AHİRET HAYATI ÖLÜM KABİR KIYAMET
Tercüme: Hüseyin Okur
Semerkand Yayıncılık
İÇİNDEKİLER
Kitap Hakkında......11
Mukaddime...........13
BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN ÖNCESİ ve SURA ÜFÜRÜLÜNCEYE KADAR OLAN HALLER
Ölümü Anmak ve Onu Sıkça Anmaya Teşvik....................19'
Sürekli Ölümü Anmanın Fazileti..........................................21
İslâm Büyüklerinin Konuyla İlgili Sözleri..............................24
Ölümü Hatırlamayı Kalbe Yerleştirmenin Yolları................27
Kısa Emelin Fazileti..... 30
Uzun Hayal Kurmanın Sebepleri ve Tedavi Yolları............36
Ölümden Önce Taat ve İbadette Acele Etmek ..................50
Can Çekişme Ânı ...... 54
Ölüm Sancılarının Şiddeti ve Ruhun Çıkış Şekli................58
Ölümün Âfet ve Musibetleri ................................................62
Ölüm Anında Takınılması Güzel Haller..............................69
Resûlullah'ın (s.a.v) Vefatı..................................................74
Hz. Peygamberin (s.a.v) Son Vasiyetleri............................76
Resûlullah'ın (s.a.v) Vefat Zamanı......................................79
Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk'ın (r.a) Vefatı ..................................84
Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı....... 86
Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı....................................................92
Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı .... 95
Hz. Hasan ve Hüseyin'in (r.a) Vefatları..............................96
Kabir Ehlinin Durumu ......................................................110
Kabir Ziyareti ve Ölülere Dua............................................111
Kabir Ziyaretinin Edepleri..................................................115
Ölülere Dua ve İstiğfarda Bulunmak ................................117
Ölüye Telkinde Bulunmak ................................................118
Mezarlıkta Kur'an ve Çeşitli Dualar Okumak....................120
Kabir Ziyaretinin Asıl Maksadı..........................................121
Ölümün Hakikati ...... 125
Ruhun Bedenden Çıkması Ne Demektir?........................126
Ruhun Hakikati ve Ölümden Sonraki Hali........................130
Ölüler işitir ve Görür mü? ................................................131
Ölümle Birlikte Kişinin Varacağı Yeri Görmesi..................132
Arifler ve Sâlihler Ölüm Hakkında Ne Dediler?................133
Ölümle Birlikte Kula Bahşedilen Nimetler ........................134
Ölen Kişi Hayattakilerden Haberdar mıdır?......................137
Kabrin Ölü ile Konuşması..................................................140
Müminin ve Kâfirin Kabirleri..............................................147
Kabir Azabı Nasıl Olur? Ruh Ölür mü?............................149
Soru ve Cevap ...... 154
Münker ve Nekir Meleklerinin Sorgulamaları....................155
Ölümden Sonra Akıl ve Şuur Kaybolur mu? ....................157
İKİNCİ KISIM SURA ÜFÜRÜLMESİNDEN CENNET ya da CEHENNEME VARINCAYA KADARKİ DURUMLAR
Sûr Denilen Aletin Çıkardığı Ses......................................166
Sûrun Şekli ve Mahiyeti....................................................167
Sûrun Üfürülmesinden Sonraki Bekleyiş..........................168
Halkın Mahşer Meydanında Toplanması..........................170
Mahşer Alanındaki Terleme..............................................174
Kıyamet Gününün Uzunluğu ....................................,.......177
Kıyametin Zorlukları ve Tehlikeleri....................................180
Kıyametin Diğer İsimleri....................................................183
Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları..............................186
Sorgulamanın Yapılması ..................................................189
Hesap Günü Allah'ı Görmek ............................................194
Müminlerin Hesaba Gizli Çekilmesi..................................196
Amel Terazisi ........ 200
Kullar Arasındaki Davaların Görülmesi .............................203
Boynuzsuz Hayvanın Boynuzludan Hakkını Alması ..........206
Kul Hakkından Kurtulmak Mümkün mü?..........................210
Sırat Köprüsü ....... 215
Sırat Köprüsündeki Tehlikeler..........................................218
Sırat Köprüsünden Geçenler............................................219
Şefaat ......... 222
Resûlullah'ın (s.a.v) Şefaati..............................................224
Kevser Havuzu ......... 233
Kevser Havuzunun Şekli ve Mahiyeti................................234
Cehennem ........... 238
Cehennemin Azap Vadileri................................................241
Cehennemin Diğer İsimleri................................................242
Cehennem Ateşinin Mahiyeti............................................243
Cehennem Halkının Ağlayışları........................................245
Cennet .......... 251
Cennet Nimetlerinin Mahiyeti ve Çeşitleri ........................251
Allah Teâlâ'nın Cemâlini Seyir..........................................257
Allah'ın Rahmetinin Genişliği............................................259
Hesapsız, Sorgusuz Sualsiz Cennete Girenler................267
Kıymetli okuyucularımız,
Elinizdeki eser, önümüzdeki en önemli bir işi ele almaktadır. Dünyadaki bir insanın ölümden ve ölüm ötesi hayata hazırlanmaktan daha önemli bir işi olamaz. İnsan bu dünyada kısa bir süre, âhirette ise ebediyen kalacaktır.
Yüce Allah bizim yaratıcımız, sahibimiz ve gerçek dostumuzdur. Âhiret O'nunla buluşma yurdumuzdur. Bu kesin bir hüküm, değişmez bir sonuçtur. Akıllı kimse, bu buluşmayı inkâr ve ihmal edemez.
Âhirete giderken iki türlü ölüm vardır: İmanlı ve imansız. Âhirette varılacak iki yurt vardır: Cennet veya cehennem. Orada ise iki sonuç vardır: Yüce Allah'ın rahmeti veya gazabı.
İşte büyük İslâm âlimi, hüccetü'l-İslâm unvanı ile meşhur imam Gazâlî (rah), elinizdeki eserinde, insanların mutlaka yaşayacakları bu gerçekleri en güze şekilde anlatmaktadır.
Bu çalışma ebediyete gitmekte olan bütün insanlara bir uyarıdır, yol haritasıdır, cennete giden yola çağrıdır, uyanma vesilesidir, tövbe sebebidir.
12
ÖLÜM ve SONRASI
Bu eser onu inanarak okuyan, hakikatini anlayan ve gereğince amel eden herkese cenneti ve Allah'ın cemâlini müjdelemektedir. Bundan öte hangi saadet vardır?
Bu kitap, İmam Gazâlî'nin (rah) meşhur eseri İhyâü Ulûmi'd-Dîn'in son bölümüdür. Müstakil olarak baskıları da vardır. Çeşitli tercümeleri yapılmıştır.
Bizler bu eseri Semerkand titizliği ve sorumluğu ile okuyucularımıza yeniden sunmayı gerekli gördük.
Eseri kıymetli hocamız Hüseyin Okur tercüme etti. Hocamız kitabın içinde geçen hadislerin kaynaklarını tesbit ederek güzel bir çalışma yaptı. Gerekli yerlere eklediği ara başlıklar ile tercümeye rahatlık kazandırdı. Mânaya sadık kalarak dil ve üslûp yönüyle en anlaşılır Türkçe'yi kullanmaya özen gösterdi. Bunda başarılı da oldu.
Eser baştan sona tarafımızca okunarak gerekli tashih ve düzeltmeler yapılarak siz kıymetli okuyucularımıza sunuldu.
Bu baskıda kitabın bazı bölümleri kısaltıldı. Bu kısaltmalar kitabın asıl konusuna bir zarar vermeden yapıldı. Bu, basım, alım ve okuma kolaylığı için düşünüldü. Eser tam tercümesiyle büyük boy olarak ayrıca basılacaktır.
Muhtemel hatalarımızı bize ulaştıranlardan Allah razı olsun.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
Dr. Dilaver SELVI
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ölümle zalimlerin ve zorbaların boyunlarını büken, kis-râların bellerini kıran, kayserlerin emellerini boşa çıkaran Allah'a (c.c) hamdolsun.
Bu zalim kimselerin kalpleri ölümü hatırlamaktan hep nefret etmiştir; fakat Allah'ın (c.c) hak olan vaadi gerçekleşmiş ve onları helak çukurlarına yuvarlamıştır. Onlar, saraylarından alınıp mezarlara konulmuş, rahat yataklarının aydınlığından lahitlerin karanlıklarına bırakılmışlardır. Câriye ve hizmetçileri ile oynaşmakta iken baykuşlara ve böceklere yem olmaya terkedilmişlerdir. Lezzetli yiyecek ve içeceklerle sürdürdükleri hayatlarından koparılıp toprak altında kıvranmaya bırakılmışlardır. Dostlarıyla beraber iken yalnızlığa itilmişler, yumuşak, atlas yataklarından felâketin kucağına atılmışlardır.
Bir bak! Onlar kendilerine ölümün gelmesini engelleyecek bir sığınak ya da bir kurtarıcı bulabilmişler mi? Kendilerini ölümden gizleyecek bir perde veya onu kendilerinden uzaklaştıracak bir koruyucu bulabilmişler mi? Bak yüce Allah ne buyuruyor:
"Sen, onların herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya on/ara ait cılız bir ses olsun işitiyor musun?"1
Meryem 19/97.
r
14
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
15
Kahır ve istilâsı ile tek olan, ebedîlik hakkını kendisinden başka kimseye vermeyen, takdir ettiği ölümle bütün mahlûkatı zelil eden; ölümü müttakiler için bir kurtuluş ve kendisiyle buluşma sebebi kılan; kıyamet gününe kadar kabri asiler için bir zindan ve dar bir hapis yapan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Zahirî (ve bâtınî; apaçık) nimetleri ihsan etmek, kahrıy-la intikam almak O'na mahsustur. Yerdekilerin ve gökteki-lerin şükrü; öncekilerin ve sonra gelenlerin hamdi O'nadır.
Apaçık mucize ve deliller sahibi Hz. Muhammed'e (s.a.v), onun âline ve ashabına çokça salât ve selâm olsun.
Bundan sonra deriz ki:
Ölümün kendisini yakalayacağını, yatacak yerinin toprak olacağını, toprak içindeki kurtların kendisinden hiç ayrılmayacağını, Münker ve Nekir meleklerinin sürekli kendisiyle beraber olacağını, kabrinin kendisine mekân, toprak altının da karargâhı olacağını, kıyametin kendisi için bir sözleşme yeri, cennet ve cehennemin son durak olduğunu bilen kişiye gereken; sadece ölümü düşünüp onu anmak; yalnızca ona hazırlanıp onun için tedbirler almak; ancak onu beklemek, onun derdine düşmek; tek kaygısı ölüm olup ona çare aramak ve daima onun gelişini gözetmek olmalıdır.
Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sayıp kendisini me-zarlardaki insanlar arasında görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey yakındır; uzakta olan ise hiç gelmeyecek olandır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Akıllı kimse, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için hazırlanandır."2
Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu kalben devamlı zikretmektir. Devamlı zikredebilmek ise onu hatırlatan şeylere kulak vermek ve dikkatini ona vermeyi sağlayacak şeylere yönelmekle mümkündür.
Bunun için biz burada ölüm olayının, ölümden önceki ve sonraki hallerin, kulun devamlı hatırlaması ve tekrar etmesi gereken âhiret, kıyamet, cennet ve cehennem ile ilgili konuların üzerinde duracağız. Sürekli ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir. Gerçekten ölümden sonrası için vakit ve kervan yaklaştı; ömürden az bir şey kaldı; fakat yüce Allah'ın, İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler"3 âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler.
Ölüm ve ölümle ilgili meseleleri iki kısımda ele alacağız.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/251; Mün-zirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4916. Enbiyâ 21/1.
BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN ÖNCESİ ve SÛRA ÜFÜRÛLÛNCEYE KADAR OLAN HALLER
. Ölümü anmanın ve ölümü anmaya teşvik
etmenin fazileti
* Kısa ve uzun emelin ne olduğu
. Ölüm sarhoşluğu (can çekişme), ölümün şiddeti ve ölüm anında yapılması uygun olan
güzel haller
. Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) ve ondan sonra gelen
râşid halifelerin vefatları
* Bazı halifelerin, devlet adamlarının ve sâlih insanların ölüm anında söyledikleri sözler
. Arif kişilerin cenaze ve kabirler hakkında bazı
sözleriyle kabir ziyaretinin hükmü
. Ölümün hakikati ve ölünün kabirde iken sûra
üfürülene kadar karşılaşacağı şeyler
* Rüyada keşif yoluyla, ölülerin hallerine dair
elde edilen bilgiler hakkındadır
Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah'ın (c.c) haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:
"De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir."4
İnsanlar üç kısımdır:
. Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar.
. Pişman olup yeni tövbe edenler.
. Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseler. Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar, ölümü hiç akıllarına
getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da dünyada yapamadıkları şeyler için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar.
Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, hatırlaması onu Allah'a yaklaştırmaktan daha çok uzaklaştırır.
Pişman olup tövbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tövbe etmesinin mânası tam yerine gelsin diye ölümü
4 Cum'a 62/8.
20
21
sıkça anar. Bazan o, daha azığını hazırlamadan ve tövbesi tamam olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması bakımından mazur görülür. Bu kişi Resûlullah Efendimizin (s.a.v),
"Kim Allah'a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez"5 hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve Allah'a (c.c) kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurlarından dolayı Allah'a kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları söylemektedir.
Bu kişinin durumu, sevgilisinin razı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mâna ile Allah'a (c.c) kavuşmayı kötü gören biri sayılmaz.
Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alâmeti, onun ölüm için daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba dahil olur.
Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseye gelince o dâima ölümü hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu arifler çoğu zaman ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkâr kimselerin doldurduğu bu dünyadan kurtulup âlemlerin rabbine kavuşmak için ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabeden Huzeyfe (r.a) vefatının son anlarında şöyle demiştir:
"Dost (ölüm), bana fakirlik halimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık duyan iflah olmaz. Allahım! Muhakkak
5 Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 17; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâ-ce, Zühd, 31.
sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de yaşamımdan bana daha sevimli idi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da sana kavuşayım."6
Günahlarından tövbe edip Allah'a güzel amellerle kavuşmak arzusunda bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, arif kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır.
Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah'a havale eden, nefsi için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi mevlâsı için en sevimli olanıdır. Böyle bir kimse ileri seviyedeki sevgi ve muhabbetinin çokluğundan dolayı rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef budur.
Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acı-laştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Lezzetleri kesip atan ölümü çokça zikrediniz."7
Yani, ölümü zikrederek dünya zevklerini kendinize acı-laştırın ki, ona olan bağlılığınız kopsun ve bu vesileyle de Allah'a yönelebilesiniz. Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde,
6 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/352.,
7 Hadisin bir başka rivayetinde geçen "hadim" ifadesi ile mâna, "Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça anın" şeklinde olmaktadır. Hadis için bk. Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321.
22
ÖLÜM ve SONRASI
"Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini hayvanlar bilselerdi, (korkudan erirlerdi de) onlardan besili bir et yiyemezdiniz"8 buyurmuşlardır.
Hz. Âişe (r.anh) Hz. Resûlullah'a, "Ey Allah'ın Resulü, şehitlerle beraber hasredilecek biri var mıdır?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehidlerle beraber haşredilecektir"9 buyurmuşlardır.
Ölümü anmanın bu kadar faziletli olmasının nedeni, insanı bu aldatıcı dünyadan uzaklaştırması ve âhiret için hazırlık yapmaya teşvik etmesidir. Ölümden gafil kalmak ise insanın dünyanın şehvetlerine dalmasına sebep olur. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki: "Ölüm müminin hediyesidir."10
Hz. Peygamber'in (s.a.v) böyle söylemesinin sebebi şudur: Bu dünya müminin zindanıdır; çünkü orada daima bir sıkıntı içerisinde olur. O, nefsine karşı mücahede, dünyanın zevklerine karşı bir riyazet ve şeytanın hilelerine karşı daima bir savunmanın içerisindedir. Ölüm, onun bu işkenceden kurtuluşudur. Dolayısıyla bu kurtuluş da kendisi için bir hediye olmuş olur.
Yine Resûl-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde, "Ölüm, her mümin için bir kefarettir"11 buyurmuşlardır.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10557; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 5126; ayrıca bk. Deylemî, a.g.e., nr. 5099.
Irâkî hadisi bu lâfızlarla bulamadığını söyler. Zebîdî, İthâfü's-Sâde isimli eserinde, isnadın Taberânî'nin el-Evsat'ında geçen rivayetini zikretmiştir. Rivayet şöyledir; "Ey Âişel Ümmetimin şehidleri azaldığı zaman, kim her gün yirmi beş defa, 'Allahıml Bu günümü ve bugünden sonrasını benim için hayırlı ve bereketli kıl' der de, sonra ya-tağındayken ölürse, Allah ona şehidlerin kazandıkları mükâfatı verir" (bk. Taberânî, el-Evsat, nr. 7672; Zebîdî, ithaf, 12/274).
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9884; Hâkim, el-Müstedrek, 4/319; ibn Hacer Askalânî, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 807; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 599; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5123.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9885, 9886; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 3/143; Hatîb, Târîhu Bağdat, 1/347; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42122.
İMAM GAZÂLÎ
23
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle şunu kastetmiştir: Gerçek müslüman, samimi mümin; müslümanların, onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Onda müminlerin güzel ahlâkları yerleşmiştir; o ufak tefek küçük günahların dışında büyük günahlarla kirlenmemiştir. İşte ölüm, kendisini o küçük günahlardan arındırır; farzları edâ etmiş ve büyük günahlardan sakınmış ise, ona kefaret olur (kötülüklerini temizler).
Atâ-i Horasânî anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) içinden kahkahaların yükseldiği bir meclise uğradı ve, "Meclisinizi zevkleri bulandıran şeyle karıştırınız" buyurdu. Oradakiler, "Ey Allah'ın Resulü, nedir o zevkleri bulandıran şey?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v), "Ölümdür"cevabını verdi.12
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ölümü çokça anın; zira o, günahları temizler ve gönlü dünyadan uzaklaştı-
rır.
'13
Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde de, "Ayırıcı (dünyadan kopana) olarak ölüm yeter"u buyururlar.
Bir başka hadislerinde ise, "Bir nasihatçi olarak ölüm yeter" buyurmuştur.15
Bir gün Allah Resulü (s.a.v) mescide vardığında birtakım insanların konuşup gülüştüklerini duydu; onlara,
12 İbn Ebü'd-Dünyâ hadisi, Kitâbü'l-Mevt a.öh eserinde Atâ-i Horasânî'den mürsel olarak rivayet etmiştir, bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42112; Zebîdî, İthaf, 14/18.
13 Sehâvî, el-Mekasidü'l-Hasene, 1/143; ibn Tolun, eş-Şezre, 1/132; Zebîdî, İthaf, 14/19. Beyhakî Şuabü'l-imârfda Hz. Peygamber'in kahkaha atarak gülen bir topluluğun yanına uğradıktan sonra, "Lezzetleri yakıp yok eden ölümü çokça anın" hadisini nakleder; bk. a.g.e., nr. 826.
14 Zebîdî, ibn Ebü'd-Dünyâ'nın hadisi, Bin ve's-Sıla adlı eserinde mürsel olarak rivayet ettiğini zikreder, bk. a.g.e., 14/19; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1931; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42115; Sehâvî, Makâşıdü'l-Hasene adlı eserinde, Beyhakî'nin Zühd kitabında bu rivayetin Fudayl b. iyâz'a ait bir söz olarak kaydedildiğini zikreder.
15 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 8331; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 18204; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42117.
24
"Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız"^ buyurdu.
Bir defasında, Allah Resûlü'nün yanında bir adamın ismi anılınca oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), "O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?"diye sordu; oradakiler, "Biz onun ölümü andığını hiç işitmedik" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v),
"O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş" buyurdular.17
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın yanında on kişi bulunuyordu, en son ben gelmiştim. Ensardan bir zat, "Ey Allah'ın Resulü! insanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:
İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah 'm ikramları ile giderler."18
Hasan-ı Basrî der ki: "Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı."
Rebî' b. Huseym, "Kişinin beklediklerinin içerisinde ölümden daha hayırlısı yoktur" demiştir. Yine Rebî şöyle diyordu: "Beni kimseye anlatmayınız; yalnızca rabbime havale ediniz."
Buhârî, Eymân ve'n-Nüzûr, 3 (nr. 6637); Tirmizî, Zühd, 9 (nr. 2319); Ahmed b. Han-bel, el-Müsned, 2/313;
Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 3622; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 18207. Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 12/13536; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 1676; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 9615; Zebîdî, ithâl, 14/20.
İMAM GAZÂLÎ
25
Hikmet ehlinden bir zat dostlarından birine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: "Ey kardeşim! Ölümü arayıp da bulamayacağın diyara (âhirete) göç etmeden önce bu dünyada iken ondan sakın, hazırlıklı ol."
ibn Sîrîn'in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini kaybetmişçesine dona kalırdı.
Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce ölümden, kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze varmışçasına ağlarlardı.
İbrahim-i Teymî şöyle der: "İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ'nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek."
Kâ'b Ahbâr, "Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve kederlerini çözmek kolay gelir" demiştir.
Ebû Bekir Mutarrif şöyle anlatır: "Bir gün Basra Mesci-di'nde idim. Uykudaki birinin gördüğü gibi ben de birinin şöyle seslendiğini gördüm: "Ölümü anmak, Allah'tan korkanların kalplerini paramparça etti. Allah'a (c.c) yemin olsun onları şaşkın bir halde görürsün."
Ebû Hânî Eş'as anlatıyor: "Hasan-ı Basrî'nin sohbetlerine devam ederdik. Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiret olayları ve ölümü anmak oluyordu."
Tabiînden Safiyye (rah) anlatıyor: "Kadının biri, Hz. Âi-şe'ye (r.anh) kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişe (r.anh) ona, 'Öyleyse ölümü çokça an; kalbin yumuşar' dedi. Kadın Hz. Âişe'nin dediğini yaptı; kalbi yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti."
Hz. İsa'nın (a.s) yanında ölümden bahsedilince vücudundan ter yerine kan damlardı.
Hz. Davud'un (a.s) yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde, mafsalları birbirinden ayrılma dercesine gelin-
26
ÖLÜM ve SONRASI
ceye kadar ağlar; Allah'ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi.
Hasan-ı Basrî der ki: "Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir."
Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birine, "Bana öğütte bulun" dedi. Âlim, "Sen ölecek ilk halife değilsin" dedi. Ömer, "Biraz daha nasihat et" deyince âlim şöyle devam etti:
"Hz. Âdem'e (a.s) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası sana gelmiştir." Bunları duyan Halife Ömer ağlamaya başladı.
Rebî' b. Huseym evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve, "Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur" derdi.
Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: "Şu ölüm var ya, servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız."
Ömer b. Abdülaziz, Anbese'ye şunları söylemiştir: "Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder."
Ebû Süleyman Dârânî (rah) anlatıyor: Ümmü Harun'a (rah), "Ölümden hoşlanır mısın?" diye sordum. O, "Hayır, hoşlanmam" dedi. "Niçin?" diye sordum, "Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah'a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki!" diye cevap verdi.
İMAM GAZALİ
27
Bil ki, ölüm korkutucu, tehlikesi ise çok büyüktür. İnsanların ondan gafil olmalarının sebebi onu az düşünüp az zikretmeleridir. Onu ananlar da kalplerini her şeyden arındırarak temiz bir kalple değil, dünya şehvetleri ile meşgul bir kalple andıklarından, bu onların kalplerinde bir tesir meydana getirmez.
Bunun çaresi, kulun gözünün önündeki ölümden başka, kalbindeki her şeyi çıkarıp atmasıdır. Bu aynen, tehlikeli bir çöl veya deniz yolculuğuna çıkacak kişinin düşüncelerini sadece bu yolculuk üzerine yoğunlaştırmasına benzer. Ölümün zikri kulun kalbine yerleştiği zaman, çok sürmez, ona hemen tesir etmeye başlar. Bunun sonucunda o kişinin dünyaya karşı keyfi azalır, kalbi onun şehvetlerine meyletmez.
Ölümü hatırlamanın kalbe fayda sağlamasının en tesirli yolu, senden önce göçen akranlarını ve emsallerini çokça anman, onların ölümlerini ve yıkılıp toprak altına girdikleri durumlarını hatırlaman, makam ve mevkilerindeki güzel şekillerini gözünün önüne getirmenle olur. Sonra, toprağın onların güzel suretlerini nasıl çürüttüğünü düşünmen, kabirlerinde âzalarının nasıl birbirinden ayrıldığını hayaline getirmen, kadınlarını dul; çocuklarını nasıl yetim bıraktıklarını, mallarını terkettiklerini görmen; onların mes-cidlerde ve meclislerdeki boş kalan yerlerine ibretle bakmanla olur.
Bir insan, ölen birinin bütün hayat safhalarını ve hallerini düşündüğünde, kalbinden onun nasıl öldüğünü düşünür; onun şeklini hayaline getirir; nasıl neşelendiğini, ko-şuşturmacalarını, hayat ve yaşam ümitlerini, ölümü hiç ha-
28
OLUM ve SONRASI
tırına getirmediğini, dünyalık şeylere aldanışını, kuvvetine ve gençliğine güvenişini, gülüşmeye, oyun ve eğlenceye meyledişini, önünde duran ve çabucak kendisine yetişen ölümden ve felâketten nasıl habersiz olduğunu, hayatta iken hareket halinde olduğunu fakat şimdi ayaklarının ve mafsallarının çürüyüp yok olduğunu, konuşan dilinin kurtlar ve böcekler tarafından nasıl yenildiğini, gülen dişlerinin arasının nasıl topraklarla dolduğunu, belki ölümüne bir ay dahi kalmadığı halde, ihtiyacı olmamasına rağmen on yılın sonrasının derdine düşüp tedbirlerini aldığını, hiç ummadığı gafil bir anında ölümün pençesine yakalandığını, ölüm meleğinin kendisine gözüküp cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu haber verdiğini hatırına getirir.
İşte bu düşüncelere dalan kimse nefsine bir bakar ve kendisinin de onun gibi olduğunu düşünür. Gafletinin onun gafleti, akıbetinin de onun akıbeti gibi olacağını anlar (ona göre çalışır ve maksadına ulaşır).
Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Ölüleri andığında kendini de onlardan biri olarak say."
İbn Mesud (r.a), "Bahtiyar kişi başkasından ibret alandır" demiştir.
Ömer b. Abdülaziz (rah) der ki: "Her gün, sabah akşam birini hazırlayıp Allah'a yolcu ettiğinizi, sonra da onu toprağın içine bıraktığınızı görmez misiniz? Böylece o, toprağı kendisine yastık ediniyor, dostlarından ayrılıp bütün her şeyden ilişkisini kesmiş bulunuyor."
Bu ve buna benzer düşünceleri devam ettirmek, kabirlere gitmek ve hastaları ziyaret etmek kalpte ölüm düşüncesini taze tutar; hatta bu düşünce onda öyle bir hal alır ki ölüm gözünün önünden ayrılmaz. İşte o zaman ölüme hazırlık başlamış ve dünyadan uzaklaşmış olur. Yoksa sadece ölümü kalbin dışıyla anmanın, onun hakkında tatlı tatlı
İMAM GAZÂLÎ
29
konuşmanın, ikaz ve uyarı hususunda faydası gerçekten çok azdır.
İnsan, dünya nimetlerinden bir şey hoşuna gittiğinde, hemen o anda bir gün ondan ayrılacağını aklına getirmelidir.
Bir gün İbn Mutî' evine baktı; onun güzelliğine hayran kaldı. Sonra, "Allah'a yemin olsun ki, eğer ölüm olmasa seninle sevinir, varacağımız dar bir mezar olmasaydı dünya ile gözlerimiz aydın olurdu" dedi ve yüksek sesle ağlamaya başladı.
30
İKİNCİ BÖLÜM (UZUN EMELİN TEHLİKESİ KISA EMELİN FAZİLETİ, UZUN EMELİN SEBEPLERİ ve TEDAVİ YOLLARI)
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Abdullah b. Ömer'e (r.a) şöyle buyurmuştur:
"Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını düşünme. Hayatından ölümün, sıhhatinden de hastalığın için bir şeyler ayır. Ey Abdullah, yarın isminin (halinin) ne olacağını hiç bilemezsin." 19
Hz. Ali'den (r.a) gelen bir rivayette Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizin için beni en çok korkutan şey; hevâya (şehvetlere) uymak ve uzun emeldir. Hevâya uymak sizin Hakk'a ulaşmanızı engeller. Uzun emel ise dünya sevgisinden
Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10543; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41.
İMAM GAZÂLÎ
31
kaynaklanır." Hz. Peygamber (s.a.v) sonra şöyle devam etmiştir:
"Dikkat edin! Allah Teâlâ dünyayı sevdiklerine de sevmediklerine de verir. Fakat bir kulunu sevdiği zaman ona imanı bahşeder. Dikkat edin! Bazı insanlar dinin, bazıları ise dünyanın derdine düşerler. Sizler dinin derdine düşün, dünyanın kulu kölesi olmayın.
.s
Dikkat edin! Dünya arkasını dönüp gitmektedir. Dikkat edin! Âhiret yönelmiş (size doğru) gelmektedir. İyi biliniz ki, sizler amelin olduğu fakat hesabın olmadığı bir dünyadasınız. İyi biliniz ki, sizler amelin olmadığı hesap gününe doğru yaklaşmaktasınız."20
Ümmü'l-Münzir (r.anh) anlatıyor: Bir akşam vakti Resûlullah (s.a.v) bir grubun yanına vardı, onlara, "Ey insanlar! Allah'tan utanmıyor musunuz?" buyurdu. Oradakiler, "Ne oldu ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Allah Resulü (s.a.v),
"Çünkü yiyemeyeceğiniz şeyleri biriktiriyor, ulaşamayacağınız hayallere kapılıyor ve içinde oturamayacağınız evler inşa ediyorsunuz" buyurdular.21
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) anlatıyor: Üsâme b. Zeyd, bir ay sonra ödemek üzere 100 altına Zeyd b. Sâbit'ten (r.a) bir câriye satın aldı. Bu haberi işiten Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
20 Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 44167; Zebîdî, İthaf, 14/36. Irâkî, hadisin tamamını ibn Ebü'd-Dünyâ'nın Kasrü'l-Emel adlı kitabında zikrettiğini söyler.
21 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebtr, 25/172; ibn Ebü'd-Dünyâ, Kasrü'l-Emel, nr. 5; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 10562; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/284; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 44162; Zebîdî, İthaf, 14/36.
32
"Üsâme'nin bir aylık vade ile yaptığı alışveriş sizin tuhafınıza gitmiyor mu? Gerçekten Üsâme uzun emel (uzun hayal) sahibi biriymiş. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, gözlerimi açtığımda bir daha kapatmadan, yukarı kaldırdığımda aşağıya indirmeden öleceğimi, ağzıma bir lokma aldığımda da onun boğazımda takılıp kalacağını ve Allah'ın (c.c) ruhumu kabzederek öleceğimi düşünürüm." Sonra Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Ey âdemoğullarıl Eğer akıllı iseniz kendinizi ölülerden sayınız. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, size vaad edilen (ölüm) mutlaka gelecektir, siz bunu engelleyemezsiniz."22
İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz su döktüğünde (hela ihtiyacını giderdiğinde) hemen akabinde teyemmüm alırdı. Ben kendisine, "Ey Allah'ın Resulü, yakınınızda su varken bu teyemmüm niye?" diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Bilemem; belki suya ulaşamam diye!"23
Rivayet edildiğine göre; bir keresinde Resûlullah (s.a.v) eline üç tane sopa aldı. Birini önüne, diğerini yan tarafına dikti. Üçüncüsünü de uzak bir yere... Sonra ashabına hitaben, "Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Re-sûl-i Ekrem (s.a.v) onu şöyle anlattı:
"Bu insan, bu eceli, bu da emelleridir (hayalleri). İnsanoğlu emellerinin peşinden koşarken, daha ona ulaşamadan eceli onu yakalayıverir."24
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10564; ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk, 8/75; Ebû
Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 6/94.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292; Begavî, Şer-
hu's-Sünne, nr. 4031; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276.
Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6760. Zebîdî, ithaf, 14/38; bk. Tirmizî, Emsal, 7.
İMAM GAZALİ
33
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"İnsanoğlunun durumu, etrafını doksan dokuz tane temenninin (arzu ve isteğin) kuşatmasına benzer. Eğer bu arzular onun yakasını bırakmışsa, artık iyice yaşlanmış demektir."25
İbn Mesud (r.a) demiştir ki: "Şu inşan, şunlar da onun etrafını saran tehlikelerdir ve ona doğru gelmektedir. Bu tehlikelerin ötesinde ihtiyarlık vardır. Uzun emel (boş beklentiler) ise ihtiyarlıktan sonra gelir. İnsan çeşitli temenniler içerisinde iken bu tehlikeler ona doğru gelmektedir. Allah neye emrederse, o kulun başına gelir. Bunlardan hiçbiri başına gelmeze, onu ihtiyarlık öldürür. O ise ihtiyarlığın ötesindeki bir şeyleri temenni edip durmaktadır."
Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: "Bir defasında Resûlullah (s.a.v) bize bir şey anlatmak için yere dörtgen çizdi. Ardından bu dörtgenin ortasına bir çizgi çekti. Bu çizginin yan tarafına doğru birçok çizgi çektikten sonra da bir çizgiyi dörtgenin dışına taşırdı. Sonra bize, 'Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?' diye sordu. Bizler, 'Allah ve Resulü daha iyi bilir' dedik. Resûlullah (s.a.v) ortadaki çizgiyi göstererek, 'Buinsandır'; (etrafındakini göstererek) 'Buda onu kuşatan ecelidir'; (ortadaki çizginin etrafını saran çizgileri göstererek) 'Bunlar ise insanı devamlı sıkıntı ile eriten olaylardır. Biri başa gelmese diğeri gelir, insanı yıpra-tır.' Dışarıya çıkan çizgiyi göstererek, 'Şu da insanın emelleridir' (hayalleri) buyurdular."26
25 Tirmizî, Kader, 14; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 2/241; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 1579.
26 Buhârî, Rikâk, 4; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 22; ibn Mâce, Zühd, 27.
34
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
35
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
İnsanoğlu yaşlandığı halde kendisiyle birlikte iki huyu sürekli kalır. Bunlar, dünya hırsı ve emelleridir (nihayetsiz hedefleri)."
Hadis bir diğer rivayette şöyledir: İnsanoğlu ihtiyarladığı halde kendisiyle beraber iki haslet genç kalır. Bunlar, dünya malına ve uzun yaşamaya olan hırsı."27
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: "Bu ümmetin ilk döne-mindekiler yakînî imanları ve zühdleri sayesinde kurtuldular. Son döneminde gelenler ise cimrilik ve uzun emel (nihayetsiz arzu ve istekler) nedeniyle helak olacaklardır."25
Şöyle anlatılır: Bir ara isâ (a.s) otururken yaşlı bir adamın kürekle yeri kazdığını gördü ve, "Allahım! Onun kalbinden nihayetsiz emelleri çıkar" diye dua etti. Biraz sonra adam işini bırakıp yere yattı, öylece bir müddet bekledi. Bunu gören İsâ (a.s), "Allahım! Ona emelleri iade et" diye duada bulundu. O anda adam ayağa kalkarak tekrar çalışmaya başladı, isâ (a.s) adamın yanına giderek neden bu şekilde davrandığını sordu. Yaşlı adam şöyle dedi:
"Bir ara çalışmakta iken nefsim bana, 'İhtiyarladın, daha ne zamana kadar çalışacaksın?' dedi, ben de küreği bir tarafa atıp yan yattım. Bu sefer de nefsim bana, 'Hayatta olduğun müddetçe maişetinin temini için çalışmak zorundasın' dedi, ben de kalktım, küreğime sarılıp çalışmaya başladım."
27 Müslim, Zekât, 114-115 (nr. 1046-1047); ibn Mâce, Zühd, 27 ; Tirmizî, Zühd, 28; Ah-med b. Hanbel, el-Müsned, 3/192; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4087.
28 Süyûtî, Câmiu's-Sagîr, nr. 9256; Miittakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 7388; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5281.
Hasan-ı Basrî (rah) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v) sahabelerine, "Hepiniz cennete girmek istiyor musunuz?" diye sordu. Sahabeler, 'Evet, ey Allah'ın Resulü" dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v),
"O zaman emellerinizi kısa tutun, ölümünüzü gözlerinizin önüne getirin ve Allah'tan tam manasıyla haya edin"
buyurdular.29
Resûlullah (s.a.v) bir duasında şöyle demiştir:
"Allahım! Âhirefm hayırlarına engel olan dünyadan sana sığınırım. Ölümün hayırlarını engelleyen hayattan sana sığınırım. Salih amel işlemeye mani olan uzun emelden sana sığınırım."30
29 İbn Ebü'd-Dünyâ, hadisin tamamını Kasrü'l-Emel adlı kitabında Hasan-ı Basrî'den mürsel olarak rivayet etmiştir. Zebîdî, İthaf, 14/41. Hadisin son kısmı için bk. Tabe-rânî, el-Mu'cemü'l-Keb"\r, 20/216; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/387.
30 ibn Ebü'd-Dünyâ, hadisi, Kasrü'l-Emel adlı kitabında Havşeb'den rivayet etmiştir.(bk. Zebîdî, İthaf, 14/41).
t'
36
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
37
Bil ki, uzun emel kurmanın (uzun hayaller peşinde olmanın) iki temel sebebi vardır:
. Dünya Sevgisi
. Cahillik
Dünya Sevgisi
Dünya sevgisine bağlanıp uzun hayaller peşinde olmak şöyle olur:
Kul dünyaya muhabbet gösterip onun şehvetlerine, lezzetlerine ve onunla alâkalı şeylere bağlandığı zaman ondan ayrılmak kendisine zor gelir. Muhabbetle bağlandığı şeylerden kendisini ayıracak olan ölümü anmayı istemez. Hoşlanmadığı tüm şeylerden kendini uzak tutar. İnsanın kalbi birçok kuruntu ile doludur. Nefsi daima muradına uygun düşler peşindedir. Bütün arzusu dilediği kadar dünyada kalabilmektir. Bunun için hep dünyayı düşünür ve içinde hep dünya için bir şeyler ölçüp biçmeye başlar.
Dünyada devamlı kalabilmek arzusuna bağlı olarak; mal, evlât, ev, dost, binecek ve diğer ihtiyaçları üzerinde planlar kurup hazırlıklar yapar. Kalbi bu düşüncelerin üzerinde durur, hep bunları düşünür. Ölümü anmaktan gafil kalır. Onun yakın olduğunu düşünmez.
Kimi zaman ölüm aklına gelse, onun için hazırlık yapma gereğini farketse de kendi kendine, "Daha gençsin, önünde çok uzun zaman var, vakti geldiğinde tövbe edersin" der. Yaşı biraz ilerlediğinde de, "İhtiyarlayınca tövbe edersin" der. İhtiyarlık gelip çatınca ise, "Bu evin inşaatını bitir, şu araziyi bakımlı hale getir, bu yolculuktan dön öyle, şu çocuğunu büyüt, evlendir, ev-bark sahibi yap, şu beni kahreden düşmanımın başına bir musibetin geldiğini göreyim öyle tövbe edeyim" diye hep erteler.
Cehennem ehlinin ekserisinin feryadı bugünün işini yarına bırakmaktandır. Onlar orada, "Yapmamız gerekenleri ertelediğimiz için eyvahlar olsun bize!" diyeceklerdir.
İbadet ve itaatlerini daima erteleyen zavallı kimse, bugün için ertelemek istediği şeyin, yarın tekrar kendisiyle beraber olacağını bilmez ki! Ancak o, bu süreyi uzatarak düşüncelerinin daha da kuvvetlenmesini ve derinleşmesini sağlamış olur. Dünyaya dalanın, onun bekçiliğini yapanın boş vakti olacağını sanır. Eyvah ki eyvah! Dünyanın meşgalelerinden ancak onu atanlar kurtulabilir. Şairin de dediği gibi:
Bitirememiştir hiç kimse dünyadan muradını, Bir haceti tükenirken diğeri alır yerini.
Bütün bu temennilerin ve boş hayallerin temelinde dünya sevgisi, onun şehvetlerine bağlılık ve Resûlullah Efen-dimiz'in (s.a.v) şu hadisinin mânasından gaflet vardır:
"Sevdiğini dilediğin kadar sev; hiç şüphesiz ondan ayrılacaksın. "31
I
Taberânî, el-Mu'cemü's-Sagîr, nr. 705; Hâkim, el-Müstedrek, 4/324; Hatîb, Târîhu Bağdat, 4/10; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1729, 1732.
38
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
39
Cahillik
İnsan bazan gençliğine güvenerek ölümün yakınlığını uzak görür. O zavallı, şayet beldesindeki ihtiyarlar sayılsa sayılarının gençlerin onda biri kadar bile olmadığını hiç düşünmez. Bunun sebebi, ölümün gençlerde yaşlılara oranla daha çok olmasındandır. Öyle ki, bir ihtiyar ölene kadar bin çocuk ve genç ölmektedir.
Bazan da kişi sıhhatine güvenerek ölümü ve onun ansızın çıkıp gelivermesini uzak bir ihtimal olarak görür. O gafil insan ölümün kendisine uzak olmadığını bilmez. Şayet ölümün onun yakasına yapışması uzak bir ihtimal olsa bile ansızın hastalanması pek yakındır. Zira tüm hastalıklar hiç beklenmedik bir anda belirir. Kişi hastalandığında da ölüm ona uzak olmuş olmaz.
Eğer bu gafil insan biraz düşünse, ölümün belli bir vaktinin olmadığını; genç, olgun, ihtiyar, yaz, kış, sonbahar, ilkbahar, gece, gündüz ayrımı yapmadığını bilir ve ona hazırlık yapmakla meşgul olurdu. Fakat bu gibi şeylerden cahil olması, dünyaya olan sevgisi onu uzun hayaller kurmaya çağırması ve yakın olan ölümü hatırlamaktan gafil kalması nedeniyle o kimse devamlı ölümün kendisinden çok ötede olduğunu zanneder. Bir gün ölümün başına gelip kendisini pençesine alacağını düşünmez.
O hep başkasının cenazesini kefenleyeceğini zanneder; kendisinin kefenleneceğini düşünmez. Bunun nedeni ölümü ve kefenlenmeyi daima başkalarının üzerinde görmesin-dendir.
Kendisinin ölümüne gelince; ondan hoşlanmaz; onu düşünmez bile! Çünkü o kendisi için hiç olmamıştır. Oldu mu da başka bir defa daha gerçekleşmez. Bu ilk ve sondur. Bunun için onun takip edeceği yol, kendisini daima
başkaları ile kıyaslaması, hiç şüphesiz kendisinin de cenazesinin omuzlar üzerinde taşınıp kabre bırakılacağını bil-mesidir.
Belki de, şu an kişinin kabri boşaltılmış, lahdinin üzerine konulacak tuğlalar hazırlanmıştır; onun ise hiçbir şeyden haberi yoktur. Gerçekten bugünün işini yarına ertelemek koyu bir cehalettir.
Uzun hayaller peşinde olmanın sebeplerinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğin zaman onun tedavisinin bu sebepleri ortadan kaldırmak olduğunu anlarsın.
Cehaleti ortadan kaldırmanın yolu, huzurlu bir kalp ve safi bir düşünceyle tefekküre dalmak, kalpleri tertemiz olan insanların hikmetli sözlerine kulak vermektir.
Dünya sevgisini kalpten çıkarıp atmaya gelince; bunu gönülden çıkarmak gerçekten zor bir iştir. Bu öyle müzmin bir hastalıktır ki onun tedavisinde öncekiler ve sonrakiler âciz kalmışlardır. Onun tek bir ilâcı vardır, o da âhiret gününe iman etmek; oradaki azabın büyüklüğüne ve sevabın çokluğuna inanmaktır. Kişi ne zaman bunlara yakînî bir iman ile inanırsa dünya sevgisi ondan çekip gider. Çünkü değeri büyük olan şeyleri istemek, kıymetsiz olan şeyleri kalpten silmek demektir.
Kul dünyanın basitliğini gördüğü, âhiretin'de ihtişamının farkına vardığı zaman artık dünyaya tenezzül etmez. Doğudan batıya dünyanın bütün nimetleri kendisine verilse dahi o dönüp bakmaz. Dünyadaki nasibinin azıcık bir şey olduğunu, bunun da insanı kederlendiren, midesini bulandıran şeyler olduğunu bildikten sonra nasıl ona iltifat etsin ki? İnsan böyle bir dünya ile nasıl sevinebilir? Âhirete iman eden birinin kalbinde dünya sevgisi yerleşebilir mi?
I
40
OLUM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
41
Allah Teâlâ'dan sâlih kullarının dünyayı gördükleri gibi bize de göstermesini dileriz.
Ölümü hatırlayabilmek için, emsal ve akranlarının ölümlerini düşünmekten, onların cenazelerine ibretle bakmaktan daha etkili bir tedavi yolu yoktur. Bak, ölüm nasıl hiç ummadıkları bir anda onları yakalayıverdi?
Ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlanan gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiştir. Uzun hedefler peşinde koşan ise gerçekten büyük bir hüsran ve zarar içerisindedir.
işte bunun için insan her an, her saat etrafına ve azalarına ibret nazarıyla bakmalı, kabirde kurtların kendisini nasıl kemireceklerini, kemiklerinin nasıl ufalanıp dağılacağını, haşere ve böceklerin hangi göz bebeğinden yemeye başlayacaklarını, vücudunda ne varsa hepsinin o böceklere yem olacağını düşünüp orada Allah rızâsı için öğrenilen ilimden ve yapılan amelden başkasının fayda vermeyeceğini tefekkür etmesi gerekir.
Yine aynı şekilde karşılaşacağı kabir azabını, Münker ve Nekir'in sorgulamalarını, tekrardan dirilmeyi ve hesap için toplanmayı, kıyametin korkutucu hallerini, o büyük arz günündeki hesaba gelin çağrısını düşünüp hayalinde canlandırmalıdır.
İşte bu ve benzeri düşünceler ölümü anmayı kalbe sevimli hale getirir ve insanı ona hazırlık yapmaya sevkeder.
Bil ki, insanlar bu hususta farklı derecelere sahiptir. Bazısı dünyada ebedî olarak kalmayı ister ve buna arzu duyar. Bunların durumu hakkında âyet-i kerimede şöyle buy-rulur:
".. (Onlardan) her biri bin yıl yaşamayı arzular."32
Kimileri yaşlanıncaya kadar gördüğü en ihtiyar insanlar kadar yaşamayı ister. Bunlar dünyaya karşı aşırı muhabbet besleyenlerdir. Bunlar hakkında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İhtiyar kimse yaşlılıktan dolayı boyun kemikleri birbirine geçse dahi o, dünya sevgisinde gençtir. Ancak takva sahipleri böyle değildir. Onlar ise pek azdır."33
İnsanlardan bir kısmı sadece önündeki bir yılın temennileri içerisindedir. O senenin haricindeki zamanlar için herhangi bir şeyle meşgul olmaz, gelecek yıl yaşayabileceklerini düşünmezler. Onlar yazın kış için; kışın da yaz için hazırlıklar yaparlar. Kendilerine bir yıl kadar yetecek miktarda erzak topladıkları zaman ibadete koyulurlar.
I
32 Bakara 2/96.
33 İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, 1/243. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk, 5 (nr. 6420-6421); Müslim, Zekât, 113-115 (nr. 1046).
42
ÖLÜM ve SONRASI
Bir kısmı mevsimlik ümitler içindedir; yazda ise yaz, kışta ise kışın hazırlıklarını yaparlar. Onlar yazda iken kışlık; kışta iken de yazlık elbise telâşına düşmezler.
Onlardan bir kısmı temennilerini sadece bir gün ve geceye yani yirmi dört saate hasretmişlerdir. Yalnızca o günün hazırlığını yaparlar, yarın için asla bir hazırlıkta bulunmazlar.
İsâ (a.s) şöyle demiştir: "Yarının rızkı için düşünüp durmayın. Eğer yarın için ömrünüz varsa elbette rızkınız da onunla beraber gelir. Yok, eğer yarına ulaşamayacaksanız başkasının hayatı için kaygılanmayın."
Bazı insanlar da vardır ki onların temennileri bir saati bile geçmez. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a şöyle buyurmuştur:
"Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını düşünme."34
Aynı şekilde bazı insanlar da bir saat dahi yaşayabileceklerini düşünemezler. Nitekim Resûlullah Efendimiz (s.a.v) su döktükten sonra suya yakın olmasına rağmen hemen oracıkta teyemmüm almış, bunun nedenini soranlara da, "Belki suya ulaşamam diye (böyle yaptım)!"35 demiştir.
Kimilerinin de ölüm hep gözlerinin önündedir. Sanki her an öleceklermiş gibi onu gözetleyip dururlar. Bu kişiler, namazlarını sanki dünyaya veda edecek olan kişilerin namazları gibi kılarlar. Bu hususta Muâz b. Cebel'den (r.a) gelen bir rivayet vardır; şöyle ki:
Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10543; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü'l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292; Begavî, Şer-hu's-Sünne, nr. 4031; Halîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276.
İMAM' GAZALİ
43
Resûlullah (s.a.v) kendisine, imanının hakikati nedir diye sorduğunda Muâz (r.a), "Bir adım attığımda diğer adımımı yere basamayacağımı düşünüyorum"36 demiştir.
Habeşistanlı sâlihlerden olan Esved hakkında şöyle anlatılır: Bir gece namaz kılarken (her namazı bitirdiğinde) sağına soluna bakınıyormuş. Oradan biri, "Neden sağına soluna bakınıp duruyorsun?" diye sorduğunda Esved, "Ölüm meleği hangi tarafımdan gelecek diye bakmıyorum" demiştir.
İşte insanların mertebeleri bunlardır. Her birinin Allah (c.c) katında dereceleri vardır. Bir ay bir gün yaşam arzusunda bulunan biriyle sadece bir ay yaşamak arzusunda bulunan elbette bir değildir. Bu ikisinin arasında Allah katında dereceler vardır. Zira âyet-i kerimelerde,
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez"37
"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür"3a buyrul-muştur.
Emelleri (hedefleri) kısa tutmanın belirtileri, amel ve ta-atlerde aceleci davranmada belli olur. Her insan hedeflerini kısa tuttuğunu iddia eder; fakat yalanı hemen belli olur, çünkü yaptıkları bunu gösterir. Zira bazan öyle şeylere özen gösterir ve önem verir ki, o sene içinde asla ona ihtiyacı olmaz. İşte bunlar, onun emelini uzun tuttuğunun göstergesidir.
Allah'ın yardımı ile hayırlarda muvaffak olmanın alâmeti, kişinin ölümü daima gözünün önünde bulundurması, ondan bir an dahi gafil kalmaması ve ölümün her an kendisine geleceğini düşünerek hazırlıklar yapmasıdır. Bu kul,
36 Ebû Nuaym, Hilyetü'l Evliya, 1/304-305.
37 Nisa 4/40.
38 Zilzâl 99/7.
44
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
45
İl
akşama kavuşursa Allah'a, kendisine itaat etme kuvvetini ve kudretini bahşettiği için şükreder. Gündüzünü zayi etmediği, bilakis ondan nasibini tamamlayıp âhireti kazanma yolunda nefsi için azıklar topladığı için sevinir. Sabaha çıktığı zaman da aynı şekilde yapar.
Ne var ki, bu düşüncelere sahip olmak, ancak kalbini yarına ait temennilerden boşaltmakla mümkün olur. İşte böyle biri öldüğü zaman mutlu bir şekilde hayata gözlerini kapar ve âhiret zengini olur. Eğer ölmez de hayata devam ederse ölüm ve ötesi için daha güzel hazırlıklar yapabileceği, Allah'a daha çok münâcâta bulunacağı için sevinir. Ölüm onun için bir mutluluk, hayat ise amel defterlerini hayırlı doldurmak için bir fırsattır.
Ey zavallı insan! Durum ve hal böyle olunca, ölüm hep aklında bulunsun. Zira bu yolculuk içerisinde ölüm daima seni kendine doğru çekmekte, sen ise bundan gafil bir halde bulunmaktasın. Belki sen alacağın yolu bitirdin, menziline çoktan vardın!
Ölüme hazırlanmanın son yolu, evvelce boşa harcadığı nefesleri şimdi birer ganimet bilerek hemen amele sarılmaktır.
Şunu iyi bil ki, bir kimsenin gurbette iki kardeşi olsa ve onlardan birinin yarın, diğerinin de bir ay ya da bir sene sonra geleceğini beklese, elbette bir gün sonra gelecek olan kardeşi için hazırlıklar yapmaya başlar. Hazırlık yapmak beklenenin yakın olduğu anlamına gelir. Şu halde ölümün kendisine bir yıl sonra geleceğini bekleyen kimse, bu süre ile oyalanır durur. Bu müddetin ötesindeki şeyleri unutur. Artık o her sabah bir seneyi bekler durur. Geçen hiçbir gün o seneden hiçbir şey eksiltmez, işte bu, sürekli onun amel ve ibadetlere koşmasını engeller. Bu bir senenin kendisi için çok uzun bir zaman olduğunu düşünerek devamlı amellerini yarına erteler. Bu kimseler hakkında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizin dünyadan beklediği, azdıran bir zenginlik veya âhireti unutturan bir fakirlik veya (safsatalar içerisinde) bunatan bir ihtiyarlık yahut ifsat eden bir hastalık veya acele gelmesini istediğiniz bir ölüm ya da deccâlden
46
ÖLÜM ve SONRASI
başkası değildir. Deccâl ise (şimdilik) gözükmeyen, beklenen bir serdir. Yahut dünyadan beklediğiniz kıyamettir; kıyamet ise çok dehşetli ve çok acıdır. "39
İbn Abbas (r.a) rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a.v) adamın birine nasihatte bulunurken şunları söyledi:
"Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil:
. İhtiyarlığından önce gençliğinin.
. Hastalığından önce sıhhatinin.
. Fakirlikten önce zenginliğinin.
. Meşguliyetinden önce boş zamanlarının.
. Ölümünden önce hayatının."40
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"İki nimet vardır ki insanların çoğu onda aldanmışlardır: Bunlar sağlık ve boş zamandır."^ Yani insanların çoğu bu iki nimetin kıymetini ellerinden çıkana kadar bilmezler.
Yine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Tehlikelerden) korkan kimse, gecenin ilk kısmında yol alır. Geceden yol alan da menziline varır. İyi bilin ki Allah'ın (sizlere vermek istediği) malı pek pahalıdır. Dikkat edin! Allah'ın malı cennettir."42
39 Tirmizî, Zühd, 3; Münzirî, et-Tergfb ve't-Terhîb, nr. 4913.
40 Hâkim, el-Müstedrek, 4/306; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 44031.
41 Buhârî, Rikâk, 1 (nr. 6412); Tirmizî, Zühd, 1 (nr. 2304); ibn Mâce, Zühd, 15 (nr. 4170).
42 Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 18 (nr. 2450); Hâkim, el-Müstedrek, 4/308; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5348. İbnü'l-Alâ demiştir ki: "Hadis-i şerifte bahsedilen korkudan maksat, Allah korkusudur. Gecenin ilk kısmından kastedilen, âhiret yolculuğudur. Hadisi zahirî mânada aldığımızda, gecenin iik kısmını yolculuğa tercih etmek eşkıyalardan korunmak içindir. Hadis-i şerifte anlatılmak istenen şey, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için bir an önce sâlih amellere sarılmaktır. Menzile ulaşmaktan kastedilen ise, hayırlı ameller işleyerek kurtuluşa ermektir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/67).
İMAM GAZÂLÎ
47
Hz. Peygamber (s.a.v) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Sûra ilk üfürülmenin zamanı geldi. Ardından ikinci üfü-rülüş gelecek. Ölüm ise tüm ağırlığı ile gelmiştir. "43
Resûlullah (s.a.v) ashabında bir gaflet veya aldanış sezdiğinde yüksek sesle onlara, "Ölüm size kesin olarak gelecek! Ya şekavetle ya da saadetle."44
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiğine göre, Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ben bir uyarıcıyım, ölüm size aniden gelecek bir şeydir, kıyamet ise buluşma (ve hesaplaşma) yeridir."45
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: "Güneşin hurma dallarının üzerinde görüldüğü ve artık batmaya doğru meylettiği bir (ikindi) vaktinde Allah Resulü (s.a.v) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
"Şu günümüzden geçen süre içerisinde (akşama kadar) ne kadar vakit kaldı ise, dünyanın ömründen de (kıyametin kopması için) o kadar vakit kalmıştır."46
Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur:
"Dünya baştan aşağı yırtılmış, sonundan (tek bir iple) bağlı kalmış bir elbise gibidir. O ip de nerdeyse kopmak üzeredir."47
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 23 (nr. 2457); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/136; Hâkim, el-Müstedrek, 2/513, ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk, 7/331; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10579; Kurtubî, el-Câmi', 10/170. Rivayetin ilk kısmı şöyledir: Hz Peygamber (s.a.v) gecenin dörtte biri geçtiği zaman kalkar ve şöyle buyururdu: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin..."
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10568, 10569; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42099 Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6149; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 17693; ibn Kesîr, Tefsiru Kur'âni'l-Azîm, 6/2601.
Tirmizî, Fiten, 26 (nr. 2191); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/19; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 1101; Hâkim, el-Müstedrek, 4/505.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10240; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/138, Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 6301.
48
ÖLÜM ve SONRASI
Câbir (r.a) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (s.a.v) hutbelerinde kıyametten bahsettiği zaman sanki bir düşmanın gelişini haber veriyormuş gibi sesini yükseltirdi. Öyle ki yanakları kıpkırmızı olurdu.
Yine bir defasında böyle bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: "Sizinle beraber sabahladım ve sizinle beraber akşamladım. Ben kıyamete yakın bir zamanda gönderilmiş bir peygamberim."48
Hz. Peygamber (s.a.v) bunu, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek ifade etmişti.
Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: Bir defasında Resûlullah (s.a.v) En'âm sûresinin 125. âyeti olan, "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar"49 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
"İman nuru kişinin göğsüne (kalbine) girdiği zaman göğsü genişler." Oradaki sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü, bunun alâmeti var mıdır?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, bu aldatan dünyadan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve ölüm gelip çatmadan önce onun için hazırlıklar yapmaktır" buyurdu.50
Süddî, Mülk sûresinin ikinci âyeti olan, "O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır"^ âyetinin tefsirinde, "Hanginiz daha çok ölümü hatırlar, hanginiz ölüm için daha güzel hazırla-
48 Buhârî, Rikâk, 39, (nr. 6503-6505); Müslim, Cum'a, 43 (nr. 867); Nesâî, Ideyn, 22 (nr. 1577); ibn Mâce, Mukaddime, 7 (nr. 45); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/124; ibn Haoer, Fethü'l-Bâri isimli eserinde hadisin son kısmı için şu mânayı da verir: "Benimle kıyametin kopuşu arasında az bir zaman kalmıştır" (bk. a.g.e., 13/151).
49 En'âm 6/125.
50 Beyhakî-, Şuabü'l-imân, nr. 10552; Hâkim, el-Müstedrek, 4/311; Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 302; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 3/355.
51 Mülk 67/2.
49
nır ve ondan korkarak sakınır ve tedbirler alır diye bunları yarattı" demiştir.
Sahabeden Huzeyfe (r.a) demiştir ki: "Her sabah ve akşam bir münadi, 'Ey insanlar! Yolculuk var, yolculuk var!' diye seslenir, zira âyet-i kerimede, ölüm hakkında,
'O (cehennem) insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için büyük uyarıcı musibetlerden biridir' 52> denilmiştir."
Temîmoğullan'nın azatlısından Şüheym-i Medenî şöyle demiştir: "Bir keresinde Âmir b. Abdullah'ın yanına uğradım, namaz kılıyordu; ben de oturdum. O acelece namazı bitirdi, bana döndü ve, 'Hacetini söyle, çünkü acelem var' dedi. Ben, 'Hayrola, acelen neyedir?' diye sordum, bana, 'Allah sana rahmetiyle muamele etsin! Ölüm meleği yaklaşmakta' dedi ve benim hacetimi giderdi. Ben onun yanından kalktıktan sonra hemen namaza koyuldu."
Davud-i Tâî bir yerden geçmekte iken adamın biri ona bir şey sordu. Davud-i Tâî ona, "Beni bırak, canım çıkacak diye acele ediyorum (yapmam gereken işlerim var)" dedi.
Hz. Ömer (r.a) şöyle diyordu: "Her şeyde ağırdan alarak ve ihtiyatlı davranmak hayırlıdır; ancak âhiret işlerinde acele etmek gereklidir."
Münzir b. Sa'lebe anlatıyor: "Mâlik b. Dînâr'ın nefsine şöyle seslendiğini işittim: 'Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et. Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et.' Öyle ki bunu tam altmış defa tekrarladı. Ben ise beni göremeyeceği bir yerde onu dinliyordum."
Hasan-ı Basrî bir vaazında şöyle demiştir: "Acele edinJ Acele edin! O nefesleriniz var ya, şayet içinizde kalıp bir daha dışarı veremezseniz kendisiyle Allah'a yaklaştığınız
Müddessir 74/35-37.
50
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
51
amelleriniz kesilir. Allah (c.c), günahlarının çokluğuna bakıp da göz yaşları döken kuluna merhamet etsin."
Sonra, "Biz onlar için (günlerini ve nefeslerini) teker teker sayıyoruz"53 âyetini okudu ve, "Sayının sonu ruhunun çıkmasıdır; sayının sonu ailenden, çoluk çocuğundan ay-rılmandır; sayının sonu kabir çukuruna girmendir, dedi."
Ebû Musa-i Eş'arî (r.a) ölümünden önce ibedet ve taat hususunda o kadar çaba sarfetmiş ve o kadar çalışmıştı ki, kendisinin bu durumunu gören yakınları, "Biraz kendine acısan da yavaşlasan, nefsine birazcık şefkat göstersen olmaz mı?" dediklerinde o, "Atlar yarış için serbest bırakıldıklarında ve varış yerine doğru yaklaştıklarında olanca kuvvetlerini harcarlar. Yeminle söylüyorum ki işte benim de ömrümden bundan daha az bir zaman kaldı." Bu olayı anlatan râvi diyor ki: Ebû Musa-i Eş'arî ölünceye kadar bu hal üzerine ibadete devam etti.
Ebû Musa-i Eş'arî hanımına diyordu ki: "Yükünü bağla, yolculuğa hazırlan. Çünkü cehennem üzerinden geçilecek bir geçit yoktur."
Halifelerden biri54 minberde yaptığı bir konuşmasında şunları söylemiştir: "Ey Allah'ın kullan! Elinizden geldiği kadar Allah'tan (c.c) korkun. Hak yola çağrıldığında uyanan kimselerden olun. Şunu iyi bilin: Dünya insanlar için kalınacak bir yer değildir. Öyleyse onu bırakıp ebedî olan yurda yönelin. Ölüm için hazırlanın, çünkü o gölgesini üze-
53 Meryem 19/84.
54 Zebîdî işaret edilen halifenin Hz. Ali (r.a) olduğunu kaydeder (bk. Zebîdî, ithaf,
14/72).
rinize sarkıtmış vaziyettedir. Bu dünyadan göç için hazırlanın, zira o sizin için çok ciddi bir olaydır.
Dünya gibi her an noksanlaşan ve her saat yıkılan bir hedef için, en lâyık olan uzun emelli olmamaktır. Gece ve gündüzün her an önümüze getirmekte olduğu bir gaip (âhi-ret) için lâyık olan derhal ona yönelmektir.
En güzel hazırlık, kula saadet ya da azap getiren ölüm için olmalıdır.
Allah katında takva sahibi olan kimse, nefsine öğütlerde bulunan, ölmeden önce tövbe yapan ve şehvetlerini yenen kimsedir. Zira insanın ölüm saati kendisinden gizlenmiştir. Boş emelleri onun için bir tuzak olmakta, kendisine musallat edilen şeytan onu, "ileride tövbe edersin" diye oyalamakta ve işlemesi için günahları kendisine süslü göstermektedir. Bu hal insanın en gafil bir anında ölümün kendisini yakalamasına kadar devam eder.
Şu bir gerçek ki, sizinle cennet ya da cehennem arasında ölümden başka hiçbir şey yoktur. Günlerini Allah'a isyan içinde çürüten, ömrünü kendi aleyhinde delil yapan gaflet sahiplerine yazıklar olsun.
Allah bizleri ve sizleri, nimetlerinin çokluğuyla şımarma-yan, günah işlemeyerek O'na itaatte kusur etmeyen, öldükten sonra hasret ve pişmanlık içinde bırakmadığı kullarından eylesin.
Gerçekten o Allah (c.c) bütün duaları işitir. Bütün hayırlar O'nun elindedir. O dilediğini yapandır."
Müfessirlerden biri Hadîd sûresinde geçen, "...Fakat siz kendi başınızı belâya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı"55 âyetini şu şekilde tefsir etmiştir:
55 Hadîd 57/14.
52
ÖLÜM ve SONRASI
"...Fakat sizler şehvetlere ve lezzetlere meylederek başınızı belâya soktunuz. Tövbe etmek için fırsatlar bekleyip durdunuz. Şüphelere düştünüz ve kuruntular sizleri aldattı. O çok aldatan şeytan sizleri Allah hakkında hak olmayan düşüncelerle aldattı. Nihayet Allah'ın emri olan ölüm gelip çattı."
Hasan-ı Basrî demiştir ki: "Sabredin, dişinizi sıkın; bu dünya günleri pek azdır. Sizler bekletilen bir kafilesiniz; çok geçmez içinizden biri çağrılır, o da bir yere kaçamadan çağrıya icabet eder. O halde yanınızdakilerin en iyisiyle bu dünyadan göç etmeye bakın."
Abdullah b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: "Sizlerden sabaha çıkan her biriniz birer misafirdir. Malları ise bakması için ona verilmiş emanetdir. Misafir yoluna devam eder, emanetler ise sahibine iade edilir."
Ebû Ubeyde-i Bâcî şöyle anlatır: Vefatına yakın Hasan-ı Basrî'nin yanına gittik. Bizlere, "Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Allah sizleri ve bizleri ebedî saadet yurdu cennetine koysun" diye dua ettikten sonra şöyle dedi:
"Eğer sabrederseniz, tasdik edip inanırsanız bu ölüm güzel bir bildiridir. Sakın ha bu dinlediklerinizden hisseniz, bir kulağınızdan girip öbüründen çıkmak olmasın! Zira Hz. Muhammedi (s.a.v) görenler, sabah olsun akşam olsun onun hiçbir taş üstüne taş koyduğunu (dünyalık için çalıştığını) görmemişlerdir. Fakat onun için en yükseğe bir hedef konulmuş, o da bu hedefe ulaşmak için kolları sıvamış ve ona ulaşmıştır.
Acele edin! Acele edin! Kurtulmaya bakın, kurtulmaya! Siz hangi hedefe tırmanıyorsunuz? Kabe'nin rabbine yemin olsun ki ölümle burun buruna gelmişsiniz.
Allah (c.c) hayatı kendine zorlaştırmadan maişetini kolay bir yoldan temin eden, yeri geldiğinde kırıntılarla karnı-
İMAM GAZÂLÎ
53
nı doyurup eski elbiseler giyen, toprağa sarılan, ibadetlerinde gayret gösteren, günahlarına ağlayan, azaptan korkup kaçan ve Allah'ın rahmetini isterken ölüme yakalanıp o hal üzerine ölen kuluna rahmet etsin."
Âsim Ahvel anlatıyor: Fudayl-i Rakkaşî'ye birtakım sorular sormuştum; bana şunları söyledi: "Ey dostum! Etrafındaki insanların çokluğu ile aldanıp kendini unutma! Çünkü ölüm bizzat sana gelecektir, senin yerine kimse ölmeyecektir. Ölüm geldiğinde şuraya gideyim, buraya gideyim de diyemezsin. Ölümle bir anda günlerin bitiverir, elinde hiçbir şey kalmaz. Gerçekten ölüm senin için takdir edilmiştir. Dünyada geçmiş günahlarını silip yok edecek yeni bir iyilikten daha güzel bir şey görme! Peşine düşülecek ve elde etmek için çaba sarfedilecek en güzel iş budur."
54
Şunu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi. Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın (bilgisi ve yetkisi dışında) her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha nazik olmaktadır.
Bu konuda hikmet ehlinden biri şöyle der: "Başkasının elinde olan bir sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin."
Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: "Ey oğlum! Ölüm seni ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır. Onun için sana aniden gelmeden önce ona hazırlıklı ol."
Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerimde zevkü safa içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç beş sopa vursa hayatı zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz. Aynı insan, her nefes alıp verişinde ölüm meleğinin her an canını alması tehlikesiyle karşı kar-
İMAM GAZÂLÎ
55
şıya iken bundan gafildir. Bunun tek sebebi, cehalet ve içinde bulunduğu hayat ile aldanıştır.
Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise onu çektiği diğer acılara kıyas ederek ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hallere bakarak anlamaya çalışırlar.
Ölüm sancılarının kıyas yoluyla anlaşılmasına gelince: Şüphesiz ki içinde ruh olmayan bir âza/organ acı duymaz. Acıyı ve sancıyı hisseden ruhtur. Ne zaman ki bir aza ya-ralansa veya yansa bunun etkisi ruha sirayet eder, azaya isabet eden maddî zarar nisbetinde ruh etkilenir. Acı veren şey ete, kana ve diğer uzuvlara dağıldığından ruha bu acıdan çok az bir şey isabet eder. Ama bu acılar içerisinde doğrudan doğruya ruha isabet eden, parçalara ayrılmayan bir acı bulunursa o gerçekten büyük, şiddetli ve dayanılmaz olur.
Canın çıkma ânı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne dağılarak sirayet et-mesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen her yerine ateş değmiş gibidir. İşte bu sebeple etin etrafında olan ruhun diğer cüzleri de bu acıyı hissederler.
- 56
Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz.
Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden, mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma!
Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: "Ölüm kılıç darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha acı verici bir olaydır."
Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl olduğunu bir düşün!
Dayak yiyen biri bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anlamına gelir. Ölen bir kimsenin bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni; üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan âciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister, ama buna güç yetiremez.
Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye başlamıştır. (Gergin
İMAM GAZÂLÎ
57
olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına vurmuştur; öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar.
Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma! Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir.
Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları... Her âza acı üzerine acı, belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık (önceden tövbe etmemişse) tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlul-lah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
"Can (ruh) boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur."56
Mücâhid (rah) Nisa sûresinin, "Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, 'Ben şimdi tövbe ettim' diyenler için kabul olunacak tövbe yoktur"57 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir:
"Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir. O vakit Azrail'in yüzü yavaş yavaş görünmeye başlar. İşte bu sebeple can çekişme anındaki peş peşe gelen sancılar ve
Tirmizî, Daavât, 98; ibn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/132; Hâkim, el-Müstedrek, 4/257; Beyhakî, Şuabü'l-lmân, nr. 7063. Nisa 4/18.
58
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
59
ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!" Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur:
"Allahım! Muhammed'e (s.a.v) ölüm sancılarını kolay-laştır."5S
İnsanların ölüm sancılarının büyüklüğünü bilmelerine rağmen ondan sakınmamalarının nedeni cahil olmalarındandır. Çünkü bir şeyi daha meydana gelmeden önce bilmek (Allah'ın izni ve müsaadesi ile) ancak peygamberlik ve velayet nuru ile mümkündür. Bu sebeple peygamberlerin ve evliyaların ölümden korkuları çok büyük olmuştur. Öyle ki, İsâ (a.s) ashabına şöyle demiştir:
"Ey havariler! Allah'a dua edin de şu ölüm sancılarını bana hafifletsin. Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi."
Anlatıldığına göre İsrâiloğulları'ndan bir grup bir mezarlığın yanından geçerken birbirlerine, "Allah'a (c.c) dua etsek de bu kabristahdakilerden birini bizim için diriltse; biz de ona sorular sorsak" dediler ve hep birlikte dua etmeye başladılar.
Derken kabirlerin birinden, alnında secde izi bulunan bir adam çıkıverdi, onlara, "Ey insanlar! Benden ne istiyorsunuz? Ölüm acısını tadalı elli yıl oldu, ama hâlâ acısı kalbimden gitmedi" dedi.
Hz. Âişe (r.anh) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatının şiddetini gördükten sonra artık hiç kimsenin ölümünün kolay oluşuna imrenmem."
Allah Resulü Efendimiz (s.a.v) bir duasını şu şekilde yapmıştır:
"Allahım! Ruhu sinir aralarından, damarlardan ve parmak uçlarından çekip alan sensin. Ailahıml Ölüme karşı bana yardım et ve onu bana kolaylaştır."59
Hasan-ı Basrî (rah) şöyle anlatmıştır: "Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) sahabelerine ölümden, onun verdiği sıkıntı ve acıdan bahsetti; sonra, 'Onun acısı üç kılıç darbesi kadardır'60 buyurdu."
Resûlullah'a (s.a.v) ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
"Ölümün en hafifi, yünün içinde bulunan pıtrağa benzer; hiç pıtrak yünsüz çıkar mı? Elbette ki onunla beraber yün de gelir." 61
Resûlullah (s.a.v) ölüm döşeğinde olan bir hastanın ziyaretine gitti; yanına vardığında şöyle dedi: "Onun çektiği acıları bilirim! Onun her bir damarı ölümün acısını ayrı ayrı hissetmektedir."62
Hz. Ali (r.a) cihada teşvik eder ve şöyle derdi: "Şayet savaşta öldürülmeseniz de muhakkak öleceksiniz! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cihad meydanında bin kılıç darbesiyle öldürülmem bana yatakta ölmekten daha kolay gelir."
Evzaî (rah) der ki: "Bana kadar gelen bilgilere göre; ölü, tekrar dirilinceye kadar ölümün acısını hisseder."
58 Tirmizî, Cenâiz, 8 ; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465.
59 Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 5/186; Mütiakî-i Hindî, Kenzû'l-Ummâl, nr. 3768; Süyû-tî, Şerhu's-Sudûr, s. 65; Zebîdî, İthaf, 14/81. ibn Ebü'd-Dünyâ, hadisi Kitâbü'l-Mevt\e, Ta'me b. Gaylân'dan maktu olarak rivayet etmiştir.
60 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 62: Hatîb, Târîhu Bağdat, 3/252; ibn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şe-ria, 2/365; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, 1/193.
61 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 63; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr, 42174.
62 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 6185; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 691; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 3930; bk. Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 5/211; Zebîdî, İthaf, 14/82.
60
ÖLÜM ve SONRASI
Şeddâd b. Evs (r.a) ise şöyle demiştir: "Mümin için dünya ve âhiret acılarından en korkutucusu ölümdür. Çünkü o, testere ile biçilmekten, makaslarla doğranılmaktan, kazanlarda kaynatılmaktan daha şiddetli bir acı verir. Şayet ölen biri tekrar dirilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar ne hayattan bir zevk alırlar ne de gözlerine uyku girerdi."
Zeyd b. Eşlem (r.a) babasının şöyle dediğini anlatır:
"Mümin bir kulun (âhirette yüksek mertebelere kavuşmak için) ameliyle ulaşamadığı bir derece kalmışsa, cennetteki derecesine ulaşabilmesi için ölüm sancıları ona zorlaştırılır ve artırılır. Kâfir birinin karşılığını göremediği bir iyiliği de varsa yaptığı iyiliklerin karşılığını fazlasıyla alabilmesi için ölüm ona kolaylaştırılır, böylece o cehennemi boylar."
Adamın biri zaman zaman hastaları dolaşır ve onlara, "Ölümü ve onun sancılarını nasıl buluyorsun? diye sorardı. Gün gelip de kendisi ölüm döşeğine düştüğünde ona, "Peki, ölüm sancılarını sen nasıl buldun?" diye sorduklarında adam şöyle cevap vermiştir: "Sanki gök yere yapıştırılmış, ruhum ise sanki iğne deliğinden çıkıyor gibi."
Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuşlardır ki: "Ani ölüm mümin kul için bir rahatlık, günahkâr içinse hicrandır (çünkü onun bir hazırlığı yoktur)."63
Mekhûl-i Şâmî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Şayet ölünün kıllarından birine isabet eden ölüm sancısı yer ve gök ehlinin üzerine konulsaydı Allah'ın izniyle hepsi ölürdü. Çünkü (ölüm sancıları çeken birinin) her tüyünde
63 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/136; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10218; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Evsat, nr. 3153, Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 6781. bk. Ebû Davud, Cenâiz, 14 (nr. 3110).
İMAM GAZÂLÎ
61
ölüm vardır. Ölüm de bir şeye yapıştı mı muhakkak onu öldürür."
Bu hadis şöyle de rivayet edilmiştir: "Eğer ölüm sancısından bir damla dünya dağlarının üzerine konulsaydı muhakkak hepsi erirdi."64
Rivayete göre, Hz. İbrahim (a.s) vefat ettiği zaman Allah Teâlâ kendisine: "Halîlim! Ölümü nasıl buldun?" diye sordu, "Islak yün yumağının içine batırılmış kızgın bir şiş gibi hissettim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah (c.c), "Unutma ki biz o ölümü sana kolaylaştırdık" buyurdu.
Hz. Musa (a.s) vefat edip de ruhu Allah'a ulaşınca rab-bi ona, "Ey Musa, ölümü nasıl buldun?" diye sordu, o da, "Kendimi kızgın bir tavanın üzerine konulmuş canlı bir serçe gibi hissetim; ölmez ki rahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçup gitsin."
Bir başka rivayete göre Hz. Musa (a.s) şu cevabı vermiştir: "Kendimi kasabın elinde diri diri yüzülen koyun gibi zannettim."
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda yanında bir tas su vardı. Ara sıra elini tasa daldırır, ardından çıkarıp yüzüne sürdükten sonra, "Al-lahım! Bana ölüm sancılarını hafiflet"65 diye duada bulunurdu.
Hz. Peygamberin (s.a.v) bu sıkıntı ve sancılar içerisinde böyle duada bulunduğunu işiten Hz. Fâtıma (r.anh), "Vah başımıza gelenler! Babacığım nedir bu çektiğin sıkın-
64 Hadisi Ebû Bekir Mervezî, Cenâiz adlı kitabında, Ebû Meysere'den rivayet etmiştir (bk. Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 63; Zebîdî, ithaf, 14/84-85).
65 Tirmizî, Cenâiz, 8; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465. bk. Buharı, Ri-kâk, 41.
62
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
63
tılar! diye üzüntüsünü dile getirince Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Bugünden sonra artık baban için sıkıntı yo/cftyr"buyurdu.66
Hz. Ömer (r.a) Kâ'b Ahbâr'a (rah), "Ey Kâ'b! Bize ölümden bahset" deyince Kâ'b (rah), "Olur, ey müminlerin emî-ri" dedi ve şöyle anlattı:
"Ölüm bir adamın karnına sokulan çok dikenli bir dal gibidir. Dikenler her bir damara yapışmış iken başka bir adam gelip o dikenli dalı öyle bir çeker ki, kimi dikenlerle beraber kopup çıkar, kimi de öylece kalır (işte ruhun bedenden çıkması buna benzer)."
Hz. Resülullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Kul ölüm sancıları arasında kıvranırken mafsalları birbirlerine, 'Artık kıyamete değin birbirimizle görüşemeyece-ğiz; selâmette kalın!' derler."67
işte bu anlattıklarımız Allah'ın velî kullarının ve sevgili dostlarının çektiği ölüm sancılarıdır. Ya bizler! Günaha ve isyana dalan bizlerin hâli nasıl olacak? Üzerimize ölüm sancılarıyla beraber daha birçok felâket de gelecek.
insan ölüm anında üç türlü felâketle karşı karşıyadır.
. Can çekişmenin (ruh çıkışının) zorluğu.
. Azrail'in suretinin görülmesi.
. İsyankârların cehennemdeki yerlerini görmeleri.
66 ibn Mâce, Cenâiz, 65; Tirmizî, Şemail, s. 217; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/141; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6613; Hatîb, Târîhu Bağdat, 6/262; Beyhakî, Delâilü'n-Nü-büvve, 7/212-213;
67 Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 66; ibn Arrâk, Tenzthü'ş-Şerîa, 2/375; Zebîdî, İthaf, 14/87; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42183; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 381.
Birincisi: Can Çekişmenin Zorluğu
Bu ruhun, bedenin bütün damarlarından ve azalarından çekilip alınmasıdır ki, biz bunu geçtiğimiz konuda anlatmıştık.
İkincisi: Azrail'in Suretinin Görülmesi
Bu hal, Azrail'in şeklinin görülmesi ve bu sebeple kalbin korku ve dehşetle kaplanması durumudur. Şayet ölüm meleğinin günahkâr bir kulun ruhunu alırken girdiği şekli, en kuvvetli insan dahi görse, buna tahammül edemezdi.
Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s) ölüm meleğine, "Günahkârların ruhunu alırken büründüğün şeklini bana gösterir misin?" diye ricada bulundu. Azrail (a.s), "Sen o halimle bana bakmaya güç yetiremezsin" dedi. İbrahim (a.s), "Olsun dayanırım" dedi. Bunun üzerine Azrail (a.s), "O zaman bana arkanı dön" dedi.
İbrahim (a.s) kısa bir zaman sonra yüzünü tekrar ona çevirdiğinde, karşısında rengi kapkara, saçı-sakalı karışmış, etrafına pis kokular saçan, simsiyah elbiseli, ağzın-dan-burnundan ateş ve dumanlar çıkaran bir adam vaziyetinde gördü ve oracıkta bayıldı.
Bir müddet sonra ayıldığında onu eski şekline geri dönmüş olarak gördü ve, "Günahkâr bir kimse, ölüm anında başka hiçbir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmasa da sadece senin şeklini görse, bu onun hesabının görülmesi için yeterlidir" dedi.
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Davud (a.s) kıskanç bir adamdı, evinden çıktığında kapılarını kilitlerdi. Yine bir gün Davud (a.s) kapıyı kapatıp evinden çıktı. Hanımı evin içinde bir adam gördü ve, 'Bu
64
ÖLÜM ve SONRASI
m
da kim? Bu adamı eve kim soktu? Eğer şimdi Davud gelirse başımıza çok şey gelecek" dedi. Biraz sonra Davud (a.s) çıkageldi ve adamı gördü, ona, 'Sen de kimsin?' diye sordu. Adam,
'Ben, hiçbir hükümdardan korkmayan, hiçbir kapıcının beni engelleyemeyeceği biriyim' dedi. Bunları duyan Davud (a.s), 'Allah'a (c.c) yemin olsun ki, sen ölüm meleğisin' dedi ve olduğu yere çöküp öylece kalakaldı."68
Rivayet edildiğine göre İsâ (a.s) yolda yürürken bir ka-fatasına rastladı, ona ayağı ile vurduktan sonra, "Allah'ın (c.c) izni ile konuş" dedi. Kafatası, "Ey Ruhullah! Ben falanca zamanın hükümdarlarından idim. Ben, başımda tacım, etrafımda askerlerim ve yakınlarımla tahtımda oturmakta iken birden ölüm meleği bana gözüktü. Onu görünce her uzvum yerine çekildi, sonra ruhumu aldı. Keşke etrafımda o kalabalık insanlar olmasaydı; çünkü şimdi onlar fena ayrılığın sebebi oldular. Keşke bana faydası dokunmayan insanlarla ünsiyetim olmasaydı; zira şimdi onlar yalnızlığıma sebep oldular" dedi.
İşte bunlar, günahkârların karşılaşacakları, itaat edenlerin ise ibret alıp korunacakları musibetlerdir.
Peygamberler sadece ölüm anında çekilen acılardan bahsetmişler, fakat ölüm meleğini gören kişinin kalbini kaplayan korkuya fazla değinmemişlerdir. Oysa bir kişi rüyasında ölüm meleğini görse, hayatının geri kalanı ona zehir olur. Acaba onu ölüm anında görenin hali nice olur!
Allah'a ibadette kusur etmeyip itaat edenler, ölüm meleğini en güzel haliyle görürler.
68 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/419; ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2/16; Mütta-kî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 32327.
İMAM GAZÂLÎ
65
ikrime (rah), İbn Abbas'ın şöyle anlattığını nakleder:
"İbrahim (a.s) kıskanç biriydi. Devamlı olarak ibadetlerini yaptığı bir evi vardı, çıkarken kapısını kilitlerdi. Yine bir gün dışarı çıkmıştı, geri döndüğünde evinde yabancı birinin olduğunu görünce hemen, 'Seni evime kim soktu?' diye sordu, adam, 'Bu evin sahibi' diye cevap verdi. İbrahim (a.s), 'Bu evin sahibi benim.' Adam, 'Beni bu eve senden ve benden daha fazla sahip olan soktu.' İbrahim (a.s), 'Peki, sen meleklerden hangisisin?' Adam, 'Ben ölüm meleğiyim' dedi. İbrahim (a.s), 'Bana müminin ruhunu aldığın zamanki suretini gösterebilir misin?' diye sordu. Ölüm meleği, 'Olur, ama önce arkanı dön' dedi. İbrahim (a.s) arkasını döndü, bir müddet sonra tekrar ona bakıp da güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafına güzel kokular saçan bir genç gördüğünde ona, 'Ey ölüm meleği! Mümin bir kimse ölüm anında sadece senin suretini görse bu ona yeter' dedi."
Ölüm anında kişinin başına gelen hallerden biri de onun yazıcı (hafaza) melekleri görmesidir.
Vüheyb b. Verd-i Mekkî anlatıyor: "Bize kadar ulaşan bilgilere göre, ölmek üzere olan herkesin gözünün önüne yazıcı melekler gelir ve ona amelini gösterirler. Eğer o kimse itaatkâr biri ise ona, 'Bizden taraf Allah seni hayırlarla mükâfatlandırsın; bizi hep iyilerin meclisinde oturttun; karşımıza daima sâlih amellerle çıktın' derler.
Fakat ölmek üzere olan kişi günahkâr ise melekler ona, 'Bizden taraf, Allah seni hayırla mükâfatlandırmasın. Sen nice kereler bizleri kötülerin meclislerinde oturttun, karşımıza hep kötü amellerle çıktın, kötü laflar işittirdin' diye bedduada bulunurlar."
İşte bu durum, ölünün gözlerini bir daha asla dünyaya geri çevirmemek üzere o iki meleğe diktiği zamandır.
66
ÖLÜM ve SONRASI
Üçüncüsü: İsyankârların Cehennemdeki Yerlerini Görmesi
Ölüm anındaki musibetlerden biri de Allah'a isyan eden günahkârların önce kalplerini bir korkunun kaplaması, ardından da cehennemdeki yerlerini görmeleridir. Çünkü onlar can çekişme anında bütün takatlerini kaybederler. Artık ruhları bedenlerinden çıkmak için boyun eğer. Fakat ruh, ölüm meleğinin, "Ey Allah'ın düşmanı! Haberin olsun, varacağın yer cehennemdir" ya da, "Ey Allah'ın sevgili kulu! Sana müjdeler olsun, varacağın mekânın cennettir" diye iki haberinden birini işitmedikçe bedenden çıkmaz. İşte gerçek akıl sahiplerinin korkuları bu sebeptendir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
"Sizlerden herhangi biri, gideceği yeri bilmeden, hatta yerinin cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu görmeden bu dünyadan ayrılmaz."69
Resûl-i Kibriya (a.s) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."
Resûlullah (s.a.v) böyle buyurunca sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, biz hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v),
"Bu sizin durumunuz değildir. Mümine varacağı yer (cennet) gösterildiğinde Allah'a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister" buyurdular.70
69 Farklı lafızlarla aynı mânadaki hadisler için bk. Buhârî, Cenâiz, 89; Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel,e/-Müsned, 2/16; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3130.
70 Buhârî, Rikâk, 41; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâce, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313, 346, 420.
İMAM GAZÂLÎ
67
Şöyle rivayet edilmiştir:
Huzeyfe b. Yemânî (r.a) ağır hasta olduğu zamanlardı. Vefat edeceği gecenin sonlarına doğru idi. Yanında hastalığı başladığından beri ayrılmayan Ebû Mesud71 bulunuyordu. Bir ara Huzeyfe (r.a) ona, "Kalk bir bak, saat kaça yaklaşmış" dedi. Ebû Mesud kalktı, dışarıya baktı, sonra tekrar yanına geldi ve, "Şafak sökmüş" dedi. Huzeyfe (r.a), "Ateşe götüren sabahtan Allah'a sığınırım" diyerek dua etti.
Bir gün Mervân b. Hakem, ölüm döşeğinde yatmakta olan Ebû Hüreyre'nin (r.a) ziyaretine geldi. Yanına vardığında, "Allahım! Onun acılarını hafiflet" diye dua etti. Bunu işiten Ebû Hüreyre,"Ey Allahım, daha da artır" deyip ağlamaya başlar, sonra, "Allah'a yemin olsun ki, dünya için hü-zünlendiğimden dolayı ağlamıyorum, sizlerden ayrılacağım için de telâşlanmıyorum, sadece bana haber verilecek olan cehennem veya cennet müjdesini beklediğim için ağlıyorum" dedi.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ bir kulundan razı olduğu zaman ölüm meleğine, 'Falan kulumun yanına git, bana ruhunu getir de onu rahata kavuşturayım. Onun yaptığı ameller yeterlidir. Ben onu türlü türlü imtihanlardan geçirdim; o her zaman benim hoşnut olduğum amelleri işledi' buyurur.
Bunun üzerine ölüm meleği, her birinde güzel kokular saçan zaferan kökleri ve reyhan demetleri bulunan beş yüz melekle beraber yeryüzüne inerler. Onlardan her biri birbirine hiç benzemeyen müjdeler verir. Sonra melekler iki saf halinde ellerinde güzel kokularla beraber o kişinin ruhunun çıkışını beklerler.
71 Elimizde İhya nüshasında bu isim ibn Mesud şeklindedir. Fakat Zebîdî bu hatanın tüm ihya nüshalarında yapıldığını; doğrusunun Ebû Mesud şeklinde olduğunu belirtmiştir. Ebû Mesud, sahabenin büyüklerindendir. ismi, Akabe b. Amr b. Sa'lebe-i En-sârî'dir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/93).
68
ÖLÜM ve SONRASI
İblîs bu manzarayı görünce ellerini başına koyarak haykırmaya, çığlıklar atmaya başlar. Askerleri kendisine, 'Efendimiz, size neler oluyor böyle?' diye sorduklarında İblîs, 'Şu adama yapılan ikramları görmüyor musunuz? Nerelerdeydiniz; neden onu azdırmadınız' der. Askerleri, 'Bizler onu azdırmak için çok çaba sarfettik, lâkin o (Allah tarafından) korunmuştu' diye cevap verirler."72
Hasan-ı Basrî (rah) diyor ki: "Mümin ancak rabbine kavuştuğu an rahata erer. Rahatını Allah'a kavuşmakta bulan kişinin ölümü, onun sevinç, neşe, emniyet ve izzet bulduğu gündür."
Câbir b. Zeyd'e (rah) ölüm döşeğinde iken, "Ne istersin?" diye soranlara, "Hasan-ı Basrî'yi görmek istiyorum" diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî (rah) onun yanına gelince etrafındakiler, "Bak işte Hasan geldi" dediler. Câbir göz kapaklarını kaldırdı ve Hasan-ı Basrî'ye doğru bakarak, "Kardeşlerim! Zaman geldi. Cennete ya da cehenneme gitmek üzere sizlerden ayrılıyorum" dedi.
Muhammed b. Vâsî son anlarında şunları söylemiştir: "Ey kardeşlerim, sizlere selâm olsun! Ya ateşe gidiyorum ya da rabbimin mağfiretine."
Sâlihlerin her biri ebediyen can çekişip, günahların veya sevapların hesabını vermemek için tekrar dirilmemeyi temenni etmişlerdir.
Son nefes anlarının kötü geçme korkusu, ariflerin kalplerini dehşete düşüren bir şeydir. Gerçekten bu durum, ölüm anında insanın başına gelebilecek en korkutucu hallerden biridir.
ibn Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 4/1932; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/32; Şerhu's-Sudûr, s. 93; Zebîdî, ithaf, 14/94-97; ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz, 9; es-Sünenü'1-Küb-râ, nr. 1959.
İMAM GAZÂLÎ
69
Biz daha önce Havfve Recâ kitabında, kötü sonun (sû-i hatime) ve ariflerin bu husustaki korkularını işlemiştik. Aslında o hususlar bu kitapta anlatılmaya daha lâyıktır, fakat tekrar o mevzuya dönerek konuyu uzatmak istemiyoruz.
Son demlerini yaşayan bir kimsenin yapması gerekenler; huzur ve sükûn içinde olması; çırpınma, yırtılma, debelenme gibi davranışlarda bulunmaması, kelime-i şehâdet getirmesi ve Allah'a hüsnüzan içinde bulunmasıdır (O'na kavuşacağına sevinmesidir).
Ölüm Anında Azalarda Görülen Güzel Haller
Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuşlardır ki: "Ölen bir kişinin durumunu şu üç hususta inceleyin; alnından terler sızdığı, gözlerinden yaşlar aktığı ve dudakları kuruduğu zaman. İşte bu hal Allah'ın kendisine inen bir rahmetidir. Boğazı sıkılmış biri gibi hırlar, rengi kıpkırmızı olur ve dudakları da morarmış olursa, bu da Allah'ın kendisine inen bir azabıdır. "73
Ölüm Anında Dilde Görülen Güzel Haller: Kelime-i Şehâdet
Ölmek üzere olan birinin kelime-i şehâdet getirmesi hayra alâmettir. Ebû Saîd-i Hudrî'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (s.a.v),
73 Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42178; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 59; Şevkânî, el-Fevâidü'l-Mecmûa, 367. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz, 10; ibn Mâce, Cenâiz, 5; Nesâî, Cenâiz, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/350; Hâkim, el-Müstedrek, 1/361; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, nr. 85.
70
ÖLÜM ve SONRASI
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) lâ ilahe illallah zikrini telkin edin"74 buyurmuştur.
Huzeyfe'nin (r.a) rivayetinde, "...Çünkü kelime-i tevhid, geçmiş günahları silip yok eder" kısmı da vardır.
Hz. Osman'ın (r.a) rivayetinde ise Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'tan (c.c) başka ilâh olmadığını bilerek ölen kimse cennete girer."7S
Ubeydullah (r.a) bu rivayete, "Ölmek üzere olan kişi şe-hâdetgetirirken..."76 ilâvesini de eklemiştir.
Hz. Osman (r.a) der ki: "Son anlarını geçiren birine, lâ ilahe illallah zikrini telkin edin. Çünkü dünyadaki son anlarını bu kelimelerle bitiren kişinin âhiretteki azığı (mükâfatı) muhakkak cennet olur."
Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: "Ölmek üzere olan hastalarınızın yanlarında bulunun, onlara Allah'ı (c.c) hatırlatın. Çünkü onlar sizin göremediklerinizi görürler. Onlara, lâ ilahe iiiallah zikrini telkin edin."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim: "Bir gün Azrail ölmek üzere olan birinin yanında hazır bulunduğu bir sırada kalbini yokladı, orada bir şey bulamayınca çenesini ayırarak diline baktı; onu, ucu bir tarafa yapışmış, kelime-i tevhidi söylerken bulur. İşte o adam ihlâs kelimesini (lâ ilahe illallah zikrini) söylemesi sebebiyle affedildi."77
74 Müslim, Cenâiz, 1; Tirmizî, Cenâiz, 7; Ebû Davud, Cenâiz, 20; Nesâî, Cenâiz, 4; Ibn Mâce, Cenâiz, 3. Huzeyfe (r.a) rivayeti için bk. Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 5450.
75 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/65; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 201; Ebû Avâne, el-Mûsned, nr. 10-12; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 415.
76 Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7; Hatîb, Târîhu Bağdat, 2/221; Heysemî, Mecmau'z-Ze-vâid, nr. 20.
77 Hatîb, Târihu Bağdat, 9/125; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 9235; Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 1770.
İMAM GAZALİ
71
Ölmek üzere bulunan kişiye telkin veren kişi bunda fazla ısrarcı olmamalı, son derece nazik davranmalıdır. Çünkü çoğu zaman bu durumdaki kişilerin dilleri dönmeyebilir ve ona zorla şehâdet veya lâ ilahe illallah kelimesini söy-letmeye çalışmak ona ağır gelebilir ve o anda bir şey söylemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir zorlama onun için kötü bir ölüme sebep olabilir, bundan kaçınılmalıdır.
Ölmek üzere olan birine, lâ ilahe illallah zikrini telkin etmekten maksat, onun Allah'ı düşünmesini sağlayarak ruhunu teslim etmesini temin etmektir. Kalbinde bir olan Hakk'ı istemekten başka bir şey kalmayınca, ölüm ile beraber dostuna kavuşması kendisi için nimetlerin en büyüğü olur.
Ama o anda kalbi hâlâ dünya muhabbetine bağlı kalmış ve onun lezzetlerini yitirme endişesi taşıyorsa bununla beraber tevhid kelimesi sadece dilinin ucunda dolaşıp kalbine nüfuz etmemişse, işte o zaman kişi ilâhî takdirin tehlikesi altına girer. Çünkü sadece dilin hareket etmesi pek de makbul değildir, fakat Allah (c.c) bir ihsanda bulunup kabul ederse bu müstesnadır.
Ölüm Anında Allah'a Hüsnüzanda Bulunmak
Son nefesleri verirken Allah'a karşı hüsnüzanda bulunmak (O'na kavuşacağı için sevinmek ve Allah'ın rahmet ve ihsanının bol olduğuna inanmak) güzel bir şeydir. Biz bu konuyu Recâ kitabında teferruatıyla anlatmıştık. Ölüm anında Allah'a hüsnüzanda bulunmanın fazileti hakkında rivayet edilen pek çok hadis ve haber vardır.
Sahabeden Vasile b. Eska' (r.a) bir hastanın ziyaretine gitmişti. Ona, "Allah'a olan zannını bana anlatır mısın? O'nun sana ne şekilde muamelede bulunacağını düşünü-
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
73
yorsun?" diye sordu. Hasta, "Günahlarım gırtlağıma kadar dayanmış helak olmak üzereyim, ama hâlâ rabbimin rahmetinden ümidimi kesmiş değilim" diye cevap verince Vasile (r.a) tekbir getirdi, onunla beraber ev halkı da tekbir getirdi. Vasile (r.a) tekrar Allahüekber dedikten sonra, "Ben Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediği işittim" diyerek şu hadis-i şerifi nakletti:
"Allah Teâlâ buyurur ki: Ben kulumun zannı üzereyim; o halde beni dilediği gibi düşünsün."78
Hz. Peygamber (s.a.v) son anlarını yaşamakta olan bir gencin yanına girdi ve ona, "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Genç, "Allah Teâlâ'dan ümidimi kesmedim, lâkin günahlarımdan ötürü korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Bu korku ile ümit hali, şu ölüm anında hangi kulun kalbinde bir arada bulunursa, Allah Teâlâ ona umduğunu verir, korktuğundan emin kılar."79
Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) şöyle anlatmıştır: "Aklı. hep oyun ve eğlencede olan bir genç vardı. Annesi her zaman kendisine öğütlerde bulunur ve, 'Oğlum, senin bir günün vardır, o günü aklından çıkarma!' derdi. Bir gün kendisine Allah'ın emri gelip çatarak ölüm döşeğine düştüğünde annesi onun üzerine kapandı ve, 'Yavrucuğum, işte ben seni her dâim oyun ve eğlenceden sakındırarak, senin bir günün var dediğim gün bugündür' dedi. Oğlu, 'Ey anneciğim! Benim ihsanı ve keremi bol bir rabbim var. Ben öyle
78 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/491; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kabîr, 22/211; el-Ev-sat, nr. 7947; Beyhakî, Şuabû'l-İmân, nr. 1005-1006; ibn Asâkir. Târîhu Medîneti Dı-maşk, 14/441; 15/373, 65/114-116. Hadisin bir başka rivayetinde şu ifadeler de vardır: "Ben kulumun beni zannı üzereyim, eğer hayırlı şeyler düşünürse kendisi için hayır; yok, kötü şeyler düşünürse kendisi için şer olur." ibn Asâkir, ölüm döşeğindeki hastanın tabiînden Ebü'l-Esved olduğunu kaydeder (bk. a.g.e., 15/373).
79 Tirmizî, Ceiıâiz, 11; ibn Mâce, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, nr. 132; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 51.
ümit ediyorum ki, rabbim beni bugün o ihsanlarının bir kısmından mahrum etmeyecek' dedi."
Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) demiştir ki: "Allah Teâlâ o gence kendisine duyduğu hüsnüzannmdan dolayı mağfiret etti."
Câbir b. Vedâa anlatıyor: "Devamlı hareketli ve neşeli, şen şakrak bir genç vardı. Bir gün geldi ölüm döşeğine düştü. Annesi baş ucuna gelerek, 'Oğlum, bana vasiyet edeceğin bir şey var mı? diye sordu. Oğlu, 'Yüzüğüm anne...Ben öldüğüm zaman sakın onu parmağımdan çıkarmayın. Çünkü onda Allah'ın adı yazılı. Belki onun hürmetine Allah Teâlâ beni bağışlar' dedi.
Delikanlı defnedildikten sonra kendisini rüyasında gören bir kişiye, 'Anneme söyleyin ki, yüzüğümün üzerinde yazılı olan kelimenin faydasını gördüm; Allah Teâlâ beni bağışladı' dedi."
Mu'temir b. Süleyman şöyle anlatmıştır: "Babam son anlarını yaşarken bana, 'Ey Mu'temir! Bana Allah'ın kullarına tanıdığı kolaylıklardan bahset, içimde olan güzel niyetlerimle Allah Teâlâ'ya kavuşmayı arzuluyorum' dedi."
Salih insanlar, ölüm döşeğinde olan kişinin rabbinden güzel beklentiler içinde olmasını sağlamak amacıyla yapmış olduğu iyi amellerinden söz edilmesini güzel bulmuşlardır.
74
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (RESÛLULLAH'IN (s.a.v) ve ONDAN SONRAKİ DÖRT HALİFENİN VEFATLARI)
İbn Mesud (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) âhirete irtihal etmesine yakın zamanlardı. Hz Âişe'nin (r. anh) evinde kalıyordu, ziyaretine gittik. Bizleri görünce gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu:
"Hoş geldiniz. Allah'ın selâmı üzerinize olsun. Allah Te-âlâ sizleri korusun ve yardım etsin. Sizlere Allah'tan korkmanızı ve ondan sakınmanızı tavsiye ederim. Sizleri Allah'a emanet ediyorum. Ben O'nun sizlere gönderdiği apaçık bir uyarıcısıyım. Sakın ha Allah'ın beldelerinde ve kulları arasında O'na karşı büyüklük taslamayın. Artık ecelim yaklaştı. Allah'a, sidretü'l-müntehâya, me'vâ cennetine yönelme vakti geldi. Kendinize ve benden sonra dinimize girenlere Allah'ın rahmetini ve benim selâmımı iletiniz."80
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda Cebrail'e (a.s),
80 ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/256; Bezzâr, el-Müsned, nr. 847; ibn Hacer, el-Me-tâlibü'l-Âliye, nr. 4392.
İMAM GAZÂLÎ
75
"Benden sonra ümmetimin başına kim geçecek? Onları kim idare edecek?" diye sordu. Allah Teâlâ Cebrail'e vahyederek,
"Ümmeti hakkında kendisini mahcup etmeyeceğimi ha-bîbime müjdele. Ve yine ona, insanlar dirilecekleri zaman, kabirden en önce kalkacak olanın o olacağını, mahşerde tüm mahlûkatın efendisi olduğunu, kendisi ve ümmeti cennete girmeden önce başka ümmetlerin girmelerinin yasak olduğunu müjdele."
Hz. Peygamber (s.a.v) bu müjdeleri alınca, "Şimdigözlerim aydın oldu/sevindim"buyurdu.81
Hz. Âişe (r.anh) validemiz şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (s.a.v) hastalandığında bize yedi ayrı kuyudan alınmış yedi kırba su ile kendisini yıkamamızı emretti. Biz de dediğini yaptık, biraz rahatladı, kalktı mescide gitti ve namaz kıldırdı. Uhud şehidlerine dua ve istiğfarda bulundu. Sonra ensarın hukukuna riayet hususunda şöyle buyurdu:
"Bundan sonra: Ey muhacirler topluluğu, sizler artarsınız, ensarise bu olduğu halden daha fazlalaşacak değildir. Hiç şüphesiz ensar, benim sırdaşım ve özel dostlarımdır. Onların ihsan sahibi olanlarına ikramda bulunun; kusurlu olanları da affedin."BZ
Sonra, "Kul, dünya ile Allah katında olanlar arasında serbest bırakıldı; o Allah katında olanı tercih etti!"83 buyurdu.
Hz. Peygamberin (s.a.v) yakında vefat edeceğini işaret eden bu sözleri işiten Hz. Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resûlullah (s.a.v), "Ey Ebû Bekir, ağır ol; acele etme" dedi ve ashaba,
81 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 2676; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 14253.
82 ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/251; Beyhakt, Delâilü'n-Nübüvve, 7/178; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 19/79; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 33735, 44010.
83 Dârimî, Müsned, 14 (nr. 82); Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 4579.
76
ÖLÜM ve SONRASI
"Mescidin dışarı açılan tüm kapılarını kapatın; yalnız Ebû Bekir kapısı kalsın. Çünkü benimle olan dostluğunda Ebû Bekir'den daha üstün birini bilmiyorum"buyurdu.84
Hz. Âişe (r.anh) şunları anlatmıştır: "Hz. Resûlullah (s.a.v) benim odamda, benim günümde, benim göğsümde (kollarımın arasında) vefat etti. Vefatı sırasında Allah Te-âlâ benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü birleştirdi. Şöyle ki: Kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla içeri girmişti. Resûlullah (s.a.v) onun elindeki misvaka bakıyordu. Hoşuna gittiğini anladım ve, 'Senin için o misvakı alayım mı?' diye sordum.
Başıyla işarette bulunarak, 'Evet al' dedi. Ben de misvakı alıp kendisine uzattım, o da ağzına aldı, fakat misvakı çok sert buldu. Ben,
'Onu sizin için yumuşatayım mı?' diye sordum, Hz. ¦ Peygamber (s.a.v) yine başıyla işaret ederek yumuşatmamı söyledi. Ben de misvakı ağzımda çiğneyerek yumuşattım (sonra ona verdim). Hz. Resûlullah'ın önünde içi su dolu bir kap vardı; elini içine daldırıyor ve, lâ ilahe illallah, gerçekten ölümün çok şiddetli sancıları varmış' diyordu.
Sonra elini kaldırdı ve, '(Allahım) Refîk-i a'lâya, refîk-i a'lâ'ya' buyurdu. İşte ben o zaman içimden, 'Vallahi kendinden geçti, artık bizi seçemiyor' dedim.85
Biraz sonra, 'Elimden tutun'öeö\. Oniar da tutarak doğrulttular. Resûlullah (s.a.v), 'Ne diyorsunuz?' dedi. Onlar, 'Ey Allah'ın Resulü, öleceğinizden korkuyoruz. Erkekler mescidin etrafında toplandıkları için kadınları ağlaşmakta-
84 Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 45; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 1-2; Tirmizî, Menâkıb, 15.
85 Buhârî, Rikâk, 42 (nr. 6510); Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 7/207; ibn Kesîr, el-Bidâ-ye ve'n-Nihâye, 5/339.
İMAM GAZÂLÎ
77
lar' dediler. Bunları işiten Allah Resulü (s.a.v) sıçrayarak ayağa kalktı, önünde Abbas, FazI ve Ali'ye dayanarak mescide girdi. Başı bağlıydı, ayaklarını yere sürüyordu, öyle ki hemen minberin ilk-basamağına oturdu. Herkes Resûlullah'ın etrafında toplandı. Resûlullah (s.a.v) Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
'Ey insanlar! Duydum ki öleceğimden endişeleniyor-muşsunuz! Sar\ki ölümden hoşlanmıyor gibisiniz? Peygamberinizin ölümünü neden yadırgıyorsunuz ki? Benim ve sizin muhakkak öleceğimiz haberi verilmedi mi?
Benden önce gönderilen peygamberlerden hiçbiri hayatta kaldı mı ki ben de ebediyen sizin aranızda kalayım!
Dikkat edin! Ben rabbime kavuşmak üzereyim, sizler de O'na varacaksınız. Sizlere, ilk muhacirlere karşı iyilikle muamelede bulunmanızı tavsiye ederim. Muhacirlere de aralarındaki hak ve hukukun muhafazasını öğütlerim. Zira Allah (c.c),
'Asr'a yemin olsun ki insan kesin bir ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır' 86 buyurmaktadır.
Allah'ın izniyle her iş varacağına varır. Sakın bir işin gecikmesi sizi aceleciliğe sevketmesin. Çünkü Allah azze ve celle bir kişi acele ediyor diye acele etmez. Şüphesiz ki Allah'a karşı üstünlük taslayanı Allah mağlûp eder. O'nu aldatmaya yelteneni de tuzağına düşürür. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
'Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?'87
Asr 103/1-3. Muhammed 47/22.
ÖLÜM ve SONRASI
Sizlere ensara karşı iyilikle davranmanızı tavsiye ederim. Çünkü onlar sizlerden önce bu şehri yurt edinmişler ve (birçoğu da) iman etmişlerdi. Bu bakımdan onlara ihsanda bulununuz. Onlar meyvelerini ve yiyeceklerini sizlerle paylaşmadı mı? Topraklarından sizlere de vermedi mi? Kendileri muhtaç durumda iken sizleri nefislerine tercih etmediler mi?
Dikkat edinl Kim (ensardan) iki kişi arasında hükmetmekle görevlendirilirse onların iyiliklerini kabullensin, kusurlarını da görmezlikten gelsin.
Dikkat edin! Sakın adaletten saparak onlar hakkında seçicilik yapmayın. Ben sizin öncünüzüm; sizler de beni takip edeceksiniz.
İyi dinleyin! Buluşma yeriniz havuzdur (kevser). Benim havuzum Şam'ın Busrâ'sı33 ile Yemen'in San'a'sı arasındaki mesafeden daha büyüktür. Oraya kevser oluğundan bir su dökülür. Bu su, sütten daha beyaz, köpükten daha yumuşak, baldan daha tatlıdır. Ondan bir kere içen bir daha susamaz. Bu havuzun taşları inciden, yatağı ise misktendir. Yarın mahşer günü hesap yerinde bu havuzun suyunu içmekten mahrum olan tüm hayırlardan mahrum kalmış demektir.
Dikkat edin! Yarın benimle beraber o havuzun etrafında buluşmak isteyen -müstesna durumlar hariç- elini ve dilini haramdan çeksin.
Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a), 'Yâ Nebiyyellah! Ku-reyş'e de bir tavsiyede bulun, dedi. Resûlullah (s.a.v),
88 Busrâ'. Suriye'nin güneyinde kalan eski bir yerleşim birimidir. Osmanlı Devleti bu yere, aynı adı taşıyan diğer yerlerle karışmaması için Şam-ı Busrâ demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine risâlet verilmeden önce amcası Ebû Tâlib ile birlikte, dokuz-on iki yaşları arasında ticaret amacıyla çıktıkları iki seferde bu beldeye uğramışlar ve buradaki bir manastırda bulunan, adı Bahîrâ olan bir rahip de onun peygamber olacağını söylemişti.
İMAM GAZALİ
79
'Aynı şeyleri Kureyş'e de tavsiye ederim. İnsanlar Ku-reyş'e tabidirler. İyileri iyilerine; kötüleri de kötülerine... (Sizler) Kureyş ailesine, insanlara karşı iyilikle davranmalarını tavsiye edin.
Ey insanlar! Şüphesiz günahlar nimetleri bozar ve taksimatı da değiştirir. İnsanlar iyi oldukları zaman önderleri onlara iyi davranır; kötülüğe ve günaha daldıklarında ise kuşkusuz onlara kötü davranır. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur: 'İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz."89
Allah Resulü (s.a.v) her baygınlık geçirdiğinde sanki kendisine birtakım tercihler sunuluyormuşçasına, 'Hayır, ben refîk-i a'lâyı istiyorum' diyordu.
Bazı aralar kendine gelip konuşmaya güç yetirdiğinde, 'Namaz! Namaz! Cemaatle birlikte namaz kıldığınız müddetçe birbirinizden kopmazsınız'90 buyuruyordu.
Resûlullah (s.a.v) vefat edinceye kadar hep bu şekilde, 'Namaz! Namaz!'deyip durdu."91
Hz. Âişe (r.anh) der ki: "Resûlullah (s.a.v), pazartesi günü, kuşluk vaktinin yükselmesi ile zeval (güneşin tam tepede olma) vakti arasında vefat etti."
89 En'âm 6/129. Birbirini tamamlayan rivayetler için bk. Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 11; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 176; Tirmizî, Menâkıb, 65. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/349; Humeydî, Müsned, nr. 798; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6446; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 7416. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef, 12/168; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 3845; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5971; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsât, nr. 878.
90 bk. Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 158; Ebû Dâvûd, Edeb, 133; ibn Mâce, Vesâyâ, 1, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/78; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 18444; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 7218.
91 Rivayeti bu şekliyle görmek için bk. Zebîdî, İthâfü's-Sâde, 14/142.
80
ÖLÜM ve SONRASI
Hz. Fâtıma (r.anh) der ki: "Bu pazartesi günleri karşılaştığım hadiseler nedir böyle? Vallahi ümmetin başına gelen sıkıntı ve musibetler hep bu günde olmuştur."
Ümmü Gülsüm (r.anh)92 demiştir ki: "Bugün, aynı zamanda Hz. Ali'nin (r.a) musibetlere duçar olduğu gündür. Pazartesi gününden çektiğim nedir ki, dedem (Hz. Peygamber) bugün vefat etti, babam Ali ve Ömer (r.a) bugün şehid edildi."
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) vefat ettiği ve orada bulunanlar feryadü figan edip ağlamaya başladıkları zaman insanlar hemen içeriye hücum ettiler. Bu esnada melekler elbisesiyle Hz. Peygamberin (s.a.v) üzerini örttüler. Ortalık karışmış, herkes farklı bir şeyler söylüyordu. Kimi onun öldüğünü yalanlıyor, kimi ise dili tutulmuş, öylece kalakalmıştı. Akıllar karışmış ve kimin ne söylediğini kimse anlamıyordu. Kimileri bir köşeye çekilmiş, aklı başında bir halde beklemekte; kimileri de yere çömelmiş, öylece düşünmekte idi.
Ömer b. Hattâb (r.a) onun vefat ettiğine inanmayanlardandı. Hz. Ali (r.a) bir köşeye çekilip oturanlar arasında idi. Hz. Osman'ın (r.a) ise dili tutulmuştu.
Sonra Hz. Ömer (r.a) insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: "Resûlullah (s.a.v) ölmedi. Muhakkak ki Allah (c.c) onu geri döndürecek ve onun ölümünü bekleyen münafıkların ellerini ve ayaklarını kesecektir. Allah Teâlâ nasıl ki Musa (a.s) ile sözleştiği gibi onunla da sözleşmiştir ve o elbette bizlere geri dönecektir."
Ümmü Gülsüm: Hz. Fâtıma ve Ali'nin (r.a) kızıdır. Peygamber Efendimiz hayatta iken dünyaya gelmiştir. Allâme Zebîdî'nin kayıtlarına göre, Ümmü Gülsüm ilk evliliğini Hz. Ömer (r.a) ile 40.000 dirhem mehir karşılığı yapmıştır. Ondan Zeyd ve Rukıyye adında iki çocuk dünyaya gelmiştir. Dârekutnî'nin Uhuvve adlı kitabında zikrettiğine göre, Ümmü Gülsüm, Hz. Ömer'in vefatından sonra Avn (Avf) b. Ca'fer b. Ebû Tâlib ile evlenmiş, onun da vefatının ardından Avn'ın kardeşi Abdullah b. Ca'fer evlenmiştir. Ca'fer oğullarından çocuğu olmamıştır (bk. Zebîdî, İthaf, 14/148).
İMAM GAZALİ
81
Bir diğer rivayette ise Hz. Ömer (r.a) şunları söylemiştir: "Ey insanlar! (Şu günlerde Resûluilah'ın ölümü ile ilgili olarak) dillerinizi tutun. Çünkü o ölmemiştir. Vallahi kimin, Resûlullah öldü dediğini duyarsam, işte şu kılıcımı kafasına indiririm."
Hz. Ali (r.a) evinden dışarı çıkmıyordu. Osman (r.a) ise konuşamıyor, bir yere gidip gelmek istese elinden tutularak götürülüyordu.
O gün hiç kimse Hz. Ebû Bekir ve Abbas (r.a) kadar metanet gösterememiş, Allah Teâlâ b'u ikisine tevfik ve dayanma gücü vermişti. Öyle ki Hz. Ebû Bekir'den (r.a) başka birinin sözüne bakılmadığı bir zamanda Resûluilah'ın (s.a.v) amcası Abbas gelmiş ve insanlara,
'Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (s.a.v) ölümü tatmıştır. Zira o aramızda iken şu âyeti okumuştu:
"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz, sizler kıyamet günü rabbinin huzurunda davala-şacaksınız."93
Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a), Medine yakınlarında yerleşmiş bir ensar kabilesi olan Hazrec kabilesinin Harsoğulları arasında bulunuyordu. Haberi alır almaz hemen Resûluilah'ın yanına geldi, üzerine kapanıp onu öptü ve, "Anam babam sana feda olsun, Allah
93 Ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye, 3/569-570; Beyhakî, Delâilü'n-Nü-büvve, 7/215. Allâme Zürkânî, ibn Hacer'in el-Mevâhibü'l-Ledüniyye adlı eseri üzerine yazdığı şerhinde, yukarıda bahsi geçen rivayeti, ibn Münir'in Mi'râc adlı eserinde zikrettiğini kaydeder, bk. Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhib), 12/142. Rivayetin bir bölümü için bk. Buhârî, Cenâiz, 3.
82
ÖLÜM ve SONRASI
(c.c) ölümü sana ikinci kez tattırmayacak.94 Vallahi Resû-lullah vefat etmiş" dedi ve insanların karşısına çıkarak, "Ey insanlar! Her kim Muhammed'e inanıyorsa şunu bilsin ki, o ölmüştür. Muhammed'in rabbine inananlar bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o öiürya da öldürülür-se gerisin geriye mi döneceksiniz?"95
Hz. Ebû Bekr'in (r.a) bu konuşmasından sonra sanki insanlar bu âyeti ilk duymuş gibi oldular.96
Bir hadise bir başka rivayette şöyle geçmiştir: Hz. Ebû Bekir (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) vefat haberini alır almaz hemen Medine'ye geldi. Resûlullah'ın evine girdiğinde bir yandan gözlerinden yaşlar boşalıyor, bir yandan da ona salâtü selâm getiriyor, zorla da olsa yutkunmaya çalışıyordu. Buna rağmen kendinde idi. Resûlullah'a doğru eğildi, yüzünü açtı, alnını ve yanaklarını öptü, yüzünü sıvazladı ve ağlaya ağlaya, "Anam babam sana feda olsun! Nefsim, ehlim sana kurban olsun! Güzel yaşadın, güzel vefat ettin. Hiçbir peygamberin ölümüyle son bulmayan nübüvvet senin ölümünle noktalanmıştır. Sen övülemeyecek kadar azametli, sızlanamayacak kadar ulvîsin. Öyle ki herkes sende teselli buluyor ve herkes sende eşit oluyordu. Şayet ölüm senin tercihin olmasaydı, sana olan hüznümüzden dolayı canlarımıza kıyardık. Eğer (ölünün üzerine) ağlamayı menetmeseydin bütün göz yaşlarımızı sana döker-
94 Zebîdî der ki: Hz. Ebû Bekir'in (r.a) bunu söylemesinin nedeni şu idi: Münafıklar başından beri Resûlullah'ın vefatını beklemekte ve hatta bunu temenni etmekte idiler. Müslümanlar ise Resûlullah (s.a.v) vefat etse dahi isâ (a.s) gibi tekrar dirilip münafıkları cezalandıracağını ümit ediyorlardı. Hz. Ebû Bekir ise onun tekrar dirilip ikinci bir kez ölümü tatmayacağını bu sözleriyle ifade etmiş oluyordu.
95 Âl-i imrân 3/144.
96 Buhârî, Cenâiz, 3; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü'l-Ledüniyye, 3/570.
İMAM GAZÂLÎ
83
dik. Ancak, gücümüzün yetmediği, önleyemediğimiz bazı şeyler de vardır ki onlar da denizin kabarıp inmesi gibidir.
Allahım bunları ona ilet!
Ey Muhammed! Rabbinin yanında bizleri de an. Kalbinden bizleri çıkarma. Eğer bizlere vakar ve sekînet bırak-masaydın, ardında bıraktığın yalnızlığa ve hasrete kimseler dayanamazdı.
Allahım! Bunları sevgili dostuna ilet. Onun sevgisini içimizde koru."97
Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 7/215; ibn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, 2/264-265; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhîbü'l-Ledüniyye, 3/570; Zebîdî, İthâfü's-Sâde, 14/153.
84
85
Hz: Ebû Bekir (r.a) ölüm döşeğine düştüğü vakit kızı Hz. Âişe (r.anh) yanına geldi ve onun halini anlatmak için şu beyti okudu:
Hayatıma yemin olsun ki, servet vermez fayda,
Ölüm gelip çatıp artık göğüs daraldığında.
Ebû Bekir (r.a) bunları işitince biraz kendine gelir gibi oldu ve kızına, "Öyle değil, bilakis şu âyeti oku:
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir ve, 'İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir' denir."98 Sonra kızına şu vasiyette bulundu:
"Şu iki elbisem var ya, onları güzelce yıkayın ve beni onlarla kefenleyin, çünkü hayattakiler yeni elbiselere daha muhtaçtırlar."
Hz. Âişe (r.anh) babasının vefatı sırasında onun halini temsil etmek için şu beyti okudu:
Yağmurlar istenirdi onun hürmetine, nur gibiydi, Yetimlerin baharı, dul kadınların sığınağıydı.
Ebû Bekir (r.a) bunu işitince, "Bu söylediklerin Resûlul-lah'a (s.a.v) ait vasıflardır" dedi.
Hastalığının fazlalaştığı sıralardı. Birçok kimse ziyaretine geldi ve, "Sana bir doktor çağırsak da bir baksa, olmaz mı?" dediler. Hz. Ebû Bekir şu cevabı verdi: "Doktorum bana baktı ve, 'Ben dilediğimi yaparım' dedi."
Bir ara Selmân-ı Fârisî, Ebû Bekir-i Sıddîk'ı hastalığı sırasında ziyarete geldi. Ona, "Ey Ebû Bekir, bana tavsiyelerde bulun" dedi. Ebû Bekir (r.a), "Allah Teâlâ sizlere dünyanın kapılarını açacaktır. Ondan sadece ihtiyacınız olduğu kadar alın. Sabah namazını kılan kimse Allah'ın hima-yesindedir. Sakın Allah'a olan ahdinizi bozmayın, yoksa sizi yüzüstü cehenneme sürer."
Hz. Ebû Bekir (r.a) artık iyice ağırlaşmış, iyileşme ümidi kesilmişti. İnsanlar kendisinden yerine geçecek birini tayin etmesini istediler; o da, "Ömer'i bırakıyorum" dedi. Bunun üzerine insanlar, "Ey Ebû Bekir! Bize çok sert ve kaba birini bıraktın; rabbinin huzurunda ne cevap vereceksin?" diye sordular. O da, "Rabbime, 'Senin kullarına onların en hayırlısını halife bıraktım' derim" diye cevap verdi.
Sonra birini göndererek Ömer'i çağırttı, ona, "Sana bir vasiyetim var, iyi dinle! Allah Teâlâ'nın, gündüz yapılmasını istediği birtakım hakları (ibadet ve vazifeler) vardır ki bunların geceleyin yapılmasını kabul etmez. Aynı şekilde gece yerine getirilmesini istediği birtakım hakları da vardır ki onların da gündüz yapılmasını kabul etmez. Allah (c.c) kul farz ibadetleri yerine getirmedikçe nafileleri kabul etmez."
Kaf 50/19.
Farzlar terkedilerek yapılan nafile ibadetlerin bir faydası olmaz şeklinde anlaşılmalıdır.
¦*
86
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
87
Amr b. Meymûn (rah) anlatıyor: Hz. Ömer'e suikast yapıldığı sabah ben de oradaydım. Aramızda sadece Abdullah b. Abbas (r.a) vardı. Hz. Ömer (r.a) namaz kıldırmak üzere mihraba doğru ilerlerken her iki safın arasına geldiğinde, "Safları düzeltin" der, ondan sonra diğer safa geçerdi. En sonunda mihraba ulaşır ve tekbir getirerek namaza
başlardı.
Çoğu kere, özellikle sabah namazlarında cemaat namaza yetişsin diye ilk rek'atlarda Yusuf yahut Nahl sûrelerini okurdu.
O sabah da yine aynen yapmış ve mihraba geldiğinde niyetini ederek tekbir almıştı ki onun, "Köpek beni yaraladı" dediğini işittim. Mugîre b. Şu'be'nin kölesi Ebü'l-Lü'lü onu yaralamıştı. Kâfir adam100 ne olacak! Kullandığı bıçağın her iki tarafı da keskindi.
Ebü'l-Lü'lü mescidden elindeki bıçağı sağa sola sallayarak kaçmış, bu sebeple on üç kişi yaralanmıştı. Bunlardan, bir rivayete göre dokuzu, diğer bir rivayete göre de yedisi hayatını kaybetmişti.
100 Ebü'l-Lü'lü, ateşe tapan bir Mecûsî idi.
Bu esnada, tam mescidden çıkarken Irak hacılarından biri onu gördü. Hemen üstündeki cübbeyi çıkarıp üzerine attı. Ebü'l-Lü'lü de herkesin üzerine çullandığını ve yakalandığını zannederek kendini bıçakladı.
Hz. Ömer (r.a) Abdurrahman b. Avf'ı yerine, namazı kıldırması için geçirdi, çünkü ona en yakın o idi. Hz. Ömer'in arkasındaki herkes benim gördüklerimi gördüler. Arka saflarda ve mescidin ücra köşelerinde olanlar olan bitenden habersizdiler. Hz. Ömer'in sesi kesilince yanıldığını düşünerek, "Sübhânellah, Sübhânellah" demeye başladılar. Abdurrahman b. Avf kısa bir namaz kıldırdı. Namaz bitince Ömer (r.a), "Ey ibn Abbas! Bak bakalım beni bıçaklayan kimmiş?" dedi. İbn Abbas, bu işi kimin yaptığını öğrenmek üzere yanından ayrıldı. Bir müddet sonra geldi ve, "Ey Ömer! Seni bıçaklayan Mugîre b. Şu'be'nin kölesi imiş. "Hz. Ömer (r.a), "Allah kahretsin! Ben ona daima iyiliği tavsiye edip doğruyu göstermiştim. Ama Allah'ıma şükürler olsun ki, benim ölümümü bir müslümanın elinden yapmadı. Medine'de gayri müslimlerin çoğalmasını isteyen sen ve babandı. Onlara en çok acıyan ve şefkat gösteren de Abbas idi." ibn Abbas, "İstersen onların hepsini öldürelim?" dedi. Hz. Ömer (r.a), "Dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve haclarını yaptıktan sonra, artık böyle bir şey olmaz" dedi.
Sonra evine götürüldü, biz de beraberinde gittik. İnsanlar şaşkındı. Sanki daha önce başlarına böyle bir felâket hiç gelmemiş gibiydiler. Kimi, "Yarası ciddi, hayatî tehlikesi var" derken, kimi de, "Zannımca önemli bir şeyi yok" diye konuşuyorlardı.
Sonra bir doktor getirtildi. Doktor hurma şırası içmesini söyledi. Biraz içirdiler, fakat bağırsaklarından dışarı akıyordu. Süt içirdiler, yine aynı şekilde oldu. Bunu görenler
88
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂÜ
89
Hz. Ömer'in öleceğini anladılar, çünkü bıçağın darbesi iç organlara kadar sirayet etmişti.
Ben de ziyaretine gittim. İnsanlar ona övgülerde bulunuyorlardı. Sonra bir genç geldi ve,
"Ey müminlerin emîri! Allah azze ve celleden sana müjdeler var! Zira sen Resûlullah'ın (s.a.v) sohbetinde bulunup onunla arkadaşlık ettin. Bildiğim kadarıyla da ilk müs-lümanlardansın. Sonra onların başına önder oldun ve adaletle yönettin. Şimdi de şehid oluyorsun." Hz. Ömer (r.a),
"Bu işler ne faydama ne de zararıma! Ben sadece bunların, âhiretim için yetecek kadar olmasını isterdim" dedi. Bu konuşmalardan sonra delikanlı ayrılmak üzere arkasını döndü. Entarisi uzunluğundan dolayı yerlerde sürünüyordu. Hz. Ömer (r.a), "O genci buraya çağırın" dedi. Onu bulup getirdiler. "Yeğenim! Elbiseni biraz yukarı kaldır! Böylelikle hem daha temiz kalmış hem de rabbine karşı daha takvâlı davranmış olursun" diye nasihatte bulundu.
Râvi anlatmaya şöyle devam ediyor: Hz. Ömer (r.a) oğlu Abdullah'tan ne kadar borcu olduğunun tesbit edilmesini istedi. Hesabın sonunda yaklaşık 86.000 dirhem borcunun olduğu ortaya çıktı. Hz. Ömer,
"Eğer ailemizin malı bu borçları ödemeye yeterse onlarla öde, yetmezse git Kâ'b b. Adîoğulları'ndan iste. Onlarınki de yetmezse Kureyş kabilesinden iste, başka bir yere de gitme. Bunlar yeterlidir. Borcumu ödedikten sonra müminlerin annesi Âişe'nin yanına git ve,
"Ömer'in sana selâmı var" de. Sakın, "müminlerin emîri" ifadesini kullanma, çünkü artık müminlerim emîri değilim. Sonra ona, "Ömer sizden, iki arkadaşının [Resûlullah (s.a.v) ve Ebû Bekir'in] yanına defnedilmek için izin istiyor" de dedi.
Abdullah Hz. Âişe'nin (r.anh) yanına gitti. İzin alarak içeri girdi. Selâm verdi. Hz. Âişe (r.anh) oturmuş ağlıyordu. Abdullah, "Ömer b. Hattâb size selâm gönderiyor ve iki arkadaşının yanına defnedilebilmek için sizden müsaade istiyor" dedi. Hz. Âişe, "Ben orayı kendim için düşünüyordum, fakat bugün Ömer'i kendime-tercih ediyorum" dedi.
Abdullah babasının yanına döndü. Oradakiler Ömer'e, "Bu oğlunuz Abdullah, geri döndü" dediler. Hz. Ömer, "Beni kaldırın" dedi. Oradakilerden biri onu kendine yaslayarak kaldırdı. Hz. Ömer, "Ne haberler getirdin?" diye sordu. Abdullah, "Sevineceğiniz bir şey! Ey müminlerin emîri, Hz. Âişe (r.anh) izin verdi" dedi. Hz. Ömer, "Allah'a hamdol-sun! Benim için bundan daha önemli bir şey yoktu.
Öldüğüm zaman beni Hz. Âişe'nin odasına götürün.101 Abdullah, oraya girince Âişe'ye selâm ver ve, 'Ömer buraya defnedilmek için sizden izin istiyor' de. Eğer izin verirse beni oraya gömün, yok vermezse müslümanların umumi kabristanlığına götürürsünüz" dedi.
Biraz sonra müminlerin annesi (Hz. Ömer'in kızı) Hafsa (r.anh) geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Babasının yanında kalıp bir müddet ağladı. Erkekler de içeri girmek isteyince onlara izin verildi. Ben de onlarla beraber girdim, içeriden Hafsa'nın (r.anh) ağlama seslerini işitiyorduk.
Erkekler, "Ey müminlerin emîri, bizlere vasiyetini et ve yerine halife bırak" dediler. Hz. Ömer, "Ben bu göreve Resûlullah'ın (s.a.v) kendilerinden razı olarak vefat ettiği şu altı kişiden başkasını lâyık görmüyorum" dedi ve onları saydı: "Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebû Vakkas ve Abdurrahman b. Avf.
101 Zira Hz. Peygamber'in kabri, Mescid-i Nebevi ile yan yana bulunan Hz. Âişe'nin odasında bulunmaktaydı.
90
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
91
Bu iş için oğlum Abdullah da sizlere şahitlik eder. Onun bu işte hiçbir hakkı yoktur, yani o halife olamaz. Onun orada bulunması taziyeleri kabul etmek gibi bir şeydir. Eğer Sa'd halife olursa ne güzel! Yok, başkasını seçerlerse mutlaka Sa'd'dan istifade etsin. Ben onu Küfe valiliğinden, bu göreve yetersizliği ya da hainliği nedeniyle azletmedim.102
Benden sonra halife olacak kişiye vasiyetim, ilk hicret edenlerin faziletlerini bilmesi ve onlara saygı duymasıdır. ve yine ona vasiyetim şudur ki, kendilerinden önce Medine'yi yurt edinip kendilerinden önce iman etmiş ensara karşı iyilikle muamelede bulunmasıdır. Onlardan iyi işler yapanlara ihsanda bulunsun, kusuru bulunanları da affetsin.
Diğer şehirlerin insanlarına da iyi davransın. Çünkü onlar İslâm'ın dayanağı, devlet hazinesinin kaynağı ve düşmanlarımızın korkusudur. Zekât ve sadaka gibi hususlarda onları fazla zora sokmasın ve ancak rızaları ile kendilerinden arta kalan kısmı alsın.
Göçebelere yani köylülere de iyi davranmasını vasiyet ediyorum, zira onlar Araplar'ın aslı, İslâm'ın aslî maddesidir. Onlardan aldığı sadaka ve zekâtları tekrar fakirlerine dağıtsın.
Allah'ın ve Resûlü'nün koruma altına aldığı zimmîlere, kendilerine vaad edilen hususlara riayet etmesini, onları korumasını ve altlarından kalkamayacakları yükü onlara yüklememesini tavsiye ediyorum."
Sonra Hz. Ömer vefat etti. Hazırlanıp kefenlendikten sonra Hz. Âişe'nin (r.anh) yanına (evine) götürdük. Abdullah b. Ömer selâm verdi ve,
"Ömer b. Hattâb buraya defnedilmek için sizden izin istiyor" dedi. Hz. Âişe (r.anh), "Onu içeri getirin" buyurdular. Böylelikle Hz. Ömer'in cenazesi iki arkadaşının yanına defnedilmiş oldu.
Resûlullah (s.a.v) buyuruyorlar ki: "Cebrail bana, 'İslâmiyet Ömer'in ölümüne ağlasın' dedi."103
Abdullah b. Abbas (r.a) anlatıyor: Hz. Ömer'in cenazesi evinde bir divanın 'üzerine konulmuştu. İnsanlar etrafını kuşatmışlar, rahmet ve merhamet dualarında bulunuyorlardı. Ben de aralarında idim. Birden bir el omuzuma ilişti, korktum, arkamı döndüğümde gördüm ki Âli b. Ebû Tâlib (r.a)! Ömer'e rahmet dualarında bulundu ve ona şöyle dedi:
"Kendin gibi amel işleyen birini arkanda bırakmadın. Gerçekten senin ameline benzer bir amelle Allah'a vâsıl olmak isterdim. Yemin ederim ki, Allah (c.c) seni iki arkadaşınla beraber edecektir. Çünkü ben çok kereler Resûlul-lah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
"Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce... gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce ... çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce girdik..."104
1 Hz. Ömer (r.a) hicretin 21. (642) yılında Sa'd b. Ebû Vakkas'ı Küfe valiliğine tayin etmiş, ancak daha sonra tekrar bu görevden onu kendisi azletmiştir.
1 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/138; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., nr. 597. Hadisin ibn Asâkir rivayetleri ile ilgili kısımları için bk. ibn Arrâk, Tenzîhu'ş-Şerîa, 1/346; Şevkâ-nî, Fevâidü'l-Mecmûa, Menâkıbü'l-Hulefa, 21.
' Buhârî, Fezâil, nr. 4, 6; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 14; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 8115; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/112.
92
ÖLÜM ve SONRASI
Hz. Osman'ın (r.a) şehid edileceğini haber veren hadis meşhur ve herkesçe malûmdur.
Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: "Kardeşim Osman evinde kuşatma altına alınmıştı. Onu ziyarete gittim. Mer-habalaştıktan sonra bana dedi ki: 'Kardeşim, bu gece şu pencerede Resûlullah'ı gördüm, bana, 'Ey Osman! Seni muhasara altına mı aldılar?' dedi. Ben, 'Evet' dedim. 'Seni susuz mu bıraktılar?' diye sordu; ben, 'Evet' dedim. Sonra bana içi su dolu bir kap uzattı. Kana kana içtim, öyle ki onun serinliğini hâlâ göğsümde hissediyorum.
Resûlullah (s.a.v), 'Ey Osman, istersen seni düşmanlarına karşı galip kılalım, istersen iftarını bizim yanımızda yap' dedi. Ben iftarımı onun yanında yapmayı tercih ettim."
Abdullah b. Selâm (r.a) der ki: "Hz. Osman işte o gün şehid edildi."105
Yine Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) şehid edilip kanlar içinde ruhunu teslim ederken yanında bulunanlara, 'Hz. Osman ruhunu teslim ederken neler söyledi?' diye sordum. Üç defa, 'Allahım! Muhammed'in ümmetini topla, bir araya getir' diye söylendiğini işittik dediler.
Ben de nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ediyorum ki, eğer Hz. Osman (r.a) o haldeyken ümmetin
105 Bir rivayette Hz. Osman o sabah oruçlu olarak sabahlamış ve o gün şehid edilmiştir.
İMAM GAZÂLÎ
93
bir araya gelmemesi için dua etseydi, kıyamete kadar asla bir araya gelemezlerdi."
Sümâme b. Hazn el-Kuşeyrî (rah)106 anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) evini kuşatanların karşısına çıkıp, 'Sizi bana karşı kışkırtan o iki kişiyi getirin' dediği vakit ben de oradaydım. Deveye ya da eşeğe benzeyen iki adam getirdiler. Hz. Osman (r.a), 'Allah ve Resulü adına söyleyin! Hani Resûlullah (s.a.v) Medine'ye geldiğinde, içilebilecek tek tatlı suyu olan Rûme Kuyusu'ndan başka bir kuyu yoktu. O vakit Resûlullah (s.a.v),
"Rûme Kuyusu'nu kim satın alırsa, o kuyunun her kovasına karşılık kendisine cennette daha hayırlısının verilmesine talip olan kim vardır?"107 diye sorduğunda ben o kuyuyu kendi öz malımla alıp müslümanlara bağışladığımı bilmiyor musunuz? Siz ise bugün beni o kuyunun suyundan ve hatta deniz suyundan bile içmekten alıkoyuyorsunuz.' Ayaklananlar, 'Allah için doğru söylüyorsun' dediler. Hz. Osman (r.a), 'Allah (c.c) ve İslâm için doğru söyleyin; Mescid-i Nebevî artık iyice daralmış, cemaat sığmaz olmuştu. Resululllah (s.a.v):
Cennette karşılığı kendisine kat kat daha fazlası ve hayırlısı verilmek üzere, falan ailenin arsasını kim alır ve mescidimize katar?108 buyurdular.
Ben o zaman kendi öz malımdan çıkarıp o arsayı satın almamış mıydım? Şimdi ise orada iki rek'at namaz kılıma-
106 Muhadramunlardandır. Yani, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yaşamış, fakat kendisini görme imkânı bulamamıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Âişe'yi (r.a) görmüştür (bk. Ebû Nuaym-ı isfahânî, Ma'rifetü's-Sahâbe, 3/295).
107 Buhârî, Fezâilü'l-Ashâb, 47;Tirmizî, Menâkıb, 18;Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305. Tebrîzî, Mişkât, nr. 6066. Hz. Osman (r.a) bir yahudinin mülkiyetinde olan Rûme Kuyusu'nu 20.000 dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu.
108 Tirmizî, Menâkıb, 18; Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305, Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 36280.
ÖLÜM ve SONRASI
ma engel oluyorsunuz, öyle değil mi?' dedi. Ayaklananlar, 'Allah var, doğru söylüyorsun' dediler. Hz. Osman (r.a), 'Allah ve İslâm adına doğruları söyleyin, ben Tebük Gazvesi askerlerini kendi malımdan giydirip kuşatmadım mı? Onlara silâh ve teçhizat almadım mı?' Ayaklananlar, 'Allah için bunlar doğru' dediler. 'Allah (c.c) ve İslâm hakkı için doğru söyleyin; Resûlullah (s.a.v) Mekke'deki Sebîr dağında idi. Yanında Ebû Bekir, Ömer ve ben vardım. Bir ara dağ sallanmaya başladı, öyle ki kayaları dağın dibine kadar yuvarlanmıştı. Resûlullah (s.a.v) ayağıyla yere vurarak,
Ey Sebîr, sakin ol I Zira üzerinde bir peygamber bir Sıd-dîk ve iki tane de şehid bulunmaktadır109 dediğini işitmediniz mi?'
Ayaklananlar, 'Allah için bunu da işittik' dediler. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a), 'Allahüekber! Benim lehime tanıklıkta bulundunuz. Kabe'nin rabbine yemin olsun ki ben şehid olacağım' dedi."
Dabbe110 ihtiyarlarından biri anlatıyor: "Hz. Osman (r.a) hançerlenip de kanlar sakallarına doğru akmaya başladığı zaman, 'Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben (nefsime) zulmedenlerden oldum'111 âyetini okudu; ardından, 'Alla-hım! Şu düşmanlarımı sana havale ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım diliyor ve beni imtihan ettiğin şeye karşı senden sabır diliyorum' diye dua etti."
' Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305;
ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7/178. J Bir dağın ismidir. Mescid-i Hayf'ın bulunduğu yerdedir (bk. Abdullah-ı Bekrî, Mu'ce-
mü mâ ista'cem, "Dabbe" md. 1 Enbiyâ 21/87.
İMAM GAZÂLÎ
95
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder