BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ
(ARİF TEKİN)
2 nci bölüm
Burada şu sözler söylenebilir: Efendim Ayşe bir kadın; dolayısıyla dışarı çıkması, erkekler arasında bulunması dinen uygun değildi, onun için haberi olmamıştır... Oysa cenaze onun evindeydi, madem defin söz konusu değildi ve sorun da yoktu, o zaman cenazeyi nereye, niçin götürdüler? Ayrıca Ayşe hayatında birçok siyasi hareketler içinde bulunmuş, Cemel Vak'ası gibi meşhur tarihi olaylarda yer almış bir kişiliktir; onlar caizdi de bu son uğurlamada eşinin cenazesinin başında bulunması mı yasaktı! Kaldı ki Ayşe için böyle bir yasak söz konusu değildi. Nitekim Hz. Fatma babasının mezarı başında hem ağlıyor, hem halkla konuşuyor, hem de babası üzerine şiirler okuyordu.
(74) Yeri gelince anlatacağım, halife Osman defnedilirken hanımı geceleyin mezarı başında mum tutup çalışanlara yardımcı oluyordu. Yine Ebubekir ölürken, eşlerinden Esma onun cenazesini yıkıyordu. Dolayısıyla Ayşe en azından çarşaf giyer, bu şekilde izleyebilirdi. d) Ayşe ve Hafsa İkilisinin “Tahrim Suresi”yle ilişkisi Ayetlerde bu iki kadının adı geçmiyor. Ama tabii ki hitabın Muhammed'in eşlerine olduğu kesin. Peki, hangi eşleri, nasıl biliyoruz? Bu konuda binlerce kaynak var ki bu iki isim Ebubekir'in kızı Ayşe ve Ömer'in kızı Hafsa. İkisi de Muhammed'in eşleri. Burada kısa bir hatırlatma yapayım. Muhammed 54 yaşında iken 9 yaşındaki Ayşe ile evlenir ve vefat edince kadıncağız 18 yaşında dul kalır, hicri 57. yılında da vefat eder. Bu şu demek oluyor ki, Muhammed'den sonra yaklaşık 50 yıl daha eşsiz yaşamıştır. Yine Muhammed 56 yaşında iken, 17 veya 21 yaşlarında olan Hafsa ile evleniyor. Muhammed hayata veda edince bu kadın da 28 yaşlarında dul kalıyor ve yaklaşık 35 yıl daha yaşıyor. İşte durum bu iken, mağdur olan, bu iki kadın olduğu halde, Tanrı'nın ayetler göndererek
(75) "Bakın siz artık Muhammed'in ölümünden sonra başkalarıyla evlenemeyeceksiniz, sizler artık inananların anneleri sayılırsınız." demesi izah edilir gibi değil.
Bu Tahrim suresinde de mağdur olan yine Muhammed'in bu iki eşidir. Şöyle ki, bu gencecik kadınlar sanki Muhammed'e cariyelik yapmaya mecbur mu, onların yaşama hakları, zevkleri yok mu! Neymiş; bakın Muhammed'e karşı gelirseniz ben Allah olarak onu daha güzellerle evlendireceğim diyor. Ortada iki ihtimal var: Ya bunlar kadın kısmını hiç insan saymıyorlardı (ki gerçek olanı bu) dolayısıyla biraz boylu poslu oldu mu hemen evlendirirlerdi veya Ayşe ve Hafsa'da olduğu gibi, kız vermekle iktidarı ele geçirmek hedeflenmiştir. Olaylara bakıldığında bu fikir kuvvetle muhtemeldir. Tahrim suresinde anlatılan bu ikilinin Ayşe ile Hafsa olmasında bir kere İslam camiasında ittifak var. Bu iki isimle ilgili Buhari ve Müslim'in ortak olarak aldıkları hadisleri temel alarak kısa bir bilgi vereyim. Şunu da hatırlatayım ki, her iki kaynakta da bu konuda hadisler çok fazla. Zaten bir kısmını aşağıya alacağım. Sahabeden İbni Abbas anlatıyor. Bu ayet geldikten sonra, "Acaba Muhammed'in hangi kadınları kastedilmiş?" diye hep merak ettim, fırsat kovalıyordum ki, bir gün bunu Ömer'den sorayım; ama pek cesaret edemiyordum. Sonunda hac mevsimi geldi biz yola çıktık, hacca gidiyoruz. Bir ara yolda fırsatını bulup Ömer'den sordum: Ayette sözü edilen iki kadın hangileri, diye. O da, "Hayret sana, ya İbni Abbas! (yani nasıl hâlâ bilmiyorsun) bu iki kadın Ayşe ile Hafsa'dır." dedi.
(76) Daha önce de belirttim; tefsirlerde anlatılan bal şerbeti/bal olayı, bilmem Hz. Muhammed falancanın sırasında falanca eşiyle yakalandı gibi hikâyeler bir yana; ortada bir gerçek var: Muhammed, Ayşe ve Hafsa'ya -sebebi ne olursa olsun- bir söz vermiş, olup bitenlere karşı onları durdurmak için kendilerine torpil yapmış: Söz veriyorum; ben gidersem benden sonra babalarınız Ebubekir ve Ömer yerime geçsinler, halk tabiriyle halife olsunlar diyor, tabii ki bu, Muhammed'in isteğiyle olan bir teklif değil; zorunlu bir sözdür. Ancak anlık bir söz. Olayları yatıştırmak için o an için söylenmiş geçici bir söz. Çünkü yerine kimi belirlediği konusunda çok tartışmalar var; işin içinde özellikle Hz. Ali ismi öne çıkıyor. O bakımdan geçici diyorum. Hatta Muhammed bunu Ayşe ve Hafsa'ya ilk söylediğinde, müjde olsun" şeklinde hitap ediyor onlara.
(77) Diyelim ki aralarında başka hiçbir olumsuzluk da yoksa bir kere bu halifelik sözünün verilmesi zaten Muhammed için tehlikeli. Çünkü söz vermiş, zaman da hızla ilerliyor ve adamlar da (Ebubekir-Ömer) onun yaşıtları. Onun için bir an önce iş başı yapalım hesabıyla kendisine karşı suikast yapmak için geçerli bir neden. Kaldı ki, kanıtlar zaten güçlü; ama bu da onlar için önemli bir neden. Bu gibi planlar konusunda Ebubekir pek aktif biri değildi; aslında Ömer onu çok kolay yönlendirebiliyordu demek yerinde bir tespit olur. İlerde Ömer'le ilgili detaylı ve bağımsız bir başlık sunacağım. Orası da okunursa, sanırım Ömer'in gerçek kimliği hakkında daha inandırıcı bilgi edinmiş olunur. Tahrim süresiyle ilgili bilgiler daha bitmedi; somut kanıtlar var. Burada birçok hadis kaynaklarında geçen bir olayı, en başta Buhari ile Müslim'den aktarayım. Muhammed bir ara Ayşe'nin evini göstererek ve üç sefer de tekrarlayarak, "İşte küfür/fitne buradadır, şeytanın boynuzunun çıktığı yer burasıdır." diyor.
(78) Bu sözü, Ayşe'nin evinden çıkınca üç sefer söyledi şeklinde rivayetler de var. Aynı sözü başka zamanda Hafsa için de kullanmıştır.
(79) Burada gözden kaçmaması gereken ince bir nokta var: Muhammed yalnız Ayşe ve yalnız Hafsa dediği zaman "Şeytanın boynuzu" terimini kullanmış (Yani tekil). Ama isimleri telaffuz etmediği zaman, bakıyoruz "Şeytanın boynuzları" şeklinde çoğul kullanmıştır.
(80) Fitne ve şeytan boynuzu terimlerini başka konularda da kullanmış; onlar ayrı şeyler. Bunu da belirtmiş olayım. Kimileri bunu çarpıtabilir diye hatırlattım. Burada hiç şüphesiz ki bir kinaye, birini/birilerini işaret etme söz konusudur. Nitekim Ayşe ve Hafsa'yı işaret ettiği gibi; bunu böyle anlamak lazım. Hani halk arasında da kullanılır: Falanca aynen şeytan gibidir denilir. O da bunu kastetmiştir. Hatırlıyorum, 1980'lerde Türk-İslam sentezcileri, Nurcular bu gibi hadisleri komünizme karşı anti propaganda olarak kullanıyorlardı. Yani Muhammed, "Fitne doğudan çıkar." derken burada Lenin'i kastetmiş (komünizmi!) diye anlatıyorlardı. Bazı sözlerinde fitne buradadır yerine, doğudan çıkar şeklinde ifade etmiş. O da şundan: Artık ya farklı olay ve kişileri kastetmiştir veya bunu söylediği zaman Ayşe-Hafsa evleri ona göre doğuya düşmüş olabilir. Çünkü Ömer ve Ebubekir'den çekindiği için, Ayşe ve Hafsa'ya bazen dolaylı sözler söylemek zorundaydı. Türk-İslam sentezcileri bu hadisleri şöyle kullanıyorlardı: Bakın işte komünizm o kadar tehlikeli ki, Muhammed ta o zaman -mucize yoluyla- buna işaret etmiş, diyorlardı ve ayrıca ballandıra ballandıra "Komünizm tehlikesinden Rusya'yı terk edip Karadeniz'i yüzerek geçen ve bu zorluklarla Türkiye'ye gelen sayısız insanlar var, bakın bu konuda kitaplar bile yazılmış." gibi İslam'ın mucizelerini anlatıyorlardı. Üstelik o kitaplar bedava dağıtılıyordu. Ki o zaman ben zaten küçüktüm, dünyadan haberim bile yoktu. Ama madem söylenen hadisten maksat Rusya ise, bari "Şeytanın boynuzu kuzeydedir" deseydi, o zaman hiç olmazsa koordinatlar tutardı; ama doğu denince, Rusya Suudi Arabistan'a göre pek de doğuya düşmez. Bir de komünizmin asıl çıkış yeri Rusya da değil: Marx, Engels Avrupalı! Muhammed ayrıca Ayşe ve Hafsa için, “Siz aslında Hz. Yusuf'un etrafındaki kadınlar gibisiniz.” diyor. Hani Kur'an'daki anlatıma göre Yusuf’un etrafındaki kadınlar ona oyun kurmuşlar. Nitekim bu konuda özel bir ayet de var: "Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür." diye. Her ne kadar bu hadis vefatına yakın bir zamanda Ebubekir'in cemaate namaz kıldırma olayıyla ilgili olarak anlatılmışsa da; aslında bu bir uydurmadır, gerçeği yansıtmıyor. Nitekim Şia kesimi, Muhammed'in bu sözü, Ayşe'nin insanlara, "Muhammed diyor ki, Ebubekir cemaate imam olsun." iftirasını duyduktan sonra söylediğini iddia ediyor. Yani ben ne zaman Ebubekir'i önerdim, sizi gidi tuzakçılar şeklinde anlatıyorlar. Yoksa Hz. Muhammed bu kadar ağır bir benzetmede niye bulunsun ki. Bunu, kendisine karşı tertiplenen komplonun bir parçası olarak değerlendirmek daha doğru ve mantıklıdır açıkçası.
(81) Kanıtlar daha bitmedi; Kur'an'la devam edelim. Tahrim suresinden anlamlarını verdiğim ayetlerden 10. ve 11. ayetler, önemli bir mesaj içermektedir aslında; ama İslam düşünürleri bunlara hep basit anlamlar yüklemişler, farklı yönlere çekmişler; gerçek anlamlarını hep gizlemeye çalışmışlardır. Burada kötü iki kadın örneği veriliyor. İlginçtir ki, Ayşe ve Hafsa nasıl kötü bir ikili ise, verdiği Nuh ile Lut'un kadınları (10. ayette) da iki kötü kadın olarak açıklanıyorlar. Şu soruyu sormanın tam da zamanıdır: Acaba neden o iki kötü kadın örneğini getirip bu olay bağlamında/Ayşe ve Hafsa'nın geçtiği Tahrim suresinde anlatıyor, ne alâkası var? Burada Ayşe ve Hafsa'yı, kötülük bakımından Nuh ve Lut’un kadınlarına benzetiyor. Kaldı ki, Nuh ve Lut eşleri kocalarına karşı hainlik yaptılar diyor. Hainlik, nerdeyse ihanetle eşanlamlı bir kelime (aynı kökten gelen biri üç harfli, diğeri de dört harfli/mezid bir fiil). Bir kere burada daha uygun sözcük kullanılabilirdi. Gerçi “hıyanet” yalnız ihanet anlamına gelmez, başka anlamlarda da kullanılır; ama sonuçta olumsuz bir anlam taşır. Madem Hafsa ile Ayşe'yi bu ikiliye benzetiyor ve bu ikili de eşlerine karşı haindi diyor; peki Hafsa ile Ayşe de böyle miydi acaba (İhanetçi). Diyelim Ayşe'nin Safvan'la İfk olayı meşhurdur, ya Hafsa? Belki ayetten bunu kastetmemiş; ancak seçilen terimler uygun değildir. Burada ihanet/hainlik kelimesi kullanılınca Kur'an yorumcularının zoraki açıklamalara başvurduklarını görüyorum: Efendim peygamberlerin eşleri zina yapmazlar gibi yorumlar. İşte alâkası olmayan bir terim kullanıldığında tabii ki yorumculara iş çıkar: Zoraki anlamlar yüklemek durumunda kalırlar. Hiçbir kanıt olmasa bile, insan bağımsız bir gözle yalnız bu Tahrim süresindeki anlatılanlara baksa, yine aklına bir şeyler gelir: Muhammed'le eşleri arasında olup biten neymiş ki, Kur'an'a bu ilginç biçimde yansımış diye insanın aklına sorular gelir! e) Ayşe Hakkında Bazı Saptamalar Ayşe'yi biraz daha fazla tanımak için, hakkında sağlam İslami kaynaklardan derlediğim bazı bilgileri sunmak istiyorum. Maksat, anılan planları başarabilecek kapasitede mi değil mi? Ayşe'nin anlattığı şöyle bir hadis var: "Muhammed'e sihir yapılmıştı, o sihrin etkisiyle öyle bir hale gelmişti ki, yaptığı bir işe hayır yapmadım diyordu...
O kadar akli dengesini kaybediyordu" diyor.
(82) Bu, Buhari ve Müslim'in ortak olarak işledikleri hadislerden. Bunları bu suikast bağlamında şöyle değerlendirmek mümkün: Demek ki bu ilaç içirme olayı sadece vefat ettiği sırada olmamış; daha önce de Ayşe ve Hafsa tarafından değişik yollarla kendisine verildiği olasılığı çok güçlü. Neden Hayber'de bir Yahudi kadın bunu planlayabiliyor da Ayşe böyle yapmasın! Üstelik Ayşe yapsa babası halife olacaktı, bu işte çıkarı vardı. Şu denilebilir: Ayşe Muhammed'i kaybetseydi, ayetlere göre artık bir daha evlenemezdi. Dolayısıyla Ayşe neden kendini eşsiz bıraksın ki? Bir kere Muhammed'in Ayşe'den başka aynı anda en az on hanımı daha vardı
(83) ve kendisi 60'ı geçmişti. Bu nedenle, Ayşe'nin bir kere ondan beklentisi yoktu, biyolojik olarak artık Muhammed'den aşk beklemek mümkün değildi.
Bir de Ayşe gibi bir kadın kendi işini bilirdi, Muhammed'den sonra -istemişse- koca ayarlayabilmiştir. Kim bilir ve garanti eder ki, Muhammed'den sonra Ayşe 50 yıl tek başına yaşamış, artık başka bir erkekle yaşamamıştır! Tabii ki yaşamışsa diyecek bir şey yok: Genç kadın ve onun en doğal hakkı. Ayşe, Hatice gibi cömert, eli açık biri değildi. Devlet onun maaşını veriyordu. Zenginliğine küçük bir örnek vereyim. İbni Asakir'in anlattığına göre, Onun köleleriyle-işçileriyle İbni Abbas'ın köle-işçileri arasında bir ara kavga çıkınca, Ayşe bunu duyar duymaz -çözmek için- hemen koşarak olay yerine gider.
(84) Kadın her yönüyle becerikli biri. Bir kere başlangıçta babasının onu Muhammed'e vermesi büyük bir yanlışlık, hatta bir insanlık suçu idi. ister yaşı 9 olsun, ister 15 olsun fark etmez. Bir kere Muhammed 55 yaşlarındaydı ve başka hanımları da vardı. Bunun savunulacak hiçbir tarafı yok.Burada demek istediğim, aşk konusunda Ayşe'nin zaten Muhammed'den bir beklentisi yoktu. O yüzden eğer Ebubekir ve Ömer Muhammed hakkında bir suikast planlamışlarsa ve o da bu iki kadın tarafından uygulanmak istenmişse, bunlar rahatlıkla bu plana iştirak etmişlerdir. Muhammed'in vefat ettiği ay Haziran ayı ki, o coğrafyanın en sıcak aylarından. Kaldı ki bugünkü gibi sıcaklığa karşı tedbir de yoktu. İşte halifelik kavgaları yüzünden cenaze o yaz sıcaklığında 3 gün dışarıda kalır. Burada, cenazenin ne kadar bozulduğunu insan herhalde tahmin edebiliyor. Daha önce de belirttim, cenaze üç gün yerde kalmıştır; ama Ayşe kendi evindeydi, Ebubekir'le Ömer de o üç gün içinde halifelik peşindeydi.
(85)Bu büyü hadisinden bahsetmekteki maksadım şu: "Birileri Muhammed'e sihir yapmıştı, o da akli dengesini kaybetmişti." sözü, mantık ve ilmi açıdan boş bir iddiadır. Aslında bu da Muhammed'e yapılmak istenen planın bir parçasıdır: Olay sihir değil; belki de ilaç yedirmek/içirmek gibi bir komplo söz konusu. Tekrarlıyorum: Sihir yapıldı açıklaması zaten Ayşe'ye dayanır, tabii ki bu da anlamlı. Hadis uzun ve içinde çok lüzumsuz şeyler var; ben hepsini anlatmadım. Mesela Ayşe diyor ki, bu büyü Muhammed'de o kadar olumsuz etki yapmıştı ki, hanımlarıyla seviştiği halde sevişmedim diyordu/bunun farkında değildi. "Sonuçta bir gün Muhammed bana dedi ki, Ayşe ben çaremi buldum. İki kişi (melek) bana gelip dediler ki, bu adama sihir yapılmış; o sihrin malzemesi de Yahudilere ait olan Zekvan kuyusuna atılmış. Bunu anlattıktan sonra benle Muhammed gittik, söylediği malzemeyi kuyudan çıkardık, böylece onun büyü işi bitti, rahatsızlığı geçti.
Bu arada ben Muhammed'e, ‘Peki bunu insanlara anlat.’ dedim. O, gerek yok, nasıl olsa ben sağlığıma kavuştum; başkası önemli değil dedi." Bunları anlatan Ayşe'nin kendisi... Çok açıktır ki, Ayşe çaktırmadan ona bir şeyler yedirmiş; onun izini benzer uydurmalarla kaybettirmeye çalışmış; ama kaybolmaz ki. Çünkü açıklamalar inandırıcı değil. Ayşe'den farklı bir hadis: Muhammed hasta iken bana, "Ayşe sen benden önce ölseydin ben sana dua ederdim." dedi. Ayşe devam ediyor: "Söze bak! Vallahi benim bildiğim, sen ölümümü istiyorsun. Hâlbuki senden önce ölsem, aynı gün sen gider başka hanımlarınla aşk yaşarsın." diyor. Ayşe'nin bu hadisi, en başta Buhari'de pek çok yerde geçmektedir. Bir de değişik kaynaklarda bunun farklı versiyonu da var. Hz. Muhammed, Ayşe'ye, "Sen benden önce ölseydin ben senin cenaze namazını kılar, seni kabre indirirdim." diyor.
Bunun üzerine Ayşe sert tepki gösteri yor: "Bu açıklaman gösteriyor ki, sen bir an önce gitmemi ve benden kurtulmanı istiyorsun." diyor. Belli ki Muhammed ondan kurtulmak istemiş; ancak çaresini bulamamıştır.
(86) Hele Muhammed'in Ayşe hakkında şu açıklaması şüpheleri daha da artırmaktadır. Kendisiyle Ayşe arasında olup bitenler bağlamında bir ara, "Yazıklar olsun! Bu kadın (Ayşe) başarabilirse ne yapmak istiyor, neyin peşindedir!" diyor.
(87) Tabii ki bunu anlatan Ayşe, olayı başka konularla ilişkilendiriyor: Mesela bir gece kalkıp gitti, ben de sandım ki başka hanımlarına gidiyor (kıskandım), peşine takıldım. Meğer ki mezarlığa, ölülere dua etmeye gidiyormuş, işte beni görünce o arada bu sözü söyledi diyor.Bunun bir çarpıtma olduğu belli. Aslında bu söz, ona verilen ilaçtan sonra veya kendisine karşı Ayşe'nin çevirdiği genel planlar bağlamında söylenmiştir. Yoksa Ayşe'nin anlattığı böyle basit şeyler yüzünden söylenen bir söz değildir. Şu da var ki, verilen bilgilere göre Muhammed son günlerde Ayşe'nin evinde kalmış ve artık orada vefat etmiş. Anlaşılan, yer de böylesine bir komplo için tam uygun. Bu durumda Ayşe kimseyi kolay içeri almamış demektir ve rahatlıkla istediğini kendi evinde yapabilmiştir. Hatırlanacağı gibi biraz önce de açıkladım, kendisi Ayşe'ye şeytan demişti. İşte Hz. Muhammed'in Ayşe'ye karşı kullandığı yukarıdaki cümle, İslam âlimleri arasında tartışmalara neden olmuş, hatta bazı Kur'an yorumcuları ve İslam düşünürleri bu ve benzeri kanıtları göz önüne alarak, Ayşe ile Hafsa'nın (tabii ki Ebubekir ve Ömer'in de direktifleriyle ki bir an önce iktidarı ele geçirsinler diye) Muhammed'i katlettiklerini, ona zehir içirdiklerini net söylüyorlar... Mesela; Muhammed b. Mesut Ayaşî (h.4. asırda yaşamış) kendi tefsirinde
(88) bu konuda halife Ömer, Ebubekir ve kızları olan Ayşe ve Hafsa'nın Muhammed'i zehirleyip öldürdüklerini ve hepsinin katil olduklarını açıkça belirtiyor. Benzer ağır ithamlar Sünni kaynaklarda da var. Her ne kadar yazdıkları halde katılmıyorlarsa da, Zehebi, İbni Hacer gibileri şu ağır ifadeleri de eklemişler. Kimileri (isim de vererek), Ebubekir ve Ömer'e Firavun demişler, kızları Ayşe ve Hafsa'yı Lut kavmine benzetmişler şeklinde net açıklamaları var.
(89) Ayaşî'yi sadece sivri bir örnek olarak gösterdim. Hatta Meclisi gibi Şia ekolüne bağlı yazarlar
(90) Ebubekir-Ömer ve kızlarını daha ağır bir şekilde suçluyorlar. Her ne kadar İslam'ın Sünni kesim yazarları bu konuyu soyutlayarak, insanlardan gizli tutmak istemişlerse de, aslında kanıtlar çok güçlü ki, Muhammed bir siyasi cinayete kurban gitmiş ve bunu tertipleyenlerin baş aktörü de Ömer'dir; ancak Ebubekir'i de yönlendirmiş ve hatta kullanmıştır demek yerinde olur. Bunu yaparken de en önemli avantajları, kızlarının Muhammed'le evli olmaları ve onunla yaşamaları. Zaten Muhammed'den sonra Ömer'in Ebubekir için aktif bir şekilde çalışması, aslında kendi geleceğinin altyapısını güçlendirmekti; bunu hep söylüyorum. Nitekim Ömer'in yaptıklarına dayanamayan Hz. Ali, bunu açıkça Ömer'e karşı söylemiştir: "Aslında Ebubekir senin umurunda değil. Sen bununla geleceğini garantiye almak istiyorsun." demiştir.
(91) Şimdi farklı bir tarihçiden bazı bilgiler sunacağım. Bu adam Hz. Ali ile çok samimi, onunla birlikte yaşayan biri. Adı Selim bin Kays Hilali (h.2-76). Kitabında enteresan şeyler anlatıyor. Aslında bu konuda var olan tüm bilgilere bakınca, yazarın bu olayı bir sonuca bağladığını anlıyor.
(92) Selim'in anlattıklarından bir özet sunayım. Ebubekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Muaz bin Cebel ve Salim başta olmak üzere, Muhammed'in Ali'yi halife olarak adres göstermesi yüzünden harekete geçenler kendi aralarında bir plan yapıyorlar. Bunu da uygun zamanlarda Ka'be içinde yürütüyorlar. Hani ibadet yeridir kimse bunu tahmin etmez niyetiyle (bilerek) Ka'be'yi seçiyorlar. Muhammed bu planı bilmesin diye Ayşe ve Hafsa da bu konuda görev alıyorlar, göz-kulak oluyorlar. Daha sonra bu sayı hayli kabarıyor, 34 civarında bir kitle bu plana dahil oluyor ve giderek sayı artıyor. Sıra sözleşme metnini yazmaya gelince Ebubekir'in evinde toplanıyorlar. Sait bin As da bu sözleşmenin kâtipliğini yapıyor. Olay tarihi hicri 10. yılı ki bir yıl sonra da Muhammed vefat ediyor. Yazılan yazı Ebu Ubeyde'ye veriliyor, o da götürüp Ka'be'de uygun bir yerde gömüyor. Belge orada kalıyor ta ki Ömer halife olana kadar.;
Peki, alınan karar neHedefleri, Ali'nin halife olmasına fırsat vermemek için, bir darbe ile Muhammed'i ortadan kaldırmak. Bu gerçekleştikten sonra da sırayla Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde'in halife olmalarına karar veriyorlar. Daha önce Tebük'te yaptıkları gibi, burada da Veda haccından dönmekte olan Muhammed'i yolda öldürmeye karar veriyorlar. Bu iş için 10-15 kişilik bir katil grup da ayarlıyorlar, tabii ki Muhammed'in de istihbaratı güçlü, bunun bilgisini alıyor ve plan yine boşa çıkıyor. Selim'in kitabında daha enteresan şeyler de var. Mesela Ömer bir sözünde, "Benim yanımda ha Muhammed'in davası, ha pislik içinde yetişen bir hurma; aralarında hiç fark yok." diyor. Bunu duyan Muhammed çok kızıyor, bir toplantısında dolaylı olarak da olsa bunu belirtiyor; ama ne fayda! Karşısında en başta Ömer ve çok güçlü bir muhalif kitle var; fiziki olarak yapılacak hiçbir şey yok.
(93) Yineliyorum, Muhammed'e karşı olanlar çok güçlü insanlardı. O yüzden elinde iki tedbir vardı. Birincisi, sık sık ayetler oluşturup bu yolla onları durdurmak, ikincisi ise, maddi olarak tedbirini almak. İşte Tahrim suresindeki anlatılanlar, Muhammed'e karşı yapılmak istenen ve içinde eşleri Ayşe ile Hafsa'nın da bulunduğu bu suikastlarla ilgilidir aslında. Muhammed, Ayşe ve Hafsa'dan bir şeyler sezmiş ki, durumu ayetlerle formüle ederek bir taktik ve tedbir olarak uyguluyor. Bir bal şerbeti, bir gece hayatı meselesi değil olay, bu kadar ayetleri bunun için oluşturmaz. İktidar kavgaları yüzünden ta Tebük'ten bu olaya kadar sonuç vermeyen plan, Ayşe ve Hafsa'nın ona zehir içirmeleriyle sonuç veriyor ve maksadına ulaşıyorlar. Hem baştan beri verilen bilgiler, hem de bundan sonra anlatacaklarım bir bütün olarak değerlendirilirse ve bu insanların da 1400 yıl önceki bir toplumun insanları oldukları düşünülürse, aslında senaryonun gayet normal ve oluşan kanaatin de bu yönde olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.
Bir de eğer anlatılanlar doğruysa, Ayşe bugünkü saf Müslümanların inandığı gibi, pek de dine inanan biri değildi. Burada yine başta Buhari ve Müslim'den somut örnekler vereyim. Mesela Kur'an'da Mirac'la ilgili İsra suresi var. Ki güya Muhammed Cebrail eşliğinde bir gece Burak denen bir araca (her ne ise!) bindirilip Mekke'den Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya, oradan da göklere, Allah yanına götürülmüşü) tabii ki bu olay İslam'da meşhurdur ve bir de bunun adında bir sure var: İsra suresi. Burada bu hikâye üzerinde durmaktaki amacım, Ayşe'nin bu olayla ilgili yorumundan dolayı. Ki o zaman henüz dünyaya bile gelmediği halde; zaman içinde bu konuda konuşulunca fikrini söylüyor. Kendisi, "Aslında Muhammed bedeniyle/fiziki olarak göklere çıkmamıştır; o ancak rüya yoluyla bunları anlatıyor." diyor.
(94) Yine en başta Buhari ve Müslim'de geçen ve Ayşe'ye atfedilen önemli bir söz var: Ahzab suresi 50. ayetin bir yerinde deniliyor ki, Muhammed bir kadını eğer beğenirse, ona mehir ücretini vermeden/bedava alabilir. Yine 51. ayette, Muhammed'e tam özgürlük verilir: "Kadınlarından istediğini boşayabilir, istediğini geri getirebilirsin, eşlerin arasında geceleyin sıralama yapmayabilirsin.” gibi avantaj ayetleri oluşunca, Ayşe buna çok kızar ve o meşhur sözünü burada söyler: "Bakıyorum senin Allah'ın senin zevkin doğrultusunda acele ederek hemen ayet gönderiyor."
(95) İşte benzer örneklere bakılınca, Ayşe'nin Muhammed'in peygamberliğine inanmadığı düşüncesi kesinlik kazanmaktadır. 21. asırda yaşıyoruz; peki günümüzde hangi Müslüman bu kadın kadar cesaret edip böylesine eleştirel bir söz kullanabilir? Dediğim gibi İslam tarihi çok güvensiz ve uydurmalarla doludur. Ancak sağlam diye kabul edilen kaynaklarda geçen bu söz Ayşe'ye ait ise, demek ki kadın gerçekten harikaymış. Ama aynı şekilde kaynaklarda şunlar da var. Muhammed, gelip Ayşe ile oynasınlar diye, ara sıra ufak çocukları çağırırdı. Bariz bir örnek vereyim. Bir ara eve gelince bakıyor ki Ayşe çocuklarla oynuyor, deri gibi o günkü malzemeden iki kanatlı bir at yapmışlar. Muhammed soruyor, "Bu da ne?" Ayşe, "Bu Süleyman peygamberin atıdır, hani onun da kanatları varmış ya!" karşılığını verince, Muhammed gülmekten bayılıyor.
(96) İşte bir taraftan oyuncakla uğraşan küçücük bir çocuk; diğer taraftan nerdeyse filozof gibi gösterilen bir Ayşe. Onun için hep karşımızda uyduruk bir resmi İslam tarihi vardır diyorum. Ayşe ister filozof olsun, isterse çocuk; Ömer onu ve Hafsa'yı bu komploda bir piyon olarak kullanmıştır. Hatta bu konuda Ebubekir bir hiçtir demek mübalağa değildir. Saflığına ve hiçliğine küçük bir örnek vereyim. Bilindiği gibi onun lakabı 'Sıddık'tır. Bunun tarihçesi de şu: Muhammed, ben göklere/miraca çıktım deyince o da tartışmasız olarak buna inanırım demiş ve bu unvanı bu olaydan dolayı almıştır. Sıddık demek, çok doğru sözlü demek. İşte böylesine saf bir Ebubekir'i Ömer kolay yönlendirebilmiştir. Hele biraz da ona prim vermişse (yönetici olursun diye) iş tamam olmuştur. Hafsa'nın da bu konuda bir hadisi var. Muhammed'e, "Bakıyorum sen hasta olursan Ebubekir'i namazda öne geçiriyorsun." diyor. Buna karşı Muhammed, "Ben öne geçirmiyorum ki; Allah onu öne geçiriyor/yani vahye dayanıyor." diyor. Nerde bu gibi sözler varsa hep Ayşe ve Hafsa'ya dayanıyor. Belli ki onlar da iyi çalışmışlar!
(97) f) Halife Ömer Hz. Muhammed'i Konuşturmuyor! Hz. Muhammed ölüm döşeğindeyken, "Bana kalem-kâğıt getirin size öyle bir vasiyette bulunayım ki, onu yerine getirirseniz zarar görmezsiniz." diyor. Bunun üzerine halife Ömer, "Hz. Muhammed artık hastadır, ne dediğini bilmiyor. Dolayısıyla Kur'an var, o bize yeter." diyor ve sözü edilen o vasiyetin yazılmasına engel oluyor/Hz. Muhammed'i konuşturmuyor. Tabii ki Ömer'in bu sözü üzerine orada bulunanlar arasında tartışma çıkıyor: Kimisi, madem Muhammed'in arkasında Allah vardır, hasta da olsa yine doğru konuşur diyor, kimisi de Ömer'i haklı buluyor. Bunun neticesinde Muhammed onlara "Çıkın burdan." diyor ve vasiyet yazılmadan konu kapanıyor. Hatta İbni Abbas, "Hayret! Bırakmadılar ki peygamber sözünü tamamlasın." diyor. Bu açıklama en başta Buhari'nin eserlerinde birçok yerde, Müslim'de ve diğer İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. Her ne kadar kimi rivayetlerde Ömer'le birlikte başkaları da Muhammed'in yanında varmış, onlar da onun bu vasiyetine itiraz etmişler deniliyorsa da, aslında Ömer dışında hiç kimsenin adı geçmiyor. Zaten Ömer'den başka da kimse bu ifadeyi kullanma cesaretinde bulunamazdı. Buhari'de birkaç yerde Ömer'in bu konuda ismi geçiyor.
(98) Burada kullanılan tartışmalı bir terim var. Ömer yukarıdaki cümleyle birlikte burada Muhammed'e karşı 'HCR' kelimesini kullanıyor. Bunun anlamını İbni Esir'den dinleyelim. 'Hecere' demek, boş konuşmak, ne dediğini bilmemek diye genel sözcük anlamını verdikten sonra, az önceki hadis’e değiniyor ve “Hz. Muhammed'e bunu demekten kasıt, artık hastalıktan dolayı sözlerini karıştırıyor, sağlam konuşamıyor demektir.” diyor ve ekliyor; “Hz. Muhammed'e karşı bu ifadeyi kullanan da Ömer'in kendisidir.” diyor. Aynı açıklama İbni'l Manzur tarafından da yapılmıştır.
(99) Ömer sadece bu olayda itiraz etmiyor. Yine bu hastalık anında Muhammed hanımlarından kâğıt-kalem istiyor, verin size önemli şeyler yazayım diye. Onlar getirmeye çalışınca o sırada Ömer geliyor, durumu öğreniyor, "Siz kadınlar ancak ağlamaya varsınız; başka neye yararsınız." diyor ve burada da engel oluyor/bırakmıyor. Bunun üzerine Muhammed (demek ki artık dayanamıyor) “Kadınlar senden daha iyidir." diyor. Bunlar aslında önemli açıklamalardır.
(100) Sonuç şu: Ömer, Hz. Muhammed'e, "Artık hastadır, akli dengesi yerinde değildir, abuk-sabuk konuşuyor. Dolayısıyla onun söylediklerinin bir değeri yoktur." demek istemiş; kullanılan kelimenin anlamı bu. Şu da var ki, bir kere Ömer'in bu karşı çıkması İslam inancına uygun değildir. Eğer inansaydı ki Muhammed'in projesinde Allah var, -İslam inancına göre Allah cansızları da, hastaları da konuşturur- o zaman bunu söylemezdi. Çünkü iş sadece akılla olsa, o zaman Muhammed'in mucize Bariz bir örnek vereyim. Bir ara eve gelince bakıyor ki Ayşe çocuklarla oynuyor, deri gibi o günkü malzemeden iki kanatlı bir at yapmışlar. Muhammed soruyor, "Bu da ne?" Ayşe, "Bu Süleyman peygamberin atıdır, hani onun da kanatları varmış ya!" karşılığını verince, Muhammed gülmekten bayılıyor. iddiası nerede kalır? Yani ne olursa olsun bu karşı çıkış Ömer için olumlu değil; ancak, Ömer'in burada korktuğu bir şey varmış ki karşı çıkmış. Aşağıda bunun nedenini anlatacağım.
g) Halife Ömer Neden Telaşlıydı?
1) Belki Muhammed bu son nefesinde, Ömer'in de içinde bulunduğu Tebük'teki suikastçıları ve yine Ömer'le Ebubekir'in, kızları Ayşe ve Hafsa aracılığıyla Muhammed'e karşı tertipledikleri komployu açıklar endişesi Ömer'i sarmış olabilir.
2) Bir diğeri de, belki damadı Ali'yi toplum içinde halife ilan eder korkusu. İşte bu durumda Ömer'in planı suya düşerdi, tabii ki her iki neden de önemli.
Hatta son nefeste Hz. Ali onun yanında yalnız kalıyor ve dışarı çıkınca soruyorlar: “Muhammed'in durumu nasıl?” diye. O da iyi diyor. Ancak amcası Abbas artık Muhammed'in çok ağır olduğunu ve vefat etmek üzere olduğunu anlıyor. Kendisi bunu oradakilere söylüyor, tabii ki bu baş başa kalmakta Muhammed'in ona halifeliği konuştuğunu söyleyenler ta o zamandan vardı. Hatta, Hz. Muhammed'in Ali'yi kendine vasi olarak seçip seçmediğini Ayşe'den soruyorlar. Ayşe sert tepki gösteriyor, "Bu da nerden çıktı, 24 saat Muhammed'in yanındaydım, hatta tuvalet ihtiyacını altından alırdım. Böyle bir şey olsaydı ilkin ben duyardım." diyor ve Ali'nin vasi olduğunu inkâr ediyor. Bunlar, en başta Buhari'de anlatılan şeyler.
(101) Az önceki hadis çok uzun ve ilginçtir ki, Ayşe ile ilgili bu hadis sadece Buhari'de 18 yerde tekrarlanmıştır. Ayşe burada Ali ile ilgili şu önemli açığı da veriyor/ona kızgın olduğunu belirtiyor, şöyle diyor: Benim İfk olayıyla ilgili (hani bir savaş dönüşü yolda Safvan adında biriyle zina yapmakla suçlanıyordu) henüz Nur süresindeki ayetler inmemişti, bu konudaki belirsizlik sürüyordu (Allah neden uzun süre onları bu konuda seyretmek istemiş ve daha sonra yaklaşık 10 ayet birden göndererek Ayşe'nin ve dolayısıyla Muhammed'in ailesinin dosyasının sağlam olduğunu belirtmiş; tabii ki bu da notlarımız arasında kalsın!). Ayşe devam ediyor: Bir ara Hz. Muhammed hem Ali, hem de Üsame bin Zeyd'i huzuruna çağırıp sordu: “Siz bu iş için ne dersiniz, ben Ayşe'den ayrılayım mı?” diye. Üsame, "Senin eşindir, sen onu daha iyi tanırsın" karşılığını verdi, benimle ilgili olumlu konuştu; ama Ali, "Ey Muhammed, dünyayı kendine dar etme; sanki sana kadın mı yok?" dedi. Ali'nin bu sözleri Ayşe üzerinde çok olumsuz bir iz bırakmış. Çünkü daha sonra meydana gelen tarihi olaylarda Ayşe hep Hz. Ali'ye karşı olan cephede yer almıştır.
(102) Konunun aydınlanması açısından şu olay da önemli: Bir kere Muhammed son nefesinde Ali ile baş başa kalmış ve ona bir şeyler söylemiştir. Hatta hadisler var ki, Muhammed Ebubekir ve Ömer huzurunda Ali'yi halife olarak ilan edince Ömer buna itiraz bile etmiş: Sen kendin mi Ali'yi tayin ediyorsun, yoksa bu atama konusunda vahiy ile mi hareket ediyorsun, demiştir. O da, "Ben vahiyle konuşuyorum." diyor. Bunu ilerde Hz. Ali-Fatma kısmında daha detaylı olarak anlatacağım. Zaten daha önce de bu konuda bazı değinmelerim oldu. İşte bu bilgiler de var iken, Ayşe'nin "Hz. Muhammed Ali'yi vasi yapmadı." şeklindeki açıklaması doğruluk ifade etmiyor. Bir kere Ayşe artık taraftır ve benzer konulardaki açıklamaları asılsızdır. Mutezile ekolüne yakınlığıyla itham edilen İbni Ebi'l Hadid'den birkaç cümle eklemek istiyorum (h.656.ö). Aynı şeyler Necahî Tai'nin "İğtiyal'ül Halifet'i Ebibekir" adlı yapıtında daha fazla ve detaylıca işlenmiştir. Bu ikiliden kısa bir özet sunmakta yarar var. Konuya ilişkin anlattıklarımdan çıkan sonuca yardımcı olur diye düşünüyorum. Şunu anlatıyorlar: Ömer, henüz Hz. Muhammed hayatta iken Ebubekir ile konuşur: Kimse senin halife adayı olacağını zaten düşünemez, herkes buna sürpriz der; ancak sen olursan pek tehlike olmaz. Sen halim selim/yumuşaksın, her kesim sana ılımlı bakar. Onun için ilkin seni halife yapalım, bir yıl sonra da sen ayrılırsın ben başa geçerim gibi pazarlıklar ve senaryolar anlatılır. Hatta bir yıl geçtikten sonra Ebubekir çekilmek istemeyince, "Aslında beklentim şuydu, diyordum ki Ebubekir sistemi rayına oturttuktan, sükuneti sağladıktan sonra bir hafta içinde kendisi bir bahane bulur ve bir yılı beklemeden görevden ayrılır, bana devreder; ama işi uzattı!" şeklinde Ömer'den böyle bir açıklama aktarıyorlar.
(103) Zamanla Ebubekir'le Ömer'in arası açılır. Hatta Ebubekir Ömer'i hac görevinden alır. Daha da cesaret edip ileri giderek bir ara Ömer'e, "Bana kalırsa sen bu halifelik işinden vazgeçersen daha hayırlı olur." der. Taberi bunu farklı bir şekilde aktarır: Ömer bu halifelik işinden vazgeçseydi daha iyiydi şeklinde aktarmış.
(104) Bundan sonraki gelişmeleri, Ebubekir'in nasıl katledildiği bölümüne bırakayım. Sonunda Ebubekir görevden ayrılmayınca ve hac yetkilerini de Ömer'den alınca araları tam açılır ve Ömer, gelecekte halifeliğin riske gireceğini artık anlar. Bundan sonrasını az önceki yazarların kaynaklarından dinleyelim: Ebubekir, konuşulan sürede istifa etmeyince halife Ömer harekete geçer ve onu ortadan kaldırmak için planlar yapar. Bunu, Ebubekir'in ölümü konusunda izah edeceğim. Hatta ilk başta Ebubekir, ya Ömer halife olsun ya da Ebu Ubeyde diyordu, halife Osman'ın adı hiç yoktu. Ama daha sonra nedense Osman öne çıkar ve Ebu Ubeyde birden gündemden düşer. Hatta Ömer iş başı yapınca, Ebubekir'in çoğu valilerini görevden alır.
(105) Yine Ebu Süfyan ile oğlu Muaviye'ye çok aşırı ayrıcalıklar tanır ki bunlar Osman'ın akrabalarıydı, tabii ki bu ilk adımdı; zaman içinde Osman iktidara gelince bu akraba saltanatını daha da geliştirir ve bilindiği gibi bundan dolayı Emeviler dönemi başlar. Yani bu görevden almalar ve yerlerine Emevi soyuna bağlı kişileri tayin etme olayı, Ömer'le Osman/dolayısıyla onun soyu arasında yapılan pazarlıkların bir soncuydu aslında. Burada gözden kaçan bir şey var: Halifelik makamına geçme olayı halk arasında bilinen o çok basit şekilde gerçekleşmemiştir; tam tersine ilk halifeden itibaren hep zorlu ve skandallarla olmuştur. Şu sorulabilir: Madem ki Muhammed bütün bu olup bitenleri biliyordu, artık burada Ömer'i bu son nefeste ne gibi hesaplar için dinliyordu ki? Artık ne varsa açıklamalıydı. İşte bu onun sorunudur, neden söylemedi bilemeyiz. Yalnız şu gibi hesaplar kuvvetle muhtemeldir: Mesela; açıklasam daha kötü olur, sistem dağılır. Veya damadım Ali rahatlıkla halife olsun, ben sorun yaratmayayım, dolayısıyla kızım Fatma da rahat eder gibi hesaplar yapmış olabilir; ama şu kesin ki, Muhammed, Ömer'e karşı hep defansa çekilmiş, çekinmiş ve etkisinde kalmıştır. Yeri gelince Hz. Fatma kısmında belirteceğim gibi, Haziran ayında vefat eden Muhammed'in cenazesi üç gün yerde kalırken, Ebubekir ile Ömer cenazeyi bırakıp iktidarı ele geçirmek için kulis yapıyorlar. Halifelik işini sağlama bağladıktan sonra Muhammed'in cenazesine döndüklerinde; artık cenazesi gömülmüştü, yetişememişlerdi. Burada çok basit bazı yorumlar var: Mesela bu üç gün olayı, acaba Muhammed'i Mekke'de mi yoksa Medine'de mi gömelim veya millet lidersiz kalmıştı, mecburen bunlar uğraşacaktı gibi laflar. Bunlar zaten dini kaynaklarda da pek öne çıkmamış; ancak cılız da olsa bazı eserlerde geçiyor ama dediğim gibi gerçekle ilgisi yok.
(106) Daha sonra Ebubekir'le Ömer, Hz. Fatma ve Ali, Ebubekir'in halifeliğini tanısınlar diye onlara gidince Fatma aynen şunu diyor: En zor anımızda bizi cenazemizle baş başa bırakıp kendi işlerini görmeye çıkan kişilerle bizim işimiz yok; ne bizden izin aldınız, ne de bu konuda (halifelik konusunda) bize bir hak verdiniz.
(107) Ömer, Hz. Ali'nin evine baskın düzenleyince Hz. Fatma bunu o sırada söylüyor, "Babamın cenazesini yerde bırakıp çıkarınız peşine düştünüz; bizden ne istiyorsunuz?" diyor. Acaba, Ebubekir vefat edince Ömer'in hemen halife olması tesadüf müdür? Bütün bunlar yapılan planların birer sonucudur. Halbuki halifelik için ilk başta en çok adı geçen Ebu Ubeyde idi ama ne hikmetse Ömer öne çıkıyor ve Ebu Ubeyde birden tarihe karışıyor, ortalıktan kayboluyor. Nitekim Ebubekir öldürülünce, Ömer hemen başa geçiyor. h) İbni Mesut'un Önemli Açıklaması İbni Mesut, "Bana teklif edilse ki, ey İbni Mesut; sen yemin içer misin ki Muhammed katledilmiştir diye? Ben de derim ki, değil ki bir kere; dokuz sefer bu konuda rahatlıkla yemin içerim ki Muhammed suikasta kurban gitmiştir. Ancak bana, 'Yemin içer misin ki Muhammed normal eceliyle ölmüştür diye?’ teklif gelse, bu konuda tek bir sefer bile yemin içemem." diyor. Önemli bir kişiden önemli bir açıklama. Bu hadis, birçok İslami kaynakta geçmektedir.
(108) Tabii ki İbni Mesut bu açıklamayı yaparken detayını anlatmıyor: Nasıl katledildi, neydi olay, bunu izah etmiyor. İslami kesim burada Yahudi kadının Hayber'de verdiği zehir olayını gündeme getirebilir; yoksa Ayşe miydi, Hafsa mıydı... Müslüman yazarlar bunu akıllarından bile geçirmezler veya geçirmek istemezler. Ama olay tek bu hadise bağlı değil ki, görüldüğü gibi kanıtlar fazla. Şa'bi bu konuda, "Yemin ederim ki, Hz. Muhammed suikasta kurban gitmiştir." diyor.
(109) Daha önce de Enes b. Malik'in, "Hz. Muhammed'in Hayber'de yediği o zehirli et, onun küçük dili ve ağız bölgesinde iz bırakmıştı, tahribat yapmıştı." hadisini aktardım. Ki Hayber zehrinden de etkilendiği bir gerçek; ama o olayla ölümü arasında üç yıllık bir zaman var.
(110) Az önceki hadise bakıldığında, acaba gerçekten dini bir emir gereği mi; yoksa bu ilaçtan dolayı ağız bölgesinden dökülen etler sonucu meydana gelen çirkinlikten dolayı mı Hz. Muhammed'in resim-heykele yasak koyduğu konusunda tereddüt içinde kalıyoruz. Yani belki de, "Bundan sonraki nesil beni bu halde görmesin." demek istemiş ve bu nedenle resminin yapılmasına izin vermemiştir, tabii ki bu da bir yorum. Burada şu sorulabilir: Peki buraya kadar anlatılanlardan nasıl bir sonuç çıkaralım? Yani Muhammed'i, Ayşe ve Hafsa aracılığıyla Ömer-Ebubekir iktidar kavgası için mi katletmişler, Hayber'de yediği zehirli yemekten mi ölmüş, yoksa normal kaderiyle mi? İşte bence bu sorulara sağlıklı yanıt almak için kitabı sonuna kadar takip etmek lazım. Çünkü böyle olursa verilen yanıt daha da sağlıklı olur. Yine de buraya kadar anlatılanlardan okuyucu ne anlamışsa tabii ki bu onun algısı ve takdiridir. Ama dediğim gibi sağlıklı karar için kitaptaki tüm bilgileri bitirmek lazım. Ancak şu var ki, iktidar kavgası yüzünden, Ebubekir ve Ömer öteden beri Hz. Muhammed'e karşı suikast düzenlemişler; ancak bir nevi başaramamışlar. Bardağı taşıran son damla ise, Hz. Muhammed'in, Ali'yi halife göstermesi ve Ebubekir, Ömer gibi Hz. Ali'ye rakip çıkabilecek, ileride sorun yaratabilecek kişileri de, dönüşü imkânsız bir savaşa gönderip bu yöntemle ortadan kaldırması. Nitekim vefat ettiği ayın pazartesi günü Üsame'ye bu görevi verirken hasta değildi; bundan sonra çarşamba günü hasta olur ve fazla geçmeden vefat eder.
(111) Demek ki artık ölüm-kalım savaşı; onlar o arada işi hızlandırmışlar.
BÖLÜM 4 - HALİFE EBUBEKİR
a) Ebubekir Nasıl Halife Oldu? Hep söyleniyor, Hz. Muhammed'in vefatından sonra Ebubekir nasıl halife oldu; zorlukları var mıydı, tüm Müslümanlar bir ağızdan mı kabul etti, Hz. Muhammed'in onayı var mıydı gibi sorular hiç sorulmamış, bu konular hiç de irdelenmemiştir. Şimdi Ebubekir'in nasıl halife ilan edildiğine ilişkin İslami kaynaklardan bir özet sunmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, bu konuda da insanların bilmedikleri önemli şeyler var. Muhammed vefat edince, Hz. Ali hem onun damadı, hem de amcaoğlu olduğu için, onun cenazesiyle ilgilendi. Yaygın olan görüşe göre de cenaze üç gün yerde kaldı. Peki niye? Çünkü iktidarı ele geçirmek için, halk tabiriyle halife olmak için çok ciddi çekişmeler vardı da ondan. Hele Ebubekir ile Ömer bu iktidar kavgasının merkezindeydi. Zaten Ebubekir ve Ömer'in, kızları Hafsa ve Ayşe eliyle, iktidar için Hz. Muhammed'i katlettiklerini daha önce yazdım. Ölümünden sonra artık sıra uygulamadaydı. Bu yüzden onlar iktidar derdindeydi; cenaze önemli değildi. Bu tür iktidar kavgaları tarih boyunca hep olmuştur. Başka ülkelerin tarihini irdelememize gerek yok; geçmiş dönemlerde Osmanlı padişahları, Cumhuriyetten bu yana da Türkiye'de bu gibi olayların varlığını bilmeyen yok. Hz. Muhammed'le halifeleri için de aynı planlar geçerli ve hatta mevcut bilgilerden o dönemde bu tür suikastların daha fazla var olduğu ortaya çıkıyor. Aslında Hz. Muhammed'in ölümü ve bu arada cenazesinin yerde kalması hiç de Ebubekir ile Ömer'in umurunda değildi. Burada Buhari'de pek çok yerde tekrarlanan bir olayı aktarayım.
(112) Beni Temim kabilesinden bir heyet Muhammed'e gelir. O sırada Ebubekir'le Ömer de Muhammed'in yanındalar. Bunlar, Muhammed'in huzurunda tartışmaya, birbirlerine kırıcı sözler söylemeye başlarlar. Bu sırada Hucurat suresi ikinci ayeti iner: "Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin." Bu sure hicri 9-10. yılında inen Kur'an'ın en son gelen/oluşan surelerinden. Yani İslamiyet’in ilk yılları olsaydı denilebilirdi ki Ebubekir'le Ömer yeni Müslüman olmuşlar, Muhammed huzurunda kavga etmeleri, saygı göstermemeleri normaldir; ancak bu sure geldiği zaman nerdeyse Kur'an bitmek üzere, Muhammed'in artık son yılları. Anlaşılan o ki, Muhammed bunları kendi sözleriyle durduramadığı için Tanrı-Cebrail formülünü uygulamak zorunda kalmış. Hele Ömer bir kızdı mı zaten ancak ayetle durdurulabilirdi. Bu konuda Ömer'le ilgili özel bir bölüm sunacağım. Orada kendisinin ne kadar etkili olduğu ve Tanrı'nın ne kadar ona önem verdiği örneklerle açıklanacaktır. İşte Ebubekir-Ömer, Muhammed'e aşırı derecede bağlıydı (dini bağlılık kastediyorum) demenin yanlış olduğuna Buhari'nin birkaç yerinde anlatılan bir örnek, ki Muhammed onlar sayesinde zorda kalıp kurtuluşu ayet oluşturmakta bulur. Bu konuda oluşan ayetin bir de yanlış bir yanı var. Çünkü ayet genel değil; Muhammed'e özel. Dolayısıyla kendisi 1400 senedir yok. O zaman bu ayetin Kur'an'da kalmasının Müslümanlara ne faydası var ki; fazladan orada duruyor. Çünkü o artık yok ki Müslümanlar ona karşı sesini kıssınlar, yüksek sesle konuşmasınlar. Yani, ayetin bir kere muhatabı ortada yok. Kaynaklarda Muhammed'in vefatı sonrasında Ömer'in ortaya çıkıp "Kim Muhammed ölmüştür diyorsa onu öldürürüm. Aslında o Allah'ın yanına çıkmış, yakında dönecektir." gibi sözler sarf ettiği anlatılıyor. Daha sonra Ebubekir "Sünh" denilen Medine dışındaki ailesinin yanında iken ölüm haberini duyup gelince, hemen minber tarafına geçip konuşmaya başlar. Bu arada Ömer'e de kızıp, otur oturduğun yerde diye talimat verir ve o sırada halk huzurunda güya Ömer'i sakinleştirmek için Kur'an'dan şu ayeti okur: "Ey Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da."
(113) Buna karşı Ömer, Ebubekir'e, "Sen hatırlatmasaydın böyle bir ayetten haberim yoktu." diyerek adeta teşekkür eder.
Besbelli ki ikisi birlikte bu senaryoyu hazırlamışlardır. Yoksa niye Ebubekir kalkıp toplum içinde Ömer'e kızsın, onu sustursun; başka adam mı yoktu: Biri nalına vuruyor, diğeri mıhına. Aslında zekice bir plan. Benzer örnekler günümüzde de var: İnsanlar faili meçhule kurban gider (ki aslında failler belli) ve aynı katiller tarafından ah-vah denilerek onların cenazeleri kaldırılır. Bu gibi taktikler Ömer ile yandaşları için daha fazla geçerli. Bir taraftan vurmak, katletmek, diğer taraftan timsah gözyaşları dökmek! Niye timsah gözyaşları? Çünkü Ömer okur-yazar ve Muhammed'in vahiy kâtiplerinden. Dolayısıyla Kur'an'da olup bitenleri iyi bilmesi lazım. Kendisi, bilerek işi acemiliğe vurmuş; yoksa Ömer Muhammed'in ölmeyeceğini iddia edecek kadar cahil biri değildi. Bir de, Ebubekir'in ona hatırlattığı ve onun da "Bunu bilmiyordum." dediği ayet dışında, -Tanrı hariç- herkesin öleceğini açıklayan ayetler Kur'an'da çok. Peki, hiç mi bir tane aklına gelmedi veya hiç mi onların içerdiği anlam Ömer'in aklında kalmadı? Bu konuda birkaç ayet vereyim. Ta Uhud harbinde inen (oluşan) "Muhammed eğer ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz!" ayeti var. Ki Muhammed'in de hem ölebileceğini, hem de öldürülebileceğini belirtiyor.
(114) Bir de Kur'an'ın birkaç yerinde tekrarlanan, "Her canlı ölümü tadacaktır/ölecektir." ayetleriyle
(115) bunlara eşanlamlı, "Allah'tan başka her şey yok olacak, yeryüzünde bulunan her şey yok olacak, nerede olursanız olun ölüm size ulaşır." gibi ayetler var iken ve üstelik de işin mantık yanı bir tarafa; Ömer bunların kâtibi iken ve ayetlerin oluşmasında hep Muhammed'i yönlendirmiş iken, Ebubekir'e, "Ben Muhammed'in de öleceğini içeren ayeti bilmiyordum." demesine inanmak için ancak saf olmak gerek. İktidar için Muhammed'i ortadan kaldıran bir Ömer, Muhammed için üzülür mü hiç! Herhalde kalkıp da "Ey ahali, Muhammed'i ben öldürdüm." diyecek hali yoktu! Bir de orada kılıç çekmekle farklı bir mesaj da vermek istemiş aslında. Halk Ömer'in aşırı derecede dindar olduğuna inansın diye. Çünkü onun halkla işi vardı, ileride onların başına geçecekti; kendini daha iyi takdim etmek için tabii ki böyle bir reklam onun lehine olurdu. Bir diğer önemli taktik de, böyle yapmakla aslında zaman kazanmak istiyordu. Çünkü Ebubekir'le birlikte yola çıkmıştı, beraber bir plan gerçekleştirmişlerdi ve o an için de Ebubekir hazır değildi. Medine'nin dışına, başka bir hanımının yanına gitmişti. İşte Ebubekir'in yetişmesi için aslında oyalamak istiyordu. Hele Ebubekir de gelince ona, 'Geç yerine, bilmiyor musun ki Kur'an'da her canlı ölümü tadacaktır diye ayet var.' demesi, tiyatronun başka bir parçasıydı. Gerçekten Ebubekir'le Ömer adeta tiyatro oynuyorlardı. Defalarca Muhammed'i öldürmek isteyen ve sonunda başaran Ömer'in yukarıda yazdığım sözünün hiçbir değeri yoktur. Burada komik bir olay da yaşanıyor; onu da ekleyeyim. Muhammed ağır hasta ve o gece artık ölecek. Ebubekir ona, "Bu gece falanca eşimin sırasıdır, onda kalmalıyım." diyor ve sanki gitmek için izin istiyor. Buna karşı Muhammed gidebilirsin diyor. Sözünü ettiği Medine dışında Siinh' adında bir yer. Bir eşi orada kalıyordu, Esma binti Umeys de Medine'de onun yanındaydı. Haftada bir kez Perşembe günleri hanımı Binti Harice'nin yanına giderdi, sabahleyin cuma günleri de saç ve sakalını boyar ondan sonra yola çıkar, Medine'ye gelirdi. İbni Sad nerdeyse Ebubekir'in bu saç-sakal boyama işine kendi kitabında sayfalarca yer ayırmıştır.
(116) Kadın o sırada da Ümmü Gülsüm adında bir kız çocuğa hamileydi. Hani İslam'a göre eğer bir erkek birden fazla kadınla evliyse, onlara sıra yapar, her gece birinde kalırdı. Ebubekir de böyle bir durumdaydı. Onun Binti Harice, Ummü Ruman, Esma binti Umays gibi eşleri vardı. Hatta Ebubekir vefat edince, eşlerinden Esma onu yıkıyor. Yani Hz. Muhammed'e sözünü ettiği kadın değil; başka bir eşi onu yıkıyor. İlginçtir ki, Ebubekir'i yıkayan bu kadın, daha önce Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer'le evlenmişti. Cafer öldürülünce bu kez Ebubekir'le hayatını birleştirmişti. Anlattığım gibi kendisi ölünce bu Esma onu yıkamıştır. Ama aynı Esma ve hele bir zamanlar Hz. Ali'nin ağabeyi Cafer'le evli olan bu kadın, Ebubekir'in ölümü üzerine bu kez de Hz. Ali ile evleniyor ve bunlardan iki de çocuk dünyaya getiriyor.
Bu kadının her üç eşinden de çocukları vardı. İşte nerdeyse kendilerine tapılan o dönemin insanları böyleydi.
(117) Ebubekir sabahleyin Muhammed'in ölüm haberini alınca merkebine binip geldi ve Ömer'in az önceki (sözüm ona sinirli) halini gördü ve onu yatıştırıcı bir konuşma da yaptı.
(118) Hani kurt hep sisli havayı sever, diye bir söz var; Ömer de önemli kişilerin cenazeyle uğraşmalarını fırsat bilip bir an önce işi sonuca götürmek istedi ve nitekim de başardı. Halifelik işi sağlama alındıktan sonra Ebubekir'le kendisi kabir başına döndüler; ancak o zaman da artık cenaze kaldırılmıştı ve ona yetişemezlerdi. Ali kabirle meşgul iken onlar o 2-3 günde işi bitirmişlerdi. Cenaze kefenlenirken, yıkanırken, defnedilirken ne Ömer ne de Ebubekir ortalıkta vardı. Hele ünlü Kur'an yorumcusu ve tarihçi Taberi (hicri 310'da vefat etmiş) kendi tarih kitabında Ebubekir'in üç gün sonra ancak cenaze başına geldiğini yazıyor. Bu konuda kaynak çok.
(119) Bir de hep söylenir: Muhammed Ayşe'nin kucağında vefat etti diye. Anlaşılan o ki, bu da doğru değildir. Evet, bu konuda hadisler var; ancak bunlar da Ayşe menşe'ilidir ve bir taktiktir. Mesela bu konuda İbni Sad bağımsız bir bölüm açmış ki, bazı rivayetlere göre Hz. Ali'nin kucağında vefat etmiştir. Örneğin; Ömer artık halife, bir ara ondan soruyorlar: Hz. Muhammed'in son sözü neydi diye? O, ben bilmiyorum; Ali'den sorun diyor. Demek ki son nefesinde Ali'nin kucağındaymış. Bir de İbni Abbas'tan soruyorlar, Ayşe diyor benim kucağımda vefat etti, acaba doğru mu? Kendisi, "Bu da nerden çıktı; Allah'a yemin ederim ki Ali'nin kollarında vefat etti." diyor.
(120) Yani ortalık toz-duman. Diğer taraftan Hz. Ali ve eşi Fatma, cenaze işi bittikten sonra, (Ali halife olsun diye) halkın karşısına çıkıyorlar; ama artık onlar için çok geç: Ebubekir'le Ömer, işi çoktan sağlama almışlardı. Hz. Ali'nin daha sonra gidip halktan destek talebinde bulunduğu düşüncesi, İslam'da Sünni kesimin iddiası. Şia kesimin tarihçileri ise, "Hz. Muhammed sağ iken halifeliği zaten Hz. Ali'ye vasiyet etmişti." fikrini savunuyorlar ve Ali'nin de, "Nasıl olsa artık halifelik benim hakkım. Dolayısıyla cenazeyi kaldıralım, ondan sonra bu işle ilgilenirim." hesabından dolayı başta ilgilenemediğini ve Ömer'le Ebubekir'in cenazeyi fırsat bilip halifeliği gasp ettiklerini söylüyorlar. Benim için ha Ali halife olmuş, ha başkası olmuş fark etmez. Burada belirtmek istediğim, bu dinin lider kadrosunun hep skandallarla, suikastlarla yönetimi ele geçirmiş olmalarıdır. Şu da var ki, Muhammed'in ölümünden sonra yönetime talip çıkanların hepsi zaten Müslüman: Ebubekir, Sad b. Ubade ve Hz. Ali bunların tümü de meşhur sahabeler; yani iktidar kavgası sadece Müslümanlar arasında oluyordu. Şunu da unutmamak lazım: İlk başta, zorlu mücadelede Ebubekir Ubeydullah'ı bile öneriyordu. Ama her nedense zaman içinde bu kayboluyor ve onun yerine halife Osman ortaya çıkıyor. Bunun nedeni Osman taraftarlarıyla Ömer arasında yapılan pazarlıklar ve sonunda Ebubekir'i ortadan kaldırma planıdır. Yukarıda değindiğim gibi iktidar mücadelesinde Mekke'den gelenlerin başını Ebubekir-Ömer çekiyordu. Medine'nin yerlileri olan ve kendilerine Ansar denilen grup ise Sad b. Ubade'nin etrafında toplanmıştı. Medineli Müslümanlara Ansar denmesinin nedeni şu: Mekke'den göç eden Müslümanlara yardımcı oldukları için bu adı almışlardı. Zaten Ansar kelimesi çoğul olup, yardımcılar anlamına gelir. Başta Muhammed olmak üzere, Müslümanların Medine'ye gelmelerini sağlayan, buna yardımcı olan Sad b. Ubade'dir. Akabe biatinde da bu adam vardı. Bu buluşmayı sağlayan ve Muhammed'le Müslümanların Medine'ye gelmelerine zemin hazırlayan etkili bir isim. Bedir hariç tüm savaşlarda bulunan bir sahabe. Rivayetlere göre her gün kendi evinden Muhammed'e etli yemekler götürüyordu. Asil bir ailedendi ve çoğu kez seslenip 'Kimin evinde et-yemek yoksa buyrun Sad'ın evine gelip yemek yesin.' diyordu.
(121) Bir zamanlar Muhammed muhtaç iken onlar yardım edince, övgü anlamında kendi Kur'an'ına bunlar hakkında ayetler de oluşturuyordu. Bu konuda Kur'an şöyle diyor: "Mekke'den gelenlerden önce Medine'ye yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri (Mekke'den gelen Müslümanları) severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile yine Mekke'den gelen Müslümanları kendilerine tercih ederler (yani yemezler; ancak yediririler)."
(122) İşte böyle; başta yardım etsinler diye oluşturduğu ayetlerle onları şişiriyor; ama iş sağlama alınıp da zaman içinde sıra paylaşıma gelince onlara bir şey yok, düşman ilan ediliyorlar ve insan yerine konmuyorlar. Evet; Sad b. Ubade'yi halife olarak destekleyen ve çoğunluğu Medine yerlilerinden oluşanlar, Sad halife olsun diye "Sakife Beni Saide" denilen gölgelik bir yerde toplanıp durum değerlendirmesi yapıyorlar. Bunun haberini alan Ebubekir'le Ömer oraya gidiyor. İki grup arasında yapılan konuşmalar sırasında halife Ömer, Ebubekir'in avantajlarını anlatmaya başlıyor: Hem ilk Müslümanlardandır, hem Muhammed hasta iken cemaate imam olmak için onu önerdi, Hz. Muhammed'in kayınpederi (Ayşe'nin babası), hicret esnasında onunla birlikte Medine'ye gelen çok yakın bir dava arkadaşı gibi olumlu taraflarını öne sürüyor ve bu arada "Bakın ilk olarak ben onun elinden tutup halifeliğini kabul ederim." diyor. Bunun üzerine iki kesim arasında tartışmalar, hatta kavgalar başlıyor. O arada adamın biri Hz. Ali halife olsun deyince (tabii ki Ali orda yok, kendisi cenazeyle meşgul), Ömer kılıcını çekip kendi yandaşlarına, "Bu köpeğin haddini bildirin." diyor. Yine Sad taraftarlarından Hubab b. Munzır, "Halifelik bizim hakkımız, Mekkeli Müslümanlar kabul etmiyorlarsa, bunlar zaten buralı değil; şehrimizi terk edip memleketlerine gitsinler." deyince, Ömer ona, "Allah belanı versin." diyor. Yine adamın biri 'Ebubekir olamaz, halifelik biz Medinelilerin hakkıdır.' deyince, Ömer kılıcını ona doğru uzatıp seni paramparça ederim diyor ve kendi adamlarına da "Bunu öldürün." emrini veriyor. Sad'ı destekleyenlerden biri Ömer'in sakalından tutup "Ey Ömer, sen onun kılına dokunursan senin ağzında bir tane diş kalmaz." diyecek kadar sert tepki gösteriyor. Diğer bir şahıs, "Anlaşılan o ki başka çözüm yok, bu iktidar işi ancak kanla halledilir." diyor... Hatta Ebubekir durumun vahametini görünce, ya Ebu Ubeyde, ya da Ömer halife olsun ben olmayayım, ya da iktidarı aramızda paylaşalım diyor. Ebubekir'in bu açıklaması birçok kaynakta anlatılmaktadır. Hele İbni Ebi Şeybe bu konuda birçok hadis aktarmıştır. Hatta bu konu Buhari'de de anlatılır ve burada Ebubekir, Ömer ile Ebu Ubeyde arasına girip onların ellerini tutar, “Ben sizden biri halife olsun derim.” teklifinde bulunur. Çünkü evdeki hesap çarşıya uymamış: Sert tartışmalar, ciddi rekabet ve hatta kavgalar olmuştur. Ebubekir korkusundan bu öneride bulunur. Yoksa başlangıçta Ömer'le farklı bir plan yapmıştı. Ebubekir'in bu önerisini en başta Ömer kabul etmedi. Ömer biliyordu ki, eğer Ebubekir olmazsa, ilk aşamada kimse Ömer'i kabul etmez. Çünkü kendisi çok sert biriydi, kimse onun yönetici olmasını kaldıramazdı. O da bunun farkındaydı. O yüzden gelecekte halifeliği garantiye almak için, ilk etapta tehlikeyi (pek de becerikli olmayan ve zaten yaşlı olan) Ebubekir üzerinden atlatmak istiyordu. Kaldı ki, zaten ikisi arasında daha önce bu yönetim konusunda planlar yapılmıştı. Bunu Muhammed'in zehirlenerek öldürülmesi kısmında anlattım. O nedenle Ömer hep Ebubekir olsun diye ısrar ediyordu. Zira bunun dışında seçilen bir halife Ömer'in kendi hesaplarını altüst edecekti, Ömer bunu çok iyi biliyordu, farkındaydı. Her ne kadar Ebubekir'in halife olma durumu bir sürpriz de olsa, yaşlı biri olduğu ve Ömer kadar da sert olmadığı için, halk ona evet diyebilirdi. İşte bu noktada Ömer sonuç alma konusunda biraz rahattı ve nitekim de başardılar. Bu arada ben bunu anlatırken başka bir olay hep aradan kaynayıp gidiyor. Hz. Muhammed vefat etmeden önce, Üsame b. Zeyd komutasında Bizanslılara karşı savaşmak için İslam ordusunu Suriye tarafına gönderiyor. Ortalıkta Ebubekir, Ömer gibi önemli isimler varken, Üsame gibi birini komutan seçmesi onlara göre normal bir durum değildi. O yüzden karşı çıkıyorlar ve ne Ebubekir, ne de Ömer onunla birlikte savaşa katılıyor. Bundan şu anlaşılıyor: Hz. Muhammed, Ömer gibilerini bu zor savaşa gönderip etkisiz hale getirmek, harcamak ve gelecekte halifelik için Hz. Ali'nin önünü açmak istemiş. Onlar Hz. Muhammed'i dinlemiyor ve savaşa katılmıyorlar. Muhammed'in ölümünden sonra Ebubekir'in araya girmesiyle, Kureyş'ten birçok önemli kişi Medine'de kalıyor. Ömer zaten demirbaş, o savaşa katılmıyor. Yani ortada satranç gibi çok çetrefilli bir oyun var aslında. Ama kimse bu olayların üzerine bu şekilde gitmemiş. Kaynaklarda, o dönem çoğu insanın Ebubekir aday olacak diye tahmin etmedikleri anlatılıyor.
(123) Ama Ömer onu zorla öne çıkartıp illa Ebubekir olsun diye ısrar ediyordu. Hep söylüyorum: Ancak bu yolla Ömer halife olabilecekti. Bu kadar muhalefet varken, Ömer de bir sözünde, "Halkın üzerinde anlaşmadığı kişinin halifeliği meşru değildir, hatta bununla savaşılır." dediği halde, ısrarla ve hatta zorla Ebubekir'i halife ilan ediyordu. Bu olay, uzunca bir hadiste en başta Buhari'de anlatılmaktadır. Burada deniliyor ki, Ömer camide bir konuşma yapıyor, Ebubekir'le birlikte halk da dinliyor. Daha sonra Ömer gelip Ebubekir'e, minbere çık halk gelsin sana biat etsin/elini tutup seni kabul etsin diyor; ama Ebubekir çıkmıyor. Bu arada Ömer ısrarla onu minbere çıkartıyor.
(124) Hatta deneme mahiyetinde henüz Ebubekir seçilmeden Ömer, Ubeydullah'a, seni halife yapalım diyor. Ubeydullah kurtların çok olduğunun farkındadır, kimse bu lokmayı ona yedirmez; o nedenle hayır diyor. Bir de ortamdan anlıyor, kimin kimden yana olduğunu biliyor ve zaten Ömer de bir taktik olarak ona bu teklifi sunuyordu.
(125) İşte başlangıçta Ebubekir'in halifeliği sürprizdir diyenlere kızan Ömer, daha sonra bunun sürpriz olduğunu itiraf ediyor: Evet doğrudur diyor. Medineliler Sad b. Ubade halife olsun diyorlardı. Mekke'den gelenlerin bir kısmı Ebubekir olsun diyordu; ama bazıları da Hz. Ali'nin evinde karargâh kurmuşlardı, o olsun diyorlardı. Sonuçta Ebubekir'in tarafı ağır basıyor ve kendisi halife seçiliyor.
(126) İşte böyledir: Başlangıçta kim sürpriz diyorsa asar keserim diyen bir Ömer, daha sonra tam tersini söylüyor, bunun bir sürpriz olduğunu kabul ediyor.
(127) Anlatılanlardan anlaşılıyor ki, Ebubekir çok beceriksiz bir insan; ancak Ömer onun üzerinden geleceğini sağlama almak istemiş, onunla daha önce pazarlığını yapmış; adam artık mecbur. Hatta Ebu Süfyan Ebubekir'in halife olduğunu duyunca Hz. Ali'ye; "Kureyş'in en pasif-zavallı kişisi halife seçilmiş, nerdeyse fıtık olurum (alay edercesine)." diyor. Yine Selman-i Farisi o zaman Farsça bir cümleyle, "Kerdaz ve nakerdaz." şeklinde bunu belirtiyor. Yani bir şey yaptınız; ama iyi etmediniz diyor ve devamla, Hz. Ali'yi seçseydiniz hepinizin yararına olacaktı diyor. Selman-i Farisi hakkında kısa bir bilgi vereyim. Kur'an'da Nahl suresinde "Derler ki Kur'an'ı bir insan Muhammed'e öğretiyor (tanrısal boyutu yok)." şeklinde bir ayet geçiyor.
(128) İşte burada çoğu Kur'an yorumcuları Selman-i Farisi üzerinde durmaktadır. Demek istediğim, bu insan önemli biri. Kısa bir örnek vereyim. Ayşe anlatıyor: Muhammed geceleri Selman-i Farisi ile yalnız kalırdı, kendi aralarında konuşurlardı, hatta öylesine sohbete dalardı ki, bazen bizi unuturdu.
(129) İşte Muhammed'in kendisinden bilgi aldığı Selman-i Farisi, Ebubekir hakkında az önceki sözü söylüyor. Kendisi aslen İranlıydı ve ailesi İran'da Zertüştilik dininde bir bakıma diyanet reisliğini yürütüyordu. Muhammed'e varana kadar, yollarda yıllarca değişik haham ve papazlardan da bilgi alış-verişi yapmıştı, tüm kutsal ve diğer Ortadoğu dinlerini iyi biliyordu. İşte Ebubekir'i tayin etmekle hata yaptınız diyen kişi böyle biridir. Ebubekir halife olunca Talha kılıcını çekip ortaya çıkıyor, biz Ebubekir'e mi kaldık diye. Hatta Ömer ona, "dur durduğun yerde ey köpek" diyerek ağır hakaretlerde bulunuyor. Halit b. Sad da sert tepki gösteriyor. Yani umulmadık bir sürpriz oluyor insanlar arasında. Ebubekir de bunu itiraf ediyor; ancak ortada bela var, ben bunun için kabul etmek zorundayım diyor.
(130) Sakife Beni Saide toplantısında bir ara Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde arasında durarak, "Ya Ömer halife olsun, ya da Ebu Ubeyde." deyince, Ömer, en başta Ahmet b. Hanbel'in Müsned'inde ve daha birçok İslami kaynakta geçen, "Vallahi senin önüne geçersem boynum kırılsın! Benim için en ağır günah, sen hayatta iken benim senin önüne geçmemdir. Olur mu, böyle yapar mıyım? Sen hayatta iken kimsenin haddine değil ki senin önüne geçsin, Muhammed seni namazda öne geçirmedi mi, kimsenin haddi değil ki seni arkaya çeksin. Vallahi ben iman üzere öldürülsem, bir daha dirilsem, bir daha öldürülüp dirilsem yine senin önüne geçemem! Ver elini önce ben siftah edeyim, seni kabul edeyim." diyerek hep onun propagandasını yapıyordu.
(131) Aynı teklifi, Ömer Ebu Ubeyde'ye sununca, sen halife ol deyince o, "Ey Ömer, sen Müslüman olalı senden hiçbir şey anlayamadım. Ebubekir var iken nasıl ben öne geçerim." diyor.
(132) Aslında danışıklı dövüş olmazsa Ebu Ubeyde o kadar kitle içinde bu sözü Ömer'e karşı kullanamazdı. Bu söz aslında Ömer'in de hoşuna gidiyor. Ömer'le Ebubekir'inki bir danışıklı dövüştü; ancak Ebu Ubeyde, kimsenin bu makamı ona teslim etmeyeceğini bildiği için hep arkaya çekiliyor, hayır diyordu. Yani kendisi senaryodan habersizdi. Ancak kendisine yapılan tekliflin boş olduğunun farkındaydı. O nedenle kabul etmiyordu. Bu durumda haklı olarak şu soru sorulabilir: Madem baştan beri Ebubekir Ömer'le bir komplo içindeydi ve sonuçta Muhammed'i ortadan kaldırmayı başardılar; peki niye ilk başta ben olmayayım demiş ve hasta iken de son nefesinde yine bunu tekrarlamış: Keşke ben halife olmasaydım diye? Hal böyle olunca ortada çelişkili bir durum söz konusu. Aslında çelişki yok. Çünkü: İlk başta o toplantıda ben olmayayım demesinin nedeni, kendisinin gördüğü kavgalardan korkmuş olması ve bu nedenle adaylıktan çekilmek zorunda kalması. Çünkü bakmış ki, çarşıdaki hesapla evdeki hesap birbirlerini tutmuyor. O nedenle ben olmayayım sonucuna varmış. Son nefesindeki pişmanlığa gelince; bunun birçok nedeni var. Birincisi; Ebubekir zaman içinde kendisinin Ömer tarafından kullanıldığını fark ettiği için bunu söylemiş olabilir. Bu konuda yeri gelince Ebubekir'in ölümü başlığı altında önemli bazı örnekler vereceğim. Ki araları açılır, artık Ebubekir de ona karşı illallah diyecek hale gelir. İkinci neden ise; Ebubekir'in iki buçuk yıllık icraatının çok kanlı geçmiş olması, son nefesindeki pişmanlığına neden olmuş olabilir. Bilmiyorum ama bunları bir film şeridi gibi son nefesinde gözler önüne getirince etkilenmiş olabilir diyorum. Hele en başta da Fatma ve Hz. Ali'ye, Ömer baskısıyla yaptığı haksızlık onu etkilemiş olabilir. Bu başlık altında zaten belirteceğim ki, Ebubekir talimatıyla Ömer gider Fatma'yı tekmeler, sonuçta Fatma hem çocuk düşürür, hem de bu olayda aldığı darbelerden dolayı kısa zaman içinde vefat eder ve Ali'nin de başına getirmedikleri kötülük kalmaz. Hele Muhammed'in vefatından sonra Ebubekir'in kitlesel bir şekilde dinden çıkanların üzerine gitmesi ve onlara uyguladığı katliamların benzeri tarihte az bulunur. Sadece Yemame'de katledilen insanların sayısı 21 bindi, işte Ebubekir'in son nefesindeki pişmanlığı bunlardan dolayı olabilir, tabii ki var olan bilgilerden yola çıkarak böyle bir sonuç muhtemeldir diyorum, yoksa niye pişman olsun ki. Şu da önemli, Medine'nin asıl sahipleri olan Ansar grubu, yani Sad b. Ubade'yi destekleyen kesim, ikili bir yönetim de önerir ve başlangıçta Ebubekir buna evet der: Bir lider bizden olsun, diğeri de sizden düşüncesindedir. Aslına bakılırsa bu adil bir öneri, ancak Ömer buna karşı çıkıyor. Çünkü onun amacı kısa zamanda yönetimi ele geçirmekti, tabii ki sonuçta Ebubekir halife oldu; ancak diğer rakip Sad b. Ubade, "Yerle gök birleşse bile ben onun halifeliği tanımam." dedi. Onu rahat bırakmadılar, o da Medine'yi terk edip Şam tarafına gurbete gitmek zorunda kaldı. Buna rağmen onu orada da rahat bırakmadılar: Ömer halife olunca onun arkasından Halit bin Velit ve Muhammed b. Mesleme'yi gönderip onu gurbette öldürttü
(133) ve sonunda şu yakıştırmada bulundu: "Efendim tuvalet ihtiyacını giderirken o durumda cinler onu öldürür." şeklinde masalımsı bir gerekçe...
(134) Dediğim gibi, bütün bunlar bir film şeridi gibi eğer Ebubekir'in gözünün önünden geçmişse, geçmişin hesabını yapmışsa ve Ömer tarafından kullanıldığını da fark etmişse son nefesindeki pişmanlık bunlardan dolayı olmuş olabilir. Ebubekir'in pişmanlığını içeren hadisi, bundan sonraki kısımda Fatma'nın malı konusunda anlatacağım. Ömer'in Ebubekir'den sonra halifelik makamına oturması çok kolay olmuştur: Ebubekir ölünce hemen o gece Ömer birkaç kişiyle, -tabii ki içlerinde halife Osman da var- hemen onun cenaze namazını kıldı ve o gece götürüp defnettiler. Sabah olduğunda ise Ebubekir vefat etti, yerine de beni tayin etti diyerek halifeliği bu şekilde ele geçirdi. Neden geceleyin gömdü, acelesi neydi? Çünkü itirazlar olabilirdi, başına dert açılabilirdi. O yüzden birkaç önemli kişiyi de yanına alarak onu geceleyin gömdü ve güya vasiyeti üzerine halife olduğunu halka duyurdu.
(135) Ebubekir, Ömer'e görev verdi, o da hemen kolayca işbaşı yaptı iddiası doğru değildir; bu iddia gerçeği yansıtmıyor. Ebubekir'in ölümü konusuna yeterince açıklık getireceğim. Ancak az önce değindiğim gibi söz Ebubekir'in gece defninden açılmışken bir fıkra anlatmam gerekiyor. Bizim Diyarbakır'da hocanın biri öğrencisine adını sormuş. "Adım İskân." demiş öğrenci. "Peki, babanın adı ne?" diye ikinci bir soru sormuş öğretmen. "Onun da adı İskân." cevabını almış. "Baban ne iş yapar?" "İskân müdürlüğünde memur." demiş öğrenci. "Peki, nerede, hangi semtte oturuyorsunuz?" Çocuk, "Biz İskân evlerinde oturuyoruz." yanıtını vermiş. Yani hep iskân, hep iskân... Tıpkı bunun gibi; başta Muhammed olmak üzere Osman, Ebubekir, Hz. Fatma (mezarı bile belli değil) gibi önemli kişiler de hep gece gömülmüşlerdir. Bunun bir anlamı olmalı. Halifelikle ilgili bu zorlu seçime bakılınca haklı olarak şu soru insanın zihnine geliyor: Neden Muhammed kendinden sonra halife olacak kişiyi, kendisi henüz hayatta iken belirlememiş? Acaba kimse onu dinlemezdi diye mi cesaret edememiş; yoksa kendisinden sonra iktidar yüzünden kavgaların çıkacağını tahmin edememiş de ondan mı veya Ali gibi birini belirlemiş; ancak o dünyasını değiştirince sonrakiler buna uymamışlar mı? İhtimaller çok: Dediğim gibi ya hiç düşünmemiş, bunu aklına bile getirmemiş, ya da belirlemiş ve hem damadı, hem de amcasının oğlu olan Ali'yi tavsiye etmiş; ancak vefatından sonra Ömer-Ebubekir ekibi iktidarı zorla, hileyle ele geçirmişler. Bir kere Muhammed'in kendisinden sonra neler olacağını bilmediğini iddia etmek çok yanlış olur. Başka bir tabirle, "Muhammed kendisinden sonra iktidar yüzünden neler yaşanacağını bilmiyordu." demek ancak saflık olur. Belirlememenin bir diğer ihtimali de, karşısında aynı zamanda kayınpederi olan Ömer gibi güçlü birinin olması olabilir. Diğer tarafta Ebubekir ve hem damadı, hem de amcasının oğlu olan Hz. Ali vardı ve bunlar gibi Mekke'den gelenlerden, Medine yerlilerinden birçok önemli kişiler vardı. İşte bu zorlu tablodan birini belirlemeye cesaret edememiş demek de mümkün. Dolaylı olarak belki birini belirlemiş; ancak açıkça belirlemekten kaçınmış olabilir. Bütün bunlar ihtimaller. Ancak en güçlü olanı, Hz. Muhammed'in Ali'yi belirlemiş olması ve daha sonra Ebubekir-Ömer'in buna uymamış olmaları. İleride bunun üzerinde duracağım. Ben görevin kime devredildiğinden ziyade cinayetler üzerinde duracağım. Ama okuyucuları aydınlatmak için bu konuya da açıklık getireceğim. Bu zorlu ve karmaşık tablo olmasaydı, son hutbesi olan veda hutbesinde, toplanan binlerce insan kitlesi huzurunda kendi halefini ilan edebilirdi ve bu durumda kolay kolay kimse itiraz etmezdi.
Muhammed için sonuç alıcı bir yöntem olamayacağı için buna başvurmamış olabilir. Çünkü bu durumda en başta Ömer onu dinlemeyebilirdi, henüz hayatta iken Ömer'le arası açılabilirdi. Zira Ömer'i çok iyi tanıyordu. Buna kanıt olarak, Kur'an'ın Kökeni adlı yapıtımın Ömer'le ilgili bölümü önemlidir: Muhammed'i ne kadar yönlendirdiği o kitapta örneklerle açıklanmıştır; hatta birçok kez Muhammed, Ömer'in karşısında sıkıntıya düşünce, onu sevindirmek, ondan kurtulmak için, onun istekleri doğrultusunda ayetler oluşturup Kur'an'ına eklemiştir. Bu konuda adı geçen kaynağımda pek çok örnek verdim. Ayrıca elimdeki çalışmamın sonlarına doğru Ömer'in bilinmeyen yönleriyle ilgili bir bölüm açacağım; orada da onun Muhammed için ne kadar önemli, etkili ve baskın olduğu örneklerle açıklanacaktır. Bir diğer ihtimal de, tüm zorluklara rağmen, Muhammed'in kendine bir halef seçmiş olmasıdır, bu mümkündür. Ama herkesin duyabileceği bir ortamda değil; belki az bir cemaat yanında söylemiş olabilir. Bunun da değişik nedenleri olabilir. Bu konuda -başta Buhari ve Müslim olmak üzere- önemli bazı bilgiler var. Mesela Muhammed ölüm döşeğindeyken bazı tavsiyelerde bulunur, şu üç nokta önemlidir der. Birincisi: Arap yarımadasında iki din bir arada olmasın/tek din olsun veya müşrikler bu adada kalmasınlar. İkincisi: Size gelen elçileri (barış elçileri veya başka amaçla gelen elçileri kastediyor) iyi karşılayın. Üçüncüsü ise maalesef belirsiz... Neden belirsiz; bunun gerekçesi ilginç. Olayı aktaran İbni Abbas, "Muhammed bu ikisini söyledi; ama üçüncüyü de ya kendisi sustu/söylemedi, ya da söyledi de ben hatırlayamıyorum." şeklinde geçiştiriyor. Çok komik ve inandırıcı olmayan bir açıklama. Bu hadis bile tek başına o dönemde olup bitenlerin ne kadar sağlıksız bir şekilde zapturapt altına alındığına kanıt olarak yeterlidir. Ben bu hadisin ilk ravisi tarafından bu şekilde söylendiğine inanmıyorum. Daha sonra, hadisler yazılırken bilerek bu şekilde yazılmıştır, bazı yerleri silinmiştir; bu kesindir. Üstelik bu hadis en başta Buhari'de birkaç yerde ve Müslim'de geçmektedir.
(136) b) Halife Ebubekir'le Ömer Hz. Fatma'nın Malına El Koyuyor Bu başlık altında gözden hep uzak tutulmak istenen konulardan birini daha sunmak istiyorum. Buna ilişkin malzeme İslam'ı kaynaklarda çok fazla. Bir şeyler anlaşılsın diye elimden geldiğince toparlayıcı bilgiler vermeye gayret edeceğim. Müslüman kamuoyu en çok Hz. Ali ve Ömer üzerinde durmuştur, Ebubekir ise çok mütevazı biri olarak lanse edilmiştir; aslında durum hiç de böyle değildir. Bu başlıkta çok farklı bazı konularla karşılaşılacağınızı şimdiden söyleyebilirim. Tarihin egemenler tarafından yazıldığı bir realitedir; hele İslam tarihi için bu sav daha fazla geçerlidir. Buna rağmen yine de İslami kaynaklarda işleyeceğim konular hakkında sağlam kanıtlar vardır. Şunu da hatırlatmakta yarar var ki, bugün kitaplarda tasvir edilen, anlatılan Hz. Muhammed kendi zamanında bu kadar popüler, tabu haline gelmiş biri değildi, o günkü insanlar şimdiki Müslümanlar kadar ona tapmıyorlardı; ancak daha sonra büyütülerek farklı ve hayali bir Hz. Muhammed yaratıldı ve bu şekilde dinin hakikatini bilmeyenlere takdim edildi. Bu, Ebubekir, Ömer, Osman ve diğer meşhur sahabeler için de geçerlidir. Birazdan, Hz. Muhammed'in ölümünden sonra Ebubekir'in, Kur'an'a rağmen Hz. Fatma'ya yaptığı bir zulümden söz edeceğim. Bunu anlatırken de, başta Buhari ve Müslim'den bilgi sunacağım. Kaldı ki, anlatacağım konu hakkında İslam otoriterleri nezdinde zaten tartışma da söz konusu olmamıştır/Ebubekir'in yaptıkları iyi karşılanmıştır. Şuna da vurgu yapmak isterim ki, 14 asır önce bir kadına yapılan zulüm ve haksızlığı gündeme getirmekteki amacım, İslam’ın lider kadrosunun halk nezdinde bilinen kimlikleriyle asıl kimliklerinin aynı olmadığını, bunların gerçekte çok farklı olduklarını ortaya koymak, bu konuda insanları bilgilendirmek ve bu tabulardan kurtulmalarına katkı sunmak; yoksa normalde 1400 yıl önce 20 yaşlarındaki bir kadının başına gelenlerden söz etmek, ancak abesle iştigal olur. Çünkü hem dünya genelinde, hem de ülkemizde her gün insanlar katlediliyor. O bakımdan amacım burada asırlar önce bir bireye yapılan uygulamadan bir ders çıkarıp İslam hakkında gerçeklerle hayaller arasındaki farkı okurlarla paylaşmaktır. Başka bir tabirle, bir kadına yapılan haksızlıktan yola çıkarak, bir inancın liderlerinin gerçek kimliklerini ortaya koymak ve dolayısıyla İslam hakkında doğru olan bilgileri takdim etmektir. Bilindiği gibi Hz. Muhammed'in vefatından sonra Ebubekir halife oldu. Bu arada Hz. Fatma kendisine gidip babasından kalan malı, bir varis olarak talep etti. Fakat Ebubekir bunu kabul etmedi/ben veremem dedi. Tabii ki bunu tek başına yapmadı; onu yönlendiren Ömer onun hep yanındaydı. Gerekçesi de şuydu: Ben Hz. Muhammed'in bir açıklamasını biliyorum, şunu diyordu: "Biz Peygamberler ölürken varislerimize/arkamızda bıraktığımız yakınlarımıza mal bırakmayız; eğer bizden herhangi bir mal mülk kalırsa, o hazineye devredilir." anlamında bir hadis bahane etti ve Hz. Muhammed'in malından Fatma'nın payına düşeni vermedi. Bunun üzerine Hz. Fatma darıldı, kızdı ve evine döndü. Ölene kadar da halife Ebubekir ve Ömer'le konuşmama kararı aldı, konuşmadı da. Kimi rivayetlere göre Hz. Fatma babasının ölümünden sonra 75 gün, kimisine göre 3 ay, kimisine göre de en çok altı ay yaşadıktan sonra -20 küsur yaşlarında iken- vefat etti. Bu arada Hz. Fatma'm eşi Hz. Ali de onunla birlikte evine kapandı ve ne Ebubekir'le konuştu, ne de onun halifeliğini kabul etti, belli bir süre. Bu konudaki olup bitenleri, Hz. Ali'nin başına gelenleri kısmen daha önce anlattım, kalanını da onun bölümünde anlatacağım. Söz Ebubekir ve Ömer'in bu vasiyet olayından açılmışken, burada farklı bir olay hatırıma geldi; sanırım buraya uygundur. Hani daha önce belirttim, ben bu çalışmamda başta Kur'an olmak üzere Sünni kaynakları temel alacağım; şimdi sözünü edeceğim kişi İslam'da en eski tarihçidir. Hz. Muhammed zamanında yaşamış; ancak onunla görüşme fırsatı bulmamış. Hz. Muhammed vefat ettiğinde, bu tarihçi 15 yaşlarında bir delikanlıydı. Adı Selim bin Kays Hilali (h.80.ö). Kitabında konuya ilişkin şunu anlatıyor: Hz. Ali, Muhammed'in cenaze işlerini bitirince bakıyor ki Ebubekir ve Ömer halifelik işini çoktan halletmişler bile. Onlara, "Peki siz daha dün Muhammed huzurunda beni halife olarak kabul etmediniz mi, ne çabuk Muhammed'den uzaklaştınız?" deyince; Ebubekir şunu diyor: Haklısın, doğru; ancak Muhammed bana, "Peygamberlikle halifelik bizde olmaz: Ben peygamber oldum; halifelik artık başka bir aileye geçsin." dedi. Hz. Ali soruyor, senden başka bu hadisi duyan var mı diye? Ömer hemen ortaya çıkıyor, ben şahidim ve bir kişi de yine onların ekibinden biz de varız diyorlar, tabii ki olay çok uzun; burada maksadım Ebubekir'in bu gizli vasiyetlerine yeni bir örnek daha katmak. Adı geçen kaynakta çok ilginç bilgiler var!
(137) Peki, Kur'an Ebubekir'in bu yaptığına ne diyor; şimdi de buna bakalım. Aslında Kur'an'a göre kesinlikle Hz. Fatma haklı. Nisa suresinde (7. ayet) "Ölen anne-babanın bıraktıklarından (veraseti kastediyor) kızlarına da, erkek çocuklarına da pay vardır." deniliyor ve daha sonra yine aynı surenin 11. ayetinde, "Eğer ölen bir anne veya babadan tek bir kız kalırsa, o zaman tüm malın 1/2 sini alır." deniyor. Bu durumda Halife Ebubekir, Hz. Muhammed'e ait olan tüm malın yarısını gasp etmiş olmaktadır ve verdiği karar da Kur'an'a terstir. Hatta bazı durumlarda eğer ölenden yalnız kızı kalırsa, o zaman malın tümünü de alabilir. Ancak burada Hz. Muhammed'in hanımları da var. Bunların payı zaten belli: Malın 1/8'i. Hanımlar bu payı kendi aralarında bölüşüp paylaşırlar. İster bir hanım olsun, ister birden fazla olsun fark etmez: Burada ölenin çocuğu olduğu için onlar ancak 1/8'ini alıp paylaşırlar. Kur'an'a göre bu davada Hz. Fatma, babasından kalan malın yarısına sahip olmalıydı. Hz. Fatma'nın babasının malını Ebubekir'den istemesi ve Ebubekir'in az önce belirtilen gerekçeyle ona vermemesi olayını içeren açıklama, hem Buhari'de birkaç yerde, hem de Müslim'de anlatılmaktadır.
(138) Ne ilginçtir ki, başta dört mezhep lideri olmak üzere bir kere İslam âleminde Ebubekir'in bu icraatına karşı herhangi bir itiraz da söz konusu olmamıştır. Hz. Muhammed'den kalan mal da çok fazlaydı. Fedek sayfiye/yazlık köyünü bir baskında Yahudilerden ele geçirip kendine tahsis etmişti. Yani bu, hazine malı değildi.
(139) Hz. Muhammed, ele geçirdiği bu Hayber gelirinden her yıl her hanımına (10'dan fazla hanımı vardı o zaman) 100'er vasak/yani yaklaşık 11-12 ton ayırırdı. Bunun %20'sini arpa, kalan % 80'ini de hurma olarak onlara verirdi. Bu zaten en başta Buhari'de anlatılmaktadır.
(140) Bir de Medine'de ona ait ganimet malı vardı. Bunu da yine Beni Nadir Yahudilerini Medine'den/asıl yurtlarından sürerek onlardan ele geçirmişti. Dikkat edilirse, Hz. Muhammed'den kalan her üç yerdeki malı/serveti Yahudilerden kalma talan malıdır. Ömer Halife olunca Hz. Muhammed'in eşlerinden ve aynı zamanda Ömer'in kızı olan Hafsa ve yine Hz. Muhammed'in eşlerinden Ebubekir'in kızı Ayşe, Hayber gelirinden artık mahsûl değil de arazi kabul ettiler, araziye ortak oldular; ama Hz. Muhammed'in diğer eşleri yıllık mahsûl almaya devam ettiler.
(141) Toprak altındır derler ya. Halife Ömer de kızına düşen payı toprak olarak ayırdı. Çünkü nasıl olsa kızı artık yasak ayetler nedeniyle evlenemezdi ve o mal onlarda kalırdı, halife olduğu için hamalları da çoktu, onu bedava işletirdi. İlginçtir ki Ebubekir'in el koyduğu bu Fedek Sayfiye köyü, Muaviye b. Ebu Süfyan iş başı yapınca üçe bölünüp bedava olarak şu kişilere dağıtıldı: Mervan b. Hakem, halife Osman'ın oğlu Amr ve kendi oğlu Yezit. Daha sonra mülkün hepsi Ömer b. Abdülaziz'in eline geçti. O da bu konuda halka bir konuşma yapıp asıl sahiplerine vereceğini söyledi ve Hz. Fatma'nın torunlarına (artık kim kalmışsa) iade etti. Zaman içinde Yezit, Hz. Fatma'nın torunlarından tekrar alıp Mervan oğullarına verdi ve böylece mülk sürekli elden ele yer değiştirdi. İşte Ebubekir'in vermediği, halkın malıdır dediği Fedek'in kaderi budur. Daha önemlisi, Ebubekir zamanla Hz. Fatma'ya çok yalvardı, bağışla beni diye; ama Fatma kabul etmediği gibi, Ebubekir'e çok ağır sözler söyledi: "Ben hayatta olduğum sürece hep namazdan sonra seni Allah'a şikâyet edeceğim, hakkında beddua edeceğim..." Bazı Sünni kaynaklarda, Fatma'nın bu sert konuşması karşısında güya Ebubekir etkilenmiş, Fedek hakkında bir kâğıt yazıp Fatma'ya vermiş (senin olsun diye). Ömer bunu Fatma'nın elinde görünce almak istemiş, ancak Fatma vermemiş. Ömer kâğıdı zorla Fatma'nın elinden almak isteyince de Fatma, kâğıdı göğüslerinin arasına koymuş. Buna rağmen Ömer zorla kâğıdı oradan almış ve yırtmış. Fatma ona da şunları söylemiş: Sen nasıl kâğıdımı yırttın Allah da senin karnını yırtsın/belanı versin demek istiyor. İşte Sünni kaynaklarda bunlar da anlatılıyor.
(142) Zaten daha sonra Halife Ömer'in karnı yırtılıyor, bir adam onu katlediyor. Buna da yeri gelince açıklık getireceğim. Bu da gösteriyor ki, Ebubekir, Ömer'in karşısında hiç değerinde bir insanmış ve hep kullanılmış. Şu olayı, Hz. Muhammed'in eşlerinden Ebubekir'in kızı meşhur Ayşe anlatıyor ve en başta da Buhari (altı yerde), Müslim, Tirmizi (üç yerde), Nesai, Ebu Davud (üç yerde) İmam Ahmet b. Hanbel (birkaç yerde) yazmışlardır: “Hz. Fatma, babam Ebubekir'den Hz. Muhammed'in malını isteyip de babam vermeyince, darıldı evine gitti. Bu olaydan 6 ay sonra da öldü ve bu süre zarfında da babama küskündü, konuşmadı. Hz. Ali onun cenaze namazını kıldı ve geceleyin gömdü. Niye gece? Çünkü babamla halife Ömer duyup da cenaze namazına, kabri başına gitmesinler diye. Hz. Ali de Fatma hayatta olduğu sürece babamın halifeliğini kabul etmedi; ancak Fatma ölünce babama haber yolladı: Evime gel seni halife olarak kabul edeyim dedi. Bunu duyan halife Ömer hemen müdahale etti ve babama, 'Sen nereye gidiyorsun? Ya eğer senin başına bir şey getirse?' gibi sözler söyledi, engel olmak istedi. Babam, 'Ben Ali'den olumsuz bir şey beklemiyorum, niye bana karşı bir kötülük düşünsün ki. Ben giderim.' dedi ve gitti. Bu kabul esnasında Hz. Ali halka karşı bir de konuşma yaptı, Ebubekir'i ilk etapta halife kabul etmeyişinin nedenini, bunun kendi hakkı olduğuna inandığı için direndiğini; ancak olan olmuş ve ben de artık Ebubekir'i halife olarak kabul ediyorum.” diye Hz. Ali'nin uzun uzadıya yaptığı bu açıklamasını aktarır Ayşe.
(143) Olayın, Ayşe'nin anlattığı şekilde olmadığını daha önce aktardım: Hz. Ali'nin evine yapılan baskınlar, boğazına geçirilen ip ve o şekilde disiplin altında Ebubekir'in yanına götürülmesi gibi olaylar yaşanmıştır, Tabii ki Ayşe'nin bu açıklamaları gerçeği yansıtmıyor; bunlar artık davanın bir tarafı. Buna rağmen onun bu sözlerinden yine hoş olmayan bir şeylerin o dönemde yaşandığı kesin. Bir bakıma bu da önemli bir açıklama; ama tam değil. İşin daha önemli yanı, Fatma'nın istediği verasetten Fedek sayfiye köyü, zaten daha önce babası tarafından kendisine hibe edilmişti; babası hayatta iken zaten onu Fatma'ya devretmişti. İsra suresi 26. ayeti inince (Muhammed oluşturunca), bu köyü o sırada kızı Fatma'ya hibe etmişti. Ayetin anlamı şu: "Akrabaya, yoksula, yolcuya haklarını ver." Ebubekir, babası henüz hayatta iken kendisine bağışladığı bu Fedek'i de Fatma'ya vermedi. Bu köyün, Hz. Muhammed'in henüz hayatta iken kızı Fatma'ya hibe ettiğine ilişkin açıklamalar, İslami kesimce güvenilir sayılan kaynaklarda anlatılmaktadır.
(144) Yani bu köy artık veraset de sayılmazdı; Fatma'nın kazanılmış bir hakkıydı, öz malıydı. Konuya ilişkin şu sorular yanıt istemektedir: Bilindiği gibi Hz. Muhammed başta Ebubekir, Ömer ve Ali olmak üzere kendi çevresinden seçtiği 10 kişiye cennet müjdesini vermişti. Bir de kendi kızı Hz. Fatma hakkında, "Fatma benden bir parçadır; kim ona kızar, haksızlık yaparsa, o bana kızmış-haksızlık yapmış olur." anlamında birçok söz söylemiştir ve bunlar hadis külliyatında ve Müsnedlerde değişik versiyonlarla geçmekte ve en başta da Buhari ile Müslim'de ortak olarak işlenmektedir.
(145) Peki, bu durumda denklem nasıl çözülecek? Ya Ebubekir haklıdır cennete girecek (din mantığına göre!) ve Hz. Ali ile Fatma haksızdır. Ya da Ebubekir suçludur, onlar haklıdır. Bu durumda da Hz. Muhammed, Ebubekir'e hak etmediği halde cennet müjdesini vermiş olmuyor mu? En önemli soru da şu: Neden bu kadar önemli olan bir hukuki konuda (peygamberden kalan mal yakınlarına verilmez diye) Kur'an'ın Allah'ı bir ayet göndermemiş de, bunu Muhammed'in hadislerine bırakmış; o da ancak gizliden Ebubekir'e söylemiş olsun! Kur'an'a bakıyoruz onun Allah'ı salatalık işlemiş, sarımsak, mercimek, soğan işlemiş.
(146) Yine bakıyoruz dört yerde merkep/eşek işlemiş
(147), beş yerde köpek işlemiş
(148), katır, at, deve
(149) işlemiş. Ama insan hukukuyla ilgili bu kadar önemli olan bir konuda işi Hz. Muhammed'in sözüne bırakmış, o da (tabii ki bu, Ebubekir'le Ömer'in şahsi planlarıdır) başka kimsenin bilmediği bir gizlilikle ancak Ebubekir'e aktarmış olsun. Gizlilik diyorum. Çünkü böyle bir açıklaması olsaydı, bir kere Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali, Ebubekir'den mal istemezlerdi. Söz verasetten açılmışken, burada farklı bir noktayı da hatırlatmak uygun olur. Hani hep diyorum, neden Ebubekir bu malı Fatma'ya vermedi? Peki, Fatma'nın annesi Hatice'nin malı ne oldu? Kadın o kadar zengin, işçileri vardı, bir ara Muhammed de onun işçisiydi ve daha sonra evlendiler. Hatice ölünce acaba Muhammed ondan kalan maldan Fatma'ya düşen payını verdi mi? Fatma evlenmemiş de olsa annesinden kalan verasetten pay almalıydı. Hatice'nin malından Muhammed'in payı 1/4'tür Çünkü Hatice'nin çocukları vardı. Kalan ise Fatma ve diğer kızlarına ait olmalıydı. Peki, Muhammed bunu yaptı mı? Hayır. Kendi kurduğu sisteme, oluşturduğu Kur'an'a kendisi de duruma göre uyuyordu, duruma göre de uymuyordu. Bunun üzerinde fazla durmuyorum. Ancak onun da Hatice'nin malını Fatma'ya vermediği kesindir. Nisa suresi 11. ayetine göre Hz. Muhammed'den kalan malın yarısı Fatma'nın hakkı iken, Ebubekir'le Ömer'in kendi keyfi kararlarıyla Fatma'ya vermedikleri gibi, Kur'an'a da inanmadıkları bir gerçektir. Zaten onlar Kur'an'ı ancak kendi çıkarları için bir araç olarak kullanmışlardır; olaylara bir bütün olarak bakıldığında, başta Ebubekir-Ömer olmak üzere, o günkü inananların bugünkü Müslümanlar kadar Muhammed'i tabulaştırdıkları, ona aşırı derecede inandıkları diye bir şey yoktur; sadece rant ve siyasi iktidar peşindeydiler. Daha önce de belirttim; Hz. Muhammed'in cenazesi 3 gün yerde kalırken (hele o sıcak mevsimde), Hz. Ali ve diğer yakınları cenazeyle meşgul iken, Ebubekir'le Ömer halifelik işi bitinceye kadar cenazeyle ilgilenmediler ve gömüldüğü zaman da iktidar kulisleri yüzünden bu ikisi kabri başında yoktular. Demek istediğim, bugünkü inananların Muhammed'e bakış açılarıyla o günküler arasında dağlar kadar fark vardı. O günkü inananlar çıkar için inanıyorlardı: Cariye, talan, ganimet gibi avantajlardan ötürü inanıyorlardı.
(150) Ebubekir'in bu pratiğini anlatırken Ebu Hanife'nin onun hakkında kullandığı ilginç bir ifade var, onu da buraya almak istiyorum. İmam Ebu Hanife şunu diyor: Benim yanımda Ebubekir'le İblis'in/şeytanın imanı birdir. Ebu Hanife'nin bu açıklamasını böyle önemsiz tarihçiler değil; çok meşhur İslam tarihçileri aktarıyor. Mesela; Hatib-i Bağdadi (392-463) ve İbnü-l Cevzi (ö.597.h) gibi İslam düşünürleri. Ama neden Ebu Hanife, Ebubekir'i seçip onun hakkında bu ağır ifadeyi kullanmış, bu ayrı bir konu. Belki de Ebubekir'in icraatını beğenmediği için bu benzetmeyi yapmıştır. Sonuçta ağır bir benzetme.
(151) Ebubekir zehirlenerek ölüm döşeğine yattığında güya pişman olmuş. Abdurrahman b. Avf onu ziyarete geldiğinde Ebubekir'in iyiliklerinden söz ederken Ebubekir şunları söylemiş: “Hayatımda yaptığım üç şey için keşke yapmasaydım diyorum. Yine hayatımda yapmadığım üç şeyi de keşke yapsaydım diyorum. Yapmasına pişman olduğum şeylerden biri, keşke Fatma'ya yaptıklarımı yapmasaydım. Bir de, ateşte yakmak suretiyle işkenceyle öldürdüğüm Fücae Sülemi'yi keşke ya serbest bıraksaydım, ya da normal bir şekilde öldürseydim.” demiş. Yapmadığına pişman olduğu üç şeyden ikisi ilginç: Keşke Hz. Muhammed hayatta iken bu halifelik işini ondan sormuş olsaydım, senden sonra kim halife olsun diye. Dolayısıyla bu kadar sıkıntı çekilmezdi. Bir de bana Eş'as b. Kays'ı getirdiklerinde keşke onu öldürseydim diyor. Tüyler ürpertici açıklamalar: Pişman olduğu olaylar hep cinayet. Ebubekir'in yukarıdaki açıklaması, nerdeyse ilgili tüm İslami kaynaklarda vardır; yani kenardan, kıyıdan aldığım bir açıklama değil. Hep vurguluyorum: Bilinmeyenlere dokunduğum zaman kimilerine zor gelebilir; bunu biliyorum. Onun için şüphe kalmasın diye dokümana önem veriyorum.
(152) Kimi İslam düşünürleri, efendim Hz. Muhammed kendinden sonra halife olacak kişiyi belirlemiş. Bunun işareti de, kendisi hasta iken Ebubekir'i göstermiş, "Sen camiye git, cemaate namaz kıldır." gibi sözleri gerekçe kabul edip, bununla halifeliğin Hz. Muhammed'in işaretleriyle belirlendiğini öne sürerler. Hatta bu konuda şu gibi aktarmalar da var: Hz. Ali ve amcası Abbas Muhammed'in cenazesiyle meşgul iken, kalabalıktan Ali bir şeyler anlıyor, hemen dışarı çıkıp Ebubekir'e, "Bize hak tanımadınız mı bu halifelik işinde, bu da ne?" diye sorunca Ebubekir, "Evet haklısın; ancak işin içinde fitne var, bunun için artık ben görevi üstlendim." diyor. Bu arada Ali, "Biliyorum; Muhammed hastayken sen imam oldun, onunla beraber hicret ettin, ancak hakkımızdı. Ama bizimle istişare etmediniz. Neyse, Allah günahlarını affeylesin." diyor ve o da onu kabul ediyor gibi söylentiler de var.
(153) Ben bu aşamada bu konuya girmiyorum ama şunu ekleyeyim: Eğer bir namaz kıldırmakla halife olunuyorsa, iki gözünden de kör olan İbni Ümmi Mektum halife olurdu. Çünkü Hz. Muhammed Medine'yi bırakıp bir yere gittiğinde bu kör adamı yerine tayin ediyordu, sen cemaate imam ol diyordu ve bu, on üç kez gerçekleşen bir olaydır.
(154) Bir de gerçekten eğer Hz. Muhammed, Ebubekir'i halife olarak belirlemiş olsaydı, başta Hz. Fatma ve eşi Hz. Ali, Ebubekir'i kabul eder, ona saygı gösterirlerdi. Kaldı ki, Ebubekir'in az önceki itirafı var: Pişman olduğu şeylerden birinin Hz. Muhammed'den halifeliğin kime geçeceği, “Bunu niye sormadım?” diyor. Dediğim gibi konu çok karışık. Ebubekir'in az önceki açıklamasında, sanki hayatında bir şey yapmamış da sadece anılan o birkaç olaya karışmış gibi bir masumane durum söz konusu. Aslında Ebubekir'in iki küsur yıllık iktidarı çok vahim olaylarla geçmiştir. Burada konuya şu soruyla giriş yapmak isterim. Kur'an'da 110'uncu sure olan Nasr suresinde, "insanların bölük bölük İslamiyet’i kabul etmesine karşı, Hz. Muhammed'in Allah'a teşekkür etmesinden" söz edilir. Peki, madem öyle, neden Hz. Muhammed'in ölümünden sonra Müslümanlar kitlesel bir şekilde İslam'dan çıktılar ve bunun sonucu olarak da Ebubekir onları tekrardan ya kılıç zoruyla İslam'a döndürdü veya katletti? Ortada çelişkili bir durum söz konusudur. Peki, niye böyle? Kur'an'da Müslümanlara ganimet, talan, fidye, cizye, cariye gibi avantajlar tanınmış iken, bir de eğer savaşlarda Müslümanlar öldürülürse cennete girecek, orada çok güzel, iki gözün görmediği, aklın hayal etmediği kızlar (huriler) var diye buna inanılır iken ve yine şayet karşı taraftan öldürülen olursa cehennemliktir diye buna inanılıyorsa, tabii ki böyle bir zihniyetten oluşan orduyu yenmek imkânsızdır. O zaman teknoloji de yok, kılıçla savaşılmaktadır ve böyle bir inanca sahip tarafın kazanma şansı yüksektir. Ortada hem maddi, hem de manevi olarak çıkar var. Zaten bu çıkarlar Kur'an'la da meşrulaştırılmaktadır. Bu zihniyet her zaman savaş ister. Çünkü savaşta çıkar var. Somut bir örnek vereyim. Müslümanlardan bir grup talan avında, ganimet elde etme seferindeyken, bir ara hayvanlarını güden bir insanın yanından geçip selam verirler ve adam onların selamını da alır. Buna rağmen ganimet avına çıkan o grup çobanı katleder ve hayvanlarını alıp götürür. Daha sonra Muhammed bunu öğrenince, şöyle bir ayet gelir (oluşturur). Diyanet'in Kur'an tercemesinden vereyim: "Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, 'Sen mü'min değilsin.' demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır."
(155) Hemen hemen tüm önemli tefsirlerde, Kur'an'ı yorumlayanlar bu ayetin az önceki insanın cinayeti üzerine indiğini belirtiyorlar. Şu cümlecik dikkat çekici: "Allah katında pek çok ganimetler vardır" diye geçiyor. Bunun anlamı çok açık: Yani böyle göze çarpan, halk nezdinde makul görülmeyen bireylerden uzak durun, şimşekleri üzerimize çekmeyin, ganimetlerin başka yolları-yöntemleri vardır, başka gün, başka seferler yapar yine ganimet elde edebiliriz demektir.
(156) Burada kısa bir ara verip kutsal dinlerin talan’a dayalı olduğuna ilişkin bir örnek de Tevrat'tan vereyim. Süleyman peygamberin haraç-vergilerden topladığı yıllık altın miktarı yaklaşık 35 tondu. Ordusundaki kalkanların büyük çoğunluğu altındandı. Fildişinden saray yaptırmıştı ve hep altın kaplamalıydı. Kullandığı kap-kaşık hep altındandı. Gümüş hiç kullanmıyordu. İşte talancı zihniyet böyledir: Biri kazanır, diğeri din adına onu alıp sefasında kullanır.
(157) Tekrar soruya döneyim: Neden bu insanlar kitlesel bir şekilde İslam'a girdiler ve neden Muhammed vefat edince yine kitlesel bir şekilde dinden çıktılar? Çoluk çocuğum öldürülmesin, malım talan edilmesin, ben öldürülmeyeyim, eşim cariye olarak düşmanın eline geçmesin gibi hesaplardan dolayı insanlar İslamiyet'i kabul etmek zorunda kalıyordu (korkudan). Meşhur İslam tarihçisi İmam Zehebi'den çok küçük bir örnek vereyim. "Müslümanlar Afrika'yı ele geçirince, savaşa katılan her şahsa bin dinar (altın para) düşüyor. Yani bunlar Afrika'nın işlenmiş kıymetli mücevheratını talan ediyorlar."
(158) Her cepheden yapılan baskınlarda ganimet adı altında karşı tarafın her şeyi alınıyordu. Ama Hz. Muhammed öldürülünce, onlar tekrardan İslamiyet'i bıraktılar. Çünkü İslam ordusunun Muhammed'den sonra eski gücünde kalabileceğine inanmıyorlardı. Sonuçta Ebubekir çok sert tedbirlerle İslamiyet'i terk edenlerin üzerine gitti ve büyük katliamlar gerçekleştirdi. Bunu yaparken de ordusuna şunu söyledi: "Bakın Kur'an'a göre siz öldürülürseniz şehit ve dolayısıyla cennetliksiniz, onlar ise cehennemliktir. Sizin için onların hanımları ve kızları cariye olarak helaldir; ama bu avantaj onlar için yoktur." Bir diğer söylediği şey şu: "Bize zararlı olanlardan
bir kısmını da yabancı memleketlere, sürgüne göndereceğiz..." Abdullah bin Mesut, "Ebubekir döneminde biz bu proje ile kazandık, yoksa işimiz zordu." diyor.
(159) Bu konuda birçok İslami kaynakta bilgi var; ancak Vakıdi, 'Kitab'ül Ridde' adlı eserinde bu dinden çıkmalar ve Ebubekir'in onlara ne yaptığı konusunda detaylıca bilgi verir. Vakıdi, Hz. Muhammed'e zaman olarak da en yakın olan İslam tarihçisidir.
(160) Burada İslam âleminde saygınlığı olan meşhur Halit bin Velit'ten kısa bir-iki örnek vermekle Ebubekir'in nasıl bir Ebubekir olduğu konusunda somut bir bilgi vermek istiyorum. Bir taşla iki kuş misali; hem Ebubekir'in nasıl bir kişi olduğuna örnek olsun, hem de Halit b. Velit'e ve özellikle de Hz. Muhammed'in nasıl biri olduğuna örnek olsun istiyorum. Hz. Muhammed henüz hayatta iken, Beni Temim kabilesinden Malik b. Nüveyr de Müslüman olur (diğer kabileler gibi korkudan veya gerçek, her ne ise) ve Muhammed onu o bölgenin zekâtını, vergilerini toplamakla görevlendirir. Muhammed'in ölümü üzerine Müslümanlar kitlesel bir şekilde İslamiyet’i terk edince, Ebubekir değişik bölgelere baskınlar yaptırır, tabii ki asayişi sağlamakla meşhur olan Halit b. Velit de bu baskınlarda aktif bir şekilde yetkili bir komutandır. Bu arada Halit b. Velit bir gün Malik b. Nüveyr'in bölgesine gider. Malik'in, Leyla binti Sinan adında çok da güzel bir hanımı varmış. Halit onu görünce dayanamaz ve kocasını bir hiç uğruna öldürüp o kadına cariye olarak el koyar ve hemen orada, memleketine dönmeden o kadınla cinsel ilişkide bulunur. Hâlbuki Kur'an'a göre, bir kadının eşi ölür veya öldürülürse, ikinci bir erkekle evlenebilmesi/cinsel ilişki yaşayabilmesi için en az dört ay on gün beklemesi lazım.
(161) Bundan amaç, belki eski eşinden hamile ise doğacak çocuğun kimden olduğu belli olsun diyedir. Ama bu süre, savaşta ele geçirilen karşı tarafın kadınları için geçerli değildir. Müslümanlar en kısa zamanda onlarla cinsel ilişkide bulunsunlar diye, Müslüman savaşçılara bir indirim yapılmıştır. Esir alınan kadın tek bir sefer adet görse yeterlidir denilmiştir.
(162) Ama bu olayda Halit b. Velit bu tek bir seferlik adet görme şartını da beklemez, hemen orada kadınla sevişir. Hz. Muhammed de hep böyle yapardı. Hayber'de Safiye, Beni Mustalık'ta Cüveyriye ve yine başka bir baskında ele geçirdiği Reyhane örnek gösterilebilir. Yani o da hiç beklememiştir o belirlenen tek adet görme şartını. Neyse konumuz bu değil; bu işin teferruat kısmı. Halit b. Velit'in az önce sözü edilen cinayet olayı ve kadını cariye olarak ele geçirme durumu Ebubekir ve Ömer'e iletilince Ömer, Halit'i taşlayarak öldürelim. Çünkü Halit, bir kadını kendine almak için Müslüman bir kişiyi katletmiştir der. Burada kısa bir hatırlatmada bulunmak isterim: Aslında Ömer bu olayda kıskançlığından dolayı Halit'e sert tepki göstermiştir. Çünkü Ömer'in genel durumuna bakıldığında, o da bundan farklı bir şey yapmamıştır. Bir kere cariyelik kurumunu onaylayan bir sistem var ortada ve Ömer de bundan yararlanmıştır. Buradaki tepki, Halit'e karşı özel nedenlerden dolayıdır. Bu, hem siyasi olabilir, hem de aralarındaki ilişkiden de olabilir. Bir örnek vereyim. İslami kaynaklarda, Ömer'le Halit henüz Müslüman değilken, bir ara güreşiyorlar. Halit, Ömer'in bir bacağını kırıyor. Bu olay anlatılırken şu da söyleniyor: Zamanla Ömer'le Halit arasında meydana gelen hoşnutsuzluğun nedeni bu olaya dayanır. Yani Ömer bunu hazmetmez ve hep ona karşı tavır alır. Hatta Ömer'in, Suriye tarafında öldürülen Halit'in cinayetinde parmağı var diyen İslam tarihçileri bile var.
(163) Ancak Ebubekir, Ömer'in bu ceza teklifini kabul etmez, düşmana karşı kılıç kullanan bir insana ben ceza vermem der. Ömer, Halit b. Velit'e şunu söyler: "Nasıl olur da sen bir Müslüman'ı, eşini alabilesin diye katlettin?" gibi sert sözler. Buna rağmen Halit'e herhangi bir ceza uygulanmaz.
(164) Hani belki kamuoyu bilmiyordur; Muhammed döneminde birçok kişi de bölgelerinde kendilerini peygamber olarak ilan etmişlerdi.
Mesela; a) Müseyleme, yine aslen Hıristiyan olan, Arap yarımadasından
b) Şecah binti Haris adında bir kadın,
c) 'Yakıd' adında bir kadın, Suriye'nin Halep tarafında peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Buna ilk olarak babası inanır'
(165) d) Lakit bin Malik Ezdî (Umman'da peygamberliğini ilan eder ve zaten İslamiyet'ten önce de oranın emiriydi, asıl adı Cülendi idi)
e) Esved-i Ansî f) Tuleyha b. Huveylid Esedî Bu ve bunun gibi kişiler de kendi bölgelerinde peygamberliğini ilan etmişlerdi. Hepsi Ebubekir zamanında bastırılır ve böylece o coğrafyada İslam galip gelir, yayılır. İslamiyet'ten öyle kaçışlar olur ki, mesela Hz. Muhammed'in bir savaşta ele geçirdiği develerden kendisine 100 deve rüşvet olarak verdiği Uyeyne b. Hısn/veya Husayn bile (Kur'an'ın Kökeni adlı yapıtımda bu konuda geniş bilgi var ve en başta Buhari'den alıntı var; s. 248) İslamiyet'i bırakıp yedi yüz savaşçısıyla birlikte Tuleyha'ya katılır. Daha sonra yakalanıp Medine'ye götürülünce Müslümanlar ona, utanmadın mı ki dinden çıktın, deyince o, "Zaten hiçbir zaman İslamiyet'e inanmadım ki." karşılığını verir. Yani hep çıkar, hep çıkar. Burada şunu eklemekte yarar var: O dönemlerde, eskiden beri süregelen mitolojilerin gitgide genişleyip büyüyerek bir kültür haline geldiği bir gerçeklik var. Nasıl şimdi demokrasi veya sosyalizm deniliyorsa ve bunlar popülist ise o dönemde de bu tür mitolojilerle insanlar kendilerini ortaya koyarlardı, bu yöntemle kendilerini topluma kabul ettirirlerdi. Kimin formülü tutarsa artık atı alan Üsküdar'ı geçer misali iktidarı elde tutması kolay olurdu. Ebubekir döneminde Yemame'de peygamberlik iddiasında bulunan Müseyleme güçleriyle çok şiddetli bir savaş yaşanmıştır. Burada Müslümanların verdiği ölü sayısı binlerle ifade edilecek kadar fazla ve bu ölenler arasında Uhud, Bedir gibi savaşlarda Muhammed'le birlikte olan seçkin sahabeler de vardır. İslami kaynaklarda var olan bilgilere göre Müseyleme'nin silahlı gücünün 40 bin olduğu söyleniyor. Yine İslam kaynaklardaki bilgilere göre, bu savaşta toplam yirmi bir bin insan katledilir. Zaten Kur'an'ı kitap haline getirelim fikri, bu savaştan sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü bu savaşta Kur'an'ı bilen birçok Müslüman katledilir. O yüzden henüz ortalıkta Kur'an izleri var iken bunu kitap haline getirelim, garantiye alalım fikri ortaya atılır. Bu konuda ihtilaf yoktur. Bu gerekçe, en başta Buhari ve Müslim'de anlatılmaktadır. Ayrıca Müseyleme'ye karşı yapılan savaşta öldürülen Müslümanların listesi birçok tabakat ve siyer kitaplarında yazılmıştır.
(166) Kısacası, Bahreyn, Umman, Yemen, Hadramut, Kinde, Nehre, Beni Amir, Havazın, Selim, Yemame, Gatafan, Beni Temim ve topyekûn bölge insanları İslamiyet’i çok kısa zamanda ve hızlı bir şekilde bıraktılar.
(167) Yalnız bu sonuç, insanların niçin Muhammed zamanında Müslüman oldukları noktasında iyi bir yanıttır aslında: Niye inandılar, neden kaçtılar? Kaldı ki bu peygamber adaylarından çoğunun projeleri aynı zamanda mantıklıydı. Gerçi İslam hâkim olunca onların öne sürdükleri prensipleri yok etmiş veya yerine kötü/alaylı prensipler koymuştu ki insanlar İslam'a daha da bağlansınlar; ama yine de bazı kalıntıları kalmıştır. Mesela onlardan Tulayha şunu diyordu: Cebrail vahiy getirdi, Allah'ın şunu dediğini aktardı: Siz insanlar çok şereflisiniz. Dolayısıyla sizin benim için namazda secde edip kafanızı/o en kıymetli organlarınızı yere koymanızı kabul etmiyorum. Kaldı ki, Allah olarak benim buna ne ihtiyacım var ki... gibi açıklamalar. Bir de şunu diyordu: Allah vahiy göndererek bizim günde üç sefer namaz kılmamızı istiyor. Yani sabah ve yatsı namazları yoktur diyordu. Ahirete iman onlarda da vardı: Zerre kadar bir şey hesapsız kalmaz diye. Onlara göre insanoğlu çok dikkatli olmalıydı; içki içmek, zina etmek de haramdı. Hele en ilginci, bir erkek evlendiği zaman, eğer erkek çocuğu dünyaya gelir ve yaşarsa, artık ikinci bir kadınla evlenmesi haramdır diye yasak vardı. Yani bunlara göre ancak istisnai durumda ikinci evlilik olabilirdi. Bu gibi vahiylerinden dolayı Tuleyha'nın peygamberliği hızla yayıldı, çok da taraftar topladı; ancak Müslümanlar ganimet ve cennetteki huri avantajlarıyla bunları etkisiz hale getirdiler.
(168) Müseyleme için de, efendim çok gezgin biriydi, mitolojileri çok iyi bilirdi ve halka anlatırken onları güzel etkileyebilen bir yapısı vardı; cin, sihir gibi konularda uzmandı gibi yakıştırmalar yapmışlardır İslam'ı yazarlar. Yani Muhammed’inki Tanrı'dan gelme; Müseyleme ise çok bilgili olduğu için kendi şahsi projeleri vardı ve o yalancı peygamberdir diyorlardı. Bir de Muhammed hayatta iken Müseyleme ona mektup göndererek, peygamberliği aramızda paylaşalım demiştir (Hani Musa ve ağabeyi Harun, yine Yakup ve oğlu Yusuf, İbrahim ve oğulları İsmail-İshak gibi biz de aramızda paylaşalım diyordu) ama Muhammed bunu kabul etmemiştir. Yine Muhammed'den sonra Emevi ve Abbasiler döneminde de peygamber adayları çıktı ortaya. Örneğin; Sakif te Muhtar b. Üseyid, Şam'da Haris b. Sait, Irak'ta Beyan b. Sem'an, Küfe'de Mugire b. Sait ve Ebu Mansur el-Aceli, Esed kabilesinden Ebu Hattap, Himyeri/San'a'da Ali B. FazI peygamberlik iddiasında bulunanlar arasındaydı.
(169) İşte böyle: Eski dönemlerde Orta Doğu'da kim peygamberim deyip de kendini kabul ettirirse o yaşardı. Bunun için Muhammed döneminde birkaç peygamber adayı ortaya çıktı; ancak onlar ganimet, talan, çapulculukta ordularını harekete geçiremedikleri için kaybettiler, Muhammed ise bunların arasından sıyrıldı. Aslında Ebubekir'in Halit bin Velit'e ceza vermemesi, Hz. Muhammed'in felsefesine uygun ve aynı zamanda ona saygıdır. Niye mi? Hemen somut bir-iki örnek vereyim. Hz. Muhammed Mekke'yi tekrardan geri alınca (yani Mekke'nin fethinde), o baskın sırasında insanları yere yığılmış bir cenazenin başında toplanmış olarak görüyor. Ölenin kim olduğunu ve neden öldürüldüğünü sorunca, cenazenin bir kadına ait olduğunu ve öldüren kişinin ise Halit b. Velit olduğunu söylüyorlar. Burada Muhammed'in gösterdiği tepki sadece şu: Baskınlarda kadınlara, çocuklara ve yaşlılara dokunmayın.
(170) Halit'e herhangi olumsuz bir şey söylediği kayıtlı değil. Yine Halit bin Velit'le ilgili en başta Buhari'de anlatılan şöyle bir katliam olayı var: Mekke'nin fethinden sonra, civarda bulunanlar da İslam’a girsinler diye, Hz. Muhammed, Halit b. Velit'i Beni Gezime kabilesine gönderiyor ve karşı koymazlarsa sakın onlara bir zarar vermeyin, diye talimat da veriyor. Halit, baskın ekibiyle birlikte onları İslam'a davet ediyor ve onlar da kabul ediyorlar; ancak İslam'ın formalitelerini henüz bilmedikleri için, halk nezdinde İslamiyet'i kabul ettim anlamına gelen eşanlamlı başka bir kelime kullanıyorlar. Sonuçta Halit onların bir kısmını katlediyor, kalanlarını da esir edip arkadaşlarına köle-cariye olarak dağıtıyor. Sabah olunca bu kez arkadaşlarına: "Herkes elindeki esirleri öldürsün." talimatını veriyor. Fakat bu esirler onlara karşı gelmedikleri ve üstelik de İslamiyet'i kabul ettikleri için, Halit tarafındaki bazı insanlar onun bu teklifine karşı çıkıyor ve asla biz öldürmeyiz diyorlar. Sonuçta durum Hz. Muhammed'e iletiliyor. O, "Allah'ım, ben Halit'in yaptığından uzağım." diyor ve bunu iki, bazı rivayetlere göre de üç kez tekrarlıyor. Yani Halit'in yaptığını yanlış buluyor. İbni Hacer Askalani, İbni Sad'dan alıntı yaparak bu hadisin şerhine şunu da eklemektedir: Halit'le birlikte o baskına gelen Selimoğulları, Halit'in talimatını dinleyerek ellerindeki tüm esirleri katlederler; ancak Muhacir ve Ansar grubu Halit'e karşı çıkar ve ellerindeki esirleri öldürmez. Şu da var ki onlar köle-cariye olarak kalsa hiç olmazsa onlardan yararlanırlardı; peki öldürülseydi bunları katleden Müslümanların bunda ne gibi çıkarları olurdu? Yani karşı çıkanlar bu kölelik avantajından dolayı böyle bir girişimde bulunmuş olabilirler veya belki de iyi niyetli insanlarmış; olabilir, tabii ki İbni Hacer bu hadisin açıklama kısmında tüyler ürperten bazı detaylar da aktarır; ben artık onlara girmiyorum. Şu da bilinmeli ki, Halit b. Velit çok sonraları İslamiyet'i kabul edenlerdendir, Muhammed'in ölümünden yaklaşık üç yıl önce. Peki, şu hiç sorgulanmaz mı: Acaba ne oldu da Halit ve diğer meşhur sahabeler İslam'ı seçti? Hep vurgu yapıyorum: Olay kimileri için iktidar kavgasıydı, kimileri için ganimet, cariyelerden yararlanma düşüncesiydi. Kimileri ise çoluk çocuğum cariye-köle adıyla anılmasın, malım talan olmasın endişesiyle korkudan Müslüman oluyordu. Halit b. Velit gibileri, nasıl olsa yeni bir sistem kuruluyor, biz de bir an önce yerimizi alalım, bu pastadan pay alalım hesapları yapıyorlardı. Hele bu fikir, en başta halife Ömer için geçerliydi, nitekim kendisi bunu çok iyi başarmıştır. O dönemin önemli siyasetçileri için tek neden iktidara ortak olmaktı; ama geniş halk kitleleri için dediğim gibi ya korku, ya da ganimet-talan ve cariye kazanmak gibi maddi çıkarlar ön plandaydı; yoksa Muhammed Tanrı görevlisiydi, mucize gösterdi de insanlar bundan dolayı ona inandılar gibi fikirler, o zaman için hiç de geçerli değildi. Geçerli olsaydı, onun ölümünden sonra insanlar kitlesel bir şekilde dinden çıkmazdı ve Ebubekir de bu irtidâd olaylarıyla uğraşmazdı.
(171) Ebubekir o zaman zekât vermeyen ve güya dinden çıkanlar hakkında, ordusuna şu talimatı veriyordu: “Ya onlar geri dönüp zekâtlarını verecekler veya hepsi kılıçtan geçirilecek.” Arap yarımadasında Hz. Muhammed'in vefatından sonra insanlar bazı yerlerde toplu halde, bazı yerlerde de kısmen İslamiyet'i bıraktılar. Bu arada kitlesel bir şekilde gerçekleşen bu İslam'dan çıkma olayları karşısında Ebubekir, "Yahudiler bununla çok sevinirler. Dolayısıyla tek bir muhalif kalmayana kadar savaşa devam." diyordu. Sonuçta binlerce insan kılıçtan geçirildi. Öyle ki Hz. Muhammed'den sonra Arap yarımadasında üç adet cami kaldı. Bunlar, Mekke, Medine ve Bahreyn'e bağlı 'Cüvasa' köyündeki Abdülkays camisidir. Bunlar dışında hiçbir cami kalmadı, herkes İslamiyet'i terk etti.
(172) Yani Ebubekir'in haksızlıkları böyle Hz. Fatma'ya yaptığı gibi ferdi düzeyde değildi; kendisi kitlesel bir şekilde katliamlar gerçekleştirmiştir... Bunda zaten İslam düşünürleri arasında ihtilaf yok; onlara göre Ebubekir din için cihat etmiştir, bu kadar basit. Kendisine ‘Sıddık’ yani çok doğru denilen Ebubekir'in hayatından kısa bir numune sundum. İşte, Ebubekir'in kendi icraatından örnekler göstererek pişmanlık duyduğu olaylar keşke yalnız onlardan ibaret olsaydı: İki buçuk yıllık halifelik dönemi hep katliamlarla geçmiştir. O yüzden kimi İslam tarihçileri Ebubekir'in durumunu, Kur'an'da mitolojisi anlatılan Firavun'un denizde boğulmasına benzetmişlerdir: Güya Firavun suda boğulmaya başladığı an pişman olup "Musa'nın Rabbine inanırım." demiş de, o sırada Azrail inip ona, "Şimdi mi inanırsın, sen suçlusun." deyip ağzına çamur doldurup onu boğmak suretiyle ruhunu almış misali.
(173) İşte Ebubekir'in durumu da buna benziyor demişler... Hatta Zehebi, Mizan'ül İtidal adlı yapıtında Muhammed b. Ahmet b. Hammad'el Kufi'den şu farklı rivayeti de ekliyor: Kimileri, Ebubekir ve Ömer'in yaptığı zulme karşı onları Firavun'a benzetmiş, kızları ve aynı zamanda Muhammed'in de eşleri olan Ayşe ile Hafsa'yı da fitne unsuru olarak nitelemişlerdir. Ebubekir ve Ömer için de kimileri, "Ey zalimler, sizin ölüm anındaki korkunuz ve pişmanlığınız tıpkı Firavun'ununki gibi artık size fayda vermeyecektir." demişlerdir.
(174) c) Halife Ebubekir'in Öldürülmesi (Siyasi Cinayet) Halk arasında Hz. Ali, Ömer ve Osman'ın öldürüldükleri biliniyor; ancak Hz. Muhammed'in katledildiği bilinmediği gibi; insanlar Ebubekir'in de en yakın arkadaşları tarafından bir siyasi cinayete kurban gittiğini bilmiyor. Ebubekir'in zehirlenerek katledildiğine ilişkin açıklamalar İslami kaynaklarda çok fazladır; ancak kendi arkadaşları tarafından bir komploya kurban gittiğini net olarak belirten bir İslam düşünürü hemen hemen yoktur. Necah Taî
(175) ile itikadı mezheplerden Mutezile ekolüne yakınlığıyla bilinen İbni Ebi'l Hadid, bu konuda çok çarpıcı ve net bazı bilgiler vermişlerdir. Necah Taî'den kısa bazı bilgiler vereyim. Necah'ın kaynağındaki bilgiler gerçekten ilginç. Kaldı ki, alıntı yaptığı kaynaklar hepsi ünlü İslam düşünürlerin kaleminden. İlk önce kitabından bir özet sunacağım; daha sonra da değerlendirmesi ne kadar doğru diye, başka Sünni kaynaklarla karşılaştıracağım. Ayrıca onun alıntı yaptığı kaynaklardan da birçoğunu dipnot olarak ekleyeceğim. Kendisi birinci cildin 40. sayfasından başlamak üzere konuya ilişkin şu bilgileri veriyor: İlk başta Ebubekir'le Ömer arasında yapılan konuşmada, Ebubekir bir yıl görevde kaldıktan sonra ayrılıp halifeliği Ömer'e teslim etmeliydi, plan buydu; ancak Ebubekir bunu yapmıyor, görevde direniyor ve üstelik de Ömer'e karşı tavır alıyor. Mesela onun Ömer'i Hac görevinden alması gibi. Bunun üzerine Ömer, Osman'ın bağlı olduğu Emevilerin etkili isimleriyle görüşüyor. Mesela Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye gibi. Plan şu: Biz birlikte Ebubekir'i ortadan kaldıralım, ondan sonra yönetimi paylaşalım diye. İlkin Ömer halife olacak, ondan sonra da Osman ve bu arada tabii ki Emevi kesimine gitgide tolerans tanınacak. Zaten Ebubekir halife olduğunda Ebu Süfyan hep onun halifeliğiyle alay ediyordu, adam mı kalmadı da bunu seçtiniz diyordu. Sonuçta Ebubekir'e, doktoru Haris b. Kelde'ye, Mekke valisi Attab'a ve Ebu Kebşe'ye zehir içiriliyor ve hepsi de bir yıl sonra hemen hemen aynı gün veya günlerde vefat ediyorlar, tabii ki ilacı nasıl verdiklerinin detayı hakkında pek bilgi yok. Ancak Ebubekir, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Selam'a güvenirdi, onları kötü niyetli olarak tahmin etmezdi. İşte bu iki kişi aracılığıyla planlarını uygulamışlardır diye rivayetler var. Necah iddialarını güzel hazırlamış; birçok İslami kanıt ve argümanlarla tezini destekliyor, inandırıyor. Yani öne sürdüğü kanıtlar hep İslami kesimden; ancak belki kimse onun kadar fark edememiş, bu ayrı bir şey. İddialarından bir kesit: Daha sonra anlatacağım ki, güya Ebubekir son nefesinde Osman'a vasiyetini yazdırmış, ben ölürsem Ömer halife olsun diye. İşte bu konuda Necah şöyle diyor: -Bir kere ağır hasta olan Ebubekir artık halifeyi tayin edecek durumda değildi. Zaten bu olup bitenler sırasında vefat ediyor. O yüzden, Osman'ın Ebubekir'in yanına girip dışarı çıkınca halka, "Beni dinleyin, size Ebubekir'in vasiyetini ilan ederim ki Ömer'i halife olarak önerdi." sözleri Ebubekir'e ait değildir. Aslında bu vasiyetname daha önce Ömer ve Osman tarafından planlanıp bir kâğıda yazılmış ve Osman'a verilmiş ki, Ebubekir'in son nefesinde içeri girip çıksın ve Ebubekir bana yazdırdı desin. Sonuçta, bu sahte bir vasiyetnamedir, burada bir senaryo söz konusudur, diyor. Çünkü Ebubekir'in yanında son nefesinde Osman'dan başka şahit olacak kimse yoktu, hem de hiç kimse Osman'ın bu açıklamasının Ebubekir'e ait olduğuna inanmıyordu. Çünkü Ebubekir genelde uzlaşmacı bir konuşma yapıyordu. Osman'ın okuduğu yazı ise çok farklı ve sonunda da Şuara suresinin 227. ayeti eklenmişti. Ayetin içeriği şu: "Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder