31 Mayıs 2020 Pazar

Abdülhamit Han Ve Theodor Herzl

Abdülhamit Han Ve Theodor Herzl 
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN ve Yahudilerin temsilcisi Teodor Hertzel (FİLİSTİN-KUDÜS)KAYNAK: M.M. GRUBU BAŞKANI Albay Hüsamettin Ertürk'ün Hatıraları, Iki Devrin Perde Arkası Yazan: Samih Nafiz Tansu, Pınar yayınevi, 1.BASKI 1964 Sayfa: 44-45 (''KUDÜS İÇİN HER KAÇ MİLYON ALTIN İSTERSENİZ, DERHAL TAKDİME AMADEYİZ, DEMEZ Mİ? KAN BEYNİME SIÇRAMIŞTI.''-''Terk edin burayı VATAN PARA İLE SATILMAZ, DİYE BAĞIRMIŞTIM.  İçeri giren saray adamlarına da her ikisini almalarını söylemiştim.'') Arkadaşım süvari Yüzbaşısı Debreli Zinnun bana şunu anlatmıştı. 
-Sultan Abdülhamidin (31.08.1876 – 27.04.1909) muhafazadına memur olduğum yıllarda sakıt (Sultan Abdülhamid) hükümdar bir gün bana dert yanmış, şöyle demişti: -Bana en çok dokunan, BİR MASON TASLAĞI YAHUDİNİN HAL-TAHTAN İNDİRME kararını tebliğ edişi olmuştur.
Yıldız Sarayına gelen mebuslar (milletvekili) heyetinde  SELANİK YAHUDİSİ EMANUEL KARASUYU HİÇ UNUTAMIYORUM.  Bu suretle makamı HİLAFETE HAKARET EDİLMİŞTİR.  Yahudilerin, HAZRETİ PEYGAMBER ZAMANINDAN BERİ SADRI İSLAMA VE MAKAMI HİLAFETE KARŞI DUYDUKLARI KİN VE NEFRET CÜMLE -HERKESİN MALUMU-BİLGİSİDİR… Ben OSMANLI TAHTINDA iken, SİYONİSTLİK DAVASI için bir gün huzuruma beynelmilel (Uluslararası) YAHUDİ TEŞKİLATININ kurucusu Teodor Herzzel ile Hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayında kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. 
Her ikisi Yahudiler için bir YURT-VATAN DİLEĞİNDE İDİLER. 
Bunun için de KUDÜSÜ gösteriyorlardı. 
Hatta utanmadan o TEODOR HERTZEL:
– Zatı Haşmetpenahilerine(Sultanımızı) arzederim ki, 
KUDÜS İÇİN HER KAÇ MİLYON ALTIN İSTERSENİZ, DERHAL TAKDİME AMADEYİZ, DEMEZ Mİ? KAN BEYNİME SIÇRAMIŞTI. 
Düşün ki Yüzbaşıi makamı SALTANATIMIZA BU İKİ YAHUDİ RUŞVET TEKLİFİ CESARETİNDE BULUNMUŞLARDI.
– Terk edin burayı VATAN PARA İLE SATILMAZ, DİYE BAĞIRMIŞTIM. 
İçeri giren saray adamlarına da her ikisini almalarını söylemiştim. 
İŞTE BUNDAN SONRA YAHUDİLER, BANA DÜŞMAN OLDULAR. 
Şimdi Selanikte çektiklerim, Yahudilere YURT GÖSTERMEYİŞİMİN CEZASIDIR!…
– Arkadaşım Süvarı Yüzbaşısı Zinnun, Milli Micadele yıllarında bana bu hikayeyi sık sık tekrarladı. Şimdi bu acı günlerden sonra epey zaman geçti…
NOT: 27 NİSAN 1909'da TAHTAN İNDİRİLMESİ İLE YAHUDİLER FİLİSTİNDE TOPRAK SATIŞI İZİNİNİ ALMIŞLARDI ( İTTİHATÇILAR İKTİDARDAYDI..,İTTİHATÇILARIN İÇİNDE MASONLAR, SELANİK YAHUDİLERİ-SEBATEYİSLER VEYA DÖNMELER ) Sultan II. Abdülhamid Han Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı ve 99. İslam halifesidir.
PADİŞAHLIĞI: 31 AĞUSTOS 1876 – 27 NİSAN 1909
*-İttihad ve Terakki tarafından (ÇOĞUNLUĞU MASON, SELANİK YAHUDİSİ(DÖNME-SEBATEYİST)) kurulan Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girerek şehre hâkim olmasından sonra Meclis-i Meb‘ûsan’ın 27 Nisan 1909 tarihli olağanüstü oturumunda Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesine karar verilmiştir.
*-Hal edilmesinin hemen ardından Sultan II. Abdülhamid, Selanik’te Alâtini Köşkü’nde göz hapsinde tutuldu. Balkan Savaşı’nın(8 Ekim 1912-29 Eylül 1913 çıkması üzerine 1912 yılında İstanbul’a getirilerek, kendisine tahsis edilmekle beraber sadece birkaç odasını kullandığı Boğaz’ın Anadolu yakasındaki Beylerbeyi Sarayı’nda zorunlu ikâmete tabi tutuldu.
*- Altı yıl sürecek bu ikametle Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı’nda en uzun kalan kişi olmuştur.
*-10 Şubat 1918 tarihinde aynı sarayda vefat eden sâbık Sultan, dedesi Sultan II. Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesine defnedilmiştir. 
PEKİ NEDEN TAHTAN İNDİRİLDİ? 
Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilmesi için uğraşanların sayısına baktığımız zaman şaşırmamak elde değil. Dışarıdan olanlar:
1. İngilizler Sultan'ın kurt politikalarından çok rahatsız olmuşlardı. Yemen'den, Umman Denizi'ne, Mısır, Kızıldeniz ve Afrika'nın içlerinden Hindistan Kıtası'na kadar Sultan'ın varlığı ve politikaları İngilizler'i sınırlıyordu. Özellikle Hicaz Demir Yolu inşaatını ağırlıklı olarak Almanlar'a vermesi, İngilizler'i daha da rahatsız etmişti.
2. Avusturya Devleti de Bosna ve Hersek'i ilhak edememesinin önünde tek engel olarak Sultan Abdulhamid'i görmüştü.
3. İtalya 1880'lerden beri Trablusgarp üzerinde hak iddia ediyordu. Bu nedenle Sultan Abdulhamid buraya iyi bir diplomat Vali tayin ederek İtalyanlar'ın Trablusgarp'ta mülk almalarını, ticaret yapmalarını ve imtiyaz almalarını engelledi. Bununla da kalmayarak Trablusgarp halkından oluşan Hamidiye Alayları adlı özel askeri birlikler oluşturdu. Bu bölgede bulunan tabyaları güçlendirdi. Ayrıca bir Tümen'den fazla Osmanlı askeri de bölgede bulunuyordu ( 1909'da bu Tümen'den 11 Tabur Yemen isyanı için gönderilmişti. ). 
 4. Fransızlar da Suriye ve çevresinde gözleri vardı. Ayrıca Sultan'ın Tunus, Cezair ve Fas üzerindeki etkisi, onlara zaman zaman askeri yardımlar yapması, Fransızları rahatsız ediyordu. 
5. Yunanistan ve Sırbistan topraklarını genişletmek istiyordu. 
 6. Rusya Balkanlar'ı ve Boğazlar'ı almak istiyordu. Doğuda da Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu üzerinde gözü vardı. 7. Siyonist Yahudiler: Bunlar bilindiği gibi Filistin topraklarını elde etmek için 1880'lerden itibaren çalışmalarını hızlandırmışlarsa da en büyük engel olarak Sultan Abdulhamid'i görüyorlardı. Çünkü Sultan Yahudiler'in yapmak istediklerini çok önceden sezdiği için Yahudiler'in Filistin'den toprak almalarını yasaklamış yerleşmelerini de engellemiştir. Yahudiler'in Sultan'a Filistin karşılığında Osmanlı Devleti'nin borçları da dahil büyük paralar teklif etmelerine karşılık bunu hakaret kabul ederek daha da sert tedbirler almış, onlara hiç yüz vermemiştir. 1880'lerin sonunda Avrupa basınında Sultan Abdulhamid ve Osmanlı Devleti hakkında akıl almaz bir karalama kampanyası başladığını görüyoruz. 
Özellikle Hıristiyan tebaya zulmedildiği işlenerek, Osmanlı Devleti sürekli kötü gösteriliyor. İleride Osmanlı Devleti ile olabilecek bir savaşta Avrupa kamuoyunda Osmanlı aleyhtarı bir hava oluşturmak için bunlar yapılıyordu. İçeriden tahttan inmesini isteyenler: 1. İttihat ve Terakki örgütü. Bu örgüt özellikle Balkanlar'da örgütlendikte sonra, Sultan Abdulhamid'i tahttan indirip, devlet yönetimini eline geçirmkek için devletin dostu düşmanı demeden herkesle anlaşmaya çalışmıştır. Özellikle orduya sızmaya çalışarak Sultan'ı tahttan indirmek için çalıştı ve muvaffak oldu. 
 2. Bulgarlar: Bir an önce bağımsız olmak için Ruslar'ın desteğiyle iç karışıklık çıkarmaya çalışıyorlardı. 
3. Ermeniler: Özellilke doğuda bağımsız bir devlet kurmak için sürekli İmparatorluğun bir çok yerinde karışıklıklar çıkararak Avrupa Devletleri ve Rusya'yı Ermeni Devleti kurulmasına ikna etmek için çok çalıştılar. Özellikle Avrupa basınına Ermenilerin öldürüldüğüne dair sürekli yalan haberler yaymaya çalıştılar. Ermeni Devleti'nin kurulmasına en büyük engel Sultan Abdulhamid'i görüyorlardı. 
Bu nedenle 11905'te Cuma Namazı çıkışında suikast teşebbüsünde bulundularsa da, Sultan'ı öldüremediler.
 4. Bazı devlet adamları ve aydın geçinenler. Bunlar devletin düşmanlarının yapmak istediklerini kavrayamayan, Sultan'ın yaptığı çalışmaları göremeyen hayalperest insanlardı. Sultan Abdulhamid'in yetkileri elinden alındıktan ve tahttan indirildikten sonra olaylar çok hızlı cereyan etti: Bulgaristan Müslümanların elinden çıktı. O zamanlar nüfusun %70'ten fazla Müslüman olan Bulgaristan'da bugün dinlerini doğru dürüst bilemeyen %20'lik bir azınlık Müslümanlardan söz edebiliriz. 
Bosna ve Hersek'i Avusturya tamamen ilhak ederek kendi toprakları saydı. O gün bu gündür Bosnalılar hala Hıristiyan baskısı ve korkusu altında yaşıyorlar. Trablusgarp'in işgali ile başlayan Trablusgarp savaşı: Libyalı Müslüman kardeşlerimiz için büyük bir zulüm ve katliam dönemi başladı. Birinci Balkan Savaşı 1911-12 : Balkanlarda milyonlarca Müslüman'ın yerinden yurdundan olduğu, yüz binlercesinin de öldürüldüğü felaket savaşı. 
 İkinci Balkan Savaşı 1912-13 : Birinci Balkan Savaşı'nda kaybedilen toprakların bir kısmının geri alındığı savaş. Birinci Dünya Savaşı : İslam tarihinde Ümmet'in bu kadar büyük çapta bir felaket ve istila yaşadığı bir savaşı hatırlamıyorum. Moğol İstilası olduğu zaman bile bağımsız İslam Devletleri vardı. Bu savaştan sonra bağımsızlığını 1970'lere kadar alamayan eski Osmanlı toprakları olmuştur. 
 İmparatorluğun bitmeyen son yüz yılı bitti. Ondan sonra başlayan 1900'lü yıllardan 2000'li yıllara kadar insanlık doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde dünya savaşlarıyla ne tür felaketler yaşadığını hepimiz biliyoruz. Bu felaketlerde en büyük mağdur ve mazlum, sahipsiz bırakılıp sömürülen Alem-i İslam olmuştur. İslam coğrafyası baştan başa uzun süre işgal edilmiş, direnenler katliama uğratılmış, hızla dininden ve tarihinden koparılarak kişiliksiz insanlar yığınına dönüştürülmeye çalışılmıştır. Şu Afganistan'a bakın. 
Kırk yıla yakındır işgal altında. Biri gidiyor, diğeri geliyor. Önce Komünist Rusya şimdi de Kapitalist Avrupa. Irak ve başka İslam beldeleri de bu yüzyılda iki üç defa işgale uğradı. Sonra da Müslümanlar neden geri diye soruyorlar? Kırk yıl bir ülkeyi işgal ve talan et, sonra da bunların geriliğini diline dola? Gerçekte Osmanlı devleti yönettiği toprakların halkının devletiydi. Müslümanlar arasında ayrılık yoktu. Ne olduysa Sultan Abdulhamid tahttan indirildikten sonra oldu. 
Türklerle Araplar arasındaki sorunlar da İttihatçılar'ın elinde başladı. İttihatçılar'dan da her milletten insanlar vardı. Sultan Abdulhamid'i tahttan indirenler, farkında olmadan Osmanlı İmparatorluğu'nu da tarih sahnesinden indirmiş oldular. 
27 Nisan 1909'da Meclis-i Mebusan'dan dört üye Padişah'a tahttan indirildiğine dair haber verecekti. Ayandan Arif Hikmet Paşa, Esat Paşa, Ermeni Katolik Cemaati'nden Aram Efendi ile Selanik Yahudi Cemaati'nden Karasu Efendi. Her gün 14 saat ülkeye hizmet etmiş Müslümanlar'ın Halifesi Sultan'ını aşağılamak için gönderdikleri heyete bakın? 
Abdülhamid Han ve Siyonizm
Filistin İşgali Filistin toprakları ve bilhassa Kudüs şehri ticarî, ziraî ve jeopolitik açıdan bütün büyük devletlerin alaka gösterdiği topraklardır. Buna bir de Kudüs’ün Müslüman, Hristiyan ve Yahudi inanışı için vazgeçilemez olduğunu eklediğimizde Filistin’in kıymetini ve meselenin çetrefilliğini idrak etmeye başlıyoruz. Bu makalede ortaya koymak istediğimiz husus ise İsrail devletinin temellerini atan Siyonist hareketin ne olduğu ve son halife Abdülhamid Han’ın Siyonist projeye mani olmak için nasıl bir mücadele verdiğidir. 
Bununla birlikte tıpkı Abdülhamid Han’ın üstlendiği misyonu devam ettirerek Çin’den ABD’ye kadar ümmet-i Muhammed (sav) coğrafyasına ve bilhassa Kudüs’e büyük ihtimam göstermesiyle tanınan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Filistin Meselesi’ne yaptığı katkılar bu yazıda hatırlatılan tarihî gerçekler doğrultusunda yeniden değerlendirilecektir.
Theodore Herzl Siyonizm denilince ilk açıklanması gereken Siyon-izm kavramından bahsetmek gerekir. Çünkü Siyonizm fikri ve hareketinin temelleri Yahudiler’in ‘mesihlik’ ve ‘arz-ı mevud’ akidesine dayanır. Eski Ahit’ten çıkartılan bu akideye göre, sınırları Nil Nehri ile Fırat Nehri arasındaki bölgeyi kapsayacak şekilde genişletilen, Siyon (Kudüs) şehrinin merkez olduğu, Hz. Davud (as) tarafından fethedilmiş ve Hz. Süleyman’ın (as) mabedini yaptırdığı bu toprakları tanrı Yahudilere vadetmiştir (Tevrat, II. Samuel, 5/7.) Hz. Musa (as) Mısır firavununun zulmünden İsrailoğulları ile birlikte hicret ederken bu yolda vefat etmiştir.
Hz. Davud (A.S.) Kabri Tarihin neredeyse hiçbir zamanında ciddi bir siyasî kuvvete kavuşamayan Yahudiler çeşitli devletler tarafından sürgün edilmişler, Afrika-Avrupa-Balkanlar-Anadolu ve Rusya’ya dağılmışlardır. Siyonizm hareketi ise, Mesih’i beklemeden, dünyaya dağılmış olan Yahudilerin vatana geri dönüş yapmak için Kudüs’ün (Siyon) başkent olduğu Filistin’de ne pahasına olursa olsun İsrail devletini kurma projesidir. Siyonizm’in tüm arka planı Yahudilik’e dayansa da Siyonizm fikrini ilk ortaya atan İngiltere
İngiltere Karikatürü Abdülhamid Han’a atfedilen çok meşhur bir söz vardır: hangi taşı kaldırsam, altından İngiliz parmağı çıkıyor” Abdülhamid’e bu sözü söyleten, İngiltere’nin teknolojik zaferler neticesinde dünyanın bir numaralı deniz gücü haline gelerek kolonyalist bir imparatorluk kurmasıdır. Yani İngiltere sermaye, silah teknolojisi ve deniz gücü ile İngiltere Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar uzanan bir bölgede nüfuz sahibiydi. Dolayısıyla Abdülhamid’in düşmanlığını kazanmak pahasına 1882’de Mısır’ı işgal ederek Filistin’e komşu olan İngiltere, Filistin’de tamamen kendisine bağlı bir kitle oluşturmak istiyordu. Kudüs’teki Ortodokslar Rusya’yı ve Katolikler ise Fransa’yı desteklerken, İngiliz Quarterly Review gibi dergi ve gazeteler ‘İsrail vatanı’ kavramını alenen dillendirmeye başladılar. Londra Yahudileri Cemiyeti ve İngiltere’nin Kudüs Konsolosluğu bütün varlığını bu Siyonist emelin gerçekleşmesine hasretmişti. İngiltere’nin kolonyalist emelleri Avrupa ve Rusya’da yükselen anti-semitizmle büyük bir ilerleme kat edecekti.

Fransız Yüzbaşısı Yahudi Dreyfus 19. Asır sonlarında Avrupa’nın ırkçılığı ve Hristiyanların aşırı ayrımcı muameleleri yüzbinlerce Yahudi’nin yaşamasını tehdit eder hale geldi. Şehirli Yahudiler bilim adamı ya da tüccar olarak toplumda büyük söz sahibi değillerdi fakat bilgi ve sermaye sahibiydiler. 1894 yılında bir iftira olduğu sonradan ispatlanan Fransız ordusundaki Yahudi Yüzbaşı Dreyfus sadece Yahudi olduğu için ihanet suçundan müebbet hapse mahkum edilince Yahudi kimliğinin aşağılanması bütün Avrupa basınına ve kamuoyuna yansıdı. Diğer taraftan Rusya’da ve Romanya’da Yahudi olmak ve ölmek eşdeğer kavramlar olmaya başlamıştı. Buralarda yaşanan Yahudi katliamları (‘pogrom’) kitlesel Yahudi göçlerini başlattı. Yahudiler’in kitlesel olarak “anavatana göçmeyi” ifade eden ‘aliyah’, Abdülhamid Han’ın tahtta olduğu 1882 yılında Ruslar’ın yaptığı Yahudi katliamı sonucu başlamıştır. Sonuçta bilgili, kültürlü ve Yahudi şeriatında faizin hoş görülmesi hasebiyle sermaye sahibi bir toplum olarak Yahudiler Avrupa şehirlerinde tüccarlık, akademisyenlik ve bankerlik yapmaya başladılar ve Theodore Herzl ile teşkilatlanma konusunda zirveye ulaştılar.

İsrail'in İlan Edilişi Siyasi Syonizmin kurucusu olarak bilinen Theodore Herzl Yahudiler için büyük anlam ifade etmektedir. Hatta İsrail devleti kurulduğunda ülkenin 1. Başbakanı Ben-Gurion, Herzl’in portresinin altında poz vermiştir.

Theodore Herzl Viyanalı bir Yahudi olan Herzl şehirli ve eğitimlidir. Viyana Ünv.’den hukuk diplomasını aldıktan sonra ihtisasını yine Roma hukuku üzerine yapmış, fakat meslek olarak gazetecilikte karar kılmıştır. Aslında Herzl bütün hayatını ve akademik kariyerini bir İsrail devleti kurmak üzere planlamasa da süreç onu o noktaya getirdi. Çünkü ticarette ve akademide çok faal olan Yahudi toplumu Avrupa’da kesin bir şekilde dışlanıyordu. Dreyfus Davası’nda sadece Yahudi olduğu için müebbete mahkum edilen yüzbaşının davasını gazeteci olarak izleyen Herzl, 1894’ten ölümüne kadarki on yılını Siyonizm’in tüm Avrupa’da diplomatik olarak teşkilatlanmasına adamıştır. 1896’da teorik bir eser olan, Der Judenstaat Versuch einer modernen Lösung der Judenfrage (Yahudi Devleti: Yahudi meselesi için modern bir çözüm)kitabını yayımlamıştır. Çok ilginçtir ki dünyanın en muktedir adamlarından biri olarak temayüz eden Hitler’in Kavgam adlı kitabından daha kalıcı bir etki bırakmıştır.

1. Kongre Herzl’in ikinci en önemli icraatı ise 1897’de   Dünya Siyonist Teşkilatı’nı kurup bir beyanname yayımlamasıdır. Buna göre, Siyonizm Yahudi halkına kamu güvencesi altında (yani Osmanlı yönetimi ya da İngiltere yönetimi altında) Filistin’de bir yurt kurulmasını amaçlamaktadır. Siyonist Teşkilatı’nın kuruluşundan itibaren Herzl her yıl Siyonist kongreleri tertip etmeye devam etti. Herzl Yahudileri bir yurt kurmaya mâlî ve siyasî olarak teşvik ederken, askerî zafiyetlerini uluslararası destekle aşmaya çalıştı. 1898’de Abdülhamid Han’ın dostu ve müttefiki Almanya Kayzeri II. Wilhelm’in desteğini alabilmek için onun İstanbul ve Kudüs seyahatlerine katıldı. Herzl 1904’te ölene kadar Yahudi alimlerini, tüccarlarını, halkını ve İngiltere gibi kendilerine destek veren ülke diplomatlarını ve meşhur Yahudi zengini Lord Rothschild’a kadar uzanan büyük bir teşkilatlanma ağını, Osmanlı Filistini’nine karşı örgütleyecekti.

Macar Yahudisi ve Çifte Casus Arminius Vambery Osmanlı İmparatorluğu’nun ciddiyetini anlayamayan Herzl’in Filistin civarında bir Yahudi devleti kurmaya yönelik planı, Yahudi sermayesinden ve bilhassa Lord Rothschild’dan alınan para ile Osmanlı Devleti’nden büyük bir toprak parçası satın almaktı. Sultan Abdülhamid ile irtibata geçmeye çalışan Herzl iki diplomatik kaynaktan Sultan’a ulaşmaya çalıştı. Birincisi Polonyalı bir zengin olan Philip Nevlinski diğeri ise bir Macar Yahudisi olan Türkiyatçı Arminius Vambery’di.


’ tasarısını Sultan’a arz etmiş fakat Abdülhamid Han’dan Herzl’in bütün hayallerini suya düşürecek olan şu meşhur cevabı almıştır: “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar... Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler.” Abdülhamid Han’dan kesin bir ret cevabı alan Herzl bundan sonra pazarlığını Filistin’de Osmanlı’ya tâbi bir Yahudi devleti karşılığında Abdülhamid Han’ı en çok sıkıştıran meselelerden biri olan Osmanlı borçlarının birleştirilmesi ve tek kalemde Yahudi sermayesi tarafından silinmesi üzerinden yapmaya çalışacaktı.

Sultan Abdülhamid ve Theodore Herzl 1899’da Nevlinski’nin ölümü üzerine Macar Yahudisi Vambery aracılığıyla Sultan’a ulaşmaya çalışan Herzl bu sefer 1901’de Abdülhamid Han’la yüzyüze görüşmeyi başardı. Aralarında Osmanlı maliyesinin tahkimi ve Osmanlı topraklarındaki madenlerin değerlendirilmesi hakkında bir görüşme gerçekleşti. Yani diplomasi dehası olarak bilinen Abdülhamid Han, Herzl ile yaptığı görüşmede Yahudi devleti projesi hakkında değil, Herzl’in Osmanlı’ya nasıl hizmetler verebileceğine dair bir sohbet gerçekleştirdi; zaten yukarıda alıntılanan sert cevaptan sonra bir padişah bu kadar sert bir fikir değişikliğine gidip Filistin’i Herzl’in şahsî bir projesi olarak konuşamazdı. Burada ilginç olan Abdülhamid Han’ın yaptığı diplomasidir. Çünkü Osmanlı maliyesine dair Fransızlarla yaptığı pazarlığa karşı ve Ermeni meselesinde Avrupa’da yapabileceği katkıları düşünerek Herzl’i sadece bir Osmanlı kozu olarak kullanmaya çalışmıştır Sultan Abdülhamid.
Yahudi Pogromu Diğer taraftan bilhassa Rusya ve Romanya’daki katliamlardan kaçmak zorunda kalan Yahudiler çeşitli diplomatik hilelerle Osmanlı’ya ve Kudüs’e yerleşmeye ve toprak satın almaya çalışıyorlardı. Yahudilerin Filistin’e sızma kve toprak koparmak için yaptıklarını şöyle tasnif edebiliriz: Yahudiliğini gizleyip İngiliz, Fransız, Alman vs. vatandaşı gözükerek yerleşmek ve toprak satın almak, Emekli olmuş yaşlı bir Yahudi gibi göstererek ömrünün son günlerini geçirmek için izin almak ve toprak satın almak, İltica talebi, Lord Rothschild ve diğerleriyle kurulan Yahudi tarım şirketleri adına toprak almak, Hile ile gizlice Filistin’e sızarak yabancı konsolosluklara sığınmak, 3 aylığına hacca geldikten sonra geri dönüş yapmadan yerleşmek.
Yahudi Göçleri Meselesi Hakkında Bir Daire-i Hariciye Vesikası Bu taktikleri kullanan Yahudilere ve Siyonist projeye mani olabilmek için Sultan Abdülhamid birçok tedbir aldı. 1883’te bir irade-i seniyye ile Yahudilere mülk satışı yasaklandı. Üstüne üstlük padişah Hazine-i Hassa’daki şahsî mal varlığı ile Filistin’de birçok araziyi satın alarak, Yahudilerin toprak alımlarına kesin çözüm bulmak istemiştir. 1891’de çıkartılan bir irade-i seniyye ile hiçbir Yahudi’nin Osmanlı vatandaşlığına alınmasına izin vermemiştir. En sonunda ise Yahudilerin sadece Filistin’de değil Osmanlı toprağı olan hiçbir yerde toprak ve mülk satın alamayacağına dair bir emir yayımlanmıştır.

Osmanlı'yı Güneyde Kim Vurmuştu?


Osmanlı'yı Güneyde Kim Vurmuştu?
 Güney’de Nesturiler, Araplar ve Yahudiler 
Osmanlı Doğu cephesinde Ruslar, Ermeniler ve Nesturilerin savaş oyunlarıyla mücadele ederken, güney cephesinde ilk ihaneti Yahudilerden görmüştü.
Yahudi Katır Alayları Çanakkale’ye çıkmış ve İngilizlerle birlikte Osmanlı’ya saldırmıştı(1915). Oysaki aynı Osmanlı, 1492’de İspanya Yahudileri kovarken kapılarını ardına kadar açmış, Yahudileri bu katliamdan kurtarmış olan bir Osmanlı’ydı.

Osmanlı Güney cephesinde ikinci ihaneti Mekke Şerifi Hüseyin öncülüğünde Araplardan gördü; Fahreddin Paşa ve askerleri çekirge yiyerek Mekke ve Medine’yi savunurken, bu Hüseyin Osmanlı’yı sırtından vurmaya kalkıştı(1916, Mc Mahon Mutabakatı).

Osmanlı üçüncü ihaneti, uzun yıllardır koynunda beslediği Nesturilerden gördü tıpkı Doğu cephesinde Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı’ya saldıran Nesturilerden görmüş olduğu gibi(1910-1918).

Siyasi Kürt hareketi ile yakın bir bağı olduğu için, biraz geriye gidip sonra Nesturilerin yeni haline bir bakalım…

Ruslar İran topraklarından çekilirken Nesturiler, Hoy, Salmas ve Urumiye’de yerleştirilmişti.

Rusların çekilmesi üzerine Nesturilere artık iki seçenek kalmıştı; ya Ruslarla birlikte gitmek ya da İngiltere’nin gelip kendisine yardım etmesini beklemek. Sonuçta bir kısmı Rusya’ya gitti, bir kısmı da kalıp İngilizleri beklemeye başladı.

İngiliz ve Fransızlar küçük müttefikleri konumundaki Nesturilere yardımda bulunmak için önce bölgeye askeri yetkililer gönderdiler. Bu kişilerden İngiliz ajan Kaptan Gracey, Nesturilere ve onların yanında yer alan Ermenilere silah, para ve askeri yardım sözü verirken, bunların karşılığında bu iki Hıristiyan gruptan bölgenin savunmasına devam etmelerini talep ediyordu.

Ayrıca Nesturilere Hakkari’nin güneyinde Şemdinli, Çukurca ve Beytüşşebap’ta bir ‘Nesturi Devleti’ kurulacağına dair söz verilmişti.
Bu Nesturiler ağırlıklı olarak Ruslarla birlikte Osmanlı’ya karşı savaşanlardı…

 Birinci Dünya Harbi’nde Ruslardan bekledikleri desteği göremeyen Nesturiler, İngilizlerin bu girişimleri üzerine hızla güneye doğru çekildiler ve İngiliz uçakları da Osmanlı birliklerini bombalamak suretiyle bu çekilmeye destekledi.

Önce Irak’ın kuzeydeki dağlık bölgesine, ardından güneydeki Baquba’ya yerleştirildiler.

Bağdat’ın kuzeyindeki bu kampta bulunan Ermeni ve Nesturi sayısı hakkında farklı bilgiler olmasında karşın, yaklaşık olarak 40.000’di, yıl 1918.

Güneye çekildikten sonra zaten dünya savaşı bitmiş ve ateşkes yapılmıştı. Dolayısıyla Güney cephesindeki Nesturilerin ne yapacaklarını görmek için, 1919’u beklemek gerekecektir.

Şimdilik bir bilgi olsun diye şu açıklamayı yapabiliriz: İngilizler işgal ettikleri Musul bölgesinde yeni bir yönetim kurarken karşılaşacakları Kürt aşiret direnişlerini işte bu Nesturi unsurlarıyla kanlı bir biçimde bastırmaya kalkışacaktır…

Arap lideri Şerif Hüseyin’e gelince…
Şerif Hüseyin 1914’te İngiliz yetkilileriyle görüşmelere başlamıştı. Oğlu Abdullah İngiltere’nin Mısır Genel Valisi Lord Kitchener ile görüşmüş ve Kitchener vasıtasıyla İngiliz istihbaratı Orta Doğu sekreteri Storrs ile irtibat kurmuştu.

Konu; Osmanlı’ya karşı bir Arap ayaklanmasıydı.

Savaş başlar başlamaz Şerif Hüseyin, İngiliz istihbaratçısı Storrs’a ‘İngiltere’yi Osmanlı’ya tercih ettiğini’ yazmış ve bunun karşılığında emirliğinin İngiltere tarafından desteklenmesini istemişti.

O dönem Savaş Bakanlığı’na geçen Kitchener bu teklifi kabul etmişti;
‘Eğer Arap ulusu bizi Türklerin zorladığı bu savaşta İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere Arabistan’a hiçbir müdahalenin olmayacağını garanti eder ve dış saldırılara karşı her türlü yardımı yapar. Gerçek Arap ırkından bir Halife’nin Mekke ve Medine’de seçilmesi gerçekleşebilir. Eğer Mekke Emiri bu çatışmada İngiltere’ye yardım etmek istiyorsa, İngiltere, Emir Hüseyin’in kutsal ve eşi bulunmayan görevini tanımayı ve ayrıcalıklarını bütün dış saldırılara karşı, özellikle Osmanlıların saldırılarına karşı garanti eder.’ [1]

Bu süreçte Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlı’ya ihanet etti ve İngilizlerle işbirliği yaparak Türk askerini sırtından vurdu. Oysaki Fahreddin Paşa Mondros Mütarekesi’ne rağmen kutsal toprakları terk etmeyen ve hala savunan tek Türk Komutan olarak tarihe geçmişti. Padişah fermanıyla Ocak 1919’da Medine’den çekilen Fahreddin Paşa, İngiliz-Ermeni oyunlarıyla Malta’ya sürgün edilecektir.

Şerif Hüseyin’e gelince, yaptığı bu ihanete karşın Büyük Harp sonrası Ortadoğu ona da kalmayacak; Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Arabistan, Arap emirlikleri gibi yapay devletlere bölünerek günümüzdeki Ortadoğu savaşlarına zemin hazırlayacaktır.

Gelelim Yahudilere…
Bilinen Türk tarihi Osmanlı’nın gizli paylaşım anlaşmalarında esas olarak Mekke Şerif Hüseyin liderliğinde Arapları, doğuda Rusları, batı ve güneyde Fransız ve İngilizleri görmektedir.

Oysaki 1917 itibariyle bu paylaşım planlarına dahil edilmiş bir aktör daha vardı, o da Yahudiler idi. İsrail 1948’te kurulmuş olsa da, kuruluş rotasının çizildiği tarih 1897, kurulacağının açıklandığı tarih ise, 1917 yani Birinci Dünya Harbi…

İngiliz Dışişleri Bakanı Alfred Balfour, 2 Kasım 1917’de, İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild’e bir mektup yazmış(Balfour Deklarasyonu) ve müstakbel İsrail devletinin kurulacağı müjdesini şöyle vermişti;
‘Sevgili Lord Rotschild,
Yahudi Siyonist beklentilere uyum gösteren aşağıdaki bildirinin Majeste’nin hükümeti tarafından bakanlar kuruluna sunulduğunu ve kabul edildiğini bildirmekten zevk duyarım. Majestelerinin hükümeti Filistin’de Yahudi halk için ulusal bir yurt kurulmasının lehindedir ve bu amaca ulaşılabilmesi için gerekenleri elinden geldiğince yapacaktır. Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinsel haklarına yönelik tarafgirliğe ve her hangi bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve siyasal konuma halel getirilmesine meydan verilmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bu bildiriyi Siyonist Federasyona iletirseniz size müteşekkir olurum.
Saygılarımla. Arthur James Balfour.’
[2]

O tarihte Balfour Bildirisi Araplar arasında tepkiyle karşılanmış ancak bu tepki, Mekke Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile yapılan bir anlaşma ile Yahudi-Arap ittifakına dönüştürülmüştü.

Ardından Dünya Siyonist Örgütü Lideri Chaim Weizmann ile Hicaz Arap Devleti adına Emir Faysal arasında, 30 Ocak 1919’da Londra’da bir anlaşma yapılmış ve Filistin’in tamamen Yahudi toprağı olduğu kabul edilmişti.

Emir Faysal artık Siyonistlerin içindeydi ve yıllar sonra bu ittifakı şu sözleriyle açıklayacaktı:
‘…Yahudi hareketi milli bir harekettir ve emperyalist değildir. Bizim hareketimiz de millidir ve emperyalist değildir. Suriye’de her ikimize de yer vardır. İki hareketten hiçbiri, diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşamaz.’
[3]

İngiltere’nin Filistin’i işgal eder etmez bu toprakları Yahudilere söz vermesinin altında -küresel İngiliz siyaseti bir yana- Siyon Katır Alayları da vardı…

Siyonistler, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı’ya karşı savaşmak arzusu içindedir. Amaçları, büyük savaş sonrası kurulacak masada yer alabilmektir. İngilizlerle irtibata geçtiler ve bir ‘Musevi Lejyonu’ kurulmasını kararını aldılar.

Albay John Henry Patterson, üç hafta gibi kısa bir zaman içerisinde 500 asker, 750 katır ve 20 subaydan oluşan bir ‘Siyon Katır Alayı’ kurdu; savaş için gerekli teçhizatla donatıldı, her askerin yakasına ‘sarı renkli Davut yıldızı’ işlendi ve 17 Nisan 1915’te, Gelibolu’ya gönderildi. Cephe gerisinde faaliyet gösteren bu katır alayı savaşın ortasında sekiz erini ve 47 katırını kaybetti.

Siyonistlerin bu desteği Çanakkale’nin aşılmasına yetmedi, savaş kaybedildi ama Yahudilerin bu girişimi, ‘Filistin’de bir Yahudi devlet’ projesiyle taçlandırıldı ama bunu gerçekleştirmeye Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları yetmeyecektir.
[4]

Yahudilerin Filistin topraklarını alabilmek için artık ikinci bir dünya savaşını beklemekten başka çaresi kalmayacaktır.

Türk tarihi artık Birinci Dünya Harbi sırasında yapılmış Osmanlı topraklarının gizli paylaşım planlarına Yahudileri de dahil etmelidir. Savaş boyunca işgalci güçlerle işbirliği yapan Ermeni ve Nesturiler sayılırken, Yahudiler de bu sayım içerisinde yerini almalıdır.

Günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı ve bekasına yüzyıl öncesinde tehdit olanların, gelecekte de bir tehdit olup olamayacağı şimdiden bu çerçevede düşünülmelidir.

Siyasi Kürt hareketlerinin günümüz sözcüleri de Birinci Dünya Harbi’ne yakından bakmalıdır, Türk ve Kürt gerçeğini görebilmek için…


[1] Prof. Dr. Tayyar Arı, ‘Geçmişten Günümüze Orta Doğu’, s. 131, Alfa Yayınları, 2007.
[2] Hikmet Erdoğdu, ‘Büyük İsrail Stratejisi’, s. 75, IQ Kültür sanat Yayıncılık, 2005.
[3] Age, s. 77.

[4] Mim Kemal Öke, ‘Siyonizm ve Filistin Sorunu’, s. 235, Kırmızı Kedi Yayınları, 2011.

OSMANLI'YI YIKAN 2 YAHUDİ



OSMANLI'YI YIKAN 2 YAHUDİ

İşte Osmanlı'yı yıkan kadın!

İşte Osmanlı'yı yıkan kadın!

Osmanlı İmparatorluğu'na Ortadoğu'da darbe vuran kadın,

İngiliz Gertrude Bell!..


İşte Osmanlı'yı yıkan kadın!

Soylu bir İngiliz ailesinden gelen Bell, Oxford Üniver-sitesi'nde tarih eğitimi aldıktan sonra Ortadoğu'ya sayısız ziyaretler yaptı. Çok iyi Arapça, Farsça ve Türkçe bilen Bell, bu ziyaretlerde kadınlığını da kullanarak o zamanlar Osmanlı'nın kontrolünde olan Kudüs'te, Suriye'de ve Irak'ta yerel halk ve tüccarlarla güçlü dostluklar kurdu.

Pratik zekası ve güçlü hafızasına, zamanını ve geçmişi anlama becerisi de eklenince İngiltere'de çok tanınan Ortadoğu uzmanlarından biri haline geldi. Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken ingiliz hükümeti, bilgilerinden faydalanmak için onu İngiliz istihbarat Servisi'nde davet etti. Bell, İngilizler'in Irak'ı işgalinde ve yerel halkın onlarla birlik olmasında kilit rol oynadı. Hizmetleri ülkesinde o kadar takdir edildi ki Ortadoğu'yu yemden şekillendirmek için Churchill tarafından 1921'de düzenlenen Kahire Konferansı'na katılan tek kadın oydu.
Doğu'ya ilk seyahat Gertrude Bell, 1868'de Durham'da zengin ve soylu bir ailede dünyaya geldi. 15 yaşına kadar eğitimine ailesinin yaşadığı büyük bir şatoda özel öğretmenlerle devam etti. O tarihlerde hemen hemen tüm soylu genç kızların yaptığı gibi iyi bir koca bulma yansına girmedi. Ailesinin, özellikle de üvey annesinin teşvikiyle 18 yaşında Oxford Üniversitesi tarih bölümüne kayıt oldu. Okulu birincilikle bitirdi. Arkeoloji ve eski medeniyetlere olan merakı nedeniyle her zaman hayalini kurduğu yolculuğa çıkma zamanı gelmişti. İlk yolculuğu İstanbul'a oldu. Daha sonraki durak Tahran'dı. önemli bir aileden geldiği için Tahran'da bir prenses gibi karşılandı. Büyükelçilik rezidansını bir "ana kamp" gibi kullanarak oradan Mısır'a, Ürdün'e, Suriye'ye geziler yaptı. Hem dilini geliştirdi, hem de arkeolojik yerlerin bulunmasında ve korunmasında yerel yönetimlere büyük yardımı dokundu. Gittiği yerlerde gördüklerim günlüklerine yazıyor ve çizdiği haritaları İngiliz Kraliyet Coğrafya Merkezi'ne gönderiyordu. 1913'te İngiltere'ye döndüğünde artık herkes Gertrude Bell'i bir Ortadoğu uzmanı olarak görüyordu. M15'e katılma Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına aylar kala Osmanlı İmparatorluğu dağılma sinyalleri verirken, İngilitere de diğer tüm Avrupa ülkeleri gibi Ortadoğu'nun değerini anlamıştı. İngiliz Hükümeti, Ortadoğu hakkında sayısız konferanslar veren, kitaplar yazan Bell'in yardımını istedi. Bölgeyi çok iyi tanıyor, yerel yöneticilerle çok iyi anlaşıyor ve halkı çok iyi anlıyordu. 1915'in Kasım ayında Gertrude Bell, İngiliz İstihbaratına katıldı. Ortadoğu bölümünde çalışmaya başlayan Bell için en büyük mutluluk nihayet uzun zamandır hayalini kurduğu ortadoğuya geri dönecek olmasıydı. Londra'dan kalkan gemiyle Kahire'ye geldi. Teşkilatta artık "Queen of Desert (Çöl Kraliçesi)" olarak tanınıyordu. Orada 1911 yılında Karakeş'te bir kaç gün bir araya geldiği genç bir arkeologla tanıştı. T.E Lawrence adındaki genç arkeolog, daha sonraları Arabistanlı Lawrence olarak anılacak ve Ortadoğu'daki tüm dengelerini Osmanlı aleyhine bozacaktı.
Irak'ın işgalinde baş roldeydi Bell, Kahire'de bir ofiste tüm gün çalışıyordu. Bölgeyi o kadar iyi tanıyordu ki, çizdiği haritalar, merkeze gönderdiği istihbarat bilgileri İngilizler Irak'ı işgal ederken kilit rol oynadı. İşgal, Bell'in çidiği haritalara ve su kuyulannı tek tek gösterdiği planlara bakarak gerçekleştirildi. İngilizler'in Basra'yı işgalinden sonra Bell, orada bir ofise yerleşti. 1917'de de Bağdat İngilizlerin eline düşünce, İngiliz İstihbaratı'nın Ortadoğu sorumlusu oldu. Savaş sona erdiğinde, Bell'in İngiltere için önemi daha da arttı. Yeni Irak'ın sınırlarının çizilmesinde en büyük söz sahibi ol oldu. Çoğu günler kendini odasına kapatıp, haritaların başında saatler geçiriyordu. 1919'da Paris'te düzenlenen konferansta Bell'in ve birlikte çalıştığı Arabistanlı Lawrence'ın fikirleri dikkate alındı. Yeni sınırları çizilmiş Irak'ın ileri gelenleri tarafından "El Hatun" olarak tanınıyordu. Barıştan sonra tüm günü ülkenin ileri gelenlerini, şeyhleri dinlemek ve fikirlerini paylaşmaktı. Irak'ın gölgedeki lideri o olmuştu. Osmanlı himayesinde yüzlerce yıl yaşadıktan sonra İngiltere'nin himayesine giren Iraklıklar, El Hatun'a kendi kendilerini yönetme zamanı geldiğim söyleyince Irak'a bir lider arayışına girildi.
First Leydi El Hatun Nasıl, Irak'ı Osmanlılar'dan alan Bell olduysa, Irak'a yöneticisi de onun işiydi. Arabistanlı Lawrence'la bir araya gelerek en iyi seçimin 1919'da Paris konferansında tanıştığı Emir Faysal olduğu kararına vardılar. 1921'deki Kahire Konferan-sı'nda Churchill'i de ikna ettiler. Ve Faysal, 23 Ağustos 1921'de İngiletere'nin himayesinde Irak Kralı olarak taç giydi. Sıcak bir Ağustos ayında yapılan törende baş konuk, Paris'teki lüks bir butikten alınan beyaz bir kıyafet giymiş olan El Hatun'du. Bando, İngiliz marşı olan "Tanrı Kraliçe'yi korusun" marşını çalışıyordu. Modayı yakından takip eden ve güzel kıyafetleriyle sarayda dolaşan Bell, Faysal'ın en büyük danışmanı olmuştu. Öyle ki bazı davetlerde, Faysal'ın karısı ve çocukları Mekke'de yaşadığından Irak'ın First Leydisi olarak tanıtılıyordu. Geceleri Faysal ve Bell, uzun yürüyüşlere çıkıyor ve birlikte çok zaman geçiriyordu. Bunlarda haklarında aşk dedikoduları çıkmasına neden oldu. Faysal, Iraklılar arasında güç kazandığında Bell için de gitme zamanı gelmişti. Osmanlı'nın çöküşünde, İngilizler'in Ortadoğu egemenliğinde söz sahibi olmasında en büyük payı olan insanlardan biri, 1926 yılında bir avuç dolusu uyku hapı içerek intihar etti. 
Neden intihar ettiği ise hala büyük bir sır..

NEVZAT TARHAN - PSİKOLOJİK SAVAS - İSTİHBARAT SAHASI ... ?· NAZİZM DOKTRİNİNİ GELİŞTİREREK HALKINI…



PSİKOLOJİK SAVAS-İSTİHBARAT SAHASI.?
NAZİZM DOKTRİNİNİ GELİŞTİREREK HALKINI…

Osmanlı’yı Kim Vurdu?

Uživatel Burak Turna (1909) na Twitteru: „Osmanlı'yı Kim Vurdu ...
Osmanlı’yı Kim Vurdu? 
 Osmanlı Doğu cephesinde Ruslar, Ermeniler ve Nesturilerin savaş oyunlarıyla mücadele ederken, güney cephesinde ilk ihaneti Yahudilerden görmüştü. Yahudi Katır Alayları Çanakkale’ye çıkmış ve İngilizlerle birlikte Osmanlı’ya saldırmıştı(1915). Oysaki aynı Osmanlı, 1492’de İspanya Yahudileri kovarken kapılarını ardına kadar açmış, Yahudileri bu katliamdan kurtarmış olan bir Osmanlı’ydı. 
 Osmanlı Güney cephesinde ikinci ihaneti Mekke Şerifi Hüseyin öncülüğünde Araplardan gördü; Fahreddin Paşa ve askerleri çekirge yiyerek Mekke ve Medine’yi savunurken, bu Hüseyin Osmanlı’yı sırtından vurmaya kalkıştı(1916, Mc Mahon Mutabakatı). Osmanlı üçüncü ihaneti, uzun yıllardır koynunda beslediği Nesturilerden gördü tıpkı Doğu cephesinde Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı’ya saldıran Nesturilerden görmüş olduğu gibi(1910-1918). 
 Siyasi Kürt hareketi ile yakın bir bağı olduğu için, biraz geriye gidip sonra Nesturilerin yeni haline bir bakalım… Ruslar İran topraklarından çekilirken Nesturiler, Hoy, Salmas ve Urumiye’de yerleştirilmişti. Rusların çekilmesi üzerine Nesturilere artık iki seçenek kalmıştı; ya Ruslarla birlikte gitmek ya da İngiltere’nin gelip kendisine yardım etmesini beklemek. Sonuçta bir kısmı Rusya’ya gitti, bir kısmı da kalıp İngilizleri beklemeye başladı. İngiliz ve Fransızlar küçük müttefikleri konumundaki Nesturilere yardımda bulunmak için önce bölgeye askeri yetkililer gönderdiler. Bu kişilerden İngiliz ajan Kaptan Gracey, Nesturilere ve onların yanında yer alan Ermenilere silah, para ve askeri yardım sözü verirken, bunların karşılığında bu iki Hıristiyan gruptan bölgenin savunmasına devam etmelerini talep ediyordu. Ayrıca Nesturilere Hakkari’nin güneyinde Şemdinli, Çukurca ve Beytüşşebap’ta bir ‘Nesturi Devleti’kurulacağına dair söz verilmişti. Bu Nesturiler ağırlıklı olarak Ruslarla birlikte Osmanlı’ya karşı savaşanlardı… Birinci Dünya Harbi’nde Ruslardan bekledikleri desteği göremeyen Nesturiler, İngilizlerin bu girişimleri üzerine hızla güneye doğru çekildiler ve İngiliz uçakları da Osmanlı birliklerini bombalamak suretiyle bu çekilmeye destekledi. Önce Irak’ın kuzeydeki dağlık bölgesine, ardından güneydeki Baquba’ya yerleştirildiler. Bağdat’ın kuzeyindeki bu kampta bulunan Ermeni ve Nesturi sayısı hakkında farklı bilgiler olmasında karşın, yaklaşık olarak 40.000’di, yıl 1918. Güneye çekildikten sonra zaten dünya savaşı bitmiş ve ateşkes yapılmıştı. Dolayısıyla Güney cephesindeki Nesturilerin ne yapacaklarını görmek için, 1919’u beklemek gerekecektir. Şimdilik bir bilgi olsun diye şu açıklamayı yapabiliriz: İngilizler işgal ettikleri Musul bölgesinde yeni bir yönetim kurarken karşılaşacakları Kürt aşiret direnişlerini işte bu Nesturi unsurlarıyla kanlı bir biçimde bastırmaya kalkışacaktır… Arap lideri Şerif Hüseyin’e gelince… Şerif Hüseyin 1914’te İngiliz yetkilileriyle görüşmelere başlamıştı. Oğlu Abdullah İngiltere’nin Mısır Genel Valisi Lord Kitchener ile görüşmüş ve Kitchener vasıtasıyla İngiliz istihbaratı Orta Doğu sekreteri Storrs ile irtibat kurmuştu. Konu; Osmanlı’ya karşı bir Arap ayaklanmasıydı. Savaş başlar başlamaz Şerif Hüseyin, İngiliz istihbaratçısı Storrs’a ‘İngiltere’yi Osmanlı’ya tercih ettiğini’ yazmış ve bunun karşılığında emirliğinin İngiltere tarafından desteklenmesini istemişti. O dönem Savaş Bakanlığı’na geçen Kitchener bu teklifi kabul etmişti; ‘Eğer Arap ulusu bizi Türklerin zorladığı bu savaşta İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere Arabistan’a hiçbir müdahalenin olmayacağını garanti eder ve dış saldırılara karşı her türlü yardımı yapar. Gerçek Arap ırkından bir Halife’nin Mekke ve Medine’de seçilmesi gerçekleşebilir. Eğer Mekke Emiri bu çatışmada İngiltere’ye yardım etmek istiyorsa, İngiltere, Emir Hüseyin’in kutsal ve eşi bulunmayan görevini tanımayı ve ayrıcalıklarını bütün dış saldırılara karşı, özellikle Osmanlıların saldırılarına karşı garanti eder.’[1] Bu süreçte Mekke Şerifi Hüseyin Osmanlı’ya ihanet etti ve İngilizlerle işbirliği yaparak Türk askerini sırtından vurdu. Oysaki Fahreddin Paşa Mondros Mütarekesi’ne rağmen kutsal toprakları terk etmeyen ve hala savunan tek Türk Komutan olarak tarihe geçmişti. Padişah fermanıyla Ocak 1919’da Medine’den çekilen Fahreddin Paşa, İngiliz-Ermeni oyunlarıyla Malta’ya sürgün edilecektir. Şerif Hüseyin’e gelince, yaptığı bu ihanete karşın Büyük Harp sonrası Ortadoğu ona da kalmayacak; Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Arabistan, Arap emirlikleri gibi yapay devletlere bölünerek günümüzdeki Ortadoğu savaşlarına zemin hazırlayacaktır. Gelelim Yahudilere… Bilinen Türk tarihi Osmanlı’nın gizli paylaşım anlaşmalarında esas olarak Mekke Şerif Hüseyin liderliğinde Arapları, doğuda Rusları, batı ve güneyde Fransız ve İngilizleri görmektedir. Oysaki 1917 itibariyle bu paylaşım planlarına dahil edilmiş bir aktör daha vardı, o da Yahudiler idi. İsrail 1948’te kurulmuş olsa da, kuruluş rotasının çizildiği tarih 1897, kurulacağının açıklandığı tarih ise, 1917 yani Birinci Dünya Harbi… İngiliz Dışişleri Bakanı Alfred Balfour, 2 Kasım 1917’de, İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild’e bir mektup yazmış(Balfour Deklarasyonu) ve müstakbel İsrail devletinin kurulacağı müjdesini şöyle vermişti; ‘Sevgili Lord Rotschild, Yahudi Siyonist beklentilere uyum gösteren aşağıdaki bildirinin Majeste’nin hükümeti tarafından bakanlar kuruluna sunulduğunu ve kabul edildiğini bildirmekten zevk duyarım. Majestelerinin hükümeti Filistin’de Yahudi halk için ulusal bir yurt kurulmasının lehindedir ve bu amaca ulaşılabilmesi için gerekenleri elinden geldiğince yapacaktır. Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplumların medeni ve dinsel haklarına yönelik tarafgirliğe ve her hangi bir ülkedeki Yahudilerin sahip olduğu haklara ve siyasal konuma halel getirilmesine meydan verilmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bu bildiriyi Siyonist Federasyona iletirseniz size müteşekkir olurum. Saygılarımla. Arthur James Balfour.’[2] O tarihte Balfour Bildirisi Araplar arasında tepkiyle karşılanmış ancak bu tepki, Mekke Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile yapılan bir anlaşma ile Yahudi-Arap ittifakına dönüştürülmüştü. Ardından Dünya Siyonist Örgütü Lideri Chaim Weizmann ile Hicaz Arap Devleti adına Emir Faysal arasında, 30 Ocak 1919’da Londra’da bir anlaşma yapılmış ve Filistin’in tamamen Yahudi toprağı olduğu kabul edilmişti. Emir Faysal artık Siyonistlerin içindeydi ve yıllar sonra bu ittifakı şu sözleriyle açıklayacaktı: ‘…Yahudi hareketi milli bir harekettir ve emperyalist değildir. Bizim hareketimiz de millidir ve emperyalist değildir. Suriye’de her ikimize de yer vardır. İki hareketten hiçbiri, diğeri olmadan gerçek bir başarıya ulaşamaz.’[3] İngiltere’nin Filistin’i işgal eder etmez bu toprakları Yahudilere söz vermesinin altında -küresel İngiliz siyaseti bir yana- Siyon Katır Alayları da vardı… Siyonistler, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı’ya karşı savaşmak arzusu içindedir. Amaçları, büyük savaş sonrası kurulacak masada yer alabilmektir. İngilizlerle irtibata geçtiler ve bir ‘Musevi Lejyonu’ kurulmasını kararını aldılar. Albay John Henry Patterson, üç hafta gibi kısa bir zaman içerisinde 500 asker, 750 katır ve 20 subaydan oluşan bir ‘Siyon Katır Alayı’ kurdu; savaş için gerekli teçhizatla donatıldı, her askerin yakasına ‘sarı renkli Davut yıldızı’ işlendi ve 17 Nisan 1915’te, Gelibolu’ya gönderildi. Cephe gerisinde faaliyet gösteren bu katır alayı savaşın ortasında sekiz erini ve 47 katırını kaybetti. Siyonistlerin bu desteği Çanakkale’nin aşılmasına yetmedi, savaş kaybedildi ama Yahudilerin bu girişimi, ‘Filistin’de bir Yahudi devlet’ projesiyle taçlandırıldı ama bunu gerçekleştirmeye Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları yetmeyecektir.[4] Yahudilerin Filistin topraklarını alabilmek için artık ikinci bir dünya savaşını beklemekten başka çaresi kalmayacaktır. Türk tarihi artık Birinci Dünya Harbi sırasında yapılmış Osmanlı topraklarının gizli paylaşım planlarına Yahudileri de dahil etmelidir. Savaş boyunca işgalci güçlerle işbirliği yapan Ermeni ve Nesturiler sayılırken, Yahudiler de bu sayım içerisinde yerini almalıdır. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı ve bekasına yüzyıl öncesinde tehdit olanların, gelecekte de bir tehdit olup olamayacağı şimdiden bu çerçevede düşünülmelidir. Siyasi Kürt hareketlerinin günümüz sözcüleri de Birinci Dünya Harbi’ne yakından bakmalıdır, Türk ve Kürt gerçeğini görebilmek için… [1] Prof. Dr. Tayyar Arı, ‘Geçmişten Günümüze Orta Doğu’, s. 131, Alfa Yayınları, 2007. [2] Hikmet Erdoğdu, ‘Büyük İsrail Stratejisi’, s. 75, IQ Kültür sanat Yayıncılık, 2005. [3] Age, s. 77. [4] Mim Kemal Öke, ‘Siyonizm ve Filistin Sorunu’, s. 235, Kırmızı Kedi Yayınları, 2011.

BİYOLOJİK SAVAŞ



BİYOLOJİK SAVAŞ

30 Mayıs 2020 Cumartesi

ETRÜSKLER ROMAYI KURAN TÜRKLER MİDİR

SIRRINI KORUYAN BİR DİL: ETRÜSKÇE | TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI

ETRÜSKLER ROMAYI KURAN TÜRKLER MİDİR

'Etrüskler (türkan,türsen türsaka'lar) İtalya'nın Tiber ile Arno nehirleri arasında yeralan E'truria bölgesinde yaşamış ve M.Ö. 6. yüzyıla dek varlığını sürdümüş bir halkın adı olup Eski Romalılar tarafından Etrusci veya Tusci adlarıyla tanımlanmışlardır[1] .
 Etrüsk halkının bir kısmı ve kültürü zamanla Roma İmparatorluğu içinde erimiştir. Etrüskler İtalya'daki diğer kavimlerden çok daha ileri bir uygarlık düzeyindeydiler. 
Roma uygarlığının, mitolojisindeki ilahlardan, hukukundan yol yapım tekniklerine kadar, kökünü hemen hemen tümüyle Etrüsk uygarlığından almış olduğu günümüzde saptanmış durumdadır.. 
Etrüskler'in dini, Çiçero’nun değindiği gibi, vahyedilmiş bir dindi ve 12'li sistemi baz alan bir inisiyatik örgütlenmeleri vardı.
Ural-Altay dil ailesine sahip olan Etrüskler, Yunanlılar tarafından Tyrrhenoi veya Tyrrsenoi adlarıyla bilinmektedirler. Bugünkü, Roma kenti, Etrüsklerin hakimiyet bölgesinde kurulmuş olup Romalıların Veii kentini talan etmelerine dek (M.Ö. 396) kentin Etrüsklerin yönetiminde olduğu görülmektedir . 
Truva savaşından kaçırılmış, Romus ve Romulus adlı iki çocuk ile R'asena adlı dişi bir kurt tarafından soylarının yürüdüğü konusunda efsaneleri bulunan Türsaka'lar(Etrüsk'ler),bugünkü Roma şehrinin isim sahibidirler
Yunan tarihçi Herodot'a göre Etrüskler Lidya'dan İtalya'ya göç etmişlerdir, bunun yanı sıra pek çok tarihçi de Etrüskler ile doğu uygarlıklarının adetleri arasında bağ kurmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Etrüsklerin kökeninin Doğu uygarlıklarına dayandığını savunurlar .
Etrüsklerin kökeni hakkında yapılan en yeni çalışma, 2004 yılında çeşitli İtalyan üniversitelerinden gelen bir grup genetik bilimci tarafından yapılmıştır. Bu araştırma çerçevesinde MÖ 7-3 yüzyıllar arasında yaşamış Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri alınarak çok titiz bir çalışma ile günümüzde yaşayan çeşitli milletlere ait DNA'lar ile karşılaştırılmıştır.
Sonuç olarak Etrüsklerin genetiğinin diğer milletlere göre en çok bugünkü Türkiye Türkleri ile yakınlığı %98,2 oranında ortaya çıkmıştır. (Vernesi et al. 2004). 
Eski Yunan efsanelerinde de sıkça anlatıldığı gibi bu durum antik çağda Anadolu'dan İtalyan yarımadasına yapılan göçlerle açıklanmıştır. [2] 
Tarih araştırmacısı Kazım Mirşan geliştirdiği Tamga temelli yeni bir sistemle bütün Etrüsk yazılarını çözüp deşifre etmeyi başarmış ve buradan elde edilen sonuçlarla Etrüsklerin Karadeniz'in kuzeyindeki step kesimlerinden İtalya'ya göç etmiş erken-Türk kökenli bir halk olduğunu ortaya koymuştur. 

TEŞKİLATI-I MAHSUSA

Teşkilat-ı Mahsusa Nedir, Selanik Ocağı ve Manastır Ocağı İlişkisi ...

Teşkilat-ı Mahsusa

Merhaba arkadaşlar.
Bu yazımızda Teşkilat-ı Mahsusa‘nın kuruluşuna çok kısaca değinip ardından  Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyesi olup yakın tarihimizde büyük işler yapan üyelerini sıralayalım.
1.Dünya savaşı’nın başladığı günlerde seferberlik ilan edilmiştir.Seferberliğin ilan edildiği 11 Kasım gecesiİttihat ve Terakki Teşkilatı Genel Merkezi‘nde tarihi bir toplantı vardı ve üyelerin hepsi hazırdı.Toplantı önemli bir karar gebeydi: Enver Paşa’nın önerisiyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılacaktı.Alınan kararda şöyle deniliyordu: “İster savaşa katılalım, ister katılmayalım ordularımızın ileride düşman topraklarındaki hareketlerini kolaylaştırmak için bir Teşkilat-ı Mahsusa kurulmalıdır.Bu teşkilat sayesinde silahlandırılacak çeteler savaş sırasında düşman topraklarına girecekler, düşmanın hareketi ve sayısı hakkında ordularımıza gerekli bilgiyi vereceklerdir.”
Teşkilat-ı Mahsusa yaptıkları, en zor şartlarda bile imza attığı inanılmaz eylemlerle bir döneme mührünü vuran bir örgüttür.Öyle ki dünyanın en gizli teşkilatları arasındadır.Hücre sistemiyle çalışmıştır ve hücre evleri günümüzde dahi belirlenememiştir.Teşkilat’ın kuruluş tarihi hakkında çeşitli görüşler vardır: Cemal Paşa hatıralarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1913 yılında Batı Trakya’daki faaliyetlerinden söz eder.Doktor Philip Hendrick Stoddard (Teşkilat-ı Mahsusa kitabının yazarı) da Ağustos 1914′te Teşkilat-ı Mahsusa’nın illegal olarak çalıştığını 5 Ağustos 1914′te resmi bir kimliğe büründüğünü belirtir.Kaynakların ortak görüşü ise şudur:
Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’nın ve mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur.Kuşçubaşı Selim Sami ve Eşref kardeşler,Çerkez Reşit,Hüsrev sami gibi isimlerin aktif olarak çalıştığı teşkilat, yakın tarihimizin en başta gelen gizemli bir örgütüdür.
Teşkilat’ın kuruluş amacı şuydu:
-Bütün Müslüman alemini bir bayrak altında toplamak, yani İslam birliğini gerçekleştirmek.Bunun yanında bütün Türk Dünyası’nı da siyasi birliğe kavuşturmak, yani Turan Ülküsü’nü gerçek kılmak.Önemli bir İslam büyüğü Emiri efendi ve Türkçülük’ün ideologu   Ziya Gökalp Teşkilat’ın fikirlerinden esinlenmiş, Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı coğrafyasında geniş bir yelpazeye yayılmış, büyük bir ümit kaynağı olmuştur.
Teşkilat-ı Mahsusa başlangıçta oldukça iyi işler yapmış, ama Arap isyanları ve İngiliz altınları zamanla bütün dengeleri değiştirmiştir.Balkanlar’da ve Osmanlı’nın değişik yörelerinde İttihat ve Terakki’nin fedakar subayları sayesinde ayaklanmalar çıkmış, İtilaf devletleri’ni oldukça uğraştırmıştır.
Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına geçen Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri’nin emrinde seçme subay ve askerlerden  oluşan Osmancık Gönüllü Alayı vardı.Yüzbaşı Hayri,Filibeli Halim Cavit,Yüzbaşı Lütfü,Piyade Teğmeni Şehreminili Sadık gibi mümtaz subaylar, Binbaşı Süleyman Askeri Bey’in işini oldukça kolaylaştırıyordu.
Burada Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalışan ve yakın tarihimizde önemli işler yapan bazı subayların listesini vermeyi faydalı görüyorum:
  1. Yüzbaşı Yakup Cemil
  2. Emir Abdulkadir el-cezayir’in oğlu, Meclis-i Mebusan İkinci başkanı Emir Ali Paşa
  3. Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi Abdulkadir Gannavi
  4. Dr.Abdurrahman Bey
  5. Yüzbaşı Ali
  6. Müstakbel İstiklal Mahkemesi Başkanı ve Cumhuriyet Dönemi Nafia Nazırı Miralay Ali Çetinkaya
  7. Başbakan Binbaşı Ali Fethi Okyar
  8. İşkodralı Ali Rıza
  9. Teğmen İskeçeli Arif
  10. Teğmen Atıf Kamçıl
  11. Binbaşı Mısırlı Aziz Ali
  12. Padişahın saray görevlilerinden Besim Ağa
  13. Gazzeli Cemal Bey
  14. Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas
  15. Yüzbaşı Hacı Emin
  16. Geleceğin Harbiye Nazırı Enver Paşa
  17. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Kıllıgil
  18. Enver Paşa’nın kayınbiraderi Yarbay Nazım
  19. Enver Paşa’nın amcası Kurmay Binbaşı Halil Kut
  20. Enver Paşa’nın yaveri İzmitli Mümtaz
  21. Trablus Mebusu Ferhat Bey
  22. Sapancalı Hakkı
  23. Türk Hava Kurumu başkanı Binbaşı Fuat Bulca
  24. Deli Fuat Paşa’nın oğlu Teğmen İslam
  25. Deli Fuat Paşa’nın oğlu Şehit Reşit
  26. Topçu Yüzbaşı İsmail Hakkı
  27. Jandarma Yüzbaşı Kadri
  28. Kuşçubaşı Eşref
  29. Miralay Neşet
  30. Ünlü Hatip Ömer Naci
  31. Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam
  32. Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi
  33. Trablusgarplı Süleyman el-Baruni
  34. Askeri Temyiz Mahkemesi Başkanı Bingazili Yusuf Şetvan
  35. Halepli Ethem Paşa
  36. Şeyh Abdulaziz Savaş
  37. Yarbay Çorumlu Aziz
  38. Teşkilat-ı Mahsusa Siyasi Büro Müdürü Dr. Bahaeddin Şakir
  39. Teşkilat-ı Mahsusa Sİyasi Büro Müdürü Mithat Şükrü Bleda
  40. Dördüncü ordu müftüsü Esat Şukayr
  41. Ohrili Eyüp Sabri
  42. Ünlü komitacı Fuat Balkan
  43. Süvari binbaşı Eyüplü Hüsamettin Ertürk
  44. Manastırlı Hüsrev Sami Kızıldoğan
  45. Topçu Yüzbaşı İhsan
  46. Türkistan’daki Teşkilat-ı Mahsusa harekatının idarecilerinden Kuşçubaşı Selim Sami
  47. Kolağası Trabzonlu Rıza
  48. Balkan Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden İsmail Canpolat
  49. TBMM üyesi Edremitli Necati Bey
  50. Yüzbaşı Kırkkiliseli (Kırklarelili) Ali Rıza
  51. Yüzbaşı Üsküdarlı Muhtar
  52. İstiklal Savaşı paşalarından Dağıstanlı Nuri
  53. Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik
  54. Eğinli Hasan Rıza
  55. Meclis-i Mebusan Bursa Mebusu Talip Bey
  56. TBMM üyesi Yüzbaşı Giritli Ruşeni
  57. Fas’ta Ticani Hücresi Reisi Hoca Abbas
  58. Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba’nın babası Şerif Burgiba
  59. Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit
  60. İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy
  61. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mareşal Mustafa Kemal Paşa
Teşkilat-ı Mahsusa 

Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş döneminde bile ne kadar faal Çalıştığının bir Göstergesi olduğu için bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim
Enver Paşa 1918'de Teşkilat'ı Mahsusa'nın resmen tasfiye edilmesini istedi. Bunun yerine Umum Alemi İslam İhtilal Teşkilatı'nı kurdu. İhtilal Teşkilatı İngiliz ve Fransız sömürgeciliğine karşı pekçok milli örgütü de çatısı altında topladı. Enver Paşa'nın ölümüyle örgüt dağıldı 
Enver Paşa 1918'de yurt dışına çıkmadan önce Teşkilat-ı Mahsusa'ya vekalet eden Hüsamettin Ertürk'ü çağırdı. Osmanlı yenilmişti. İttihat ve Terakki Hükümeti çekilmişti. Enver Paşa, Ertürk'e Teşkilat'ı resmen feshetmesini istedi. Ancak varlığı sürecekti. Silah ve cephaneler gizli depolara aktarılacaktı. Teşkilat'ın kadroları, gizli silah ve cephane depoları büyük ölçüde Milli Mücadele'ye intikal edecekti. 
SON ANDA BİLE MİSAFİRLERİ DÜŞÜNDÜ 
1918 sonlarında İslam dünyasının çeşitli yerlerinden gelen ve Teşkilat-ı Mahsusa tarafından misafir edilen yüzlerce subay, din adamı, aşiret reisi ve şeyh vardı. Bunların başında Şeyh Ahmet Şerif Sunusi geliyordu. Enver Paşa, Ertürk'e talimat veriyordu: "Topkapı Sarayı'nda misafir edilen Şeyh Sunusi Hazretleri, Fatih medreselerinde barındırdığımız bunca şeyh, Mısırlı umera ve zabitan, velhasıl misafiran-ı İslamiye namı altında İstanbul'da topladığımız mücahitlerin hepsi gidinceye kadar iaşe edilecek. Bunların salimen memleketlerine firarlarını temin etmelisin. Aman Hüsamettin Bey elinden gelen yardımı esirgeme, hepsi imparatorluğumuza hizmet etmişlerdir, ileride de edeceklerdir" diyordu. Enver Paşa, Türk-İran İslamları Birliği Reisi İranlı Şeyh Esad Efendi, İranlı nazır Nizam üs-saltana ile yüze yakın İranlı zabitan ve mücahit, eski İran Şahı Muhammed Ali'nin biraderi Salarüddevle'nin salimen İran'a gönderilmesini istiyordu. Paşa'nın son sözleri şuydu: "Teşkilat-ı Mahsusa'nın bundan sonraki ismi Umum Alemi İslam İhtilal Teşkilatı olacaktır. Siz de Teşkilat'ın İstanbul şubesi reisisiniz. Bunu kuran benim, sizi seçen benim." 
İRA'YA ELLİ BİN LİRA 
Teşkilat-ı Mahsusa yerine ikame edilen "İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı" ya da İttihad-ı Selamet-i Milli'nin merkez üyeleri Enver Paşa, Ziya Bey, İbrahim Tali, Halil Paşa, Sami Bey, Seyfi Bey, Azmi Bey'di. Örgütte Mısır'ı Dr. Ahmed Fuad, Suriye'yi Şekip Arslan, Kuzey Afrika'yı Muhammed Yasin Hamza, Hindistan'ı Bereketullah Efendi ve Cemal Paşa temsil ediyordu. Merkezi Berlin'de olan örgütün başkanı Talat Paşa'ydı. 1920'de Bakü'deki Şark Milletler Kurultayı'na Enver Paşa Kuzey Afrikayı temsilen katılıyordu. 
Zafer Toprak'ın "Toplumsal Tarih" dergisinin Temmuz 1997 sayısındaki makalesinde yer verilen Fransız gizli raporuna göre Örgüt Damat Ferit, Süleyman Şefik Paşa ve Aznavur'u ortadan kaldıracaktı. Yanı sıra Tunus ve Mısır'lı devrimcilere birer milyon Frank, IRA(İrlanda Kurtuluş Ordusu)'ya da 50 bin lira verilecekti. Örgütün 1921'de Berlin'deki kongresine Mısır'dan Şeyh Abdulmecid el- Bekr, Mahcub Sabit, Abdulaziz Çaviş, Şeyh Mehmet Necid, Türkiye'den Küçük Talat, Hasan Fehmi, Hacı Evliya Efendi, Fevzi Bey ve Bahattin Şakir, Tunus'tan Şeyh Salih Tunusi, Seyyid Mehmet Ganimi, Mustafa Şefik Bey, Rusya'dan Abdurreşit İbrahim, Mehmet Begof, Cafer bey(Seyitahmet Kırımer), Emin Kekirof, Hacı Mecdi Efendi, Suriye'den Mehmet İhsan Bey, Bulgaristan'dan Hafız Sadık, İran'dan Mirza Hüseyin Daniş, Hacı Musib Efendi ve Seyid Abdusselam katılıyordu. 
SÖMÜRGEYE KARŞI BİRLİK 
İttihad-ı Selamet-i İslam, İslam Komünterni oluşturmaya dönük faaliyetlerin merkeziydi. Berlin'de Şark Kulübü, Roma'da Şark Mazlum Halkları İttihadı, İttihad-ı Selamet-i Milli'nin yan örgütleriydi. Şark Kulübü İran komünistlerine ait Azad-i Şark Dergisi'ne kol kanat gerdi. Şark Kulübü Başkanı Şekip Arslan'dı. Kulüb, Mısır, Suriye, Hindistan, Afganistan, Türkiye, Azerbaycan, Tunus, Fas, Cezayirli devrimcilerin buluşma yeriydi. Enver, Talat ve Cemal Paşalar ile Bahattin Şakir ve Azmi Bey'in şehit düşmeleriyle Örgüt zaafa uğradı. Buna rağmen örgütün 1923'te Berlin, Mısır, Tunus, Suriye, Hindistan, Rusya, Ankara, Fas-Cezayir-Tunus'u içeren sekiz birimi vardı. 1924'de Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilince Örgütün Türk kanadı dağıldı. Ortaya çıkan otorite boşluğunu bu kez Mısır'daki Hizbül Vatani doldurdu. 
Kimler gelip, kimler geçmiş 
Libya, Balkanlar ve Birinci Cihan Harbi'nde faal olan Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkili yüzlerce isim var zikrediliyor. Bunlar arasında Celal Bayar gibi Cumhurbaşkanları, Refik Saydam, Şükrü Kaya, Rauf Orbay gibi başbakanların yanı sıra bakanlık yapan Hafız Mehmet, Kara Kemal, İhsan Eryavuz, Behiç Erkin, Reşit Galip Aydın, Ali Çetinkaya, Kazım Özalp, Süleyman Şefik Paşa, Prof. Fuat Köprülü, Kara Said Paşa, milletvekilleri Fahrettin Erdoğan, Müfit Özdeş, Yenibahçeli Nail(Keçili), Filibeli Hilmi, Kara Vasıf, Fuat Bulca, Tahsin Uzer, Sabit Sağıroğlu, Nuri Conker, Ali Fethi Okyar, Halil Türkmen, Memduh Şevket Esendal, Halet Bey, Ubeydullah Efendi, İsmail Canbolat, Emrullah Barkan, Ruşeni Barkın da yer alıyor. 
MİTHAT PERİN'İN BABASI TEŞKİLATTAN 
İzmir'in işgali sırasında Yunan ordusuna ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin de Teşkilat'ın fedailerindendi. Toplum Gönüllüleri Vakfı Başkanı İbrahim Betil'in dedesi Karakaş İbrahim Bey, 1955'deki meşhur 6/7 Eylül Olayları'nda sivrilen İstanbul Ekspres'in eski sahibi ve milletvekili Mithat Perin'in babası Celal Perin, Selanik'teki Yeni Asır gazetesinin yazarı Kemalettin İren da Teşkilat'a hizmet etti. 
Eşref Bey'in söylediğine göre Teşkilat, Musevi Prof. Avram Galanti, Rum doktor İstalyanos ve Ermeni Keseryan Efendi'den cömertçe istifade etmişti. Teşkilat mensubu bir Osmanlı subayı olan ve ihanet içine giren Nuri Said Paşa, Irak'ta defalarca Başbakanlık yaptı. 1958'deki Irak devriminde kadın kılığında kaçmaya çalışırken öldürüldü. 
MALTA'DA MISIRLI DÖRT BAŞBAKAN 
Eşref Bey'le Malta'da birlikte tutsak kaldığı dostlarından Saad El Zaglul, İsmail Sıtki ve Muhammed Mahmut Paşalar, Mısır'da Başbakanlık yaptı. Şeyh Hamed El Basel Mısır İslam İhtilal Komitesi'nde çalıştı. Zaglul, Mahmut ve Sıtki Paşalar Teşkilat'ın Mısır kanadıyla ilişkiliydiler. Hidiv yaveri Hasan Hüsnü Şefik, Ata Hüsnü Paşa, El Ahram yazarı Muhammed'üs Sabahi, Emin Attar, Mahcub Sabit ve Mithat Sami Teşkilat'ın vefakar dostlarıydı. Hintli Mevlana Mahmud'ul Hasan ile Teşkilat'ın İskenderiye Şubesi'ni yöneten İbrahim Ethem bey de Malta'dadır. 
Atatürk, Şeyh Sunusi'yi övüyordu 
Teşkilat-ı Mahsusa'nın büyükleri arasında yer alan Şeyh Ahmet Sunusi, Kuva-yı Milliye hareketini destekledi. Anadolu'yu gezerek vaazlar verdi. İslam dünyasının Anadolu hareketine destek vermesi için çalıştı. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa, Meclis'te Şeyh Sunusi'nin onuruna davet verdi. Atatürk, konuşmasında Şeyh'i şöyle takdim ediyordu: "Bütün alem-i İslam'ın hürmet ve muhabbetini hakkıyle kazanmış olan bu tarikati ve onun mümtaz mümessilini, riyasetinde bulunduğum Büyük Millet Meclisi namına hürmetle selamlar ve kendisine davamıza gösterdikleri necip alaka ve bizi bu yolda mücadeleye devam hususunda vaki teşviklerinden dolayı minnetle anarız. Afrika'nın en tabii reisini, en salahiyettar hükümdarını ve bize mazideki emsalsiz mücahedeleriyle rehber olmuş Sunusileri de burada kalbimizden gelen en büyük takdir ve takdis hisleriyle alkışlarız." 
Rauf Denktaş Kıbrıs TMT'nin elemanıydı 
Teşkilat-ı Mahsusa geleneğine uygun bir örnek, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı'ydı. Hükümetin, Genelkurmay'ın resmi sorumluluğu dışında, ama bilgisi ve desteği dahilinde, 1958'de Özel Harp Dairesi Başkanı Tümg. Danış Karabelen tarafından kuruldu. TMT'nin Kıbrıs başkanı Yarbay Rıza Vuruşkan'dı. Sahte isim ve mesleklerle Kıbrıs'a giden uzman subaylar, Kıbrıslı Türkleri örgütledi, eğitti, silahlandırdı. Teşkilat mensuplarının genel adı "Mücahitler" idi. KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, "TMT'nin 1 numaralı mücahidi" sıfatıyla teşkilata kaydedildi. 3 yılda hücreler halinde 5 bin mücahit eğitildi. Rıza Vuruşkan'ın sağ kolu olan Denktaş, 17 yıl varlığını sürdüren TMT'nin mensubuydu. 
Kürt mücahitler Kanal'da çarpıştı 
İslam dünyasından pek çok alim ve aydın, İttihad-ı İslam projesine destek verdi. Teşkilat-ı Mahsusa'ya kol kanat gerenlerin etnik dağılımı İslam dünyasının renklerini taşıyordu. Aynı ideal etrafında toplanan isimler şöyleydi: Kanal harekatında savaşan Kürt mücahitlerin komutanı Hilmi Musallimi, Tunuslu Şeyh Salih Tunusi, Mısırlı Şeyh Abdulaziz Çaviş, Lübnanlı Dürzi Şekip Arslan, Mehmet Akif, Sibiryalı Abdulreşit İbrahim, Libyalı Şeyh Şerif Ahmet Sunusi, Hintli Mevlana Berekatullah, Muhammed Ali-Şevket Ali Ebul Said El Arabi, Kürt Şeyh Cevad Berzenci'nin damadı Yusuf Şetvan, Cezayirli Emir Ali ile Emir Halit. 
Gandi'yi etkilemişler 

Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkilendirilen bazı isimler: "Beşiktaş yöneticisi Mehmet Ali Fetgeri, Atatürk'ün başyaveri Rüsuhi Savaşçı, Dr. Fuat Sabit Ağacık, Şeyh Şamil'in torunu Sait Şamil, Prof. İsmail Hami Danışmend, Müşir Deli Fuad Paşa, Nuri Killigil ve Halil Kut Paşalar, MAH Başkanı Naci Perkel, Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman, Alevi Balabanlı ve Şadıllı aşireti reisleri Gül Ağa ile Kırmo Yusuf, Prof. Halim Sabit Şibay, Vehip Paşa, Prof. Ali Hüseyinzade, Filistinli lider Hacı Emin El Hüseyni, Süleyman Numan Paşa. Teşkilat'ın Hindistan'daki etkisini ise Eşref Bey şöyle özetliyor: "Hindistan'daki gizli teşkilatımız, büyük muvaf-fakiyetler kaydetti. Din farkı olmaksızın Müslüman-Budist-Brahman topluluklarını Müstakil Hindistan ideali etrafına toplayan teşebbüsü-müze, Gandi, Mevlana Mehmet Ali , Said Han, Mevlana Mahmut Hüseyin, Ali Şevket, Muhammed Ali Cinnah, şair İkbal, Nehru gibi mücahitler toplandı." 

***Alıntıdır***

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion