî duyguları olmadığından aralarında tartışmaz, Allah’a (c.c.) âsi olmaz, emrolundukları şeyi hemen yapar ve bizim havayı soluduğumuz gibi sürekli Allah’ı (c.c.) hamd ile tesbih (zikir) edip mânevî feyizler ve ruhsal zevkler alırlar.Allâhü Teâlâ buyurdu (meâlen): “Ve şüphe yok ki sizin üzerinizde (her yaptığınızı görüp zapteden) hafaza melekleri vardır. Kirâmen Kâtibîn (her biri Allah katında, mükerrem, vazifelerinde kusursuz kâtipler, dürüst hak yazıcılar) vardır. Ne yapıyorsanız bilirler.” (İnfitâr sûresi, âyet 10,11,12).Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Her mü'mine onu gücünün yetmeyeceği tehlikelerden korumak üzere yüz altmış melek vazifelendirilmiştir. Bunlardan yedi melek, sıcak günde bal kâsesini sineklerden korur gibi gözü zararlardan korur. Eğer siz şeytanları görebilseydiniz, her yerde onları ellerini ve ağızlarını açmış oldukları halde insanlara zarar vermek için beklediklerini görürdünüz. Eğer kul kendi başına bırakılsaydı, şeytanlar onu kapıverirlerdi.Câbir bin Abdullah (r.a.) rivâyet etti: Âdem Aleyhisselâm yeryüzüne indirildiğinde Cenâb-ı Hakk'a:
“Yâ Rabbi, Şeytanla aramda düşmanlık kıldın. Eğer bana yardım etmezsen ona güç yetiremem” diye ilticâ etti. Cenâb-ı Hak: “Senin her doğan evladına -korumak üzere-bir melek vazifelendiririm” buyurdu.
Hazret-i Âdem: “Yâ Rabbi, artır” dedi.
“İşledikleri bir suçu bir günah olarak yazarım, işledikleri bir iyi amelin sevabını ise on sevaptan dilediğim kadar katlayarak yazarım” buyurdu. Hazret-i Âdem yine:
“Yâ Rabbi, artır” deyince,
“Ruh cesedde olduğu müddetçe tevbe kapısını açık tutarım” buyurdu. (İhyâu Ulûmiddîn).
“Her mü'mine onu gücünün yetmeyeceği tehlikelerden korumak üzere yüz altmış melek vazifelendirilmiştir. Bunlardan yedi melek, sıcak günde bal kâsesini sineklerden korur gibi gözü zararlardan korur. Eğer siz şeytanları görebilseydiniz, her yerde onları ellerini ve ağızlarını açmış oldukları halde insanlara zarar vermek için beklediklerini görürdünüz. Eğer kul kendi başına bırakılsaydı, şeytanlar onu kapıverirlerdi.Câbir bin Abdullah (r.a.) rivâyet etti: Âdem Aleyhisselâm yeryüzüne indirildiğinde Cenâb-ı Hakk'a:
“Yâ Rabbi, Şeytanla aramda düşmanlık kıldın. Eğer bana yardım etmezsen ona güç yetiremem” diye ilticâ etti. Cenâb-ı Hak: “Senin her doğan evladına -korumak üzere-bir melek vazifelendiririm” buyurdu.
Hazret-i Âdem: “Yâ Rabbi, artır” dedi.
“İşledikleri bir suçu bir günah olarak yazarım, işledikleri bir iyi amelin sevabını ise on sevaptan dilediğim kadar katlayarak yazarım” buyurdu. Hazret-i Âdem yine:
“Yâ Rabbi, artır” deyince,
“Ruh cesedde olduğu müddetçe tevbe kapısını açık tutarım” buyurdu. (İhyâu Ulûmiddîn).
17 Mart 2016 Perşembe
Berhetiyye
Gizli sırların öğrenilmesi.manevi sıkıntıların gitmesi.ruhi varlıkların zararlarının önlenmesi,maddi bolluk ve bereketin gelmesi için..ve daha birçok konularda havas alimleri tarafından terkip olarak havas iksiri kabul edilen berhetiyye ''ayın menzillerine'' uygun zaman seçilir hacet ve isteklere göre (5-7-21 terkibinde) okuma yapılır.beş vakit namazın arkasından sonra okunursa tesiri daha çabuk olur.Alimler, Berhetiye duası hakkında, gizli sırlarla dolu hazine, kırmızı yakut, diye yad etmişlerdir Nice alimler ve arifler de bu hazineden faydalanmışlardır Bereket ve tesiri çok yüce olan bu mübarek isimlere şeytanlar,cinler, ifritler baş kaldıramazlar Ruhani ilimlerin temeli bu mübarek isimlerdir Berhetiyye, Süleyman Aleyhisselam’ın tahtının dört bir yanında yazılı idi En son kelimesi olan “Şemhahir” ism-i celili ise mührüne işlenmişti Berhetiyye’nin manevi gücü ile Süleyman Aleyhisselam, kurtları, kuşları, cinleri hükmü altına almıştı Esmâü'l-Berhetiyh Adedleri ve Adâbına göre okunulduğu zaman ruhaniyetleri celbeder Lâkin gereksiz ve boş yere özellikle gösteriş amaçlı, şişe devirme, eşyaları hareket ettirme, bir yerden bir yere tayy-i mekân yapma gibi amaçlarla kullanılırsa manevi cezâsı vardır Bu tür Esmâlar ancak ihtiyaç halinde bir hastayı veya bir zorda olan kişiye sadece Allah rızası yardım amaçlı adedine, menzil ve saatlerine göre okunulmalıdır Esmâ-i Berhetiyh; 28 Esmâ'dan oluştuğu çoğu kimseler tarafından bilinmekte olup, 28 harf ve menzille sabitlik kazanır Toplam adedi "18587" olup genelde Üçlü Vefk'i yapılarak kullanılmaktadır
2 Eylül 2015 Çarşamba
CENNET NEDİR VE NEREDEDİR ?
Sekiz Cennet vardır ve Cennetin biri yedi kat göklerden ve arzdan daha geniştir. Günümüze kadar tesbit edilebilen ve henüz ışıkları dünyaya yansımayan yıldızların tümü göklerdedir.
Yedi kat göklerden sonra Hazret-i Cebrâîl'in ve ona bağlı olan meleklerin yeri ve makamı olan "Sidre-i Müntehâ" vardır. Sidre-i Müntehâ, yedi kat göklerden çok daha geniştir.
Sidre-i Müntehâ'dan sonra Cennetler âlemi başlar. Sidre-i Müntehâ'ya en yakın olanı Cennet-ül Me'vâ ve en uzaktaki Firdevs Cenneti'dir.
Cennetlerin genişliği akıl ve hayâl duygularının çok ötesinde ve matematiksel oranlara ve rakamlara sığmayan büyüklüktedir. Bu nedenle Cennete en son girenlerin de, dünyanın on katı genişliğinde yerleri ve makamları olacaktır.
Cennet istikrar yeridir. Gece, gündüz, hafta, ay ve yıl gibi zaman ölçüleri olmayacak ve her şey sürekli aynı halde kalacaktır.
Ölüm, yaşlılık, hastalık, sıkıntı ve ruhsal bunalım gibi haller olmayacak ve insanlar Cennete girerken yaşadıkları ruhsal ve duygusal zevkleri sürekli ve aynen yaşayacaklardır.
Kadın ve erkek otuz üç yaş görünümünde olup iç ve dış organlarda hiç bir değişiklik olmayacağı gibi, saç traşı ve tırnak kesme külfeti de olmayacaktır.
Yalnız, bülûğ çağından önce vefat eden çocuklar, öldükleri yaşlarındaki görünümde kalacaklar ve Cennette annelerinin, babalarının yanlarında oynayacaklardır. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Cennet gökte ve cehennem yer (in merkezin) dedir. (Deylemî) İster dünyada, ister uzayda, ister ayda ve ister Samanyolu’nun merkezinde olalım, bulunduğumuz yerin üst tarafına gök denir. İşte cennet yedi kat göklerin üzerinde ve madde âleminin ötesindedir.
Yüce Allah buyuruyor:
Andolsun ki onu (Hz. Muhammed Cebrâil’i) Sidret-ül-Müntehâ’nın yanında bir defa daha görmüştü. Cennet-ül-Me’vâ’da onun yanındadır. (Necm -13 -14 -15)
Milyarlarca galaksinin içinde bulunduğu yedi kat göklerden sonra Sidretü’l-Münteha ve ondan sonra cennetler âlemi başlar. Sidret-ülMünteha’ya en yakın olanı Cennet-ül-Me’vâ’dır.
Yüce Allah buyuruyor:
Canların her istediği ve gözlerin zevk duyduğu her şey orada (cennette) vardır ve siz orada sürekli kalacaksınız. (Zuhruf - 71) Toprak maddelerinden, besin maddelerine, sonra kana ve üreme hücresine dönüşen insan, ana karnından küçücük bir bebek şeklinde bu fâni dünyaya gelir.
Kısa, kısıtlı ve geçici bazı mutluluklar dışında bu fâni dünyada huzur bulup tatmin olamayan, yaşlılığında hastalıklarla boğuşan, ölüm yatağında ecel terleri döken, kabirde sıkılan, mahşerde bunalan ve sıratta yanan insan, Ancak cennete girdiği an bütün hayâlleri gerçekleşecek ve her açıdan mutlu olup ruhsal huzura ve ölümsüz hayâta kavuşacak. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Orada (cennette) gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin kalbine (hayâline) gelmeyen güzellikler vardır. (Buhârî)
Yedi kat göklerden sonra Hazret-i Cebrâîl'in ve ona bağlı olan meleklerin yeri ve makamı olan "Sidre-i Müntehâ" vardır. Sidre-i Müntehâ, yedi kat göklerden çok daha geniştir.
Sidre-i Müntehâ'dan sonra Cennetler âlemi başlar. Sidre-i Müntehâ'ya en yakın olanı Cennet-ül Me'vâ ve en uzaktaki Firdevs Cenneti'dir.
Cennetlerin genişliği akıl ve hayâl duygularının çok ötesinde ve matematiksel oranlara ve rakamlara sığmayan büyüklüktedir. Bu nedenle Cennete en son girenlerin de, dünyanın on katı genişliğinde yerleri ve makamları olacaktır.
Cennet istikrar yeridir. Gece, gündüz, hafta, ay ve yıl gibi zaman ölçüleri olmayacak ve her şey sürekli aynı halde kalacaktır.
Ölüm, yaşlılık, hastalık, sıkıntı ve ruhsal bunalım gibi haller olmayacak ve insanlar Cennete girerken yaşadıkları ruhsal ve duygusal zevkleri sürekli ve aynen yaşayacaklardır.
Kadın ve erkek otuz üç yaş görünümünde olup iç ve dış organlarda hiç bir değişiklik olmayacağı gibi, saç traşı ve tırnak kesme külfeti de olmayacaktır.
Yalnız, bülûğ çağından önce vefat eden çocuklar, öldükleri yaşlarındaki görünümde kalacaklar ve Cennette annelerinin, babalarının yanlarında oynayacaklardır. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Cennet gökte ve cehennem yer (in merkezin) dedir. (Deylemî) İster dünyada, ister uzayda, ister ayda ve ister Samanyolu’nun merkezinde olalım, bulunduğumuz yerin üst tarafına gök denir. İşte cennet yedi kat göklerin üzerinde ve madde âleminin ötesindedir.
Yüce Allah buyuruyor:
Andolsun ki onu (Hz. Muhammed Cebrâil’i) Sidret-ül-Müntehâ’nın yanında bir defa daha görmüştü. Cennet-ül-Me’vâ’da onun yanındadır. (Necm -13 -14 -15)
Milyarlarca galaksinin içinde bulunduğu yedi kat göklerden sonra Sidretü’l-Münteha ve ondan sonra cennetler âlemi başlar. Sidret-ülMünteha’ya en yakın olanı Cennet-ül-Me’vâ’dır.
Yüce Allah buyuruyor:
Canların her istediği ve gözlerin zevk duyduğu her şey orada (cennette) vardır ve siz orada sürekli kalacaksınız. (Zuhruf - 71) Toprak maddelerinden, besin maddelerine, sonra kana ve üreme hücresine dönüşen insan, ana karnından küçücük bir bebek şeklinde bu fâni dünyaya gelir.
Kısa, kısıtlı ve geçici bazı mutluluklar dışında bu fâni dünyada huzur bulup tatmin olamayan, yaşlılığında hastalıklarla boğuşan, ölüm yatağında ecel terleri döken, kabirde sıkılan, mahşerde bunalan ve sıratta yanan insan, Ancak cennete girdiği an bütün hayâlleri gerçekleşecek ve her açıdan mutlu olup ruhsal huzura ve ölümsüz hayâta kavuşacak. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Orada (cennette) gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin kalbine (hayâline) gelmeyen güzellikler vardır. (Buhârî)
28 Ağustos 2015 Cuma
CİNLER ALEMİ
Yüce Allah buyuruyor: Cinleri nâr’ın mâricinden yarattık. (Rahman - 15)
Mâric zıt anlamlı bir kelime olup, hem saf hem karmaşık anlamına gelir. Bu iki âyette, cinlerin aşırı derecede ısıdan yani saf ya da karmaşık gaz halindeki atomlardan yaratıldığı bildiriliyor.
Cinler neden gaz halindeki kızgın atomlardan yaratıldı?
Madde âleminin temel yapı taşları atomlardır. Bu nedenle bitki, hayvan, insan, dünya, ay, güneş ve yıldızlar dâhil, madde âlemindeki bütün varlıklar atomlardan yaratıldığı gibi, tabii olarak cinler de atomlardan yaratıldı. Ancak cinlerin yaratıldığı dönemde dünya aşırı derecede kızgın gaz halinde olduğu için Yüce Allah onları kızgın gaz halindeki atomlardan yarattı ve yeryüzüne halife kıldı.
Cinler hâla kızgın gaz halinde mi? Hayır! Toprak maddelerinden yaratılan insanlar toprak halinde olmadıkları gibi, kızgın gazlardan yaratılan cinler de, kızgın gaz halinde değildir. Cinler de insanlar gibi akıllı ve bilinçli varlıklar oldukları için Yüce Allah onları yeryüzüne halife yapmış ve halifelikleri Hz. Âdem dönemine kadar devam etmiştir.Kızgın gazlardan yaratıldıkları için havadan hafif olan cinler, diledikleri zaman yerçekiminden kurtulup uzaya çıkabilirler. Hatta Peygamberimizden önceki dönemlerde birinci kat göğe kadar çıkıp meleklerin konuşmalarını gizlice dinler ve bunları ilişki kurdukları kâhinlere haber verirlerdi. Peygamberimizin doğumu ile cinlerin gökyüzüne çıkmaları yasaklandı ve kâhinlik dönemi kapandı. Gazlardan yaratıldıkları ve renkleri olmadığı için insanlar gözleri ile cinleri göremezler. Ancak içe kapalı, evhamlı ve aşırı duyarlı olanlar, beyinlerindeki hayâl gücü ile cinleri görebilirler. Bu nedenle cinleri görüp korkanlar hemen gözlerini sımsıkı kapasalar ve yüzlerini kalın örtülerle örtseler de, cinleri yine görürler. Çünkü onlar cinleri gözleri ile değil, beyinlerindeki hayâl gücü ile görürler.Cinler şeffaf maddelerden yaratıldıkları için farklı şekillere girebilirler. Genelde keçi, kedi, yılan, kara köpek ve bazen de insan şekline girerler ve o zaman insanlara görünebilirler.lsıdan yaratıldıkları için çok hafif ve şeffaf olan cinler, yerçekiminden de etkilenmedikleri için çok süratli hareket eder, çabuk kızar, öfkelenir ve birbirleriyle çok kavga ederler.Toplumsal kabile hayâtı yaşayan cinler yerler, içerler ve evlenirler. Eşlerine, yavrularına, yuvalarına, akrabalarına ve kabile reislerine çok bağlıdırlar.İnsanlar ölünce çürüyüp aslına yani toprak maddelerine dönüştüğü gibi, uzun ömürlü olan cinler de ölünce aslına yani gazlara dönüşür ve havaya karışırlar. Ölen cinler çok kısa bir zamanda gazlara dönüştüğü için yeryüzünde cin mezarlığı yoktur. İnsanlar cinlerle evlenebilir mi?
Hanefî mezhebine göre evlenemez, Şâfî mezhebine göre evlenebilirler. Ancak cinlerle evlenen kimsenin korkusuz ve çok güçlü bir irâde gücüne sahip olması gerekir. Eğer korkak, evhamlı, aşırı duyarlı ve irâde gücü zayıf olursa, cinlerin emri altına girer, dengesi bozulur ve insanlardan kopar. Cinlerin inanç ve ibâdetleri
Yüce Allah buyuruyor:
Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım. (Zâriyat - 56)
Cinler de insanlar gibi akıllı ve bilinçli varlıklar oldukları için İlâhi emirlere uymakla yükümlü ve uygulamadan sorumludurlar. Bu nedenle onlar da mahşere gelecek ve sorgulanacaklar. Cinler hangi dine bağlıdır?
Yüce Allah mahşer günü buyuracak:
Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi açıklayan ve bugüne (mahşere) kavuşacağınız konusunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? (En’am - 130)
Hz. Âdem’den önceki dönemler de, cinlere kendilerinden (cinnî) peygamberler gelir ve Allah’ın emirlerini tebliğ edip onları uyarırlardı. Hz. Âdem yeryüzüne halife olunca, cinlerde Hz. Âdem’e ta bi olmakla yükümlü kılındılar ve cinnî peygamberlik dönemi kapandı.İnsanlar cinlerden yararlanabilir mi?
Yüce Allah’ın verdiği özel bir mucize ile Hz. Süleyman cinlerden yararlandı ve onları sadece ağır işlerde çalıştırdı. Devlet başkanı olduğu halde istihbarat işlerinde onlardan yararlanmadı. Hatta Sebe’de Belkıs’ın devlet başkanı olduğunu cinlerden değil, hüdhüd kuşundan öğrendi.
Hz. Süleyman’ın dışında hiçbir peygamber cinlerden yararlanmadı.
Eğer gizli bilgi toplama konusunda cinlerden yararlanma imkânı olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) müşriklerle ilgili gizli istihbarat işlerinde onlardan yararlanırdı. Çünkü îman eden cinler de onun sahabeleri idiler.
Dînî bilgiler konusunda da cinlerden yararlanılamaz ve onların sözleri geçerli kanıt olamaz. Eğer cinlerin sözleri geçerli kanıt olsaydı, İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Şâfî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel gibi müctehidler onlardan yararlanır ve İmâm-ı Buhârî gibi ünlü hadis imamları da onların rivâyet ettiği hadis-i şerîfleri bizlere aktarırlardı. Cinler kaybolan ya da çalınan şeyleri bilir mi?
Kesinlikle hayır!
Yüce Allah buyuruyor:
O’nun (Süleyman’ın) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak (dayandığı) değneği yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Değnek kırılıp da) yere yıkılınca (öldüğü) açıkça ortaya çıktı. Eğer cinler gizli şeyleri bilselerdi, o aşağılayıcı ağır işte çalışmazlardı. (Sebe - 14)
Hz. Süleyman camlı köşkünde bir değneğe dayanıp cinlerin çalışmasını izlerken, Azrâil (a.s.) canını aldı ve Hz. Süleyman değneğe dayalı olarak ayakta kaldı.
Cinler Hz. Süleyman’ın kendilerini izlediğini sanarak günlerce işlerine devam ettiler. Sonra bir ağaç kurdu tarafından kemirilen değneğin kırılması ve Hz. Süleyman’ın yere düşmesi ile onun öldüğünü gören cinler, işlerini bırakıp kaçıştılar.
Gözlerinin önündeki Hz.Süleyman’ın öldüğünü bilmeyen cinler, kesinlikle gizli şeyleri bilmezler. Eğer bilselerdi, kendileri tutsak gibi günlerce ağır işler de çalışmazlardı.
27 Ağustos 2015 Perşembe
EVRAD-I BAHAİYYE
(Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahauddin k.s. hazretlerinin evrâdı)
Bu Evrâd-ı Şerif, hayırların, menfaatlerin celbi (temini-getirilmesi) ve kötülüklerin giderilmesi için okunabilir. Fakat unutmamak gerekir ki; günah veya dinen memnu’ ve mahzurlu olan birşey için okunmasında, dua kabul edilmeyeceği gibi okuyan da günahkâr olur, zarar görür.
“Şâh-ı Nakşibend hazretleri, ‘Bana bu evrâdı Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) âlemi mânâda öğretti. Her gece bana ders verip talim ederdi. Hatta yanında ezberledim’ buyurmuştur”. [Hamza bin Şemsad, Menbau’l-Esrar]
Ve yine aynı zat: ‘Evrâdın içinde ism-i Azam'ın 2 kere zikrolunduğunu ve bu ismi 40 kere tecrübe ettiğini söyleyerek, ne zaman ki kitabımda bu ism-i şerifin hangi yerde olduğunu beyan etmek murad ettiysem, her seferinde elim tutmaz, dilim lâl (konuşamaz) oldu. Anladım ki bu mevzuda bana izin verilmiyor’ demiştir.
Şeyh Ebu Ahmed (k.s.) şöyle buyurdu: ‘Evrâdın içinde bir ism-i şerif vardır ki, yer ile gök hazinelerinin kapıları bu isimle açılır’.
Muhammed Dımeşkî’den (k.s.) rivayet olundu ki, ‘Kim bu evrâdı hâlis bir niyet ile okursa, bedeninden bütün hastalıklar Allah Teala'nın izni ile kalkar’.
Bazı rivayetlerde ise Evrâd-ı Bahaiyye hakkında şu dikkat çekici açıklamaları görüyoruz:
‘Kim bu evrâdı okursa, Allah Teala ona nûr, hikmet ve yakîn ihsan eder. Sihirden, hasetten, nazardan korur; onun bütün sıkıntı ve üzüntülerini giderir. Ona izzet kapısı açılır’.
‘Bir kimse bu evrâdı okursa, ehl-i beyti arasında (ailesi içinde) kavgası olmaz, dirlik ve sevgi içinde geçinir. Ve onun üzerine nûrdan bir çadır kurulur, cinler ve şeytanlar o çadırı geçip eve giremezler’.
‘Her ne murad (hayırlı bir istek) için okunursa, Allah Teala'nın izni ile kabul olunacağı bildirilmiştir’.Evrâd-ı şerifeler, bâhusus ayet ve hadislerden derlenmiş me’sûr duâlar, tazarrû, niyaz ve ilticalar, istiğfar, salavât-ı şerife, kelime-i tevhid ve sair zikirlerden ibarettir. Muhteviyatında geçen ezkârın fazileti-ecri-mükâfatı, Efendimiz’in (s.a.v.) hadisleri ve evliyaullah’ın (k.esrarahum) ifade ve icma’larıyla sabittir. Akıl ve hafsalanın alamayacağı derecede büyüktür. "Ehl-i zikrin yanında 70 bin rûhânî bulunur. Evrâd-ı Şerif okuyanın yanında, 700 bin rûhânî bulunur." [Amme Cüz'ü Tefsir Notları, s. 113] O bakımdan öyle meclisleri kaçırmamaya, oralardan gafil olmamaya gayret etmek gerekir.Okunmasının hikmeti: Maneviyat erbabının bâtınî yolda terakkisi içindir. Bütün tarikatlerde, bâhusus Nakşî tarikatında bu yolun büyükleri tarafından Evrâd-ı Şerife tilâvetine büyük ehemmiyet atfedilmiştir. Kıymetini bilmek lazım...
Bu Evrâd-ı Şerif, hayırların, menfaatlerin celbi (temini-getirilmesi) ve kötülüklerin giderilmesi için okunabilir. Fakat unutmamak gerekir ki; günah veya dinen memnu’ ve mahzurlu olan birşey için okunmasında, dua kabul edilmeyeceği gibi okuyan da günahkâr olur, zarar görür.
“Şâh-ı Nakşibend hazretleri, ‘Bana bu evrâdı Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) âlemi mânâda öğretti. Her gece bana ders verip talim ederdi. Hatta yanında ezberledim’ buyurmuştur”. [Hamza bin Şemsad, Menbau’l-Esrar]
Ve yine aynı zat: ‘Evrâdın içinde ism-i Azam'ın 2 kere zikrolunduğunu ve bu ismi 40 kere tecrübe ettiğini söyleyerek, ne zaman ki kitabımda bu ism-i şerifin hangi yerde olduğunu beyan etmek murad ettiysem, her seferinde elim tutmaz, dilim lâl (konuşamaz) oldu. Anladım ki bu mevzuda bana izin verilmiyor’ demiştir.
Şeyh Ebu Ahmed (k.s.) şöyle buyurdu: ‘Evrâdın içinde bir ism-i şerif vardır ki, yer ile gök hazinelerinin kapıları bu isimle açılır’.
Muhammed Dımeşkî’den (k.s.) rivayet olundu ki, ‘Kim bu evrâdı hâlis bir niyet ile okursa, bedeninden bütün hastalıklar Allah Teala'nın izni ile kalkar’.
Bazı rivayetlerde ise Evrâd-ı Bahaiyye hakkında şu dikkat çekici açıklamaları görüyoruz:
‘Kim bu evrâdı okursa, Allah Teala ona nûr, hikmet ve yakîn ihsan eder. Sihirden, hasetten, nazardan korur; onun bütün sıkıntı ve üzüntülerini giderir. Ona izzet kapısı açılır’.
‘Bir kimse bu evrâdı okursa, ehl-i beyti arasında (ailesi içinde) kavgası olmaz, dirlik ve sevgi içinde geçinir. Ve onun üzerine nûrdan bir çadır kurulur, cinler ve şeytanlar o çadırı geçip eve giremezler’.
‘Her ne murad (hayırlı bir istek) için okunursa, Allah Teala'nın izni ile kabul olunacağı bildirilmiştir’.Evrâd-ı şerifeler, bâhusus ayet ve hadislerden derlenmiş me’sûr duâlar, tazarrû, niyaz ve ilticalar, istiğfar, salavât-ı şerife, kelime-i tevhid ve sair zikirlerden ibarettir. Muhteviyatında geçen ezkârın fazileti-ecri-mükâfatı, Efendimiz’in (s.a.v.) hadisleri ve evliyaullah’ın (k.esrarahum) ifade ve icma’larıyla sabittir. Akıl ve hafsalanın alamayacağı derecede büyüktür. "Ehl-i zikrin yanında 70 bin rûhânî bulunur. Evrâd-ı Şerif okuyanın yanında, 700 bin rûhânî bulunur." [Amme Cüz'ü Tefsir Notları, s. 113] O bakımdan öyle meclisleri kaçırmamaya, oralardan gafil olmamaya gayret etmek gerekir.Okunmasının hikmeti: Maneviyat erbabının bâtınî yolda terakkisi içindir. Bütün tarikatlerde, bâhusus Nakşî tarikatında bu yolun büyükleri tarafından Evrâd-ı Şerife tilâvetine büyük ehemmiyet atfedilmiştir. Kıymetini bilmek lazım...
Kaydol: Kayıtlar (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder