5 Şubat 2016 Cuma

AHİRET HAYATI ÖLÜM KABİR KIYAMET 3

ÖLÜM ve SONRASI

ye ayrılacaktır. Bu olayı gören melekler dahi ayağa kalkacaktır. O gün göklerin yarılmasıyla kulaklara gelen ses ne korkutucudur! O denli sertliğine ve kalınlığına rağmen o kırılmanın heybeti ne kadar dehşet vericidir!
Sonra o gök tabakaları eritilmiş gümüş gibi akmaya başlar, içine bir sarılık karışır ve kızarmış yağ renginde gül gibi olur.202
Gökyüzü eritilmiş kurşun, dağlar etrafa saçılmış renkli yün, insanlar ise ateşin etrafında çırpınıp dururken yere dökülen kelebekler gibidir. Hepsi birbirine karışmış, çırılçıplak, yalın ayak yollara düşmüşlerdir.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar çırılçıplak, yalın ayak, sünnetsiz bir halde haş-rolunurlar. (Mahşer meydanında) terlemeleri ağızlarına ve hatta kulak memelerine kadar ulaşır."
Hadisi rivayet eden Resûlullah'ın (s.a.v) hanımı Şevde (r.anh) şöyle der: Ben bu hadisi işittiğim zaman Resûlul-lah'a,
"Ne kötü şey! O zaman insanlar birbirine bakmaz mı?" diye sordum. Resûlullah (s.a.v),
"İnsanların bununla uğraşacak durumları yoktur"203 dedi ve şu âyeti okudu:
"O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır."204
O gün öyle büyük bir gündür ki, insanların avret yerleri açıldığı halde kimse kimseye bakamaz, bakmaya imkân bulamaz. Bu nasıl olsun ki, o gün mahşer meydanına kimileri karınları, kimileri de yüzleri üzerine sürüne sürüne ge-
202  bk. Rahman 55/37.
203  Hz. Şevde rivayeti için bk. Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, 24/91; Hâkim, el-Müsted-rek, 2/515; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/333; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5244. Hz. Âişe (r.anh) rivayeti için bk. Nesâî, Cenâiz, 118.
204  Abese 80/37.
İMAM GAZÂLÎ
173
lecektir, bu durumda bir başkasına dönüp bakmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü insanlar üç grup olarak haşrolunurlar: Biniciler, yayalar ve yüz üstü yürüyenler." Ashaptan biri, "Ey Allah'ın Resulü! Nasıl olur da yüz üstü yürüyebilirler?" diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Onları ayakları üzerine yürütmeye kadir olan Allah (c.c) elbette yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir."205
Sevmediği ve hoşlanmadığı şeyi inkâr etmek insanoğlunun tabiatında vardır. Eğer insanoğlu yılanın karnı üzerinde şimşek gibi yürüdüğünü görmüş olmasaydı elbette ayaksız yürümenin imkânsız olduğunu iddia edecekti. Ayaklarıyla yürüyemeyen bir canlı da eğer iki ayakla yüründüğü görmeseydi aynı inkâr durumu onun için de söz konusuydu. Dünyevî olaylara ters düşüyor diye sakın âhi-retle ilgili bu garip halleri inkâr etmeye kalkma! Şu dünya hayatında bile, görmemiş veya duymamış olduğun bazı garip haller sana anlatıisaydı elbette sen buna daha fazla tepki gösterir, inanmak istemezdin (Senin var olan bir şeyi anlamaman, görmemen ve bilmemen o şeyin mümkün olamaması anlamına gelmez).
Şimdi kendinin, o mahşer meydanında çırılçıplak, zelil ve hakir bir halde bulunduğunu, karşılaştıklarından ötürü hayret ve dehşet içinde olduğunu ve hakkında verilecek olan cennet ya da cehennem hükmünü beklemekte olduğunu düşün!
Gerçekten bu, insanın düşeceği en büyük ve en zor durumdur.
205 Buhârî, Tefsîr, 25; Tirmizî, Tefsir, 3142; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/354; Hattb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5546.
174
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZÂLÎ
175



Şimdi de bütün mahlûkatın bir araya toplanıp oluşturdukları izdihamı düşün. Yedi kat yeryüzündeki ve gökyüzündeki gelmiş geçmiş bütün varlıkların; melek, cin, insan, şeytan, vahşi hayvan hulâsa ne varsa hepsinin bir araya geldiklerini, güneşin onların tam tepesine inmesiyle sıcaklığın normalin iki katına çıktığını ve hatta iki yay mesafesi kadar başlarına yaklaştırdığını, yeryüzünde Allah'ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin kalmadığını ve o gölgede de ancak Allah'a yakın olmuş sâlih kimselerin gölgelendiği günü tefekkür et.
Kimileri orada arşın gölgesinde gölgelenirken kimi de güneşin kavurucu sıcaklığı altında kavrulmaktadır. Sonra insanlar izdihamdan ötürü birbirini itip kakmaya başlarlar. Öyle ki herkesin ayağı birbirine dolanır. Bir de buna kulun rabbinin huzuruna çıkacağının utancı eklenince, duyduğu haya ve ıstırap daha da artar.
İşte bir yandan güneşin harareti, bir yandan insanların birbirlerinin enselerine verdiği nefeslerin bunaltıcı hali ve bir yandan da kalplerin Allah'a karşı duyduğu haya ve korku bir araya gelince her bir saçın dibinden terler sızmaya, durdukları yere, mahşer meydanına akmaya başlar. Her-
kes Allah indindeki derecesine göre terler. Kimi dizlerine, kimi boynuna, kimi kulak memelerine kadar terler, kimi de ter içinde kaybolacak duruma gelir.
İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûiuiiah (s.a.v) şöyle buyurmuş: "(Kıyamet günü) insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna getirileceği vakit kiminin teri kulağının yarısına kadar varır. "206
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurur:
"Kıyamet günü insanlar öyle terler ki, akan terleri yetmiş kulaç yerin altına sızar. Terleri onların ağızlarına ve kulaklarına kadar dayanır."207
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet (mahşer) günü insanlar (haklarında ne hüküm verilecek diye) gözlerini semaya diker ve beklerler. Sıkıntı ve kederlerinden terleri ağızlarına kadar varır."206
Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah'tan (s.a.v) şöyle rivayet etmiştir:
"Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar. Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır (Resûiuiiah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiuiiah bunu anlatırken de elini başının üstüne koymuştur)."205
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 60; Tirmizî, Sıtatü'l-Kıyâme, 2; ibn Mâce, Zühd, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/13. Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 7684.
' Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/418.
' ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr.4611; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/442; Zebîdî, İthaf, 14/446.
1 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/157; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/884; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 7329; Hâkim, el-Müstedrek, 4/571.
Ey miskin! O mahşer halkının nasıl terlediklerini, kalplerinin ne denli sıkıntı ve üzüntü içinde olduğunu bir düşün! Nitekim aralarında, hiçbir azap ve hesap görmemişken, "Ey rabbim, cehenneme gidecek olsam dahi beni bu sıkıntıdan ve bekleyişten kurtar" diye yalvaranlar olacaktır. Bil ki sen de o mahşer ehlinden birisin ve terinin nere kadar
çıkacağını bilmiyorsun.
Hac, cihad, oruç, namaz, bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındır-makta nice zorluklara katlanmak gibi Allah rızâsının dışında akıtılan her bir damla ter, o mahşer meydanında haya ve korkuyla birlikte yeniden akacak, beraberinde sıkıntı ve üzüntüler de devam edecektir.
Şayet insanoğlu şu cehalet ve kibir hastalığından bir kurtulabilse, Allah'a itaat yolundaki meşakkatlere katlanmanın, kıyamette hesabı beklemekten daha kısa ve orada terlemekten daha kolay olduğunu kavrayabilecektir.
Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir.
İMAM GAZÂLÎ
177



Kıyamet günü, bütün mahlûkatın gözlerini semaya dikip bekledikleri, kalplerin korkudan ve sıkıntıdan parçalandığı, hiç kimsenin birbiriyle konuşup muhatap dahi olmadığı bir gündür. Herkes burada yemeden, içmeden ve hatta üzerlerine hafif bir rüzgâr dahi esmeden üç yüz yıl bekleşirler.
Kâ'b el-Ahbâr ve Katâde b. Diâme (rah), "Ogün insanlar âlemlerin rabbinin huzurunda ayakta dururlar"210 âyetinin tefsirinde, "insanlar üç yüz yıl ayakta dururlar" demiştir.
Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah (s.a.v) bu âyeti okuduktan sonra şöyle dedi: "Allah Teâlâ size hiç bakmadan mahşer yerinde elli bin sene bekletse haliniz nice olur?"zu
Hasan-ı Basrî (rah) o günün tehlikelerinden bahsederek der ki: "Hiçbir şey yemeden ve hiçbir şey içmeden elli bin sene ayakta beklenen o günü ne zannediyorsunuz!"
O gün insanların susuzluktan boyunları kopar, açlıktan karınları kavrulur. Bu halleriyle cehenneme götürülür ve kendilerine suyu sıcak olan kızgın kaynaklardan içirilir. Ar-
210  Mutaffifîn 83/6.
211  Hâkim, el-Müstedrek, 4/572; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 8/442; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 11476; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 38928.
17ft
ÖLÜM ve SONRASI
tık azaba dayanamayacak noktaya geldiklerinde her biri bir başkasından kendisi hakkında şefaatçi olacak birini bulmasını ister. Hangi peygamberin eteklerine yapışsalar, o peygamber onları yanından uzaklaştırır ve, "Beni bırakın, ben kendi nefsimle meşgulüm. Benim işim bana yeter, başkasına yardımcı olamam" der. Her bir peygamber Allah'ın o şiddetli gazabını ve öfkesini mazeret göstererek, "Rabbimiz bugün öyle gazaplandı ki, bugüne kadar böyle hiç kızmadı, bundan sonra da kızmayacak" derler.
Sonunda insanlık Hz. Peygamber'e (s.a.v) kadar gelir ve Resülullah Efendimiz (s.a.v) kendisine izin verilen kimselere şefaat eder. Bu hususta Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:
"O gün çok esirgeyici (Allah'ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez."212
Öyleyse o günün uzunluğunu ve orada beklemenin insana verdiği sıkıntı ve kederi iyi düşün ki, şu kısacık ömründe kötü işler yapmaya karşı sabırlı olabilesin.
Bil ki, dünyada şehvetlerine karşı sabretmenin şiddetinden dolayı uzun süre ölümü bekleyen kimsenin kıyamette ölümü beklemesi kısa olur. Resülullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o mahşer günü mümine hafif ve kısa gelir; öyle ki dünyada kıldığı farz namazın vaktinden daha çabuk geçer."213 O halde bu müminlerden olmak için gayret et. Ruhun bedeninde olduğu müddetçe iş sana kalmıştır, ölümden
 "THanbel, el-Müsne*. 3/75; Beyhakî, Şuaöül-i.ân, n, 361; EbûJaU el-Mösneö, nr. 1390; ibn Hibbân, es-Sahm, 7334; Heysem,, Mecmau'z-Zeva.C 10/337.
İMAM  GAZÂLÎ
179
sonrasına hazırlanmak senin elindedir. Öyleyse şu kısa günlerde o uzun günler için çalış ki, sevinç ve süruru hiç bitmeyen bir kazanç elde edesin. Kendi ömrünü gözünde küçült, hatta dünyanın yedi bin senelik ömrünü dahi az bul.
Meselâ, sen her bir günü dünya günleriyle elli bin sene olan âhiret günündeki azaptan kurtulmak için yedi bin sene sabretsen, gerçekten kazancın çok olur, yorgunluğun az kalır.



Ey zavallı insan! Dehşeti büyük, zamanı uzun, kahrı çetin, vakti pek yakın olan kıyamet için hazırlık yap!
O günde göklerin yarıldığını, dehşetinden yıldızların paramparça olup etrafa dağıldığını, parlaklığıyla göz kamaştıran yıldızların karardığını, güneşin dürülüp atıldığını, dağların yürütüldüğünü, değerli hayvanların başıboş bırakıldığını, vahşi hayvanların bile bir araya toplandıklarını, denizlerin ateş haline geldiğini görürsün.
O gün ruhlar bedenlerine geri dönmüş, cehennem olanca ateşiyle kızdırılmış, cennet müminlere yaklaştırılmıştır. Dağlar tuz buz edilip kum haline getirilmiş, yeryüzü dağların yok olmasıyla uzamış, dümdüz olmuştur.
O gün yeryüzünün şiddetle sarsıldığını, toprağın içinde ne varsa hepsini dışarı attığını, insanların amellerinin karşılığını görmek üzere bölük bölük mahşer meydanına götürüldüklerini görürsün. O gün, Allah Teâlâ'nın hakkında şöyle buyurduğu bir gündür:
'Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği gündür. İşte o zaman olacak olur ve kıyamet kopar. Gök (meleklerin inmesi için) yarılır ve artık zayıfladığından çökmeye yüz tutar. Melekler göğün
İMAM GAZALİ
181
etrafındadır. O gün Allah'ın (c.c) arşını bu meleklerinde üstünde sekiz melek yüklenir. (Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz."214
O gün dağların yürütüldüğü ve her yerin dümdüz olduğunu görürsün. O gün yerin altının üstüne geldiği, dağların parçalanıp etrafa saçıldığı bir gündür. O gün insanlar ateşin etrafındaki pervaneler gibi sağa sola saçılır, dağlar etrafa yayılmış renkli yünler gibi atılır.
O gün Allah Teâlâ'nın hakkında, "Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir"2^5 buyurduğu bir gündür.
O gün, "Yer başka bir yer, göklerde (başka gökler) haline getirildiği, (insanların) bir ve kahhâr (gücüne dayanılmaz) olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gündür."2(tm)
O gün dağların ufalanıp etrafa savrulduğu, her yerin dümdüz ve bomboş bırakıldığı, hiçbir yerinde, inişin veya yokuşun olmadığı bir gündür.
O gün, Allah'ın (c.c) hakkında, "Sen dağları görürsün ve yerinde duruyor sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler"2^ buyurduğu gündür.
Ogün, "Göğün yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu"2(tm) zamandır.
"İşte o gün insana da cine de (haşirle birlikte halleri zaten belli olduğu için ilk anda) günahı sorulmaz"2(tm)
Hakka 69/14-18.
15  Hac 22/2.
16  ibrahim 14/48. Nemi 27/88. Rahman 55/37.
19 Rahman 55/39.
182
ÖLÜM ve SONRASI
O gün isyankârların konuşturulmayacağı bir gündür. O gün günahkârlara hiçbir şey sorulmadan alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
O gün herkesin yapmış olduğu iyilikleri de kötülükleri de karşısında hazır halde bulduğu ve yapmış olduğu kötülük-leriyle kendi arasında uzun bir mesafenin olmasını isteyeceği bir gündür.220
O gün her insanın dünyadayken yapmış olduğu hayır ve şer cinsinden her şeyi bileceği, âhirete getirdiklerine ve geride bıraktıklarına şahit olacağı bir gündür. O gün dilin tutulup başka organların konuşacağı gündür. O gün genç olanların dahi dehşetten saçlarının ağardığı bir gündür.
Bu hususta Resûlullah'ın (s.a.v) bir hadis-i şerifleri vardır. Şöyle ki: Hz. Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz'e, "Ey Allah'ın Resulü, sizleri yaşlanmış (saçları ağarmış) görüyorum" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Hûd (sûresi) ve onun kardeşleri (olan Vakıa, Mürselât, Amme yetesâelûn, ve İze'ş-şemsü küvvirat sûreleri) beni yaşlandırdı"221 buyurmuştur.
Kur'an okurken yaptığı tek şey dilini oynatmaktan ibaret olan Kur'an okuyucusu! Eğer okudukların üzerinde biraz düşünüp mânalarını içine sindirseydin elbette peygamberlerin efendisinin saçlarını ağartan şeyden senin de ödün kopar, ondan gereken öğüdü alırdın. Kur'an okurken sadece dilinin hareketiyle yetinirsen onun birçok mâna ve meyvesinden mahrum kalırsın.
Kıyamet, o günün Kur'an'da zikredilen isimlerinden biridir. Allah (c.c) onun bazı felâketlerinden ve birçok isminden bahsetmiştir. Bundaki hikmet, mânalarının çokluğu-
220  bk. Âl-i imrâm 3/30.
221  Tirmizî, Tefsir, 56; Şemail, nr. 41; Hâkim, el-Müstedrek, 2/343, 476; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4175; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 3650; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüv-ve, 1/358.
İMAM GAZÂLÎ
183
nun isimlerine yansımasıdır. Ancak bundaki maksat isimleri tekrarlamak değil, akıl sahiplerine bir uyarı olmasıdır. Kıyametin isimlerinin her birinin altında bir sır, her bir sıfatının altında garip ve hayret verici mânalar vardır. Eğer uyanık akıl sahiplerinden isen onların mânalarını anlamaya gayret göster!

Yevmü'l-kıyâmet: Her şeyin ayağa kalkıp ilâhî huzura geldiği gün.
Yevmü'l-hasret: Hasret günü.
Yevmü'n-nedâmet: Pişmanlık günü.
Yevmü'l-muhâsebe: Hesaba çekilme günü.
Yevmü'l-müsâele: Sorgulanma günü.
Yevmü'l-müsâbaka: Herkesin gideceği yere götürülme günü.
Yevmü'l-münâkaşa: Her şeyin hesabının bir bir tetkik edileceği gün.
Yevmü'l-münâfese: Salih kişilerin derecelerine çıkmak için yarıştığı gün.
Yevmü'z-zelzele: Deprem ve sallantı günü.
Yevmü'd-demdeme: Azap günü.
Yevmü's-sâika: Yerde ve gökte ne varsa hepsinin ölüm günü.
Yevmü'l-vâkıa: En büyük olayın meydana geldiği olay günü.
Yevmü'l-kâria: Azabın ve felâketin kapıyı çaldığı gün.
Yevmü'r-râcife: Sûra ilk kez üfürüldüğü gün.
Yevmü'r-râdife: Aradan geçen kırk yıldan sonra ikinci kez sûra üfürülme günü.
Yevmü'l-gâşiye: İnsanların üzerini kıyametin felâketinin kuşattığı gün.
Yevmü'd-dâhiye: Felâketin iniş günü.
Yevmü'l-âzife: Her an yaklaşan gün.
Yevmü'l-hâkka: Muhakkak gerçekleşecek olan gün.
Yevmü't-tâmme: Felâketin ortalığı bürüdüğü gün.
Yevmü's-sâhha: Gürültü ve haykırış günü.
Yevmü't-telâkî: Buluşma günü.
Yevmü'l-firâk: Sevgililerin birbirinden ayrılma günü.
Yevmü'l-mesâk: Mahşere sevkedilme günü.
Yevmü'l-kısâs: Her canlının birbirinden hakkını alma (kısas) günü.
Yevmü't-tenâd: Istıraptan ötürü herkesin birbirine yardım çığlıkları atacağı gün.
Yevmü'l-hisâb: Hesap günü.
Yevmü'l-meâb: Asıl vatana; cennet ya da cehenneme dönüş günü.
Yevmü'l-azâb: Azap günü.
Yevmü'l-firar: Anne baba, çoluk çocuk hulâsa bütün aile fertlerinin dahi birbirinden kaçacağı gün.
Yevmü'l-karar: Ya cennete ya da cehenneme gidileceğinin kesinleşeceği gün.
Yevmü'l-likâ: Herkesin rabbine kavuşacağı gün.
Yevmü'l-bekâ: Ebediyet günü.
Yevmü'l-kazâ: Hüküm günü.
Yevmü'l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün.
Yevmü'l-belâ: İmtihan günü.
Yevmü'l-bükâ: Ağlama günü.
Yevmü'l-haşr: Dirilme ve toplanma günü.
Yevmü'l-vaîd: Günahların cezasının verilme günü.
Yevmü'l-arz: Amellerin Allah'a arzedilme günü.
Yevmü'l-vezn: Amellerin mizan adlı terazide tartılma günü.
Yevmü'l-hak: Her şeyin hakikatinin ortaya çıktığı gün.
Yevmü'l-hüküm: Allah Teâlâ'nın kulları hakkındaki hükmünü verdiği gün.
Yevmü'l-fasl: Her davanın sonuçlanacağı gün.
Yevmü'l-cem': Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın bir araya toplanacağı gün.
Yevmü'l-ba's: Ruhların bedenlerine iade edileceği gün.
Yevmü'l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün.
Yevmü'l-hızy: Yapılan kötülüklerin ve çirkinliklerin açıklanmasından dolayı insanların utandıkları gün.
Yevmün azîm: Büyük gün.
Yevmün akîm: Hayır ve hasenatın az oluşundan dolayı insanlara faydası az dokunan kısır gün.
Yevmün asîr: Zor gün.
Yevmü'd-dîn: Hesap günü.
Yevmü'l-yakîn: Her şeyin hakikatinin açığa çıkacağı gün.
Yevmü'n-nüşûr: Bedenlerin kabirlerinden kalkıp mahşere yayılma günü.
Yevmü'l-masîr: Dönüşün Allah'a olduğu gün.
Yevmü'n-nefha: Sûrun üfürülüş günü.
Yevmü's-sayha: Çığlık günü (Zira Allah Teâlâ İsrafil'e birinci üfleyişinde sûru uzunca bir müddet üflemesini emreder).
Yevmü'r-recfe: Dağların ve ovaların su gibi aktığı sarsıntı günü.
Yevmü'r-rucce: Toprağın içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem günü. .
Yevmü'z-zecre: Kovalanma ve azarlanma günü (Melekler o gün günahkârları ve isyankârları azarlarlar).
Yevmü's-sekrat: Dehşetinden akılların durduğu sarhoşluk günü.
Yevmü'l-feza: Büyük korku ve dehşet günü.
Yevmü'l-ceza: Ümitsizlik ve sabırsızlık günü.
Yevmü'l-müntehâ: Sonuç günü.
Yevmü'l-me'vâ: Cennete ya da cehenneme gidiş günü.
Yevmü'l-mîkât: Sözleşme günü.
Yevmü'l-mîâd: Buluşma günü.
Yevmü'l-ğalak: Kimilerinin sevindiği, kimilerinin de üzüldüğü gün.
Yevmü'l-mirsâd: Bekleyiş günü.
Yevmü'l-arak: Terleme günü.
Yevmü'l-iftikâr: Bir yardımcıya ve şefaatçiye ihtiyaç duyulduğu fakirlik günü.
Yevmü'l-inkidâr: Yıldızların söndüğü gün.
Yevmü'l-intişâr: Yıldızların saçılıp döküldüğü gün.
Yevmü'l-inşikâk: Gökyüzünün varıldığı gün.
Yevmü'l-vukûf: insanların oturmalarına izin verilmeden kırk yıl ayakta bekletildikleri gün.
Yevmü'l-hurûc: Kabirlerden çıkış günü.
Yevmü'l-hulûd: Ebediyen kalınacak yerin belli olduğu gün.
Yevmü't-tegâbün: Aldanışların ortaya çıktığı gün.
Yevmün abus: Şiddetli gün.
Yevmün ma'lûm: Bilinen gün.
1    Yevmün mev'ûd: Olacağı Allah (c.c) tarafından vaad edilen gün.
Yevmün meşhûd: Evvel âhir herkesin şahit olacağı gün.

Olacağı hususunda şek ve şüphe bulunmayan gün. Gizliliklerin ortaya döküldüğü gün. Kimsenin kimseye bir faydası dokunmadığı gün.Korkudan gözlerin dışarıya fırla-
İMAM  GAZÂLÎ
187
dığı gün. Dostun dosta hiçbir faydasının olmadığı gün. Hiç kimsenin başkası için bir şey yapamadığı gün. Günahkârların itile kakıla ateşe atılacakları gün. Günahkârların ateşe yüzüstü sürülerek götürü-ldükleri gün. Yüzlerin ateşte evirilip çevrildiği gün. Babanın evlâdı, evlâdın da babası adına bir şey ödeyemeyeceği gün. Kişinin kardeşinden, annesinden ve babasından kaçtığı gün. Kâfirlerin konuşamayacağı ve mazeretlerini beyan etmelerine de izin verilmeyeceği gün. Allah katında dönüşü olmayan gün. İnsanların kabirlerinden çıkıp meydana çıkacakları gün. Günahkârların ateşe atılacakları gün. Malın ve çoluk çocuğun fayda vermediği gün. Zalimlere mazeretlerinin fayda vermediği, lanete ve kötü yurda (cehenneme) müstahak oldukları gün.
O gün bütün özürler ve mazeretler geri çevrilir; bütün gizlilikler açığa çıkarılır; saklı ve gizli ne varsa hepsi ortaya dökülür. O gün gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmaların azaldığı, hakikati ve hikmeti bilinmeyen işlerin açıklandığı, günahların görüldüğü gündür. O gün kullar (lehinde ya da aleyhindeki) şahitleriyle birlikte rablerinin huzuruna çıkarılır. Gençler yaşlanır, yaşlıların akılları başından gider.
işte o gün amel terazileri yerlerine konur, amel defterleri açılır, cehennem ortaya (görülebilecek bir yere) çıkarılır ve sıcak suları iyice kaynatılır, ateş iyiden iyiye yaklaştırılır. Kâfirler büsbütün ümitsizliğe düşer. Cehennem ateşi körüklenmeye başlanır. Artık diller tutulur ve kulun azaları konuşmaya başlar.
Ey insan! Seni pek kerim olan rabbine karşı oyalayan ve aldatan şey nedir? Sen kapıları kapadın, perdeleri çektin ve insanlardan gizli günahlar işledin. Sen ne yaptın? Bu
188
ÖLÜM ve SONRASI
halini Allah'tan nasıl gizleyeceksin? Azaların senin aleyhine şahitlik yaptığında ne yapacaksın?
Gerçekten biz gafil kullara yazıklar olsun! Yazıklar olsun bizlere ki, yüce Allah bizlere peygamberlerin efendisini gönderdi, beraberinde Kur'ân-ı Kerîmi indirdi ve onunla bize kıyametin sıfatlarını anlattı, bize gaflette olduğumuzu bildirdi. Ancak biz zikredilen bunca âyete rağmen bir türlü uyanamadık. İşte bu uyarılardan biri:
"İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir."222
Allah (c.c) bizleri kıyametin yakın oluşuyla uyararak şöyle buyurdu:
"Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı."223
"Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz."224
"Ne bilirsin, belki onun zamanı yakındır."225
Evet, bunca izahattan sonra; Kur'an okumaktaki en güzel gayemiz, onunla amel etmek, kıyametin mânalarını, vasıflarını ve isimlerini düşünerek gerekli tedbirleri almak ve o günün tehlikelerinden kurtulmak için hazırlıklar yapmak olmalıdır.
Bunda aksi bir gaflet içine düşmekten yüce Allah'a sığınırız.
222  Enbiyâ 21/1-2.
223  Kamer 54/1.
224  Meâric 70/6-7.
225  Ahzâb 33/63.
İMAM GAZÂLÎ
189
ti I



Ey zavallı! Bütün bu tehlikelerden sonra bir de aracısız ve tercümansız bir şekilde, şifahî olarak sana yöneltilecek soruları düşün. Az veya çok, büyük ya da küçük yapmış ve sahip olmuş olduğun her şeyden sorguya çekileceksin.
Sen böyle (mahşer meydanında) kıyametin sıkıntıları, âdeta seni boğacak olan terletmeleri ve büyük musibetle-riyle uğraşırken yanına gökyüzünden bazı melekler iner. Büyük, sert ve acımasız görünüşleriyle bu melekler, emro-lundukları üzere, günahkârların alınlarından tutarak Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkarırlar.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın (c.c) bir meleği vardır ki, iki kaşının arası yüz senelik mesafe kadardır."226
Şimdi, o meleklerin seni arz makamına, Allah'ın huzuruna çıkarmak için seni almaya geldiklerini bir düşün; halin nice olur!
Şu da var ki, bu melekler, yaratılışları itibariyle o kadar büyük ve dehşetli olmalarına rağmen o günün şiddetinden
226 Ebû Davud, Sünnet, 19; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, rtr. 4418; Heysemî, Mec-mau'z-Zevâid, 1/80; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Bvliyâ, 3/185.
190
ÖLÜM ve SONRASI
başları öne eğik, Allah Teâlâ'nın kullarına olan öfkesinden ötürü korku ve ürperti içinde senin yanına gelirler.
Bu melekler mahşer meydanına indiklerinde peygamberler, sıddîklar ve sâlihler de aralarında olmak üzere bütün mahlûkat, sıra kendilerine gelmesin diye Allah'a secdeye kapanırlar. Bu anlattıklarımız, Allah'a yakın olmuş sâlih kulların haliyse, isyankâr ve günahkârların hali nice olur?
Bu sırada, korkularının şiddetinden ne yapacaklarını bilemeyen bir grup çıkarak meleklere, "Rabbimiz aranızda mı?" diye soracaklardır. Bunu melekler grubunun çokluğu ve onların heybetli görünüşünden dolayı sorarlar. Sorulan bu sorudan dolayı melekleri bir korku bürür, zira Allah (c.c) onların arasında olmaktan çok yüce ve münezzehtir. Melekler, dünya ehlinin zannettiği üzere Allah'ın kendi aralarında olmadığını bildirmek için, "Noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbimiz elbette aramızda olmaktan da münezzehtir, fakat O'nu birazdan (siz müminler) müşahede edeceksiniz" derler.
Sonra melekler saf saf olup bütün mahlûkatın etrafını kuşatırlar; Allah Teâlâ'nın (müminlere) edeceğinden dolayı da başları öne eğik, korku ve huşu halinde beklerler.
İşte bu anlatılanlar, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinin tasdiki olacaktır:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz (Yani ümmetlere, peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır). Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz."227
|;
227 A'râf 7/6-7.
İMAM  GAZÂLÎ
191
"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz."228
Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar.229 Nitekim Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder:
"Allah'ın peygamberleri toplayıp da, 'Size ne cevap verildi?' dediği gün, onlar, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin' diyeceklerdir." 23°
Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği, ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah!
Zira Allah (c.c) onlara, "Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap verdi?" diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine,
"(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin"'231 diyeceklerdir.
Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş, ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip de korkuları kalkana kadar devam eder.
Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), "Tebliğ görevini yerine getirdin mi?" diye sorar. Nuh (a.s), "Evet, ey rabbim" der. Bu sefer ümmetine, "O size tebliğde bulundu mu?" diye sorulur. Onlar, "Hayır, ey rabbimiz, bize bir
228  Hicr 15/92-93.
229  Zebîdî'nin ihya üzerine yazdığı şerhinde, sorgu ve suale önce meleklerin çekileceği zikredilmektedir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/458).
230  Mâide 5/109.
231  Mâide 5/109.
192
ÖLÜM ve  SONRASJ
uyarıcı peygamber gelmedi" derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ ona, "Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki ilâh bilin' diye sen mi dedin?" 232 buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından yıllarca dehşet ve korku içinde kalır.
Peygamberlerin bile Allah'ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır.
Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah'a arzolunma-ması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler.
Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i celîlede, "Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır"233 buyrulmuştur.
Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir (Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının Allah'ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu esnada Allah (c.c) Cebrail'e,
"Ey Cebrail, bana cehennemi getir" buyurur. Cebrail (a.s) hemen cehennemin yanına varır:
"Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor" der. Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail'in getirdiği bu ha-
232  Mâide5/116.
233  Zümer 39/69.
İMAM GAZALİ
193
beri alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir, öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde Allah'ın emirlerine karşı çıkan ve O'na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar (Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya başlarlar).
Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur? Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler. Nitekim âyet-i celîlede,
"O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün"234 buyrulmuştur.
O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler, "Vay halimize, helak olduk!" derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, "Nefsim, nefsim!" diye bağrışırlar.
Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir, cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider.
Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, "Tebliğ için gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?" diye sorar. Allah Teâlâ'nın, (kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi hanımından ka-
Câsiye 45/28.
194
ÖLÜM ve  SONRASI
İMAM  GAZÂLÎ
195
çar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu sorguya çeker.


Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Sahabeler Hz. Peygam-ber'e, "Yâ Resûlallah! Acaba kıyamet günü Allah'ı (c.c) görebilecek miyiz?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Bulutsuz bir günde, öğlen ortası güneşi görmenize bir engel var mı?"diye sordu. Sahabeler, "Hayır" dediler. Resûlullah (s.a.v) yine, "Bulutsuz bir gece, dolunay çıktığında ayı görmenize bir engel var mı?" Sahabeler yine hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o gün rabbinizi görmenize bir engel olmayacaktır. Allah Teâlâ kulunu karşısına alacak ve, 'Sana ikramda bulunmadım mı? Seni ait olduğun topluluğun efendisi yapmadım mı? Evlendirmedim mi? Atları, develeri hizmetine vermedim mi? İnsanlara başkan yapmadım mı? Ganimet mallarının dörtte birini sana helâl etmedim mi?' diye soracaktır. Kul, 'Evet' diyecektir. Allah Teâlâ, 'Bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?' buyuracak; kul da, 'Hayır' cevabını verince Allah (c.c), 'Öyleyse, beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum' diyecektir."235
Ey miskin! Şimdi meleklerin kollarından tutup seni Allah'ın huzuruna çıkardıklarını ve Allah'ın sana şu soruları sorduğunu düşün: Sana gençlik nimetini bahşetmedim mi?
235 Müslim, Zühd, 16; Ebû Davud, Sünnet, 20; Tirmizî, Sıfatü'l-Cenne, 17; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/389.
Peki onu nerede çürüttün? Sana uzun bir hayat vermedim mi? O halde onu nerede tükettin? Sana mal mülk vermedim mi? Onu nereden kazandın ve nerelere sarfettin? Sana ilim vermedim mi? Peki onunla amel ettin mi?
Allah'ın (c.c) o anda sana verdiği nimetleri, O'na karşı yapmış olduğun isyan ve günahlarını sayarken nasıl bir haya ve utanç içinde olacağını gözünde canlandırabiliyor musun? Eğer sen bu sayılanları kabul etmek istemez ve şahit istersen, bütün organların ve azaların yapmış olduklarına (lehinde ya da aleyhinde) şahitlik edecektir.
Enes (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) ile birlikte oturuyorduk. Bir ara Resûlullah (s.a.v) gülümsedi ve, "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Bizler,
"Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"(Hesap günü) Kulun rabbiyle arasında geçecek olan konuşmasına (yani kulun, rabbinin suallerine karşı ker savunurken söylemiş olduklarına) gülüyorum; zira o gün kul rabbine,
'Ey rabbim! Beni zulme ve haksızlığa karşı koruyan sen değil miydin?'Allah (c.c), 'Evet'buyurur. Kul, 'O halde bana benden olan bir şahit istiyorum (başkasını kabul etmem)" der. Bunun üzerine Allah (c.c),
'O halde bugün hesap sorucu olarak nefsin (azaların ve organların) yeter. Kirâmen Kâtibîn de şahitlerin olsun' buyurur. Sonra o kulun ağzına mühür vurulur, organlarına ve azalarına, konuşun denilir. Onlar da o kimsenin yapmış olduğu her fiili teker teker anlatırlar. Sonra kulun ağzı açılarak konuşmasına izin verilir. Kul, azalarına,  'Defolun!
196
ÖLÜM ve SONRASI
Uzaklasın yanımdan! Ben dünyada sizi korurken sizin yaptığınıza bir bakın!' der.'236
Bütün mahlûkatın önünde azalarımızın şehadetiyle rezil rüsva olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak şunu da hatırlatalım ki, Allah (c.c) sorgu sual esnasında müminlerin kusurlarını örteceğini ve onları Allah'tan (c.c) başka kimsenin bilmeyeceğini müjde etmiştir.


Adamın biri İbn Ömer'e (r.a), "Allah Teâlâ'nın müminleri gizli hesaba çekeceği hakkında Resûlullah'tan (s.a.v) ne duydun?" diye sorduğunda İbn Ömer (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadis-i şerifini anlatmıştır:
"Sizden biriniz (hesap vermek üzere) rabbine yaklaşır. Allah (c.c) onu rahmetiyle kuşatarak insanlardan gizler. Sonra, 'Şu şu işleri yaptın, öyle değil mi?', 'Şu şu günahları işledin öyle değil mi?' diye mümin kuluna bütün yaptıklarını zikreder. Kul, 'Evet' diyerek hepsini itiraf eder. Allah (c.c), 'Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bugün de affediyorum' der."237
Resûlullah (s.a.v) bu husustaki bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kim dünyada bir müminin hatasını, kusurunu gizlerse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını (diğer mahlûkat-tan) gizler."2(tm)
Böyle bir durum ancak, müminlerin ayıplarını örten, onların kendisine karşı yapmış oldukları kusurlu davranışlara
236  Müslim, Zühd, 17; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 938; Kurtubî, el-Câmi, 15/45; Ha-tîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 2554.
237  Buhârî, Mezâlim, 2; Müslim, Tevbe, 52; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 7096; ibn Mâ-oe, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/74, 105.
238  Müslim, Zikir, 38; Tirmizî, Kıraat, 12; Ebü Davud, Edeb, 68; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 12462; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/153.
İMAM GAZÂLÎ
197
tahammül eden, kötülüklerinden bahsetmeyen, işittikleri vakit hoşlanmayacakları gıybet türü işlerle uğraşmayan müminler içindir. İşte böyleleri böyle bir mükâfata lâyıktır.
Bilfarz Allah (c.c) senin günahlarını başkalarından gizledi. Peki, hesaba davet çağrısını işitmeyecek misin? Günahlarının cezası olarak o anda hissedeceğin korku sana yeter de artar bile. Çünkü çağrı yapıldıktan sonra saçlarından tutulup hesap vermek üzere arz makamına götürüleceksin. O esnada âdeta kalbin yerinden kopacak, azaların ve organların birbirinden ayrılacak ve rengin büsbütün değişecektir. Korkunun ve o anki dehşetin şiddetinden bütün âlem sana kapkaranlık gelecektir.
Bu ruh hali içerisinde, bütün mahlûkat gözlerini sana dikmiş bir vaziyette, kimi zaman insanların üzerlerinden kimi de safları yararak, çekilerek götürülen bir at misali hesaba götürüldüğünüdüşün.
Sonra yine bu ruh hali içinde kendinin görevli melekler tarafından, hesap vermek üzere rahmanın arşına götürüldüğü ve oraya varınca seni Allah'ın huzuruna bıraktıklarını ve ardından Allah'ın (c.c) sana kelâm-ı şerifiyle, "Ey âdemoğlu, yaklaş!" dediğini düşün. İşte o zaman çarpıntılı ve mahzun bir kalp; zelil ve hakir bir göz; buruk bir yürekle rabbine doğru yaklaşırsın. Sonra büyük küçük yapmış olduğun her şeyin yazıldığı amel defterin eline verilir. Yaptığın, fakat unuttuğun nice kötülüğü o zaman hatırlayacak, gaflet içinde yaptığın ibadetlerini göreceksin.
Oradaki ürkekliğini ve utancını bir düşün! Acziyetini hatırla! Âh, hangi ayakla onun huzurunda durabileceğimi, hangi dille cevap vereceğimi ve hangi akılla düşüneceğimi bir bilebilseydim keşke!
198
ÖLÜM ve SONRASI
â
Sonra Allah Teâlâ'nın yapmış olduğun günahlarını teker teker sana sayarken nasıl utanacağını ve rezil rüsva olacağını düşün. Zira Allah (c.c) sana şöyle seslenecektir:
"Ey kulum! Yarattıklarımdan utanarak onların önünde güzel işlerde bulundun da benim gözümün önünde çirkin fiiller yaparken hiç utanmadın mı? Senin için kullarımdan daha mı düşüktüm ki benim nazarımı hafife aldın ve onların nazarını büyük gördün? Sana nimetlerimi bahşetmedim mi? O halde seni bana karşı aldatan neydi? Benim seni görmediğimi mi zannediyordun? Yoksa huzuruma çıkmayacağını mı?"
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Âlemlerin rabbi, her birinizi arada bir perde ve tercüman olmaksızın sorguya çekecektir."239
Bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Her biriniz arada bir perde olmaksızın aziz ve celil olan Allah'ın huzurunda duracaksınız. Sonra Allah (c.c), 'Sana nimet vermedim mi? Sana mal mülk bahşetmedim mi?' buyuracak, o da, 'Evet, verdin' diyecektir. Allah (c.c) yine, 'Sana peygamber göndermedim mi?' diye soracak, o yine, 'Evet' diyecektir. Sonra kul sağına ve soluna bakınacak, ancak ateşten başka bir şey göremeyecektir.
O halde sizden kim olursa olsun yarım hurma ile (onu sadaka vererek) ya da güzel bir söz söyleyerek kendini cehennemden korusun."240
İbn Mesud (r.a) der ki:
"Sizden kim olursa olsun, dolunay gecesi (dışarı çıkıp) ay ile baş başa kaldığı gibi (yarın kıyamet günü de) rabbi ile baş başa kalacaktır. Sonra Allah (c.c) ona, "Ey âde-
239  Buhârî, Rikâk, 49; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
240  Buhârî, Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 1; ibn Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377.
İMAM GAZÂLÎ
199
moğlu! Seni bana itaatten alıkoyan neydi? Ey âdemoğlu! Bildiklerinle amel ettin mi? Ey âdemoğlu! Beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmek üzere sana gönderdiğim peygamberlere ne cevap verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözlerinin baktığı şeylerden haberdar değil miydim? Halbuki sen, sana helâl olmayan şeylere bakıyordun! Kulaklarının işittiklerinden haberdar değil miydim?" der. Böylece Allah onun âzalarının bütün kusurlarını sayar.
Mücâhid (rah) der ki: "Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin huzurundan ayrılamaz:,
1. Ömrünü nerede tükettiği,
2.  İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği),
3. Bedenini nerelerde eskittiği,
4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı.
Ey zavallı kimse! O gün ne büyük bir tehlike ve mahcubiyet içinde olacağını bir düşün! Zira o gün sen ya Allah Teâlâ'nın,
"Dünyadayken kulumun günahlarını örttüğüm gibi bugün de bağışlıyorum" demesiyle karşılaşacak, bununla sevinecek ve gelmiş geçmiş bütün insanlar bu durum ile sana gıpta edecek ya da Allah Teâlâ'nın,
"Bu günahkâr kulu alın kelepçeleyin ve cehenneme atın" demesiyle karşılaşacaksın. Bu ikinci durum için, yer gök bütün mahlûkat senin için ağlasa değer.
O vakit başına gelen musibet, çektiğin hasret ve yanına kalmayacak olan o âdi dünyayı âhirete tercih etmenden dolayı duyacağın pişmanlık pek büyük olacaktır.
200
ÖLÜM ve SONRASI



Sonra, âhirette amel terazisini, amel defterlerinin sağa sola uçuşmaları anındaki dehşeti de unutma. İnsanlar sorgu ve sualin ardından üç gruba ayrılırlar:
Birinci grup: Bunlar hiç iyilikleri olmayanlardır. Cehennemden siyah boyun çıkarak onları kuşun taneleri toplaması gibi toplar, sonra onları iyice sarar ve cehenneme atar. Cehennem de onları yutuverir. Arkalarından şöyle bir ses gelir: "Bundan sonra asla mutluluk göremeyeceksiniz, haydi ebedî şekavete!"
İkinci grup: Bunlar hiç günahı olmayanlardır. Bir müna-di, "Her halükârda Allah'a hamdedenler kalksınlar" der. Bu grupta olanlar kalkarlar, vakarlı ancak hızlı bir şekilde cennete^ giderler. Sonra bu gruptakilere yapılan muamelenin aynı, gece kalkıp Allah'a ibadet edenlere ve dünya ticareti kendilerini Allah'ı zikretmekten alıkoymayanlara da uygulanır. Onlara da bir münadi, "Bundan sonra asla haksızlık ve zulüm görmeyeceksiniz, haydi ebedî saadete!" der.
Üçüncü grup: Bu grup çoğunluğu oluşturur. Bunlar, iyi amel de yapmışlar, kötü işlerde de bulunmuşlardır. Durumlarının ne olacağını bilemezler. Allah Teâlâ için onların durumu kapalı değildir. O iyiliklerinin mi yoksa kötülüklerinin mi daha çok olduğunu bilir. Fakat azabındaki adaleti ve affındaki fazileti kullarına bildirmek için bu gruptaki kullarına amellerini bildirir.

İMAM  GAZÂLÎ
201
Sonra içinde sevapların ve günahların kayıtlı bulunduğu amel defterleri uçuşur. Terazi kurulur. Gözler, defterlerinin sağdan mı yoksa soldan mı verilecek diye bakakalır. Sonra gözler teraziye çevrilip acaba hangi tarafa ağır basacağına bakar.
Hakikaten bu durum mahlûkatın akıllarını başlarından alan korkunç ve dehşetli kıyamet sahnelerinden biridir.
Hasan-ı Basrî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: Resûlullah (s.a.v) başını Hz. Âişe'nin (r.anh) kucağına koymuş, hafif bir uykuya dalmıştı. O esnada Hz. Âişe (r.anh) âhireti hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözünden akan bir damla yaş Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) yanağına düştü. Hz. Peygamber (s.a.v) uyandı. "Ey Âişe, seni ağlatan şey nedir?"diye sordu. Hz. Âişe (r.anh), "Âhireti hatırladım da ondan" dedi ve, "(Ey Allah'ın Resulü, kıyamet günü siz ailenizi hatırlar mısınız?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, üç durumda kişi yalnız kendi nefsini düşünür:
1.  (Kıyamet günü) Teraziler kurulup, ameller tartılırken âdemoğlunun amellerinin ağır mı yoksa hafif mi geldiğini görmesine kadar.
2. Amel defterleri dağıtılırken kulun defterinin kendisine hangi taraftan alacağını görene kadar.
3.  Sırat köprüsünü geçerken."241
Hz. Enes'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Kıyamet günü âdemoğlu amel terazisinin önüne getirilir ve onunla ilgilenecek bir melek görevlendirilir. Eğer iyiliklerinin bulunduğu kefe ağır gelirse bu melek bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,
'Falan kişi, bundan sonra ebediyen azap görmeyeceği bir saadete erdi' der. Şayet günah kefesi ağır gelirse, yine bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,
241 Ebû Davud, Sünnet, 28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110.
ÖLÜM ve SONRASI
'Bundan sonra ebediyen mutluluğu tadamayacağı bir azaba düştü' der. Sevap kefesi hafif geldiği zaman, ellerinde demir tokmaklar ve üzerlerinde de ateşten elbiseler bulunan zebaniler, nasibi ateş olan bu kişiyi alarak cehenneme götürürler."
Resûlullah (s.a.v) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet öyle bir gündür ki, o gün Allah (c.c) Hz. Âdem'e, 'Ey Âdem! Kalk ve cehennemlikleri cehenneme götür' der. Âdem (a. s), 'Cehenneme gidecek olanlar kaç kişidir?' diye sorunca Allah (c.c), 'Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzudur' buyurur."
Sahabeler bunları işitince gülmez oldular. Resûlullah (s.a.v) sahabelerin bu durumunu farkedince şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah 'a yemin olsun ki, sizinle beraber iki mahlûk daha vardır ki (Allah iki mahlûk daha yaratmıştır ki) onlar hangi topluluğa girseler yine en kalabalık kısmını oluştururlar. Öyle ki bunların sayısı İblîs'in ve âdemoğlunun helak olan nesillerinin sayılarından bile fazladır." Sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, kimdir bu iki mahlûk?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v), "Ye'cûc ve Me'cûc'dür"dedi. Bu haberi alan sahabeler sevindiler. Ardından Resûlullah (s.a.v)
şöyle buyurdu:
"Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, kıyamet günü sizler, sayı olarak insanlar içinde ancak devenin yan kısmında bulunan ben ya da hayvanın ayaklarındaki alaca gibi azınlığı teşkil edersiniz."242
 Buhârî, Rikâk, 46; Müslim, imân, 379; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11339; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/32-33.
İMAM GAZALİ
203



Geçen bölümde, amel terazisinin ne kadar korkutucu ve dehşetli olduğunu ve amellerin tartılması esnasında gözlerin dikkat içinde nasıl terazinin kefelerine baktığını öğrendin. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut olacağı bir yaşayış içinde olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun varacağı yeri hâviyedir. O (hâviye) nedir bilir misin? Kızgın bir ateştir."243
Şunu bil ki, kıyamet günü terazinin (mizanın) tehlikesinden ancak dünyadayken nefsini hesaba çeken ve dinin terazisiyle sözlerini, fiillerini, zamanını ve düşüncelerini tartanlar ve ona göre amel edenler kurtulabilir. Bu konuda Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi siz hesaba çekin, (amelleriniz) tartılmadan evvel onları siz tartın."244
Kişinin nefsini hesaba çekmesi, ölmeden evvel yapmış olduğu bütün günahlarına nasuh tövbesiyle (bir daha işlememek üzere) tövbe etmesi, farz ibadetlerinden yapma-
243  Kâria 101/6-11.
244  ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/357; Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâİ, nr.
44203.
ÖLÜM ve SONRASI
dıklarını telâfi etmesi, üzerinde hakkı bulunanların hakkını teker teker ödemesi, gerek eliyle gerekse diliyle zarar verdiği, haklarında kötü zanda bulunduğu insanlardan helâllik dilemesi ve onların gönüllerini almasıyla mümkündür. Öyle ki, öldüğü vakit hiçbir kimsenin onun üstünde hakkı kalmasın ve Allah'a olan borçlarını ödemiş olsun. İşte bu zikredilenleri yapan kimse hesapsız, sualsiz cennete girmeye lâyık biridir.


Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına iliştiği kimseler onun etrafını sararlar. Kimi elinden tutar ve, "Sen bana zulmetmiştin" der. Kimi saçından yakalar ve, "Sen bana sövmüştün" der. Kimi yakasına yapışarak, "Benimle alay etmiştin" der. Kimileri, "Gıybetimi yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin. Bana komşu olmuştun, ancak komşuluğunla bana eziyet vermiştin." "Birlikte çalışmıştık, fakat sonra beni aldattın. Benimle alışveriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni aldatmıştın. Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir lokma olsun yardımda bulunmadın. Ben mazlum biriydim ve sen de benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, ancak bunu yapmadın!" diye teker teker alacaklarını sayarlar.
İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın. Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alışverişte bulunduğun ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın,
İMAM GAZÂLÎ
205
hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes hakkını almak üzere etrafını kuşatır.
Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır beklentisiyle umudunu yüce rabbine bağladığında, kulağına şu âyetlerin sesi gelir:
"Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur."245
İşte o zaman dehşetten kalbin yerinden fırlar, helak olacağını anlar ve Allah'ın (c.c) peygamberi vasıtasıyla yaptığı şu ikazı hatırlarsın:
"(Resulüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar. (ResulümI) İnsanları uyar..."246
Bugün dünyada insanların namuslarına ilişecek şeyleri konuşmak ve mallarını haksız yere yemek ne kadar hoşuna gidiyor öyle değil mi? Fakat yarın kıyamet günü ilâhî adaletin huzuruna çıkarıldığında hasret ve pişmanlığın ne büyük olur. İşte o zaman her şeyi tükenmiş, fakir, âciz ve zelil bir halde ilâhî huzurda hakkında verilecek hükmü beklersin. Ne bir hakkı iade etmeye gücün yeter ne de bir özür beyan etmeye.
İşte bu an, ömrün boyunca belki nice zorluklara katlanarak yapmış olduğun iyiliklerin, hasımlarının haklarını ödemek için onların amel kefesine konulur.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına hitaben, "Müflis kimdir, bilir misiniz?" diye sordu, ashab da, "Ey Allah'ın Resulü, bize göre müflis,

245  Mü'min 40/17.
246  ibrahim 14/42-44.
106
ÖLÜM ve SONRASI
elinde bulanan gümüşü, altını ve dünyalık eşyasını kaybeden kimsedir" diye cevap verince Resûlullah (s.a.v) müflisin kim olduğunu şöyle tanıtmıştır:
"Ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü kıldığı namazları, tuttuğu oruçları ve verdiği zekâtlarıyla birlikte gelir. Bununla birlikte ona buna sövdüğü, iftira attığı, malını yediği, kanını akıttığı, dövdüğü kimseler de gelir, bu iyiliklerinden hak sahiplerine dağıtılır. Şayet hak sahiplerine hakları ödenmeden adamın sevapları tükenirse o kimselerin günahları adamın üzerine yüklenir. Böylelikle (hiçbir iyiliği kalmadığı gibi öbür yanda bir sürü günahı biriken bu adam) cehenneme atılır. İşte asıl müflis budur."2A1
Böyle bir günde başına gelebilecek o felâketi düşün! Zaten elinde avucunda riyadan ve şeytanın tuzaklarından arınmış saf bir amel kalmayacaktır. Şayet, o uzun kıyamet müddetince elinde bir tanesi kalsa bile (âhirete kul hakkıyla gittiysen) onlar bunu elinden alacaktır.


Geceleri namaz kılıp gündüzleri de oruç tutmana rağmen nefsini şöyle bir hesaba çeksen, anlarsın ki bütün iyiliklerinle dahi telâfi edemeyeceğin kadar gıybet etmişsin! Bundan ayrı olarak yenilen haramlar, ne olduğu belli olmayan şüpheli şeyler ve Allah'a itaat hususunda yapılan birçok hata da eklenirse, böyle bir durumda boynuzsuz hayvanın dahi boynuzludan hakkını isteyeceği bir günde kurtulmak nasıl ümit edilebilir!
' Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 2; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/303, 334, 371; ibn Hibbân, es-Sahth, nr. 4411.
İMAM  GAZÂLÎ
207
Bu hususta Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a) şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v) iki koyunun tokuştuklarını gördü ve, 'Ey Ebû Zer! Bunların neden tokuştuklarını biliyor musun?' dedi. 'Hayır' dedim. Resûlullah (s.a.v), 'Fakat Allah biliyor ve yarın kıyamet günü aralarında hakkıyla hüküm verecek' buyurdu."248
Ebû Hüreyre (r.a),
'Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır"2*9 âyetinin açıklamasında şöyle demiştir:
"Kıyamet günü bütün mahlûkat, kuşlar, vahşi evcil bütün hayvanlar diriltilip hesap yerine getirilir. Sonra aralarında ilâhî takdir gereği adalet uygulanır ve boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alır. Ardından Allah (c.c) hepsine, Toprak olun!' emrini verir, onlar da toprak oluverir, işte bu an, kâfirlerin, 'Keşke biz de toprak olsaydık' diye temennide bulunacakları andır."
Ey miskin! Dünyada uzun yıllar zorluklar çekerek kazandığın sevaplarını defterin açıldığında göremediğin zaman halin nice olur? Amel defterinde iyiliklerinin yazılı olmadığını görüp de, "Hani benim iyiliklerim?" dediğin zaman, "Onlar hak sahiplerine verildi" denildiğinde durumun nice olur?
Yine dünyada uzun yıllar işlememek için büyük çaba ve sabırlar gösterdiğin günahlarını, o gün amel defterini doldurmuş olarak gördüğünde, "Ey rabbim! Bunlar benim işlemediğim günahlardır" diyerek itiraz ettiğinde, sana cevap olarak, "Bunlar, gıybetini ettiğin, sövdüğün, haklarında kötü zanda bulunduğun, alışveriş yaparken, komşulukta bu-
248  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/162,173; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 4032; Hey-semî, Mecmau'z-Zevâid, 10/352; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 39005, 39006.
249  En'âm 6/38.
lunurken, bir hususta çekişirken zulmettiğin, haklarını yediğin kimselerin günahıdır" dediğinde durumun ne olur?
ibn Mesud (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şeytan artık Arap topraklarında puta tapı İmasından ümidini kesmiştir. Fakat bundan sonra sizlerden meydana gelecek küçük, ama helak edici şeyleri yapmanızdan hoşnut olacaktır. Öyleyse var gücünüzle zulümden sakının. Zira kul, kendisini kurtaracağı umuduyla, dağlar misali sevaplarıyla (Allah'ın huzuruna) gelir, o sırada bir başka kul
çıkıverirye,
'Ey rabbim, falanca kul bana zulmetti, hakkımı yedi'
der. Bunun üzerine Allah (c.c) alacaklıya,
'Onun iyiliklerinden ve sevaplarından sil (kendi kefene koy)' der. Bu adam da hiçbir hakkını bırakmayıncaya kadar onun sevaplarından alır^
Bu adamın durumu şuna benzer: Sefere çıkan bir grup konaklamak üzere bir yerde konaklar. Yanlarında odun taşımadıklarından her biri (ısınmak ve yemeklerini pişirmek gibi ihtiyaçlarını karşılamak için) etrafa dağılır ve odun toplarlar. Fakat ateşlerini büyültemeden ve maksatlarına ulaşamadan kalkıp giderler. İşte günahlar da böyledir (iisan, kul hakkını ödememesi ve günahlarının çokluğu sebebiyle, sevaplarının karşılığını göremeden ateşe gider)."250
Zübeyr b. Avvâm (r.a), "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de kıyamet günü,
250 Hadisin ilk kısmı için bk. Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 65; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/368; Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 7264; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 2294. Son kısmı için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/331; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 5872, el-Evsat, nr. 7319; es-Sagîr, nr. 904; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 7267; Begavî, Şer-hu's-Sünne, nr. 4203.
I
İMAM  GAZÂLÎ
209
rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız"251 âyeti nazil olunca Resûlullah'a (s.a.v):
"Yâ Resûlallah! Dünyada kendi kendimize (veya aramızda) işlemiş olduğumuz günahlar ve husumetler yarın kıyamet günü tekrar karşımıza çıkacak mı? (onlardan sorulacak mıyız)" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, her hak sahibine hakkı ödenene kadar karşınıza çıkacaktır" 252 buyurdu. Resûlullah'tan (s.a.v) bu cevabı alan Zübeyr, "Vallahi işimiz pek zor!" dedi.
Haksızlık yolunda atılan bir adıma dahi müsamaha gösterilmediği, birtokatın, bir kelimenin dahi hesabının yapıldığı, mazlumun zalimden intikamını aldığı o gün ne çetin bir gündür!
Abdullah b. Üneys (r.a)253 anlatıyor: Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü, Allah (c.c) kullarını çıplak, toz toprak içinde ve bühm halinde hasreder"Biz, "Ey Allah'ın Resulü! Bühm nedir?" diye sorduk. Resûlullah (s.a.v),
"Yanında hiçbir şeyi olmayan demektir" dedi ve ekledi:
"Sonra Allah (c.c) mahşer halkına, uzaktakinin de ya-kındakinin de aynı şekilde işitebileceği bir şekilde şöyle seslenir:
Ben melik (her şeyin sahibi) ve deyyân (sizi hesaba çekecek olan) rabbinizim. Atılmış bir tokat olsa bile, cennetliklerden birinde eğer cehennemlik birinin alacağı bir hak varsa, bunu almadan o kimse cennete giremez. Yine, cehennemliklerden birinde cennetlik birinin alacağı bir hak varsa onu almadan cehenneme giremez."
251  Zümer 39/30-31.
252  Tirmizî, Tefsîr, 40; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/164; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 963; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 676. Tirmizî'nin rivayeti biraz farklıdır..
253  Allâme Zebîdî, çoğu ihya nüshasına "Enes" olarak kaydedilmiş bu ismin yanlış yazıldığını, doğrusunun "Abdullah b.  Üneys" olduğunu kaydeder (bk. Zebîdî,  İthaf, 14/381).
ÖLÜM ve SONRASI
Biz, "Yâ Resûlallah! Allah'ın (c.c) huzuruna çıplak, toz toprak içinde ve yanımızda bir şey olmadan nasıl varacağız?" diye sorduk. Resûlullah (s.a.v),
"İyiliklerinizle ve kötülüklerinizle"buyurdu.254
Ey Allah'ın kulları! O halde Allah'tan korkun ve O'na sığının!
Kullara yapılan zulüm ve haklarına tecavüz etmek, mallarını izinsiz almak, namuslarına el uzatmak, canlarını sıkmak, âdâb-ı muaşerete riayet etmemek ve buna benzer birçok şekilde olabilir.


Allah (c.c) ile kul arasında işlenen (insanın kendi nefsinde işlediği) hataların ve günahların bağışlanması, kul hakkına nazaran daha kolaydır. Üzerinde birçok kul hakkı birikmiş ve hak sahipleriyle de helâlleşmesi mümkün olmayan kimselere gelince; o günahları için tam bir tövbe etmeli, kısas günü için bol bol iyilik yapmalı, Allah için yaptığı iyilikleri mümkün olduğunca gizli tutmalıdır. Öyle ki, onları Allah'tan başka kimse bilmemeli. Amellerinde kemal-i ihlâs içinde bulunmalı. Belki bu yaptıklarıyla Allah'ın lutfu-na mazhar olur ve yüce Allah'ın mümin kullarından sevdiklerine ikram edeceği kul hakkından kurtarma nimetini ona da bahşeder. Bu hususta Hz, Enes'ten (r.a) şöyle bir hadis nakledilmiştir:
Enes (r.a) anlatıyor:
Bir ara Resûlullah (s.a.v) ile birlikte otururken güldüğünü gördük; öyle ki azı dişleri gözükmüştü. Hz. Ömer, Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) güldüğünü görünce, "Anam
254 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/495; Hâkim, el-Müstedrek, 2/438; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 514; ayrıca bk. Taberânî, Müsnedü'ş-Şâmiyyfn, nr. 156; el-Evsat, nr. 8588.
İMAM  GAZALİ
211
babam size feda olsun ey Allah'ın Resulü, sizi güldüren şey nedir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı:
"Ümmetimden iki adam aziz ve celi I olan Allah'ın huzuruna durdu. Onlardan biri, Ey rabbim, şu (din) kardeşimden hakkımı al' dedi. Allah Teâlâ diğerine, 'Kardeşine hakkını ver' buyurdu. Adam, 'Ey rabbim, hiçbir iyiliğim kalmadı' diye karşılık verdi. Allah (c.c) hakkını isteyene, 'Kardeşine ne yapacaksın, hiçbir iyiliği de kalmamış' buyurdu. Hak sahibi, 'Ey rabbim, o zaman benim günahlarımdan ona yükle'dedi."
Hz. Enes (r.a) diyor ki: "Resûlullah (s.a.v) hadisenin bu kısmını anlatırken göz yaşlarını tutamadı ve ağladı, ardından şöyle buyurdu:
"O gün gerçekten pek çetin ve zor bir gündür. O gün insanlar (korkularından ve çaresizliklerinden) günahlarının alınıp başkalarına yüklenmesini isterler. (Resûlullah kıssanın kalanına devam ederek) Allah (c.c) hak sahibine, 'Başını kaldır ve şu cennetlere bir bak' dedi. Hak sahibi başını kaldırıp baktığında,
'Ey rabbim, gümüşten yapılmış yüksekçe saraylar ve incilerle bezenmiş altından köşkler görüyorum. Bu kimin; bir peygamberin mi, bir sıddîkın mı yoksa bir şehidin mi?' diye sordu. Allah (c.c), 'Hayır, onlar ücretini ödeyen kimselerindir. ' Ey rabbim onları satın almaya kimin gücü yetebilir ki?' 'Sen buna sahip olabilirsin (yani onları satın almaya gücün yeter).' Adam, 'Nasıl sahip olabilirim?' 'Din kardeşini affetmenle.' Adam,Ey rabbim, ben kardeşimi affettim' deyince Allah (c.c), 'O zaman kardeşinin elinden tut ve cennete girin' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v) bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:
212
ÖLÜM ve SONRASI
"Allah'tan korkun ve dünyada aralarınızı düzeltin, yoksa Allah (c.c) (kıyamet günü) müminlerin arasını bulacaktır."255
Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisi, bu dereceye ve mükâfata ulaşabilmek için Allah'ın ahlakıyla ahlâklanılması gerektiğini tembih etmektedir. Bu ahlâk, insanların aralarını bulmak başta olmak üzere diğer güzel ahlâk çeşitleridir.
Şimdi, amel sayfalarında kul hakkının bulunmadığını, varsa da Allah Teâlâ'nın onları lutfuyla sildiğini ve ebedî saadete kesin ereceğini bir düşün.
Allah'ın (c.c) sana rıza hırkasını giydirdiği, bir daha asla azap görmeyeceğin bir saadete erdirdiği, fâniliği söz konusu olmayan nimetlere kavuşturduğu zaman sevincin nasıl olur, bir düşün. İşte o zaman kalbin sevinçten uçar, yüzün bembeyaz nur gibi olur ve sevinçten ayın on dördü gibi parlarsın.
Günahlardan arınmış, başın dimdik, cennet kokularını etrafa saçarak, yüzündeki sevinç aydınlığı ile etrafını ısıtarak, salına salına mahlûkatın arasında yürüdüğünü bir düşün.
Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın senin haline, güzelliğine ve cemaline gıpta ile baktıklarını, meleklerin önünde ve arkanda yürüdüklerini ve seni gören herkese, "İşte bu, Allah'ın kendisinden razı olduğu, onun da Allah'tan razı olduğu kimsedir. Bundan sonra bir daha asla azap ve azarlama görmeyeceği bir saadete ermiştir" diye seslendiklerini hayalinde canlandır.
Böyle bir makam mı yoksa dünyada riya, yağcılık, yapmacık tavırlar ve gösteriş gibi şeylerle ulaştığın makam-mevki mi daha yücedir?
255 ibn Ebü'd-Dünyâ, Hüsnü'z-Zannı Billâh, nr. 117; Hâkim, el-Müstedrek, 4/576; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4655; Münzîrî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 3633.
İMAM  GAZÂLÎ
213
Eğer bu derecenin dünyevî mevkilerden hayırlı olduğunu ve hatta onunla kıyas dahi edilemeyeceğini anladıysan ve bu yüksek dereceye kavuşmak istiyorsan, Allah'a olan ibadet ve taatlerine saf bir ihlâs ve samimi niyetiyle devam et. Unutma ki bu dereceye ancak böyle ulaşabilirsin!
Allah hepimizi kötü duruma düşmekten korusun. Şayet âhirette durum hiç beklenmedik bir şekilde olursa, yani senin küçük zannettiğin günahların amel defterinde karşına büyük günahlar olarak çıkarsa, o zaman Allah (c.c) sana gazaplanarak, "Ey kötü kul! Lanetim üzerine olsun; yaptığın ibadetleri de kabul etmiyorum" diyecektir. Bu sesi işitir işitmez yüzün simsiyah olur. Allah Teâlâ'nın kızması üzerine melekler de kızarak, "Bizim ve hatta bütün mahlûkatın laneti üzerine olsun" derler.
O sırada zebaniler yanına gelirler. Allah Teâlâ'nın öfke-lenmesiyle onlar da öfkelenirler. Sert kalpli tutumları, ürkütücü görünüşleri ve çirkin sûretleriyle onun üzerine doğru gelirler. Sonra saçlarından tutarak seni yüzüstü mahlûkatın önüne doğru sürerler. Herkes kararmış olan yüzünü ve ortaya çıkan rezilliklerini seyreder. O zaman, "Vay halime! Keşke helak olsam" dersin. O sırada zebaniler sana, "Bugün (yalnız) bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defa yok olmayı isteyin"256 derler.
Sonra melekler etrafa, "Bu falan oğlu falandır. Allah onun kusurlarını ve rezilliklerin ortaya döktü ve çirkin fiillerinden ötürü ona lanet etti. Bundan sonra onun için asla saadet göremeyeceği bir azap vardır" diye seslenirler.
Böyle bir hadise ile karşılaşılmasının sebebi çoğu kere, insanlardan gizleyerek işlediğin veya onların kalplerinde yer edinmek için yaptığın veyahut da onların yanında utanacak bir duruma düşmemek uğruna işlediğin günahlardır.
256 Furkân 25/14.
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM GAZALİ
215
Ne kadar da cahilsin! Pek yakın bir zamanda ölüp gidecek bir avuç insanın gözünden düşmemek için gizli saklı günah işledin, fakat Allah'ın huzurunda o büyük mahşer kalabalığının önünde rezil olmaktan hiç korkmadın. Bununla birlikte Allah'ın gazabına ve elim olan azabına duçar olacağını, sonrasında zebanilerin ellerinde cehenneme atılacağını hiç düşünmedin.
Karşılaşacağın hallerin budur. Bunlarla birlikte henüz farkında olmadığın bir büyük tehlike daha var ki o, sırat köprüsüdür. Şimdi onu anlatacağız.



Bütün bu tehlikeleri düşündükten sonra Allah Teâlâ'nın şu âyeti üzerinde tefekkür et:
'Takva sahiplerini gruplar halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda toplarız. Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreriz."257
"(Allah meleklerine emreder:) Onlara cehennemin yolunu gösterin, onları tutuklaym, çünkü onlar sorguya çekilecekleri"25S
Bütün mahlûkat mahşer meydanında yaşadığı bunca felâketin ve korkutucu manzaraların ardından sırat köprüsüne götürülür. Sırat, cehennem üzerine uzatılmış, kılıçtan keskin ve kıldan ince bir köprüdür.
Bu dünyada istikamet üzere olup Allah'ın kendilerine gösterdiği doğru yoldan ayrılmayanlar, sırat köprüsünden kolayca geçerek bu tehlikeden kurtulurlar. Fakat istikametten sapıp sırtlarında ağır günah yüküyle gelenler daha ilk
257  Meryem 19/85-86.
258  Sâffât 37/23-24.
216
ÖLÜM ve SONRASI
adımlarını atar atmaz ayakları kayar ve cehenneme düşerler.
Sen şimdi, sıratı ve onun ne kadar ince olduğunu gördüğünde kalbinde hissedeceğin o korkuyu, altındaki cehennemin simsiyah ateşini ve o ateşin çıkardığı uğultuları
3 -
Dermanın tükenmiş olmasına rağmen oradan geçmen gerektiğini, kalbinin yerinden çıkarcasına çarptığını, yeryüzünde yürümeyi değil, sırtındaki o ağır günah yüküyle sırattan geçmeye çalıştığını, korkudan dizlerinin birbirine çarptığını hayalinde canlandır!
Peki, o köprüye daha ilk adımını atar atmaz keskinliğini hissettiğin, buna rağmen ikinci adımını da atmak zorunda olduğunu bildiğin ve önünde tir tir titreyen insanların dengelerini kaybederek teker teker cehenneme düştüklerini, zebanilerin ellerindeki mahmuz ve çengellerle onları başları üstüne ateşe doğru hızla çektiklerini gördüğünde halin nice olur? Bu ne korkunç bir manzara! Ne zor bir yokuş! Ne dar bir yol!
Bu arada bir de kendi haline bak! Sürüne sürüne köprüden geçmeye ve arada bir kalkmaya çalıştığını, ancak günahlarının ağırlığından ötürü sağa sola yalpaladığını ve insanlara çarptığını, köprüden geçmek isteyen çoğu kişinin kayarak cehenneme yuvarlandığını ve bu esnada da Resûlullah'ın (s.a.v), "Ey rabbim! Ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar!" diye dua ettiğini gözünün önüne getir.
Düşün, sırat köprüsünden ayakları kayarak düşenlerin çokluğundan ötürü cehennemin derinliklerinden kulağına kadar gelen çığlık ve feryatları işittiğinde halin nasıl olur? Ya senin de ayağın kayşa! Artık ne kadar pişman ve perişanlık duysan da bu sana fayda vermeyecek ve, "İşte korktuğum başıma geldi. Keşke dünyaya geri döndürül-
İMAM  GAZÂLÎ
217
sem (de sâlih ameller işlesem). Keşke Peygamber'in (s.a.v) yolunu tutsaydım. Keşke falanca kişiyle hiç dostluk kurmasaydım. Keşke toprak olaydım. Keşke kimsenin beni bulamayacağı, hatırlamayacağı bir şekilde yok olup git-seydim. Keşke anam beni hiç doğurmasaydı!" diye ferya-dü figan koparacaksın.
İşte sen böyle ahlanıp vahlanırken -Allah hepimizi korusun- cehennem ateşi birden seni pençesine alıverir. Sonra bir münadi, "Alçaldıkça alçalırı orada. Benimle konuşacak bir şeyiniz yok artık"259 der.
Mahlûkat bu sesi işittikten sonra artık ne bağırabilir ne inleyebilir ne nefes alır ne de yardım dileyebilir.
Tüm bu tehlikeler önünde iken acaba aklının nerelerde olduğunu biliyor musun? Şayet bu anlatılanlara bir türlü inanamıyorsan, gerçekten kâfirlerle birlikte cehennemin tabakalarında kalacağın müddet pek uzundur! Eğer bunlara inanıyor, fakat hâlâ gafil davranıyor ve oraya hazırlanmada gevşeklik gösteriyorsan hakikaten büyük bir zarar ve ziyan içindesin demektir.
Eğer imanın seni, Allah rızâsı uğrunda O'na itaat etmeye ve yasaklarından sakındırmaya sevketmiyorsa bunun sana ne faydası olur ki?
Şayet önünde sırat köprüsünün felâketleri ve oradan geçerken kalbinin yerinden fırlarcasına çarpmasının dışında başka hiçbir korku olmasa ve oradan sağ salim geçsen bile o anda hissedeceğin korku ve dehşet sana yeter de artar bile!
259 Mü'minûn 23/108.
218
ÖLÜM ve SONRASI


Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Sırat köprüsü cehennemin bir başından öbür başına kurulur ve peygamberlerden ümmeti ile ilk geçen ben olurum. O gün peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin duası şöyledir: Allahım, ümmetime selâmet ver, onları sağ salim buradan geçir."
Cehennemde sedan dikenini 26° andıran demirden çengeller ve mahmuzlar vardır."
Bundan sonra Resûlullah (s.a.v) ashabına yönelerek, "Siz hiç Sedan dikeni gördünüz mü?" diye sordu. Ashab, "Evet ey Allah'ın  Resulü,  gördük" dediler.  Resûlullah
(s.a.v),
"İşte cehennemin çengelleri sedan dikenleri gibidir, ancak çok daha büyüktürler. Büyüklüklerini de yalnız Allah (c.c) bilir. Bu çengeller herkesi ameline göre (cehenneme) çekerler. Kimi amelinin azlığından helak olur, kimi de hardal tanesi gibi parça parça olur ve bundan sonra kurtulur (cennete gider)."261
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v)
buyurdu ki:
İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçerler. O köprünün üzerinde dikenler, çengeller ve demir kancalar vardır. Bunlar sağdan soldan insanları çekip yakalarlar. Köprünün yan taraflarında ise melekler, 'Allahım! Bu insanları buradan kurtar' diye dua ederler.
Kimileri oradan şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri hızla koşan bir at gibi, kimileri de koşarak geçer. Bazıları
260  Bir çöl bitkisidir. Dikenleri kalın, uzun, geniş ve sivridir.
261  Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, imân, 299; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/275-276; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7429.
İMAM  GAZÂLÎ
219
ise normal bir yürüyüşle, bazıları da emekleyerek bazıları ise sürünerek geçer. Cehennemliklere gelince, onlar ne ölür ne de rahat içinde kalır; onların yeri orasıdır. Günahları ve hataları sebebiyle yakalananlara gelince, onlar kömür gibi olana kadar ateşte yakılırlar. Sonra onlar için şefaat izni çıkar (ve cennete giderler)."262


İbn Mesud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri o malûm yerde (mahşerde) ve zamanda (kıyamette) bir araya toplar. Bütün mahlukat kendileri hakkında verilecek hükmü görmek için kırk yıl süreyle gözlerini gökyüzünden ayırmazlar."
Resûlullah (s.a.v) bir hayli uzun olan bu hadisi, müminlerin Allah'a secde etmelerine kadar olan kısmını anlattıktan sonra şöyle devam etmiştir:
"Sonra Allah (c.c) müminlere, 'Başlarınızı kaldırın' der. Müminlerde başlarını kaldırır. Allah (c.c) onların her birine amelleri miktarmca nur verir. Kimine verilen nur büyük bir dağ kadardır; onun önünü aydınlatarak ilerler. Kiminin nuru ondan daha küçüktür. Bazılarına verilen nur ise bir hurma kadardır. Hatta bazılarının nuru ondan bile azdır. Kendisine en son nur verilen kişiye bu nuru, sadece ayak parmağının ucu kadar bir kısmını aydınlatır. Bu ışık da bazan yanar bazan söner. Yandığı zaman yürür, söndüğü zaman olduğu yerde kalakalır."
Resûlullah (s.a.v) bu hadisin devamında, müminlerin nurları nisbetinde sıratı geçtiklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
262 Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, imân, 302; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/25-26; Ne-sâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11327.
220
ÖLÜM ve SONRASI
'Kimileri göz açıp kapayacak kadar bir zamanda, kimileri şimşek gibi, kimileri bulut gibi, kimileri yıldızın kayması gibi, kimileri hızlı koşan bir at gibi, kimileri de koşarak sıratı geçer gider. Nuru sadece ayak parmaklarının ucunu aydınlatan kimse ise sıratı yüzükoyun sürünerek geçmeye çalışır. Öyle ki, bir eliyle kendine çekerken diğerini sürür; bir ayağıyla sürünürken diğerini çeker. Ateş ise onu her taraftan kuşatmış ve dokunmaya başlamıştır. Nihayet o kimse böyle sürüne sürüne köprüyü geçer ve kurtulur. Sonra ayağa kalkar ve, 'Allah'a hamdolsun! O, hiç kimseye bahşetmediği bir nimeti bana verdi, zira o felâketleri görmeme rağmen beni onlardan kurtardı' der. Daha sonra melekler bu adamı cennetin kapısının önünde bulunan bir suya götürüp yıkarlar."263
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Sırat (köprüsü) keskin bir kılıç ya da ince bir kıl gibidir. Melekler mümin erkek ve kadınları kurtarırlar (kurtarmaya çalışırlar). Cebrail de benim kuşağımdan tutar (öylece sırattan geçerim) ve, 'Ey rabbim, ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar' derim. O gün nicelerinin ayakları kayar (cehenneme düşer)."264
İşte bunlar sıratın tehlikeleri ve dehşetleridir. O halde bu hususta uzunca düşün! Çünkü o gün kıyametin dehşetinden ve felâketinden sağ salim kurtulanlar, ancak dünyadayken onu tefekkür edip tedbirini alanlar olacaktır. Zira Allah (c.c) bir kulunun kalbinde iki korkuyu bir arada bulundurmaz. Kıyametin bu tehlikelerinden dünyadayken haberdar olup onlardan korkan, sakınan ve tedbirini alan kimse,
263  Hâkim, el-Müstedrek, 2/376, 3591; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5265; Heyse-mî, Mecmau'z-Zevâid, 10/340-343.
264  Beyhakî, Şuabü'l-imân, nr. 366-367; ayrıca bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, nr. 1597.
İMAM  GAZÂLÎ
221
yarın âhiret günü emniyette olur. Korkudan bahsederken kadınlarda olduğu gibi, yufka yürekliliklerinden kaynaklanan ağlamayı, kıyametin dehşetlerini işittiğin vakit mahzû-nî tavır takınmanı ve kısa bir müddet sonra unutarak oyun eğlenceye dalmanı kastetmiyorum. Böyle bir korkudan ne çıkar ki!
Bir şeyden korkan ondan kaçar; bir şeyi ümit eden de onu arar. Seni ancak, Allah'a isyan etmekten engel olan ve O'na itaate teşvik eden bir korku kurtarabilir.
Kıyametin felâketlerinden kadınların yufka yürekliliği gibi korkanlardan başka bir de ahmakların korkusu vardır. Çünkü onlar kıyametin felâketlerini işittikleri vakit hemen, "Allahım! Sana sığınırız, senden yardım dileriz. O gün bizleri koru ve kurtar" derler; ancak felâketlerini hazırlayan günahları işlemeye devam ederler. Şeytan ise onların bu gayri samimi sözlerine gülmekle yetinir.
İşte kıyametin dehşet ve felâketleri de bunun gibidir. İnsanı bu tehlikelerden ancak, sadık ve samimi bir kalp ile söylenen "lâ ilahe illallah" kalesi kurtarır.
Sadakatin ve samimiyetin mânası, Allah'tan gayri maksudun ve mabudun olmamasıdır. Kim ki, hevâ ve hevesini ilâh edinmişse o, rabbini tevhidde sadık ve samimi olmaktan çok uzaktır ve tehlikededir.
Eğer bunları yerine getirmekten kendini âciz görüyorsan o zaman Resûlullah'ı (s.a.v) sev, onun sünnetlerini uygulama hususunda hırslı ol, ümmetinin sâlihleriyle beraber bulun ve onların bereketli dualarını almaya bak. Belki bu sayede, amel sermayenin az olmasına rağmen, Peygam-berimiz'in ve ümmetinin sâlihlerinin şefaatine nail olur ve kurtulursun.
ÖLÜM ve SONRASI



Müminlerden bazılarının (hata ve günahları sebebiyle) cehenneme girmeleri kesinleştiği vakit, Allah Teâlâ onlar hakkında, peygamberlerin, sıddîkların hatta âlimlerin, sâ-lihlerin ve kendi katında kadri ve kıymeti olan herkesin şefaatini kabul eder. Bu kimseler aileleri, akrabaları, dostları ve tanıdıkları için şefaat yetkisine sahip olacaklardır.
O halde hiç olmazsa kendin için onların şefaatine nail olabilme arzusuyla gayret et. Bunu elde edebilmek için de hiçbir insanı hakir görüp aşağılama! Çünkü Allah (c.c) dostlarını kulları arasında gizlemiştir; dikkat et, belki senin aşağılayıp küçük gördüğün kimse Allah'ın bir velîsi olabilir! Yine, hiçbir günahı küçük görüp küçümseme! Çünkü Allah, gazabını ve öfkesini günahlarda gizlemiştir ve senin hafife aldığın o günah azap görmene neden olabilir.
Hiçbir ibadeti de hafife alma! Çünkü Allah'ın rızâsı ve hoşnutluğu ibadet ve taatlerde gizlidir, belki yüce Allah'ın rızâsı o hafife aldığın ibadette saklıdır! Bu taat, güzel bir çift söz, sadaka olarak verilen bir lokma ekmek veya güzel bir niyet dahi olabilir.
İMAM  GAZÂLÎ
223
Şefaatin hak olduğuna Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadis-i şeriflerden birçok delil göstermek mümkündür. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Pek yakında rabbin sana (şefaat yetkisini) verecek ve sen de bundan hoşnut olacaksın"265 buyurmuştur.
Abdullah b. Amr (r.a)266 anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v), İbrahim'in (a.s) Kur'ân-ı Kerîm'deki, "Rabbiml Onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin"267 ve İsa'nın,
"Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğiniyaparsın)"263 sözlerinin geçtiği âyetleri okuduktan ellerini kaldırdı ve,
"Ümmetim, ümmetim"diye ağladı. Bu sırada Allah (c.c) Cebrail'e, "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve onu ağlatan şeyin ne olduğunu sor" buyurdu. Allah Teâlâ her şeyi bilme-siyle beraber Cebrail (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanına vararak ağlamasının nedenini sordu. Peygamber Efendimiz de ona anlattı. Bunun üzerine Allah (c.c) Cebrail'e, "Muhammed'e git ve ona de ki: Çok değil, yakın bir zaman sonra, seni ümmetin hususunda hoşnut edecek; üzmeyeceğiz" buyurdu.269
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Benden önce hiçbir peygambere (bir arada) verilmeyen beş şey bana verildi:
265  Duhâ 93/5.
266  Zebîdî, ihya nüshalarında Amr b. Âs olarak kaydedilen bu bilgiyi, Abdullah b. Amr olarak değiştirmiş ve doğrusunun da böyle olduğunu söylemiştir.
26? ibrahim 14/36.
868 Mâide 5/118.
269 Müslim, imân, 346; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7234, 7235; Begavî, Şerhu's-Sünne,
nr. 4337.
224
ÖLÜM ve SONRASI
1. Allah (c.c) bana, bir aylık uzaklıkta dahi bulunan düşmanın kalbine korku salmakla yardımda bulundu.
2. Benden önce hiçbir ümmete ganimet alması helâl kılınmamışken bana helâl kılındı.
3.  Bana ve ümmetime bütün yeryüzü mescid, toprağı da temiz (ve temizleyici) kılındı. O halde ümmetimden kim bir yerde namaz vaktine yetişirse orada namazını kılsın.
4.  Bana umumî şefaat yetkisi verildi.
5. Her peygamber sadece kendi toplumuna peygamber olmuşken ben bütün mahlûkata (insan ve cine) gönderil-
dim.'
270


Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Bunu övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü ben peygamberlerin imamı, onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi (yetkilisi ve dağıtıcısı) olurum."(tm)
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum, ama ben (dünyada ve âhirette) âdemoğullarınm efendisiyim. Kıyamet günü yer yarıldığında ondan ilk çıkacak olan benim. İlk olarak şefaat edip şefaati kabul olunacak da benim. O gün livâü'l-hamd sancağı elimde olacak ve onun altında Âdem ve ondan sonra gelenler (müminler) bulunacak."272
270  Buhârî, Teyemmüm, 1; Müslim, Mesâcid, 3; Nesâî, Gusül, 26; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6397.
271  Tirmizî, Menâkıb, 1; ibn Mâce, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/137; Hâkim, el-Müstedrek, 1/71; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5/484.
272  Tirmizî, Menâkıb, 1, Tefsir, 18; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/282; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5/481-483; Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 2328; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6325.
I
İMAM  GAZÂLÎ
225
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Ben ise o duamı kıyamete, ümmetime şefaat etmek üzere saklıyorum."273
İbn Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatmıştır:
"Kıyamet günü her peygamber için altından minberler hazırlanır. Hepsi minberlerine oturur, benimkisi boş kalır; oturmam. Ben, cennete gönderildikten sonra ümmetim geride kalır, benimle gelemez endişesiyle rabbimin huzurunda, ayakta beklerim. Sonra, 'Ey rabbim, ümmetim!' derim. Allah azze ve celle, 'Ey Muhammedi Ümmetine ne yapmamı istersin?' diye sorar. Ben, 'Ey rabbim, bir an evvel hesaplarını gör' derim ve hiç durmadan her birine teker teker şefaat ederim. Öyle ki, cehennem bekçisi mâlik, 'Ey Muhammedi Ümmetinden rabbinin gazap edeceği hiç kimseyi ateşte bırakmadın!' der."274 Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Ben kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan çok daha fazla kişiye şefaat ederim."275
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) sahabelerle yemek yediği bir zamanda et yemeği getirilmiş, Resû-lullah'a da kol kısmı ikram edilmişti. Resûlullah etin bu kısmını pek severdi. Etten bir parça aldıktan sonra şöyle buyurdu:
"Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim. Bunun sebebini biliyor musunuz? Bu şöyle olur. Allah Te-
273  Buhârî, Tevhîd, 31; Müslim, imân, 334-341; Tirmizî, Daavât, 131; ibn Mâce, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/381.
274  Taberânî, el-Mu'cemü'l-Keblr, nr. 10771; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 18536.
275  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/347; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 4112; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 18527.; Hatîb-i BağdBağdat, 12/330. Bir rivayette, "Yeryüzünde bulunan ağaç ve taşlardan..." ifadesi geçmektedir.
226
ÖLÜM ve  SONRASI
âlâ kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlükatı düz bir meydanda toplar. Çağına (melekler) herkese seslerini duyuracak bir şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler. Sonra birbirlerine,
'Şu halimizi görmez misiniz? Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Âdem'e (a.s) gidelim' derler ve Âdem'in (a.s) yanına varırlar. Ona,
'Ey beşeriyetin babası Âdem (a.s)! Allah (c.c) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti. Rabbinin katında bizler için şefaatte bulun! Şu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?' diye ricada bulunurlar. Âdem (a.s),
'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum. Bir başka peygambere, Nuh'a gidin' der. Herkes Nuh'un (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Nuh (a.s)! Sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın "şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler. Nuh (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım. Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halîlullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. Ona,
İMAM  GAZÂLÎ
227
'Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (ha-lîlisin). Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun?' derler. İbrahim (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuşmuştum276 (o sebeple sizlere şefaatçi olamam)' der. Ardından onları anlatır ve, 'Bir başkasına Musa'ya (a.s) gidin, o size yardımcı olsun' der. Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin?' derler. Musa (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben rabbimden bir emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düçüne-mem. Bir başkasına, İsa'ya gidin' der. Onlar da İsa'ya (ı , giderler ve,
'Ey İsâ, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin. Sen daha beşikteyken insanlarla konuştun. Rabbin-
276 Zebîdî bu üç durumu şöyle açıklar:
Birincisi, Sâffât sûresinin 89. âyetinde zikredildiği gibi, ibrahim'in (a.s),"Hastayım" diye bir bahane ileri sürmesidir. Olay şöyle gerçekleşir: ibrahim'in (a.s) kavmi yıldızlara bakar ve onların şekilleriyle kâhinlik yapardı. Bu kâhinler bir bayram arefesi ibrahim'e (a.s) gelerek yarın kendileriyle beraber gelmesini ve onun da kâhinlikte bulunmasını istediler. Bunun üzerine ibrahim (a.s) yıldızlara şöyle bir baktı ve, "Ben hastayım, gelemem" dedi.
ikincisi: ibrahim (a.s) puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırmış ve en sonunda baltayı büyük putun eline vermişti, insanlar ibrahim'e (a.s), 'tunları sen mi yaptın?" diye sorduklarında ibrahim (a.s), "Hayır, şu büyük olan yf.ptı, dilerseniz ona sorun" demişti.
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara, "O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti. Ayrıca bk. Kastallânî, İrşâdü's-Sârf, 10/357.
228
ÖLÜM ve SONRASI
den bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim, sizler Muham-med 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ) arasındaki mesafe kadardır."277
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s) yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
277 Buhârî, Tefsîr, 5; Müslim, imân, 327; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 10.
İMAM GAZÂÜ
229
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3.   Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım" demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.


Bununla birlikte onun ümmetinden sâlihlerin ve âlimlerinden her birinin de şefaat yetkisi vardır. Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir adam vardır ki, onun şefaatiyle Rebîa ve Mudar kabilelerinin sayısından çok daha fazla kişi cennete girer. "27a
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"(Kıyamet günü sâlih ameli bulunan) insanlara, 'Ey falanca kişi! Kalk ve şefaat et' denilir. O da kalkar ve ameli nisbetince halkına, ailesine, bir ya da iki adama şefaat eder."279
278  Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 12; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 8/330; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5610; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 6/378; Hâkim, el-Müstedrek, 3/405. Muhaddisler hadiste bildirilen kişinin Osman b. Affân olduğunu belirtirler; ayrıca Tir-mizî'nin rivayeti de bu şekildedir.
279  Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 12; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 7/116; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5602; bk. Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhib, nr. 5336; Bezzâr, el-Bahrü'z-Zehhâr, nr. 3473.
230
ÖLÜM ve SONRASİ
Enesin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü cennet halkından bir adam, ceza çekenleri görmek için cehenneme doğru bakar. Bu sırada cehennemliklerden biri onu görür ve,
'Ey falanca kişi! Beni tanıdın mı?' der. Cennetlik,
'Hayır, yeminle söylüyorum, kim olduğunu çıkaramadım' der. Cehennemdeki adam,
'Hani dünyadayken çok susamış ve su istemek üzere yanıma gelmiştin'ben de senin susuzluğunu giderecek kadar su vermiştim ya, işte o kişi benim' der. Cennetlik,
'Tamam, şimdi tanıdım' der. Cehennemlik,
'O halde rabbinden benim için şefaat dileğinde bulun' diye ricada bulunur. Adam durumu rabbine zikrederek,
'Ey rabbim! Cehennemliklere doğru bakmıştım. Oranın halkından biri, 'Beni hatırlıyor musun?' diye sordu. Ben, 'Hayır, hatırlayamadım' dedim. O, 'Hani dünyadayken benden biraz su istemiştin de ben de sana vermiştim ya, işte o benim. Rabbinden benim için şefaat dile' dedi.
'Ey rabbim bana şefaat hakkı ver de ona şefaat edeyim. Allah (c.c) bu adama şefaat hakkı verir ve ardından onun cehennemden çıkarılmasını emreder."28°
Enes b. Mâlik'in (r.a) rivayet ettiğine göre Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü insanlar diriltildiğinde topraktan ilk kalkacak olan benim. Bir araya toplandıklarında onların hatibi ben olurum. Ümitsizliğe düştüklerinde onları müjdelerim. O gün livâü'l-hamd san-
1 Ebû Ya'lâ, el-Müsned, nr. 3490; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/382; ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4660.
İMAM GAZÂLÎ
231
cağı benim elimde olacaktır. Ben rabbimin katında âde-moğlunun en üstünüyüm."28*1
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü aziz ve celi! olan rabbimin huzurunda dururum. Sonra bana cennet elbiselerinden bir elbise giydirir. Ardından arşın sağ tarafına geçer orada dururum. Burada benden başka hiç kimse bulunmaz."282
İbn Abbas (r.a) anlatıyor:
Sahabeden bir grup oturmuş, bir yandan Resûlullah'ın (s.a.v) gelmesini bekliyorlar, bir yandan da aralarında bir mevzuyu konuşuyorlardı. Tam bu sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi ve onların şu konuşmalarına şahit oldu:
"Hayret, Allah Teâlâ mahlûkatından İbrahim'i kendine (halîl) dost seçti" diyordu.
Bir başkası,
"Bundan daha da şaşırtıcı olanı ise Allah'ın (c.c) Hz. Musa ile konuşmasıdır" diyordu.
Bir diğer sahabe,
"Ya İsâ (a.s)! O Allah'ın, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden kendisine bahşettiği biri değil midir?" diyordu.
Bir diğeri,
"Âdem (a.s) ise Allah'ın kulları arasından seçtiği bir peygamberdi" diyordu.
Resûlullah (s.a.v) bunları dinledikten sonra sahabelerin yanına vardı ve şöyle buyurdu:
281  Tirmizî, Menâkıb, 1; Dârimî, Mukaddime, 8; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 5/484; Kâ-dî iyâz, Şifâ, s. 163; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5765; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6326.
282  Tirmizî, Menâkıb, 1; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, nr. 6328; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5726.
232
ÖLÜM ve SONRASI
"Sözlerinizi duydum. İbrahim'in (a.s) Allah'ın halîli olması hususunda şaşırıyorsunuz, fakat o öyledir. Musa'nın Allah ile konuşması da öyledir. İsa'nın ruhullah olması ve Âdem'in O'nun saf ve temiz kulu olması da böyledir.
İyi dinleyin! Övünmek için demiyorum; ben de Allah'ın habibiyim (sevgili dostuyum).
Kıyamet günü livâü'l-hamd sancağını ben taşıyacağım; bunda da övünülecek bir şey yok.
Yine övünmek için söylemiyorum; ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul olunacak kişiyim.
Cennet kapılarının halkalarından tutup ilk olarak kapıları vuracak olan benim. Rabbim bana kapıları açtıktan sonra fakirlerle birlikte içeri girerim.
Ben gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın en üstünüyüm, en kıymetlisiyim. Bunların hiçbirini iftihar etmek için söylemiyorum (Sadece yüce Allah'ın bana ikram ettiği nimetini zikrediyorum)."283
1 Tirmizî, Menâkıb, 1; Dârimî, Mukaddime, 8; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5762; ibn Ke-sîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/169-170.
İMAM GAZÂLÎ
233



Bil ki, kevser havuzu, Allah Teâlâ'nın Peygamber Efen-dimiz'e tahsis ettiği büyük bir ikramı ve lutfudur. Onun vasıflarını anlatan birçok hadis ve haber rivayet edilmiştir. Allah Teâlâ'dan, dünyadayken onun ilmini, âhirette de zevkini tattırmasını umut ediyoruz. Zira o havuzun özelliklerinden biri de, ondan bir kere içenin bir daha susamamasıdır.
Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir ara hafif bir uykuya daldı. Sonra uyandı ve tebessüm ederek başını kaldırdı. Sahâbeler,"Ey Allah'ın Resulü! Neden güldünüz?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Az önce bir âyet indi" dedi, ardından besmele çekti ve, "(Resulüm!) Kuşkusuz biz sana kevseri verdik"284 diye başlayan âyetleri sonuna kadar okudu. Sonra bize,
"Kevser'in ne olduğunu bilir misiniz?"diye sordu. Bizler, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Kevser, rabbimin bana cennette vaad ettiği bir nehirdir. Onun birçok hayrı vardır. Üzerinde bir havuz bulunmakta-
284 Kevser 108/1.
234
ÖLÜM ve  SONRASI
dır; ümmetim kıyamet günü gelip gidip ondan içer. O havuzun kâseleri gökyüzünün yıldızları sayısıncadır."285
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Mi'raca çıktığımda Cebrail'le birlikte) cennette geziyordum. Bir ara gözüme bir nehir ilişti. Her iki tarafında kubbe şeklinde inciler bulunmaktaydı. 'Ey Cibrîl! Bu nedir?' diye sordum. Cebrail, 'Bu, rabbinin sana verdiği kev-serdir' dedi. Daha sonra Cebrail elini nehrin dibine vurdu. Nehrin dibindeki çamur halis misk oluverdi."286


Enes (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) kevser hakkında şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Havuzumun karşılıklı iki tarafının arası, Medine ile San'a (veya) Medine ile Umman arası kadardır."237
Abdullah b. Ömer (r.a) rivayet ediyor: Kevser sûresi nazil olduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"O cennette bir nehirdir. Karşılıklı her iki tarafı da altındandır. Suyu sütten beyaz, baldan tatlı ve miskten daha hoş kokuludur. Mercan ve inci kayalarının üzerinden akar."288
285  Müslim, Salât, 53; Ebû Davud, Salât, 124; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/102; Be-gavî, Şerhu's-Sünne, nr. 579; Ebû Yala, Müsned, nr. 395.
286  Buhârî, Rikâk, 53; Tirmizî, Tefsir, 89; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/191, 332; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6474.
287  Buhârî, Rikâk, 53; Müslim, Fezâil, 39; ibn Mâce, Zühd, 36; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/225; Tayâlisî, Müsned, nr. 2105.
288  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/112; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11704; Tayâlisî, Müsned, nr. 2045; Hâkim, el-Müstedrek, 3/543.
İMAM GAZÂLÎ
235
Resûlullah'ın azatlı hizmetçisi Sevbân (r.a)289 anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurdu:
"Havuzum, Aden ile Belkâ'290 arasındaki mesafe kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kâseleri gökyüzünün yıldızları adedincedir. Ondan bir içimlik içen kimse, bir daha ebediyen susamaz. Oraya ilk varıp da suyunu içecek olanlar fakir muhacirlerdir."
Ömer b. Hattâb (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v).bu sözlerini duyunca, "Ey Allah'ın Resulü, fakir muhacirler kimlerdir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"(Yoklukla birlikte sürekli amel ve ibadetle meşgul olduklarından) saçı başı dağınık, elbiseleri eski ve toz toprak, varlıklı kadınlarla evlenemeyen ve zenginlerin kapıları kendilerine açılmayan kimselerdir" buyurdular.2£*1
Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülaziz (rah), Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisini duyunca şöyle demiştir:
"Vallahi ben varlıklı bir kadınla; Abdülmelik b. Mervân'ın kızı Fâtıma ile evlendim. Zenginler de daima kapılarını bana açık tuttular. Allah'ın rahmetini ümit etmekten başka çarem yok. Bundan sonra, toz toprak içinde kalana kadar ba-
289  Sevbân b. Bücdüd. Resûlullah'ın Yemen'den satın alıp azat ettiği kölelerden biridir. Resûlullah'ın vefatına kadar hizmetinden ayrılmamıştır. Vefatının ardından Şam, Mısır ve Humus gibi şehirlerde ikamet etmiştir. 54 (673) senesinde Humus'ta vefat etmiştir.
290  Aden Yemen sahilinde bir şehirdir. Belkâ ise Dımaşk'a bağlı bir kasaba olup Dımaşk ile Şam arasındadır. Belkâ'nın Amman diye bilinen meşhur bir köyü de vardır (bk. Yâkut-i Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, nr. 579. "Aden" md).
291  Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/275-276; Beyhakî, Şu-abü'l-imân, nr. 10485; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 398; Müsnedü'ş-Şâmiyyîn, nr. 1411; Hicretin ilk yılları, içme suyunun dahi parayia satıldığı, yokluğun ve fakirliğin en hat safhada olduğu bir dönemdi. Öyle ki, yıllar boyu sadece bir elbise ile idare eden insanlar bulunmaktaydı. O bakımdan hadiste bahsedilen sahabelerin durumu ve tutumu iyi anlaşılmalıdır.
236
ÖLÜM ve SONRASI
şımı kirlenene kadar da sırtımdaki elbisemi yıkamayacağım."292
Ebû Zer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'a (s.a.v) havuzun kâselerinden sordum; şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, onun kâseleri, karanlık ve bulutsuz bir gecede gökyüzünde gözüken yıldızların sayısından daha fazladır. Ondan bir defa içen artık bir daha susamaz. Bu havuza cennetten gelen iki oluktan su akar. Bu oluğun uzunluğu genişliği kadardır, yani Amman ile Eyle293 arası kadardır. Onun suyu sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır."294
Semüre b. Cündüb'ün (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Re-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Her peygamberin bir havuzu vardır. Her biri havuzuna geleceklerin çokluğuyla övünürler. Ben, benim havuzuma gelenlerin en fazla olacağını ümit ediyorum."295
Bu Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) ümidi ve ricasıdır. Öyleyse her kul onun havuzuna gelenlerden olmayı ümit etmelidir. Fakat amelsiz hali ile aldanmaktan ve boş ümitle yetinmekten sakınmalıdır. Zira ektiğini biçmek isteyen, hasadı uman kimse, tohumunu atan, toprağı işleyip sulayan, sonra da işini Allah'a havale edip büyümesini bekleyen ve bir yandan da ekininin başına felâketler gelmemesi için rabbi-ne dua eden kimsedir.
292  Ömer b. Abdülaziz'in bu tutumu, onun sahabelere olan aşırı muhabbetinden dolayıdır. Yoksa bu, o şekilde olunması gerektiği anlamında değildir.
293  Suriye'nin denize kıyısı olan bölgesindeki bir kasabanın adıdır (bk. Yâkût-i Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, 1/347).
294  Müslim, Fezâil, 36; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/149; Bezzâr, el-Müsned, nr. 3960.
295  Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 14; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 6881; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 734.
İMAM  GAZÂLÎ
237
Tarlasını sürmeyi, tohumunu ekmeyi ve sulamayı ter-keden sonra da Allah'tan tohumunu ve meyvesini büyütmesini bekleyen kimse gerçekten aldanmış ve boş hayal içinde oyalanmış biridir. Böyle biri gerçek ümit sahibi değildir. Ne yazık ki insanların çoğu böyle bir ümit içindedir. Bu ise ahmakların aldanış biçimidir.
Her türlü aldanıştan ve gafletten Allah'a sığınırız. Gerçekten Allah'ın rahmetinin genişliğine güvenip aldanış içinde olmak ve bu yüzden amelde gevşek davranmak, dünyaya aldanmaktan çok daha büyük bir tehlikedir. Allah Te-âlâ bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan da Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın."296
296 Lokman 31/33.
238
ÖLÜM ve SONRASI



Ey şu yok olmaya ve zevale mahkûm dünyanın meşga-leleriyle aldanmış kişi! Pek yakında göçüp gideceğin şu dünyayı düşünüp durmayı bırak artık. Düşüncelerini varacağın yere; mahşere ve âhirete çevir. Çünkü herkesin o ateşe uğrayacağı haberi sana gelmiştir. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız."297
Oraya uğrayacağın kesin, ancak kurtulacağın şüphelidir. O halde cehennemin felâketlerini önce kalbine bir hatırlat, belki ondan kurtulmak için hazırlıklara başlarsın!
Sonra kıyametin dehşetleriyle yüz yüze gelen mahlûka-tı bir düşün; hepsi âdeta iki büklüm olmuşlardır. Onlar böyle korku ve dehşet içinde bir şefaatçinin şefaat haberlerini beklerken birdenbire cehennemin karanlıkları içinde kalmış günahkârlar tarafından kuşatılırlar. Alevli bir ateş onların üzerini kaplar. Sonra cehennemin öfkelenişini (kaynamasının sesini) ve uğultusunu işitirler, işte o zaman günahkârlar helak olacaklarını anlarlar. Korkularından her-
297 Meryem 19/71-72.
İMAM  GAZÂLÎ
239
kes dizlerinin üzerine çöker. Öyle ki hiç günahı olmayanlar bile akıbetlerinin kötü olacağından endişe duymaya başlarlar.
Sonra cehennem bekçilerinden bir zebani çıkar ve, "Dünyada uzun hayaller peşinde koşup ömrünü boş yere zayi eden o falan oğlu falan nerede?" diye seslenir. Ardından ellerinde demirden tokmaklar bulunan zebaniler süratle o günahkârın yanına gelirler, onu büyük bir azapla korkuturlar ve şiddetli bir azap çekmek üzere baş aşağı cehennemin derinliklerine atarlar. Arkasından,
'Tat bakalım (şimdi bu azabı) I Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!"298 derler.
O günahkârları dar, karanlık, korkutucu ve ürkütücü ve ateşinin ebediyen sönmediği bir yere hapsederler. İçecekleri kaynar su, meskenleri ise cehennemdir. Orada zebaniler tarafından devamlı dövülürler. O günden sonra tek arzuları yok olup gitmek olur, ancak oradan kurtuluş yoktur.
Bu günahkârların, kimi zaman ayakları saçlarına bağlanır öyle azap edilir. Günahlarının zulmetinden yüzleri simsiyah olmuştur.
Günahkârlar türlü türlü azabın ardından, seslerinin yettiği kadar, cehennemin her köşesinde şöyle seslenirler:
"Ey cehennem meleklerinin reisi! Çekeceğimiz kadarını çektik. Demir kelepçelerin ve bukağıların altından kalkamaz olduk. Derilerimiz pişti, kavruldu. Ne olur bizleri buradan çıkar. Zira o yaptıklarımıza bir daha dönmeyeceğiz."
Bir zebani onlara, "Heyhat! Şimdi eman dileme zamanı değildir. Bu zelillik yurdundan çıkış yoktur. Kesin sesinizi ve sakın konuşmayın. Şayet buradan çıkarılacak olsanız, sizler yasaklandığınız şeylere tekrar geri dönersiniz" diye karşılık verir.
1 Duhân 44/49.
140
ÖLÜM ve SONRASI
Artık bundan sonra tamamen ümitlerini keserler ve konuşmazlar. Allah Teâlâ'ya ibadet ve itaat hususunda kaçırdıkları fırsatlara hayıflanırlar. Fakat onları ne pişmanlıkları kurtarır ne de teessüfleri bir fayda verir. Sanki elleri kolları bağlanmışçasına yüzüstü kapaklanırlar. Ateş üstlerinden, altlarından, sağlarından, sollarından onları büsbütün kuşatır. Ateşin içinde boğulmuşlardır. Yemekleri ateş, içecekleri ateş, elbiseleri ateş, yatakları ateştir. Ateşten kaftanlar ve gömlekler giydirilerek demirden tokmaklarla dövülürler. Kelepçelerin ve zincirlerin ağırlığının altında kıvranır dururlar. Cehennemin derinliklerinde parça parça olurlar.
Ateşin üzerindeki tencerenin kaynaması gibi etraflarında kaynayan ateşin verdiği acıyla sancılar içinde kıvranır ve, "Vah halimize, vay başımıza gelenlere!" diye feryadü figan ederler.
Her bağırışlarında başlarından,aşağı kaynar sular dökülür. Bu su öyle sıcaktır ki, onun tesiriyle derileri ve hatta iç organları erir. Zebaniler, demirden tokmaklarıyla kimilerinin alınlarına vururlar ve ağızlarından irinler akmaya başlar.
Susuzluktan ciğerleri parça parça olur. Ateşin hararetinden gözleri yanaklarına akar. Yanaklarındaki yumrular yerlere düşer. Saçları ve hatta derileri etrafa savrulur.
Azabı tekrar tekrar tatmaları için derilerinin her soyulu-şunda yerine başkası gelir. Etler kemiklerden sıyrılır, ruh sadece damarlarda ve sinirlerde kalır. Ruh ise ateşin alevleri içinde kupkuru kalır.
Onlar ölmeyi ve hatta yok olup gitmeyi temenni ederler, ancak nerede! Keşke onların halini (şu dünyada) bir göre-bilsen! Cehennemin alevlerinden yüzleri simsiyah olmuş ve hatta kömürleşmiştir. Gözleri körelmiş, dilleri tutulmuş, sırtları kırılmış, kemikleri paramparça olmuştur. Dilleri ve burunları kıyılmış, derileri lime lime edilmiş, elleri boğazla-
İMAM GAZÂLÎ
241
rina geçirilmiş, başlarıyla ayakları bir araya getirilmiştir. Yüzükoyun cehennemde sürünürler. Gözleriyle demir pıtı -raklar üzerinde sürünerek azap görürler. Cehennemin alevleri en içteki organlarına kadar sirayet eder. Yılanlar ve akrepler sürekli üzerlerinde dolaşıp ısırarak onlara azap eder.


işte bunlar cehennem ehlinin yaşadığı hallerden bir kısmıdır. Şimdi bir de onların başlarına gelecek daha büyük felâketlere bak. Cehennemin çeşitli bölgelerini ve azap vadilerini iyice düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennemde yetmiş bin vadi vardır. Her vadi yetmiş bin kola ayrılır. Her kolda yetmiş bin tane yılan ve yine yetmiş bin tane akrep bulunur. Kâfir ve münafıklar bunları geçmeden cehennemdeki yerlerine varmazlar."299
Hz. Ali (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) bir keresinde, "Hüzün vadisinden (ya da kuyusundan) Allah'a sığının" buyurdu. Sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü! Hüzün kuyusu nedir?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Cehennemde bir vadidir. Cehennem o vadiden her gün Allah'a yetmiş kere sığınır. Allah (c.c) orayı insanlara gösteriş için Kur'an okuyanlar (ve ilim öğrenenler) için hazırlamıştır."300
299  Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 526, 527; ibn Kâni'-i Bağdadî, Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 685; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, "Süfyân b. Mücîb", nr. 2124. Beyhakî hadisin Bu-hârî'nin Târihu Kebîr"\nde zikrettiğini kaydeder (bk. Beyhakî, a.g.e., s. 263).
300  Tirmizî, Zühd, 48; ibn Mâce, Mukaddime, 23; ibn Adî, el-Kâmil, 6/136; ibn Arrâk, Tenzîhu'ş-şerîa, 2/385; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 530.
İşte bu zikredilenler cehennemin ne kadar geniş olduğunu ve vadilerinin ne kadar çok kollara ayrıldığını göstermektedir. Onun vadilerinin sayısı dünya vadilerinin ve şehvetlerinin sayısından daha fazladır.


Cehennemin kapıları kulun rabbine isyan ettiği âzalarının adedincedir. Kimi kiminin üstüne kuruludur. En üstte cehennem bulunmaktadır. Diğer tabakaların adları ise sırasıyla şöyledir: Sakar, Leza, Hutame, Saîr, Cahîm, Hâviye. Şimdi hâviyenin derinliğini bir düşün. Nasıl dünyevî şehvetlerin bir sonu yoksa onun da bir sonu yoktur. Nasıl her türlü dünyevî amaç ve gayeyi ondan daha büyüğü takip ediyorsa her hâviyenin ardından ondan daha büyük bir
hâviye gelir.
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah'la (s.a.v) birlikte oturuyorduk. Birden sanki bir şeyin düşüşünü andıran bir gürültü duyduk. Resûlullah (s.a.v) bize, "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Biz, "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v),
"Bu, yetmiş sene önceden cehennemin kuyularından birine bırakılan bir taşın sesidir; ancak bugün dibine ulaştı" buyurdular.301
Şimdi de cehennemin birbirinden farklı katmanlarını düşün! İnsanların dünyaya kapılmalarında farklılıklar ve dereceler olduğu gibi âhiret de böyledir.
Kimi insanlar vardır ki içinde boğulacak derecede dünyaya dalmıştır, kimileri de belli bir sınıra kadar dalmıştır.
301 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/371; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7469; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nûşûr, nr. 531.
İMAM GAZÂLÎ
243
İşte kıyamet günü onların tadacağı ateş azabı da aynen bunun gibi farklı derecelerde olacaktır. Zira Allah (c.c) zerre kadar zulüm etmez, haksızlık yapmaz.
Cehennemde bulunan hiç kimsenin çekeceği azap bir değildir. Herkese işlediği günah ve isyanı kadar azap vardır. Azabı en az olan kimseden, bu azabın kaldırılması karşılığında dünya ve içindekilerinin tamamının verilmesi istenseydi elbette verirdi.
Resûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü azap göreceklerin en az azaba uğratılacak olanına ateşten bir çift ayakkabı giydirilir. Öyle ki, onların hararetinden beyni kaynayacaktır."302
Şimdi azabı hafifletilenlere bak ve azabı pek çetin olanların halini bir düşün! Şayet cehennem ateşinin azabından şüphe duyuyorsan parmaklarını yaktığın ateşe yaklaştır ve acının şiddetini ondan ölç. Şunu da bil ki yaptığın bu kıyaslamada muhakkak hataya düşeceksin. Zira dünya ateşi cehennem ateşine asla benzemez, kıyas kabul etmez. Fakat dünyada yapılabilecek en ağır ceza ateşle uygulanabileceğinden cehennem ateşinin azabı ancak bu yolla bilinebilir. Eyvah ki eyvah bizlere! Şayet cehennem ehli şu dünya ateşi gibi bir ateş bulsalardı, cehennemin ateşinden kurtulmak için onun içine dalarlardı.


Bazı haberlerde cehennemli ilgili şu bilgiler anlatılmıştır: "Dünya ateşi tam yetmiş kere rahmet suyuyla yıkanmıştır ve insanların tahammül edeceği seviyeye inmiştir." 303
302  Müslim, imân, 361; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/432; Heysemî, Mevâridü'z-Zam'ân, nr. 2617; Hâkim, el-Müstedrek, 4/580.
303  Biraz farklı lafızlarla bk. ibn Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/244; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7463.
244
ÖLÜM ve SONRASI
Resûlullah (s.a.v) cehennem ateşinin durumunu şöyle anlatmıştır:
"Allah Teâlâ ateşe, kıpkırmızı olana kadar tam bin yıl yanmasını emretti. Ardından bin yıl daha yanmasını emretti; öyle ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin yıl daha yanmasını emretti ve simsiyah oldu. Şimdi siyah ve karanlıktır. "304
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ateşi rabbine şikâyette bulundu: 'Ey rab-bim! Ben hararetimden kendimi yiyecek duruma geldim' dedi. Yüce Allah da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın olur. Karşılaşmış olduğunuz çok şiddetli sıcak ve sizi en çok üşüten zemheri soğuğu işte cehennemin rahatlamak için nefes almasıdır."305
Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor:
"Kâfirlerden, dünyada en çok zevk ve safa içinde yaşayanı getirilir ve, 'Onu ateşe daldırın' denilir. Adam ateşe daldırılıp çıkarıldıktan sonra, 'Orada herhangi bir nimet ve rahatlık görebildin mi?' diye sorulur. Adam, 'Hayır' diye cevap verir. Sonra dünyada en çok zarar görmüş ve haksızlığa uğramış biri getirilir ve, 'Onu cennete daldırın' denilir. Çıkarıldıktan sonra, 'Cennette hiçbir zarar ve sıkıntı çektin mi?' diye sorulur. O da,'Hayır' cevabını verir."306
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Bir mescidde yüz bin ya da daha fazla kişi olsa ve aralarında da cehennemliklerden
304  Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nüşûr, nr. 554, 555; ayrıca bk. Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 8; ibn Mâce, Zühd, 38; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhtb, nr. 5371; Hatib-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5673.
305  Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 10, Mevâkît, 9; Tirmizî, Cehennem, 9; ibn Mâce, Zühd, 38; Mâlik, el-Muvatta, Vukût, 27-28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/238, 277, 462.
306  Bu mânadaki bir hadis için bk. Müslim, Sıfatü'l-Kıyâme, 55; ibn Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/203; Zühd, nr. 129; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4404;
İMAM  GAZÂLÎ
245
biri bulunsa ve bu kişi bir kere nefes alsa, onun nefesinin hararetinden mesciddeki bütün insanlar ölürdü."307
Âlimlerden biri, "Orada ateş yüzlerini yakar"308 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: "O cehennemin ateşi bir kere onlara vurduğunda kemiklerinde hiç et kalmaz, topuklarına kadar sıyrılır."


Şimdi de cehennem ehlinin cehenneme ilk atıldıkları vakit ağlayışlarını, feryadü figanlarını, mahvolduk, işimiz bitti diye bağırışlarını düşün!
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"O gün cehennem yetmiş bin yularla ve her yularda da onu çeken yetmiş bin melekle beraber getirilir."309
Enes'in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cehennem ehline bir ağlama verilir. Öyle ağlarlar ki gözyaşları tükenir. Ardından kan ağlarlar. Öyle ağlarlar ki yüzlerinde yarıklar meydana gelir. Şayet onlardan akan bu göz yaşlarında gemiler yüzdürülse elbette yüzerdi."310
Onların ağlamalarına, vahlanmalarına, feryadü figanlarına, "Vay başımıza gelenlere, mahvolduk, helak olduk" demelerine izin verildiği sürece bir rahatlama hissederler, ancak buna da mani olunur.
Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî (rah) anlatıyor: Cehennem ehlinin beş duası vardır. Allah Teâlâ bunların dört ta-
307  Bir hadis-i şerif olarak bk. ibn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 4667; Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 39540; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5367; Ebû Ya'lâ, Müs-ned, nr. 6670; Bezzâr, Müsned, nr. 3499;
308  Mü'minûn 23/104.
309  Müslim, Cennet, 39; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 1; Hâkim, el-Müstedrek, 4/595.
310  ibn Mâce, Zühd, 38; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5434, 5435; Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 4134; Hâkim, el-Müstedrek, 4/605.
246
ÖLÜM ve SONRASI
nesine cevap verir. Beşinci duayı yapmaya kalkıştıklarında artık konuşamaz olurlar:
1. Onlar derlerdi ki: "Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mı derler."311
Bunun üzerine Allah (c.c) cevap olarak onlara der ki: Tek Allah'a ibadete çağrıldığınız zaman inkâr ederdiniz. O'na ortak koşulunca (bunu) tasdik ederdiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır."312
2.  Sonra onlar, "Ey rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve peygamberlerine tâbi olalım"'313 derler¦.
Allah Teâlâ onlara, "Daha önce sizin için bir zeval olmadığına (öldükten sonra diriltilmeyeceğinize) yemin etmemiş miydiniz?"3U diye cevap verir.
3.  Cehennemlikler, "Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım"315 derler.
Allah (c.c) onlara, "Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size bir uyarıcı da gelmişti. (Ona niçin inanmadınız) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur"316 diye cevap verir.
4. Onlar, "Rabbimiz! Azgınlığımız bizi aldattı; biz, sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız"317 diye dua ederler.
311 Mü'min 40/11.
Birinci ölüm, dünya hayatının sonunda, ikinci ölüm ise kabirde ilk sorgulama yapıldıktan sonra meydana gelecektir. Buna göre birinci dirilme kabirde sorgulama için, ikinci dirilme ise kıyametten sonra ebedî hayat içindir.
2  Mü'min 40/12.
3  ibrahim 14/44.
4  ibrahim 14/44. 15 Fâtır 35/37.
Fâtır 35/37. Mü'minûn 23/106-107.
İMAM GAZÂLÎ
247
Allah (c.c) o kâfirlere şöyle cevap verir: "Alçaldıkça al-çalın orada! Benimle konuşmayın artık!"318
Cehennem ehli Allah'ın (c.c) bu hitabının ardından bir daha ebediyen konuşamazlar. Gerçekten bu durum, azap olarak en şiddetli olanıdır.
İmam Mâlik b. Enes (rah) anlatıyor:
Zeydb. Eşlem, "Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, farketmez. Çünkü bizim için-sığmacak bir yer yoktur"319 âyetinin tefsirinde demiştir ki:
"Onlar yüz yıl sabrederler, yüz yıl sızlanırlar. Sonra yüz yıl daha sabır gösterirler ve derler ki: Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir, farketmez. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur."
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü ölüm semiz bir koç suretinde getirilir ve cennet ile cehennem arasında kesilir. Sonra, 'Ey cennet ehli! Ölümsüz olarak orada ebediyen kalın' denilir. Sonra cehennemliklere, 'Ey cehennem ehli! Ölümsüz olarak orada ebediyen kalın' denilir."320

Hasan-ı Basrî (rah) der ki: "Cehennemden bin sene sonra bir adam kurtulacak; keşke o kimse ben olsam!"321
Hz. Hüseyin (r.a) evinin bir köşesinde oturmuş ağlarken görenler, neden ağladığını sordular. Hz. Hüseyin (r.a), "Allah Teâlâ'nın beni ateşe atıp da ardından hiç önemsemeyeceğinden endişe ederim" cevabını verdi.
318  Mü'minûn 23/108.
319  ibrahim 14/21.
320  Buhârî, Tefsir, 19; ibn Mâce, Zühd, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261, 377; Hâkim, el-Müstedrek, 1/83; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7450.
321  Hasan-ı Basrî'nin bu sözü şöyle de rivayet edilmiştir: "Ey rabbim! Eğer oraya günahlarım ve kusurlarım sebebiyle girmem gerekiyorsa, beni oradan kırk bin sene sonra (yâ hannân yâ mennân diyerek) kurtulan kuldan eyle!"
248
ÖLÜM ve SONRASI
İşte, kısaca'bunlar, cehennem azabının sınıflarıdır. Yoksa onun gam, keder, üzüntü ve hasret verici azaplarının bir sonu yoktur.
Cehennem ehline en büyük ve en ağır gelen şeylerin başında, çektikleri azapla beraber kaçırdıkları cennet nimetlerinin içlerinde bıraktığı hasret, Allah'a kavuşamama ve onun rızâsından mahrum kalmanın üzüntüsü vardır. Çünkü onlar, bütün bunların hepsinin değersiz birkaç dirheme, günleri sayılı olan şu dünyanın hakir ve zelil şehvetlerine satmışlardı.
Sonra onlar keder ve üzüntü içinde, "Bu ne büyük bir hüsran ne büyük bir hasrettir ki, rabbimize isyan ederek nasıl kendimizi helak ettik! Şu günleri sayılı olan dünyada, rabbimizin bize yüklediği mükellefiyetleri nasıl yapamadık! Biraz olsun sabretseydik şimdi o günler bitmiş ve âlemlerin rabbinin huzurunda olacak, O'nun rızâsını ve hoşnutluğunu tadıyor olacaktık" derler.
Hakikaten bu, ne büyük bir pişmanlık ve ne büyük bir hasrettir. Giden gitmiş, iş işten geçmiş, felâkete saplanıp kalmışlardır. Dünya nimetlerinden ve zevklerinden yanlarında hiçbir şey kalmamıştır.
Sonra onlar, eğer cennet nimetlerini görmeseler hasret ve hüsranları bu kadar büyük olmazdı. Ancak bu nimetler ve cennet ehlinin zevkü safası onlara bizzat gösterilir. Re-sûlullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü cehennemliklerden bazılarının cennete getirilmesi emredilir. Cennete doğru yaklaşıp cennetin kokuları burunlarına gelmeye ve saraylarını seyretmeye başladıklarında,
'Onları geri çevirin, çünkü onların bunlardan bir nasibi yoktur" denilir ve gelmiş geçmiş hiçbir mahlûkatın tatmadığı, hissetmediği bir hüsranla geri dönerler ve,
İMAM  GAZÂLÎ
!49
'Ey rabbimizl Dostların için hazırladığın nimetleri ve mükâfatı göstermeden önce bizi cehenneme atsaydm, elbette bu bizim için daha hafif (bir azap) olurdu' derler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Ey isyankârlar! Ben de sizlere böyle bir azap çektirmeyi istedim. Çünkü sizler yalnız kaldığınızda büyük günahlar işliyor, insanlar içine karıştığınızda, bana karşı göstermiş olduğunuz itaatin tam aksine onlara karşı riyakâr tavırlar gösterip, saygı ve hürmetlerde bulunuyordunuz.
Onlardan korktuğunuz ve sakındığınız kadar benden korkup sakınmadınız. Onları gözünüzde büyüttüğünüz kadar beni büyük görmediniz.
İnsanlar için terkettiklerinizi benim için terketmediniz. Şimdi, sizleri ebedî mükâfattan mahrum etmekle birlikte bu elem verici azapla cezalandırıyorum."322
Ahmed b. Harb (rah) der ki: "Güneşe karşı gölgeliği tercih ederken cehennemin yanında cenneti tercih etmeyiz." Hz. İsâ (a.s) der ki: "Nice sağlam bedenler, nice güzel yüzler ve nice fasih diller vardı ki, yarın cehennemin tabakaları arasında feryadü figan edecektir."
Ey zavallı! Şimdi otur da bu tehlikeleri ve felâketleri bir düşün! Şunu da bil ki, Allah Teâlâ cehennemi, onun bütün felâketlerini, oraya girecekleri artmayacak ve eksilmeyecek bir şekilde yaratmıştır. Bu olmuş bitmiş ve hükme bağlanmış bir iştir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "(Resûlüm!)Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir."^
322   ibn Kânî', Mu'cemü's-Sahâbe, nr. 592; Heysemî, Mecmaul-Bahreyn, nr. 4947- Ta-berânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/85-86.
323  Meryem 19/39.
>50
ÖLÜM ve SONRASI
Yemin ederim ki, bu âyet-i kerime ile kıyamet gününe işaret edilmiştir. Belki de ezelde yazılı olana! Fakat yazılmış olan hüküm kıyamette ortaya çıkacaktır.
Şayet, nereye gideceğim, nereye varacağım, akıbetim ne olacak diye sorarsan ve bilmek istersen, bunun bazı alâmetleri, hoşuna gidecek belirtileri ve umutlarını tasdik edecek emareleri vardır.
O da senin, şöyle bir durumuna ve amellerine bakman-dır. Zira herkes kolayına geleni yapma sıfatında yaratılmıştır. Eğer hayır hasenat yolları sana koiaylaştırılmışsa sevin; çünkü ateşten uzaksın demektir.
Şayet, ne zaman bir hayır yapmak istesen önüne engeller çıkıyor ve seni o hayırdan uzaklaştırıyor ve bir kötülük yapmak istediğinde onun yolları sana kolaylaşıyorsa, bil ki verilen hüküm aleyhinedir. Bu aynen yağmurun bitkilerin büyümesine, dumanın da ateşin varlığına bir delil olması gibi bir şeydir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İyiler muhakkak cennette, kötülerde cehennemdedir."324
Bu iki âyet-i kerimeye iyi bak; kendinin'cennet ehlinden mi yoksa cehennem ehlinden mi olduğunu anlarsın.
Allah (c.c) en iyisini bilir.
324 infitâr 82/13-14.
İMAM  GAZALİ
251




Bil ki felâketlerini, kederlerini, üzüntü ve acılarını öğrendiğin bu cehennem diyarının karşısında başka bir yurt olan cennet vardır. Onun insana neşe ve sevinç veren ebedî nimetlerini düşün! Zira bu iki yurdun birinden uzaklaşanın diğerine düşmesi kesindir.
Cehennem ehli için hazırlanan dehşet ve felâketleri düşünerek kalbine onu korkularını yerleştir ve cennet ehli için vaad olunan o nimetleri düşünerek ümit bağlarını kuvvetlendir. Korku kamçısını nefsine tattır ve ümit yularıyla kendini doğru yola çek. Ancak böylelikle o büyük ve ebedî nimete kavuşur ve acıklı olan azaptan kurtulabilirsin.
Cennet ehlini düşün! Yüzlerinde parlayan cennet nimetlerinin verdiği parıltıyı, misk kokan içeceklerden içtiklerini, nefis beyaz incilerden yapılmış konutlar içinde kırmızı yakuttan yapılma minberlerde oturduklarını tefekkür et. Onlar cennette, harikulade güzellikteki yeşil halılar üzerinde yastıklarına yaslanarak şarap ve bal akan ırmakları seyrederler.
Etraflarını gılmanlar, vildanlar ve yüzü güzel, huyu güzel huriler sarmıştır. Onlar bembeyaz bedenleri, kırmızı
252
ÖLÜM  ve  SONRASI
dudak ve yanaklarıyla âdeta yakut ve mercan gibidirler. Onlara daha önce hiçbir insan ve cin el sürmemiştir. O huriler cennetin katmanları arasında gezinirler. Çalımlarıyla yürüdüklerinde şallarını yetmiş bin vildan omuzlar. Üzerlerinde beyaz ipekten çok güzel elbiseler vardır. Onları gören gözler hayret ve dehşet içinde kalır. Başlarındaki taçları inci ve mercanlarla kaplıdır. Nazlı, cilveli ve güzel kokuludurlar. Yaşlanmaz ve hastalanmazlar. Cennet bahçelerinin içinde, yakuttan yapılmış köşkler içinde örtünmüş sahiplerini beklemektedirler. Gözleri kocalarından başkasını görmez.
Sonra onlara ve hizmetçilerine, kâseler ve ibrikler içinde bembeyaz pınarlardan alınmış, içenlere lezzet veren içecekler ikram edilir. Kendilerine hizmette bulunmaları için âdeta saklanmış inciler misali hizmetçiler ve vildanlar emirlerine verilir. Bunların hepsi işledikleri sâlih amellerinin mükâfatıdır.
Onlar güvenilir bir yerde; cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve yüce Allah'ın huzurunda hak meclisin-dedirler. Orada pek kerîm olan Allah'ın cemâline bakar dururlar. Nimetin verdiği nurun ışıltısı yüzlerinde görülmektedir. Artık onlara ne bir toz konar ve ne de bir zillete duçar olurlar. Aksine artık onlar pek kıymetli kullardır. Rablerinin onlara vaad ettiği nimetler her taraflarından onlara gelir. İstedikleri her şey ebediyea.elleri altındadır.
Onlar orada korkmazlar ve üzülmezler. Zamanın geçip gitmesi onları tedirgin etmez.
Onlar cennetin nimetlerinden diledikleri gibi istifade ederler; onun lezzetli yiyeceklerinden yerler. Kimi zaman süt, kimi zaman bal ve bazan da taşı toprağı altın ve incilerden oluşan nehirlerden içerler.
İMAM  GAZALİ
Şaşılacak şeydir doğrusu! Şu vasfı, mahiyeti belli olan cennete güvendiği, onun ehlinin ölmeyeceğine kesin inandığı, en ufak bir bahçesinde dahi felâket ve musibetin olmadığını, ehlinin değişmeyeceğini ve yaşlanmayacağını bildiği halde insan, nasıl olur da harap olması mutlak şu fâni dünyaya muhabbet gösterir!
Yeminle söylüyorum ki, cennette sadece ölümden, aç-' lıktan ve susuzluktan emniyette olmakla birlikte beden se-.   lâmeti de bulunsaydı, bunlar bile dünyayı terk etmeye sebep olarak yeterdi.
O cennet nasıl tercih edilmesin ki! Oranın halkı emniyet ve güven içindeki padişahlar gibidir. Bütün neşe ve eğlence verici şeylerden istifade ederler. Orada hoşlarına giden her şey mevcuttur. Onlar her gün arşın önünde kerîm olan Allah'ın cemâlini seyrederler. Cennetin nimetlerinde göremediklerini O'nun cemâlini seyredince elde ederler ve başka bir şeye iltifat etmezler.
Onlar önlerinden nimetlerin yok olup gitmeyeceğinden emin bir şekilde cennetin nimetleri arasında gezinip dururlar. Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü bir melek şöyle seslenir: Artık burada hep yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Daima sıhhatli olup hiç hasta olmayacaksınız. Hep genç kalıp asla yaşlanmayacaksınız. Her zaman refah içerisinde olup asla ümitsizliğe düşmeyeceksiniz."
(Bu hadisi şerif, şu âyet-i kerimede anlatılan mânadır:) "Ve onlara (cennetliklere) şöyle seslenilir: İşte bu, amelleriniz sebebiyle kazandığınız cennettir.
'325
325 Müslim, Cennet, 22; Tirmizî, Tefsir, 40; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 11183; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/319.
254
ÖLÜM ve SONRASİ
Ne zaman cennet ve onun vasıflarını öğrenmek istersen Kur'ân-ı Kerîm oku! Zira cennet hakkında Allah ve Re-sûlü'nün beyanlarından başkası doğru olmaz.
Cennetin mahiyeti ve vasıfları hakkında daha fazla bilgi edinmek istersen Rahman sûresinin kırk altıncı âyeti olan, "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetinden başlayarak bu sûrenin sonuna kadar oku. Ayrıca Vakıa sûresi de bu konuda açıklamalar verilmektedir.
Eğer bu hususta hadis ve haber gibi kaynaklardan daha fazla tafsilât elde etmek istersen, önce kısaca bahsettiklerimiz üzerinde iyice düşün sonra detayına gir.


Üsâme b. Zeyd'den rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v) ashabına şöyle buyrumuştur:
"Dikkat edin, cennete ulaşmak için bütün gücüyle gayret edenler var mı? Cennet kendisinden korkulacak, sakınılacak bir yer değildir. Kabe'nin rabbine yemin olsun ki cennet, parlayan bir nur, sallanan bir reyhan, yüksek bir saray, akan bir nehirdir. Orada bolca olgun meyveler, güzel, süslü ve etrafına neşe saçan eşler, ebedî kalınacak olan bir makamdaki nimetler, yüksek, sağlam, güvenli ve aydınlık yurtlar vardır."
Bunları dinleyen sahabeler, "Öyleyse bizler cennete girmek için var gücümüzle çalışırız" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v), "İnşallah deyin" buyurdular ve akabinde cihattan söz edip ona teşvik ettiler.326
' ibn Mâce, Zühd, 39; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 7381; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4386; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 388.
İMAM GAZALÎ
255
Adamın biri Resûlullah'ın (s.a.v) yanına gelerek, "Yâ Resûlallah! Cennette at var mıdır? Zira ben atları çok seven biriyim" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Eğer atları gerçekten çok seviyorsan sana orada kırmızı yakuttan bir at verilir ve onunla cennette dilediğin yere uçarsın" buyurdular.
Bunun üzerine başka biri, "Yâ Resûlallah! Cennette deve var mıdır? Çünkü ben de develerden çok hoşlanıyorum" dedi. Resûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Ey Allah'ın kulu! Eğer cennete girersen canının çektiği ve gözünün aradığı her şeyi bulabilirsin."327
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) naklediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şayet cennet ehlinden biri, çocuk sahibi olmak isterse, ona dilediği güzellikte ve surette bir evlât verilir. Onun bu isteği üzerine eşi o anda hamile kalır, doğurur ve dilerse o çocuk o saatte genç bile olur."328
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Artık cennet halkı cennetteki yerlerine yerleştikleri zaman dostlar birbirlerini görmeyi arzularlar. Bunun üzerine oturdukları tahtları (aradıkları dostlarını bulmak üzere) onları gezdirmeye başlar. Bir müddet sonra birbirlerini bulurlar ve dünyada aralarında geçenleri konuşmaya başlarlar. Sonra biri,
'Kardeşim, hatırlasana! Hani o gün beraber oturup konuşmuştuk ve ardından Allah'a bizi bağışlaması için dua etmiştik de O'da bizi bağışlamıştı' der."329
327  Tirmizî, Sıfatü Cennet, 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/352; Tayâlisî, Müsned, nr. 843; Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 6700.
328  Tirmizî, Sıfatü Cennet, 23; ibn Mâce, Zühd, 39; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 39326.
329  ibn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 21/170; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 8/52; Ac-lûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/71 (nr. 197).
256
ÖLÜM ve SONRASI
İMAM  GAZALÎ
257
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkının bedenlerinde tüy ve bıyık yoktur. Sakalları da bulunmaz. Tenleri beyaz, yapıları düzgün ve gözleri sürmelidir. Otuz üç yaşındadırlar ve Âdem'in (a.s) sûretindedirler, yani boyları altmış zira (yaklaşık otuz metre), enleri ise yedi zirâdır (üç buçuk metre)."330
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Cennet ehlinden en düşük dereceye sahip olan kişinin seksen bin hizmetçisi ve yetmiş iki hanımı olur. Onun için San'a (Yemen) ile Câbiye (Dımaşk) arası büyüklüğünde yakut, mücevher ve incilerden müteşekkil bir kubbe dikilir. Bu hanım ve hizmetçilerinin her birinin başında taçlar bulunur ve bu taçlardaki en ufak inci tanesi doğu ile batı arasını aydınlatacak kadar güzeldir."331
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"(Mi'rac gecesi) cennete baktığımda deve sırtı gibi büyük narlar gördüm. Kuşları da iri ve gösterişli idi. O sırada bir câriye gözüme ilişti. Ona, 'Ey câriye! Sen kimin içinsin?' diye sordum. 'Zeyd b. Harise için' dedi. O vakit cenneti seyrettiğimde, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyecek güzellikler gördüm."332
Kâ'b Ahbâr (rah) demiştir ki: "Allah Teâlâ Âdem'i (a.s) kendi eliyle yarattı. Tevrat'ı kendi eliyle yazdı. Cenneti kendi eliyle donattı. Sonra ona konuş dediğinde cennet, 'Müminler gerçekten kurtuluşa ermiştir' dedi." İşte bunlar cennetin sıfatlarıdır.
530 Tirmizî, Sıfatu Cennet, 12; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/295; Taberânî, el-Mu'ce-mü's-Sagir, nr. 809.
331  Tirmizî, Sıfatu Cennet, 23; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 6548.
332  ibn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk, 19/371, 372; ayrıca bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 33299, 33302.



Allah Teâlâ Kitâb-ı Mübîn'inde, "Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası vardır"333 buyurmaktadır.
Bu fazlalıktan maksat Allah Teâlâ'nın cemâlini seyretmektir ki, bu da cennet ehline cennetin bütün nimetlerini dahi unutturan büyük bir hazdır.
Biz bu konunun ayrıntılarına "Muhabbet" kitabında değinmiştik. Bu hususta bid'atçıların inandıklarının tam aksine kitap ve sünnetten birçok delil getirmek mümkündür.
Cerîr b. Abdullah Bücelî (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın (s.a.v) bir dolunay gecesi, aya baktı ve şöyle buyurdu:
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiçbir namazı kaçırmayın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."33A
Cerîr der ki: Resûlullah, sonra şu âyeti okudu:
"Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile teşbih eti"335
333  Yûnus 10/26.
334  Buhârî, Mevâkîtü's-Salât, 6, 26, Tefsîr, Kaf 1, Tevhîd, 24; Müslim, Mesâcid, 211; Ebû Davud, Sünnet, 20; Tirmizî, Cennet, 16.
335  Tâhâ 20/130.
ÖLÜM ve SONRASI
Müslim Sahîrf'mde Suheyb b. Sinan'dan şu rivayeti aktarır:
Resûlullah (s.a.v), "Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası vardır"336 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur:
"Cennet halkı cennete, cehennem halkı da cehenneme
girdiği zaman bir münadi,
'Ey cennet ehli! Allah Teâlâ'nın size bir vaadi var. Onu yerine getirmek istiyor' diye seslenir. Bunun üzerine cennet ehli, 'O vaadde nedir? Allah Teâlâ tartılarımızı (rahme-tiyle) ağırlaştırmadı mı? Yüzlerimizi ak etmedi mi? Bizleri cehennemden kurtarıp cennetine koymadı mı? (Bizlere daha ne gibi bir vaadi olabilir ki?)' derler.
Derken perde kaldırılır ve cennet halkı Allah'ın cemâlini seyrederler. Onlara yüce rablerinin cemâlini seyretmekten daha büyük bir nimet verilmemiştir."337
Yüce Allah'ın cemâlinin görülmesi hakkında sahabeden pek çok kişi hadis rivayet etmiştir.
Allah Teâlâ'nın görülmesi bir kula hediye edilen nimetlerin en yücesi ve en güzelidir. Anlattığımız cennet ehline cennette verilecek bütün nimetler bu nimetin yanında unutulur, iltifat edilmez. Cennet ehlinin Allah'ı görmeleriyle başlayan bu nazlarının bir sonu yoktur, o hiç tükenmez. Hatta cennet nimetlerinin hiçbiri bu nimete kıyas dahi edilemez. Bu konuyu İhyâ'mn "Muhabbet", "Şevk" ve "Rıza" kitaplarında uzun uzadıya işlediğimizden sözü burada kesmek istiyoruz.
 Sil. 297; Tir.izî, Cenn* 16 (nr. ,552); Ibn Mâca, Zühd, 13; Tayâlis,, Müsned, nr. 1411; Bezzâr, Müsned, nr. 2087.
İMAM GAZAL
259



Kitabımızın {İhyâü Ulûmi'd-Dîn) bu son kısmını hayırlara vesile olması, bereket ve feyiz getirmesi temennisiyle Allah'ın rahmetinin enginliğini anlatan bir konu ile tamlamayı umut ediyoruz.
Resûlullah (s.a.v) işittiği şeyleri hayra ve uğura yormayı severdi.
Bizi kurtarmaya yetecek kadar amelimiz olmadığından hiç olmazsa bu hususta Resûlullah'a tâbi olmalıyız. İşte bu sebeple, kitabımızı Allah'ın rahmetini işleyen bir konu ile bitiriyoruz ve dünyada ve âhirette de akıbetimizin hayırla son bulmasını ümit ediyoruz.
Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar."33S
"(Resulüm) De ki: Ey nefislerine kötülük ederek haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."339
338  Nisa 4/48.
339  Zümer 39/53.
260
ÖLÜM ve SONRASI
"Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici olarak bulur."340
Bu ve yazdığımız diğer bütün kitaplarımızda, ayağımızın sürçtüğü, kalemimizin kaydığı her şey için Allah'tan af ve mağfiret diliyoruz.
Sözlerimizin amellerimize uymadığı hususlardaki kusurlarımızdan ötürü Allah'tan mağfiret diliyoruz.
İlim ve basiret ile Allah'ın dini hususunda iddia ettiğimiz ve ortaya koyduğumuz meselelerdeki kusurlarımızdan dolayı O'ndan mağfiret diliyoruz.
O'nun rızâsını elde etmek uğruna, kazandığımız ilmin ve yaptığımız amelin içine, rızâsının olmadığı bir şeyler karışmışsa, bu kusurumuzdan dolayı da af ve mağfiret diliyoruz.
Allah için yapmaya söz verdiğimiz, ancak daha sonraları nefsimiz sebebiyle ifa edemediğimiz borçlardan ötürü bağışlanmayı istiyoruz.
Bize kendisine şükretmemiz için verdiği, ancak ona isyan yolunda kullandığımız nimetlerden ötürü bağışlanmayı ümit ediyoruz.
Esasen sahip olduğumuz her türlü noksanlık, kusur, açık ve gizli hatalarımızdan bağışlanmayı istiyoruz.
Bizi tehlikeye götüren her türlü yapmacık davranıştan ve insanlara süslü göstermek için kitaba yazdığımız her kelimeden, konuştuğumuz her sözden ve bu türden faydalandığımız veya faydalandırdığımız her ilimden Allah'a sığınıyoruz.
Bu istiğfarlarımızdan sonra; kendimize, bu kitabı ibret ve istifade üzerine okuyanlara, onu yazanlara ve onda
340 Nisa 4/110.
İMAM GAZALİ
261
olanları dinleyenlere, Allah'ın rahmet ve mağfiretini ihsan edeceğini, görünen ve görünmeyen tüm günahlarımızı affedeceğini ümit ediyoruz. Çünkü O'nun engin ihsan ve merhameti, geniş rahmeti ve cömertliği (mümin, müslü-man) mahlûkatınm her sınıfının üzerine âdeta bir yağmur gibi akmaktadır. Zira bizler, Allah'ın (c.c) mahlûklarından biriyiz ve O'na ancak O'nun fazi ve keremiyle ulaşabiliriz. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya böldü ve ondan bir tanesini insanlar, cinler, kuşlar ve hayvanlar arasında paylaştırdı. İşte bu tek parça sayesindedir ki mahlûkat birbirlerine şefkatli ve merhametli davranır. Allah (c.c) geri kalan doksan dokuz rahmetini ise kıyamet günü mümin kullarına ihsan edecektir."341
Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ kıyamet günü arşın altında bir kitap çıkarır. O kitapta şöyle yazılıdır: "Muhakkak ki rahmetim gazabımı geçmiştir. Ben merhamet edenlerin en merhametlisiyimdir."
Sonra cennete giren  müminler kadar cehennemde azap görmeyi hak etmiş müminler de çıkarılır.342 Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ kıyamet günü mümin kullarına, gülerek tecelli eder ve onlara, 'Ey müslümanlar topluluğu! Muhakkak ki sizlerden her birinizin ateşteki yerine biryahudi ve hıris-tiyan koydum' buyurur."343
341  Müslim, Tevbe, 19, 20; ibn Mâce, Zühd, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/434; ib-nü'l-Mübârek, Zühd, nr. 842; Begavî, Şerhu's-Sünne, nr. 4179.
342  Buhârî, Tevhîd. 55; Müslim, Tevbe, 14; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, nr. 7750; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/242, 257, 358.
343  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/407; ayrıca bk. Müslim, Tevbe, 50; Ebû Ya'lâ, Müs-ned, nr. 7281; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 630.
ÖLÜM ve SONRASI
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlû kıyamet günü Âdem'e (a.s), zürriyetinden bir katrilyondan çok daha fazla kişiye şefaat etme yetkisi verir."(tm)
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Allah (c.c) müminlere, 'Bana kavuşmayı istemiş miydiniz?' diye sorar. Müminler, 'Eyrabbimiz, evet istemiştik'diye cevap verirler. Allah (c.c), 'Neden?' diye sorar. Müminler, 'Çünkü senin affını ve mağfiretini umuyoruz' derler. Bunun üzerine Allah (c.c), 'O halde ben de sizlere mağfiretimi gerekli kıldım' der ve onları bağışlar."345 Nebi (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günün Allah azze ve celle, 'Beni bir gün olsun zikredeni veya benden korkanı cehennemden çıkarın' buyurur."3*6
Resûlullah'ın (s.a.v) kıyamette müminlerin kurtuluşu hakkında anlattığı bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Cehennemde devamlı azap çekmeye müstahak olmuş cehennem ehli insanlar bir araya toplandıklarında; aralarında Allah'ın dilediği bazı kıble ehli (müslüman) kimseleri gördükleri zaman,
'Cehennemde ne işiniz var? Sizler müslüman değil miydiniz?' diye sorarlar. Onlar, 'Evet, bizler müslümandık' diye cevap verirler. Kâfirler, 'O zaman müslüman olmanızın size bir faydası olmamış; sizler de bizimle beraber ateştesiniz' derler. Müminler,
344  Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 6836; Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, nr. 5333; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/381.
345  Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/238; İbnü'l-Mübârek, Zühd, nr. 262; ibn Ebü'd-Dün-yâ, Hüsnü'z-Zannı Billah, nr. 10.
346  Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 9; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/276; Hâkim, el-Müs-tedrek, 1/70; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 1843.
İMAM  GAZALÎ
263
'Bizim günahlarımız vardı; onların cezasını çekiyoruz' diye cevap verirler. Cehennem ehlinin bu konuşmalarını işiten Allah (c.c), orada bulunan bütün kıble ehli (müslü-manlan) lutfu ve keremiyle bağışlayarak çıkarır. İşte o zaman kâfirler, 'Keşke bizler de müslüman olsaydık'347 derler."348
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Allah (c.c) mümin bir kuluna, şefkatli bir annenin yavrusuna gösterdiğinden daha fazla merhamet eder."349
Câbir b. Abdullah (r.a) der ki: "Sevapları günahlarından fazla olan kimse hesapsız cennete gider. Sevapları ve günahları eşit olan kolay bir hesabın ardından cennete gider. İşte, Resûlullah'ın (s.a.v) şefaati nefsine zulmeden ve günah yükünün altında kalan ümmetinedir."350
Rivayet edildiğine Allah (c.c) Musa'ya (a.s) şöyle vah-yetmiştir:
"Kârûn senden yardım istediğinde ona yardım etmedin. İzzetime ve celâlime yemin olsun ki, şayet o benden yardım isteseydi ona yardım eder ve günahlarını bağışlardım."
Resûlullah (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü arş tarafından şöyle bir ses gelir: Ben sizde olan haklarımı size hibe ettim, bağışladım; geri kaldı sizin birbirinize olan haklarınız. Onu da aranızda, birbirinize müsamaha göstererek helâl edin ve rahmetimle cennete girin."3S1
347  Hicr 15/2.
348  Hâkim, el-Müstedrek, 2/242; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 869; ibn Hibbân, es-Sa-hîh, nr. 7432; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 7/253.
349  Buhârî, Edebü'l-Müfred, nr. 377; 18; Müslim, Tevbe, 22; Taberânî, el-Mu'cemü's-Sa-gîr, nr. 273.
350  Rivayetin son son kısmını bir hadis olarak görmek için bk. Tirmizî, Sıfatü Kıyâme, 11; Ebû Davud, Sünnet, 23; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/213.
351  Irâkî, kendisinin bu hadisi, Ebü'l-Es'ad-ı Kuşeyrî'nin Subâiyyât adlı eserinde rivayet ettiğini söyler. Ayrıca bk. Zebîdî, İthaf, 14/634-635.
264
ÖLÜM ve SONRASI
Bedevinin biri İbn Abbas'ın (r.a), "Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı"352
âyetini okuduğunu işitince, "Vallahi, eğer Allah sizi oraya düşürmek isteseydi kimse sizleri kurtaramazdı" dedi. Bu sözleri işiten İbn Abbas (r.a), "Bunlar fakih olmayan birinin ağzından çıkan  hikmetli sözlerdir; bunları  alın istifade
edin" dedi.
Sunâbihî (rah)353 anlatıyor: Ölüm döşeğinde yatmakta olan Ubâde b. Sâmit'i ziyarete gittim. Onu gürünce ağladım. Ubâde,
"Dur biraz! Neden ağlıyorsun? Yeminle söylüyorum ki, biri hariç Resûlullah'tan (s.a.v) işittiğim ne kadar hadis varsa hepsini size anlattım. Şimdi onu da anlatmak istiyorum. Zira onu anlatmamak bana ağırlık vermeye başladı. Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:
'Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun peygamberi olduğunu şahitlik ederse, Allah (c.c) cehennem ateşini ona haram kılar.'"354
Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) naklediyor: Resulullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Allah Teâlâ kıyamet günü (mizanın önünde) ümmetimden bir adamı seçerek bütün mahlûkatın önüne çıkarır. Ardından içinde yaptığı amellerin kayıtlı bulunduğu doksan dokuz defter önüne serilir. Her birinin büyüklüğü ve uzunluğu gözünün alabildiğine geniş ve uzundur. Allah (c.c) bu kuluna,
352  Âl-i imrân 3/103.
353  Abdurrahman b. Useyle-i Sunâbihî. Yemen'de Sunâbih adlı bir kabileye mensuptur. Resulullah (s.a.v) zamanında müslüman olmuştu. Resûlullah'ın beldesine hicret etmek üzere yola çıkmış, fakat Cuhfe'ye ulaştığı sırada Resûlullah'ın vefat ettiği haberini almıştı (bk. İbnü'l-Esîr, Üsdû'l-Gâbe, 3/137).
354  Müslim, imân, 47; Tirmizî, imân, 17; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/318; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 202.
İMAM  GAZALİ
265
'Bu defterlerde yazılı olan bir şeyi inkâr ediyor musun? İşlediklerini yazmakla görevli meleklerim sana herhangi bir haksızlıkta bulunmuşlar mı?' diye sorar. Adam,
'Hayır' diye cevap verir. Allah Teâlâ,
'Peki, bir özrün, mazeretin var mı?'der.
Adam yine, 'Hayır' cevabını verir. Allah Teâlâ,
'Bilakis, katımızda senin bir iyiliğin bulunmaktadır. Bugün hiç kimseye zulüm ve haksızlık edilmez' buyurur. Sonra küçük bir kâğıt parçası çıkarılır. İçinde, 'Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah' yazılıdır. Adam,
'Ey rabbim, günahlarla dolu bunca defterin yanında şu küçük kâğıt parçası ne fayda sağlar kil' der. Allah (c.c) yine,
'Bugün hiç kimseye haksızlık edilmez' buyurur. Sonra büyük büyük defterler bir kefeye o küçük kâğıt parçası da bir kefeye konur. Küçük kâğıt büyük defterlerden ağır gelir. Zira hiçbir şey Allah'ın isminden daha ağır basa-
"355
maz.
Yine kıyameti ve sırat köprüsünü anlatan uzun bir ha-dis-i şerifin son kısmında Resulullah (s.a.v) söyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü Allah Teâlâ meleklerine,
'Kalbinde bir dinar kadar da olsa iman bulunan kimseyi cehennemden çıkarın' buyurur. Melekler de cehenneme giderek birçok insanı oradan çıkarırlar ve,
'Ey rabbimiz, emrettiğiniz gibi orada kalbinde dinar ağırlığı kadar imanı olan kimseyi bırakmadık; hepsini çıkardık' derler. Allah Teâlâ,
'Şimdi tekrar geri dönün ve kalbinde yarım dinar ağırlığınca iyilik bulduğunuz kişileri de çıkarın' buyurur. Melek-
355 Tirmizî, imân, 17; ibn Mâce, Zühd, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/213; Hâkim, el-Müstedrek, 1/6; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5559.
266
ÖLÜM ve SONRASI
ler Allah Teâlâ'nın emrettiği gibi oradan birçok insanı çıkartırlar ve O'nun huzuruna gelerek,
'Eyrabbimiz, senin dediğin gibi yaptık ve orada, kalbinde yarım dinar da olsa iyilik (iman) bulunanları çıkardık' derler. Allah Teali,
'Tekrar geri dönün ve bu sefer kalbinde zerre ağırlığı kadar da olsa iyilik (iman) bulunanları oradan çıkarın' buyurur. Bunun üzerine melekler cehenneme geri dönerler ve oradan Allah Teâlâ'nın emir buyurduğu vasıfta pek çok insanı çıkarırlar. Sonra Allah'ın (c.c) huzuruna gelerek,
'Ey rabbimiz, bize çıkarmamızı emrettiğin vasıfta olan hiçbir insanı orada bırakmadık, hepsini çıkardık' derler."
Bu hadisi rivayet eden Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) der ki: Eğer bu hadise inanmıyorsanız şu âyet-i kerimeyi okuyun:
"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir) iyilik olursa onu katlar (kat kat artırır), kendinden de büyük mükâfat verir."35e
Hadis-i şerif şöyle devam eder:
"Allah Teâlâ şöyle buyurur:
'Melekler şefaat etti, peygamberler şefaat etti, müminler şefaat etti. Sadece merhametlilerin en merhametlisi ise kaldı' der. Ardından hayatında hiç hayır işlememiş ve cehennemde yanmaktan kömür gibi olmuş müminleri tutarak cennetin kapıları önünde bulunan ve hayat suyu denilen bir suya batırır. Sonra onlar sel suyunun etrafta bıraktığı tohumlar gibi çıkarlar. Dikkat etmez misiniz ki, taşların ve ağaçların güneşe bakan kısımlarında biten otlar sarı ve yeşil olurken, gölgede kalanlar beyaz olurlar.
356 Nisa 4/40.
İMAM GAZALÎ
267
Sahabeler hayretle,
'Ey Allah'ın Resulü! Sanki çölde hayvan otlatmış bir çoban gibi anlatıyorsunuz' dediler. Resûlullah (s.a.v) anlatmaya devam etti:
İşte onlarda inci gibi bembeyazdırlar. Fakat alınlarında (cehennemden geldiklerine dair) bir mühür vardır. Cennetlikler bu mühür sayesinde onları tanırlar ve,
'Bunlar, Allah Teâlâ'nın hiçbir amel ve hayırları olmamasına rağmen cennete soktuğu kimselerdir' derler. Allah (c.c) sonra bu kimselere,
'Haydi, cennete girin. Gördüğünüz her şey sizindir'der. Onlar,
'Ey rabbimizl Âlemde hiçbir kimseye nasip etmediğini bize verdin' derler. Allah Teâlâ,
'Sizin için katımda bundan daha üstünü de var, der. Onlar,
'Ey rabbimizl Bundan daha üstün şey ne olabilir ki?' diye hayretle sorarlar. Allah Teâlâ,
'Sizlerden razı olmam ve bundan sonra ebediyen size kızmamamdır' buyurur."357


İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v) yanımıza çıkageldi ve,
"(Mahşer meydanı gözümün önüne getirildi ve) bütün ümmetler bana gösterildi. Bazı peygamberler vardı ki yanında bir adamla, bazısı iki, bazısı tek başına, bazısı da arkasında ufak bir toplulukla geçiyordu. Sonra büyük bir
357 Hadisin tamamı için bk. Müslim, imân, 302; ayrıca bk. Buhârî, imân, 15; Rikâk, 51; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 10.
kalabalık gördüm. Onların benim ümmetim olmasını temenni ettim, fakat, 'Onlar Musa (a.s) ve ümmetidir' denildi. Sonra, 'Şu tarafa baki' denildi. O tarafa doğru baktığımda âdeta ufku kaplamış bir kalabalık gördüm. Ardından, 'Şu taraflara, şu taraflara da baki' denildi. O tarafa doğru baktığımda aynı onun kadar bir kalabalık gördüm. Sonra bana, 'İşte onlar senin ümmetindir. Bunlarla birlikte yetmiş bin kişi daha hesapsız cennete girecektir' denildi."
Bu hadisin ardından insanlar dağıldı. Resûlullah (s.a.v) hesapsız cennete girecekler hakkında bir açıklama yapmamıştı. Sahabeler aralarında onların kimler olduğunu konuşmaya başladılar ve,
"Bizler şirk ortamında (putlara tapılan bir zamanda) doğduk. Fakat Allah ve Resûlü'ne iman ettik. Onlar olsa olsa bizim çocuklarımız ve torunlarımızdır" dediler.
Sahabelerin bu şekilde konuşmaları Resûlullah'a ulaşınca,
"Onlar vücutlarını dağlamayan (dövme yaptırmayan), sihir ve büyü ile uğraşmayan, olan olaylardan uğursuzluk çıkarmayan ve yalnızca rablerine tevekkül eden kimseler-
dir" buyurdular.
Bunun üzerine Ukkâşe (b. Muhsin) (r.a) ayağa kalkarak,
"Ey Allah'ın Resulü! Benim de o kimselerden olmam
için dua et" dedi. Resûlullah (s.a.v),
"Sen onlardansın" buyurdular. Bu sefer başka biri kalktı ve Ukkâşe'nin (r.a) söylediklerini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v) ona,
"Bu hususta Ukkâşe seni geçti" buyurdular.358
358 Buhârî, Rikâk, 5; Müslim, imân, 374; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme, 16; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/171; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 1163.
İMAM GAZALİ'
269
Ebû Zer-i Gıfârî (r.a) aktarıyor: Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattılar:
"Cebrail (a.s) (Medine'deki) Harre civarında bana gözüktü ve,
'Ümmetinden Allah'a şirk koşmadan ölenlerin cennete gireceğini müjdele' dedi. Ben,
'Ey Cebrail I Şayet zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum,
'Evet, zina ve hırsızlık yapsa dal' diye karşılık verdi. Ben tekrar,
'Zina yapsa, hırsızlık etse de mi? diye sordum.
'Zina etse ve hırsızlık yapsa da' diye karşılık verdi. Tekrar,
'Zina etse ve de hırsızlık yapsa da mı?' diye sorduğumda,
'Zina etse, hırsızlık yapsa ve içki de içse de (iman üzere ölenler cennete girer)' diye cevap verdi."359
Ebü'd-Derdâ (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v), "Rabbi-nin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"360 âyetini okuduğunda,
"Ey Allah'ın Resulü! Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır" âyetini okudu. Ben tekrar,
"Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum, yine,
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır"âyetini okudu. Bir daha, "Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sorduğumda,
359  Buhârî, Tevhîd, 33; Müslim, imân, 153; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5161; Bezzâr, Müsned, nr. 3997.
360  Rahman 55/46.
İMAM  GAZALÎ
27 ı
"Her ne kadar bu Ebü'd-Derdâ'nın tuhafına gitse de
(durum böy/ed/'rj"buyurdular.361
Peygamber (s.a.v) buyuruyor:
"Kıyamet günü olunca, her mümine öteki milletlerin kâfirlerinden bir adam verilir ve 'İşte bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir' denilir."362
Müslim Sahîh adlı eserinde Ebû Bürde'den (b. Ebî Mu-sa-i Eş'arî) şöyle naklediyor:
Ömer b. Abdülaziz babası kanalıyla Musa-i Eş'arî'den
gelen şu rivayeti aktarır:
"Bir müslüman öldüğünde Allah (c.c) mutlaka onun yerine biryahudiyi veya hıristiyanı ateşe koyar."363
Bu hadisi işiten Ömer b. Abdülaziz, hadisi rivayet eden kişiye üç defa, babasının gerçekten böyle bir hadis rivayet ettiğine dair yemin ettirdi; o da üç defa yemin etti.
Sahih rivayetlerle gelen bir haberde şöyle anlatılmıştır: Yazın ortası ve çok sıcak bir gündü. Savaşlardan esir düşenler bir pazaryerinde satılmakta, bunların arasında küçük bir çocuk da bulunmaktaydı. O sırada topluluğun arasında bir kadının gözü bu çocuğa ilişti. Kadın bir sıçrayışta çocuğunun yanına geldi. Kadını esir alanlar da onun arkasına düştüler. Kadın yavrusunu kucağına alıp onu bağrına bastı, sırtını taşlara doğru verip yavrusunu güneşten korumaya çalıştı ve "Oğlum oğlum!" diye onu öpüp koklamaya başladı. Bunu gören bütün herkes ağladı. Bu sırada Resûlullah (s.a.v) çıkageldi. Olanlar kendisine anlatılınca insanların bu merhametine çok sevindi ve,
"Bir annenin yavrusuna olan şefkati çok hoşunuza gitti, öyle değil mi?" diye sordu. Oradakiler,
361 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/442, 447; Taberânî, Müsnedü'ş-Şâmiyyîn, nr. 2113;
el-Evsat, nr. 2953.
3K Müslim, Tevbe, 49; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/409. 363 Müslim, Tevbe, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/391.
"Evet" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz Allah Teâlâ hepinize, bu annenin yavrusuna gösterdiği şefkatten daha şefkatli ve merhametlidir."364
Bu büyük müjdeyi işiten müminler neşe ve sevinç içinde oradan dağıldılar.
Gerek bu hadisler, gerekse //?yâ'nın "Recâ (Ümit)" kitabında aktardığımız hadis-i şerifler, bizlere Allah Teâlâ'nm rahmet ve merhametinin ne denli engin olduğunu göstermekte ve müjdelemektedir.
Yüce Allah'tan bize, hak ettiklerimizle değil, lutfu, ihsanı ve merhametiyle muamele etmesini temenni ediyoruz.
Hamdolsun âlemlerin rabbi yüce Allah'a.
4 Ekim 2004 Samandıra/İstanbul




364 Buhârî, Edebül-Müfred, nr. 377; 18; Müslim, Tevbe, 22; Taberânî, el-Mu'cemü's-Sa-gîr, nr. 273.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion