2 Mayıs 2020 Cumartesi

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ (ARİF TEKİN) 1 nci Bölüm




BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ
(ARİF TEKİN)
1 nci Bölüm

BAŞLARKEN : s. 4 1 
Hz. MUHAMMED'İN HAYBER'DE YEDİĞİ ZEHİRLİ ET OLAYI : s. 6 2
TEBÜK'TE Hz. MUHAMMED'E KARŞI SUİKAST GİRİŞİMİ : s. 9 3
AYŞE ve HAFSA'NIN Hz. MUHAMMED'E İÇİRDİKLERİ İLAÇ : s. 25 
 4- HALİFE EBUBEKİR : s. 39 
 5- HALİFE ÖMER: s. 67 
 6- Hz. ALİ ve EŞİ Hz. FATMA: s. 86 
 7- Hz. MUHAMMED'İN ÇOCUKLARI VAR MIYDI?: s. 103 
 8- HALİFE OSMAN : s. 113 
 9- Hz. MUHAMMED'İN ÖLÜM NEDENİ NEDEN HEP GİZLİ TUTULMUŞTUR? : s. 134 
 10- BAZI DİN ADAMLARININ SAVUNMALARI: s. 136 
 BİTİRİRKEN : s. 143 
 DİPNOT s. 144 
 KAYNAKÇA : s. 176
Bu çalışmamı, tabulara karşı mücadele veren, kurtuluş yolunu geçmişte ve insan ötesinde değil; ancak insanoğlunun kendisinde arayan, evrensel barış için çaba harcayan ve bu yolda çözüm üreten, fedakârlık gösteren tüm duyarlı insanlara ithaf ediyorum
SUNARKEN 
Bu çalışmamda Hz. Muhammed'in en yakın çevresi tarafından iktidar hırsı yüzünden nasıl bir siyasi cinayete kurban gittiğini anlatmaya çalışacağım. Bunu yaparken de kanıt olarak sadece elimdeki İslami kaynakları kullanacağım: Konuya ilişkin Kur'an'da birkaç ayet var, onları sunacağım; yanı sıra İslam literatüründe güvenilir sayılan hadislerden net bilgiler aktaracağım. Bir de yerine göre müsnedlerden, tabakat ve siyer kitaplarından, tefsir, sebeb-i nüzul denilen ayetlerin sebep-sonuç ilişkisini irdeleyen eserlerden, meşhur İslam tarihçilerinden de bilgiler sunmaya çalışacağım. Kısacası, elimde İslam camiasında kabul görmüş kaynaklardan başka bir veri yok. Zaten hangi eserlerden yararlandığımı dipnot olarak belirteceğim. Ayrıca alıntı yaptığım kaynakların bir listesini de kitabın sununda kaynakça adı altında ekleyeceğim. 
Kısacası, bu çalışmam İslami kaynakların bir ürünüdür
Burada, "Asırlar gelip geçmiş, kimse böyle anlatmamış; sadece bu yazar mı bu bilgileri kavrayabildi?" gibi sorular sorulabilir. Ben bu soruların muhatabı değilim. Çünkü az önce de ifade ettiğim gibi, bu bilgileri İslami kesimin kabul ettiği eserlerden temin ettim. Benim için çokluk önemli değil; tersine ilim, akıl ve insanoğlunun yararı söz konusudur. Mesela; bir milyardan fazla insan Hz. İsa'ya şu veya bu şekilde inanıyorsa veya milyonlarca insan öküze tapıyorsa, benim de İsa'ya inanmam veya öküze tapmam gerekmiyor! Her çokluk gerçektir-doğrudur diye bir kural yok: Tıpkı inanç konuları gibi.  Biliyorum, karşımda İslam’dan beslenen siyasiler var, safça inanan dini akademisyenler var veya birkaç yayınım satılsın, para kazanayım diyen ve bu nedenle İslam'a toz kondurmak istemeyen İslamologlar var. O bakımdan işlediğim konuları en ufak ayrıntısına kadar sağlam tutarım. Bildiklerimle ilgili gayet emin bir şekilde işimi yaparım.  Bu tür kitapları yazmakla birilerinin inançlarıyla oynamak gibi bir düşüncem asla söz konusu değildir. Bana göre eğer insan bir dalda uzmansa ve hele uzman olduğu alan da tüm insanları ilgilendiriyorsa ve ben vicdan sahibiyim, kendimi sorumlu hissediyorum diyorsa, bildiklerini kamuoyuyla paylaşmayıp da, tersine kendisiyle beraber toprak altına götürüyorsa, bundan daha ağır bir kayıp olamaz. Hatta bu bilgiyi harekete geçirmemek bir insanlık suçudur. En azından ben böyle düşünüyorum, bakış açım bu.  Bilindiği gibi bundan bir süre önce Danimarka'da Jylands-Posten Gazetesi, İsveç'te de karikatürist Lars Vilks tarafından Hz. Muhammed'in karikatürü çizilmişti. Lars'ın çizdiklerini gördüm ama Danimarka'da çizilenleri görmedim. Benzer yaklaşımlar çok yanlış ve olsa olsa ancak provokasyon olabilir. Ben bu gibi çıkışları yanlış buluyorum. Hollanda'da Özgürlük Partisi lideri Geert Wilders'in de Hz. Muhammed'in icraatıyla ilgili bir film yapmakta olduğunu basından öğrendim. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu bilemiyorum.  Demek istediğim, kutsal dinlerin kaynakları ele alınırken bilimsel bir mantıkla değerlendirilmeli; insanların dini inançlarına hakaret etmekle, boş saldırıyla bir yere varılmaz. O nedenle diyorum ki kutsal dinleri ve kaynaklarını, medeni ve ilmi çerçevede ele almak, değerlendirmek ve hatta eleştirmek ayrıdır, rastgele saldırmak ayrı... 
Ne yazık ki az sayıda da olsa zaman zaman bu gibi yanlışlar yapılıyor.
Burada basit bir örnek vereyim: Bilindiği gibi HAZRET kelimesi Muhammed zamanında olmadığı, sonradan kullanıldığı ve üstelik de Farsça bir kelime olduğu halde, ben yine de itina göstererek bunu hep kullandım, Hz. Muhammed dedim. Ali ve eşi Fatma, halk nezdinde hazretle anıldıkları ve bu şekilde meşhur oldukları için, onlar için de Hz. kelimesini kullandım. Kullanılmayan yerler varsa demek ki dikkatimden kaçmıştır. Benim için önemli olan özdür; yoksa kelime oyununa takılmak gibi ucuz şeyler âdetim değildir.
Johannes Kepler'in (1571-1630) güzel bir sözü var: 
"Bir âlimin eleştirisini milyonlarca cahilin alkışına tercih ederim". 
Böyledir; bir toplumda eleştiri özgürlüğü, tartışma özgürlüğü kısıtlıysa o toplumun ilerleme şansı olmadığı gibi, huzuru da mümkün değildir. 
Dünyaya bir kuş bakışı bakalım, düşünce-inanç ve ifade özgürlüğünün olmadığı ülkelerin durumları ortada. 
Belirttiğim bu özgürlüklerin yolu ve zemini de tabii ki sağlıklı bir demokrasiden geçer.  
Bu çalışmamda Hz. Muhammed'in ölüm nedenini anlatırken, ağırlıklı olarak şu bölümler üzerinde duracağım:  
- Hayber'de Yahudi bir kadın tarafından kendisine verilen zehirli et olayı. 
- Tebük'te Hz. Muhammed'e karşı en yakın arkadaşları tarafından yapılmak istenen bir suikast girişimi var; bunu detaylıca açıklayacağım. Aynı zamanda Veda haccı dönüşünde en seçme sahabeler tarafından Hz. Muhammed'e karşı tertiplenen başka bir suikast girişimi var, bunu da anlatacağım. 
- En önemlisi de Hz. Muhammed'in vefat ettiği sırada, onun isteği dışında, eşleri Ayşe ve Hafsa tarafından kendisine ağız yoluyla verilen ilaç olayı var; bunun üzerinde duracağım. 
Bunları anlatmakla birlikte Hz. Muhammed'in öldürülmesinin neden gizli tutulduğu sorusuna kısaca açıklık getirmeye çalışacağım.  
İşleyeceğim konular ilginç ve halk nezdinde bilinenlerin tam tersi. 
O bakımdan insan haklı olarak, “Acaba bu ciddi, hatta trajedik sayılan olaylara karşı İslam tarihçileri, Kuran yorumcuları, siyer ve tabakat yazarları, İslam'ın meşhur yazarları ne gibi savunmalar yapmışlar?” diye sorabilir. 
Onun için bu ünlülerden de en zirvedekilerden birkaçının konularla ilgili savunmalarını sunacağım.  
Kitapta ayrıca Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali'nin başına gelen olumsuzlukları özet şeklinde anlatacağım. 
Çünkü bu konuda da gerçekler Müslüman kamuoyundan hep gizlenegelmiştir. 
İslami kaynaklarda bu konuda yeterince bilgi var. 
Bu arada halk arasında Ebubekir'in de ölüm nedeni farklı biliniyor; buna da açıklık getireceğim. 
Yani bugünkü tabirle Ebubekir'in bir siyasi cinayete kurban gittiğini ve bunu yapanın da halife Ömer olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunacağım. 
Yine halife Osman'ın Müslümanlar tarafından linç edilmesi olayı var, onu da işleyeceğim. 
Halife Ömer birçok konuda ağır bir şekilde suçlanıyor. 
Bu suçlamaların doğru olup olmadığını tam olarak anlayabilmek için onun bilinmeyen yönleriyle ilgili bazı çarpıcı bilgiler vereceğim.  
Yine Müslüman kamuoyu tarafından Hz. Muhammed'e mal edilen çocuklarla ilgili bir yanlış bilgilendirme var; bunu izah edeceğim. 
Kısacası, bu çalışmam bugüne kadar Müslüman kamuoyuyla paylaşılmayan farklı bilgilerden oluşmaktadır.
BÖLÜM 1 - HZ MUHAMMED'İN HAYBER'DE YEDİĞİ ZEHİRLİ ET OLAYI  
Hz. Muhammed'e karşı yapılan suikastları işlerken böyle masalımsı, ona karşı güya düzenlenip de mucize sonucu başarısız kılınan suikastleri anlatmayacağım. Örneğin, Cabir b. Abdullah'ın anlattığı şu olay: "Bir yere baskın düzenlemiştik; bir ara istirahat için gölgeye çekildik. O arada Hz. Muhammed kılıcını bir ağaca asıp o ağacın altında uzanırken adamın biri gelip onun asılı kılıcını alır ve kendisine, "Ey Muhammed; bugün kim seni elimden kurtaracak, seni öldüreceğim." der. Hz. Muhammed de, "Allah beni kurtarır." yanıtını verir. Bu soru, o adam tarafından üç sefer tekrarlanır ve Hz. Muhammed'den aldığı yanıt da hep aynı... Sonuçta Allah tarafından adam etkisiz hale gelir, vücudu sanki donmuş, felç olmuş gibi olur ve kılıç kullanamaz hale gelir." Bu hadis en başta Buhari ve Müslim'de anlatılmaktadır. (1)  Cabir b. Abdullah bu olayı üç farklı içerikle anlatır... Birinde sanki orada bulunan herkes, Muhammed ve adamı izlemiş gibi bir aktarım söz konusudur; diğerinde, Muhammed'in arkadaşları o adamı görünce bağırıp çağırmışlar, adam da korkudan ona bir şey yapamamış şeklinde bilgi verilir, bir diğerinde ise, 'böyle bir olay meydana geldi, ancak Hz. Muhammed bize anlattı, biz görmedik' şeklindedir. İşte tek kişiden üç değişik şekillerde anlatılan bir masal.  Bir diğer örnek de Süraka b. Malik'ten. Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye göç ettiği sırada kendisine inanmayanlar, Süraka'ya, "Muhammedi öldürürsen sana yüz deve mükâfat vereceğiz." deyince o da atını alıp Hz. Muhammed'in peşine takılmış. Bu paralı katil (Süraka) Muhammed'e yaklaştıkça atı hep kumda batıyormuş, Muhammed'e ulaşamıyormuş. Sonunda adam kendi kötü planından vazgeçip İslamiyet'i kabul etmiş. İslami yazarlar, sanki benzer şeyler olmuş gibi bu örnekleri ballandıra ballandıra hep anlatmışlar kaynaklarında. İşte bu çalışmamda anlatacağım suikast olayları çok farklı ve dünya tarihinde hep olmuş ve olacak şeylerden. Özetle; bu çalışmamda az önceki örneklerde olduğu gibi benzer akıl dışı olayları işlemeyeceğim.  Başka bir kaynağımda Hz. Muhammed'in Hayber'de yediği zehirli et olayına kısaca değinmiştim. (2) Olay şuydu: Hz. Muhammed ve arkadaşları Hayber baskınında Yahudilerin çoğunu öldürüyor, kadın ve kızlarını da cariye olarak ele geçirip kendi aralarında dağıtıyor. Bu arada o sırada 60 yaşında olan Hz. Muhammed de kendine 17 yaşında ve daha yeni evlenmiş Safiye'yi alıyor. Üstelik de eski eşini canlı olarak ele geçirip katlettikten sonra. İşte o kitabımda bunları anlatırken, Hayber'de Hz. Muhammed'e karşı gerçekleştirilen bir suikast olayına da özet şeklinde değinmiştim. Bir kere o kaynağın konusu zaten farklıydı. O yüzden bir vesileyle orada özet şeklinde bu zehirleme olayına değinip geçtim; ancak olay o kadar da basit değildir. Hz. Muhammed'in ölümü cidden kuşkuludur. Bu çalışmamda, ölümüyle ilgili bugüne kader hiç değinilmeyen karanlık noktalar üzerinde duracağım.  Bu başlığı fazla detaylandırmayacağım; Hayber'deki suikast olayına kısa bir açıklık getireceğim. Bu kaynakta asıl üzerinde durmak istediğim, bambaşka bir ölüm nedeni. Yeri gelince onun üzerinde yeterince duracağım.  Hayber'de meydana gelen zehirleme olayının özeti şu: Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye geçip orada sistemini kurunca, asıl yerlileri olan Yahudileri çeşitli bahanelerle dağıtmaya, kovmaya, katletmeye yönelir. Örneğin; Beni Nadir, Beni Kaynuka, Beni Kurayza ve daha sonra da Hayber Yahudileri gibi. Tabii ki İslami kesim burada şunu savunur: Yahudiler Hz. Muhammed'e karşı olup Mekke müşriklerini destekledikleri için onlarla savaşıldı... Benzer savunmaların hiçbir şekilde haklı tarafı yoktur. Çünkü Medine onların yurduydu, Hz. Muhammed ise yabancıydı: Mekkeliydi ve onu orada rahat bırakmadıkları için Medine'ye hicret etmişti. Burada haklı olarak şu söylenebilir: Madem iddia edildiği gibi onun arkasında Tanrı vardı, o zaman niye Mekke'de ona yardım etmedi, neden Medine'ye gelip bu insanların da istirahatını bozmaya neden oldu, o kadar savaşlar, katliamlar oldu? (Beni Nadir, Beni Kureyza, Beni Kaynuka, Hayber, Fedek gibi bunların hepsi Yahudi ve hepsi de Hz. Muhammed tarafından ortadan kaldırıldılar.)
Hz. Muhammed'i bu konuda haklı çıkaracak hiçbir gerekçe olamaz: Başka bir ülkeye gitmek ve oranın insanlarını, beni dinlemiyorlar diye katletmek gibi bir anlayış, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bugünkü tabire göre, onun Medine'de oturma izni yok. Bunu hangi ülke kabul eder: Gel bir, iki yıl bir ülkede kal, ondan sonra yönetimi ele geçir, oranın halkıyla da kavga et, onları katlet, yurtlarından eyle. Bunun örneği dünyanın hiçbir yerinde yoktur!  Hz. Muhammed ve yandaşları, Hayber kalesini ele geçirince, ölümden kurtulanlar ona şu teklifi sundu: Biz bu toprakları sizden daha iyi işleriz. Çünkü yıllarca ekip biçtik, deneyimimiz var. O yüzden bizi öldürmeyin, sürgüne de göndermeyin, biz burayı ekip biçelim, gelirini paylaşalım derler. Hz.Muhammed de bu teklifi kabul eder ve Hayber toprakları bu anlaşmadan sonra bu şekilde işlenir. Zaten esir düşen Hayber sakinleri için bunun dışında alternatif de yoktu.  Hayber'den sonra Hz. Muhammed'in kendilerine yöneleceği bilgisini alan Fedek halici bu pazarlığı duydu. Onlar da Hz. Muhammed'e aynı teklifi sundular ve önerileri kabul edildi. İşte Fedek, savaşsız alındığı için, Kur'an'daki Haşr suresinin 6-7. ayetlerine göre bu köy (Fedek) 'Fey' sayılırdı. Yani ancak Allah'a ve Muhammed'e ait olacaktı; diğer ganimet malları gibi Müslümanlara dağıtılmayacaktı. Sonuçta Muhammed Fedek köyünü kendine ayırdı; ancak Hayber'i hazine malı olarak arkadaşları arasında paylaştırdı. Savaşın kısa durumu bu.  Hz. Muhammed'in bu baskın sırasında yediği zehirli yemeğe gelince; Hayber Yahudilerinden sağ kalan Haris kızı Zeynep -ki Selam b. Meşkem'in hanımıydı- soruşturuyor, acaba Hz. Muhammed hangi yemekleri çok sever diye. Etin kaburga kısmını çok sevdiğini söylüyorlar kendisine. Bu arada Zeynep bir koyun pişirip içine zehir doldurarak Muhammed'e ikram ediyor, tabii ki Hz. Muhammed'in sevdiği kısma daha fazla zehir bırakıyor. Hz. Muhammed yemeğe başlayınca, onun arkadaşlarından Bişr b. Bera, acele edip ondan önce ağzına alıyor ve orada yığılıp can veriyor. Hz. Muhammed ise henüz arkadaşı kadar fazla yemediği ve bu arada onun da durumunu gördüğü için, artık yemekten vazgeçiyor. Sonra o yemeği hazırlayan kadını çağırıyor: "Neden buna gerek duyup bizi zehirlemek istedin?" diyor. Kadın da, "Sen bizim başımıza neler getirdiğini iyi biliyorsun. Babam Haris'i, kocam Selam b. Meşkem'i, amcam Yaser'i, kardeşim Merhab'ı ve diğer yakınlarımla Hayber Yahudilerini öldürdünüz, kalanları da esir-cariye yaptınız. Bunun için ben de kendi kendime dedim ki, bu adamı zehirleyeceğim: Peygamberse, Tanrı ile irtibatı varsa, zaten vahiy alır bu etten yemez; ama yalancıysa yemeğe devam eder ve ölür. Dolayısıyla biz kalanlar da ondan kurtulmuş oluruz. O yüzden böyle bir plan kurdum." diyor.  Burada şunu eklemek isterim: Peygamber olup olmaması bir kenara; bir kere onlardan bu kadar insan öldüren bir Muhammed, nasıl olur da safça, tedbirsiz bir şekilde kalkıp bir Yahudi kadının hazırladığı yemeği cesaretle yiyebilir? Şunu da kabul etmek lazım ki, kadın çok yetenekli ve aktif biriymiş. Bu plan, her babayiğidin işi değil. Yineliyorum: Hz. Muhammed'in kendileriyle savaştığı ve çoğunu katlettiği insanların kalanlarından birinin hazırladığı yemeği yemesi çok yanlış bir şey; bu kadar tedbirsizliğin açıklaması olamaz. Ben, “Madem Tanrı arkasındaydı neden haber vermedi?” sorusundan ziyade; normal bir insan, düşman olan kesimin yemeğini nasıl bu kadar rahatlıkla yiyebilir diye hayret ederim.  Bazı İslam tarihçileri, “Muhammed bu olayda kadını affetmiş.” gibi açıklamalar yapmışlarsa da, bunun inandırıcı bir yanı yoktur. Muhammed bu olaydan dolayı o kadını orada öldürüyor. Hatta bazı İslami kaynaklarda Muhammed'in talimatıyla o kadın işkenceyle, çarmıha gerilmek suretiyle infaz ediliyor. (3) Ha reklam için affetmiş, ha katletmiş bu o kadar önemli değildir. Önemli olan, kendileriyle savaştığı insanların ikram ettiği yemeği yemek, bunun sakıncalarını göze almamak. Bu önemli bir yanlıştır. Bazı kaynaklarda bu zehirli etten sadece Bişr adındaki şahıs değil; birkaç kişi ölmüş diye farklı bilgi de var.(4)
Bu olayda yediği zehirli etten dolayı Muhammed'in bedeninde yıpranmalar oluştuğu ve ölene kadar da sıklıkla (hacamat denilen yöntemle) vücudundan kan aldırdığı bir gerçek. Mesela Ebu Hind, Ebu Tayyib adlarındaki şahısların ondan kan aldıkları kaynaklarda geçiyor. Hatta bunun karşılığında Muhammed'in Ebu Tayyib'e ücret olarak iki Sa' hurma verdiği bile yazılı. Yine İbni Mace'nin aktardığı rivayette, onun eşlerinden Ümmü Seleme'nin kendisine, "Bakıyorum sen o zehirli etten sonra gitgide olumsuz etkileniyorsun." dediğini ve ara sıra onun da Muhammed'den kan aldığını aktarıyor.  Buhari ve Müslim'de, "Bazen hac için ihramda iken, bazen oruçlu iken kendisinden kan aldırıyordu." şeklinde hadisler var. Yani kan aldırma, Hayber'de yediği zehirli etin etkisiyle oluşan hastalıktan dolayı oluyordu...  Şu not da önemli! Enes b. Malik, "O yemekten sonra Muhammed'in ağız bölgesinde bozukluklar oluşmuştu." diye bilgi veriyor. Bu Enes b. Malik, Muhammed'e on yıl yaverlik yapan bir sahabi ve onun bu hadisi en başta Buhari ve Müslim'de geçmektedir. (5) Bu açıklamalara göre Hz. Muhammed'in bu suikastta darbe aldığı kesin; ancak bu olaydan sonra üç yıl daha yaşıyor. Acaba bir zehir bu kadar zamana yayılır mı veya o zaman bu kadar güçlü bir zehir var mıydı? Tabii ki bu ancak uzmanların bileceği bir iş.  İnananlar açısından Hz. Muhammed'in bu suikastta öldürülmemesi bir mucize olarak iddia edilebilir: Hani arkadaşları öldü de o ölmedi, diye. Ama yersiz bir savunma. Bir kere Muhammed'in bu olayda kurtulması gayet normal bir şeydir: Dünyada her eylem başarıyla sonuçlanır diye bir kural yoktur. Bu yoruma karşı şu rahatlıkla söylenebilir: Madem ki onda bir mucize vardı, neden önceden haber verilmedi? Haber verilseydi, en azından arkadaşları ölmezdi. Bir de Allah koruduğu için ona bir şey olmadı diyelim, peki sağlam hadislerde anlatılan, yediği zehirli etten dolayı dudaklarında, ağzında ve yüzünde neden yaralar oluşmuştu, bu zehirli yemekten dolayı zaman zaman vücudundan kan aldırdığı bir gerçek. Hani en azından bu zehirli etten ötürü kendisinde rahatsızlıklar oluşmuş. O halde ölmedi diye bundan pay çıkarmak yanlıştır.  Ancak burada Hz. Ayşe'ye mal edilen bir hadis var: Muhammed hasta iken bir ara, "Ey Ayşe! Kaç yıl önce Hayber'de yediğim o zehirli etten dolayı içim yanıyor, artık dayanamam." şeklinde bir ifade kullandığı söz konusu. Bir kere Muhammed'in Hayber'de yediği zehirli et olayını Enes b. Malik, Ebu Hureyre gibi birçok sahabe anlatıyor; ancak "Hayber'de yediğim o zehirli etten dolayı içim yanıyor, artık dayanamam." sözünün arkasında yalnız Ayşe var. (6) Tabii ki bu ölüm konusunda Ayşe töhmet altında; bunu zaten anlatacağım. O yüzden Ayşe'ye dayalı benzer hadislerin hiçbir değeri yoktur.  Hayber suikastının özeti böyle.
BÖLÜM 2 - TEBÜKTE HZ. MUHAMMED'E KARŞI SUİKAST GİRİŞİMİ 
a) Hz. Muhammed'in En Yakın Çevresi Onu Öldürmek İstiyor  Hicri 9. yılında Hz. Muhammed Suriye tarafında Bizanslılara karşı Tebük (bir bölgenin adıdır) seferini düzenler. Ordusu hem sayı olarak az, hem de araç-gereç bakımından zayıf olduğu için, pek çok Müslüman savaşa katılmak istemez. Burada savaşın seyriyle ilgili bilgi vermiyorum; amacım, bu savaşta meydana gelen önemli bir konuda bilgi vermektir. Tebük seferine katılmak istemeyenler hakkında Kur'an'da (özellikle Tevbe suresinde) birçok ayet var, yeri gelince onlardan da örnek sunacağım... Demek istediğim şu: Hz. Muhammed Tebük'ten dönüp Medine yolunu tutunca, en yakın arkadaşlarından süvari bir grup -ki sayıları 12-15 olarak söyleniyor- gece karanlığından da yararlanarak onu vurmak ister.  Ancak Muhammed bu planın duyumlarını alınca yol güzergâhını değiştirir. Yolda Ammar b. Yaser onun devesini önden çekmekte, Hüzeyfe b. Yeman da arkadan sürmektedir. Muhammed'i öldürmeye karar veren grup, onun bu yol değişikliğini öğrenir ve aynı istikamette onları takibe alır. Bunlar yaklaşıp artık baskın yapma aşamasındayken, Muhammed'in arkadaşları tarafından fark edilirler. Bu arada Muhammed, arkadaşlarına, "Çabuk sürün, hızlı olun." diye emir verir. Arkadaşları bağırıp çağırır ve "Haberiniz olsun sizi gördük." deyince, baskını düzenlemek isteyen Müslüman grup korkar, kaçmak zorunda kalır ve İslam ordusu arasına dağılıp kaybolur. Karanlık olduğu için Muhammed'in etrafındaki insanların çok olduğunu sanmışlardır; yoksa onu kolay kolay bırakmazlardı.  Bu arada Muhammed, arkadaşlarına, "Siz bunları tanıdınız mı?" diye sorar. "Yüzleri maskeliydi, göremedik; ancak atlarını, bindikleri hayvanları tanıdık/bugünkü tabirle, arabaların plakalarını aldık." derler... Muhammed yine sorar: "Sizce bunların niyeti neydi?". "Bilmiyoruz." karşılığını verirler. Muhammed bu kez: "Yemin ederim ki onların planı beni vurmak, ortadan kaldırmaktı. Ben onları teker teker biliyorum." der ve onların isimlerini Ammar-Hüzeyfe'ye söyler; ancak "Sakın ola, bu isimler sizde gizli kalsın, hiç kimseye söylemeyin." talimatını verir.  Neden böyle bir talimata gerek duymuştur? Çünkü bunu yapanlar, Hz. Muhammed'in kendilerine cennet müjdesi verdiği en yakın arkadaşlarıydı. En başta halife Ebubekir, halife Ömer, halife Osman, Talha b. Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eş'arî gibi seçme isimler vardı bu on beş kişilik baskın grubunda. Evet; bunu anlatan, ünlü İslam düşünürü İbni Hazm (ö. hicri 456). Gerçi kendisi bahaneler buluyor ama ne olursa olsun bunları o anlatıyor.  Bu baskını gerçekleştirenler arasında Ebubekir, Ömer ve Osman'ın isimlerini veren başka yazarlar da var. (7) Tabii ki burada savunma amaçlı uyduruk bazı sözler öne sürülmüş; ancak bunlar çok sığ ve gülünç savunmalar, yeri gelince onlardan birkaç çarpıcı örnek vereceğim. Benzer savunmaları İslami kesim hep yapıyor. Mesela ileride değineceğim gibi, halife olarak Ebubekir'in rakibi Sad b. Ubade, Ömer'in korkusundan Şam tarafına göç etmek zorunda kalıyor. Ömer adamlarını gönderip onu orada katlediyor ve "Tuvalete girince cinler onu öldürmüş." diye çok saçma bir bahane uyduruyorlar. Yine yeri gelince anlatacağım, Ayşe ile Hafsa, Muhammed'e ilaç içirince, “Biz yapmadık, ey Muhammed; senin amcan Abbas yaptı.” diyorlar. O da diyor ki “Abbas masumdur, siz yalan söylüyorsunuz, siz yaptınız.”. İşte yapılan savunmalar hep bu tarzda. Dediğim gibi, bağımsız bir başlık altında bu savunmalardan ilginç birkaç örnek vereceğim...  Tabii ki İbni Hazm gibi ünlü bir İslam düşünürü bu olayla ilişkileri olan kişileri anlattığı için, İslam âleminde ona kimse bir şey de diyememiştir ancak savunma amaçlı farklı zikzaklara başvuran İslam düşünürleri çoktur. O savunmalardan önemli bir kesit sunacağım.  Bu olaya karşı Muhammed'in arkadaşları Hüzeyfe ve Ammar kendisine şu öneriyi getirirler: “Madem ki onları tanıyorsun, biz Medine'ye dönünce onları öldürelim, ne dersin?”. Muhammed, "Hayır olmaz.
Çünkü o zaman bana karşı olanların ellerine bir fırsat geçer, onlar olumsuz propaganda yapıp ‘Muhammed en yakın arkadaşlarını öldürdü.’ derler. Onun için biz tedbirimizi alır o şekilde devam ederiz." der. Evet, Hz. Muhammed onların isimlerini gizli tutmuştur dedim. Ancak gerçeği saptırmak için, kimi kaynaklarda bazı sahte isimler de verilmiş: Şu şu kişilerdi gibi uyduruk bazı isimler ortalıkta dolaşıyor. Aslında onlar günah keçisi kesilen isimlerdir. Gerçek failler ise hep gizlenmek istenmiştir. Bu konu üzerinde yeterince duracağım.  Hz. Muhammed onların isimlerini gizli tutmakla iyi bir taktik uygulamıştır aslında. Çünkü eğer açıklasaydı, kendisinin de belirttiği gibi hem İslam’a karşı olanlarda olumsuz etki yapardı: “Demek ki bu dinde bir şey yok, Muhammed'in en yakın arkadaşları bile kitlesel olarak ondan uzaklaşıyorlar ve hatta onu vurmak istiyorlar.” gibi olumsuz propagandalar yapılabilirdi. Hem de deşifre etmiş olsaydı, onlarla kuvvet yoluyla bir kere baş etmesi pahalıya mal olurdu, hatta mümkün bile değildi: Mesela Hz. Ömer'e ceza verebilir miydi, onu karşısına alabilir miydi? Ebubekir'e, Osman'a, Talha'ya, Sad b. Ebi Vakkas'a, Ebu Musa el-Eş'ari'ye... ne yapabilirdi! O zaman tüm lider kadro ona düşman kesilirdi ve Muhammed'in elinde kimse kalmazdı ve yalnız kalırdı.  Komplocuları tespit ettiğine göre bundan sonra yapması gereken, hem fiziki olarak tedbirini almak, kendini korumak, hem de Cebrail-Allah kanalıyla Kur'an'a istediği ayetleri eklemektir. Dediğim gibi zaten başka yöntem de mümkün görülmüyordu. Tabii ki bu arada sanki Muhammed'in onların komplosundan haberi olmamış da, inandığı Allah'ı ona vahiy yoluyla kendileri hakkında yeni bilgi iletiyormuş gibi mucizesini de göstermiş oluyordu. Onlar hakkında Tevbe suresinin 74. ayetini oluşturup ilan etmiştir.  Diyanet'in Kur'an tercümesinden ilgili ayetin anlamını vereyim: "Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Ayrıca başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler. Sırf, Allah ve Resulü kendi lütfü ile onları zengin kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost ne de bir yardımcı vardır."  Sanki Muhammed bu suikastçılar hakkında hiçbir şey duymamış da; Allah'ından gelen bilgiyle ilk kez haberdar oluyormuş gibi yapıyor. Tabii ki bir taşla iki kuş misali, bu ayetle birkaç yere mesaj gönderiyor. Çünkü Tebük'te bir ara onun devesi kaybolunca, Müslümanlardan biri, "Hani dünyada olup biten her şeyi, geçmişi, geleceği... biliyorum diyen bir Muhammed, nasıl olur da yanı başında devesi kaybolmuş da nerde olduğunu bilemiyor, bu nasıl peygamber?" şeklinde alay ediyor. Cülas bin Süveyd, (8) "Eğer Muhammed'in anlattıkları doğruysa, eğer peygamberse ben eşek olayım." diyerek onunla alay ederken, Muhammed bunlardan haberdar oluyor. İşte Tebük'te hem kendine karşı komplo kuranlar/onu vurmak isteyenler, hem de onunla alay edenler için, mucize niyetiyle yukarıdaki ayeti oluşturuyor.  Ayette her şey açık ve nettir: Onlar yemin ediyorlar ki, biz söylemedik. Peki, neymiş söylemedikleri şey? İşte az önce özetlediğim gibi, 'Muhammed'de tanrısal boyut varsa eşek olayım' diyen kişi. Güya ona baskı yapılınca ben bunu demedim demiş ve Tanrı için de onun sözü o kadar önemli olmalı ki bu ayeti onun yalanı için göndermiş.  Bir de 'Yanı başında devesini bulamayan Muhammed, nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek her şeyi bilirim.' diyen kişinin bu cümlesi Tanrı’nın hoşuna gitmemiş olmalı ki, gerek görüp az önceki ayeti yanıt olarak göndermiş. Tabii ki Muhammed'in bunların söyledikleri hakkında istihbaratı vardı. O yüzden hepsine topluca yanıt olabilecek böyle ayetler oluşturup anlatıyordu. Ayetin bir yerinde şu cümlecik de var: "Allah ve Resulü kendi lütfü ile onları (Müslümanları) zengin kıldığı için, inkârcılar intikam almaya kalktılar." diyor. Peki, bu parçanın olayla ne alâkası var? Bunu da müfessirler şöyle açıklamışlar ve zaten başka türlü de yorumu mümkün değil: Efendim, Hz. Muhammed Medine'ye gelip savaşlarda elde ettiği ganimetleri yandaşlarına dağıtınca bunlar zengin olur. Bu arada başta Abdullah b. Selul olmak üzere muhalefettekiler onların bu durumunu kıskanırlar. İşte ayette sözü edilen zenginliğin kaynağı budur. Yani Allah'ın minnet ettiği zenginlik kaynağı, ganimetler, talan ve çapulculuk. Yoksa başka ne gibi yollarla onları zengin etmiş ki!  Aynı ayetin bir yerinde de, başarılmayan bir plandan söz ediliyor. İşte o plan Tebük'teki suikasttir. Zaten Diyanet de, "Muhammed'i öldürmek demek" şeklinde almıştır. Biraz önce vurgu yaptığım gibi, Muhammed onlarla savaşmak yerine, ayet taktiğiyle kendilerini korkutmaya, bu yöntemle işi ayarlamaya çalışıyordu ve tabii ki artık fiziki olarak da tedbirini almaya devam ediyordu.  
Bu Tevbe suresinde konuya ilişkin oluşturulan başka ayetler de var. 
Bu ayetlerde söylenen bazı mesajlar şöyle:  "Ey Muhammed; bu münafıklardan ölen olursa cenaze namazını bile kılma, kabirleri başında da durma. Ayrıca onlara 70 sefer dua etsen de ben (Allah olarak) kabul etmem." Yani ey Muhammed, onların bağışlanması için sen bile devreye girsen ben onları affetmem şeklinde ayetler var. (9)  Hz. Muhammed, hadislerinde, arkadaşlarım arasında 12 kişi var ki (aslında Tebük olayına adı karışanların sayısı 15'tir; ancak bunlardan 12'si Muhammed'e çok yakın isimler olduğu için burada bu rakamı kullanmıştır!), deve iğne deliğinden geçmediği sürece bunlar da cennete girmeyecekler diyor, ayrıca onlar için bedduada bulunuyor.  Bu kişilerin sayıları hakkında ünlü Kur'an yorumcusu/müfessir Kadı Beydavi kesin rakam belirtiyor: Diğer Kur'an yorumcuları gibi o da olayın detayları hakkında bilgi verdikten sonra Tebük seferi dönüşü Hz. Muhammed'e karşı suikast girişiminde bulunanların sayısı 15'ti diyor. Bu suikast ile ilgili bilgileri içeren epeyce İslami kaynak var. Bazılarında bunların sayısı, parça parça da olsa isimleri de verilmiş; bazılarında ise yalnız olay anlatılmıştır. (10) Zaten olay net olarak Tevbe suresinde anlatılıyor; ayette sadece kişilerin isimleri yok. Tabii ki Muhammed onların isimlerini ayette belirtemezdi. Çünkü o zaman açıkça onları hedef gösterirdi ve aralarında savaş başlardı.  Kaldı ki İbni Hazm'ın Muhalla’sı dışında, başta Müslim olmak üzere birçok İslami kaynakta bu konuda kanıtlar var; hepsini anlatacağım.  İbni Hazm her ne kadar katılmıyorsa da şunu da yazıyor kitabında: “Ömer, Hz. Muhammed'in yanında bulunan Hüzeyfe'den soruyor: ‘Madem sen o münafıkları tanıyorum diyorsun, peki ben de onların içinde var mıydım?’ diyor.”  İslam tarihi aşırı derecede sansürlüdür; buna rağmen yine de değişik kaynaklara ve hatta değişik sayfalara dağıtılan bilgiler bir araya getirildiğinde bu konuda önemli bilgiler ortaya çıkıyor. (11)  b) İbni Hazm'ın Suikastla İlgili İlginç Açıklaması  Şimdi çok önemli, ses getirecek bir hadisi sunuyorum. Öyle bir hadis ki, İbni Hazm kendi meşhur kitabı Muhalla'sına almış. Her ne kadar eften püften savunmalar yapmışsa da (o savunmalarını da yazacağım) benim için önemli olan, onun böyle bir hadisi kaleme almasıdır.  Hemen hadisi vereyim. Velit bin Cümey'den, "Halife Ebubekir, halife Ömer, halife Osman, Talha bin Ubeydullah ve Sad bin Ebi Vakkas gibi ünlü sahabeler, Tabük'te Hz. Muhammed'i katletme girişiminde bulunanlardandır." açıklamasını yapıyor ve devamla, "Aslında bu Velit denen kişi helak olanlardandır, İslam camiasında hiç kimse ondan hadis almamıştır, yalancı bir insandır. Dolayısıyla onun aktardığı bu hadis asılsızdır." diyor.
Bunun değerlendirmesine geçmeden, farklı bir noktaya değinmek istiyorum.  Müslümanlardan bir grup, Suriye'den ticaretten dönünce yalan bir haber yayıyorlar: Biz gelirken yolda aşırı derecede bir hareketlilik gördük. Kesin olarak Bizanslılar Müslümanlara karşı savaş hazırlığı yapıyorlardı, şeklinde bir haber. Muhammed de buna dayanarak seferberlik ilan ediyor. Hâlbuki böyle bir şey yok, kökten yalan.  İşte bu yalana dayanarak milleti savaşa sürüklediği için, Celas b. Süveyd gibi bazı Müslümanlar, 'Eğer Muhammed hak ise ben eşek olayım' diyorlar. (12) Muhammed bu gibilerin dedikodusunu duyunca, onların aleyhine ayetler oluşturuyor. Bunu, az önce de anlattım. Aslında bir bakıma bunu söyleyenler haklı. Çünkü bir ticaret kafilesinin yalanını bilmeyen bir Muhammed, nasıl diyebilir ki ben gelmiş, geçmiş herşeyi bilirim. Boşuna o insanları Bizans'a karşı savaşa sürüklemenin ne anlamı var, neden mucize yoluyla bu haberin yalan olduğunu söylemedi! Üstelik bu Tebük seferinde kendisine karşı tertiplenen suikastta öldürülebilirdi de.  Peki, olay nerden kaynaklanıyor; İbni Hazm neden “Velit b. Cümey' yalancıdır, kimse ondan hadis almamıştır.” diyor? Hadise şu: En başta Müslim'de birkaç versiyonla ve ayrıca başka İslami kaynaklarda da şöyle bir olay anlatılıyor: Hz. Muhammed'in vahiy kâtibi ve aynı zamanda Hz. Muhammed'in sırlarını gizlemekle meşhur ve Tebük'teki suikastta Hz. Muhammed'in yanında olan ve bu isimleri teker teker Hz. Muhammed'den öğrenen Hüzeyfe bin Yeman'a bazı hadisler atfedilir. Onlardan bir tanesini az sonra sunacağım. İşte İbni Hazm, Hüzeyfe'ye dayanan bu hadisleri çürütmek, o münafıkları temize çıkarmak, böyle bir şeyin olmadığını, yalan olduğunu kanıtlamak için az önceki açıklamayı yapıyor. Yani, bu hadisleri aktaran kişiler arasında Velit bin Cümey’ de var. Dolayısıyla “O, güvensiz biridir.” diyor. Öyle ki, o suikastta Ömer, Osman gibileri de varmış diyor ve bu şekilde güya kendince az sonra sunacağım o münafıklarla ilgili hadislere gölge düşürmek istiyor.  İşte az önce Velit'e dayanan o çok ses getirecek hadisi bu bağlamda ele alıyor. Aslında İbni Hazm burada kaş yapayım derken göz çıkarıyor. İbret olsun diye İbni Hazm'ın komik savunması hakkında az sonra geniş bir bilgi sunacağım.  Gelelim Hüzeyfe'nin hadisine. Bir gün Hüzeyfe ile Tebük'te Muhammed'i katletme girişiminde adı geçenlerden biri arasında şu konuşma geçiyor: Adam, Hüzeyfe'den, "Peki Muhammed'i öldürme girişiminde bulunan bu insanların sayısı kaçtı?" diye soruyor (Çünkü insanlar biliyordu ki, Hüzeyfe o olay esnasında Muhammed'le beraberdi ve üstelik Muhammed o kişilerin isim listesini ona teker teker söylemişti. O yüzden bu işe bulaşanlar zaman zaman onu yoklamak isterdi.). Hüzeyfe buna yanıt vermek istemiyor; ancak orada bulunanlar kendisine, "Madem ki bu konuda senden bilgi istiyor, ne olacak sen de cevap ver." deyince, Hüzeyfe şunu söylüyor: "Seni de sayarsak onların toplamı on beş olur. Allah şahittir, bu on beş kişiden on ikisi Hz. Muhammed'le birlikte Allah rızası için düşmanla çarpışan seçme sahabilerdi." diyor.  Evet; bu metin en başta Sahih-i Müslim'de (Sıfat-i Münafıkin kısmında) ve diğer birçok İslami kaynakta geçiyor. Yani Hüzeyfe ile biri arasında konuşmalar kayıtlarda var; ancak isim belli değil/geçmiyor: Sadece o münafıklardan biri Hüzeyfe ile tartıştı şeklinde isimsiz bir hadis.  Peki, tartışma biliniyor ve bu tartışmanın şahitleri de var; ama neden o kişinin ismi kayıtlarda yok diye sorulmaz mı? Burada açık olarak belli oluyor ki, o kişi çok önemli, otoriter biriymiş ki, ismi kayıtlara geçmemiş. Zaten hadisler zaman içinde çok sonra tedvin edilmiş (yazı haline getirilmiş), o yüzden bu iş hep sansürlü olmuştur. Sansür diyorum, çünkü bundan asırlar önce o ganimetçi, talancı, gaddar sisteme karşı bir şeyler yazmak kolay değildi! Kim bilebilir az önceki olayda Hüzeyfe ile tartışan kişinin halife Ömer olmadığını! Zaten Ömer'in birkaç kez Hüzeyfe'yi yoklayıp bu konuda ağzından bir şeyler almak istediğine dair bilgiler var, bu bölümde o hadisleri de sunacağım. Bir de eğer Hüzeyfe ile tartışan şahıs otoriter biri olmasaydı, en azından bu tartışmayı izleyenler ona kızardı: Nasıl Muhammed'e karşı suikast girişiminde bulunursun, münafıklık yaparsın gibi hem sözlü sataşmalar olurdu, hem de kavga ederlerdi. Çünkü Hüzeyfe ile o adamın yanında olanlar herhalde ne kördü, ne de sağır. Şayet kör-sağır olsalardı, o zaman bu hadisi aktaramazlardı. İşte bu suskunluk da haklı olarak insanın aklına kuşku düşürüyor.  İbni Hazm her ne kadar Velit ismi üzerinden hareketle bu gibi hadislerin sıhhatine gölge düşürmek istemişse de, yine konuya ilişkin bazı hadisleri vermeye devam etmiştir. Kaldı ki o hadisleri sadece İbni Hazm vermiyor; bunları aktaran birçok ünlü İslam düşünürü var, onları da ayrıca sunacağım. İbni Hazm şunu aktarıyor: Hüzeyfe münafıkları bildiği için, halife Ömer ona sormuş: "Acaba ben de o münafıklardan mıyım?" diye. Hüzeyfe hayır yanıtını vermiş ve "Artık bundan sonra kimseye bu konuda bilgi vermek istemem." diye de eklemiş.  Peki, İbni Hazm'ın hiçbir gerekçe göstermeden, sadece Ömer ve diğer arkadaşlarına toz kondurmamak için, 'Bu hadis yalandır, bunu aktaran kişi de güvensizdir, kimse ondan alıntı yapmamıştır.' açıklamasının gerçekten doğruluk payı var mı? (13) Fazla ara vermeden hemen sıcağı sıcağına İbni Hazm'ın bu iddiasına bir bakalım... Tabii ki sunacağım kanıtlar yine İslami kaynaklardan. Acaba iddia edildiği gibi, Velit bin Cümey'den gerçekten kimse hadis almamış mı, İslami literatürde güvensiz mi sayılmış; yoksa İbni Hazm gibi bir İslam mütefekkiri artık ne diyeceğini bilemediği için rastgele mi onu lekelemiş, buna bakacağız.  Ancak bu örneklere geçmeden önce şu kısa hatırlatmayı yapmak istiyorum: İbni Hazm hicri 456'da vefat etmiş. Peki, Hz. Muhammed'le arasında yaklaşık beş asırlık bir zaman dilimi var. Ey İbni Hazm, sen başta Ömer olmak üzere bu isimlerini verdiğin suikastçıların bilgisini nereden aldın, senden önce hangi yazar nerede yazmış, neden bu hadis senin kaynağından başka (bu kadar açık bir şekilde) diğer kaynaklarda yok? Belli ki ondan önce kayıtlarda varmış ki İbni Hazm onlardan almış. Yineliyorum: İbni Hazm'dan önce kim/kimler bu bilgiyi kaydetmiş ki, İbni Hazm onlardan alıp kitabında yazmış? İşte ortada ciddi bir silme, yok etme ve imha söz konusudur. Çıkarmasına çıkarmışlar ama yine de profesyonelce bir çalışma yürütmemişler. Görüldüğü gibi yine bu gibi açıklamalarla bazı bilgileri sızdırmışlardır.  Bir kere İbni Hazm'ın güvensizdir dediği Velit'le ilgili İbni Ebi Şeybe (h. 235.ö) hadisler almış ve adamı da lekelememiştir. Az önce Müslim'in Ebu Musa el-Eş'ari ile ilgili aktardığı hadisi (ki onu aktaranlar arasında Velit b. Cümey de vardı), İbni Ebi Şeybe de kaynağında anlatmış ve ona herhangi bir sorun da çıkarmamıştır. İbni Hazm, bu raviler arasında Velit var; o bakımdan güvensizdir diyor. Ama aynı Ömer gidip Hz. Ali ve taraftarlarını tehdit ediyor, “Ya gelin Ebubekir'i kabul edin, ya da evinizi yakarım.” diye. Ama bunu anlatanlar arasında Velit yok. Örneğin; Muhammed b. Bişr, Ubeydullah b. Ömer'den, o da Zeyd b. Eslem'den, Zeyd de babasından alıyor şeklinde geçiyor ve bunu en eski tarihçiler-muhaddisler anlatınca bir sorun da çıkarmıyorlar. Peki, İbni Hazm bu hadiste nasıl Ömer'i kurtarır acaba! Bu ev yakma olayını daha sonra detaylıca anlatacağım. (14)  İbni Hazm'dan önce yaşayan bu meşhur hadisçi İbni Ebi Şeybe bunları anlatırken de herhangi bir itirazda bulunmuyor; ama İbni Hazm sudan bahanelerle bu gibi hadisleri aktaranlarda kusur bulmaya çalışıyor. Ama ne yazık ki, bunu yaparken yüzüne gözüne bulaştırıyor, meslektaşları tarafından bile gülünç hale düşüyor. Hemen açıklayayım. İbni Hacer Askalâni (h.852.ö). Abdurrahman b. Ebi Hatem el-Razi (h.327.ö), Zehebi Şemsettin (h.748.ö), İmam Müzi (h.742.ö) gibi ünlü hadis uzmanları, raviler ve Cerh-Tadil uzmanları, İbni Hazm'ın "Güvensizdir, kimse ondan hadis aktarmamıştır." dediği Velit b. Cümey' hakkındaki değerlendirmeleri şöyle:  "İmam Ahmet b. Hanbel ve Ebu Davud, bu kişide salonca yoktur." demiş. İbni Muin ve Uclî, "Velit bin Cümey' güvenilirdir." demiş. Ebuzer'a, "sorun yoktur" demiş. Ebu Hatem, "Hadisleri güvenilirdir." açıklamasını yapmış. İbni Sad, "Hem güvenilirdir, hem de birçok hadis aktarmıştır." şeklinde onun hakkında kanaatini belirtmiştir. (15) Bezar, onun hadislerini olumlu değerlendirmekle birlikte kendisini Hz. Ali taraftarı olmakla itham etmiş. Hakim ise, "İmam Müslim ondan hadis almasaydı iyi olurdu." diye yorum yapmış. Kısacası, adı geçen hadis yorumcuları Velit hakkında bu şekilde olumlu bir bilgi aktarmışlardır.  Ancak bunlardan İmam Müzi, "İbni Mace dışında başta Buhari ve Müslim olmak üzere meşhur Kütüb-i Sitte sahipleri ondan hadis aktarmışlardır." açıklamasını da yapıyor. Şunu da hatırlatayım ki, bu değerlendirmeyi yapan şahıslar, hadis usulü, Cerh-Tadil denilen hadisleri ve ravileri değerlendiren (kritize eden) önemli İslam mütefekkirleridir. (16)  Velit ile ilgili değerlendirme sadece bu kadar kişiyle sınırlı değil; ilgili konu uzmanlarından birçok kişi onun hakkında kanaatini belirlemiş ve onun güvenilir bir hadis ravisi olduğunu belirtmişlerdir.  Kanımca, bunlar İbni Hazm'ın aktardığı hadisi görmemişlerdir; yoksa eğer ravinin aktardığı bu suikast hadisinden haberleri olsaydı, İbni Hazm gibi onlar da adama bir bahane bulurlardı.  İbni Hazm'ın "Güvensizdir, kimse ondan hadis almamıştır." dediği Velit hakkında İslam düşünürlerinin kanaatlerini biraz daha açmak, detaylandırmak istiyorum.  a- Ahmet b. Abdullah Uclî (182-261), Bunun yorumu zaten yukarıdaki değerlendirmede geçti: "Velit güvenilir biridir." diye kaydetmiş. (17) b- İbni Şahin Ömer b. Ahmet (297-385), "Velit b. Cümey' sakıncasız biridir." şeklinde açıklama yapmıştır. (18) c- Osman b. Sait Daremi, (200-280), "Bu adam güvenilirdir." demiş. (19) d- İbni Sad (230), "Velit b. Cümey Huzai, güvenilir biridir ve ona ait birçok hadis vardır." şeklinde açıklama yapmıştır. (20)  İslam’da Kur'an'dan sonra en güvenilir hadis âlimleri Buhari ve Müslim başta olmak üzere birçoğu Velit b. Cümey' adındaki kişiden alıntılar yapmıştır. Zaten az sonra bunu örneklerle anlatacağım. Ben yukarıda hadis uzmanlarının doğum tarihlerini bilerek verdim. Hepsi İbni Hazm'dan en az iki asır önce yaşamış ve sorun da çıkarmamışlardır; ama İbni Hazm'ın hesabına gelmediği için öyle kuyruklu bir yalan atmıştır ki, meslektaşları bile onu utandırmışlardır.  İlk pratik örneğimiz Buhari'den olsun. Ebu Naim'den, o da Velit b. Cümey'den, ninesinden, o da Ümmü Varaka binti Abdillah b. Haris Ensari'den şöyle bir hadis aktarıyor: Hz. Muhammed'in önem verdiği Ümmü Varaka'nın bir kölesi, bir de cariyesi varmış. Kadın vasiyet ediyor; ölürsem siz de özgürsünüz, diye. Tabii ki bu iki kişinin özgürlüğü birinin ölümüne bağlı olunca erkenden onun ölmesini ister. Bu nedenle o iki kişi kadını katlediyor. Olay, halife Ömer zamanında oluyor. Kendisi de her ikisini çarmıha germek suretiyle öldürüyor. Burada güya şu deniliyor: Kadın, Hz. Muhammed'e demiş ki, izin ver ben de Bedir savaşına katılayım, bari hastalara bakayım. Muhammed de "Hayır sen gelme." demiş ve burada ona "şehit" sıfatını takmış. Yani madem o kadar istiyorsun, sen de bir şehit kadar sevap aldın anlamında. Ama tabii ki İslami kesim burada Habbeden kubbe çıkarır. Her ne ise; İbni Hazm'ın, "Kimse Velit'ten hadis almamıştır." sözüne karşı Buhari gibi bir hadis âliminden somut bir örnek vermek isterim. Kaldı ki, Buhari hem Tarih-i Kebir, hem de Tarih-i Evsat adlı her iki kitabında da Velit'ten söz ediyor, ondan hadis aktarıyor ve olumsuz bir şey de söylemiyor. (21)  Velit hakkında Müslim'den somut bir örnek. Hadisi aktaran kişilerin sıralaması şöyle: Zübeyir b. Harb, Ebu Ahmet Küfi'den, o da Velit b. Cümey'den, o da Ebu Tufeyl'den aktararak Hz. Muhammed'e karşı Tebük'te suikast düzenleyenlerden biriyle, bunları bilen Hüzeyfe arasında şöyle bir konuşma geçiyor: Şüpheli kişi soruyor, “Allah aşkına bunların sayısı ne kadardı?” diye. Hüzeyfe yanıt vermek istemiyor. Orada bulunan kişilerden biri Hüzeyfe'ye, "Madem adam senden bir şey soruyor sen de yanıt versen ne olur?" deyince, Hüzeyfe o kişiye (ismi gizli!), "Seninle birlikte onların sayıları on beşti ve hele bunlardan 12'si de Hz. Muhammed'in en yakın arkadaşlarıydı." diyor. İşte bu kritik hadisleri aktardığı için İbni Hazm bahane bulmaya çalışıyor, kimse bundan hadis almamış diyor; ancak ne yazık ki İbni Hazm tutturamamış. Çünkü somut örnekler ortada. (22)  Ebu Davud'dan somut bir örnek: Osman b. Ebi Şeybe, o da Veki' b. Cerrah'tan, o da Velit b. Abdillah b. Cümey'den, o da ninesi ve Abdurrahman b. Hallad Ensari'den, bu ikisi de Ümmü Varaka'dan yukarıda geçen hadisi aktarıyor. Hani kadın, ben de Bedir harbine katılayım demişti ya. Kadın Kur'an bildiği için Muhammed ona izin veriyor ki, kendi ailesine namaz kıldırsın, imam olsun ve aynı zamanda onun ailesinden bir de kadına erkek bir müezzin veriyor. Kısacası kadın, aile içi erkekli-kadınlı bir cemaate imam oluyor. Bu hadiste şu da anlatılıyor: Kadın, ben ölürsem kölem ve cariyem özgür olsunlar diye vasiyet ediyor. Bunlar da, madem özgürlüğümüz kadının ölümüne bağlıdır, biz de onu öldürüp bir an önce hürriyetimize kavuşalım düşüncesiyle kadını katlediyorlar ve halife Ömer de onları çarmıha gerdirip öldürüyor.  İslam’da köle azat etmenin bir yöntemi de, az önceki kadının yaptığı gibi, vasiyetle olur. Yani patron, 'hayatta olduğum sürece benim kölem ve cariyemsiniz, ben gittikten sonra özgürsünüz' diyor ve onun ölümüyle köle özgürleşiyor. tabii ki bu yöntem iki açıdan sakıncalı. Biri, insanı insana köle kılmak, bunu onaylamak. Bu insanlık dışı bir olay. Diğeri de görüldüğü gibi iki kişinin, 'madem özgürlüğümüz efendimizin ölümüne bağlıdır, biz de bir an önce onun işini bitirelim' demeleri ve gereğini yapmaları. Şu da var ki, Ebu Davud burada Velit'ten iki hadis aktarıyor. Şunu da ekleyeyim, aynı hadisi, mezhep lideri Ahmet b. Hanbel kendi Müsned'inde -üstelik kaç yerde- aktarmış ve İbni Hazm gibi Velit'e herhangi bir sorun da çıkarmamıştır. (23)  Burada daha fazla örnek sunmama gerek yok. Az önce kendilerinden örnek verdiğim hadis âlimleri dışında daha birçok İslam düşünürü de Velit adındaki kişiden hadisler aktarmıştır. İşte ibret olsun, İslami kaynaklardaki eksikleri kapatmak isteyen İslam âlimlerinin ne gibi sahte yöntemlere başvurduklarını okur kitlesi bilsin. İşin ilginç yanı, Hakim Nisaburi Velit hakkında, "Keşke Müslim gibi o büyük alim Velit'ten hadis almasaydı." dediği halde, farkında olmadan kendisi de kaynağında yine Velit'ten alıntılar yapmıştır.  Daha bitmedi! Az önce İbni Hacer Askalani'den Velit hakkında alıntı yaptım: Velit'in sicili sağlam diyor; ancak Velit'in de içinde bulunduğu kritik bir hadis var: Hz. Muhammed kendi döneminde bir kadına izin vermiş ki, sen kendi aile efradına (içinde erkekler olmak üzere) imamlık yapabilirsin ve üstelik de aynı aileden ona bir de erkek müezzin veriyor. Bunu zaten daha önce aktardım.  Evet, ilginç bir olay. Tabii ki İbni Hacer gibi bir İslam âlimi kadının imam olmasını kolay kolay kabul etmez; etmeyince ne yapar? Ancak İbni Hazm gibi o da uyduruk bir bahane bulmak zorunda kalır, ibni Hacer bir kere Velit için sağlam rapor vermiş; onunla ilgili artık bir şey diyemez. Bir kadının imam olması konusunda var olan hadis hakkında bu kez farklı bir bahane bulmak zorunda. Onun bahanesi de şu: Aslında bu hadisi aktaran ravi listesindeki Abdurrahman b. Hallad Ensari pek tanınmış biri değildir diyor. Yani tam da kötüleyemiyor; ancak bir şüphe ortaya atıyor. (24)  Doğrusu, bu kadar açık çelişki, dengesizlik, tiyatro örneği çok ender bulunur.  İbni Hazm gibi tam açık değilse de, İsferaini (ö.429) de kendi kaynağında bu suikastla ilgili bazı işaretler veri yor. Orada değişik kelam akımlarını anlatırken, sıra Nazzâmiye ekolüne gelince, bu düşünce akımının lideri Ebu İshak b. Seyyar (Nazzam) bölümünde bazı işaretlerde bulunuyor. Nazzam çok zeki, filozof görüşlü olduğu için Müslüman yazarlar hep ondan uzak durmuşlar, dine sıcak bakmıyor, hatta deist (yalnız yaratıcıya inanan) biri olduğunu söyleyenler de var. O bakımdan İsferaini onun hakkında şunu diyor: Bu adam sahabeyi eleştiriyor, özellikle Ebu Hüreyre'ye "En yalancı insan" diyor diye ekliyor. Nazzam Halife Ömer'i de eleştiriyor. 
Çünkü birkaç yerde Ömer'in Muhammed'e karşı geldiğini, Akabe gecesi Muhammed'e suikast girişiminde bulunduğunu ve yine Ömer'in Hz. Fatma'yı dövdüğünü iddia ediyor. İşte Nazzam bunları söylediği için İsferaini onu eleştiriyor. (25)  Yine bu konuda Şehristani (h.548.ö) bazı ipuçları veri yor; ancak net açıklama yok. Kendisi kitabında Nazzam'ın görüşlerini anlatırken, bir yerde şunu ekliyor: Nazzam, büyük sahabeyi eleştiren bir insan. Halifeliğin Muhammed tarafından Hz. Ali'ye verildiğini, Ömer'in bilgisi olduğu halde bunu inkâr ettiğini iddia ediyor diye açıklama yapıyor.  Yine Ömer'in Hz. Fatma'yı dövdüğünü ve bunun sonucu olarak Hz. Fatma'nın çocuk düşürdüğünü öne sürüyor, tabii ki Şehristani bunları anlatmakla aslında Nazzam'ı kötülemek istiyor. Şehristani burada adamın Ömer hakkında olumsuz şeyler konuştuğunu anlatırken, İbni Hazm gibi isimleri net olarak açıklamıyor; üstü kapalı olarak geçiyor. Bunları Nazzam anlattığı için de bir değerinin olmadığını ifade ediyor. (26)  Dine dogmatik veya çıkar karşılığı inanan kesim illaki Nazzam gibi düşünenler hakkında bir kılıf uyduruyor; ama kanıtlar güçlü. Ne yaparlarsa yapsınlar gerçeklerin üstünü kapatamazlar. Aslında iftiracı olan Nazzam gibileri değil, bu gibi cılız savunma yapanların ta kendileridir.  c) Halife Ömer Neden Hüzeyfe b. Yeman'ı Yokluyordu?  Bu bölümün bir yerinde değindiğim gibi, Hz. Muhammed bu suikastçıları durdurmak, onları korkutmak için Tanrı-Cebrail yöntemini sıkça kullanıyordu. Oluşturduğu ayetlerden biri de,  “Bu münafıklardan ölen olursa cenaze namazını bile kılma, kabirleri başında durma ve onlara 70 sefer dua etsen de ben Allah olarak bu duanı kabul etmem." şeklindeydi.  Durum böyle olunca, bunların listesini bilen, Hz. Muhammed'in sırlarını saklamakla görevli ve aynı zamanda onun vahiy kâtiplerinden olan (27) Hüzeyfe bin Yeman, bu münafıklardan biri öldüğünde onun cenaze merasimine katılmıyordu.  İşte halife Ömer, bu adamın o münafıkları sır gibi sakladığını biliyordu, aynı zamanda kendisinin de bu planın içinde olduğu için her fırsatta Hüzeyfe'nin ağzını yokluyordu, acaba Muhammed ve Hüzeyfe ile Ammar'ın bildikleri kişiler listesinde ben Ömer de keşfedilmiş miyim endişesini hep taşıdığı için, fırsat buldukça Hüzeyfe'den soruyordu. Yani sormasının nedeni, kendisinin deşifre olup olmadığını anlamaktır.  d) Halife Ömer Ümmü Seleme'yi de Rahat Bırakmıyordu  Ümmü Seleme Muhammed'in hanımlarından ve de çok akıllı biri. Ömer'in bilinmeyen yönleri adlı başlığı altında Hudeybiye kısmında, ondan kısa bazı bilgiler vereceğim. İşte zeki ve güvenilir olduğu için Muhammed bazı sırlarını onunla muhakkak paylaşmıştır. Hatta bu suikastı planlayanlardan da haberi olabilir; öyle anlaşılıyor.  Öyle ki, zaman zaman bu münafıklarla ilgili bazı ipuçları da veriyordu. Mesela bir ara Muhammed'in, "Arkadaşlarımdan öyleleri var ki, ben öldükten sonra artık bir daha beni asla görmeyecekler (ahiretteki hayatı kastediyor), yollarımız ayrılır" dediğini söylüyor. Bunu duyan Ebu Musa el-Eş'ari veya Abdurrahman b. Avf (ki ikisi de zaten komplo kuranlar, suikast girişiminde bulunanlar arasında isimleri geçiyor) hemen Ömer'e gidip Ümmü Seleme'nin az önceki sözünü kendisine aktarıyorlar.  Ravi burada şunu anlatıyor: Ömer bunu duyunca sür'atle Ümmü Seleme'nin yanına gidiyor ve "Allah aşkına ben de onlar içinde var mıyım?" diye soruyor... Kadın da aynen Hüzeyfe'nin taktiğini uyguluyor (zaten uygulamak zorunda; yoksa Ömer onu sağ bırakmazdı), "Hayır; sen onlar içinde yoksun; ancak senden sonra kimseyi bu konuda temyize çıkarmam/ bilgilendirmem" diyor. Kadının bu ifadesi ve Ömer'in kendisinden, "Ben de onlar içinde var mıyım?" diye sormasıyla ilgili hadis, birçok İslami kaynakta geçmektedir. Hele İmam Ahmet bin Hanbel, kendi Müsned'inde Ümmü Seleme hadisleri kısmında bu konuda eş anlamlı beş hadis aktarmıştır. (28)  e) Bazı İslam Otoriterlerin Önemli Aktarımları  Burada birkaç İslam düşünürün işlediği bir hadisi sunmak istiyorum.  Okuyucu olup biteni doğrudan anlamak ister; tabii ki bu onun hakkı. Ancak benim için daha önemlisi, bilgileri temin ettiğim kaynaklardır. Bir de mademki İbni Hazm gibi bir İslam düşünürü "Hüzeyfe'nin bu konuyla ilgili hadisleri zayıftır. Çünkü işin içinde Velit vardır ve kendisi güvensiz biridir, kimse ondan alıntı yapmamıştır" deme cür'etinde bulunup bu kadar açık bir şekilde hakikat dışı konuşuyor, ben de kabarık bir listeyi ayrı ayrı sunmakta yarar görüyorum. Çünkü konu çok hassas. Gerçi hemen hemen tümünün içerikleri aynı. Dolayısıyla bu metni toplu halde verip kaynakları dipnot olarak ekleyebilirdim; ancak belirttiğim gibi, konunun önemi için ayrı ayrı sunmak bence daha uygun.  Burada İslam düşünürlerin yazdıklarını aktarırken, ilk başta hem Kur'an'la ilgili tefsir yazan, hem de siyer, tabakat, tarih ve müsnedler olmak üzere birçok alanda ciltlerce eser bırakan ünlü İslam düşünürü İbni Kesir'le başlamak istiyorum. Bakalım halife Ömer'le Hüzeyfe arasında bu konuda nasıl bir diyalog gerçekleşmiş veya Ömer'in sorduğu soru neymiş.  İbni Kesir (h.774.ö): Hz. Muhammed'i öldürmeye gelen Müslümanların sayılarının 12-15 olduğunu, Hz. Muhammed'in, onların isimlerini hem Hüzeyfe, hem de Ammar'a söylediğini ve sır gibi saklamalarını istediğini belirtiyor; İbni İshak'a göre Hz. Muhammed bu isim listesini yalnız Hüzeyfe'ye söylemiş diye de ekliyor. İbni Kesir burada İmam Beyhaki, Müslim ve İmam Ahmed'den de alıntılar yapıyor. Bu komploculardan 12'sinin Muhammed'in çok yakın arkadaşı olduğunu, birkaç kaynak ve sağlam hadis göstererek belirtiyor. (Zaten bunların sayısıyla ilgili Buhari, Müslim ve diğer İslam'ı kaynaklarda hadisler var, yeri gelince onları da aktaracağım)...  İbni Kesir devamla kendi tefsirinde Tevbe suresi 74. ayetinde ve yazdığı siyer kitabıyla Bidaye-Nihaye kitabında bu olayı detaylıca ele alırken, o suikastı düzenleyenlerden biri, bir ara Muhammed'in arkadaşından soruyor, onların sayısı 14 kişiydi değil mi diye. Adam da, "Seni de sayarsak sayılan 15 olur yanıtını veriyor" diye bilgi veriyor. İbni Kesir burada, soruyu soran kişinin ismini vermiyor. Ancak konuya hem Tevbe suresinin 101. ayetinde değinirken, hem de kendi siyer kitabında yer verirken, Ömer'in ismini açık olarak veriyor. Hadis şu:  Ömer, Hüzeyfe'den, "Acaba ben de o münafıkların listesinde var mıyım?" diye soruyor.  Hüzeyfe, "Hayır, sen yoksun; ancak bu konuda bir daha açıklama yapmak istemiyorum." diyor. Dediğim gibi, İbni Kesir, Ömer'le Hüzeyfe arasında geçen bu diyalog için birçok kaynağında yer ayırmış ve üstelik de İbni Hazm gibi hiç kimseye de çatmamıştır. (29)  Ahmet bin Hanbel (164-241): Tebük suikastı olayını anlatırken uzunca bir hadisin ortasında Ammar'la birinin arasında şöyle bir diyalog geçtiğini aktarıyor: Yine diğer kaynaklardaki gibi bunların sayısı soruluyor ve Ammar, "Eğer seni de eklersek bunların sayısı 15 olur." şeklinde karşılık veriyor. Yani burada yine kişinin ismi meçhul. (30) Üstelik İmam Ahmet bin Hanbel bu hadisi, Velit bin Cümey'den aktarıyor ve sıralamayı şöyle yapıyor: Bu hadisi Yezit adındaki kişi Velit bin Cümey'den, o da Ebu Tufeyl'dan aktarmış diye devam ediyor. Hani konunun başında İbni Hazm, "Bu Velit b. Cümey'den kimse hadis almamış, yalancının biridir" diye rastgele onun hakkında olumsuz karar vermişti! İşte böyle: Almış mı almamış mı, durum ortada.  İmam Taberi (Ö.310): Kendi tefsirinde şunları aktarıyor: Hz. Ömer Hüzeyfe'den, "Ben de o münafıklar içinde var mıyım?" diye sormuş. O, "Hayır sen yoksun; ancak bir daha da bu konuda açıklama yapmayacağım." demiş. Taberi, kendi meşhur tarihinde de değişik konularda buna değiniyor. Ayrıca Tehzib-i Asar' adlı yapıtında çok farklı bir bilgi de veriyor. Burada Nezal adındaki kişiden şunu aktarıyor: Biz bir toplantıda Hüzeyfe ile birlikte Hz. Osman'ın yanındaydık. Osman, Hüzeyfe'yi tehdit etti, senden bazı şeyler duyuyorum, senden başka doğru insan yok mu diye... Hüzeyfe yemin içti ki ben bir şey demedim. Hâlbuki Hüzeyfe daha önce bize bir şeyler demişti; ancak Osman'ın tehditlerine karşı inkâr etti. Osman gidince biz ondan sorduk, bu da ne? Hüzeyfe şu yanıtı verdi: Ne yapayım; bu şekilde ayarlamak zorundayım; yoksa daha kötü olur. Evet; bunu anlatan tarihçi ve aynı zamanda meşhur müfessir/Kur'an yorumcusu İmam Taberi. (31) Burada Hüzeyfe'nin niçin Ömer'e "Sen o listede yoksun." demesinin asıl nedeni belli oluyor: Korku. Yoksa Ömer onu sağ bırakmazdı!  İbni Ebl Şeybe (159-235): Münafıklardan biri ölüyor. Tebük'te Hz. Muhammed'in devesini çeken Hüzeyfe adındaki kişi, o adamın cenaze namazına katılmıyor. Bu Hz. Ömer'in dikkatini çekiyor ve Hüzeyfe'den soruyor: Acaba bu da sözü edilen o münafıklardan mı diye? Hüzeyfe "Evet" diyor. Ömer yine soruyor: Peki benim de onların içinde ismim geçiyor mu? Hüzeyfe, "Hayır" diyor ve "Artık bu konuda kimseye açıklama yapmak istemiyorum" diye ekliyor. (32)  Ebubekir Ahmet b. Bezsır (h.292.ö), bu konuda A'meş Ebu Vâil'den o da Hüzeyfe'den alıntı yaparak, münafıkları bilen Hüzeyfe'den şöyle bir olay aktarıyor: Hz. Ömer bir cenazeye çağırılıyor. Hüzeyfe ona dur diyor/gitme, bu da o münafıklardandır eliyor. Bunun üzerine Ömer, "Allah aşkına ben de onlardan mıyım?" diye soruyor. Hüzeyfe, "Hayır; ancak bu konuda bir daha kimseye açıklama yapmak istemiyorum" diye ekliyor. Ayrıca burada hadisin dipnotunda başka birkaç kaynağın da isimleri veriliyor. (33)  Ebu Yusuf Yakub b. Süfyan Besevi (h.277.ö): Bu münafıklardan biri ölünce Hüzeyfe onun cenaze merasimine katılmıyor. Ömer, "Bu da o bilinenlerden mi?" diye soruyor. Hüzeyfe "Evet" yanıtını veriyor. Ömer yine soruyor: Allah aşkına ben de onlardan mıyım? Hüzeyfe, "Hayır, ancak bundan sonra bu konuda kimseye açıklama yapmak istemem." diyor. (34)  Ebubekir el-Helal (234-311): Hanbelî Mezhebi'nin önemli isimlerinden olan bu kişi, münafıklardan biri ölüyor, bu arada Hüzeyfe b. Yeman onun cenaze merasimine katılmıyor. Halife Ömer soruyor: “Acaba bu ölen kişi münafıklardan mı?” . Hüzeyfe, "Evet.” diyor. Ömer yine soru yor: Allah aşkına ben de onlar içinde var mıyım? Hüzeyfe, "Hayır" diyor ve ekliyor: Artık bundan sonra bu konuda açıklama yapmak istemem diyor. (35)  Rabl'b. Habib el Basri (h.275.ö): Bu yazar Müsned'inde şunu aktarıyor: Bir gün Hüzeyfe b. Yeman Hz. Ömer'le karşılaşıyor. Meğer o sırada Ömer de bir cenaze merasiminden dönüyormuş. Ömer Hüzeyfe'yi eleştiriyor; Hz. Muhammed'in sahabilerinden biri ölüyor, sen artık cenazelere de katılmıyorsun diyor. Hüzeyfe, bilmiyor musun ki Hz. Muhammed'in bana söylediği sırları/gizli emanetleri var! Ömer yine soruyor: Acaba bu ölen kişi onlardan mı? Hüzeyfe, hey Allah'ım bu da onlardandır diyor. Ömer, peki ya ben de onlardan mıyım? Adam hayır diyor ve bir daha da bu konuda konuşma yapmak istemediğini belirtiyor. (36)  Neden Hüzeyfe sürekli "Bir daha da bu konuda konuşma yapmak istemem." demiş? Bunun yanıtı yine onun açıklamalarında var: O açıklamayı, az ileride Osman'ın Hüzeyfe'yi tehdit ettiği bölümde sunacağım.  İmam Gazali (ö.505.h): İhya'ül Ulum adlı yapıtında şunu yazıyor: Hüzeyfe, münafıkları bilirdi; ancak onların isimlerini söylemezdi. Başta Ömer, Osman olmak üzere en büyük sahabiler ondan genel ve özel fitneden sorup bilgi almak isterdi, kimler münafıklar diye hep ondan sorarlardı; fakat o, sır vermiyordu. Hatta halife Ömer kendisi için de ondan sorardı, ben de o münafıklardan mıyım diye? Hüzeyfe de, "Hayır" yanıtını veriyordu şeklinde bilgi veriyor, tabii ki bunları anlatırken de İbni Hazm gibi, herhangi bir raviyi de lekelemiyor.(37) İbni Asakır (571.h): Bu daha farklı bir biçimde aktarıyor olayı. Hüzeyfe, "Ben camide oturuyordum, yanımdan halife Ömer geçti ve sordu: Falanca öldü ben de merasimine katıldım dedi ve kapıya kadar gitti, nerdeyse çıkmak üzereydi; ama bir daha geri dönüp bana baktı ve bir daha yanıma gelip şunu sordu: Allah aşkına ben de onlar içinde var mıyım, dedi. Ben de, "Hey Allahım, hayır" dedim ve bir daha bu konuda soru sormak istemem karşılığını verdim. O sırada Ömer ağlamaya başladı" diye aktarıyor. (38)  Ebül Feda da kendi kitabında h. 9. yılı olayları kısmında aynı şeyleri anlatıyor. Açıkçası bu konu hakkında var olan kaynak ve yazar isimleri yazmakla bitmiyor.  İbn-i Esir (Ö.630): Bu konuda şunu aktarıyor: Hz. Muhammed münafıklar hakkında Hüzeyfe'ye bilgi verdiği için, bir gün Ömer ona, "Acaba bana bağlı insanlardan münafık olan var mı?" diye soruyor. O "Evet, ancak isim veremem." diyor. (39)  Bellidir ki Ömer, belki adı bir yerde açıklanır korkusuyla, değişik vesilelerle hep Hüzeyfe'yi yoklamış; ancak adam korkudan olsa gerek sır vermemeye devam etmiş. Zaten Hüzeyfe bir sözünde, "Eğer bildiklerimi açıklasam beni öldürecekler." şeklinde bu konuşmamanın nedenini çok açık bir şekilde belirtmiş. Daha önce de belirttim, halife Osman'la Hüzeyfe kısmında bu olayı geniş bir şekilde anlatacağım.  Heysemi (735-807): Bu yazar, Tebük olayında Muhamed'le birlikte olan ve suikastçılar hakkında bilgi sahibi olan hem Hüzeyfe, hem de Ammar'dan konuya ilişkin örnekler veriyor kaynaklarında.  Hüzeyfe'den verilen örnekle devam edeyim. Ravi zincirine göre, Abdülvahid b. Gayas Abdülaziz b. Müslim'den, A'meş'ten, Ebu Vail'den, Hüzeyfe'den aktararak şunu anlatıyor: Halife Ömer bir cenazeye çağrıldı. Kalkıp gitmek üzereyken ben onu tutup kendisine otur dedim. Daha sonra ona, davet edildiğin ölü kişi bu münafıklardandır, dedim. Bu arada Ömer, “Allah aşkına ben de onlardan mıyım?” diye sordu. Ben "Hayır." dedim ve “Bir daha da bu konuda kimseye açıklama yapmayacağım.” dedim. Evet; bunu anlatan Hüzeyfe'nin kendisi. (40)  İlginçtir ki, Heysemi'nin bu kitabını tahkik eden Habibürrahman, yazarın çoğu hadislerinde yorum yaptığı halde burada sadece, bu hadisi aktaran kişiler güvenilirdir diye not düşürmüş o kadar.  Aynı Heysemi bu kez de başka kaynağında Ammar'dan örnek veriyor. Hadisi rivayet eden Ebu Tufeyl. (İmam Ahmet bin Hanbel de bundan aktarmıştı, daha önce sundum) Olay şöyle anlatılıyor, tabii ki Tebük baskını nasıl gelişmiş bunu anlatıyor. Daha sonra hadisin bir yerinde,  Ammar ile o komploculardan biri arasında pek uygun olmayan tartışmanın geçtiğini ve sonunda o adamın Ammar'dan, "Peki bu münafıkların sayısı kaçtı?" diye sorduğunu ve Ammar'ın da, "Seni de sayarsak sayı 15 olur." yanıtını verdiğini aktarıyor.  Belli ki bu konu çoğu İslam akademisyenlerin dikkatini çekmiş ki, kaynaklarda buna hayli yer vermişler. Mesela Heysemi hem Ammar'dan, hem de Hüzeyfe'den örnek vermiş. Yine az önce belirtildiği gibi, İbni Kesir birçok kaynağında bu konuya yer vermiştir. Ancak "Seni sayarsak sayı 15 olur." hadisi hakkındaki isim belirsizliği hepsinde hemen hemen aynı.  Kanımca bu başlığı sonlandırana kadar o açıklanmayan, daha doğrusu makaslanan isim hakkında bir netlik oluşacak. (41) Bir kere otoriter biri olduğu kesin. Zavallı biri olsaydı herkes onun ismini yazardı. Demek ki çok önemli biriymiş.  İbni Hacer Askalani (773-852): Bu konuda Ömer'le ilgili şunu aktarıyor: Tebük baskınında Hz. Muhammed'in yanında olan ve münafıkları bilen Hüzeyfe b. Yeman, ölen birinin cenaze merasimine katılmayınca Ömer soruyor: "Acaba bu da o münafıklardan mıdır ki gelmedin" diye? Adam "evet" diyor. Ömer yine soruyor: "Allah aşkına ben de onlardan mıyım?" Adam, "Hayır" diyor. Bu arada Ömer ağlıyor. Hatırlanacağı gibi Ömer'in ağlamasıyla ilgili bilgi İbni Asakir'in kaynağında da vardı; daha önce sundum. Ömer gerçekten ağlamış mı veya ağlamışsa acaba neye ağlamış; bunu bilemiyoruz! (42)  Hindi (888-975): Hindi bu konuda iki farklı hadis almış. Birinde, ölen birinin cenazesine halife Ömer çağrılınca Hüzeyfe "gitme" demiş ve Ömer gitmekten vazgeçmiş. Bu arada Hüzeyfe'den sormuş, "ben de münafıklardan mıyım?" O, "hayır" demiş. "Peki, mahiyetimde çalışanlardan var mı böyle biri?" Hüzeyfe, "bir kişi var" demiş ve adını vermemiş. Bir diğer hadiste, adamın biri ölmüş, bu kez Hüzeyfe b. Yeman onun cenaze merasimine katılmayınca Ömer ondan sormuş, "bu da o münafıklardan olduğu için mi cenaze merasimine katılmadın" diye. Hüzeyfe "evet" demiş. Ömer bir daha sormuş, "peki ben de onlardan mıyım?" Hüzeyfe, "hayır" demiş ve "bir daha da bu konuda açıklama yapmayacağım" diye eklemiş. (43) Biliyorum; verdiğim kaynakların konuya ilişkin içerikleri hemen hemen aynı. Dolayısıyla toplu halde de verilebilirdi. Ama daha önce de belirttim ki, konu çok hassas. O yüzden her yazarın yorumunu ayrı yazmayı yeğledim.  f) Sansüre Somut Örnek  İbni Abdi'ü Ber (463.ö), Ebu Musa'el Eş'ari (Abdullah b. Kays b. Selim b. Haddar) kısmında, "Aslında Hüzeyfe Ebu Musa el-Eş'ari hakkında kötü şeyler anlatmış ancak onları yazmaya dilim varmıyor; Allah onu bağışlasın. Zaten daha sonra meydana gelen hakem olayında onun durumu malum." şeklinde geçiştiriyor ve sözünü ettiği o kötü şeyleri yazmıyor. (44)  Şu da bilinmeli ki, Hüzeyfe'de bulunan özellikler başka sahabilerde kolay kolay bulunmazdı. Mesela kendisi hem Muhammed'e vahiy kâtipliği yapıyordu, hem sırlarını saklayan/güvenilir bir kişiydi ve en önemlisi de, Kur'an'ı kitap haline getirme önerisi ondan gelmiştir. Ben bunu, elimde olan başka bir çalışmamda daha teferruatlı bir şekilde işleyeceğim. Olayın özeti şu: Ebubekir zamanında Müslüman ordusu bir savaşta büyük zayiat veriyor. Hüzeyfe, "Kur'an'ı bilen çoğu insanlarımız bu savaşta öldürüldü; dolayısıyla elimizde bir kitap yok. Onun için bu konuda bir tedbir alınırsa iyi olur." şeklinde bir fikir ortaya atar ve önerisi kabul görür. Artık o andan itibaren Kur'an'ın bir araya/kitap haline getirilmesi için çalışmalar yürütülür. İşte Hüzeyfe böyle biriydi.  Kaldı ki, zaten adamcağız korkudan bir şey de diyemiyordu. Kaynaklarda Hüzeyfe'nin, kendi arkadaşlarına, "Bildiklerimi açıklamam şuna benzer: Diyelim ki bir nehir kenarında oturmuş avucumla o nehirden su alıp içiyorum ve o sırada da bildiklerimi açıklıyorum; İnanın ki suyu ağzıma getirmeden hemen orada öldürüleceğim" diyor. Demek ki bildiği o kadar vahim şeyler varmış ki, açıklasaydı onu ortadan kaldıracaklardı. (45)  Şöyle veya böyle, olayı aktaranların konuya ambargo koydukları belli. Kendilerince haklı olabilirler. Çünkü Ömer gibileri çok acımasızdı, onları yok edebilirdi. Aslında Ömer'in, Kur'an'ın oluşturulması konusunda Hz. Muhammed'e çok baskı yaptığı ve Hz. Muhammed'in de her nedense onun etkisi altında kaldığı ve onun baskısıyla birçok ayet oluşturup Kur'an'ına aldığı bir gerçek. (46) Bu konuda ileride halife Ömer kısmında bazı somut ve çarpıcı örnekler sunacağım. İşte Muhammed'in baş edemediği Ömer'le, Hüzeyfe gibileri nasıl baş edebilir ki! O yüzden Ömer ne kadar bu konuda onu zorlamışsa, Hüzeyfe hep mecbur kalıp "efendim sen bu münafıkların listesinde yoksun" demiştir.  Sormak lazım: Ömer'in sorusuna karşı Hüzeyfe'nin, "Evet, sen de o listede varsın." demesi mantık işi olur muydu? Bir kere adamın çok rahatsız olduğu şu sözünden de belli: “Bundan sonra artık bu münafıklar konusunda açıklama, konuşma yapmak istemiyorum.” diyor. İşte İbni Hazm'ın bir sözü yüzünden konuyu ne kadar detaylandırdım, uzattım. İşte böyledir: Mollaların, dini hocaların hesabına gelmedi mi onlar için çamur atmak kolay. Ama görüldüğü gibi onun o büyük uydurmasına meslektaşları bile onay vermemiş. "Kimse Velit'ten hadis almamış." sözüne bu kadar açıklama getirdim. İbret olsun diye bu kadar detaylandırdım.  g) Halife Osman'ın Hüzeyfe'yi Tehdit Etmesi ve Ammar'ı Komalık Yapması.  Bu konuda İslam âleminde güvenilir, ün sahibi olmuş birçok yazar, kendi eserlerinde şunu anlatıyor:  Halife Osman bir gün Hüzeyfe'yi, "Nedir bu senden duyduklarım, senden başka doğru dürüst Müslüman yok mu, tek sen mi olayları biliyorsun?" diyerek tehdit ediyor.  Hüzeyfe, "Hayır bir şey demedim ve seni gördüm görelide hep sevdim" karşılığını veriyor. Sonuçta Osman onu o toplantıdan kovuyor. Hüzeyfe gidince, Osman adamlarına, "Çağırın bir daha gelsin" talimatını veriyor. Gaye onu o şekilde üzmek, rahatsız etmek, toplum içinde haysiyetiyle oynamak. Hüzeyfe geri gelince Osman bir daha tehditler savuruyor. Artık buna dayanamayan Hüzeyfe, "Sizler (Osman da dâhil, Muhammed'e suikast girişiminde bulunanları kastediyor) öküz gibi ortaya çıkacaksınız/teşhir edileceksiniz ve deve gibi kesileceksiniz (hani devenin kesimi çok zormuş; bunu kastediyor)" diyerek çok ağır ifadelerde bulunuyor, adeta o an için ölümü göze alıyor.  Buna sinirlenen Osman, sonuçta Muaviye'yi Çağırıp konu hakkında onu bilgilendiriyor. İyi politikacı Muaviye, "Konuyu kapat." diyor ve tartışma orada noktalanıyor. İkili (Hüzeyfe ve Ammar) bu münafıkları bildikleri için hep halifelerin hedefi halindeydiler. Mesela halife Osman, Ammar' ı döve döve komalık yapıyor. Zaten çoğu İslam tarihçisi Osman'ın Müslümanlar tarafından feci bir şekilde öldürülmesinin nedenlerini sayarken, onlardan birinin de Osman'ın Ammar b. Yaser'i komalık yapması olarak belirtiyor. Bunu, halife Osman'ın niçin Müslümanlarca katledildiğinin nedenleri kısmında daha detaylı anlatacağım. Burada, konuyla ilgisi nedeniyle kısaca bir değinmede bulundum.  Muaviye'nin, "konuyu kapat" demesinin asıl nedeni, Osman'a küskün ve hatta kızgın olan halk bunu duymasın; yoksa Osman halifeydi, Hüzeyfe'yi ortadan kaldırabilirdi... Hatırlanacağı gibi Tebük komplosunda halife Osman'ın da adı vardı. Bunu daha önce İbni Hazm'dan aktardım. İşte Hüzeyfe ile kavgasının asıl nedeni buna dayanır.  Osman'la bu ikilinin (Hüzeyfe-Ammar) arası hiç iyi değildi. Kısa bir örnek vereyim. Halife Osman Müslümanlar tarafından ablukaya alınınca, Hz. Ali ve Sad b. Ebi Vakkas Ammar'ı da çağırırlar, gel bir şeyler yapalım diye; Hz. Ali teklif ettiği halde Ammar yardımcı olmak istemem diyor.  Her iki insan da (Hüzeyfe-Ammar) iyi niyetli kişiler oldukları için halk onları seviyordu. Osman onlara hakaret edince insanlar bunu kabul etmedi, birçoğu Osman'ın bu haksızlığına karşı rahatsızlık duydu. Bu konuda Osman'a tepki gösterenler de vardı; Osman kısmında bunu biraz açacağım.  Aslında Osman yukarıdaki soruyu ne kadar Hüzeyfe'ye yöneltmişse, o hep inkâr etmiş, hayır olumsuz bir şey demedim şeklinde karşılık vermiştir. Onun az önceki o sert reaksiyonu (eşek-deve benzetmesi), Osman'ın onun üzerine fazla gelmesinden, ona psikolojik ve fiziki baskı kurmasından kaynaklanıyor: Artık dayanamadı, bir bakıma kendini kaybettiği için söyledi demek doğru olur. Çünkü Hüzeyfe hep hayati tehlike taşıdığının farkındaydı. Mesela; arkadaşları ona, "sen Osman'a hayır diyorsun; ancak tek başımıza kaldığımızda aksini, farklı şeyler söylüyorsun neden acaba?" diye sorduklarında o, "Ben böyle yapmak zorundayım; yoksa daha kötü olur, zarar görürüm." karşılığını veriyordu.  Hatta İbni Kuteybe, Hüzeyfe'nin, Osman'ın yanında farklı, arkadaşlarının yanında farklı beyanatlarda bulunduğu için bazıları (Nazzam) tarafından eleştirildiğini yazıyor. (47) Hâlbuki bence bu ağır eleştiriyi Hüzeyfe haketmemişti. Çünkü adamın hayati tehlikesi söz konusuydu Daha enteresan örnekler de var Hüzeyfe ile iliği. Bir keresinde, "Bilsem ki içimdeki sırları açıklasam her sözcük için yirmi kırbaç ceza alırım, yine de söylerdim/buna razıydım" diyor. Bir diğer sözünde, "Ben pek fazla konuşmak istemiyorum" diyor. Bunun nedenini soranlara da, "Dilim kurt gibidir; serbest bırakırsam başıma bir şeyler getirir" yanıtını veriyor. Artık bundan her şey anlaşılıyor; bu açıklamalar durumun ne kadar vahim olduğunu kanıtlıyor. (48)  h) Hz. Ali'nin Hüzeyfe Hakkındaki Sözleri.  Nezar b. Sebre anlatıyor: Bir gün Hz. Ali ile birlikte Hüzeyfe'yi konuşuyorduk. Hz Ali, "Hüzeyfe öyle bir insandı ki, büyük skandalları, detayları ve münafıkların isimlerini bilen biriydi. Kendisi bu konularda gerçekten bilgi sahibi bir insandı." dedi. (49) Tabii ki burada büyük ihtimalle Muhammed bu komployu Hz. Ali'ye de anlatmıştır. Çünkü ona en yakın isim ve onu koruyacak en güçlü kişi Hz. Ali'ydi: Hem amcaoğlu, hem damadı ve hem de savaşlarda gösterdiği performansıyla askeri yönü ve tabii ki Hz. Muhammed'e çok bağlı biri olmasından dolayı mutlaka söylemiştir. Çünkü çok ciddi ve hayati bir konu, onu haberdar etmemesi mümkün değil.  Onun içindir ki Hz. Ali Hüzeyfe hakkında az önceki açıklamaları yapıyor; yoksa bunları nerden bilsin. Demek ki Hz. Ali de haberdarmış; ancak çeşitli nedenlerden dolayı o da onları saklı tutmuştur. Burada muhakkak Muhammed'in talimatı ve önerisi vardır: “Sen de diğer iki kişi gibi bunları saklı tut, başımızı derde sokmayalım ama bu arada tedbirimizi de alalım.” gibi telkinler. Çünkü tüm bu zanlılar söylenseydi, büyük ihtimalle sistem çökerdi. Çünkü bu kadar önemli insan düşman ilan edilseydi, arkasında etkili biri kalmazdı. Yani farklı hesaplar yüzünden söylenmemeye çalışılmıştır. Ama burada önemli olan, Hz. Ali'nin Hüzeyfe hakkında yaptığı az önceki açıklamalardır.  i- Übey bin Ka'b'den Önemli Bir Açıklama.  Uteyy bin Dumre adında biri çok uzaklardan gelip Übey bin Ka'b'den bazı bilgiler öğrenmek ister. Bu arada Übey, "Allah'a yemin olsun ki, eğer yaşıyorsam gelecek Cuma günü öyle bir açıklama yapacağım ki, beni artık öldürecek misiniz, yaşatacak mısınız hiç de umurumda değildir." diyor. Kimi rivayetlere göre de, "Muhammed'den duyduğum bazı önemli şeyleri anlatacağım. Artık kim ne derse umurumda değildir." şeklindedir, İbni Sad bu konuda iki rivayet aktarıyor. Ama ne yazık ki o cuma gelmeden perşembe günü vefat ediyor. (50)  Burada sorgulanması gerek bir durum var: Neymiş acaba Übey'in başını ortadan kaldıracak kadar tehlikeli olan o gizli olaylar? Bir de şahsen buna bakınca, Übey'in eceliyle öldüğüne inanmıyorum. Bana göre Übey'i ortadan kaldırmışlardır. Übey'in bu açıklamasından sonra artık kimlerse, "Biz deşifre olmadan bu adamı yok edelim." diyerek onu ortadan kaldırmışlardır.  Kaldı ki bu insan, Hicri 19. yılı halife Ömer iş başında iken vefat etmiş diyenler var veya halife Osman zamanında. Her ikisi tarafından da ortadan kaldırılması muhtemeldir. Hem bu skandallar için olabilir, hem de Osman'ın hazırladığı ve şu an piyasada olan Kur'an'a karşıydı, hatta onun özel olarak hazırladığı farklı Kur'an'ı vardı. Yani önemli bir isim ve önemli bir muhalif. Dolayısıyla suikasta kurban gitmesi akıldan uzak değildir.  Kaldı ki az önce de belirttiğim gibi zaten kaygılarını da belirtiyor. İlginç: İnsan ne zaman öleceğini bilmez; ancak burada verilen bir tarih var ve de çok kısa ve o tarih gelmeden adam vefat ediyor (resmi tarihin verdiği bilgiler). Bu ölüm kuşkulu değildir demek mümkün değil. Ben Übey'Ie ilgili bu bilgileri tararken, başta Müslim'de geçen şöyle bir hadisle karşılaştım. Bir gün Muhammed ona, "Cebrail geldi Übey'e Kur'an oku." dedi. Übey soruyor, yani Tanrı benim adımı mı anmış, bizzat ismimi mi söylemiş diyor? Muhammed, "Evet, adını bizzat belirlemiş." diyor. Ve bu hadis birçok İslami kaynakta anlatılıyor. (51) j) Ebu Musa el-Eş'ari'nin Suikastla İlişkisi.  Tebük'teki suikastta Muhammed'in yanında bulunan ve saldırganları bilen Ammar b. Yaser, bir gün Ebu Musa el-Eş'ari'ye şunu söylüyor: "Hatırlamıyor musun ki, Hz. Muhammed bir ara sana, ‘Ey Ebu Musa; öyle bir fitne çıkacak ki, uyuyan oturandan, oturan da ayakta durandan daha iyidir.’ diye bir söz söyledi ve özellikle senin adını da burada andı; ona göre dikkatli ol." diye bir hadis hatırlatır. Bunun üzerine Ebu Musa sesini çıkarmadan hemen oradan ayrılır. Zaten bu komplo içinde onun da ismi var. Her ne kadar bazı İslam tarihçileri onun ismini makaslamışlarsa da, yine kimileri ya farkında olmadan veya Ömer gibi etkili ve yetkili olmadığından, ondan korkmadıkları için bunu net olarak yazmışlardır. Şakik adında biri aktarıyor: "Bir gün Hüzeyfe ile oturuyorduk. O sırada Abdullah b. Mesut ile Ebu Musa el-Eş'ari yanımıza geldiler. Hüzeyfe bana, ‘Bunlardan biri münafıktır; ancak Abdullah her yönüyle Hz. Muhammed'e benziyor.’ dedi."  Burada net olarak Ebu Musa'nın münafıklardan olduğunu söylüyor. Çünkü hemen akabinde, Abdullah Muhammed'e benziyor diyor. Yani bu kadar açık konuşuyor.  Yine bir gün Ebu Musa, Ammar'a, "Ne var aramızda, arkadaş değil miyiz?" diye soruyor. Ammar, "Bilemem; bildiğim şu ki, Muhammed seni lanetledi." diyor. Ebu Musa, "Her ne kadar beni lanetlemişse de yine beni bağışlamıştır." deyince Ammar, "Ben senin lanetlendiğine şahit oldum; ama seni bağışladığına şahit değilim." diyor. Hadisin anlamı açık: Adam resmen Ebu Musa'nın adını belirtiyor. İlginçtir ki, olaylar bu kadar net-açık olmasına karşın, bir İslam mütefekkiri kalkıp da şu açıklamalarda bulunabiliyor: "Peki bu halk nezdinde meşhur olan Ebu Musa ne yapmış ki Muhammed onu lanetlemiş! Demek ki işlediği çok önemli bir suç varmış ki Muhammed onu lanetlemiş..." Yani olaylar aslında çok açıktır; ama İslami kesim inanmak istemiyor.  Hüzeyfe bu suikast olayını biriyle konuşurken Ebu Musa, "Biz bunların on dört kişi olduğunu biliyoruz" diyor. Hüzeyfe de, "Seni de sayarsak sayıları 15 olur" diyor. Bundan daha açık bir ifade olmaz. Aynı şeylerin Ammar tarafından da söylendiği kaynaklarda geçiyor.  Hz. Ali sabah namazlarını kılarken Kunut duasında hep Ebu Musa'ya lanet ederdi. (52) Hani daha önce de ifade edildi, Hz. Muhammed en yakını olduğu için muhakkak Ali'ye de bu münafıkların isimlerini söylemiştir.  Yine Muhammed'in eşlerinden Ümmü Seleme'ye ait olan benzer hadisler var. Şunu anlatıyor: "Bazen Ebu Musa, halife Ömer'in yanına geldiğinde Ömer ona, anlat bakalım diyordu ve o da başlıyordu anlatmaya." (53) Tabii burada neyi konuştukları belli değil. Burada kimi Şia kesimi, Ömer Ebu Musa'ya, "Anlat bakalım o eski anılarımızı" demekten kasıt, bu Tebük komplosudur demişler. Nitekim de Ömer'in halifeliği zamanında valiliği en uzun süre devam eden Ebu Musa'dır. Yani onun dostuydu diyorlar. Bunu bir yorum olarak kabul edebiliriz. Çünkü kimi Sünni yorumcular, Ömer'in, gel dinden imandan konuşalım dediği şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Sadece bilgi olsun diye ekledim; yoksa netlik ifade etmeyen sözlerden bir sonuç çıkarmak istemiyorum. Benim için kanıtlar güçlü olmalı. (54)  Dikkat edilirse anlattıklarımın tümü İslami kaynaklardan. Kaynak o kadar fazla ki, nerdeyse her satır başına bu kaynaklardan dipnotlar ekleyebilirim; ancak bu konuda daha farklı şeyler yazan yazarlar da var. Mesela Hicri 8. asırda yaşayan Deylemi çok farklı şeyler anlatıyor. Hele Muhammed zamanında yaşayan Selim bin Kays'ın (h.2-76) yazdıkları çok çarpıcı. Kitap içinde bundan da zaman zaman aktarmalar yapacağım.  Deylemi'den kısa bir-iki numune vereyim. Muhammed halifeliği Hz. Ali'ye vasiyet edince, Aişe duyuyor ve Hafsa'ya anlatıyor. Bunlar da gidip Ebubekir ve Ömer'e ileti yollar. Sonuçta Ebubekir'le Ömer Mekkelilerden önemli kişilerle gizli toplantılar yapıyor, "Anlaşılan, Muhammed'inki de adeta İran ve Bizans gibi artık aile imparatorluğuna dönüşecek." diyorlar ve bu vasiyete engel olmak için bir plan yapıyorlar. Sonuçta varılan karar, vasiyet gerçekleşmeden Muhammed'i yok etmek. Yani Tebük'teki gibi onun hakkında suikast planı yapıyorlar.  Hatta “Kur'an'da Maide suresi 67. ayeti Hz. Ali'nin halifeliğiyle ilgilidir.” diyenler de var. Mesela İmam Suyuti, Nisaburi gibi kişiler bunu net olarak belirtmişlerdir. Ayetin özeti şu: "Ey Muhammed, Rabbinden sana geleni duyur yoksa görevini yapmamış olursun.". Yani Hz. Ali halife olacak diye ilan et. Hatta Muhammed ilan bile ediyor. Bu sırada Ebubekir ve Ömer, Cirane denilen yerde Muhammed'le konuşuyor, "Ali'nin halife seçilmesi senin fikrin mi, yoksa vahye dayanarak mı bunu yapıyorsun?" diye soruyorlar. O da "Ben kafadan yapmam; vahye dayanıyor." diyor.  Artık ümitleri kalmayınca, Mekkeli Müslümanlardan en başta Ebubekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyir, A. Rahaman b. Avf, Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas, Ebu Ubeyde (ki hepsi de Muhammed'den cennet müjdesini alan seçmeler) olmak üzere, Muaviye, Amr b. As ve hatta Ebu Hureyre Muhammed'i vurmak için harekete geçiyor. Bu arada şunu da diyorlar: Nerdeyse Muhammed bize, "Ali'ye tapın, ona kul olun." diyecek kadar ileri gitti. Sad b. Ebi Vakkas, "Vallahi korkarım, Muhammed nasıl ayet uydurdu ki, ben ayı ikiye böldüm diye, Ali için de bir ayet uyduracak ki, Cebrail geldi, Ali halife olsun dedi." şeklinde çok ileri gidiyor. Tabii ki Muhammed de işin farkında ve bunlara karşı tedbirini alıyor. Dolayısıyla burada da başarı sağlanamıyor. (55)  Kaldı ki bu son olay Hz. Muhammed'in son veda haccında oluyor. Yani ölümüne yakın bir zamanda. Hem bu, hem de Tebük'teki olayda zaman zaman Akabe ismi geçiyor.  Akabe hem Mekke etrafında özel bir yerin adıdır, hem de sözlük anlamı, giden yola paralel olan dağ demek. O yüzden bazen her ikisi için de bu isim kullanılmıştır. (56)  Aşırı kesimden bir ipucu verdim; benzer tartışmalara girme niyetinde değilim. Ben, başta Kur'an olmak üzere, Sünni kaynakların meşhurlarında var olan bilgiler üzerinden bir şeyler aktarmaya çalışıyorum. Bu gibi sivrilerin yorumlarına değinmeyeceğim. Hâlbuki İslam tarihi daha taraflı, resmi tarih. Kim bilir belki bu gibilerin anlattıklarında doğruluk payı daha da fazla. Görüldüğü üzere bu suikastla ilgili İslam'ı kaynaklarda çok önemli açıklamalar var, bunları bir kenara bırakmak mümkün değil.

BÖLÜM 3 - AİŞE ve HAFSA’NIN HZ. MUHAMMED’E İÇİRDİKLERİ İLAÇ  
a) En Başta Buhari ve Müslim'de Ledud Olayı  Hz. Muhammed'in ölüm nedeni şu hadiste aranmalıdır demek, yerinde bir ifade. Kitabın ana teması, aslında bu bölümdür. Kalan kısımlar birer teferruattır, tabii ki onlar da önemli; ancak burası çok farklı. Bir şey anlatmadan hemen konunun başında yorum yapmak doğru değildir. Vurgulamak istediğim, Hz. Muhammed'in ölüm gerçeği bu başlıkta aranmalıdır.  Buhari'nin anlatımlarının birkaç yerinde, Müslim'de ve başka da birçok İslami eserde ortak olarak işlenen şöyle bir olay var: Hz. Muhammed son hastalığında ölüm döşeğindeyken bir ara ayılınca bakıyor ki ona ağız yoluyla ilaç içiriyorlar. Bunu görünce çok kızıyor ve "Sizi, sakın ola bana bir şey içirmeyin diye uyarmadım mı? Neden bana ilaç içirdiniz? Hepiniz bu ilaçtan içeceksiniz, ben de bakacağım; ancak amcam Abbas hariç. Çünkü o sizinle beraber değil, planın içinde o yoktur." diyor. Bazı rivayetlere göre, Muhammed bu ilaç meselesini fark edince onlara soruyor, kim yaptı diye? Onlar da amcan Abbas yaptı yanıtını verince kendisi, içinizde zaten tek sağlam kişi amcamdır diyor. Bu rivayet çok yaygın; ancak İbn'ül Cevzi'nin aktardığı cümleler daha da ilginç: Hz. Muhammed bu arada eliyle Habeşistan'a işaret ederek, bu ilaç içirme yöntemi Habeşli kadınların işidir diyor. Demek ki onlar bu yöntemle insanları zehirlemekle meşhurmuş ki böyle söylüyor. (57)  Zaten bu konuda hem Buhari, hem de Müslim bağımsız bir bölüm açmışlar: Ledud bölümü. Ve her iki kaynağın sarihleri de, “'Ledud', hastanın istemediği halde, rızası dışında kendisine verilen ilaç demektir.” tanımını da yapmışlardır. Hatta İbni Sad gibi bazı tarihçiler, Muhammed onlara, “Neden sizi uyardığım halde bana bunu yaptınız, üstelik ben oruçluydum.” demiş.  Hz. Muhammed'in o ağır hastalık haliyle oruç tutması bir kere inandırıcı değil. Ancak belki ona ilaç içireceklerini tahmin ettiği, bunu onlardan beklediği ve sezdiği için böyle bir taktiğe başvurmuş olabilir: “Bakın ben niyetliyim, sakın ola bana bir şey vermeyin.” demek istemiştir. Ama buna rağmen onu dinlememişlerdir.  İbni Sad gibi bazı İslam tarihçileri bu konuda net süre de veriyorlar. Pazar günü ona ilaç içiriyorlar, ondan sonra çok ağırlaşıyor ve pazartesi günü, yani bir gün sonra vefat ediyor. Çok ağırlaştığını duyup da yanına gelen Üsame b. Zeyd, "Geldiğimde bana bakıyordu; ancak artık konuşamıyordu." diyor. (58)  Hadisten, orada bulunanlar içinde yalnız amcasına güvendiği kesin. Kalanlar zaten eşleri Ayşe ve Hafsa (ki zaten hasta iken Ayşe'nin evinde kalıyordu). Çok açık ki onlara güvenmemiş. Çünkü onun ihtiyaç duyup böylesine bir uyarıda bulunması, sakın benden habersiz bana ilaç içirmeyin demesi, aslında birçok şey ifade ediyor. Demek ki kuşku duyduğu bazı emareler daha önce yaşanmış ki, onlara güvenmiyor. O nedenle kendilerini ilaç içirmeme konusunda uyarıyor.  Gerçi burada Ayşe'nin yaptığı bir savunma da var. Şunu diyor: “Aslında bizim yaptığımız bir şey yok; ancak Muhammed ilaçtan korktuğu için kızıyor.” (59) Herhalde Ayşe bu kadarını da becerebilir; hemen kalkıp "Ben yaptım." diyecek hali yok ya. Bir de benzer şüphe içerikli hadisleri hep Ayşe anlatıyor, neden diğer eşleri de bu anlatımlarda yok, neden bunlar hep Ayşe'ye dayalı? Bu durum Ayşe'nin aktif olarak bu planların içinde olduğunu gösteriyor.  İlginçtir ki bu hadisleri açıklayan, bunlar üzerinde şerh yapan kişiler, eften püften noktalar üzerinde durmuşlar. Mesela buna bakarak, acaba hastaya, isteği dışında ilaç verilir mi gibi şeyler. Kimse, acaba Ayşe-Hafsa aracılığıyla böyle bir planın uygulanması mümkün mü, siyasi bir komplo ihtimali var mı diye bu konuda kafa yormamış veya bilerek değinmek istememiş. 
 Ayşe, "Hayatımda Muhammed'in ateşi ve ağrısı kadar şiddetli bir ağrı-ateş görmedim" diyor. (60) Muhammed kendi ateşi hakkında, "Bana yedi kuyudan su getirin, kullanayım da belki biraz serinlenirim; ama ateşimin düşüreceğini hiç sanmıyorum." diyordu. (61) Burada yineliyorum: Üç yıl önce yediği zehirli bir yemekten dolayı aniden bu kadar aşırı derecede ateş ve ağrı olur mu, bunu, ilgili dalın uzmanlarından sormak lazım. Belki tekrar olur ama bir kere Yahudi bir kadının ona zehirli bir yemek ikram etmesi ve onun da yemesi meşhurdur, buna kimsenin itirazı yok. Çünkü bu konuda kanıtlar güçlü ve hayli fazla. (62) Yalnız gerçekten üç yıl önce ve o günkü şartlarda zehirli bir yemek bu kadar zaman sonra kendini gösterir mi, bunu bilemiyorum. Bir de şu çok önemli; ister o zehirli etin etkisi olsun, ister olmasın; burada farklı bir komplo, farklı bir cinayet nedeni söz konusu: Ömer ve Ebubekir'in, kızları aracılığıyla Muhammed'i öldürdükleri iddiası var ortada. O nedenle, eski zehirli ilacı bunun dışında tutmak lazım: O konu ayrı, buradaki konu apayrıdır. Her ne kadar hadiste, hepiniz teker teker bu ilaçtan içersiniz deniliyorsa da, bir kere o an artık bunun pratik olarak uygulanması mümkün değildir. Çünkü Hz. Muhammed ölüm döşeğinde ve o yataktan da artık bir daha kalkamıyor, vefat ediyor. Bir de şu da mümkün: Olayın izini kaybettirmek için, Ayşe tarafından böyle bir ifade bilerek uydurulmuş olabilir ki “Efendim tehlikeli bir ilaç olsaydı, onlar içtiğinde kendileri de ölmüş olacaktı. Dolayısıyla ona içirilen ölümcül bir madde değilmiş...” densin, gibi bir savunma amacı söz konusu olabilir. Bir kere Buhari ve Müslim'de geçen hadislerde, "O ilaçtan Ayşe ve Hafsa da içtiler." açıklaması yok. Buhari bu hadisi birkaç yere almış, hiçbirinde "içtiler" ifadesini almamış. Müslim de içtiler demiyor. Şayet alsalar da önemi yok. Çünkü bu gibi kelimelerin eklenmesi şüphe uyandırmak içindir, bunlar bilerek hadis metnine eklenmiştir ve asılsızdır. Bir kere Hz. Muhammed'in o ilaç için bu kadar sert reaksiyon göstermesi kafaları karıştırıyor: Demek ki bildiği bir şey varmış. Bir de Buhari'de geçen ve Ayşe'ye dayanan şöyle bir hadis var: "Muhammed ölüm döşeğinde iken dedi ki, Hayber'de yediğim o zehirli yemekten artık takatim kalmadı, beni şah damarından vurdu." Ama aynı Buhari, İbni Masut'tan rivayet ederek o zehirli etin mucize yoluyla konuştuğunu ve Muhammed'in o etten yemediğini de yazı yor. (63) Olayın izini kaybettirmek için Ayşe hep farklı ölüm nedenleri uydurmuş. Örneğin Ebu Ya'li'nin Ayşe'den aktardığı şöyle bir hadis de var: Ayşe, “Muhammed, Zatü'I cenb denilen normal bir hastalıktan vefat etti.” diyor. Bu hadisi, zaten hadis uzmanları da kabul etmemişlerdir. (64) Tabii ki Muhammed'in vahiy yoluyla o ette zehir olduğunu bilmesi gibi rivayetler asılsız. Bir kere realist olmak lazımdır. Peki madem haberdar oldu, o zaman o ölen insanları ne yapacağız: Niye yediler ve sonunda öldüler? Bu konuda iyi sonuç almak için hem var olan tüm bilgileri bir araya getirmek, hem de Ömer'le Ayşe'yi çok iyi tanımak lazım. Kısacası, halk arasında bilinen Ömer'le Ayşe, gerçek Ömer'le Ayşe değillerdir. Bunlar hakkında bilinmeyenleri anlatacağım zaten. Evet, bu ilaç içirme olayıyla ilgili hadisle giriş yaptıktan sonra, şimdi de doğrudan ilişkisi olan Kur'an ayetlerine geçeyim. b) Cinayetin Kanıtı Tahrim Suresinde Saklıdır. Gerçekten bu surede olup bitenler üzerinde dikkatle durulursa Hz. Muhammed'in büyük bir sıkıntı çektiği ve sonunda bedelini bedeniyle ödediği ortaya çıkıyor. Önyargılı olarak hemen birilerini katil diye ilan etmek gibi bir niyetim yok; ancak var olan kanıtlar bunu gösteriyor, tabii ki aklın hakemliği de önemli. Az sonra sunacağım ayetlerin hem anlamları insana bir fikir veriyor, hem de Kur'an yorumcularının bu ayetlerle ilgili açıklamaları dikkat çekicidir.
İlkin, ilgili ayetlerin anlamını vereyim: 1- Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Ancak eşi o sözü (başkasına) haber verince Allah da bunu peygambere bildirmiş, peygamber bunun bir kısmını (ona) açıklamış, bir kısmından da vazgeçmişti. (65) 2- "Eğer siz ikiniz (Peygamber eşleri) Allah'a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, Salih mü'minler de (onun yardımcılarıdır). Bunlardan başka melekler de ona arka çıkarlar." (66) 3- "Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha hayırlı, Müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir." (67) 4- "Allah, inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lût'un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki Salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, 'Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!' denildi." (68) 5- "Allah, iman edenlere ise, Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!" demişti." (69) 6- "Allah, bir de iffetini sapasağlam koruyan ve bizim de kendisine ruhumuzdan üflediğimiz, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem'i de (inananlara) örnek gösterdi. O itaat edenlerdendi." (70) Aslında bu Tahrim suresinin ilk üç ayeti de aynı hadiseyle ilgilidir; ancak olayın anlaşılabilmesi için bunlar yeterli. Biraz önce, "Aslında ayetler tek başına bile konuya ilişkin bir şeyler çağrıştırıyor." demiştim. Gerçekten açıklama yapılmazsa da insan bu ayetlerin anlamına bakınca bir şeyler seziyor. Ama tam anlaşılabilmesi için detaylı bilgiye gerek var; yoksa var biçimiyle pek anlaşılmaz. Ayetlerde peygamberin, eşlerinden birine gizli bir şey söylediği ve ona, bunu gizli tutacaksın dediği sözü çok açık. Yine burada Muhammed'in iki eşinden söz ediliyor ve onlar tövbeye davet ediliyorlar. Bir de onların kalplerinin kaydığı, Muhammed'e karşı birbirlerine destek oldukları, bu konuda birlikte çalıştıkları açık olarak vurgulanıyor ve üstelik de Tanrı tarafından tehdit ediliyorlar/uyarılıyorlar: Eğer peygambere karşı olmaya ve bu konuda birbirinize destek vermeye devam ederseniz, ilkin ben Allah başta olmak üzere, Cebrail, iyi insanlar ve diğer melekler de (topyekûn) Muhammed'e yardım ederiz deniliyor. Burada iki kadının yaptıklarına karşı, Tanrı'nın tek başına değil de; Cebrail, insanlar ve diğer melekleri de yanına alarak onlara karşı cephe alması ilginç! Konumuz bu değil; ben sadece Tanrı'nın bu
yaklaşımını hatırlatmak istedim! Gelgelelim; bu sure Medine döneminin son 9-10 yılında (71) gelmiş (oluşturulmuş) ki, o zaman Muhammed 61-62 yaşlarındaydı ve 63 yaşında da vefat ediyor. Hele Tanrı'nın, Muhammed'in bu yaşından sonra, siz Muhammed'i rahatsız etmeye devam ederseniz ben her bakımdan sizden daha iyi olan kızlar, dul kadınlar ona verebilirim demesi, gerçekten ilginç. Zaman zaman konular arasında benzer tuhaf şeyler ortaya çıkınca, kısa bir vurgu yapmak zorunda kalırım! Çünkü konu dışına çıkmak, konuyu dağıtmak âdetim değil. Başta tefsirler olmak üzere, diğer İslami kaynaklardan da yararlanarak ayetleri biraz daha açayım.
Ben şahsen daha önce bu ayetlerle ilgili var olan dokümanları, yorumları okuyunca, sanki bu ayetler Muhammed'le eşleri arasında meydana gelen çok basit bir aile ilişkisini anlatıyormuş gibi inanıyordum. Hani bir söz var: Bakmak ve görmek. Evet; ben de bakıp okuyordum; ama diğer Kur'an yorumcuları gibi hakikati görmüyordum. Şartlanma böyledir işte: Sahibini kafese koyar, onu bağlar, gözlerini açtırmaz. Anılan ayetler hakkında, tefsirlerde ve diğer ilgili kaynaklarda özetle şunlar anlatılıyor. Efendim bilmem Muhammed hangi hanımının yanında bal yerken-bal şerbeti içerken, Ayşe-Hafsa bunu kıskanmışlar, bu yüzden Muhammed'e film çevirmişler veya bir gün Muhammed Hafsa'ya, bugün babanın (Ömer'in) evine gidebilirsin demiş, kadın da gitmiş. O gittikten sonra Muhammed de eşlerinden (cariye statüsündeki) Maryayı yanına alıp Hafsa'nın odasına gitmişler ve Hafsa'nın yatağında sevişmeye başlamışlar, tabii ki Hafsa da akıllı, Muhammed'in onu sebepsiz yere gönderdiğini anlamış. Dolayısıyla yarı yoldan dönüp geri gelmiş. Odasının kapısını açınca onları sevişirken yakalamış. Bu manzara onun zoruna gitmiş; sonuçta Muhammed'e çok sert tepki göstermiş (Zira arkasında babası Ömer vardı, kadın ona karşı bunu yapabilirdi; sahipsiz değildi). Hafsa daha sonra bu olup bitenleri kuması Ayşe'ye anlatmış. Sonuçta ikisiyle Muhammed'in arası açılmış ve böylece iş kontrolden çıkınca da Tanrı bu ayetlerle müdahalede bulunmuş gibi bir hikâye, hatta masal anlatılıyor. Hele çoğu Kur'an yorumcusu/tefsir sahibi ve bu konuyu kaleme alan İslam düşünürleri bu hikâyeleri anlatırken, o kadar zevkle ve sanki gayet normal bir şeymiş gibi anlatmışlar ki, insan hayretler içinde kalıyor. Evet, anlatılanlar bu gibi hikâyelerdir. Ben burada küçük bir soru sorup, konuya devam edeceğim: Hani derler ki, Muhammed geçmişi, geleceği, her şeyi biliyormuş. Madem öyle, peki Hafsa'nın geri döneceğini neden bilememiş! Nerede kaldı onun peygamberliği (din mantığına göre!)? Bir de kadına böyle oyun kurması, tabir caizse hileli yolla onu göndermesi kendisine yakışır mı? Şu olmuş olabilir ve gayet doğaldır da: Muhammed 60 yaşlarında, o kadınların dedesi durumundaydı ve ayrıca onun birçok kadını daha vardı, tabii ki haklı olarak bu konuda sıkıntılar yaşanmıştır. Ama çok büyük bir Tanrı diye nitelendirdiği yaratıcısını getirip bir aile barışı-ilişkisi konusunda kullanması, bakın ha Muhammed'i rahatsız ederseniz sizin iflahınızı keserim gibi ifadeleri ona mal etmesi, çok sığ bir yakıştırma: Ayetlerde oluşturulan bu hoş olmayan kompozisyon Tanrı'ya mal edilemez! c) Hz. Ayşe Cenazeye Katılmıyor Muhammed'in cenazesinin kaç gün yerde kaldığı konusunda değişik rivayetler var. Ancak genel kanı, üç gün yerde kaldığı yönünde. (72) Hele Ayşe'nin şu sözü enteresan: "Biz cenazenin defnini, çarşamba sabahı yapılan duyurudan öğrendik: Muhammed'in cenazesi bugün gömüldü şeklinde duyuru yapıldı." diyor. Bunu aktaranlar arasında mezhep lideri var, önemli tarihçi ve Kur'an yorumcuları var; yani böyle kenardan söylenen bir söz değil. (73) Peki, burada, "Acaba cenaze gömülürken Ayşe neredeydi" diye sorulmaz mı? Kendisi bizzat, "Muhammed en çok beni seviyordu, benim odamda vefat etti." demesine rağmen, nasıl oluyor da, eşinin cenazesi üç gün yerde kalıyor, daha sonra gömülüyor ve Ayşe bunun haberini başkalarının duyurusundan öğreniyor?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion