5 Şubat 2016 Cuma

AHİRET HAYATI ÖLÜM KABİR KIYAMET 2



Asbağ-ı Hanzalî anlatıyor:
"Hz. Ali'nin suikasta uğrayacağı sabah güneşin doğmasının yaklaştığı vakitlerdi. Müezzini İbn Tayyâh onu kaldırmaya gelmişti. Hz. Ali'nin üzerinde büyük bir yorgunluk ve ağırlık hissi vardı. İlk seferde kalkamamıştı. Müezzini ikinci sefer geldiğinde yine aynı haldeydi, kalkamamıştı. Üçüncü sefer geldiğinde kalktı ve yürümeye başladı. Hem yürüyor hem de şu beyitleri mırıldanıyordu:
Hazırla kendini ölüme, zira sana yaklaşmakta,
Senin vadine (yanına) geldiğinde sakın ondan sızlanma.
Hz. Ali (r.a) mescidin küçük kapısına yaklaştığında bir Haricî olan Benî Murâd kabilesinden Abdurrahman b. Mül-cem tarafından saldırıya uğradı ve hançerlendi (Küfe 40/661).
Bu sırada sesleri duyan kızı Ümmü Gülsüm112 hemen dışarı çıktı. Babasının yaralandığını görünce, 'Nedir bu sabah namazının vaktinden çektiklerim! Eşim, müminlerin
izahat için 92 numaralı dipnota bakınız.
96
ÖLÜM ve SONRASI
emîri (Ömer r.a ) sabah namazında şehid edildi. Babam Hz. Ali de sabah namazı şehid edildi' dedi."
Kureyş'in ihtiyarlarından biri der ki: "Hz. Ali, Abdurrah-man b. Mülcem tarafından hançerlendiği sıra, 'Kabe'nin rabbine yemin olsun ki ben kurtuluşa erenlerden oldum' dedi."
Muhammed Bakır b. Ali Zeynelâbidîn der ki: "Dedem hançerlendiği zaman oğullarına birtakım vasiyet ve nasihatlerde bulundu. Sonra, ruhu kabzedilene kadar 1â ilahe illallah' zikrinden başka hiçbir şey konuşmadı."


Hz. Hasan (r.a) zehirlenmenin tesiriyle113 artık iyice ağırlaşmaya başladığı zaman kardeşi Hüseyin (r.a) yanına geldi. Onu endişe ve umutsuzluk içinde görünce,
"Neden sızlanıyorsun? Deden Resûlullah'ın, baban Hz. Ali'nin, büyük annen Huveylîd kızı Hz. Hatice'nin ve annen Fâtıma'nın, amcaların Hamza ve Ca'fer'in yanına gidiyorsun, bunda endişe edilecek bir durum yok" dedi. Hz. Hasan (r.a), "Ey kardeşim! Bugüne kadar kendisine hiç gitmediğim ve yapmadığım bir işe, ölüme gidiyorum" dedi.
Muhammed b. Hasan (r.a) anlatıyor:
"Hz. Hüseyin (r.a) Ehl-i beyt ile birlikte Kerbelâ denilen yere vardıklarında Ubeydullah b. Ziyâd'ın adamları etraflarını kuşatmıştı. Hz. Hüseyin (r.a) öldürüleceklerini anlayınca ayağa kalktı, Allah'a hamd ve senalarda bulunduktan sonra şu konuşmayı yaptı:
Hz. Hasan (r.a), zevcesi Cade bint Eş'as tarafından, 49 (669) senesinde zehirlenerek şehid edildi. Cenaze namazını Saîd b. Âs kıldırdı. Kardeşi Hz. Hüseyin (r.a) tarafından Medine-i Münevvere'deki Bakî Kabristanlığfna defnedildi.
İMAM GAZÂLÎ
97
Gördüğünüz her şey Allah'ın takdiriyle olmuştur. Dünya değişti, her şey bir bilinmezliğe büründü. İyilik diye bir şey kalmadı. Bir kaptan damlayan ne ise o da o kadar işte. Bundan dolayı böyle hayırsız ve verimsiz bir yerde yaşamak bana yeter de artar bile.
Hak ve hakikat ile amel edilmediğini, bâtıldan da sakı-nılmadığını görmez misiniz? Bu bakımdan mümine düşen vazife, kendisini Allah'a kavuşturacak yollara rağbet etmesidir. Ben şu halimle ölümü bir saadet, zalimlerle yaşamayı ise kendim için bir cürüm olarak görüyorum."
98
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
99



Muâz b. Cebel (r.a) vefat anında şöyle demiştir:
"Allahım! Şu zamana kadar senden korkuyor, çekini-yordum; şimdi ise senin rahmetini ümit ediyorum. Allahım! Sen de biliyorsun ki, ben dünyayı, orada uzun bir müddet kalmak, nehirler akıtmak, ağaçlar dikmek için sevmedim; bilakis sıcakta susuzluktan kavrulanların susuzluğunu gidermek ve zikir halkalarında âlimlerle birlikte olmak için sevdim."
Muâz b. Cebel'in (r.a) ölüm sancıları çok şiddetli geçmişti. Kimse onun gibi kıvrananı görmemişti. O baygınlığından her ayılısında, "Allahım! Boğazımı ne kadar dü-ğümlersen düğümle, izzetine yemin olsun ki, kalbimin seni sevdiğini biliyorsun."
Selmân-ı Fârisî (r.a) vefatı yaklaşınca ağlamaya başladı. Kendisine, "Sizi ağlatan nedir?" diye sorulduğunda, "Dünyadan kopacağıma ağlamıyorum. Resûlullah (s.a.v) vefat etmeden önce hepimizden dünyalık olarak bir yolcunun yanına aldığından daha fazlasını almamamız için söz
almıştı. İşte üzüntüm bu husustaki endişem sebebiyledir" dedi. Selmân (r.a) vefat ettikten sonra terekesinin 10 küsur dirhem kadar olduğu görüldü.
Bilâl-i Habeşî (r.a) vefat edeceği sıra hanımı, "Vay başımıza gelenler!"diye feryat etmeye başladı. Hz. Bilâl (r.a), "Aksine! Bu benim için büyük bir mutluluk, zira yarın ahbaplarıma, Muhammed'e ve onun dostlarına kavuşacağım" dedi.
Anlatıldığına göre Abdullah b. Mübarek (rah) vefatı esnasında gözlerini açtı, gülümsedi ve, "Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş (ve saadet) için çalışsınlar"m âyetini okudu.
İbrahim-i Nehâî (rah) vefatı esnasında ağladı. Kendisine neden ağladığı sorulduğunda, "Allah'tan, cennet ya da cehennemle beni müjdeleyecek bir elçi bekliyorum, ondan" diye cevap verdi.
Muhammed b. Münkedir vefat etmeden kısa bir müddet önce ağlamaya başladı. Kendisine, "Sizi böyle ağlatan nedir?" diye sorulduğunda şöyle dedi: "Vallahi, bu ağlamam bilerek yaptığım bir günahın hatırıma gelmesinden dolayı değildir. Belki, önemsiz zannettiğim bir günahın Allah (c.c) katında büyük olması ve bu sebeple cezalandırılacağım korkusundandır."
Zühd ehli bir zat olan Âmir b. Abdikays vefatı esnasında ağlamaya başladı. Kendisine,"Sizi ağlatan şey nedir?" diye sorulduğunda şöyle demiştir: "Ölümden korktuğum ya da hâlâ dünyaya hırslı olduğum için ağlamıyorum; ben yazın sıcaktan kavrulanlara su dağıtmak için kaçırdığım fırsatlara ve kışın kalkmadığım gece namazlarına ağlıyorum."
Sâffât 37/61.
100
ÖLÜM ve SONRASI
Fudayl b. İyâz (rah) son anlarında bir ara bayıldı, sonra gözlerini açtı ve, "Eyvah! Bu ne uzun yolculuk, yanımda ise ne az azık var!" dedi.
Abdullah b. Mübarek (rah) son anlarında azatlı kölesi Nasr'a, "Başımı toprağa koy" dedi. Nasr ağlamaya başladı. İbnü'l-Mübârek, "Niye ağlıyorsun" diye sordu. Nasr, "Sizin o bolluk ve zenginlik zamanlarınızı hatırladım, şimdi ise fakir ve garip biri olarak hayata veda ediyorsunuz" dedi. İbnü'l-Mübârek (rah), "Sus, sesini çıkarma! Çünkü ben Allah'tan, beni zenginlerin yaşantısı gibi yaşatmasını ve fakirlerin ölümü gibi öldürmesini istemiştim. Şimdi bana keli-me-i tevhidi telkin et ve ben tekrarlamadığım müddetçe ikinci kez söyleme" dedi.
Atâ b. Yesâr-ı Medenî anlatıyor: İblîs, son nefeslerini vermekte olan bir adama gözükerek, "Kurtuldun" dedi. Adam, "Henüz senin şerrinden emin olmuş değilim!" dedi.
Yine sûfîlerden ölmek üzere olan biri ağladı, neden ağladığı sorulunca, "Allah Teâlâ'nın, 'Allah ancak takva sahiplerini kabul eder'115 âyetini düşündüm, o sebeple ağlıyorum" demiştir.
Hasan-ı Basrî (rah), ölümü yaklaşan bir hastanın ziyaretine gitti. Oradakilere şöyle dedi: "Bu ölüm işinin evveli budur, onun sonundan elbette sakınmak gerekir. Şu dünyanın da sonu budur, bunu gören kimsenin elbette işin başında ondan gönlünü çekmesi gerekir."
Cerîrî (rah) anlatıyor: Son nefeslerini verirken ben de Cüneyd-i Bağdâdî'nin (rah) yanındaydım. Günlerden cuma ve ayrıca nevruzdu.116 Kur'an okuyor, hatim etmeye çalışıyordu. Ben, "Ey Ebü'l-Kâsım! Bu halinde de mi Kur'an okumakla meşgulsün?" dedim, bana, "Defterim dürülmek
115  Mâide 5/37.
116  Nevruz: Baharın ilk günlerinde yapılan, özellikle Ortadoğu folklorunda yaygın olan şenlik, baharı karşılama bayramı.
İMAM  GAZÂLÎ
101
üzere iken bunu yapmaya benden daha lâyık kim olabilir ki?" dedi.
Ruveym (rah) anlatıyor: Ebû Saîd el-Harrâz'ın vefatında yanındaydım. Son nefeslerinde şöyle diyordu:
Ariflerin kalplerinin inilti ve meyli yalnızca O'nun zikri içindir. Münâcâtlarındaki sırlı zikirler yine O'nadır.
Ölümünün kâseleri gezdirilince onların üstünde, her şükür sahibi biri gibi dünyadan ayrılıp ilâhî rahmete kavuşurlar.
Onların gayretleri, gökteki parlak yıldızlar gibi parlayan, Allahın sevdiği kulların ordusuna katılmaktır.
Öldürülürken onun sevgisiyle bedenleri, ruhları perdeler altında en yüksek zirvelere doğru çıkmaktadır.
Onlar bu yolculuklarını ancak sevgililerinin yanında son buldururlar. Ruhları kendilerinden ayrılırken bir acı veya zarar da görmezler.
Cüneyd-i Bağdâdî'ye, "Ebû Saîd Harrâz (rah) ruhunu teslim ederken çokça vecde ve cezbeye kapıldı, bu hususta ne dersiniz?" diye sorulunca Cüneyd, "Onun ruhunun rabbine kavuşmak için iştiyak ile uçması şaşılacak bir olay değildir" demiştir.
Vefatı sırasında Zünnûn-i Mısrî'ye (rah), "Canın ne istiyor?" diye sorulduğunda Zünnûn, "Evet, ölümümden önce bir anlık da olsa onu gerçek mânada tanımak istiyorum" demiştir.
Yine ruhunu teslim etmek üzere olan bir velîye yanındakiler, "Allah de" diye telkinde bulunduklarında, velî, "Ne zamana kadar böyle deyip duracaksınız? Ben zaten Allah aşkı ile yanmaktayım" dedi.
Sâlihlerden biri anlatıyor: "Mümşâd-ı Dîneverî'nin (rah) yanında idim. Simasından hal ehli biri olduğu anlaşılan bir fakir çıkageldi. Selâm verdi, biz de selâmını aldık. Bize, 'Burada bir insanın ölebileceği temiz bir mekân var mı?' di-
102
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
103

ye sordu. Ona temiz bir yer, bir de çeşme gösterildi. Bu fakir adam çeşmeye gidip abdestini tazeledi, sonra biraz namaz kıldı, ardından kendisine gösterilen yere gelerek uzandı. Biraz sonra gözlerini kapadı ve oracıkta öldü."
Ebü'l-Abbas-ı Dîneverî bir mecliste konuşma yapıyordu. Onun sohbetini dinleyen kadınlardan biri aşka gelerek bir sayha attı. Ebü'l-Abbas erkeklerin yanında böyle bir şeyin yapılmasından hoşlanmadı ve kadına,
"Gerçekten kendini Allah'ta fâni olmuş, onun aşkında garkolmuş hissediyorsan öl" dedi. Kadın kalkarak mescidin kapısına doğru ilerledi. Tam çıkmak üzereyken Ebü'l-Abbas'a döndü: (İçinden Allah'ın kendisini mahcup etmemesini istedi ve kendinde zuhur eden o halin doğru olduğu ispat için ölmeyi temenni etti. Allah duasını kabul etti) ve kadın, "işte öldüm" diyerek orada ruhunu teslim etti.
Ebû Ali-i Rûzbârî'nin kız kardeşi anlatıyor: "Kardeşim Ebû Ali son nefeslerini verirken başı kucağımda idi. Baygındı, bir ara gözlerini açtı ve,
'İşte bunlar gökyüzünün kapıları, açılmışlar. Bunlar ise cennetler, süslenmişler. Biri bana, Ey Ebû Ali! Her ne kadar sen istememiş olsan da biz seni en yüksek derecelere çıkardık' diyor.
Ebû Ali sonra şu beyitleri okudu: Senin hakkına yemin olsun ki, seni görene dek hiçbir kimseye muhabbet gözüyle bakmadım.
(Ey sevgili) Bir an senden gafil kalsam, senin bana azap edeceğini biliyorum, bir de senin hayandan dolayı kızaran yanaklar bana azap eder.117
117 Zebîdî, Kuşeyri Risâlesi'nöe de geçen bu şiirin, başka bir yazma nüshada şu şekilde geçtiğini kaydeder:
(Ey sevgili!) Sona erdirsen de sana olan sevgimi, Bu kalbim yine senden gayrisine meyletmez ki. (bk. Zebîdî, İthaf, 14/228).
Son nefeslerini vermek üzere olan Cüneyd-i Bağdâ-dî'ye, "Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulunduklarında Cüneyd, "Ben O'nu unutmadım ki hatırlamaya çalışayım!" demiştir.
Şiblî'nin hizmetçisi, Ca'fer b. Nusayr (el-Huldî) Bekrân-ı Dîneverî'ye, "Vefatı esnasında onda ne gibi haller gördün" diye sorulduğunda Ca'fer, "Şiblî bana, 'Üzerimde bir mazlumun bir dirhem hakkı vardı. Sonra o parayı sahibi namına binlerce misliyle sadaka olarak verdim ama şu anda kalbimi rahatsız eden, ondan daha büyük bir şey yok' dedi." Sonra, "Haydi, bana abdest almamda yardımcı ol" dedi. Ben de ona abdest aldırdım. Sakallarının arasını hilâl-lemeyi unuttum, o anda dili tutuktu. Elimden tuttu, parmaklarımı sakallarının arasına soktu ve onu hilâllettirdi, sonra ruhunu teslim etti. Ca'fer bunları anlattıktan sonra ağlayarak der ki: "Ömrünün son nefeslerinde dahi dinin edeplerinden bir edebi bile terketmeyen biri hakkında ne dersiniz?"
Bişr-i Hâfî'nin vefatının son anlarında sıkıntılı sıkıntılı davrandığını gören biri, "Sanki hayatı arzuluyor gibisin?" dediğinde Bişr, "Evet, Allah'ın huzuruna varmak gerçekten de zor bir iş!" dedi.
Salih b. Mismâr'a, "Oğlunu ve aileni, kendilerini gözetmeleri için birilerine vasiyet etmeyecek misin?" diye sorduklarında: "Onları Allah'tan gayrisine havale etmekten haya ederim" demiştir.
Ebû Süleyman Dârânî ağırlaştığı zaman dostları ziyaretine gelerek, "Müjdeler olsun! Çok bağışlayan ve esirgeyen rabbinin huzuruna gidiyorsun" dediler. Ebû Süleyman, "Bunun yerine, 'Küçük günahların hesabını soran, büyüklerin de cezasını veren Allah'ın yanına varıyorsun' desenize!" dedi.
104
ÖLÜM ve SONRASI
Ebû Bekir-i Vâsıtî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman kendisine, "Bize vasiyette bulun" denildiğinde hazret, "Allah'ın sizdeki haklarını muhafaza edin" dedi.
Sâlihlerden biri son anlarına yaklaşınca hanımı ağlamaya başladı. "Neden ağlıyorsun?" diye sorduğunda, "Senin için ağlıyorum" der. Salih, "Şayet ağlayacaksan kendine ağla, yoksa ben kırk yıldır bugünüm için ağlamaktayım"
dedi.
Cüneyd-i Bağdadî (rah) anlatıyor: "Ölüm hastalığında üstadım Serî-i Sakatî'nin ziyaretine gittim.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sordum, bana şu bey iti okudu:
Başıma gelenler doktorumdan olunca, ona bunları nasıl şikâyet edeyim!
Sonra onu serinletmek için bir yelpaze aldım. Bunu görünce, "Ciğeri yanan biri yelpazenin serinliği ile ne bulacak?" dedi ve şu beyitleri okudu:
Kalp kavrulmuş, göz yaşları dinmek bilmiyor, keder keder üstüne, sabırsa bölük pörçük...
Nasıl istikrar bulsun o kimsenin nefsi, kararsız hevâ ve hevesi ona günah işletmeye devam ettikçe...
Ey rabbim! Benim için kurtuluş sağlayacak bir şey kalmışsa, ihsan et onu bana son nefeslerimde olsa da...
Anlatıldığına göre Ebû Bekir Şiblî'nin arkadaşlarından bir grup, ölüm hastalığında iken ona ziyarete geldiler ve
kendisine,
"Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulundular. Bunun üzerine Şiblî şu beyitleri okudu:
Bir ev ki sen varsan orada, artık ihtiyaç yoktur ışığa, Geldikleri zaman delilleriyle bütün insanlık bizim delilimiz ümidimizi bağladığımız cemâlindir artık.
İMAM GAZÂLÎ
105
1
Bir gün olsun kurtulmayı beklersem senden eğer, vermesin Allah onu bana.
Anlatıldığına göre Ebü'l-Abbas b. Atâ, hayatının son anlarında Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına geldi. Selâm verdi, fakat Cüneyd hemen selâmını almadı. Aradan bir müddet geçtikten sonra selâmını aldı ve, "Selâmını geç aldığım için özür dilerim, çünkü ben günlük virdimi (zikrimi) çekiyordum" dedi. Sonra yüzünü kıbleye doğru çevirdi, Allahü-ekber dedi ve ruhunu teslim etti.
Ölüm döşeğinde yatan Kettânî'ye (rah), "Amellerin ne türdendi? diye sorulur. Kettânî, "Ecelim yaklaşmış olmasaydı onu size anlatmazdım" dedi ve ardından şu halini anlattı:
"Kırk yıldan beri kalbimin kapısında bekledim. Oradan Allah'ın rızâsının dışında bir şeyin geçtiğini gördüğümde onu hemen kalbimden uzaklaştırdım."
Mu'temir'in anlattığı bir kıssa şöyledir: Hakem b. Abdül-melik ölüm döşeğine düşüp de insanlar onu ziyaret ettiklerinde aralarında ben de vardım. "Allahım! Ona ölüm sancılarını kolaylaştır" diye ona duada bulundum. Ardından birçok iyiliğini zikrettim. Hakem bir zaman sonra kendine geldi ve, "O konuşan kimdi?" diye sordu. "Benim" dedim. Hakem, "Ölüm meleği bana, 'Korkma! Ben her cömerde karşı çok yumuşak davranırım' dedi." Sonra ruhunu teslim etti.
Yusuf b. Esbât-ı Şeybânî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman dostu Huzeyfetü'l-Mar'aşî (rah) onun ziyaretine geldi. Onu sıkıntılı ve huzursuz bir vaziyette bir o yana bir bu yana sallandığını görünce, "Ebû Muhammedi Şimdi sıkıntı ve sızlanmanın zamanı mıdır?" dedi. Yusuf b. Esbât, "Ebû Abdullah! Nasıl sızlanmayayım, nasıl tedirgin olma-
106
ÖLÜM ve SONRASI
yayım, Allah için ihlâsla, sadıkane olarak yaptığım bir amelimi hatırlamıyorum ki!" dedi.
Huzeyfe demiştir ki: "Hayret doğrusu; böyle sâlih bir insan öleceği vakit bile Allah için ihlâslı bir ameli olmadığına yemin edebiliyor!"
Megâzilî anlatıyor: Şu sûfî arkadaşlarımızdan, yaşlı ve hasta bir adamın yanına gittim. Son nefeslerini vermekteydi. Diyordu ki: "Ey rabbim! Bana dilediğini yapma imkânın var; bana yumuşak davran!"
Vefatı esnasında şeyhlerden biri Mümşâd-ı Dîneverî'yi ziyarete geldi. "Allah (c.c) sana şöyle şöyle ikramlarda bulunsun, böyle ikram etsin..." diye dualarda bulundu. Müm-şâd güldü ve,
"Otuz senedir cennet ve nimetleri bana arzedilmektedir, ancak ben onlara gözümün ucuyla dahi bakmış değilim" dedi.118
Son nefeslerini vermekte olan Ruveym'e (rah), "Lâ ilahe illallah de" diye telkinde bulunduklarında Ruveym onlara, " Zaten ben ondan başka bir kelimeyi doğru dürüst söyleyemem ki?" karşılığını verir.
Ölüm döşeğindeki Ebü'l-Hüseyin Nûrî'ye, "Lâ ilahe illallah de!" diye telkinde bulunduklarında hazret, "Bu anda ondan başka önemli bir iş mi var!" demiştir.
Ebû Yahyâ-i Müzenî ölüm hastalığında İmam Şafiî'yi ziyaret etti. Ona lakabıyla hitap ederek, "Ebû Abdullah, halin nasıl?" diye sordu, İmam Şafiî,
"Dünyadan göç etmek, kardeşlerimden ayrılmak, kötü amellerimle yüz yüze gelmek, ölüm kadehini içmek ve rab-bime varmak üzereyim. Bilemiyorum, ruhum cennete mi uçacak ki onu müjdeleyeyim; yoksa cehenneme mi gide-
1 Bu durum özellikle sâlihlerin son nefeslerinde görülen bir istiğrak halidir. Allah'ın rızâsından ve O'nun cemâlinden başka hiçbir şey istememek anlamına gelmektedir.
İMAM  GAZÂLÎ
107
cek, ona tahammül edeyim?" dedi ve ardından şu beyitleri okudu:
Kalbim taşlaşıp yollarım tıkandığında,
Teslim ettim ümitlerimi senin affına.
Çok büyük geldi günahlarım bana,
Ancak ne zaman ki geldi senin affınla yan yana,
Senin affını daha büyük gördüm onun yanında.
Affettin sen daima kullarının günahlarını,
Eksik etmedin cömertliğini, affını ve ihsanını.
Kurtulamazdı hiçbir kul şeytanın aldatmasından
Sen olmasaydın eğer,
Nasıl kurtulsun ki, aldatmıştı o temiz kulun
Âdem'i meğer!
Son demlerini yaşayan Ahmed b. Hadraveyh'e bir mesele soruldu, hazret ağlamaya başladı ve,
"Yavrucuğum! Tam doksan beş senedir çalmakta olduğum kapı bugün açıldı. Cennete mi yoksa cehenneme mi açılacağını bilemiyorum. Bu durumda ne cevap vereyim ki?" dedi.
işte, ariflerin son sözleri bu şekilde.
Bu sözlerin her birinin farklı farklı olması onlara galebe çalan korku, ümit, şevk ve sevgi sebebiyledir. Herkes o anki durumuna göre farklı beyanlarda bulunmuştur. Her birinin dediği kendi makamına göre doğrudur.
i."
108
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
109



Cenazeye katılan kişi, cenazenin önünde yürümeli, kendinin de o tabutun içinde olduğunu varsayarak tefekkür halinde bulunmalı ve bütün bunları tevazu halinde yapmalıdır (bunların edep ve sünnetlerini kitabımızın fıkhî meseleler kısmında incelemiştik).
Bu husustaki edeplerden biri de, ölen kişi fâsık yani günahkâr biri olsa dahi onun hakkında iyi niyet dileklerinde bulunmaktır. Şu da var ki, ölen kişi her ne kadar zahiren temiz bir insan gibi olsa da, son nefesinin iman ile çıkıp çıkmadığı hususunda kaygılar olabilir. Çünkü o anda neler olacağı bilinemez. Bu konuda anlatılan bir olay şöyledir:
Ömer b. Zerr'in (rah) bir komşusu vefat etmişti. Bu adam yaptığı kötü işlerle nefsine çok zulmetmişti. Bu sebeple insanlar onun cenazesine katılmadılar. Ömer, onun cenazesini hazırladı, namazını kıldı ve kabrine koydu. Sonra baş ucunda durdu ve, "Allah sana merhametiyle muamele buyursun! Ömrünü tevhid ile geçirdin, insanlar senin için, 'O günahkâr ve isyankâr biridir' desinler! Sen yüzünü topraklara bulayarak rabbine secdeler ettin. Hangimiz hatasız, hangimiz günahsızız ki!"
Bu hususta anlatılan bir kıssa da şöyledir:
Basra'nın kenar mahallelerinde zulmü ve günahkârlığı ile bilinen bir adam öldü. Hanımı kocasının cenazesini kaldıracak, onu gömecek hiç kimseyi bulamadı. Zira adam cürmüyle tanındığından kimse onun cenazesine katılmak istemedi. Kadın bunun üzerine iki hamal kiraladı, onu cenaze namazlarının kılındığı musalla taşının üzerine koy-durttu, ancak yine kimse namazını kılmadı.
Kadın defnetmek üzere eşini kimsenin uğramadığı boş bir araziye götürdü. O beldeye yakın bir tepede herkesçe tanınan zâhidlerden büyük bir zat vardı. Kadın o zatı cenazeyi bekliyormuş gibi bir halde gördü. O büyük zat adamın cenaze namazını kılmak için ona yöneldi. Bu haber kısa zamanda Basra'ya yayıldı. Herkes bu zat ile birlikte adamın cenazesini kılmak üzereye oraya akın etti. Zâhid, kendisine, "Neden özellikle bu adamın cenazesini kıldınız?" diye soranlara,
"Rüyamda bana, 'Filan yere git, orada yanında hanımından başka kimsesi bulunmayan bir adamın cenazesi vardır; onun namazını kıl, çünkü o bağışlanmıştır' denildi.
İnsanlar iyice meraklanmaya başladı; bunun üzerine zâhid, ölen adamın karısını çağırarak kocasının hayattayken durumlarından sordular. Kadın, "Herkesin bildiği gibi işte... Meyhaneye gider, akşama kadar içki içerdi." Zâhid, "İyi düşün! Yaptığı hayırlı bir ameli hatırlıyor musun?" diye sordu. Kadın, "Evet, onun devamlı yaptığı üç hayırlı amelini biliyorum:
1. Genelde sabah namazı vakti ayılırdı. Hemen elbiselerini değiştirir, camiye gider ve cemaatle namazını kılardı. Ancak sonra tekrar meyhaneye giderek günaha devam ederdi.
110
ÖLÜM ve SONRASI
2.  Evde daima bir veya iki yetim bulundurmaya çalışırdı. Öyle ki onlara kendi evlâtlarından daha iyi bakardı.
3. Gecenin karanlığında sarhoşluğundan ayılır ve ağlayarak şöyle dua ederdi: Allahım! Cehennemin hangi köşesini bu menfur adamla dolduracaksın?"
Zâhid bunları dinledikten sonra arkasını dönüp oradan ayrıldı. İnsanlar da merak ettikleri soruların cevabını almış oldular.
Sıla b. Eşyem-i Adevî (rah) defnedilen kardeşinin kabrinin yanına gelerek şu beyiti okumuştur:
Eğer sorgu suali geçersen gerçekten büyük bir tehlikeyi atlaşnnışsın demektir; yoksa kurtulacağını tahmin etmiyorum.


Dehhâk b. Mezâhim anlatıyor: Adamın biri,
"Ey Allah'ın Resulü! insanların en zahidi kimdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Kabri ve oradaki çürümeyi unutmayan, dünyalık fuzulî şeyleri terkeden, âhireti dünyaya tercih eden, yarınki gününün derdine düşmeyen ve kendini kabirdeki insanlardan biri olarak gören kimse zâhiddir""9 diye cevap vermiştir.
Hz. Ali'ye (r.a), "Neden kabristanlığa yakın bir yerde evini kurdun?" diye sorulduğunda, "Onları en iyi ve samimi komşular olarak buldum; dillerini tutmasını biliyorlar ve ayrıca âhireti hatırlatıyorlar" demiştir.
Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 10565; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef, 8/37/6/17; Hadisin mânasını ihtiva eden rivayetler için de bk. Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme,17; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/234; Hâkim, el-Müstedrek, 4/316; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Um-mâl, nr. 44054.
İMAM GAZÂÜ
111
Resûlullah (s.a.v), "Kabir kadar ürkütücü bir manzara görmedim"120 buyurmuştur.
Ömer b. Hattâb (r.a) anlatıyor: Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) ile kabristanlığa gittik. Bir kabrin başına oturdu. İçimizde ona en yakın bendim. Resûlullah (s.a.v) ağladı, ben de ağladım ve herkes ağladı. Bize, "Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu, biz de, "Siz ağladığınız için ağladık, dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Bu annemin, Vehb kızı Amine'nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret etmem için izin istedim, izin verdi. Ona istiğfarda bulunmam için izin istedim, fakat buna izin vermedi. İşte benim kalbime bir anne ile oğlu arasındaki şefkat duygusu geldi, ona ağladım"121 buyurdular.
Osman b. Affân (r.a) bir kabrin başına oturduğu zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine, "Ey Osman, neden cennet ya da cehennemden bahsedildiğinde ağlamıyorsunuz da bir kabrin başına oturduğunuz da ağlıyorsunuz?" diye soruldu. Hz. Osman (r.a) şöyle cevap verdi:
Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Kabir, âhiret yolculuğunun ilk konağıdır. Eğer kişi buradan kurtulursa artık gerisi kolaydır. Yok, kurtulamazsa gerisi çok çetindir."122


Erkek kadın herkese, ibret almak, ölümü hatırlamak maksadıyla kabirleri ziyaret etmek müstehaptır. Allah'ın velî kullarının kabirlerini, hem teberrük hem de ibret almak maksadıyla ziyaret etmek de böyledir.
120  Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/64; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371; 4/331.
121  Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim, el-Müstedrek, 2/336.
122  Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371.
112
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
m
Resûlullah (s.a.v) önceleri kabir ziyaretine izin vermiyordu, fakat sonraları izin vermiştir.
Hz. Ali'den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizlere kabir ziyaretini yasaklamıştım, ama artık onları ziyaret edebilirsiniz. Ancak kimse oralarda çirkin ve kötü sözler konuşmasın."123
Resûlullah (s.a.v) beraberindeki zırhlı bin kadar askerle annesinin kabrini ziyarete gitmişti. Bugüne kadar onun böyle ağladığını hiç kimse görmemişti. İşte bu ziyaretinde Resûlullah (s.a.v), "Ziyaretine izin verildi, ama onun için istiğfar etmeme izin verilmedi"124 buyurdu. Bu hadisi daha önce zikretmiştik.
İbn Ebû Müleyke (rah) anlatıyor: Bir kabristanlıkta Hz. Âişe (r.anh) ile karşılaştım: "Ey Müminlerin annesi, nereden dönüyorsunuz" diye sordum. "Kardeşim Abdurrah-man'ı ziyaretten" dedi. Ben, "Resûlullah (s.a.v) kabir ziyaretini yasaklamamış mıydı?" diye sordum, "Evet, yasaklamıştı, ama daha sonra ziyaret etmemizi emretti" dedi.
Yukarıda zikredilen hadise ile kadınların mezarları rahatça ziyaret edebileceği düşüncesine varılmasın. Zira onlar (ölmüş olan yakınlarını kaybetmenin acısına tahammül edemeyerek ya kendilerine ya da yakının ölümüne sebep olan kimselerin aleyhlerinde) kötü ve boş sözler konuşmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Kazanacakları sevap kazandıkları kötülüğü karşılamaz. Oraları ziyaret etmenin verdiği hüzün ve hasretle kendilerini dağıtırlar ve böylelikle mahrem yerlerini başkalarına göstermiş olurlar. Bunlar
113
1 Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42555; Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441.
1 Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim, el-Müstedrek, 2/336.
ise büyük âfetlerdir. Halbuki kabir ziyareti sünnettir. Bir sünneti ihya etmek için bu kadar günah işlenilmez!
Evet, erkeklerin gözlerine takılmayacak, onları meşgul etmeyecek tarzda elbiseler giyerek kabirleri ziyaret etmelerinde bir sakınca yoktur. Tabii bu ziyaret de, duanın aşırı gidecek kadar fazla uzatılmaması ve kabrin başında konuşulup fuzuli vakit geçirilmemesi kaydına bağlıdır.
Ebû Zerr'in (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) ona şöyle buyurmuştur;
"Kabirleri ziyaret et, bu sana âhireti hatırlatır. Ölüleri yıka, zira ruhu alınmış boş bir cesetle uğraşmak insana kuvvetli bir öğüttür. Cenaze namazlarına katıl, belki üzülmene vesile olur. Şunu bil ki hüzünlü kimseler Allah'ın gölgesinde (muhafazası) altındadır."^25
İbn Ebû Müleyke (rah) der ki: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinizi ziyaret edin, yanlarına vardığınızda selâm verin; çünkü onlardan alacağınız ibretler vardır."'126
Nâfi'in nakline göre, İbn Ömer (r.a) eğer bir kabrin yanından geçecekse, yanında biraz bekler, selâm verir ve öyle geçerdi.
Ca'fer b. Muhammed127 babasından rivayetle şunu anlatır: "Resûlullah'ın kızı Fâtıma (r.anh) bazı günler amcası128 Hamza'nın (r.a) kabrini ziyaret eder, orada namaz kılar ve ağlardı."
125  Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Beyhakî, Şuabü'l-lnıân, nr. 9291; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 6/439; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5135; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 49-50.
126  Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 3169; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 24830; Zebîdî, İthaf, U/271.
127  Ca'fer (Sâdık) b. Muhammed b. Ali (Zeynelâbidîn) b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib (r.a).
128  Babasının amcası kastedilmektedir.
114
ÖLÜM ve SONRASİ
İMAM  GAZÂLÎ
115

Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Kim, her cuma anne ve babasının veya ikisinden birinin kabrini ziyaret ederse bağışlanır ve anne babasına karşı iyi davrananlardan yazılır."129
İbn Sîrîn'den (rah) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Anne ve babasına asi olduğu halde onları kaybeden bir kimse, vefatlarından sonra arkalarından (bağışlanmaları için) dua ederse Allah o kimseyi iyilerden yazar."130
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: "Beniziyaret edene şefaatim vacip olur."131
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Kim (hayatımda ya da vefatımda) Medine'ye gelir ve sırf Allah rızâsını gözeterek ve sevabını O'ndan umarak beni ziyaret ederse kıyamet günü onun şefaatçisi ve (hayırlı amellerinin) şahidi olurum." T2
Kâ'b Ahbâr (rah) şöyle demiştir;
"Her fecir doğduğunda gökten yetmiş bin melek inerek Resûlullah'ın kabrini kuşatırlar. Üzerinde kanatlarını çırparak ona salâtü selâm ederler. Akşam olduğunda bu melekler göğe yükselir, yerlerine onların sayısınca başka melek-
129 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6110; es-Sagîr, nr. 956; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5/267; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4312. Zebîdî bu rivayetten sonra anne ve babanın kabirlerini ziyaret etmenin faziletine dair şu hadisleri zikreder; Hâkim ve ibn Adî'nin rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki; "Kim ecrini ve sevabını Allah'tan bekleyerek anne ve babasını ya da onlardan birinin kabrini ziyaret ederse, Allah ona kabul olunmuş bir hac sevabını yazar. Kim onların kabirlerini ziyaret ederse, melekler de onların kabirlerini ziyaret eder." Ebü'ş-Şeyh, Dey-lemî, ibn Neccâr ve Râfiî'nin rivayet ettikleri bir hadiste de, "Cuma günleri anne babasının ya da onlardan birinin kabirierini ziyaret ederek başlarında Yasin okuyan kimseye Allah, okuduğu her harfe mukabil mağfiret ihsan eder" buyrulmuştur.
130  Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7901; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5/267.
131  Hâkim-i Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, nr. 112; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 1198; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 4159;
132  Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 1583; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr. 8716; ed-Dürrü'l-Mensûr, 1/569.
ler inerler. Bunlar da aynen birinci grup gibi salâtü selâm getirirler, tâ ki (dünyanın ömrü tükenip de) yer yarılana kadar buna devam edeler. Resûlullah (s.a.v) o gün yetmiş bin meleğin arasında saygı ve hürmetle diriltilir."


Kabir ziyaretinin müstehap olan şekli, ziyaretçinin ardını kıbleye verip yüzünü kabirdeki kimseye doğru çevirmesi ve ona selâm vermesidir.133
Kişi kabri öpmez, (batıl inançlar doğrultusunda) elini veya elbisesini sürmez, çünkü bunlar hıristiyan âdetlerinden-dir.
Nâfi' anlatıyor: "Abdullah b. Ömer'i yüz defa belki daha fazla gördüm; Resûlullah'ın (s.a.v) kabrine gelir ve, "Selâm olsun Nebî'ye, selâm olsun Ebû Bekir'e, selâm olsun babama' der, ondan sonra ayrılırdı."
Ebû Ümâme (r.a) anlatıyor: "Enes b. Mâlik'i gördüm, Resûlullah'ın (s.a.v) kabrine geldi, biraz durdu ve (dua etmek için) ellerini kaldırdı. Ben namaz kılacağını zannettim. Sonra selâm verdi ve ayrıldı."
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki:
"Kim bir mümin kardeşinin kabrini ziyaret eder ve onun yanında oturursa, kabirdeki kardeşi onunla ünsiyet eder, selâmını alır. Bu durum yanından ayrılana kadar devam eder."T4
Süleyman b. Süheym (rah) anlatıyor: "Resûlullah'ı (s.a.v) rüyamda gördüm. 'Ey Allah'ın Resulü! Şu adamlar senin kabrine gelip selâm veriyorlar; o selâmı anlıyor mu-
133  Bu selâm, "Esselâmü aleyküm ey (Ahmet oğlu Mehmet)... ve rahmetullâhi ve bere-kâtühü" şeklinde olabilir (Zebîdî, İthaf, 14/273).
134  Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6460; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42601.
116
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
117
m
sun?' diye sordum. 'Evet, anlıyor ve selâmlarına karşılık veriyorum' buyurdu."
Ebû Hüreyre (r.a) demiştir ki: "Bir kimse tanıdığı bir adamın kabrinin yanından geçerken ona selâm verse, kabirdeki onu tanır ve selâmını alır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selâm verdiğinde ise kabirdeki onu tanımaz, ancak mutlaka selâmına mukabelede bulunur."
Âsım-ı Cuhderî'nin ailesinden biri anlatıyor: "Ölümünün ardından iki yıl geçtikten sonra Âsım'ı rüyamda gördüm. Hemen, 'Sen ölmemiş miydin?' diye sordum. 'Evet, ölüyüm' dedi. 'Şimdi neredesin?' dedim, 'Vallahi cennet bahçelerinden bir bahçedeyiz. Her cuma gecesi ve sabahı buradaki bir grup arkadaşla beraberce toplanır ve Bekir b. Abdullah-ı Müzenî'nin yanına gideriz. Orada sizlerden gelecek haberleri bekleriz' dedi. Ben, 'Bunu ruhlarınızla mı yoksa bedenlerinizle mi yapıyorsunuz?' diye sordum. 'Nerede! Bedenlerimiz çoktan çürüdü, sadece ruhlarımızla bir araya geliyoruz.' 'Peki, bizim sizlere olan ziyaretlerimizden haberdar oluyor musunuz?' dedim. 'Evet, cuma gecesi, cuma gününün tamamı ve cumartesi sabahına kadar olan ziyaretlerden haberimiz oluyor' dedi. 'Neden özellikle cuma günü?' diye sordum, 'Cuma gününün diğer günlere olan üstünlüğünden' dedi.
Muhammed b. Vâsî (rah) kabirleri cuma günü ziyaret ederdi. Bunun sebebi kendisine sorulunca, "Bana ulaşan haberlere göre ölüler, kendilerini cuma günü, cuma gününden bir gün öncesi (yani perşembeyi cumaya bağlayan gece) ve bir gün sonrasında (cumartesi sabahına kadar) ziyaret edenleri bilirler."
Dehhâk demiştir ki: "Her kim (yakınlarından) bir kişinin kabrini cumartesi gününün güneş doğmazdan öncesine
kadar ziyaret ederse, kabirdeki kişi onu tanır." Dehhâk, bu nasıl olur diye kendisine soranlara, "Cuma gününün faziletinden" diye cevap verir.


Bişr b. Mensur (rah) anlatıyor: "Veba hastalığı her tarafa yayılıp da insanlar bir bir öldüğü zamandı. Adamın biri kabristanlığa gider ve orada kılınan her cenaze namazına iştirak ederdi. Akşam olup evine gitmezden önce de kabristanın kapısında durur ve mezardakilere,
'Allah Teâlâ yalnızlığınızı gidersin, garipliğinize merhamet etsin, günahlarınızı bağışlasın ve iyiliklerinizi kabul etsin' diye dua eder, bundan fazla bir şey söylemez, sonra evine giderdi."
Hadisenin bundan sonrasını olayı yaşayan adam anlatıyor:
"Yine akşam olmuştu. Bu sefer her zamanki gibi kabristanlığa gidip dua etmedim. Hava kararınca ailemin yanına döndüm. Yatıp uyumuştum; ne olduğunu anlayamadım, bir grup insan yanıma geldi.
'Sizler kimsiniz, ne istiyorsunuz?' dedim. Onlar, 'Bizler o kabristanlıkta bulunan kimseleriz' dediler. 'Neden geldiniz?' diye sordum; şöyle dediler:
'Senin evine dönmeden önce yaptığın o dua bizler için bir hediye oluyordu, ancak bu gece dua etmedin!' Ben şaşkınlık içinde, 'Hangi dua?' diye sordum. 'Bize her zaman yaptığın o dua var ya, işte o' dediler. Bundan sonra devamlı olarak onların başında bu duaları okudum."
Beşşâr b. Gâlib-i Necrânî anlatıyor: "Rüyamda âbide kadın Râbia-i Adeviyye'yigördüm. Ona çokça dua ediyordum. Bana, 'Ey Beşşâr! Bize gönderdiğin hediyelerin ipek
118
ÖLÜM ve SONRASI
mendillerle örtülü nurdan tabaklar içinde geliyor' dedi. Ben, 'Bu nasıl oluyor?' diye sordum. O, 'İşte, hayattaki müminlerin ölülerine yaptıkları dua böyledir; önce bu dualar kabul edilir ve nurdan tabaklara konulur, sonra ipek mendillerle kapatılır, ardından dua edilen kişiye getirilerek, 'Bu falanca kimsenin sana gönderdiği hediyedir' denilir ve ona ikram edilir."
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Kabirdeki ölü, boğulmak üzereyken yardım isteyen kimse gibidir. Babasından, kardeşinden veya bir dostundan gelecek olan yardımları bekler durur. Ona bir yardım ulaştı mı bu ona dünya ve içindekilerden daha sevimli gelir. Hayattakilerin ölülere göndereceği hediyeler dua ve istiğfarlarıdır."T5
Sâlihlerden biri anlatıyor: Kardeşim vefat etmişti. Bir zaman sonra onu rüyamda gördüm. 'Seni kabrine koyduğumdan beri durumun nasıl?' diye sordum. Şöyle anlattı:
"Siz yanımdan ayrıldıktan sonra elinde bir ateş topu olan biri geldi; eğer biri benim için dua ve istiğfarda bulun-masaydı, herhalde elindeki şeyle beni dövecekti."
İşte saydığımız bu sebeplerden ötürü, ölü defnedildikten sonra, ona telkinde bulunmak ve dua etmek müstehap görülmüştür.


Saîd b. Abdullah-ı Ezdî136 anlatıyor: "Ebû Ümâme-i Bâhilî'nin (r.a) ziyaretine gittim. Son nefeslerini vermek üzereydi. Bana,

135  Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 6664; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7905, 9295; Müt-takî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42783, 42971; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 395.
136  Zebîdî şerhinin bulunduğu ihya nüshasında bu isim "el-Evdî" olarak geçmektedir.
119

'Ey Saîd! Öldüğüm zaman bana yapılacak işlemleri Re-sûlullah'ın (s.a.v) emrettiği gibi yapınız' dedi. Sonra şu ha-dis-i şerifi nakletti:
Sizlerden biri ölüp de üzerini toprakla örttüğünüz zaman içinizden biri yanında kalsın ve,
'Ey falanca kadının oğlu (ya da kızı) falanca!' diye seslensin. Ölü bu esnada işitir, fakat cevap verecek gücü bulamaz. Sonra ikinci kez:
'Ey falanca kadının oğlu falanca!' diye seslensin. Bu sefer ölünün ruhu oturur bir vaziyette doğrulur. Ardından üçüncü kez:
'Ey falanca kadının oğlu falanca!' diye seslensin, çünkü ölü bu sefer, 'Allah sana rahmet etsin, haydi beni irşad et, doğru yolu göster' der. Ancak sizler onun bu dediklerini duyamazsınız.
Telkin veren kişi bundan sonra, 'Dünyadan ayrılırken, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun peygamberi olduğuna, Allah'a iman ettiğine, din olarak İslâm'ı kabul edip peygamber olarak Hz. Muhammed'e inandığına, Kur'an'ı kendine rehber olarak kabul ettiğine dair şahitlikte bulunduğunu hatırla!' der.
Bunları işiten Münker ve Nekir birbirlerini geri çekerek, 'Haydi artık gidelim, burada kalmamız için bir sebep kalmadı, çünkü bu adama (kendisini kurtaracak deliller) telkin edildi' derler. Allah (c.c) bu iki meleğin yanında o adamın şahidi olur.
Oradan bir adam, 'Ey Allah'ın Resulü! Şayet ölen kişinin annesinin adı bilinmiyorsa ne yapsın? diye sordu. Resûlullah (s.a.v), 'O takdirde 'Ey Havva'nın oğlu falanca... diye Havva'ya nisbet etsin' buyurdular."137
137 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 7979; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4248; Müt-takî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42406, 42934; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 5/39; Câ-miû'l-Ehâdtsü'l-Kûbrâ. nr. 2570, 2571.
120
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
121


Mezarlıkta ölülere Kur'ân-ı Kerîm okumakta bir mahzur yoktur (Hanefî ve Şafiî âlimlerinin çoğunluğuna göre durum böyledir).
Ali b. Musa-i Haddâd anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel (rah) ile beraber bir cenazedeydik. Muhammed b. Kudâ-me-i Cevherî de yanımızdaydı. Ölü defnedildikten sonra âmâ bir adam geldi ve kabrin başında Kur'an okumaya başladı. İmam Ahmed, "Ey adam! Kabir başında Kur'an okumak bid'attı" dedi. Mezarlıktan çıktıktan sonra Muhammed b. Kudâme, imam Ahmed'e (künyesiyle seslenerek), "Ebû Abdullah, Mübeşşir b. İsmail-i Halebî hakkında ne dersin?" diye sordu. İmam Ahmed, "Güvenilir biridir derim. Yoksa ondan (hadis, haber vs. gibi) bir şeyler mi yazdın?" dedi. Muhammed b. Kudâme, "Evet, Mübeşşir b. İsmail bana, Abdurrahman b. Alâ b. Leclâc'dan onun da babasından rivayetle geldiğini söylediği şu hadiseyi aktardı: O, defnedildiği zaman baş ucunda Bakara sûresinin başlangıcıyla (Elif-lâm-mîm) son kısmının (Amenerresûlü) okunmasını vasiyet etti ve İbn Ömer'in de bu şekilde vasiyette bulunduğunu söyledi." İmam Ahmed, "O halde git adama söyle, Kur'an okumaya devam etsin" dedi.138 Muhammed b. Ahmed-i Mervezî anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel'den işittim, diyordu ki: "Mezarlığa girdiğiniz zaman Fâtiha'yı, Felâk ve Nas sûrelerini ve ihlâs sûresini okuyunuz, sevabını da mezarlıkta yatanlara
bağışlayınız; çünkü okuduklarınızın sevabı onlara ulaşmaktadır."139
Ebû Kılâbe anlatıyor: "Şam'dan Basra'ya dönmüştüm. İcap ettiği için bir kuytu yere girdim ve gusül abdesti aldım, iki rek'at namaz kıldım, ardından oradaki bir mezarın tümseğine başımı koyup uyudum. Bir.ara uyandım, bir de baktım ki kabrin sahibi başımda dikilmiş duruyor. Şikâyet etmeye başladı ve,
'Bütün gece bana eziyet ettin durdun' dedi. Devamla, "Sizler amel ediyorsunuz, fakat onların ne denli kıymetli olduğunu bilmiyorsunuz. İşte biz bunu anladık, ancak ne çare! Amel edecek imkânımız yok. O kıldığın iki rek'at namaz var ya, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Allah (c.c) dünya ehline bizlerden taraf hayır ve mükâfatlar ihsan etsin. Onlara selâmlarımızı söyle. Zira onların duaları sebebiyle kabirlerimize dağlar misali nur yağmaktadır' dedi."


Kabir ziyaretinden asıl maksat, ziyaret edenin ibret alması, ölünün de onun yapacağı duadan faydalanmasıdır. Bu açıdan kişi, kabir ziyaretlerinde bulunurken hem ölü hem de kendisi için dua etmekten ve gördüğü manzaradan ibret almaktan gafil kalmamalıdır. Kabir ziyaretlerinden ibret elde edebilmek için ölüyü düşünmeli; şu anda nasıl parça parça olduğunu, toprak içinde çürüyen bu bedenin tekrardan nasıl diriltileceğim ve pek yakında kendisinin de onlara katılacağını gözünde canlandırmalıdır.
Bu konuda Beyhakî'nin Şuabü'l-imârida rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: "Sizlerden biri vefat ettiğinde onu (tabutun içinde) hapsetmeyin; acelece kabre götürün. Biri baş ucunda Bakara sûresinin başlangıcını (Elif lâm mim) ve sonunu (Amenerresûlü) okusun."
139 Râfiî'nin Hz. Ali'den rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşladır: "Kim bir kabristana uğradığında on bir defa ihlâs sûresini okur ve ecrini de kabirde-kilere hediye ederse, Allah ona, kabristanda yatanların kazandıkları sevap kadar mükâfat yazar"(bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42596; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 2629).
122
ÖLÜM ve SONRASI
Nitekim Mutarrif b. Ebû Bekir-i Hüzelî bu hususta şöyle bir olay aktarır: "Abdülkaysoğulları'nda çokça ibadet eden yaşlı bir kadın vardı. Akşam olduğu vakit beline kuşağını bağlar, namaz kıldığı yere geçerek ibadete başlardı ve böylece bütün geceyi ihya ederdi. Gündüz olunca da kabristanlığa gider, akşama kadar orada kalırdı.
Bana ulaşan haberlere göre halk, bu kadını sık sık kabirlere gitmesinden ötürü ayıplamış. O ise kendisini bu yüzden kınayanlara şöyle demiş:
'Şu sertleşmiş katı kalp var ya, onu ancak çürümüş bedenlere bakmak yumuşatır. Kabristanlığa gittiğimde sanki bütün ölülerin mezarlarından çıktıklarını; çirkinleşmiş yüzlerini, çürümeye yüz tutmuş bedenlerini, kömürleşmiş kefenlerini görür gibi olurum. Eyvahlar ki eyvahlar! Bunlar görülebilecek en kötü şeyler değil mi? O çokça ibadet edenler, bu ibret manzaralarını kalplerine sindirebilselerdi, nefisleri için bundan daha acı bir musibet, bedenlerini telef edecek daha büyük bir felâket göremezlerdi."
Kabirleri ziyaret ederken ölünün hangi durumda olduğunu, Ömer b. Abdülaziz'in (rah) anlattığı gibi düşünmek lâzımdır.
Ömer b. Abdülaziz'in ciddi bir ibadet hali vardı. Yine böyle bir ibadet halinde iken âlimlerden biri yanına geldi. Onun ibadet esnasındayken aldığı şekli görünce ürperdi ve çok şaşırdı. İbadetini bitiren Ömer,
"Bir de beni ölümümden üç gün sonra görsen, elbette daha çok şaşırır, daha çok korkarsın; gözlerim yuvalarımdan çıkıp yanaklarıma akmış, dudaklarım dişlerime yapışmış, ağzımdan irinler akmaya başlamış, çenem düşmüş,
İMAM GAZALİ
123
karnım göğsümün üstüne taşmış ve burnumdan kurtlar ve irinler çıkmış olarak bulursun" dedi.
Ölüye övgüde bulunmak ve yanında iken hayırlı amellerinden bahsetmek müstehaptır. Hz. Âişe'nin (r.anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
'Yakınlarınızdan biri vefat ettiği zaman onu haline bırakın (hakkında, hayatta iken kendisine eziyet verecek sözler konuşmayın) ve gıybetini de yapmayın."140
Bir başka hadislerinde,
"Ölülere sövmeyiniz, zira onlar zaten âhiretleri için gönderdiklerine (hayra ya da şerre) kavuşmuşlardır"141 buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v) diğer bir hadislerinde buyurmuştur ki: "Ölülerinizi hayırla yâd ediniz. (Aksi halde) Eğer cennetlik iseler günaha girmiş olursunuz. Cehennemlik iseler, onlarınki onlara yeter."142
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah (s.a.v) ile beraberce oturuyorduk. O esnada önümüzden bir cenaze geçirildi. Oradakiler onu övgüyle yâd ettiler. Resûlullah (s.a.v), 'Vacip oldu' buyurdu. Ardından başka bir cenaze geçirildi. Bu sefer insanlar onu kötü sıfatlarıyla andılar. Resûlullah (s.a.v) yine, 'Vacip ol-du' buyurdu. Hz. Ömer, Resûlullah'a, 'Vacip oldu demekle neyi kastettiniz?" diye sordu. Nebî (s.a.v),
140  Ebû Davud, Edeb, 50; ibn Adî, el-Kâmil, 8/512-513; ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb, 64; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, 1/417; Heysemî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 1312.
141  Buhârî, Cenâiz, 97; Nesâî, Cenâiz, 52; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/180; Beyha-kî, Şuabü'l-imân, nr. 6678
142  Nesâî, Cenâiz, 51;Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42712; ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz, 24; Ebû Davud, Edeb, 50; Heysemî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 1986.
124
ÖLÜM ve  SONRASI
'O ardından hayırla andığınız kişiye cennet vacip olmuştur. Kendisini yaptığı kötûlûkleriyle andığınız kişiye de cehennem vacip olmuştur. Sizler Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz'buyurdu."U3
Ebû Hüreyre (r.a) rivayet ediyor:
'Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular: "Bir kul ölür. Allah'ın o kulu kötü bir halde bilmesine rağmen insanlar onu hayırla anarlar. Bu yüzden Allah (c.c) meleklerine, 'Sizleri şahit tutuyorum ki, ben kullarımın kulum üzerinde yaptıkları şehadeti kabul ettim ve kulumun hakkında bildiklerimden de vazgeçtim' der."U4
143  Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/302; 3/179; imam Mâlik, el-Muvatta, 1/208; Hâkim, el-Müstedrek, 1/566; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 1066.
144  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; Süyûtî, Câmiu'l-Ehâdîsü'l-Kübrâ, nr, 2572; Ze-bîdî, İthaf, 14/292; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 3800.
125

YEDİNCİ BÖLÜM (ÖLÜMÜN HAKİKATİ KABİR ve BERZAH ÂLEMİ)



İnsanların ölümün hakikati hakkında bazı yalan yanlış fikirleri vardır. Bunları kısaca şöyle sayabiliriz:
1. Bazıları, ölüm denen şeyin sadece bir yokluk olduğuna, haşir ve neşir diye bir şey olmadığına inanırlar. Onlara göre iyilik ve kötülüğe karşı mükâfat veya ceza almak diye bir şey yoktur. Onlar insanın ölümünün bir hayvanın ölüp gitmesinden veya bir otun kuruyup yok olmasından farkı olmadığını sanırlar. Bu görüşler, haktan sapanların, tabiatçı-ların, Allah'a ve âhiret gününe inanmayanların görüşleridir.
2.  Bir grup da, "insan ölümle beraber tekrar diriltilene kadar toprakta yok olup gider. Bu süre içinde, kabirdeyken ne azap çeker ne de sevaplarından dolayı zevk ve sefa..." derler.145
1 Zebîdî, bu görüşün, Cehmiyye ve Haricî fırkalarına ait olduğunu belirtir. Onlara göre, ölüler ancak kıyametten sonra diriltilir. Ölümden kıyamete kadar olan zaman zarfında hiçbir şey olmaz. Kabir azabını Münker-Nekir meleklerini ve onların suallerini inkâr ederler.
1
IAM GAZÂLÎ
127
3. Bazıları da, "Ruh ölümle beraber yok olmaz, o bakidir, azabı çekecek ya da sevaba nail olacak yalnız ruhtur; ceset değildir. İnsanların bedenleri hiçbir zaman diriltilmeyecek" derler.
İşte bütün bunlar bozuk fikirler ve haktan sapmış görüşlerdir. Âyet ve hadisler ölümün hakikatine şöyle şahitlik ederler: Ölüm sadece ve sadece halin değişimidir. Bir yurttan diğer yurda geçiştir. Ruh, cesetten ayrıldıktan sonra ölmez, yok olmaz, ya azap ya da nimet içinde sürekli kalır.

Ruhun cesetten ayrılması demek, cesedin ruhun kontrolünden çıkmasıyla birlikte ruhun onda tasarrufunun kalmaması demektir. Çünkü azalar, ruhun kullandığı aletlerdir. Öyle ki ruh, el vasıtasıyla bir şeyi tutar, kulakla işitir, göz ile görür, eşyanın hakikatini kalp ile bilir. Burada kalp ruhtan ibarettir. Ruh herhangi bir alete ihtiyaç duymadan, tek başına eşyayı tanır. Yine aynı şekilde hüznü, kederi, kin ve öfkeyi tek başına hisseden de ruhtur. Sevinç, neşe gibi diğer zevklerden de haz alan ruhtur.
İşte ruh, bütün bunları herhangi bir azadan veya organdan yardım almaksızın hisseder, duyar, yapar. Bunlar ruha has vasıflardır. Bu hazlar ve hisler, ruh bedenden ayrılınca yine onunla beraber giderler. Azalar vasıtasıyla görülen işlevler ise cesetle beraber kalır, tâ ki ruh tekrar ona iade edilene kadar...
Şu da var ki, kul kabre konulduğu zaman ruhunun ona iade edilmesi uzak bir ihtimal olmadığı gibi, kıyamete kadar ertelenmesi de mümkündür, zira Allah (c.c) kullarından her birine nasıl hüküm vereceğini en iyi kendisi bilir.
Ruhun çıkışıyla birlikte bedenin cansız kalması, damarlarındaki bir daralma ya da organlarından herhangi birine gelen bir darbe sebebiyle o kısımları felç olan hastaya benzer. Zira ruh, o bölgelere ulaşmaz. Bununla beraber hâlâ bazı bölgelerde (meselâ iç organlarda) varlığını sürdürmektedir. O felç olan organlar, ruhun kendilerine nüfuzunu engellemişlerdir. İşte ölüm denilen hadise, organların ruha baş kaldırması, bir başka deyişle onu kendilerinde barındırmamalarıdır. Bütün azalar birer alet, ruh da bunların kullanıcısıdır.
Ben, ruh deyince insanın, ilim, elem, keder, lezzet ve ferahlık gibi şeyleri anlayan, hisseden tarafını kastediyorum. Ruhun azalar ve organlar üzerindeki (özellikle bitkisel hayata geçiş gibi ciddi felç durumlarının olduğu vakalarda) tasarrufunun kalkması, ondaki ilim, idrak, sevinç, keder, elem ve sevinç olgularının yok olması demek değildir.
Hakikatte, ilimleri, elemleri ve lezzetleri algılayan varlık insandır. O tam anlamıyla ölmeden kendindeki bu vasıflar kaybolmaz. Ölüm, ruhun bedendeki yetki tasarruflarını yitirmesi ve bedenin de ona alet olmaktan çıkması demektir, felç olan bir elin vücut için yardımcı olmaktan çıkması gibi... İşte ölüm, bütün âza ve organların mutlak surette felç olması demektir.

Birincisi: Ondan gözünün, kulağının, dilinin, ayaklarının hulâsa bütün âzalarının alınması; kendisinden, ailesinin, çoluk çocuğunun ve tüm yakın akrabalarının koparılması; atlarının, hayvanlarının, hizmetçilerinin, konaklarının, arsalarının ve diğer mülklerinin alınarak başkalarına devre-
dilmesidir. Bunların insandan alınmasıyla, insanın bunlardan koparılması arasında bir fark yoktur, çünkü elem ve ıstırap veren şey ortaktır ki, o da ayrılıktır. Bu ayrılık bazan malının zorla alınmasıyla, bazan da malıyla mülküyle birlikte esir düşmesiyle olabilir, (akat her iki durumda da elem
ve ıstırap aynıdır.
Ölümün mânası da insanın, mal ve mülkünden koparılıp başka bir âleme, bu âlemle hiç uyuşmayan kabir âlemine götürülmesidir. Eğer dünyada muhabbet beslediği, kendisiyle refah bulduğu, varlığına önem verdiği bir şey varsa, ölümünde bunların getireceği hasret ve ayrılmanın vereceği acı o derece büyük ve çetin olur. Öyle ki, kalbi malını, makamını, bağ -bahçesini ta en sevdiği gömleğine kadar her birini tek tek düşünür durur.
Eğer dünyada neşesi ve sevinci Allah'ın (c.c) zikri olmuş ve ondan başka bir şeye ünsiyet etmemişse, ölüm onun için büyük bir nimet olur, çünkü onunla rabbi arasına giren bütün perdeler-dünya meşgaleleri- ortadan kalkmıştır. Böylelikle o, saadetin en zirvesine ulaşır.
İkincisi: Nasıl ki kişi uykuda iken göremediklerini uyanınca görürse, ölümüyle beraber hayatta iken göremedikleri gözlerinin önüne serilir. Nitekim Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "İnsanlar (manen) uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar."
Ölümle beraber karşılaşılacak ilk şey, ya kendisine faydası olacak sevapları ya da zararını çekeceği günahlarıdır. Bunlar ise kalbin sırlarında dürülü bulunan bir kitapta yazılıdır. Dünya meşgalelerinin çokluğu ve onlarla aşırı uğraşma hali,  insanı  bu sırları  anlamaktan uzaklaştırmıştır. Ölüm gerçeği ile beraber bu meşgaleler de ortadan kalkınca, yaptığı bütün amelleri ona gösterilir. O amelleri arasında bir günahını görse, onun verdiği hüsran ve elemden
1AM  GAZAl
129
kurtulmak içia cehennemin alevleri arasına atılmayı tercih eder, fakat kendisine izin verilmez ve,
"Bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter"U6
denilir.
Bütün bunlar kişi son nefeslerini verirken ve defnedilmeden önceki zamana kadar kendisine gösterilir. O vakit ayrılık ateşi kendisini sarar. Bununla, kalbi dünya ile huzur bulan kimsenin halini kastediyorum.
Fakat âhiret amellerini yerine getirebilmek için yetecek miktar dünyalık edinen kimse öyle değildir. Zira o kimse, sadece maksadına ulaşacak kadar dünyalık edinir, maksadına ulaştığında da o dünyalıklardan ayrıldığı için sevinir. Bu, dünyalık olarak sadece zaruret miktarı kadar edinen kimsenin halidir. Zaten o bunlardan da ayrılmayı yeğlemişti. İşte istediği gibi oldu ve ölümüyle birlikte onlardan ayrıldı.
Yukarıda bahsettiklerimiz sadece son nefeslerin verildiği anda kişinin üzerine hücum eden büyük belâ ve musibetlerdir. Kabre konulduktan sonra, diğer azap çeşitlerini de tatması için ruhu iade edilir, ya da azap gerektiren kusurları affedilir.
Dünya zevklerine sımsıkı bağlanan ve onlarla mutmain olan bir kimsenin durumu şuna benzer: Hükümdarının hizmetinde bulunanlardan biri, o yokken onun mülkünde ve hareminde izinsizce zevku safa sürer, yaptıklarından ötürü hükümdarının kendisine bir şey söylemeyeceğini ya da bunlardan haberdar olmayacağını düşünerek çirkin işler de yapar, ancak ansızın hükümdarı çıkagelir. Bu adamın yaptığı tüm şeylerin, adım adım, nokta nokta yazılı olduğu bir defter hükümdara arzedilir.
146 isrâ 17/14.
130
ÖLÜM ve SONRASI
Hükümdarın, haremine karşı çok düşkün, kıskanç ve mülkünde yapılan suçlara karşı pek acımasız biri olduğunu ve yapılan bu isyanlardan sonra araya girmek isteyen hiç kimsenin aralığını kabul etmeyen biri olduğunu düşün! Sonra da o kötülükleri işleyen adamın haline bir bak! Hükümdar onu cezaya çarptırmadan evvel nasıl bir korku, utanç, hasret, pişmanlık ve hüsran içinde olur, öyle değil mi?
\ş& bunlar, dünya ile aldanmış, onunla kendini tatmin etmeye çalışmış günahkâr bir kimsenin kabre indirilmeden hatta ölümü esnasında duyacağı hasret ve yaşayacağı hissiyatlardır. Bütün bunlardan Allah'a sığınırız. Çünkü Allah'ın huzurunda rezil rüsva olmak, gizli açık bütün yapılanların gözler önüne serilmesi, bedene gelecek en büyük azaptan, dayak yemekten veya herhangi bir azanın kesilmesinden daha elem vericidir.
Bu anlattıklarımız, kişinin ölüm anında yaşadığı hallerdir. Bunlar basiret sahibi kişilerin şahitlik ettikleri olaylardır ki, Kur'an ve Sünnet de bunların böyle olduğunu ifade etmektedir.


Evet, ölüm gerçeğinin üzerindeki perdeyi kaldırıp onun hakikatini tam anlamıyla kavramak mümkün değildir. Çünkü hayatı/yaşamayı bilmeyen ölümü de bilemez. Hayatın bilinmesi de ruhun hakikatinin ve onun neden ibaret olduğunun bilinmesine bağlıdır. Allah Teâlâ Resûlü'ne dahi ruh hakkında, "Ruh rabbimin emrindedir"U7 diye izahta bulunmasının dışında izin vermemiştir. Hiçbir din âlimi de ruh
147 Buhârî, Tefsîr, 13; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 32; Tirmizî, Tefsîr, 18; Nesâî, es-Süne-nü'l-Kübrâ, nr. 9419.
K        İMAM GAZÂÜ
131
gerçeği hakkında beyanatta bulunmaya müsaadeli değildir. Bu hususta izin verilen tek şey, ölümden sonra ruhun halinin ne olacağı bahsidir.
Birçok âyet ve hadis ölümle beraber ruhun yok olmayıp hem zatı hem de idrak özellikleriyle beraber varlığını sürdürdüğünü açıklamıştır. Bu hususta rivayet edilen âyetlerden biri şehidler hakkında nazil olmuştur. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar."148


Büyük Bedir Gazvesi'nde Kureyş'in reisleri öldürülüp de (akrabaları sahiplenmediği için) cesetleri bir kuyuya atıldıklarında, Resûlullah (s.a.v) kuyunun yanına kadpr geldi ve her birinin adını belirterek,
"Ey falan oğlu falan! Ben rabbimin bana vaad ettiğini (yardımı) gerçekten gördüm; sizler de rabbinizîn vaad ettiklerini gerçek olarak buldunuz mu?" diye seslendi. Ömer b. Haitâb (r.a),
"Ey Allah'ın Resulü! Onlar ölüler, onlara mı sesleniyorsunuz?" diye sorunca, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran yüce Allah'a yemin olsun ki, onlar bu sözleri sizlerden daha iyi işitmektedirler, fakat konuşmaya takatleri yoktur."149
"8 Âl-i imrân 3/169-170.
149 Müslim, Cennet, 76; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/26; Bez-zâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 222; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 3779.
132
ÖLÜM ve SONRASI
İşte bu hadis ölen kimsenin şakî dahi olsa ruhunun varlığını devam ettirdiğine ve idrakinin olduğuna bir delildir. Yukarıdaki âyet de şehidlerin ruhlarının varlıklarının sürdüğünü ve Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetlerden haz aldıklarını ispat etmektedir. Ölen kişi ya saîd (cennetlik) ya da şakîdir (cehennemlik). Bu hususta Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur
"Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinden bir bahçedir."150
Bu hadis de, ölümün sadece bir hal değişimi olduğuna, kişinin şakî veya saîd olduğunun ölümünün hemen ardından belli olduğuna, ertelenenin ise sevap ya da azap çeşitlerinin olduğuna bir delildir.


Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ölüm insan için bir kıyamettir. Kim ölmüşse onun kıyameti kopmuş demektir."151
Bir diğer hadislerinde, "Sizlerden biri öldüğü zaman ona sabah akşam (her daim) kalacağı yer gösterilir; cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise cehennemdeki yeri gösterilir ve ona, 'İşte burası kıyamet koptuğu zaman senin götürüleceğin ve kalacağın mekânındır' denilir."152
Ölünün kabirdeyken ileride varacağı yerini görmesi, basiret sahipleri için hiç de kapalı olmayan bir durumdur.
150  Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 26; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42109; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 4884; ayrıca bk. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4252.
151  Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 1121; Süyûtî, Câmiu'l-Ehâdîsü'l-Kübrâ, nr. 2528.
152  Buhârî, Rikâk, 42; Müslim! Sıfatü'l-Cennet, 65-66; Tirmizî, Cenâiz, 71, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/16; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 1122.
İMAM  GAZÂLÎ
133
Amr b. Âs'ın azatlı kölesi Ebû Kays anlatıyor: "Alkame (r.a) ile beraber bir cenazedeydik, bana döndü ve, 'Şu ölen adam var ya, işte onun kıyameti kopmuştur' dedi."
Hz. Ali (r.a) der ki: "Kişinin, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğunu öğrenmeden dünyadan ayrılması haramdır."
Ebû Hüreyre (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şu hadisi rivayet eder.
"Hasta olarak ölen şehid olur ve kabrin tehlikelerinden korunur. Sabah akşam ona cennet rızkı gönderilir."^3


Mesrûk b. Ecda' der ki: "Mezarında, kendini dünyanın kederlerinden kurtarmış ve Allah'ın azabından emin olmuş bir kimse gibi hiç kimseye imrenmem."
Ya'lâ b. Velîd (rah) anlatıyor: "Ebü'd-Derdâ (r.a) ile beraber yürüyorduk. Ona, 'Sevdiğin biri için ne istersin?' diye sordum. 'Ölümü' dedi. 'Ya ölmezse!' dedim. 'O zaman çoluk çocuğunun ve malının az olmasını' dedi."
Ebü'd-Derdâ (r.a) ölümü tercih etti, çünkü ölümü yalnız müminler sever. Ölüm müminin bu dünya zindanından kurtuluşudur. Malın ve çoluk çocuğun azlığını tercih etmesinin nedeni ise onların birer imtihan ve dünyaya muhabbet sebebi olmasındandır. Kendinden ayrılığın kaçınılmaz olduğu şeylere aşırı muhabbet ise şakîlerin hedefleri arasındadır. Allah ve O'nun zikrinin dışındaki ünsiyet edilen şeylerin tümü ölüm anında insandan ayrılacaktır.
1 Elimizdeki ihya nüshasında, "Garip olarak ölen" ifadesi geçmektedir. Ancak Irâkî'nin de hadise kaynak olarak verdiği Ibn Mâce, Sünen nüshalarında, "Hasta olarak ölen" ifadesi yer almaktadır. Zebîdî de böyle kaydeder. Biz de bunu esas alarak tercüme ettik (bk. ibn Mâce, Cenâiz, 62; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 2595, Ebû Nuaym, Hilye-tü'l-Evliyâ, 8/201).
İMAM GAZÂLÎ
135
Bunun için Abdullah b. Amr şöyle demiştir: "Ruhunu teslim eden müminin misali, senelerce hapiste kaldıktan sonra çıkartılan ve yeryüzünde gezip dolaşarak rahatlayan
adam gibidir."
Abdullah b. Amr'ın zikrettiği bu durum, kendisini dünyadan uzaklaştırıp Allah'ın zikrinden başka şeylerle ünsiyet etmeyen kimselerin halidir. Dünya meşgaleleri mümini sevgilisinden alıkoyuyor, şehvetleri ona eziyet veriyorsa; ölüm onun için bütün bu eziyetlerden kurtuluş ve sevgilisiyle baş başa kalmak demektir. Bundan daha büyük bir zevk ve le,zzet düşünülebilir mi?                                         i.
Şüphesiz lezzetlerin en mükemmelini, Allah yolunda şehid edilenler tatmıştır. Çünkü onlar, Allah rızâsını kazanma arzusu ve O'na kavuşma iştiyakı içinde dünya ile olan bütün alâkalarını keserek savaşa katılmışlardır.


insan şu dünyaya bir baksa âhireti için onu satar. Satıcının kalbi sattığına bağlı kalmamalıdır. Âhirete bir baksa, onu hemen satın alır ve ona olan iştiyakı gitgide artar. Satın aldığını bir görse ondan daha büyük bir sevinç duymaz, sattığına da dönüp iltifat etmez.
Kalpte Allah sevgisini bulundurmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu bakımdan kişi hiç ummadığı bir anda (o muhabbeti elinde tutamadığı bir zamanda) ölümle yüz yüze gelebilir. Allah yolunda savaş ise ölmeye davetiye çıkarmak demektir. İşte bu kimse öldürüleceği an bile Allah'ı aklından çıkarmaz ve o sevgi üzerinde ölür.
Bu sebeple şehidlik nimetlerin en büyüğünden sayılmıştır. Zira nimet, insanın ulaşabildiği şeye denir. Nitekim Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurur:
"Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var."154
Bu âyet, cennetteki nimet ve lezzetleri topluca ifade eden en kapsamlı bir ifadedir. Azapların en büyüğü insanın maksadına kayuşamamasıdır. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurur:
"Artık onların kendileriyle hoşlandıkları şeylerin arasına bir perde çekilmiştir."155
Bu âyet-i celile ise cehennem ehlinin çekecekleri cezalarını ifade eden en kapsamlı bir ifadedir.
işte yukarıda bahsini geçirdiğimiz bu nimetler, şehid kul ruhunu teslim eder etmez kendisine bahşedilir. Bu, kalp ehli sâlih kulların, yakın nurlarıyla müşahede ettikleri bir durumdur (Hal ehli kimseler şehidlerdeki bu durumu müşahede edebilmektedirler). Eğer bu anlattıklarımıza delil istersen, şehidler hakkında rivayet edilen hadisler kâfidir. Bu husustaki her hadis onların kavuşacakları lezzetleri ayrı ayrı zikretmektedir.
Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v), babası Uhud Gazvesi'nde şehid düşen Câbir'e156 (r.a), 'Sana bir müjde vereyim mi?' dedi. Câbir,
'Evet, yâ Resûlallah, Allah seni de hayırlarla müjdelesin' dedi. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı:
Allah Teâlâ babanı diriltip huzuruna getirtti. Sonra ona, 'Benden ne dilersen dile, onu sana vereceğim'buyurdu. O, 'Ey rabbim! Sana hakkıyla ibadet edemedim; senden dile-
154  Fussılet 41/31.
155  Sebe' 34/54.
156  Câbir b. Abdullah-ı Ensârî (r.a).
136
ÖLÜM ve SONRASI
ğim odur ki, beni tekrar dünyaya gönderip peygamberinle    ' beraber bir kez daha savaşmam ve şehid olmamdır' dedi. Allah (c.c), 'Ben hakkında olacakları ezelde takdir ettim, bir daha oraya döndürülmeyeceksin' buyurdu."157
Kâ'b Ahbâr (rah) anlatıyor: "Cennette bir adam devam-    ,
d
lı olarak ağlamaktadır. Kendisine, 'Neden ağlıyorsun? Sen   ' cennette değil misin' diye sorulur. O şöyle der: "Ağlıyorum, çünkü Allah yolunda bir defa öldürüldüm. İsterdim ki onun   ! için daha nice kereler şehid edilseydim."
Mümin kişi ölür ölmez Allah'ın (c.c) azametinden ve celâlinin genişliğinden kendisine bir kapı açılır. Dünya buraya kıyasla daracık bir zindan gibidir, işte müminin ölümü,   > daracık ve karanlık bir eve hapsedildikten sonra kapıları  ! açılıp serbest bırakılan, sonra bu kapıdan, içinde çiçeklerin, meyvelerin, ağaçların bulunduğu uçsuz bucaksız bağlara bahçelere kavuşan kimsenin durumu gibidir. O kimse bir daha o karanlık ve dar zindana girmek ister mi?
Resûlullah (s.a.v) ölen bir kimsenin yanında şöyle bir örnekleme yapmıştır: "İşte bu adam dünyadan göç etti ve onu ehline terketti. Eğer halinden memnun ise, sizlerin annenizin karnına dönmek istemediği gibi o da dünyaya dönmek istemez."m
Bu hadis-i şerifte geçtiği gibi, dünya anne rahmine nis-betle ne kadar geniş ve ferahsa, âhiret de dünyaya nisbet-le o kadar ferah ve geniştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Müminin dünyadaki misali, ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından çıkınca ağlamaya başlar. Işığı görüp anne sütü emmeye başladığında
157  Tirmizî, Tefsîr, 4; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/203; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 11164; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 3/298-299.
158  Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 333; Zebîdî, İthaf, 14/310.
İMAM  GAZÂLÎ
137
ise bir daha o mekâna dönmek istemez. Mümin de böyledir; ölümden korkar. Fakat rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi istemez, ceninin annesinin karnına dönmeyi istemediği gibi..."159
Resûlullah'a (s.a.v), falanca kimse öldü diye haber verdiklerinde şöyle buyurmuştur:
"Ya rahata kavuştu ya da (ölümüyle) ondan rahata kavuşuldu."T0
Allah Resulü (s.a.v), "rahata kavuştu" sözüyle mümini, "ondan rahata kavuşuldu" ifadesiyle de fâcir ve günahkâr kişiyi kastetmiştir. Zira onun gidişi ile dünya ehli rahata ve huzura kavuşur.
Ebû Ömer (Sâhibü's-Sakyâ) anlatıyor: "Biz daha çocuktuk. Abdullah b. Ömer (r.a) yanımıza geldi. Orada bir kabir vardı. Sahibinin kafatası meydanda gözüküyordu. Hemen birine emredip üzerini toprakla örttürdü ve, 'Şu bedenlere toprak bir zarar veremez, sevabı ya da azabı kıyamete kadar çekecek olan ruhlardır' dedi."


Amr b. Dînâr-ı Mekkî der ki: "Ölen her kişi kendisinden sonra ailesinin neler yaptıklarını, kendisini nasıl yıkadıklarını ve kefenlediklerini bilir. Kabrinden onları seyreder durur."
Mâlik b. Enes (rah) demiştir ki: "Bana ulaşan haberlere göre müminlerin ruhları serbest bırakılır; onlar diledikleri yere giderler."

1 Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42212; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 333; Zebîdî, ithaf, 14/310.
138
139

Numân b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v), şu minberde şöyle buyurduğunu işittim:
"Dikkat edin! Dünyadan geriye kalan (zaman) bir karasineğin havada dolaşması (ve ölmesi) kadardır. Kabirdeki arkadaşlarınız hakkında Allah'tan korkun, kötü işlerden sakının; zira amelleriniz onlara gösterilmektedir."161
Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kötü amellerinizle ölülerinizi utandırmayın, çünkü yaptıklarınız kabirdeki dostlarınıza iletilir."162
Bu sebeple Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Allahım! Utanacağım bir amelle Abdullah b. Revâha'nın (r.a) yanına (kabre) varmaktan sana sığınırım."
İbn Revâha (r.a), Ebü'd-Derdâ'nın dayısıydı. Mûte'de şehid düşmüştü.
Abdullah b. Amr b. Âs'a (r.a), "Müminler öldükleri zaman ruhları nereye gider, ne yapar?" diye bir soru sorulduğunda Abdullah, "Beyaz bir kuş şeklinde rahmanın arşında uçarlar. Kâfirlerin ruhları ise yedi kat yerin dibindedir:" cevabını vermiştir.
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) Resûlullah'tan (s.a.v) işittiği şu hadisi nakleder:
"Ölü, kendisini yıkayanı, kefenleyen!, taşıyanı ve kabre koyanı bilir."M63
160  Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Cenâiz, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/296; Beyha-kî, Şuabü'l-imân, nr. 9264; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3007.
161  ibn Ebü'd-Dünyâ, Menâmât, s. 1; Hâkim, el-Müstedrek, 4/307; Müttakî-i Hindî, Ken-zü'l-Ummâl, nr. 42741; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 343.
162  ibn Ebü'd-Dünyâ, Menâmât, s. 2; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 7357; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 343; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42739.
163  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/3; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4071; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 138; Câmiu's-Sagtr, nr. 2134; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 7434; Hatîb, Târîhu Bağdat, 12/212.
Sâlih-i Mirî (rah) anlatıyor: "Bana ulaşan haberlere göre, ölümle beraber ruhlar birbirleriyle karşılaşırlar. Bu ruhlar kendilerine yeni katılan ruha, 'Mekânın nasıldı? Temiz mi yoksa çirkin işler yapan bir cesette miydin?' diye sorarlar."
Ubeyde b. Umeyr (rah) anlatıyor: "Kabir ehli (hayattaki-lerden) haber bekler dururlar. Kendilerine bir ölü daha katıldığında, 'Falan kişi ne yapıyor, nasıldır?' diye sorarlar. Yeni katılan ölü, 'O buraya gelmedi mi, yoksa buraya getirilmedi mi?' der. Onlar, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn; demek ki o, başka bir yere (cehenneme) götürülmüş' derler."
Ca'fer'in Saîd'den164 naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Kişi öldüğü vakit başkalarının kendisini karşıladıkları gibi ölmüş olan çocuğu da karşılar."
Mücâhid (rah) der ki: "Kişi kabirde iken evlâdının yaptığı iyiliklerle müjdelenir."
Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Re-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Müminin ruhu kabzolunduğu zaman (berzah âleminde) Allah'ın rahmet ehli kullarından bir grup, sanki dünyadaki bir müjdeci gibi onu karşılayarak, 'Kardeşimizi rahat bırakalım, istirahat etsin; zira pek çetin bir sıkıntı içindeydi' derler. Sonra ona, 'Falanca adam ne yaptı? Falanca kadın ne yaptı? Falanca kadın evlendi mi?' diye sorular sorarlar. (Kendisinin ölümünden evvel ölmüş) bir adamın durumundan sorduklarında, 'O benden önce öldü' der. Bunun üzerine ruhlar, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/biz Allah içiniz (O'nun mülküyüz) ve elbette O'na döneceğiz, demek ki o cehenneme gitti' derler."165
164  Ca'fer b. Süleyman-ı Dab'î el-Basrî. Saîd b. Müseyyeb.
165  İbnü'l-Mübârek, Zühd, nr. 319; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 3931; Taberânî, e/-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 3887; el-Evsat, nr. 148; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 133; ibn Re-ceb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 48.
140



Kabrin ölüyle konuşması ya söz diliyle ya da hal diliyle olur. Ölü bu ikincisini, dirilerin konuşulan bir şeyi anlamasından daha net anlar. Bu hususa işaretle Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ölü mezara konulduğunda kabri ona, 'Yazıklar olsun sana ey âdemoğlu! Hakkımda seni kim aldattı? Benim fitne, karanlık, yalnızlık ve böceklerin yurdu olduğumu bilmiyor muydun? Yanımda yürürken kibirli kibirli çalımlar atman hususunda seni aldatan şey neydi?' der.
Eğer adam hayatta sâlih ameller işlemiş biriyse, gaipten bir ses onun adına konuşur ve, 'Sen bu kimsenin iyilikleri emredip kötülüklerden de sakındıran biri olduğunu bilmiyor musun?' der. Kabir, 'O zaman ben onun için yemyeşil bir bahçe olurum' diye karşılık verir. Bunun ardından adamın bedeni nurla doldurulur ve ruhu arşa, rahmanın katına yükseltilir."T6
Ubeyd b. Umeyr-i Leysî der ki: Ölen her kişiye kabri muhakkak şunları söyler: "Ben karanlık ve yalnızlık yurduyum. Eğer hayatında Allah'a karşı itaatkâr olduysan, ben
166 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 22/942; ibn Hibbân, es-Sahîh, tır. 6870; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 6/93; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4251; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 165.
İMAM  GAZÂÜ
141
de sana bugün rahmet olurum. Yok, isyan ettiysen ceza ve ,    intikam olurum. Ben öyle bir evim ki, bana itaatkâr olarak ¦    giren mutlu çıkar, isyan içinde giren hüzün ve hüsran içinde çıkar."
Muhammed b. Sabîh der ki: Bana ulaşan haberlere göre, bir adam kabre konulup azaba duçar olduğunda ölmüş olan komşuları ve yakınları ona şöyle derler: "Ey kardeşleri ve komşularının ölümünden sonra dünyada kalan kişi! Bizler senin için birer ibret vesikası olmadık mı? Bizim senden önce mezara girişimiz seni hiç düşündürmedi mi? O boş zamanlarında, bizlerin artık amel işlemekten kesildiğimizi hiç düşünmedin mi?"
Kaldığı toprak parçası da ona şöyle seslenir: "Ey dünyanın dışıyla aldanmış kişi! Ailen içinde dünyaya aldanan kimselerin toprak altına girdiklerini görüp onlardan ibret almadın mı? Hani ecelleri gelip ölüm onları kabirlerine götürmüştü! Sen de, götürülmesi gereken yere, omuzlar üzerinde taşınırken ona bakıyordun ya!
Yezîd-i Rekkâşî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere göre, ölü kabre konulduğu zaman amelleri onu kuşatır. Sonra Allah (c.c) onları lisan-ı hal ile şöyle konuşturur: 'Ey çukurunda yalnız kalmış kul! Dostların ve ehlin senden ayrıldı, bugün bizden başka sana eşlik edecek hiçbir şey kalmadı' derler."
Kâ'b Ahbâr (rah) der ki: "Sâlih bir kul kabre konulduğu zaman namaz, oruç, hac, cihad ve sadaka gibi amelleri onu çepeçevre kuşatırlar. Azap melekleri ona ayakuçların-dan yaklaştıkları sırada namaz,
'Ondan uzak durun! Bu kula ayaklarından azap edemezsiniz. Zira o, Allah için, bu iki uzvuyla namazlarını kılmıştı' der. Bu sefer baş tarafından yanaşmak isterler, oruç,
142
ÖLÜM ve SONRASI
'Bu kuldan uzak durun! Çünkü o, şu dünya diyarında Allah için uzun zamanlar aç ve susuz durmuştu; ona azap edemezsiniz' der. Gövde tarafından yaklaşmak istediklerinde, yapmış olduğu hac ve cihad,
'Buradan uzaklasın! Zira bu kul, Allah için nefsi ve bedeniyle nice zorluk ve meşakkatlere katlanarak haccını yaptı, cihada katıldı. Ona azap edemezsiniz' derler. Sonra elleri tarafından yaklaşmak isterler. Bu defa sadaka dile gelerek, 'Sahibimden uzak durun, ona ilişmeyin! Zira bu ellerden, sırf Allah'ın rızâsı için nice sadakalar çıktı; çıkan sadakalar önce Allah'ın (c.c) huzuruna varıp daha sonra bir başkasına ulaştı! Sizler bu kula azap edemezsiniz' der. Sonra gaipten bir ses, 'Müjdeler olsun; ne güzel bir yaşam, ne güzel bir ölüm' diye seslenir.
Ardından rahmet melekleri gelir. Yanlarında cennet döşeklerinden bir döşek ve bir de örtü getirerek onun altına sererler. Kabri gözünün görebildiği kadar genişletilir. Yanına cennet kandillerinden bir de kandil bırakılır. Onun ışığıyla kıyamet gününe kadar aydınlanır."167
Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr, katıldığı bir cenazede, kendisine kadar ulaşan, şu hadisi nakletmiştir:
"Ölü kabre konulduktan sonra oturur. Defnine iştirak edenlerin ayak seslerini dahi işitir, ancak kendisiyle sadece kabri konuşur. Kabir ona, 'Ey âdemoğlu, sana yazıklar olsun! Muhakkak benim hakkımda uyarılar aldın; darlığım, pis kokum, ürkütücülüğüm ve böceklerim hakkımda sakındırıldın! Peki, şimdi benim için neler hazırladın?' der."168
167  Benzer mânada bir hadis için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/352; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/51.
168  Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 166-167; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 45-46; Kurtubî, Tezkire, s. 85; Zebîdî, ithaf, 14/332.
İMAM  GAZÂLÎ
143


Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile ensar-dan bir adamın cenazesine katıldık. Resûlullah (s.a.v) adamın kabrinin başına oturdu, başını öne doğru eğdi ve,
"Allahım! Kabir azabından sana sığırım" diye dua etti ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra şöyle anlattı:
"Mümin kul âhirete irtihal etmezden biraz önce Allah Teâlâ, beraberlerinde onun için hazırlanmış kokular ve kefen bulunan, yüzleri güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu kulunun yanına gönderir. Bunlar o kişinin görebileceği bir yere geçerek bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde gökyüzünde ne kadar melek varsa ona rahmet isteyip affı için Allah'a istiğfarda bulunurlar. Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde melekler,
'Rabbimiz! Falanca kulun geldi' derler. Allah Teâlâ,
'Onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin, zira kullarıma: 'Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'169 diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).
169 Tâhâ 20/55.
144
ÖLÜM ve SONRASI
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini işitir. Derken kendisine hitap edilerek,
'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?' diye sorular sorulur. Ölü, 'Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim de Hz. Muhammed'dir' diye cevap verir.
Bundan sonra Münker ve Nekir melekleri amansız bir şekilde bir daha sorguya çekerler. İşte bu ölünün başına gelen sıkıntı ve musibetlerin sonuncusudur.
Mümin kulun suallere doğru cevaplar vermesinin ardından bir münadi, 'Doğru söyledin' der. İşte bu, 'Allah Teâlâ iman edenleri sağlam ve sabit sözde (kelime-i tevhid üzere) hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar..."170 âyetinin mânâsıdır.
Sonra güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafa mis gibi kokular saçan biri gelir ve, 'Müjdeler olsun! Sana rabbinin sonsuz rahmeti ve içinde paha biçilmez nimetleriyle cennetler vardır' der. Ölü, 'Allah seni hayırlarıyla mükâfatlandırsın, sen kimsin?' diye sorar; o,
'Ben senin hayırlı ve sâlih amellerinim. Yeminle söylüyorum ki, ben seni Allah'a itaate koşan, isyana ise yanaşmayan biri olarak bildim. Bundan ötürü Allah senin mükâfatını versin' der. Sonra bir münadi,
'Bu kişi için cennet yataklarından bir yatak hazırlayın ve oradan cenneti gören bir de kapı açın' diye meleklere seslenir. Hemen bir cennet yatağı getirilir ve kendisi için cennete bakan bir kapı açılır. Ölü, 'Allahım! Bir an önce kıyameti kopar da aileme, malıma döneyim' diye dua eder.
Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, j katrandan gömlekler bulunan, azabıyla acımasız bir grup
T ibrahim 14/27.                                                                                                                  \:
İMAM GAZÂLÎ
145
melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez. Ruhu semaya vardığı zaman melekler,
'Rabbimiz! Yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği kulunuz geldi' derler. Allah (c.c),
'Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve hazırlamış olduğum azap çeşitlerini gösterin' buyurur; zira kullarım, 'Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız'171 diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).'
Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini işitir. Derken kendisine hitap edilerek, 'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?' diye sorular sorulur. O, 'Bilmiyorum' der. Melekler, 'Bilmezsin tabii!' diye karşılık verirler. Sonra çirkin yüzlü, kötü kokulu ve kirli elbiseleriyle biri gelir ve, 'Sana Allah'ın gazabını ve sonsuz olan elim azabı müjdeliyorum' der. Ölü, 'Allah da seni aynı azapla müjdelesin, sen de kimsin?' diye sorar, o, 'Ben senin kötü amelinim. Yeminle söylüyorum ki, Allah'a isyana koştun, O'na (c.c) hiç itaate yanaşmadın. Allah senin cezanı azabıyla versin' der. Ölü,
'Allah senin de cezanı versin' diye karşılık verir. Daha sonra bu kişiye cezası verilmek üzere kör, sağır ve dilsiz biri (azap meleği) verilir. Bunun yanında demirden yapılmış öyle bir tokmak vardır ki, şayet insanlar ve cinler onu kaldırmak için bir araya gelseler buna asla güç yetiremez-lerdi. Bu zebani elindeki tokmakla bir dağa vursa onu un ufak ederdi.
Tâhâ 20/55.
146
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
147
Bu zebani o kişiye öyle bir darbe vurur ki toprak haline gelir, fakat ruhu tekrar iade edilir. Bu sefer iki kaşının arasına öyle bir vurur ki bu sesi yeryüzündeki insanlardan ve cinlerden başka bütün mahlûkat işitir. Bunun peşinden bir münadi,
'Bu kişi için ateşten iki yatak getirin ve kabrinin kapılarını cehenneme açın' der ve altına, üstüne ateşten iki levha getirilir, kabrinin kapıları cehenneme açılır.""2
Muhammed Bakır b. Ali173 (rah) der ki: "Ölmek üzere olan herkese amelleri gösterilir. Kul gözlerini yukarı doğru kaldırarak iyi amellerine, gözlerini aşağı indirerek de kötü amellerine bakar."
Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlul-lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Mümin kulun eceli geldiği vakit melekler onun yanına ipek bir bez içerisine konulmuş misk ve reyhan kokularıyla gelirler. Ardından ruhu tereyağından kıl çeker gibi alınır ve,
'Ey mutmain olmuş nefis (ruh)! Sen rabbinden, rabbin de senden razı ve hoşnut olarak sana bahşedeceği ihsan ve rahatlığa doğru çık' denilir. Ruhu çıktığı vakit üzerine misk ve reyhanlar serpiştirilir ve ipek örtüye sarılarak illiy-yîn denilen yüce makama gönderilir.
Kâfir bir kişinin ölümü yaklaştığında ise melekler bu adamın yanına, içinde cehennemden getirtilen bir kor parçasının bulunduğu siyah bir bezle gelirler. Ardından elem ve ıstıraplar içerisinde ruhu çıkarılır (Çoğunlukla bu elem ve ıstırapların acısı kişiyi ya kendinden geçirir ya da bayıltır. Bu sefer ruhu acı içinde kıvranmaya devam eder). Sonra ona, 'Ey pis ve çirkef nefis (ruh)! Haydi, sen rabbine öf-
172  Ebû Davud, Sünnet, 27; Nesâî, Cenâiz, 114; ibn Mâce, Zühd, 32; Tirmizî, Tefsîr, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Mösned, 4/296.
173  Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali.
keli rabbin de sana kızgın olarak O'nun azabına doğru çık' denilir. Ruhu çıkarıldığı zaman bu kor parçasının üzerine yatırılır; öyle ki ondan kaynayan bir suyun fokurdama sesleri gibi sesler çıkmaya başlar. Sonra bu siyah beze sarılarak cehenneme (kabirde cehennem azabı çekmeye) götürülür."m
Muhammmed b. Kâ'b-i Kurazî, "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, 'Rabbim! Beni geri gönder de boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve ameller) yapayım' der"175 âyetini okuduktan sonra şöyle anlatmıştır:
"işte o zaman Allah kuluna, 'Ne istiyorsun, amacın nedir, yoksa çokça mal toplamak, ağaçlar dikmek, nehirler akıtmak için mi dünyaya geri dönmeyi arzuluyorsun?' der. Kul, 'Hayır, boşa geçirdiğim günler için tekrar iyi işler yapıp sâlih ameller işlemek için geri dönmek istiyorum' der. Allah (c.c) şöyle buyurur:
'Onun söylediği bu söz, boş bir lâftan ibarettir.'"6 Yani ölüm anında herkes bunları söyler."


Yine Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği diğer bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Mümin kabrinde yemyeşil geniş bir bahçe içindedir. Kabri ona 70 zira (35 metre) genişletilir ve ayın on dördü gibi apaydınlık olur. Peki, 'Onun için dar bir hayat vardır' âyetinin kime indiğini biliyor musunuz?" Sahabeler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. Resûlullah (s.a.v),
174  Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11442; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 3/352-353; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/364-365; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 746; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 102; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 192.
175  Mü'minûn 23/99-100.
176  Mü'minûn 23/100.
148
"Bu, kâfirlerin kabirdeki azaplarını ifade etmek için inmiştir. Kabirlerinde onlara doksan dokuz tane yılan musallat edilir. Her bir yılanın yedi başı vardır. Bunlar kıyamete kadar onu ısırır, koparır ve zehirlerler (kıyamete kadar ruhu acı ve ıstırap içinde olur)."'177
Yılanların sayısının bu kadar fazla olması insanı şaşırtmasın. Zira bu akrep ve yılanların sayısı, kişide zuhur eden kibir, riya, haset, aldatma, kin ve dinin hoş görmediği daha birçok kötü sıfatlar sayısıncadır Kötü sıfatların artmasıyla azabın çeşitleri de artar. Bu sıfatların belirli bir sayıları olmasına rağmen (devamlı suretle yapılmasından dolayı başka kerih sıfatları da doğurur ve) başka başka dallara, kollara ve bölümlere ayrılır. Bu kolların ve bölümlerin her biri kendi başlarına helak edici olmaya kâfidir. Her bir kötü sıfat başlı başına ya bir akrep ya da bir yılan oluverir. Bunların içinde en fazla acı veren, yedi başlı yılanın sokmasıdır. En hafifi ise akrep sokmasıdır. Bu ikisi arasında ise normal yılanların verdiği ıstıraplar vardır.
Kalp gözleri açık, basiret ehli kimseler bu helak eden vasıfları ve onların kollarını, Allah'ın kendilerine bahşettiği basiret nurlarıyla görebilirler. Şu kadar var ki onların gerçek hali ve derecesi ancak nübüvvet nuruyla bilinebilir.
Bu ve benzeri haberlerin doğru olduğunu bildiren apaçık deliller olduğu gibi, onların bir de gizli yönleri vardır. Bu gizli kısımları basiret sahibi arifler müşahede edebilirler.
Bu haberlerin hakikatlerini anlayamayan kimseler hemen inkâra kalkışmamalıdır. Zaten imanın en düşük derecesi, Allah ve Resûlü'nün bildirdiklerini tasdik edip hükümlerine teslim olmaktır.
İMAM  GAZÂLÎ
149
177 ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3122; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 2233; Heysemî, Me-vâridü'z-Zam'ân, nr. 782; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 6644; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4610.


Eğer biri, "Bizler bir kâfiri mezarına koyduktan sonra uzun bir müddet bekleştik, ancak anlatılan haberlerde zikredilenlerin hiçbirini göremedik; şu halde tasdik ve teslimiyetimiz gördüklerimizle çakışmıyor mu?" diye bir soru sorsa, deriz ki:
Bu gibi bir durumda senin tasdik ve teslimiyetin için üç durum söz konusudur:
Birincisi: İman ve teslimiyettir. Senin için en açık, en sağlam ve en güvenilir olanı budur. Bu da senin o yılan ve akreplerin varlığına ve ölüyü sokup ısırdıklarına inanman-dır. Çünkü sahih hadis ve haberler bunu gerektirmektedir. Fakat onlar bu baş gözü ile görülemezler, çünkü baş gözü melekût (berzah) âlemine ait olayları görmeye müsait değildirler. Âhiret âlemine ait olan her şey de melekût âlemin-dendir.
Baksana sahabeler görmedikleri halde, Cebrail'in vahiy getirmek için Resûlullah'm (s.a.v) yanına geldiğine ve yine göremedikleri halde Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) onunla konuştuğuna nasıl inanıyorlardı!
Eğer bu kadarına da inanmıyorsan, öncelikle imanını tazelemen, ardından da meleklere ve vahyin nüzulüne olan inancını düzeltmen senin için diğer bütün şeylerden daha önemlidir. Şayet bunlara iman ettiysen ve bu ümmetin göremediği şeyleri Hz. Peygamberin (s.a.v) görebileceğine inandıysan, o zaman ölülerin başına gelecek bu hadiselere neden inanmıyorsun?
Nasıl ki melekler insana ya da hayvana benzemiyorsa, kabir azabında bahsedilen yılanlar ve akrepler de bizim âlemimizin yılan ve akreplerine benzemezler. Aksine onlar
150
ÖLÜM ve SONRASI
bizdeki duyu organları ile algılanmayan ve bizim bildiğimiz yılan ve akreplerden daha başka varlıklardır.
İkincisi: Tasdik ve teslimiyeti elde etmenin bu kısmı uykuda olan birinin durumunu düşünmendir. Örneğin uykuda olan birinin rüyasında yılanların kendisini sokmasını ele alalım. Elbette bu kişi, gördükleri ve yaşadıkları rüya âleminden olsa bile, bunlardan elem duyar, çığlıklar atar, alnından terler boşalır ve hatta yerinden fırlar. Bütün bunların hepsini nefsinde yani ruhunda hisseder. Evet, uyanık bir adam böyle bir durumla karşılaştığında ne yaşıyorsa o da aynını yaşamaktadır. Sense ona baktığında sanki hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin uyuduğunu görürsün. O uyurken etrafında yılan diye bir şey de yoktur. Ancak sen görsen de görmesen de onun için hem yılan hem de onun verdiği acı ve ıstıraplar mevcuttur.
Mademki elem ve ıstırap yılan sokmasından ise, bunun hayalî ya da vücudî olması arasında hiçbir fark yoktur. Neticede ikisi de acı vermektedir.
Üçüncüsü: Sen de biliyorsun ki acı ve ıstırap veren yılanın kendisi değil onun vücuda attığı zehirdir. Sonra zehir de elemin kendisi değildir. Belki o, zehrin senin bedeninde yerleşmesinden sonra hâsıl olan tesirin verdiği acıdır. Zehrin meydana getirdiği gibi bir tesir zehir olmaksızın yapılmaya kalkışılsa elbette bunun vereceği azap çok çetin ve yaman olur. Öyle ki, böyle bir acının, hangi tür bir azap olduğu tarif edilemez. Bu ancak insanların bildikleri bir ıstıraba benzetilerek anlatılabilir (Kabir azabının diş ağrısından daha şiddetli olduğunu anlatmak gibi...).
Örneğin, bir insanda, cinsî münasebette bulunmamasına rağmen cima yapmanın lezzeti yaratılmış olsa, bunu tarif edebilmek için cimadan söz etmesi gerekecekti. Zira tarif edilmek istenen bir şeyin bir başkasına izafesi, sebebin
İMAM  GAZÂLÎ
151
varlığını anlatmak içindir. Burada her ne kadar sebebin kendisi yok ise de neticesi mevcuttur. Zaten sebep zatı için değil neticesi için aranır.
İşte insanda mevcut olan o kötü ve helak edici sıfatlar, ölümüyle beraber ona eziyet ve elem veren yaratıklara dönüşür. Tıpkı, yılan olmadan (rüyada kabus görürken) yılanın zehrinden elem duymak gibi...
Ölümün ardından kişideki kötü sıfatların eziyet veren birer varlığa dönüşmesi, sevgilisinin ölümüyle ona olan aşkının eziyete dönüşmesine benzer. Çünkü evvelden kendisine zevk veren aşkı ve sevdası birdenbire sevgilisinin ölmesiyle elem ve ıstırap verici bir hastalığa dönüşmüştür. Hatta kalbine öyle elem ve ıstıraplar saplanır ki, keşke hiç âşık olmasaydım, keşke onunla vuslata ermeseydim diye temennilerde bulunur. İşte aşkın eleme dönüşmesi, ölünün kabirde çektiği azaplardan biridir. Zira dünya aşkı büsbütün onu kuşatmış, malının, gayri menkullerinin, makamının, çocuklarının sevdalısı olmuştur.
Bir düşünsene, eğer bu adamın bütün mallarını, kendi-J si hayatta iken bir daha asla geri alamayacağı biri gasbet-se, onun hali nice olur? Pişmanlığı daha büyük ve azabı daha çetin olmaz mı? O, "Keşke malım, mülküm, makamım olmasaydı da ayrılık acısı çekmeseydim!" demez mi?
İşte ölüm, bütün dünyevî sevgi ve sevgililerin bir anda ayrılması demektir.
Nitekim bir şair bu hususta şu beyiti söylemiştir:
"Bir tek şeyi olan bunu da kaybettiğinde hali nice olur!"
Yalnız dünya ile ferah bulup onunla sevinen bir kimsenin, elinden bunlar alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde ve bu azabın üstüne âhiret nimetlerini elden kaçırmanın ve Allah'a kavuşamamanın hasreti de eklendiğinde onun hali
152
ÖLÜM ve SONRASI
nasıl olur? Allah'tan başkasını (O'nu unutarak) sevmek O'na ulaşmaya en büyük engeldir.
Bütün bunların üstüne, dünyada sevdiklerinden ayrılmanın verdiği elem, âhiret nimetlerinden ebediyen mahrum kalmanın verdiği hasret ve Allah'ın huzuruna kabul edilmeme zilleti eklenir. Aslında bu karşılaşacağı en büyük azaptır ve ayrılık ateşinin ardından cehennem ateşi gelir. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur:
"Hayır! Onlar şüphesiz o gün rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler."178
Ama huzurunu dünya ile bulamamış, sadece Allah'ı sevip O'na kavuşma aşkıyla yanıp tutuşmuş kimselere gelince; ölüm, onlar için dünya zindanından ve boş lezzetlerinden kurtuluş, sevgiliye vuslat ve tüm engellerin ortadan kalkarak emniyet ve güven içerisinde hiç tükenmeyen âhiret nimetlerine nail olmak demektir.
İşte amel edenler bunları düşünerek amel etsinler.
Maksadımızı bir örnekle izah edersek: Adamın birinin çok sevdiği bir atı vardır. Öyle ki kendisine, "Ya atından ayrılacaksın ya da akrebin zehrine tahammül edeceksin; bunlar arasında bir tercih yap" denilse muhakkak akrebin sokmasını tercih edip atından ayrılmayı istemeyecektir. Çünkü onun için atından ayrılmanın vereceği acı ve ıstırap akrebinkinden daha şiddetlidir. Aslında onu zehirleyen atına olan sevgisidir.
O halde kul bu zehirlenmelere hazır olsun! Muhakkak ki ölüm onun atını, evini, ehlini, dostlarını, makamını elinden alacak, dahası kulağını, gözünü, bütün azalarını yok edecektir. Bütün bunların geri dönüşünden elbette ümidini kesecektir.
İMAM  GAZÂLÎ
153
Sevdası sadece bunlara olduğundan ve onlar da elinden alındığından hissedeceği acı akrep ve yılanların sokmasından daha şiddetli olur. Hayatta iken bütün varı yoğu elinden alındığında nasıl ki elem ve ıstırabı şiddetli oluyorsa, ölünce de aynı durum söz konusudur.
Daha önce de açıkladığımız gibi, ruh bedenin ölmesiyle ölmez, o kalıcıdır. Bütün elem ve azabı tadacak olan odur ve ölümle beraber bu azap daha da artar.
Şu sebeple ki: Ruh, içinde bulunduğu beden hayatta iken, bazı dünya meşgaleleri ile oyalanarak teselli bulabilir. Dostlarla beraber oturur, konuşur vs. Bazı şeylerini kaybeder bazan da kazanır... Fakat ölümden sonra teselli olma diye bir şey yoktur; bütün teselli kapıları kapanmış, ümitler sönmüştür. Hayatta iken çok sevdiği bir gömleğinin veya mendilinin alınması kendisine çok ağır gelen kimsenin bu durumu kabrinde de devam eder.
Dünyadaki varlığı az olan (veya çok olup da hayır yolunda harcayan kimse) elbette kurtuluşa erer. Dünyalığı çok ise azabı çetin ve elim olur.
Nasıl ki, bir dinarı çalınan birinin üzüntüsü oh dinarı çalınandan az olursa, bir dirhem sahibinin hesabı da iki dirhem sahibininden az olur. Bu anlattıklarımız Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadisinde ifade edilmiştir:
"Bir dirhemi olanın hesabı, iki dirhemi olandan daha hafiftir."T
Ölüm anında geriye bıraktığın dünyalık her şey ölümünden sonra senin için ancak hasret ve hüsran sebebidir. Artık sen onları istersen çoğalt, istersen azalt! Çoğaltırsan ancak hasretini artırmış olursun; azaltırsan da sırtındaki yükü hafifletmiş olursun.
178 Mutaffifîn 83/15-16.
179 Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nr. 792; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 10647; Ebû Nuaym Hilyetü'l-Evliyâ, 1/218.
11
154
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
Kabrinde yılanları ve akrepleri çok olanlar, dünyaya bağlanıp onu âhirete tercih eden, onunla sevinip onunla sükûn bulan zenginlerdir.
Bu anlattıklarımız, kabirdeki azabın çeşitleriyle, orada azap sebebi yapılacak yılan ve akreplere iman hakkındaki açıklamalardır.
Anlatıldığına göre Ebû Saîd Harrâz (rah), ölmüş olan oğlunu rüyasında gördü. Ona, "Oğulcuğum, bana biraz nasihatte bulun" dedi. Oğlu, "Allah Teâlâ'nın yerine getirilmesini emir buyurduğu hususlarda ona muhalefet etme" dedi. Ebû Saîd, "Biraz daha nasihat et" dedi. Oğlu, "Babacığım, bunun ağırlığına tahammül edemezsin" dedi. Babası, "Söyle, söyle" deyince, "Baba, bir gömlek ile olsa dahi (kalbini ona bağlayarak) Allah ile arana perde sokma" dedi. Bundan sonra Ebû Saîd (rah) tam otuz sene gömlek giymedi.

Bu zikrettiğin üç makamdan hangisi doğrudur diye sorarsan; şunu bil ki, insanlardan bazıları sadece birincisine inanıp diğerlerini inkâr etmişlerdir. Kimileri de yalnızca ikincisine inanıp birincisini reddetmişlerdir. Kimileri ise üçüncüsüne inanmıştır. Basiret yoluyla bizlere gösterilen ise bu üç yolun da imkân dahilinde olmasıdır.
Bunlardan birine inanıp diğerine inanmayan kişi, gerçekten idraki dar, Allah'ın kudret ve tecellilerinin sonsuz derecede büyük ve hayret verici olduğunu anlamayacak kadar cahildir. Bu tür azapların olmasını aklen anlayamadığı için inkâra kalkışmak ise tam bir cehalet ve idrak noksanlığıdır.
Bu düşüncelerin aksine bahsettiğimiz bütün azap çeşitleri mümkündür, onlara inanmaksa vaciptir. Nice insanlar
155
vardır ki bu azaplardan sadece birini çeker, niceleri de vardır ki, hepsiyle cezalandırılır. Azından da çoğundan da Allah'a sığınırız.
işte gerçekler bunlardır. Hiç olmazsa taklit yoluyla olsun bunlara iman et. Zira yeryüzünde bunları hakikatleriy-le (keşif ve basiret yoluyla) bilenler pek azdır. Sana tavsiyem, vaktini boşa harcayarak bu konunun ayrıntısına fazla girmemen ve hemen kabir azabını senden kaldıracak çareleri araştırmaya bakmandır.
Ameli ve ibadeti terkedip kabir azabının hasıl olacağını araştırman, sultanın birini yakalayıp onu ellerini ve burnunu kesmek üzere hapse atması ve bu kimsenin, "Acaba ellerim ve burnum, kılıçla mı yoksa bıçakla mı yoksa usturayla mı ya da başka bir aletle mi kesilecek?" diye sabaha kadar düşünen ve ondan kurtulma çarelerini hiç aramayan kimsenin durumuna benzer. Bu ise cehaletin ta kendisidir.
İnsanın öldükten sonra ya büyük bir azapla cezalandırılacağı ya da ebedî nimetlere mazhar olacağı kesin olarak bilinmektedir. O halde bir an evvel ölüme hazırlanmak gerekir. Orada azabın veya sevabın nasıl ve ne kadar olacağını bilmek için uğraşmak boş yere zaman harcamaktan başka bir şey değildir.


Ebû Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kul öldüğü zaman kabrine, siyah renkli, yeşil gözlü, birinin adı Münker, diğerininki Nekir olan iki melek gelir. Bu iki melek ölen kişiye,
156
ÖLÜM  ve  SONRASI
'Şu Peygamber (s.a.v) hakkında ne dersin?' diye sorarlar. Ölen adam mümin biriyse, 'O, Allah'ın kulu ve Resulü'dür. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O'nun Resûlü'dür' diye cevap verir. Mün-ker Nekir, 'Biz senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Akabinde kabri yetmişe yetmiş zira 180 genişletilir ve nurla doldurulur. Sonra ona, 'Uyu' denilir. O, 'Beni bırakın da aileme gidip durumumu haber vereyim' der. Melekler ona, 'Uyu' derler, o da ailesinden en sevdiği kimsenin (eşinin) onu yatağından kaldırana kadar uyuması gibi uyur.
Eğer ölen kişi münafık ise sorulan sorulara,
'İnsanların bir şeyler dediklerini duyuyor ve ben de onlar gibi söylüyordum. Fakat bu soruların cevabını bilmiyorum' diye cevap verir. Münker Nekir, 'Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk' derler. Sonra toprağa, 'Bu adamı iyice sıkıştır' emri verilir. Toprak da onu iyice sıkıştırır, öy-leki adamın kaburgaları birbirine girer. Bu azap onun için kıyamet günü dirilene kadar devam eder."181
Atâ b. Yesâr anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) Ömer b. Hat-tâb'a (r.a) şöyle buyurdu:
"Yâ Ömer! Öldüğün ve akrabaların kabristanlığa gelip senin için boyuna göre bir kabir kazdıkları, ardından yıkayıp, kefenleyip ve kokular sürdüklerinde; sonra omuzlarında taşıyıp o çukura bıraktıklarında ve üzerine toprakları atmaya başladıklarında halin nice olur!
Dostların ve akrabaların kabrinin başından ayrıldıkları zaman yanına, kabrin korkutucu iki meleği olan Münker ve Nekir gelir. Sesleri, yeri göğü oynatan gök gürültüsü, bakışları ise gözleri kamaştıran şimşek gibidir. Uzunluğun-
İMAM  GAZÂLÎ
157
L
180  Yani 30 m. x 30 m., yaklaşık 900 m2civarında.
181  Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 864; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 130; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42500; Heyse-mî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 780.
dan ötürü saçları yerlere değer. Dişleriyle toprağı kazarlar. Seni korkutur ve ürkütürler. İşte o zaman halin nice olur!"


Hz. Ömer (r.a), "Ey Allah'ın Resulü! Şimdiki aklım ve şuurum o zaman da olacak mı?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, olacak"buyurdu. Hz. Ömer (r.a),
"O zaman onların hakkından gelir ve sorularına bir bir cevap veririm" dedi. 182
İşte bu rivayetler, ölümle beraber aklın gitmeyip varlığını devam ettireceğine; değişen ve bozulanın ise beden ve azaların olduğuna bir delildir.
Ölen kişi, bu âlemde de aklı başındadır. Nasıl hayatta iken aklı başında olarak elem ve lezzetleri hissediyorsa berzah âleminde de durum aynıdır. Kabirdeki elem ya da lezzet türünden hazları hisseden akıl, şu bedenin azaları değildir. Akıl eni boyu genişliği olmayan bâtınî (gözle görülmeyen sırlı) bir şeydir. Cüzlere ve parçalara ayrılması mümkün değildir. Eşyanın hakikatini idrak eden varlık da akıldır.
Öyle ki, insanın bütün vücudu ve azaları parça parça edilse, o yine de kendinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır. Ölümden sonra da durum aynıdır, yani akıl (ve ruh) için ölüm ve yokluk söz konusu değildir.
Muhammed b. Münkedir-i Teymî (rah) der ki: "Bana ulaşan haberlere göre; kâfire kabrinde, elinde deve hörgü-cü büyüklüğünde demirden bir topuz bulunan, hayvan cinsinden sağır ve kör bir mahlûk musallat edilir ve kıyamete
182 Beyhakî, İtikâd, s. 180; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 182; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4603; Zebîdî, ithaf, 14/363.
158
OL
.UM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
159
kadar onu döver. Bu görevli onu göremez ki insafından ötürü topuzunu başka taraflara vursun."
Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: "Mümin kabre konulduğu zaman sâlih amelleri gelir, onu çepeçevre kuşatır. Azap meleği başucundan geldiği zaman okumuş olduğu Kur'an buna mani olur. Ayakuçlarından yaklaşmak istediğinde kıldığı namazlar bunu engeller. Ellerinin tarafından yaklaştığında elleri dile gelerek, 'Vallahi bu adam benimle sadaka verdi ve benimle dua etti; bu taraftan azap edemezsin' diyerek onu geri çevirir. Ağzının tarafından yanaşmak istediğinde de tuttuğu oruç ve çektiği zikirler buna engel olur. Böylece kılmış olduğu namazları ve Allah için çektiği sabırlar azap meleğine karşı direnişte bulunur. Bunun üzerine azap meleği şöyle der:
Allah'a yemin olsun ki, eğer bir boşluk görürsem orayı hemen dolduracağım."
Süfyân-ı Sevrî (rah) der ki: "Nasıl ki kişi hayatta iken ailesini, çoluk çocuğunu korur ve muhafaza ederse, ölümünden sonra sâlih amelleri de onu muhafaza eder. Bu esnada ona, 'Allah yatağını mübarek kılsın. Dostların ne iyi dost, arkadaşların ne iyi arkadaştır' derler."
Huzeyfe-i Yemânî (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir cenazede idik. Kabrin başına oturdu, ona doğru uzun uzun bakmaya başladı ve,
"Mümin (insan) kabrinde öyle sıkıştırılır ki, âdeta boynu, göğsü ve kaburga kemikleri birbirine geçer"T3 buyurdu.
Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
183 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, nr. 124; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 101; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
"Muhakkak kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer bundan biri kurtulacak olsaydı, o Sa'd b. Muâz olurdu."184
Enes (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah'ın kızı Zeyneb (r.anh) vefat etmişti.185 Hep beraber cenazeye katıldık. Resûl-i Ekrem (s.a.v) çok üzgündü. Hz. Peygamber (s.a.v) sonra sekînet ve vakar içinde kabrin başına oturdu ve ellerini semaya doğru kaldırıp dua etmeye başladı. Ardından kabre inip kızını yerleştirdi, onu çok üzgün görüyordum. Kabirden çıkarken gördüğümde ise sevinçli idi, tebessüm ediyordu. Biz Resûlullah'a bu değişikliğin nedenini sorduk, şöyle cevap verdi:
"Kabrin darlığı, onun insanı nasıl sıkıştırdığı ve buna karşın kızım Zeyneb'in zayıf ve güçsüz biri olduğu hatırıma geldi. Bu bana çok sıkıntı verdi. Ben de Allah'a dua edip kızımdan kabir azabını hafifletmesini istedim, duamı kabul etti. Fakat kabir onu öyle bir sıktı ve üzerine daraldı ki, doğu ile batı arsında, insanların ve cinlerin haricindeki bütün mahlûkat onun sesini işitti."186
184  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/55; Tahâvî, Müşkilü'l-Âsâr, 1/248; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 99-100; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 156.
185  Hz. Zeyneb (r.anh) hicretin 8. yılının başlarında vefat etmiştir.
186  Taberânî,  el-Mu'cemü'l-Kebîr, 1/745; 22/1054; İbnü'l-Cevzî, el-ilelü'l-Mütenâhiye, 2/908-909; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 108-109; ibn Receb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 102.


İKİNCİ KISIM (SÛRA ÜFÜRÜLMESINDEN CENNET ya da CEHENNEME VARINCAYA KADARKI DURUMLAR)

. Sûrun üfürülmesi
¦ Mahşer meydanı ve mahşer halkının durumları; terlemeleri, kıyamet gününün uzunluğu
.  Kıyametin şekli, dehşet veren tehlikeleri ve
kıyametin diğer isimleri
. Günahlardan ötürü nasıl sorgulama yapıldığı
. Mizanın (amel terazisi) niteliği
.  Hasımların (birbiriyle hesaplaşan kimselerin)
durumu ve mazlumun hakkının ödenmesi
.  Sırat köprüsünün niteliği . Şefaatin nasıl olacağı
.  Havz-ı kevserin vasıfları
. Cehennem halkı, cehennemin niteliği,
.  Cennet halkı, cennetin niteliği, nimetlerinin
sınıfları
. Yüce Allah'ın (c.c) cemâlini seyretmenin keyfiyeti ve niteliği
. Yüce Allah'ın (c.c) rahmetinin genişliği



Kitabın geçtiğimiz bölümlerinde, ölecek olan kişinin yaşadığı, sekerât-ı mevt dediğimiz can çekişme olayının şiddetini, ölümle başlayan tehlikeleri, son nefeste iman ile gi-dememe korkusunu, kabir karanlığının ürkütücülüğünü, kabrin sıkmasını ve oradaki yalnızlığı, haşeratın insanın vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, Münker-Nekir meleklerini ve onların sorgulamalarını, eğer günahkâr biri ise k?vr azabının ne denli şiddetli olacağını anlatmıştık.
Elbette hepimizin önünde bundan daha büyük ve korkutucu tehlikeler vardır. Bunlar şunlardır:
Sûra üfürülmesiyle birlikte kıyametin kopuşu, tekrar dirilmek ve mahşer meydanına toplanmak, cebbar olan Allah'ın (c.c) huzuruna getirilmek, az çok yapılan her işten sorgulanmak, herkesin sevabının ve günahının eksiksiz olarak ölçülmesi için terazilerin kurulması, inceliği ve kes-kinliğiyle bilinen sırat köprüsünden geçmek, ameller tartılıp neticeye varıldığında, gideceği yerin (cennet ya da cehennem) çağrısını beklemek.
İşte bunlar ilk olarak bilmen gereken hallerdir. Sonra bunlara kalbinde hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekil-
164
ÖLÜM ve  SONRASI
de inanman ve ardından da onlara hazırlanman için kalbini diriltmen gerekir.
Şu var ki, çoğu insan, âhirete imanı tam anlamıyla kalbine yerleştirememiş, kalbin derinliklerinde yer eden temel bir esas haline getirmemiştir.
Bunun en iyi göstergesi, insanların yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunmak için en iyi tedbirleri almalarına rağmen cehennemin harareti ve soğuğuna karşı görmezden gelişleridir.
Evet, onlara âhireti sorsan, "Âhiret haktır" derler. Ancak sonra kalpleri bu söylediklerinden gafil bir halde onu unutur giderler. Bu aynen, bir dostunun, senin önüne getirilen bir yemek hakkında, "Bu yemek zehirlidir" dedikten sonra yemeğe bir kaşık da kendisinin daldırmasına benzer. Bu kimse sözüyle doğru söylemiş, fakat ameliyle kendisini yalanlamıştır. İşte en kötüsü budur.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir kudsî hadiste şöyle buyurur:
"Yüce Allah buyurur ki: Âdemoğlu kendisi için caiz değilken beni birtakım noksanlıklarla vasıflandırdı ve hakkımda yalan konuştu. Beni noksan sıfatlarla vasıfiaması, bana bir evlât isnadında bulunmasıyladır (üçlü ilâh inancında olduğu gibi). Beni yalanlaması ise, onun, 'Bizi yarattığı gibi (ölümümüzden sonra) tekrar eski halimize döndüremez' sözleridir."'87
İnsanın bâtınının (kalbinin), yeniden dirilme ve haşir meydanında toplanma gibi hadiseleri tasdik etmede ve inanmada gevşeklik göstermesinin nedeni, bu gibi hadise-lerdeki anlayışının kıt oluşundandır.
Bu zamana kadar hiçbir canlının doğum yaptığını görmeyen ve üremenin ne şekilde olduğunu bilmeyen birine,
187 Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 1, Tefsir, 2; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/318; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 848; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 41.
İMAM GAZÂLÎ
165
"Bir sanatkâr, şu pis nutfeden konuşan, düşünen akıl ve irade sahibi bir insan yapıyor" denilse, elbette bunu kabul etmeyecektir.
Bu sebeple Allah (c.c) şöyle buyurur:
"İnsan görmez mi, biz onu meniden nasıl yarattık. O bunu görmeyip bize apaçık bir düşman oluverir. O Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışır ve, 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' der."188
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu nutfe, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmiştir. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmiş-tfr."189
Esasen insanoğlunun yaratılışındaki acayiplikler, organlarının birbirine eklenişindeki farklılıklar öyle çoktur ki, bunlar onun tekrardan diriltilmesinden daha fazla şaşırtıcıdır. Allah Teâlâ'nın sanatını ve kudretini müşahede eden bir kimse, yine onun kudretinde ve hikmetinde olan bu dirilme hadisesini nasıl inkâr edebilir ki?
Şayet bu husustaki inancında bir zayıflık varsa, onu ilk yaratılış anını düşünerek kuvvetlendir. Zira öldükten sonra diriliş aynen onun gibi ve hatta daha da kolaydır. Buna imanın kuvvetliyse, dirilme ve mahşer anının korku ve tehlikelerini kalbine getir. Kalbinin bu husustaki rahatlığını ve gevşekliğini kaldırmak için çok düşün ve öncekilerin ölümlerinden ibret al. Bir an evvel rabbinin huzuruna arzedile-ceğin gün için kollarını sıva, amel et.
1 Yâsîn 36/77-78. 1 Kıyâme 75/36-39.
¦T ¦i
166
ÖLÜM ve SONRASI


ilk olarak kabir sakinlerinin kulaklarını çınlatacak olan sûrun şiddetle üfürülüşünü düşün.
O sûr öyle bir ses ve öyle bir bağırtıdır ki, onunla birlikte kabirler ölülerin baş tarafından açılır ve ölüler bir defada kabirlerinden sıçrarlar. Kendini o durumu yaşıyormuş far-zet; bedenin baştan aşağı toz toprağa bulanmış, yüzün değişmiş ve sesin şiddetinden hayretler içinde çağrının geldiği tarafa doğru gözlerini dikmişsin! İnsanlar uzun süre belâ ve musibet çektikleri kabirlerinden bir anda fırlayıver-mişler. Herkes gam ve keder içindeyken bir de akıbetlerinin ne olacağı endişesinin onları nasıl bir korkuya bürüdü-ğünü hayal et.
Allah (c.c) bu hususlarda şöyle buyurmuştur:
"Sûra (ilk) üflenişte, Allah'ın diledikleri (dört büyük melek, cennet bekçisi rıdvân, huriler ve cehennem bekçileri zebaniler) müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir defa üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış (etrafa, sağa sola) bakıyorlar."190
"O sûra üfürüldüğü zaman var ya, işte o gün zorlu bir gündür, hele kâfirler için (hiç de) kolay değildir."191
"Onlar, 'Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir?' derler.
Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
Nihayet sûra üfÖrülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak rablerine giderler. '(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, rahmâ-
190  Zümer 39/68.
191  Müddessir 74/8-10.
İMAM GAZÂÜ
nm vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler' derler."192
İnsanların önünde sûra üfürülmenin haricinde başka hiçbir şey olmasa bile korkutucu olarak bu yeter de artardı. Zira o öyle bir ses ve gürültüdür ki, onun şiddetinden, Allah'ın diledikleri müstesna (ki onlar da meleklerdir) yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sûr sahibi (İsrafil), boynuzu (üfürme aletini) eline almış, boynunu uzatmış ve ne zaman kendisine emredilecek de üfleyeceğim diye beklemekte iken ben nasıl sevinebilirim ki?"'193


Mukâtil b. Süleyman (rah) şöyle demiştir: "Sûr denilen şey boynuz şeklindeki bir üfürme aletidir. Boru çalmak üzere hazırlanmış biri gibi, görevli melek ağzını o boruya koymuş beklemektedir. Sûrun (borunun) ağız tarafının genişliği, çapı yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arş tarafına dikmiş, kendisine ne zaman emredilecek de sûra üfleyeceğim diye beklemektedir.
O sûra ilk üfleyişinde yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Allah'ın kalmalarını istediği Cebrail, Mîkâil, israfil ve ölüm meleği Azrail bunun dışındadır. Ardından Allah (c.c) ölüm meleğine sırasıyla, Cebrail, Mîkâil ve İsrail'in ruhlarını almasını emredecek, sonra da ölüm meleğinin kendi canını almasını emredecek ve hayatta zât-ı bârîden başka hiçbir varlık kalmayacaktır.
192  Yâsîn 36/48-52.
Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 8; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/326; Taberânî, el-Mu'ce-mü'l-Kebtr, nr. 12670; Hâkim, el-Müstedrek, 4/559; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 723.
Hekimhan
169


Bütün mahlûkat, sûrun ilk üflenişinden sonra berzah âleminde kırk yıl bekleyecektir. Sonra Allah (c.c) İsrafil'i yeniden diriltip ikinci bir kez daha sûra üflemesini emredecektir. Bu anlattıklarımızın delili şu âyet-i kerimedir:
"...Sonra ona (sûra) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar (bütün ölüler) ayağa kalkmış (etraflarına) bakıyorlar!"(tm)* İşte o an herkes ayağa kalkmış mahşer meydanına gönderilmeyi beklemektedirler.
Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Ben peygamber olarak gönderildiğimde (o emir bana verildiğinde) İsrafil'e de üflemesi için sûr (denilen o boru) verildi. O, her an kendisine emredilecek olan üfleme emrini beklemektedir. Dikkat edin! Sûra üfürülmenin dehşetinden korkun." 194  Zümer 39/68.
O gün bütün mahlûkatın yeniden dirilmenin korkusu ve şiddetiyle, kalpleri buruk ve zelil bir halde, haklarında cennetlik ya da cehennemlik olduklarının hükmünün verileceği mahşer meydanına doğru götürüldüklerini düşün. Aralarında sen de varsın ve sen de onlar gibi kalbi buruk, hakir ve zelil bir haldesin.
Eğer dünyada refah ve hayırsız bir zenginlik içinde hayat sürmüşsen, şunu bil ki, o gün yeryüzünün sultanları ve zenginleri, ayaklar altında ezilen karıncalar misali, mahşer halkının en hakir ve en aşağılarından olacaktır. O esnada, bütün hayvanat, dağlardan taşlardan, başları öne eğik bir vaziyette oluk oluk mahşer meydanına gelirler ve kendilerini kirleten, günahlarının olmamasına rağmen insanların arasına karışırlar. Bu, sûra üfürülmenin kendilerine verdiği korku sebebiyledir ve o sebeple artık insanlardan ürkmez-ler. Nitekim bu husus, "Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde"(tm)6 âyetiyle bildirilmiştir.
Sonra rabbinin huzurundan kovulmuş olan o kibirli şeytan (ve nesilleri) tutup getirilir. Şeytan ve avanesi rabbinin huzuruna çıkarılacağının korkusundan boynunu eğmiştir. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Öyle ise, rabbine yemin olsun ki, muhakkak surette onları (insanları) şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız."197
Bu zikrettiğimiz tehlikelerden ötürü, şimdiden o gün senin ve kalbinin hali ne olacak diye otur bir düşün!
<9" Tekvîr 81/5. 197 Meryem 19/68.
170
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
171



Sonra insanların kabirlerinden kalkıp çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz198 olarak mahşer meydanına götürüldüklerini bir düşün!
Mahşer meydanı âdeta ak pak un gibi bembeyaz bir sahadır. Orada ne bir iniş ne de bir yokuş görürsün. Orada insanın ardına saklanabileceği bir tepe ya da içine girip gözlerden kaybolacağı bir çukur yoktur. Orası hiçbir inişi çıkışı bulunmayan dümdüz bir arazidir. İnsanlar grup grup buraya sevkedilirler.
Yeryüzünün (ve kâinatın) her köşesinden, ayrı ayrı türlerine ve sınıflarına rağmen gelmiş geçmiş bütün mahlûka-tı bir araya toplayan Allah (c.c) bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah Teâlâ önce bir râcife, ardından da bir râdife ile mahlûkatı bu meydana sevketmiştir.
Râcife, titreten ve ürperten anlamında olup sûrun birinci üfürülmesi için kullanılmıştır. Râdife ise, birincisini takip eden anlamındadır ve ilk üfürülüşün ardından geldiği için ona bu isim verilmiştir.
198 Bu hususta rivayet olunan hadislerden biri şöyledir: Hz. Aişe (r.anh) Allah Resû-lü'nden (s.a.v) şunları işittiğini söylemiştir: "İnsanlar kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar." Ben de, "Ey Allah'ın Resulü! Kadın ve erkekler beraber olduklarında birbirlerine bakmazlar mı?" dedim. Allah Resulü, "Ey Âişe! Mesele, birbirlerine bakmalarından çok daha zor ve dehşetlidir (yani o gün hesap endişesinden ötürü kimse birbirine bakmaz)"buyurdu (bk. Müslim, Cennet, 56).
Öyleyse şu kalplerimizin o günün dehşetinden ürküp ıstıraba düşmesi, gözlerimizin de şimdiden korku içinde zelil ve hakir olması gerekmez mi?
Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki:
"Kıyamet günü insanlar beyaz unun çöreği gibi bembeyaz, kızıl beyaz bir yerde toplanacak. Orada hiç kimse için bir alâmet (kendisini gizleyecek bir bina ya da gözlerden saklayacak bir tepe) olmayacak."199
Mahşer meydanının bu dünyaya benzediğini zannetme. Aralarında benzerlik (her ikisine de meydan anlamına gelen arz denilmesinden dolayı) sadece isim benzerliğidir.
Nitekim Allah (c.c) bu konuda, o gün yeryüzünün başka bir yeryüzü, göklerin de başka gök olacağını beyan etmiştir.200
İbn Abbas (r.a) bu âyetin yorumunda şöyle demiştir: "(Mahşer yeri yine dünyadır, değişiklik olarak) yeryüzünde kimi yerler yükselecek kimi de alçalacak; ağaçlar, dağlar, vadiler ve içlerinde ne varsa hepsi yer değiştirecektir. Her yer Ukâzî201 derisi gibi uzayıp gidecek, hulâsa dümdüz olacaktır. Orası gümüş renginde beyaz bir meydandır. Üzerinde hiç kan akıtılmamış ve günah işlenilmemiştir. Onun gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar yoktur (kıyametle birlikte hepsi yok olmuştur)."
Ey miskin adam! O günün dehşetine ve şiddetine bir bak da düşün! Aklını başına devşir! Bütün mahlûkat bu meydanda toplandığı zaman yıldızlar dökülecek, ayın ve güneşin ışığı sönecek, kandilleri sönen yeryüzünü karanlık bürüyecek. İşte o sırada gökyüzü tepelerinde dönmeye başlayacak ve o denli kalın ve büyük olmasına rağmen iki-
199  Buhârî, Rikâk, 44; Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 2.
200  bk. ibrahim 14/48.
201  Ukâz. Hicaz'da bir yerin ismidir. Burada imal edildikleri için bu isim verilmiştir. Elâstikî özelliğiyle meşhurdur.
7   '' 't
'1         'l
172

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion