28 Aralık 2014 Pazar

AHİRETİN MENZİLLERİ

Kısaca Müellifin Hayatı
 Hacı Şeyh     Abbas-i Kummi Hicri 1294 yılında İran'ın Kum şehrinde dünyaya geldi. Gençliğini Kum'da geçiren Şeyh Abbas-i Kummi burada ilk önce fıkıh ve usul ilmini okudu, daha sonra yüksek tahsil için Necef'e gitti, orada büyük alimlerin ilminden istifade etti.
Muhaddis Kummi, özellikle de hadis ilminde Merhum Hacı Mirza Hüseyin-i Nuri'den büyük feyizler aldı.
Muhaddis Kummi bu kitabı ise Hicri 1347 yılında yazmıştır; Hicri 1359 yılında da vefat etmiştir. . .

 

 

 

Önsöz

 Hamd, alemlerin rabbi olan Allah'a; salat ve selam, Muhammed ve onun temiz soyuna olsun.
Peygamber'in Ehl-i Beyti'nin  hadislerine sarılan bendeniz Muhammed Rıza oğlu Abbas Kummi şöyle diyorum: “Akli ve nakli deliller, yolculuğa çıkmak isteyen birisinin, yolculuğu için hazırlık yapması gerektiğine hükmetmektedir. Hepinizin önünde gitmemiz zorunlu olan bir ahiret seferi vardır  ve bu kaçınılmaz bir yolculuktur. Herkesin gitmesi zorunlu olan bu yolculuğa hazırlıklı olmak büyük önem ve öncelik taşır.
Rivayete göre Ebuzer-i Gifari (r.a) Mekke-yi Mükerreme'ye geldiğinde Kabe'nin önünde duran hac için toplanmış halka söyle seslendi:
“Ey insanlar! Ben Seken oğlu Cündeb'im; ben sizin hayrınızı istiyor ve size acıyorum. Benim sözlerime dikkat edin. Ey insanlar! Sizden biriniz bir yolculuğa çıkmak istediğinde kendisi için yolculukta ihtiyacı miktarınca azık toplar ve hazırlık yapar. O halde önümüzde duran ahiret seferi için hazırlık yapmak bundan daha önemlidir.”
Orada bulunanlardan biri, “Bize bu hususta daha fazla açıklamalarda bulun” dediğinde ise Ebuzer şöyle buyurdu:
“Önemli işleriniz için hac amelini yapın, Kıyamet gününün zorluğu için bir gün (nafile) oruç tutun ve kabrin korkunç durumundan kurtulmak için gece karanlığında namaz kılın.”[1]
 İmam Hasan ise vefat edeceği zaman Ebi Ümeyye Oğlu Cünade'ye öğütte bulunarak şöyle buyurdu:
 “Ahiret yolcuğuna hazırlıklı ol ve bu yolculuğun azığını ecel yetişmeden önce hazırla.[2]
Çünkü ahiret yolculuğu uzun ve korkunç bir yolculuktur. Çetin menzilleri ve dar geçitleri vardır . Böyle bir yolculuk için iyice hazırlanmak ve yeterince azık toplamak gerekir. Bu işten bir an olsun gaflet etmemeli ve gece gündüzünü bu düşünceyle geçirmelidir.”
Geceleyin herkes evine çekilip uyuduğunda Hz. Ali (a.s) mescid ehli ve etraftaki evlerde bulunan herkesin duyacağı bir şekilde hüzünle şöyle seslenirdi:
“Allah size acısın! Hazırlananın ve seferiniz için hazırlık yapın. Ölüm çağrısını yapan melek göç emrini vermiş bulunmaktadır. Öyleyse dünyaya bağlanıp kalmayın. Salih amellerden oluşan bir azıkla bu dünyadan ayrılın. Hiç şüphesiz sizin önünüzde geçmeniz gereken çok çetin yerler, zor geçitler ve korkunç menziller vardır , bundan bir kaçış yolu da yoktur.” [3]
Biz bu kitapta Allah Teala'nın yardımıyla ahiret yolculuğunun zor geçitleri ve korkunç menzilleri hakkında açıklamada bulunup, bu yolculuk için yararlı olan bazı şeyleri zikredeceğiz.


[1] -  Bihar’ul- Envar, c. 93, s. 258.
[2] - Bihar’ul- Envar, c. 41, s. 139.
[3] - Nehc’ul- Belağa, 195. Söz.

27 Aralık 2014 Cumartesi

TASAVVUF NEDİR

Tasavvuf nedir?
CEVAPTasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz.
Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.
Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle:
Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.
Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.
Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur. 
Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.
Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.
Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.
Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir.
Tasavvuf, kadere rızadır.
Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir.
Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir.
Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır.
Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan, vasıl olmuş, yani maksada kavuşmuştur.
Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.
Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır.
Tasavvuf, ızdırap çekmektir. Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir.
Tasavvuf, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, evliyanın kalblerine gelen bilgilerdir.
Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır.
Tasavvuf, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir.
Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:


(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]


Allahü teâlânın gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi? Yanındaki iki meleğin, günah ve sevapları tespit etmekle görevli olduğunu yakînen bilen kimse, kötü işler yapabilir mi?
Tasavvufun yediyüzden fazla tarifi yapılmıştır. Hepsinin özü ehemmi, mühimme tercihtir. Yani çok önemli işi, önemli işten önce yapmaktır.
Ağlayan bir kimse görsek, hangi üzücü şeyin bu kimseyi ağlattığını bilemeyiz. Eğer ayağına diken battığı için ağlıyorsa, diken bize batmadığı için, ona verdiği ızdırabı anlayamayız. Bir delinin, ne için güldüğünü bilemeyiz. (Şunun için gülüyorum) dese bile, o hadise deliye tesir ettiği gibi bize tesir etmez. Aşığın hâli bir başkadır. Tasavvuf da böyle bir hâl işi olduğu için biz bilemeyiz.

Tasavvufta makamlarTasavvuf erbabından Mevlana Abdurrahman Cami hazretleri buyuruyor ki:


Tasavvufta, makamların sonuna varan mutasavvıflar iki çeşittir:


Birincisi, Peygamber efendimiz aleyhisselamın izinden giderek, kemale erdikten sonra, insanları irşad için halk derecesine indirilmiş irşad ehli olanlardır.

İkincisi, yükseldikleri derecelerde bırakılıp insanların yetişmesi ile vazifeli olmayanlardır. Bunlara evliya denir.
Tasavvuf yolunda yürüyenler de iki kısımdır:

Birincisi, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız Onu ister. [Yunus Emre’nin, "Bana seni gerek seni" demesi böyledir.]

İkincisi de Cenneti isteyen taliblerdir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:


(Tasavvuf ehlindeki haller ve marifetler, muhabbetin fazla olmasından hasıl oluyor. Allahü teâlânın sevgisi, bu büyükleri o kadar kaplıyor ki, başka şeylerin ismi ve cismi hatırlarına gelmiyor. Başka bir şey görmüyorlar. İster istemez, sevgi sarhoşluğu ile, üzerlerini bu halin kaplaması ile, başka şeyleri yok biliyorlar. Allahü teâlâdan başka bir şey görmüyorlar. [Hallac-ı Mansur’un "Enel-hak" demesi gibi.] Bu hallerin ve marifetlerin ötesinde başka kemaller ve üstünlükler vardır ki, o, kemalatın yanında bu haller ve marifetler, okyanus yanında bir damla gibidir.)


Tasavvuf, Yahudi veya Yunan filozoflarının uydurması değildir. Tasavvuf bilgilerinin hepsi Resulullah efendimizden gelmektedir. Bunların isimleri sonradan konulmuştur. Resulullahın, Peygamber olduğu bildirilmeden önce, kalble zikrettiği muteber eserlerde yazılıdır. 
Zikir ve nefs muhasebesi, Resulullah ve Eshab-ı kiram zamanında da vardı. Hicri 2. asır sonlarında, Ehl-i sünnetten, kalblerini gafletten koruyanların ve nefslerini Allah’a itaate kavuşturanların bu hallerineTasavvuf ve kendilerine Sofi ismi verildi. Kendine ilk defa sofi denilen zat, Ebu Haşim Sofidir. 

Tasavvuf, İslam ahlakı ile ahlaklanmak için gereken bilgileri öğreten bir ilimdir. Tıp ilmi, beden sağlığına ait bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf da kalbin, ruhun, kötü huylardan kurtulmasını öğretir, kalb hastalıklarının alametleri olan kötü işlerden uzaklaştırır, Allah rızası için güzel iş ve ibadet yapmayı sağlar. Zaten dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibadetin Allah rızası için yapılmasını emreder. Kısaca din, ilim, amel ve ihlastan ibarettir.

İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:


Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur. (Merec-ül bahreyn)
Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlakındandır.


Kötü sıfatlar, cahillik, öfke, riya, kin, haset, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmak, suizan, övünmek gibi şeylerdir.

Güzel huylar, ilim, tefekkür, rıza, hayâ, tevazu, merhamet, mürüvvet, cömertlik gibi güzel işlerdir. Kötü sıfatlardan kurtulmak ve güzel huylarla süslenmekle kalb temizlenmiş olur.
Huzura kavuşmak içinDünya ve ahiret iyiliklerine, rahat ve huzura kavuşmak için birinciolarak doğru bir iman sahibi olmak gerekir. Doğru bir imana kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek ve inanmak gerekir.

İkincisi, insanların saadeti için gereken şey, dinin emir ve yasaklarını öğrenmektir. Dinimizde bildirilen helali, haramı ve diğer hususları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir.

Üçüncüsü, kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, tasavvuf âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek gerekir.
Bir kimse doğru imana kavuşur, dinin emirlerini seve seve yerine getirirse enbiyaya, evliyaya ve melaikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennete kavuşmasına sebep olurlar.
Manen yükselmek dünya ve ahiret saadetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, yani benzinidir. Tasavvufun iki gayesi vardır: Birincisi, imanın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ buyurdu ki:

(Kalblere imanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.) [Rad 28]
Zikir, her işte, her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun rızasına uygun iş yapmak demektir. İkinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması için, nefsten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbadetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günah olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.

Evliyalığa kavuşturan yol tasavvufturİmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

İslam dininin bir sureti, bir de hakikati, özü vardır. Sureti, önce iman etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin suretine kavuşanların nefsi emmareleri inkârda ve isyan etmektedir. Bunların imanı, imanın suretidir. Kıldıkları namaz, namazın suretidir. Oruç ve başka ibadetleri de böyledir. Çünkü, nefs-i emmare, insan varlığının temelidir. Herkes (Ben) deyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefsleri iman etmemiş, inanmamıştır. Böyle kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız surete kavuşmayı kabul buyurmuştur. Bunları, razı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük ihsanıdır.
Evet, Cennet nimetlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin suretine kavuşanlar, Cennetin suretinden pay alacaklardır. Dünyada, İslam dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. Fakat, herbiri başka tat alacaktır. Resulullah efendimizin mübarek zevceleri Cennette, Resulullahın yanında olacak, fakat duydukları lezzet başka olacaktır. Eğer, başka olmasaydı, bu mübarek zevcelerin, bütün insanlardan [peygamberlerden] daha üstün olmaları lazım gelirdi. Her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. Çünkü zevceler, Cennette zevclerinin yanında olacaktır. İslam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umumi evliyalığa, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, (Vilayet-i hassa) denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefs-i emmarelerini itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayette, yani İslam dininin hakikatinde ilerleyebilmek için, İslam dininin suretini elden bırakmamak lazımdır.
Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, İslam dininin emrettiği bir ibadettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, İslam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır. Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir Rehber [Mürşid] aramak da, İslam dininin emrettiği bir şeydir. Maide suresinin 35. âyetinde,(Ona kavuşmak için vesile arayınız) buyuruldu. (Vesile, insan-ı kâmil demektir). Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, İslam dininin sureti de, hakikati de lazımdır. Çünkü, evliyalık üstünlüklerinin hepsi, İslam dininin suretine uymakla ele geçer. Peygamberlik üstünlükleri de, İslam dininin hakikatinin meyveleridir. Her üstünlükte Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak lazımdır.
Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, Allah’tan başka her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır. Allahü teâlânın ihsanı ile, kalb hiçbir şeyi görmez olursa, (Fena) denilen şey hasıl olur. (Seyr-i ilallah) tamam olur. Bundan sonra, (Seyr-i fillah) denilen yolculuk başlar. Böylece, (Beka) denilen şey hasıl olur ki, aranılan da budur. İslam dininin hakikati buradadır. Buna kavuşan zata (Veli) denir ki, Allahü teâlânın razı olduğu, sevdiği kimse demektir. Burada (Nefs-i emmare) mutmainne olur. Nefs, küfürden kurtulup, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden razı olur. Allahü teâlâ da, ondan razı olur. Kendini anlar. Büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur.

(2/50)

Fena-fillah, beka-billah
Sual: Evliyalığa, (Fena-fillah ve beka-billah) deniyor. Bunlar ne demektir?
CEVAP

Fena-fillah, kalbi Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden temizlemek, boşaltmaktır.

Beka-billah, Allahü teâlânın sevdiği şeylerle kalbi doldurmaktır.

Keşke bunları bilseydim diyecegimiz ve hayattan öğrenecegimiz 20 önemli ders

1. Fırsatları siz yaratmalı ve kovalamalısınız:
Fırsatlar çok nadiren kendisini aramayan birilerinin kapısını çalar. Fırsatları siz yaratmalı ve kendiniz aramalısınız. İnisiyatifi ele alıp işleri sizin yürütmeniz ve kapıları sizin açtırmanız gerekecektir.
2. Olumsuz düşünce size sadece daha fazla olumsuzluk getirir:
Olumsuz düşüncelere odaklandığınızda bütün görüp göreceğiniz nimet olumsuzluğun kendisi olacaktır. Hayatta olumlu şeyleri aramazsanız, olumlu şeyler başınıza gelse bile siz onun sadece olumsuz yanlarını görebiliyor olabilirsiniz.
3. Bulunduğunuz konum, sizin neler yapabileceğinizi belirlemez:
Evsiz biri de olsanız, konaklarda da yaşasanız, zengin veya fakir de olsanız veya hatta üniversiteden tam notla mezun da olsanız veya sınıfta kalmış olsanız bile; bunların gelecekte bir etkisi yoktur. Bu görüş açısını destekleyecek çok fazla sayıda başarı öyküsü vardır. Eğer azminiz ve yeteniğiniz varsa ulaşamayacağınız nokta yoktur. Kendi sınırlarınızı ve ufkunuzu siz kendiniz tayin edersiniz.
4. Başkalarına yardımcı olamıyorsanız, kendinize de faydanız yoktur:
Sadece başkaları için kapıyı tutmak veya buna benzer basit bir jest bile olsa sizin hayatınızda mucizeler yaratır. Hem kendinizi harika hissedecek hem de yaptığınız iyilik hayat yolunda bir şekilde size geri dönecektir, siz farketseniz de farketmeseniz de… Başkalarına yardım etmiyorsanız, onlar da size yardım etmeyeceklerdir ve aslında yardım etmeleri de gerekmiyor demektir.
5. Kişisel tutkunuzu takip edin, para da sizi takip edecektir:
Tutkunuz varsa ve işinizi yaparken keyif alıyorsanız ben buna “iş” demem. O işte yeni bir şeyler yaratmak için odaklanın ve daha fazla tutkuyla davranırsanız eninde sonunda para size gelecektir. Eğer sadece paraya odaklanırsanız, para size gelmeyecektir çünkü siz sadece miktara odaklanmışsınız demektir, kaliteye değil.
6. Kendinizden keyif alın:
Mümkün olduğunca hoşça vakit geçirin, herşeyi ciddiye almayın. Endişelerinizi kenara itin ve keyifli şeyleri yakınınıza çekin.
7. Eğer kolay olsaydı herkes yapardı:
İşte bu yüzden “çabucak zengin olma” reçetelerinin hiçbiri işe yaramaz. Eğer bu kadar kolayu ve çabuk yoldan zengin olmam mümkün olsa o zaman herkes milyoner olurdu. Para kazanmak ve size verilen görevi başarmak sıkı çalışmayı gerektirir ama harcadığınız çabaların karşılığını en sonunda alırsınız.
8. Planlı olmak iyidir ama spontan olmak da iyidir:
İş hayatında ve özel hayatta geleceği planlamak önemlidir ama bu planı çabucak değiştirebilecek durumda olmak da önemlidir. Bazen çeşitli insanlar ve olaylar planlarınızla sizin aranıza girecektir, işte o yüzden yeri gelince planlarınızı değiştirmeniz veya iptal etmeniz gerekecektir. Arada bir spontan olun, o zaman hayat çok daha ilginçleşecektir.
9. Pek çok yeteneğiniz var:
Yetenekli bir atlet veya müzisyen olabilirsiniz ama belki de sizin bilmediğiniz on tane daha yeteneiğiniz olabilir. İnsanlar iyi yapabildikleri bir şey bulunca genellikle ona odaklanırlar ve daha başka hangi alanlarda yetenekleri olabileceğini düşünmezler.
10. Ödül almaksızın sıkı çalışmayın:
Eğer hayat yolunda kendinize iyi davranmıyorsanız, rüyalarınız gerçekleştirmek için sıkı çalışmanın anlamı nedir? Büyük veya küçük başardığınız her zorluğun uygun bir ödlü olmalıdır, bir günlük tatil veya bir dilim kek gibi…
11. Para mutluluk getirmez:
Dediğim gibi, peşinde koştuğunuz asıl amaç para olmamalı ama para kazandığınız zaman bir şeyleri başarmış olduğunuzu bilirsiniz. Bunu bilmek de güzel bir histir ve size mutluluk verir çünkü kendi istediklerinizi yapacak daha fazla zaman ve özgürlük kazandığınızı da bilirsiniz.
12. Başka birinin başına her zaman daha kötüsü gelmiştir:
Bazen kötü bir gün geçirmişsinizdir ama kötümserliğe kapılmadan önce durun ve düşünün, her gün sizden daha kötü bir gün geçirmiş milyonlarca insan var şu dünyada.
13. Başkalarına ihtiyacınız var:
Elinizden geldiğince dost kazanın, arkadaş edinin. Ve asla köprüleri yakmayın. Başarı için başka insanlara ihtiyacınız olacaktır.
14. Açık fikirli olmak, daha fazla bilgi edinmenin anahtarıdır:
Dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek için açık fikirli olmanız gerekir. Herşeye bir şans verin.
15. Başarısızlık çok iyidir:
Başarıya giden en önemli adım değilse bile en önemli adımlardan biri başarısızlıktır. En azından bir kere başarısızlığa uğramanız şarttır ama bir kaç defa başarısızlığa uğrarsanız daha iyidir. Başka türlü öğrenmeniz mümkün olmayan bir sürü şeyi başarısızlıklarınızdan öğrenirsiniz. Ve bir gün nihayet başarıya ulaştığınızda bunun değerini daha iyi anlayacaksınız.
16. Pek çok insan gerçekten iyidir:
Bu gerçeği çok yakınlarda farkettim. Pek çok insan iyidir ama bunu yabancılara pek göstermezler. Siz onları tanıdıkça ve onlar da sizi tanıdıkça muhtemelen ne kadar iyi insanlar olduklarını göreceksiniz.
17. Sözler ve düşünceler herşeyi kontrol eder:
Söylediğiniz veya düşündüğünüz şeyler eninde sonunda gerçekleşir. Başarısız olacağınızı söylerseniz başarısız olursunuz çünkü bunun gerçekleşmesi için nasıl olsa bir yol bulacaksınız demektir. Başarılı olacağınızı söylerseniz de aynı şey olur, bunu gerçekleştirmek için nasıl olsa bir yol bulursunuz.
18. Bakış açınızı gerçekliğin ta kendisidir:
Bir olayı veya durumu nasıl görüyorsanız, o da öyle var olur. Bir şeyi trajik veya olumsuz olarak görüyorsanız, onun sizin için anlamı odur. Eğer bir şeyi heyecan verici ve olumlu olarak görüyorsanız, o zaman onun sizin için anlamı da öyle olacaktır.
19. İlham ve motivasyon her yerdedir:
Nerede olduğunuzun hiç önemi yok, orada mutlaka size ilham vercek veya sizi motive edecek bir şeyler vardır. Çok uzaktaki bir ülkede savaşa girmiş ve kendidinizi korkunç şartlar bulmuş olabilirsiniz ama gene de orada sizi hayatta tutacak ve daha iyi bir şeyler için çabalamanızı sağlayacak bir şeyler olacaktır. Size düşense o sebebi görüp tanımak ve asla kaybetmemektir.
20. Dünyayı değiştirebilirsiniz:
Her bir insanın doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı değiştirebilme gücü vardır. Kendi hayatınızı değiştirdiğinizde doğrudan veya dolaylı olarak dünyayı da değiştirmiş olursunuz. Kendi hayatınızı veya etrafınızdaki insanların hayatını değiştirdiğinizde dünyayı değiştirmişsiniz demektir. Yaptığınız küçük şeylerin dünyada büyük etkileri olabilir.

15 Aralık 2014 Pazartesi

Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı?.


Peygamberimiz dışında diğer peygamberlerimizin de namaz kıldıkları ifade edilmektedir. 
Diğer dinlerde de namaz ibadeti var mıydı?
Hz. Âdem'den (a.s.) Peygamber Efendimize (a.s.m.) gelinceye kadar bütün peygamberlerin tebliğ etmiş oldukları iman esasları birdir. Bu husus, peygamberlerin tebliğ ettikleri bütün hak dinlerin ortak bir hususiyetidir. Hiç bir peygamber iman esaslarını değiştirmediği gibi, ona her hangi bir ilâve de yapmamıştır. Hz. Adem (as) insanları nelere inanmaya çağırmışsa, son peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam da ümmetini o esaslara iman etmeye davet etmiştir.


İlâhî dinler arasında iman esasları hususunda hiçbir fark olmadığı gibi, bilhassa temel ibadetler hususunda da fark bulunmamaktadır.

İşte dinin direği mesabesinde olan namaz da bütün peygamberlere ve onların ümmetlerine farz kılınmış bir ibadettir. Fark, sadece vakitlerde ve rekât sayısındadır. Bize ise, sevap bakımından elli vakte denk, beş vakit olarak farz kılındı.

Namazın geçmiş ümmetlere de emredildiği hususu bizzat Kur'an-ı Kerîm'de ifade edilmektedir. Meselâ, bir âyeti kerimede Hz. İbrahim (as)’in devamlı namaz kıldığı ve neslinin de namaza devam etmelerini istediği şöyle haber verilir:

"Yâ Rabbi, beni ve benim neslimden olanları namaz da devamlı kıl. Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur." (İbrahim, 14/40)
Hz. Musa (as) da namazla emrolunmuştu. Mâide Sûresinin 12. âyeti kerimesinde İsrailoğullanndan namaz kılmaları hususunda kesin söz alındığı ifade edilir.

Hz. Şuayb (as) da çok namaz kılardı. Hatta bu sebeple kendisine hakaret edilmek istenmişti. Bu da Kur'an-ı Kerîm'de şöyle beyan buyurulur:
"Onlar dediler ki: 'Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terk edip mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?" (Hûd, 11/87)
Yine Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Ishak ve Yakub'un, Hz. Zekeriya'nın, Hz. İsa’nın (aleyhimüsselam) namaz kıldıkları bildirilmektedir.

Diğer taraftan oruç ve zekât da sadece Peygamberimizin (asm) ümmetine mahsus ibadetler değildir. Nitekim, Kur'an-ı Kerîm'de bu ibadetlerin diğer ümmetlere de farz kılınmış olduğu bildirilmektedir. Meselâ, Bakara sûresinin 183. âyetinde mealen şöyle buyurulur:
"Ey imân edenler! Oruç, sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Tâ ki, günahtan sakınıp takvaya eresiniz."
Evet, namaz, oruç, zekât ve daha birçok ibadetler diğer peygamberlerin şeriatlarında da vardı. Fakat zamanla Yahudi ve Hristiyanlar bu ibadetleri terk ettiler veya değiştirdiler. O halde, "Müslümanlar namazı Yahudilerden almışlar." demek yerine, "Cenâb-ı Hak namazı Yahudilere ve diğer ümmetlere de emretmiştir." demek daha doğrudur.
İlave bilgi için tıklayınız:
Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet

Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde

 Rükû ve Namaz Var mıydı?.

Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı 

Yahudilikte ve Eski Şeriatlerde Rükû ve Namaz Var mıydı?   "Namazı ikame edin (tam kılın), zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin." (2/Bakara, 43) Bu âyetteki hükümler, dolayısıyla mü'minlere emredilen, ilk plânda ise İsrâil oğulları muhâtap alınan emirlerdir. Bilindiği gibi Bakara suresi, 40. âyetten itibaren Benî İsrâil'e hitap edilmektedir. Bu âyetlerdeki emir ve yasaklar tüm müslümanlara emredilmekle birlikte;  ilk plânda yahudilere emredilip yasaklanmaktadır. O yüzden namaz kılmak, zekât vermek, cemaate devam etmek; hakkı gizlemekten ve hakkı bâtıl ile bulamaktan men etmek gibi emir ve yasaklar, İsrâiloğullarına hitap etmekle beraber, hükmü sadece onlara mahsus değildir. . "Sebebin hususî oluşu, hükmün genel oluşuna engel olmaz. İslâm şeriatinde de bu emir ve yasaklar vardır. "Siz de bunlara iman ve itaat edin" denilmiş olmaktadır.  Burada aklımıza şu soru gelebilir: Yahudilerde ve eski şeriatlerde namaz gibi bir ibadet var mıdır? Şimdiki yahudiler ve hıristiyanlar, namaz kılmadıkları için, bazı insanlar, eski ümmetlere ve peygamberlere namazı emredilmediğini zannederler. Bu zan yanlıştır. Zekât gibi, namaz da bütün peygamberlere ve dolayısıyla eski ümmetlere emredilmiştir; eski şeriatlerin tümünde namaz vardır: "Ey Meryem! Rabbine ibâdet et; secdeye kapan. Rükû edenlerle beraber sen de rükû et." (3/Âl-i İmran, 43) "Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve emin/güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: 'Tavaf edenler, itikâf yapanlar (ibadete kapananlar), rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun' diye emretmiştik." (2/Bakara, 125)  "Ona (İbrahim'e), İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lutfettik; her birini sâlih insanlar yaptık. Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendileri-ne hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi." (21/Enbiyâ, 72-73) "Çocuk (Hz. İsa) şöyle dedi: 'Ben Allah'ın kuluyum. O bana Kitab'ı verdi ve beni peygam-ber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." (19/Meryem, 30-31) "Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, rasül ve nebî idi. Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi." (19/Meryem, 54-55) "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrâil (Ya'kub)'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler." (19/Meryem, 58-59) 

"SİYONİZM YAHUDİLİK DEĞİLDİR"

"SİYONİZM YAHUDİLİK DEĞİLDİR" YAHUDİLER İSRAİL'E KARŞI YÜRÜDÜ


салон мебелиABD'de binlerce Yahudi İsrail'i protesto etti. 
Yaklaşık 100 bin Yahudi, 
New York'ta İsrail'in Siyonist politikalarına karşı eylem yaptı.
"SİYONİZM YAHUDİLİK DEĞİLDİR"
 Kendilerini Geleneksel Yahudiler olarak tanımlayan topluluk "Siyonizm Yahudilik değildir" şeklinde slogan attı. 
New York'ta 10 blok uzunluğunda bir caddeyi dolduran Yahudiler, İsrail'i ve İsrail ordusunu protesto etti.
Her Yahudi Siyonist midir?
Her Yahudi Siyonist midir?
Günümüzde İsrail’i eleştiren herkes anti-semitist olarak görülürken bir yandan da her Yahudi, Siyonist olarak algılanıyor. Peki Siyonizm’e karşı çıkmak, Yahudi düşmanlığı yapmak anlamına mı geliyor?
Siyonizm tarih sahnesine çıktığında çoğu Yahudi’nin buna karşı geldiği pek bilinmez. Örneğin en önemli Siyonist kurumlardan biri olan ‘Jewish Agency for Israel’in eski başkanı Avrum Burg, İsrailli kimliğinin onu insan ve Musevi olmaktan alıkoyduğunu belirtir. Burg’a göre “Günümüzde İsrail, yozlaşma çatısına, baskı ve adaletsizlik temellerine dayanmaktadır. Bu nedenle de Siyonist girişimin sonu artık hemen kapımızdadır.” İçeriden birinin bu sözleri dile getirmesi, bizzat içeri bir muhalefetin de söz konusu olduğunu ortaya koyuyor aslında. Son iki aydır devam eden İsrail Devleti’nin Filistin halkı üzerindeki zulmünden sonra “Acaba Museviler, kendi devletlerine karşı bir muhalefet sergiliyor mu?”, “Her Musevi Siyonist mi?”, “Siyonist, Musevi ve Yahudi kavramlarının hepsi aynı kapıya mı çıkıyor?” ve “Siyonizm’e karşı çıkmak ve muhalefet etmek Yahudi düşmanlığı yapmak anlamına mı gelir?” soruları akla geldi.  
    Öncelikle “Yahudi ile İsrailli” ve “Musevilik ile Siyonizm” kavramları arasında bir ayrım yapılması gerekiyor. Çoğu zaman her Yahudi, İsrailli olarak bilinir ya da her Musevi, Siyonizm’in destekçisi sanılır. Peki, işin aslı öyle midir? Birçok Yahudi, İsrail’in politikalarına ve içinde bulunduğu bölgeyi kan gölüne çevirmesine itiraz ederken Siyonizm’in hedef ve arzularının da karşısında yer alıyor. Geçmişten bugüne İsrail ve Siyonizm’in bizzat içeriden nasıl bir muhalefetle karşı karşıya olduğuna bakalım. Lakin daha önce “Nedir bu Siyonizm?” sorusunu soracağız.


SİYONİZM, dinî değil dünyevî bir yapı

 Siyonizm’in tarihi aslında bir nevi dünyevileşmenin de tarihi. Her ne kadar dinî bir oluşum gibi görünse de aslında Aydınlanma mirasından sonuna kadar faydalanan ve din dışı bir amaçtan beslenen siyasi ve ideolojik bir yapılanma. Siyonizm, 19. yüzyılın son yıllarında Orta Avrupa’da asimile olmuş Yahudiler arasında ortaya çıkmış. Bu kişiler de o dönemde Avrupa’yı kasıp kavuran sekülerleşme hareketine girişenler arasında yer alıyorlardı. İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Yahudilerin Siyonizm Karşıtlığı’ kitabının yazarı Yakov M. Rabkin’e göre Siyonizm, bir nevi hahamlara sırtını dönmüş ve moderniteyi arzulayan bir oluşum haline gelerek siyasi tarihe eklemlenmeye çalışmıştı.Yahudi kökenli Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl ile birlikte başladı aslında her şey. Herzl; milliyetçiliği benimsemiş, siyasi Siyonizm’i kurmuş ve bu fikri, daha sonra İsrail Devleti olacak olan topraklar üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’na taşımıştı. Herzl’in esin kaynağı ise o dönemde Orta ve Doğu Avrupa’yı kasıp kavuran etnik milliyetçilikti. Herzl’in tüm Yahudileri temsil etme gibi bir iddiası bulunmaktaydı. Fakat bu iddia hem Musevilik otoritelerini hem de cemaatin önde gelenlerini rahatsız ediyordu. Siyonizm’e muhalefet, Musevi cemaatler arasında daha ilk zamanlardan itibaren oluşmaya başlamıştı. Siyonizm’in amacı; farklı kültürleri benimsemiş, başka başka diller konuşan ve dünyanın dört bir köşesine dağılmış insan gruplarından seküler bir ulus meydana getirmekti. Siyonistlerin bu gruplara yeni bir dil vermesi, başka bir toprağa nakletmesi ve komşuları üzerindeki hâkimiyetlerini temin etmesi gerekiyordu. Böylesi bir radikal proje, Musevi kimliğine sıkıca tutunanlar tarafından sert bir muhalefetle karşılandı. İsrail Devleti’nin ilanına neden olan bağımsızlık savaşının ortasında Kudüslü Musevi bir grup şunu dile getiriyordu: “Kendimizin, karılarımızın ve çocuklarımızın, Tanrı korusun, Siyonist putperestlik adına ölüme sürüklenmesine olanak tanımayacağız. Tanrısızların, inançsızların, cahillerin ve sorumsuz bölücülerin yanlış, kaçık fikirleri nedeniyle, yüz binlerce Yahudi’den oluşan bütün bir nüfusu, boğazlanmaya giden kuzular gibi sürüklemesi ve bütün bir nüfusun masum bir güvercin gibi, kuzu kuzu ölüme gitmesi hayal edilemez.”
Umutlar ve hayal kırıklığı 1948’de kurulan İsrail Devleti, yüzyıllarca yersiz yurtsuz bir şekilde farklı coğrafyaları dolaşmış bir halka sözde vaat edilmiş toprakları sunuyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Soykırımı’nın kurbanı olan pek çok Yahudi, bu devleti bir ümit olarak görüyordu. Fakat devletin daha ilk yıllarından itibaren militarist ve baskıcı bir siyaset izlemesi, bu ümidi kısa zamanda bir hayal kırıklığına dönüştürmüştü. Söz konusu değişimi yaşayan insanlardan biri de ünlü Musevi entelektüel Hannah Arendt’ti. Arendt, bu yeni oluşumu insan özgürlüğünün ve demokrasinin geç kalmış bir zaferi olarak düşünüyordu. Ancak İsrail Devleti’nin tam tersi bir gerçeklik ürettiğine şahit olunca hayal kırıklığı içinde ABD’ye geri döndü. Arendt’in hayat hikâyesindeki bu rota değişikliği, aslına bakılırsa neredeyse bütün Yahudi entelektüeller için de geçerliydi. Zygmunt Baumann, Noam Chomsky, Tony Kushner, Michael Ratner, Judith Butler, Naomi Klein, Wallace Shawn ve birçok sağduyulu entelektüel, bu yeni devletin temellendiği zorba ideolojiye karşı çıkıyorlardı. Bu Siyonizm karşıtlığı, yalnızca Batılı eğitim almış düşünürlerle de sınırlı olmadı. Geleneksel Yahudi anlayışının içinden, bizzat Yahudi din adamları tarafından da Siyonizm’e hem bireysel hem de Musevi cemaatler adına itirazlar yükseldi.
Harediler ve Hasidlerin Siyonizm’le mücadelesi
Musevi cemaatleri arasında belki de en çok göze çarpan iki grubu oluşturuyor Harediler ve Hasidler. İki grup da oldukça muhafazakâr ve bir o kadar da Siyonizm karşıtı. İsrail Devleti’ni desteklemiyorlar ve Ortadoğu’daki şiddet ve terörün sebebi olarak İsrail’in politikalarını görüyorlar. Aynı zamanda Gazze’deki kuşatmanın da son bulmasını istiyorlar. İsrail Devleti’nin Yahudiliği siyasallaştırdığını ve alet ettiğini de özellikle vurguluyorlar. Kısacası dünyadaki tüm Yahudilerin Siyonist olmadığını, hepsinin İsrail Devleti’yle ve onun Yahudiler adına gerçekleştirdiği eylemlerle ilişkili olmadıklarını göstermeyi arzuluyorlar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm önemli Hasidizm merkezleri Amerika’ya taşınmak durumunda kaldı. İsrail Devleti’ne ve Siyonizm’e karşı tutumlarından dolayı İsrail’i değil, Amerika’yı tercih ettiler. İsrail kurulduğundan beri uç noktalarda bir eleştiri ve muhalefet örneği sergilediler. Bunun da bir karşılığı olacaktı elbette. Siyonist entelektüellerce kamuoyu önünde görmezden gelinen anti-Siyonist Harediler, pek çok Yahudi tarafından ‘Yahudi halkına ihanet edenler’ olarak görüldü. Toplumdan dışlanmaya ve ‘kirli çamaşırlarımızı herkesin içinde yıkamak’ suçlamalarına maruz kaldılar.
Anti-siyonizm, Yahudi düşmanlığı değildir

Doç. Dr. Nergis Canefe (York Üniversitesi): Siyonizm karşıtı Musevi fikir hareketleri ve siyasi örgütlenmelerin tarihi çok eskilere dayanıyor. Anti-Siyonizm’i benimseyenler, İsrail Devleti’nin bir Musevi devleti olarak değil, seküler ve demokratik bir devlet olarak tanımlanmasını arzu ediyorlar. İsrail’in Filistinli mülteciler üzerindeki tahakkümünün sona erdirilmesini, gerekirse ikili veya federal bir devlet yapısına dönüşmesi gerektiğini dile getiriyorlar. 1828’de Londra’da Edward Swaine tarafından kaleme alınan ‘Kapper Cemaati’ yayınından bu yana anti-Siyonistlerce binlerce doküman kaleme alındı ve organizasyonlar gerekleştirildi. Mesela günümüze yakınlığı bakımından söyleyebileceğimiz 1996 yılında Julia Caplan, Julie Iny ve Rachel Eisner isimli üç Yahudi kadın tarafından kurulmuş olan “Jewish Voice for Peace” (JVP) [Barış için Yahudilerin Sesi] bu konuda örnek bir organizasyon. JVP, gerek sosyal medya ağlarını kullanarak gerekse protesto hareketleri ve gösteriler düzenleyerek, İsrail ordusunun Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki işgalci durumuna karşı çıkıyor. Orduda zorunlu askerliğe karşı duran İsrail’li Refusnik’lerin (vicdani retçiler) davalarını üstlenen avukatlara destek sağlıyor.

İsrail’in meşruiyetini sorgulayan Yahudi çok

Roni Margulies: İsrail Devleti’nin 1948’de kurulmasıyla ve uyguladığı ırkçı, ayrımcı, militarist, genişlemeci ve emperyalizm yanlısı siyasetlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, Yahudiler arasında (hem İsrail’de hem Batı’da) bu siyasetlere karşı eleştirel duruş her zaman yaygın olmuştur. Dünya çapında ünlü olan pek çok Yahudi kökenli aydın, İsrail’i açıkça ve acımasızca eleştirmiştir. Bizzat İsrail’de geniş bir barış hareketinin yanı sıra, daha radikal Siyonizm eleştirileri de her zaman mevcuttur. Savaş dönemlerinde bile ve İsrail yasalarınca yasak olmasına rağmen gidip Arafat’la görüşen İsrail vatandaşları olmuştur. Siyonizm bir siyasi harekettir, bir devletin resmi ideolojisidir, o devletin siyasetlerini belirleyen bir yaklaşımdır. Anti-siyonizm gibi, bir devletin temel ideolojisine ve politikalarına karşı çıkmak, eleştirmek, muhalefet etmek tümüyle meşrudur. Siyonistler ve İsrail Devleti, en başından beri kendi politikalarını eleştiren herkesi anti-semitizm ile damgalamaya çalışır. Ama tümüyle gayri meşru bir damgadır bu. Ben İsrail Devleti’nin tüm politikalarına düşmanım, Yahudilere düşman olmam ise söz konusu bile olamaz. Hiç kimseye dininden, ırkından dolayı düşman değilim çünkü.

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion