2 Mayıs 2020 Cumartesi

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ (ARİF TEKİN) 3 ncü bölüm



BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE Hz. MUHAMMED’İN ÖLÜMÜ
(ARİF TEKİN)
3 ncü bölüm
Yani burada şu söyleniyor: Her zaman yumuşak konuşan, moral veren bir Ebubekir, son nefesinde bu ayeti işleyerek sanki alın halifeliği, Allah belanızı versin gibi bir yaklaşım söz konusu. İşte bu, Ebubekir'in üslubu değildir. Bir de daha sonra İslami kesimin kaynaklarından sunacağım bilgilere göre Osman dışarı çıkınca şunu diyor: Bana inanırsanız size Ebubekir'in vasiyetini okuyayım; yoksa okumam diyor. İşte hem o sıra onu ve Ömer'i saran heyecan, hem de onun bu şekilde bir açıklama yapması şüpheleri daha da artırmaktadır.  - Bir de o ana kadar Osman'ın piyasada hiç ismi yoktu. Sakife Beni Saide'de hem Ebubekir, hem de Ömer bir ara halifeliği Ebu Ubeyde'ye teklif ediyorlar. Peki neden bu adam birden kayboldu da yerine Osman ortaya çıktı? Aslında bu da doğru bir tespittir. Kaldı ki, Ömer halife olunca Emevilere aşırı derecede ayrıcalıklar tanıyor. Mesela en başta Ebu Süfyan ve oğlu Müaviye'ye çok iltimas yapıyor. Hatta Muhammed'in eşlerinden Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'ın kızı olduğu için, Hz. Muhammed'in diğer eşlerinden farklı olarak hazineden ona daha fazla aylık bağlanıyor (ayda 1200 dirhem). Hâlbuki Mekke fethinde Ebu Süfyan Müslüman olmuşsa da, bu artık mecburiyetten olmuş;  yoksa kendisi hayatında hiçbir zaman İslamiyet’i benimsememiştir.  Hatta bir ara Muhammed'i Medine'de vurdurmak için plan da yapmış; ancak başarısız olmuştu.  Necah'a göre Ebubekir, Emevilerin suikastla katlettikleri ilk kurbandır. Ebubekir'den sonra Emeviler tarafından suikastlarla öldürülenlerden ayrıca uzun bir liste de veriyor ve bu suikastların baş aktörü olarak da Muaviye'yi gösteriyor. (176) Zaten Muaviye'nin, "Allah'ın baldan da askerleri vardır." sözü meşhurdur. Yani bal içine zehir katarak insanları vurmayı kastediyor. Onun bu sözü birçok İslami kaynakta geçiyor.  Hem başka kaynaklarda, hem de bu kaynakta anlatılıyor ki, Muaviye hem meşhur Hz. Ayşe'yi, hem de iki kardeşi Abdurrahman ve Muhammed'i suikastla öldürmüştür. Kimi rivayetlere göre Hz. Ayşe'yi bir kuyuya atıp o kuyunun etrafını kapatıyor ve bir daha umuma açmıyor.  Kimi rivayetlere göre Muaviye minberde oğlu Yezit için propaganda yapınca Ayşe ona karşı çıkıyor. Bunun üzerine Muaviye Ayşe'yi bir çukura gömmek suretiyle katlediyor. Bir başka aktarım da, Ayşe'yi damdan düşürmek suretiyle katledip geceleyin de gömüyorlar Muaviye, Ayşe'nin kardeşi Abdurrahman'ı da hem zehirliyor, hem de can çekişirken o halde mezara gömüyor. Diğer kardeşi Muhammed ise zaten Muaviye'nin talimatıyla Mısır'da yakalanıp bir merkebin içine konuyor ve eşekle birlikte onu yakıp o şekilde katlediyorlar.
(177)  Bu ve başka Şia mensupları, Hz. Muhammed Mekke'den Medine'ye hicret ederken yanında Ebubekir de varmış
(178) olayını inkâr ediyorlar; kesinlikle bu doğru değildir, ikisinin Mekke'ye hicret zamanları farklıdır diyorlar. Hatta Necah, Ebubekir'in mağarada olmadığına dair bir de özel bir kitap hazırlamış.  Her ne kadar İslami kaynaklarda Ebubekir'in Ömer ve Osman tarafından bir siyasi cinayete kurban gittiği açık olarak yazılmıyorsa da; şu var ki, aynı eserlerde konuya ilişkin var olan kanıtlar, aslında olayın sis perdesini ortadan kaldıracak kadar güçlüdür. Bunları zaten aktaracağım.  Ebubekir'in ölümüyle ilgili Sünni kesimin kaynaklarında var olan bilgiler şöyle: Yanında bulunan Meleke valisi Attab ve doktoru Haris b. Kelde ile birlikte, kendilerine (Yahudiler tarafından) sunulan zehirli yemekten yediler. Yedikten sonra doktoru Haris b. Kelde o sırada Ebubekir'e, "Yediğimiz yemekte zehir vardı, bunun süresi de bir yıllıktır; bir yıl sonra yaşama şansımız yoktur." dedi. Nitekim yiyen iki kişi bir yıl sonra vefat etti. Kimi rivayetlere göre Ebubekir ile Mekke valisi bir yıl sonra aynı günde vefat ettiler. Yani birbirlerinin ölüm haberini bile duyma fırsatları bulamadılar. Enteresan gerçekten.
(179)  Hz. Muhammed'in zehirlendiği konusunda tarih belli (Hayber baskını), olay belli, zehirli eti hazırlayan kadın belli (Zeynep); onu af mı etmiş, idam mı etmiş yine az çok bazı bilgiler var. Ama Ebubekir'in ölümüyle ilgili doyurucu açıklama yok. Sadece Yahudiler tarafından zehirlenip katledilmiş, şeklinde çok kısa bir bilgi var.  Kimi rivayetlerde, "Dünya ne kadar boştur! Hz. Muhammed de, Ebubekir de zehirlenerek bu dünyadan göç ettiler." şeklinde farklı, kısa ama ölüm nedeni aynı şekilde anlatılıyor. Ebubekir'in ölüm nedeni birçok kaynakta bu şekilde belirtiliyor. Ama az da olsa kimi yazarlar Ebubekir'in banyo yaptıktan sonra üşütüp zatürre olduğunu ve bu nedenle öldüğünü yazıyor. Bazıları da, Muhammed vefat ettikten sonra, Ebubekir'in kendisine olan hasreti yüzünden çok olumsuz etkilendiğini ve bu hasretten dolayı öldüğünü yazıyorlar. Ancak benimsenen görüş, tabii ki Ebubekir'in zehirlenerek öldürülmüş olmasıdır.
(180)  Şu bilgiyi de eklemekte yarar var: O dönemin insanları, birilerini ortadan kaldırmak istedikleri zaman genelde zehirli yemekler kullanırlardı. Hatta Hz. Ali tarafından Mısır'a görevlendirilen Malik bin Ester, Muaviye'nin adamları tarafından zehirlenerek katledilince Muaviye, "Allah'ın baldan da askerleri vardır." cümlesini sarf etmiştir. Bunu az önce de belirttim. O dönemde genelde bala ve yemeklere zehir konuluyor, bu yöntemle insanlar öldürülüyordu. Muaviye az önceki cümlesiyle bunu vurgulamak istiyor. Bazı yazarlar o dönemle ilgili bu yöntemle katledilen kişilerin listesini de çıkarmışlar. Zehirleme yöntemi o dönemde çok yaygındı.  Mesela, Hz. Ali'nin oğlu Hasan, kardeşi Hüseyin'e, üç sefer beni ilaçla öldürmeyi denediler; ama tedbirimi aldım başaramadılar demiştir. Ne yazık ki, bu kadar tedbire rağmen sonuçta hanımı Ca'de binti Eş'as bin Kays, ona zehir vermek suretiyle hayatına son veriyor.
(181) Evet; o dönem için ilaçla can almak yaygındı.  Peki bilgiler bunlar iken Ömer'in ve Osman'ın Ebubekir'i zehirleyerek öldürdüğü söylenebilir mi? Şimdi de konuyla ilgili var olan bilgileri vermeye başlayayım.  Ömer'le Ebubekir, başlangıçta, henüz Hz. Muhammed'i öldürmeden önce halifelik konusunda anlaşarak adım atmışlardı. Bunu Muhammed'in ölümü konusunda anlatmıştım. Bunların arası, Ebubekir'in halifeliğinin ilk yılında iyi görünüyor. Mesela o dönem hac işlerinden sorumlu olan yetkili, halifeden sonra gelen ikinci adamdı. Ebubekir ilk yıl bu görevi Ömer'e vermiştir. Hem Ömer'in sert mizaçta olması, hem de zamanla Ebubekir'in yetkilerine müdahale etmesi, hatta onu dinlememesi Ebubekir'i rahatsız etti. Somut örnek gerekirse:  Muhammed, Huneyn baskınında karşı taraftan aldığı binlerce deveden rüşvet dağıttı. Yeni Müslüman olmuş, çevrelerinde söz sahibi olan insanlara İslam’a adam kazandırsınlar diye, 100'er deve Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye'ye, 100'er deve de Uyeyne adındaki kişiyle Ak'ra' b. Habis'e ve daha birçok önemli şahıslara dağıttı. Bu son iki kişi o kadar önemliydi ki, bir ara Hz. Ali, bir baskında ele geçirilen altınları Muhammed'e gönderdi, o da bunları dört kişiye dağıttı. Bu dört kişiden ikisi yine Ak'ra b. Habis ve Uyeyne'dir. Hatta Muhammed bu altınları bunlara dağıtırken, bu dağıtıma sert tepki gösterenler de oldu: "Ey Allah'ın resulü; Allah'tan kork. Biz bu mücevherata daha müstahak idik." gibi sert eleştirilerde bulundular. Bu arada Halit b. Velit Muhammed'e, "İzin ver de böyle diyenin kellesini uçurayım." dedi. Bu olaylar, en başta Buhari ile Müslim'de ve Diyanet'in terceme ettiği Tecrid-i Sarih'te anlatılmaktadır. Ama ne yazık ki daha önce de bir vesileyle belirttiğim gibi, Muhammed'in vefatından sonra bu Uyeyne 700 taraftarıyla birlikte İslamiyet’i terk etmiştir. Sonunda yakalanınca, "Ben hiçbir zaman Muhammed'e inanmadım ki." itirafında bulunmuştur.
(182)  Burada konuyu biraz daha açmakta fayda var. Muhammed, Huneyn harbinde karşı taraftan aldığı develerden-maldan ne varsa, kendi soyuna bağlı henüz Müslüman olmuş önemli kişilere dağıtmıştır. 
Zaten o sırada Mekke yeni alınmıştı ve Muhammed'in kendilerine torpil yapıp ikramda bulunduğu kişiler de yakın zamana kadar Müslümanlarla savaşan insanlardı. Önemli gördüğü kişilere 100'er deve verince tabii ki bu kıdemli Müslümanların/özellikle Medinelilerin zoruna gitmiştir.  Muhammed bunu duyunca Medineli Müslümanlarla özel bir toplantı yaptı ve şunları söyledi: Ben onlara o develeri, kalpleri İslam'a ısınsın diye verdim. Şunu bilin ki, ben sizleri onlardan daha fazla severim. Ben iki tercih arasında kalsam sizi tercih ederim. İstemez misiniz ki onlar malla sevinsinler, ben ve siz de sonsuza kadar birbirimizi sevelim şeklinde bir konuşma yaptı ve onları kuru sevgiyle, cennetle susturdu, tabii bu açıklamasıyla o insanları çıkar hesaplarıyla susturmak istiyordu. Aynı zamanda onları sevmediğini de kabul ediyordu. Üstelik mal dağıtmakla güya tarafına çektiği tüm o önemli insanlar, ileride Müslümanlara baş belası olmuşlardır. Örneğin Muaviye gibi. Bu konuda hem Buhari, hem de Müslim birçok hadis aktarmıştır.
(183)  İşte bu iki meşhur insan (Uyeyne-Ak'ra'), Ebubekir halife iken günün birinde gelip ondan, hazineye ait bir miktar arazi istediler, biz ortağına ekip biçelim dediler. Ebubekir buna onay verdi ve ayrıca bir mukavele de yaptılar, alın götürün Ömer'e söyleyin o da bu işin şahidi olsun dedi. Bunlar gidip Ömer'e anlatınca, Ömer kızdı ve ellerindeki sözleşmeyi alıp yırttı. Buna karşı bu iki kişi, "Vallahi biz bilmiyoruz halife sen misin yoksa Ebubekir midir!" diyerek bu şekilde tepkilerini gösterdiler. Ömer bundan sonra doğruca Ebubekir'e gidip "Bu toprak senin mi, yoksa hazinenin mi, nasıl bunlara verirsin!" diyerek ona da sert bir şekilde çıkıştı ve bu işin gerçekleşmesine engel oldu, bu anlaşma iptal edildi.
(184)  Hatta kimi rivayetlerde Ömer'in o iki kişiye karşı kullandığı şu sözler de var: Muhammed bir ara size bakıyordu, para-deve veriyordu. O zaman İslamiyet zayıftı, kalbiniz İslamiyet'e ısınsın diye yapıyordu ama şimdi böyle bir sorun yok. Gidin kendinize çalışın dedi. Kaldı ki, o iki insan Ebubekir'den tarla isterken de şunu diyorlardı: Ekilmeyen, kıraç, çorak bir arazi ver onu işler hale getirelim, değerlendirelim. Daha sonra onlar da Ebubekir'in yanına gittiler. "Halife sen misin, yoksa Ömer mi?" diye sordular. Ebubekir, "Asıl yetki Ömer'indir, bana yalnız saygı gösterilir." yanıtını verdi.  Bu konuda İbni Asakir tarihinde daha farklı örnekler de var. Mesela; yine Akr'a ve Zebberkan adında iki kişi Ebubekir'e gelir, Bahreyn haracını bize ver, biz de söz veririz ki tek bir kişi bizden size karşı muhalefet etmez, dinden çıkmaz. Ebubekir bunu da kabul eder; ancak Ömer yine senetleri yırtar ve burada da sözleşme iptal edilir. Ebubekir bu olayda da, "Asıl yetkili Ömer'dir; bana ancak saygı gösterilir." açıklamasını yapar. Hani şimdi de bazı ülkelerde kral var; ancak ülkeyi idare eden parlamentodur, kral formalite olarak bulunur. Ebubekir de Ömer'e karşı aynen bu durumdadır.
(185)  Fırsatlar dünyası: Bir zamanlar az önce sözünü ettiğim o iki kişi tehlike arz ederken, Muhammed başkalarından aldığı talan malını (altın-100 deve gibi) onlara bedava dağıtırdı; ama tehlike bitince, onların 'Toprağı ortağına işletelim, hamal gibi çalışalım, kıraç yerleri işler hale getirelim.' dedikleri bu tekitleri bile artık kabul görmez hale gelir. Ne demişler: Köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir... Ama bunun da ötesinde, önemli olanın Ömer'in, Muhammed'e karşı etkili olduğu gibi Ebubekir için fazlasıyla otoriter olduğunu bilmek-anlamaktır. İşte Ömer'in bu tip kırıcı müdahaleleri Ebubekir'e olumsuz etki yapıyor ve zamanla araları açılıyor.  Bunun sonucu olarak, Ebubekir halifeliğin ikinci yılında Ömer'i hac görevinden aldı, yerine de Mekke valisi Attab'ı görevlendirdi. Bu insan zaten Muhammed zamanında Mekke valiliğine atanmıştı. Ebubekir halife olunca tekrar iş başı yapmıştır. Ömer hac işleri görevinden alınınca bu kez aynı görev Attab'a verilir.
(186) Burada artık Ömer anladığını anlar ve planların uygulamaya başlar. Çünkü yalnız bu hac görevinden alınma işlemi, statü itibariyle Ömer'i Attab'ın gerisine götürür; Ömer bununla puan kaybettiğinin farkındadır. Ancak az önceki örnekte belirttiğim yetkiye müdahale gibi faktörlerle birlikte, Ömer aynı zamanda çok sert bir insandı, halkla ilişkileri tatlılık düzeyinde değildi. Çok sert olmasıyla ilgili örnekleri, Ömer'in halifeliği kısmında vereceğim. İşte Ebubekir ona karşı değişince, Ömer de var olan kozlarını kullanmaya başladı. Bir ara Ebubekir'in halifeliği için, "Kardeşim Zeyd ve arkadaşlarını dinlemiş olsaydım, Ebubekir halifeliği siftah etmezdi." diyor. Bir başka karşı çıkışında da Ebubekir'i tehdit ederek, "Rahat dur! Yoksa senin hakkında bildiklerimi söylerim; o zaman yolda giden süvariler bile atlarından/develerinden inmek zorunda kalırlar." diyor. Yani bugünkü halk tabiriyle, eğer söylesem yer yerinden oynar gibi bir cümle kullanıyor.
(187) Peki, neymiş o yeri yerden oynatan şeyler acaba! Demek ki aralarında çok vahim şeyler varmış ki bu cümleyi kullanıp böylece Ebubekir'in hızını kesmeye çalışıyor.  Yine Ebubekir halife olurken o zaman insanlar buna sürpriz diyorlardı.  O günkü geleneğe göre bir genel mutabakat (ilkel de olsa) bir nevi cumhurun onayı gerekiyordu. İşte Ömer bunu duyunca çok kızıyor, kim bunu söylüyorsa asar keserim diyordu. Ama zaman içinde bu konuda Ömer'in değiştiğini görüyoruz, "Evet; halifeliği sürprizdi; ancak başka da yapılacak bir çözüm yoktu." gibi bir farklılık gösteriyor. Dikkat edilirse burada yine ayarlı bir konuşma yapıyor. Yoksa millet ona inanmazdı ve "Sen ona çalıştın, iş başına getirdin, sürpriz değil dedin; şimdi de farklı konuşuyorsun." diyecekti. Bir de şu gerçek var ortada: Ömer Ebubekir'i halife olarak desteklerken, onu bir basamak olarak kullanıyordu, kısa zamanda işler düzelirse o ayrılır ben başa geçerim hesapları yapıyordu. Bunu zaten daha önce vurguladım. Hatta Ömer Ebubekir için, "Ben diyordum ki, işler rayına oturunca Ebubekir bir hafta içinde halifelik görevini bırakıp bana devredecek." ifadesini kullanıyordu.
(188)  İnsan, zaman zaman bu hoşnutsuzluğun emarelerini Ebubekir'in konuşmalarından fark ediyor. Mesela bir ara, "Aslında bu adam (Ömer) beni bu işe itti/sürükledi" diyor.
(189) işte böylece ipler kopma noktasına geliyor ve Ömer artık bir an önce farklı yöntemleri uygulamaya başlıyor. Hatta Ebubekir bir hutbesinde, "Benim bir şeytanım var. Şayet beni kaydırırsa beni uyarın. İcraatım yerinde ise o zaman bana uyun." diyor.
(190) İşte bazı İslam yorumcularına göre Ebubekir'in burada şeytandan kastı Ömer imiş. Yani o beni etkiliyor demek istemiş diyorlar. İşte aralarında sorunlar olduğu için net olarak Ömer'in ismini diyememiş diyenler de var. Çünkü eğer gayesi cin olan (din mantığına göre) şeytan ise, onu görmediğine göre nasıl diyebilir ki benim bir şeytanım var?  Ömer, halifeliğin riske girdiğini anlayınca çareyi Ebubekir'i ortadan kaldırmakta buluyor ve bu yönlü çalışmalar yürütüyor. Şöyle ki, Emevilerle konuşuyor, bu işi birlikte yapalım, sonunda sırayla ben ve Osman halife olalım diyor. Emevi ailesi çok genişti: Mesela Mekke valisi Attab da Emevi'ydi; ancak Ebubekir'den yanaydı. Yine Eban, Sad b. As ve çocukları Hz. Ali'yi destekliyordu. Ama en geniş Emevi kesimi Ömer'den yanaydı ve en sabıkalı olanlar bu kesimin içindeydi. Mesela Ebu Süfyan ve oğlu Muaviye gibi.  Ömer'in sunduğu teklifte çıkar olduğu için, Ebubekir'i ortadan kaldırmaya yönelik plan üzerinde anlaştılar. Başta da belirttiğim gibi yemeğe zehir katıp bu yöntemle onu katletmeye karar verdiler. Daha sonra İslam tarihi denilen resmi tarih yazılırken de Yahudilere mal edilerek ve çok kısa bir açıklamayla, "Efendim Ebubekir ve yanındaki heyet, Yahudilerin kendilerine verdikleri zehirli yemekten etkilenirler ve bundan dolayı da zaman içinde vefat ederler." şeklinde, çok kısa bir not düşmek suretiyle kaynaklarına geçirdiler.  Ama ne yazık ki bu cinayet işi içinde Osman da vardı, onun bağlı olduğu Emevi kabilesinin önemli şahsiyetleri de vardı.
(191)  Uygulama aşamasına gelince... Burada çok akıllıca davrandılar, hiç kimsenin hayal edemeyeceği iki Yahudi asıllı kişiyi ayarladılar: Osman zamanında Kur'an bir araya getirilirken komisyon başkanlığına seçilen Zeyd bin Sabit'e ve yine önemli bir isim olan Abdullah b. Selam'a bu işi havale ettiler. İşte bunlar olursa Ebubekir rahatlıkla öldürülür düşüncesiyle karar verdiler. Ama sonuçta, ne adla, kimin evinde tertipledikleri konusunda detay yok. (192) Bakalım kanıtlar ne derece güçlü! Bu planla ilgili İslami kaynaklardan derlediğim önemli bazı bilgileri sunacağım. Sanırım vereceğim bilgiler çözüm noktasında bir şeyler ifade eder.  Burada çok komik bir not eklemek isterim. Ebubekir'le birlikte doktoru da o yemekten yedikleri zaman doktorun, bu yemekte zehir vardı, maalesef fazla yaşamayacağız, ancak bir yıl yaşama şansımız var' dediğini daha önce de belirttim. Bir yıl sonra doktorla birlikte yatağa düşen Ebubekir, gidici olduklarını anlamıştır. Bazı kişiler doktora gitmesini, fayda görebileceğini söylemişlerdir.  Ebubekir ise "Doktorumdan sordum, gereken teşhisi koydu." şeklinde yanıt vermiştir: Bu işin çaresi yoktur demek istemiştir. Ebubekir'in sözünü ettiği doktor, onunla birlikte o zehirli yemeği yiyen gerçek ve meşhur doktordur; ancak İslami kesim bunu işleyince ilginç bir senaryo çizilmiştir. Özeti şu: Güya Ebubekir çok kanaat sahibiymiş, artık hakiki doktorum olan Allah beni götürecek demek istemiş. Gerçekten ne garip yorumlar.  Peki madem Ebubekir bu planla ortadan kaldırıldı, o zaman onlar nasıl halife oldular, o kadar da kolay mıydı, ortalık o kadar boş muydu sorusu nasıl bir yanıt bulur?  Daha önce Necah'dan bu konuda bazı bilgiler aktardım, şimdi de farklı kaynaklardaki bilgileri de ekleyerek daha fazla detaylandırayım.  Anlatılanlara göre Osman, Ebubekir'in tek vasisidir ve onun vasiyeti sırasında ne olmuşsa ikisi arasında olmuştur. (193) Osman'dan önce Abdurrahman b. Avf Ebubekir'in yanına gider. Ebubekir ona, Ömer'e görev versem ne dersin, diye görüş bildirmesini ister. Abdurrahman, "Ömer'i benden daha iyi tanırsın" deyince Ebubekir, "Olsun, yine de düşünceni belirt." der. Abdurrahman, "Bildiğinden daha fazla iyidir; ancak serttir." diye karşılık verir. Ebubekir daha sonra Osman'ı çağırıp aynı soruyu ona da sorar, görüş bildirmesini ister. Osman, "Bana göre Ömer'in içi dışından daha temizdir" yanıtını verir. O arada Ebubekir kendisine, "Vasiyetimi yaz" der. Besmele yazdıktan sonra Ebubekir kendini kaybeder/ağır hastadır. Osman o arada vasiyet kâğıdına, Ebubekir'den sonra Ömer'in halife olacağını yazar. Daha sonra Ebubekir ayılınca (tabii ki eğer doğruysa, ayılmışsa!) hemen Osman'a: Hele oku ben kendimi kaybedince sen benden sonra ne yazdın, diye sorar. O arada bakıyor ki, Osman vasiyet kâğıdına Ömer'in halife olacağını yazmış. O zaman Osman'a, "Bakıyorum ben bayılınca sen korkmuşsun, ya vasiyet etmeden vefat etse ne yapacağız diye hemen Ömer'i yazmışsın. Ama iyi etmişsin, ben de zaten onu gösterecektim" demiştir.  Bazı kaynaklarda, Ebubekir'in Osman'a, "Aslında sen Ömer yerine kendini yazsaydın daha uygundu" dediği de geçiyor.
(194) Talha bin Ubeydullah (cennetle müjdelenen on kişiden biri) Ömer'le ilgili bir şeyler sezince hemen içeri girip Ebubekir'e, "Sen Ömer'i halife olarak vasiyet ediyorsan, yarın Allah huzurunda cevabın ne olacak?" diyerek itiraz etmiştir. Şu da var ki, bu adam muhalif olduğu için daha sonra Osman'ın yandaşı Muaviye tarafından katledilir. Zaten hep vurgu yapıyorum, Ebubekir'in atadığı kişiler zaman içinde ya görevden uzaklaştırılmış, ya suikastla öldürülmüş veya savaşlara gönderilip bu şekilde ortadan kaldırılmışlardır. Basit bir örnek: Zehebi, "Muaz b. Cebel, Ebu Ubeyde ve Şürahbil b. Hasene, halife Ömer zamanında Şam tarafında bir kıtlıkta ölmüşlerdir" diyor. (195)  Ama Ebubekir zamanında bunlar değişik bölgelerde önemli görevlerdeydi.  Sonunda, Ebubekir tarafından Ömer'in halife tayin edildiğini söylemek isteyen Osman dışarı çıkar. Bunu söylemeden önce ilginç bir yaklaşım tavır gösterir: "Açıklayacağım vasiyete inanırsanız okurum, yoksa okumam." şeklinde bir pazarlık yapar. Ve başlar okumaya. Kısa bir yazıdır zaten. Sadece Ömer'in halifeliğiyle ilgili çok kısa bir metindir. Bu arada Ömer'in önerildiğini ilan edince, millet bu vasiyetin Ebubekir'e ait olmadığını fark eder. Çünkü Osman'ın okuduğu kâğıtta Ebubekir'le ilgili bir işaret yoktur: Ebubekir vahiy kâtibiydi, okuryazardı, kendisi yazabilirdi ama yazı onun değildir. Yanı sıra şahit yok, o günkü âdete göre benzer vasiyetler yapılınca imza gibi bir işaret olurdu; ama böyle bir şey yoktu. Bir de işin içinde panik-acele vardı, kabul ederseniz okurum gibi inandırıcı olmayan şeyler söyleniyordu. Hele bir de Osman'ın yanında Ömer de var, amigo gibi sürekli halka, "Dinleyin, bakalım Osman ne diyecek?" gibi aceleci bir hali vardı.  Zaten milletin o ana kadar Ebubekir'den böyle bir teklifin geleceğine ilişkin tahminleri de yoktu. Adeta sürpriz bir açıklamaydı.  İşte İbni Ebi'l Hadid, Necah gibileri burada tam isim koyuyorlar: Hileyle, skandalla iş başına gelme.  Kısacası, Ebubekir artık hastaydı, Osman ve Ömer'in hazırladıkları düzmece bir vasiyetname millete ilan ediliyordu ve maddi gücün ağırlığı da iki tarafta olunca halifelik bu şekilde gasp edilmiştir.  Kaynaklarda şu da var: Halk, Ebubekir'in Ömer'i halife olarak önerdiğini öğrenince hem muhacirlerden, hem de Ansar'dan Ebubekir'in huzuruna çıkanlar, sen bu adamın nasıl biri olduğunu iyi biliyorsun, görevi buna vermekle yarın Allah huzurunda nasıl bir cevap vereceksin, diye veryansın ederler. Buna karşı Ebubekir, "Ben de Allah'a, kanaatime göre iyiydi ki görev verdim" diyeceğim yanıtını verir. Hatta şunu da söyler: “Hastalığımdan dolayı duyduğum acı bir yana; bakıyorum hepinizin burnu havada. Niye? Ömer'i öneriyorum diye.” Kanımca bu gibi bilgiler gerçeği yansıtmıyor. Bunlar uyduruk şeyler. Çünkü Ebubekir'in vasiyeti falan yok. Osman'la Ömer kendi aralarında düzmece bir mektupla işi bitirmişler.  Ünlü tarihçi ve müfessir Taberi daha net bilgiler aktarıyor: Ebubekir son nefesinde yalnız Osman'ı yanına alır ve ona "Vasiyetimi yaz." der. Besmele; yazdırdıktan sonra kendini kaybeder. Bu arada Osman kafadan bir şeyler yazmaya devam eder. Ebubekir bir ara iyileşince Osman'a, "Hele oku bakalım sen ne yazdın?" diye sorar. (196) Osman okuyunca memnun kalır ve "Bern bayılınca sen korkmuşsun, belki vefat ederim de halife: belirlenmemiş olur; dolayısıyla sorun yaratılır. Biliyorsun ki halifelik vasiyet edilmeden ölüm gerçekleşirse Müslümanlar arasında olumsuz durumlar meydana gelir. İşte bunu düşünerekten hemen Ömer'i yazmışsın; ama iyi etmişsin." der. Yani bir bakıma Osman yazdıklarıyla Ebubekir'den puan da almış olur. Ama ne ilginçtir ki bu konuda farklı aktarımlar da var: Osman içeri girince Ebubekir ona, "Aslında sen halifeliğe daha uygunsun." der; ancak Osman hayır karşılığını verir ve kendi yerine Ömer'i önerir. Çünkü Osman'la Ömer arasında bu konuda yapılan bir pazarlık vardı. Buna rağmen Osman o an için halife olamazdı. Onun için hayır demek zorunda.   Bir gün Ömer, Ebubekir'in yanına varınca, bakıyor ki dilini tutmuş uğraşıyor. Ömer, hayırdır diye soruyor. Ebubekir, "İşte başıma ne gelmişse bundan gelmiştir." diyor, tabii ki emareler haddinden fazla çoktur ki, bu ikisi arasında bazı planlar yapılmıştır. Öyle ki, biri diğerine karşı rahatlıkla harekete geçemiyordu: Adeta birbirlerine ihtiyaçları vardı, birbirlerine mecburdular.
(197)  Ebubekir'in Ömer ve Osman tarafından planlanan bir suikastla öldürüldüğünü teyit eden ve aynı zamanda birçok İslami kaynakta anlatılan olaylardan birkaçını özetlemek isterim. Kısacası, bunun bir siyasi cinayet olup olmadığının izini sürmeye devam edelim.  a) Zaman içinde halife Osman'ı katledenler arasında Ebubekir'in oğlu da var ve kendisi o zaman Afrika'dan Osman'ı katletmeye gelen baskıncıların içinde ön saflarda yer alıyor. Hatta Osman'a yanına geldiğinde çok ağır hakaretlerde bulunuyor. Birinci baskında Hz. Ali'nin araya girmesiyle bunlar Osman'ı katletmekten vazgeçip geriye yollarına devam ediyorlar. Onlar geri dönünce, bu arada Osman hemen kendine bağlı olan Afrika valisine mektup yazıp bir personeline veriyor. O da devlete ait bir binite (deve-at) binip Afrika yoluna çıkıyor. Mektubun içeriğinde şu var: Afrika'daki valisine, şu şu insanları yakala, feci bir şekilde katlet diye talimat verilmiş. Ölüm fermanları istenen kişilerin başında da Ebubekir'in oğlunun adı yazılıydı. Bu mektup baskıncılar tarafından ele geçirildi ve burada artık Osman'ın sonu gelmişti. Baskıncılar tekrar geri döndüler ve Osman'ı katledip cenazesini de Yahudilerin tuvalet olarak kullandıkları bir mezbeleye attılar. Üç gün orda kaldı; kimse korkudan gidip cenazeyi kaldıramadı. Sonunda Hz. Ali yine araya girince baskıncılar defin için izin verdiler ve Osman gömüldü.  Hz. Ali halife olunca Ebubekir'in bu oğlunu Mısır'da görevlendirdi; zaman içinde Muaviye iş başı yapınca, bu kez onun talimatıyla yakalanıp bir merkebin içine kondu ve o merkeple birlikte ateşe verilerek işkenceyle öldürüldü. Halife Osman kısmında bu konularda detaylıca bilgi vereceğim. (198)  Bu arada Ebubekir'in kızı ve aynı zamanda Muhammed'in de eşi olan Hz. Ayşe de Osman'a karşı sert tavır aldı, hatta millete, "Öldürün bu Na'sel'i" diyecek kadar ileri gitti, Osman'ın ölüm fetvasını verdi. Na'sel demek, bunak-beyinsiz demektir. İşte hem Ayşe'nin bu tutumu, hem de Mısır'daki kardeşiyle Osman arasındaki ilişki, insanı cidden şüphelendiriyor: Demek ki bunlar, Ömer ve Osman'ın Ebubekir hakkında çevirdikleri planları biliyorlardı ki Osman'a karşı cephe aldılar. Bu tavırlarını ancak babalarının cinayetiyle ilişkilendirmek mümkündür. (199)  Yine ibni Kuteybe'nin Maarifte anlattığına göre, Ömer'in öldürülmesinden sonra, kızı ve aynı zamanda Muhammed'in de eşi olan Hafsa ile Ayşe'nin (bunlar kuma) arası açılır/aralarına mesafe konur. Peki bu niye!  Burada şu soru akla gelebilir: Madem Ömer-Osman-Ebubekir'i ortadan kaldırdılar, peki niye Ayşe ve Ebubekir'in diğer çocukları yalnız Osman'a karşı cephe aldılar, neden Ömer'e karşı da böyle bir plan yoktu? Olay şudur: Ömer bir kere çok disiplinli-acımasız biriydi. Benim kanaatim o ki, Ömer zamanında Ebubekir'in cinayetinden haberi olanlar korkudan söyleyememiş olabilir. Veya kim bilir belki de normalde daha sonra ortaya çıkmış olabilir. Zaten dünyada bunun örnekleri çok, bazı ölümlerin komplolarla gerçekleştiği zamanla ortaya çıkıyor.  Burada önemli gördüğüm bir bilgi daha vereyim. Ebubekir'in diğer bir oğlu Abdullah da Muhammed zamanında Taif seferinde aldığı yaralardan dolayı belli bir süre sonra vefat etmişti. Adam evliydi. Ondan dul kalan eşi Atike binti Zeyd ile halife Ömer evlendi. Ömer nerdeyse Ebubekir'in yaşıtıydı; artık Ebubekir'in dul kalan bu gelininin kaç yaşında olduğu, onunla Ömer arasındaki yaş farkı herhalde tahmin edilebilir. Daha enteresan bir örnek vereyim. Ebubekir hicri 13. yılında vefat ederken, eşi Habibe binti Harice hamileydi. Çocuk doğunca adını Ümmü Gülsüm koydular. Ebubekir ölünce Ömer aynı sabah iş başı yaptı; zaten konumuz da bu. Ve Ömer 10 yıl halifelik yaptıktan sonra öldürüldü. Yani Ömer dünyasını değiştirdiği vakit bu kız 9-10 yaşlarındaydı.  İşte bu Ömer, bu kızı da kendine eş olarak Hz. Ayşe'den istedi ama alamadı. Daha sonra Ümmü Gülsüm, dedesi yaşında olan ve cennetle müjdelenen Talha bin Ubeydullah'la evlendirildi, Zekeriya, Yusuf ve Ayşe adlarında üç çocuk dünyaya getirdi. Kız 9-10 (o da eğer Ömer ona son yılında talip çıkmışsa!), Ömer ise 60 yaşlarındaydı. Ömer'le Hz. Ali'nin kızı konusunda buna biraz daha değineceğim.  İlginç: Bir yandan birbirlerini katlediyorlar, diğer yandan birbirlerinin ufak çocuklarıyla evleniyorlar. Hz. Ali de Ebubekir'in ölümünden sonra kendisinden dul kalan eşi Esma binti Umeys'le evlendi ve çocukları oldu. Bunu daha önce de yazdım. Onlarda yaşam böyleydi. (200)  b) Gerek bireysel, gerek kitlesel şekilde insanlar Ebubekir'in yanma çıkarak, "Aman Ömer çok serttir, nasıl halife olarak tayin edersin, bunu yaparsan Allah'a karşı nasıl hesap vereceksin" dedikleri halde, Osman'ın bunlardan farklı olarak Ebubekir'e, "Aslında Ömer iyidir, onun içi dışından daha temizdir" demesi anlamlıdır. Az önce belirttim ki, Talha b. Ubeydullah, Ömer'in halifeliği konusunda Ebubekir'le konuşurken Talha olumsuz rapor vermişti. İşte bu Talha daha sonra halife Osman'ın damadı Mervan tarafından Osman'a karşı tavır alanlardan olduğu için katledildi. (201) İşte bunlar da cinayetin gerçek adresi noktasında önemli birer ipuçlarıdır.  c) Yine Ömer'in, Ebubekir'in vefat ettiği aynı gecede hemen alelacele cenaze namazını kılıp onu gömmesi, bizzat kabre indirmesi ve sabahleyin de halifelik görevine başlaması, bu arada Ebubekir için ağlayan aile fertlerini, kadınları kırbaçlaması anlamlıdır. Neden alelacele gömüyor, neden cenazenin merasimle kaldırılmasına izin vermiyor? Daha önce Ebubekir'le Ömer'in arasının ne kadar açık olduğunu örneklerle izah ettim. Dolayısıyla Ömer'in bu defin işinde hizmet gibi görünen davranışları, aslında bir hizmet niyetiyle değil; bir an önce bu cenaze işi bitsin, kimse duymasın, kolayca sabahleyin iş başı yapayım niyetiyledir. Bir de tabii ki babası, annesi, bir yakını ölse insan ağlar; bu doğal bir şeydir. Ömer'in bu kadınları dövmesi, korkusundandır: Kimse duymasın diye bu tavrı göstermiştir. Çünkü yine Ömer zamanında Halit b. Velit ölünce kadınlar ağlamıştır. Ama Ömer burada bir sorun çıkarmadığı gibi; üstelik ağlasınlar diye izin de vermiştir. Bu da onun niyetinin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor: Kadınlar, Ebubekir'in yakınları ölülerine ağlıyorlarsa sana ne! Tabii ki bu da kuşku uyandırıyor, anlamsız değil. (202)  Daha önce de ifade ettiğim gibi, birçok İslami kaynakta geçen şu bilgi önemli: Osman'ın vasiyet esnasında tek başına Ebubekir'in yanında kalıp vasiyetini yazması, Ebubekir'in bayılması sonucu Osman'ın Ömer'in ismini yazması ve Ebubekir'in aklı başına gelince bunu okuyup onaylaması ve sonunda Osman'ın bir kölesiyle birlikte dışarı çıkıp o arada Ömer de onlarla birleşince, halka "Kabul ederseniz okurum yoksa okumam" demesi, Ömer'in acele-panik içinde Osman'ı dinleyin demesi ve hele hele Ebubekir'in de okur-yazar, vahiy kâtibi olduğu halde onun o kâğıda yazdığına dair hiçbir işaretin bulunmaması (üstelik şahitsiz bir kâğıt); tabii ki kuşkuları daha da artırıyor. Bir de Ebubekir'in yazıları, genelde uyarılar içeriyordu, içinde vaz'u-nasihat vardı. Bu vasiyette ise, "Ömer'i halife olarak öneriyorum, iyilik yaparsa iyi olur, aksini yaparsa ben ne yapayım?" gibi hiç de Ebubekir'in söylemlerine uymayan bir stille yazılan ifadeler. Bunlar da şüphe uyandıran noktalar.  Bir de Ebubekir çok hastadır, öyle ki besmele kelimesini bile yazmadan bayılmıştır. Peki, gerçekten bu baygın halinde Osman'la bunları konuşabilir mi? Yine madem Osman dışında kimse yoktu içerde; Ebubekir'in bayılıp bir daha ayıldığını ve Osman'a, bravo iyi etmişsin de Ömer'i vasiyetime almışsın gibi sözler söylediğini Osman dışında kim duydu? Osman'dan başka şahit yok! (203)  d) İster teklifleri ciddi olsun, ister deneme mahiyetinde olsun; Hz. Muhammed'den sonra halife seçimi konusunda yürütülen çalışmalar sırasında hem Ebubekir, hem de Ömer Ebu Ubeyde'ye, "Sen aday ol" diyorlardı, o sıralarda Osman'ın adı hiç geçmiyordu. Ama Ebubekir'in vefatıyla birlikte her ne hikmetse Osman öne çıkıyor ve Ebu Ubeyde ismi ortadan kalkıyor. Üstelik Ebubekir döneminde atanan eyalet valileri, askeri yetkililer, vergi memurları görevden alınıp yerlerine de en çok Emevi sülalesine bağlı kişiler atanıyor ve zamanla Emevi saltanatı meydana geliyor. Ebubekir döneminde görev yapıp da Ömer döneminde uzaklaştırılan bu insanların çoğu, Ömer'in halifeliği döneminde şu veya bu şekilde ortadan kayboluyorlar/öldürülüyorlar.  Mesela Muaz bin Cebel ile Ebu Ubeyde için Şam tarafında bir kıtlıkta (Amvas kıtlığı) ölmüşlerdir, diye bilgi verilmiş. Daha önce de yazdım, Mekke valisi ve aynı zamanda hacdan sorumlu Attab adındaki kişi zehirli yemekle öldürülüyor ve kısa bir notla cinayeti Yahudilerin işlediği kayda geçiriliyor, o dönemde sanki Yahudi mi kalmıştı! Muhammed zamanında Hayber, Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza Yahudilerinin işi çoktan bitmişti. Ancak şu olabilir: Kalan Yahudilerden plan konusunda bilgi edinmiş ve sonuçta Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit ile yine Yahudi asıllı Abdullah bin Selam gibi şahısları da aracı olarak kullanmış olabilirler; yoksa o sırada Yahudilerden etkili bir kesim kalmamıştı.  Yine Ebubekir'in önemli görevlilerinden, özellikle irtidâd hareketlerini bastırma konusunda meşhur olan Halit bin Velit görevden uzaklaştırılır ve Suriye'nin Hımış kentinde hicri 21. yılında Ömer zamanında vefat eder. O da zehirlenerek öldürülür. Mesela İbni Teymiyye gibi İslam önderleri, Halit b. Velit zehirlenerek ölmüştür, diyor. Zaten Ömer hiç onu sevmiyordu, ona kalsaydı Ebubekir zamanında Malik'in eşini aldığı zaman taşlanarak öldürülmeliydi. (204) Yine Ebubekir'in görevlilerinden Utbe bin Gazvan da hacdan dönerken devesinden/atından düşer ve ölür, en azından böyle söyleniyor; eğer doğruysa! Tabii ki bu da kuşkulu. Tekrar oluyor ama bir kere daha hatırlatmakta yarar var. O dönemin muhalifleri ya zehirlenerek öldürülmüş veya başarılması zor savaşlara gönderilip bu şekilde etkisiz hale getirilmişlerdir. (205)  e) Aslında Ebubekir'in bir ara Abdurrahman b. Avfa, "Keşke Halit b. Velit'i Şam'a gönderdiğim zaman Ömer'i de Irak'a gönderseydim" demesi anlamlıdır. Yani keşke Ömer'i başımdan kovsaydım, uzaklaştırsaydım demek istiyor. Ebubekir'in bu açıklaması neredeyse konuyu işleyen ilgili tüm İslami kaynaklarda var. Tabii ki bu da önemli bir tespit. (206)  Bir de kitapları okuyanlar, hemen okuyup geçiyor, olaylar arasında ilişki kurmuyorlar. Mesela Ebubekir'le birlikte Attab da o zehirli yemekten yiyor ve ölüyor deniliyor. Ama kimse bunun üzerinde durmadan, bilgi olsun diye kısa not şeklinde geçiştirmişlerdir. Bu Attab da kim, o niye bu plana dahil olmuş, yoksa o da tesadüfen mi orada bulunuyordu diye kimse bunu irdelememiş. İşte bu sorunun yanıtı da konuyla alakalıdır. Bu şahıs, Muhammed zamanında Mekke valisiydi. Ebubekir gelince ilk yıl yine bu görevi sürdürdü ve ikinci yılı hac işlerinden sorumlu göreve getirildi. O dönem hac işlerinden sorumlu olan kişi, halifeden sonra gelen ikinci yetkili adamdı.  İşte Attab'ın zehirlenmesi bir tesadüf değil; tersine ona karşı da bir komplo söz konusu. Çünkü bu adam Ömer'in rakibi ve hatta onu geçebilecek durumda. (207)  Keza Ebubekir'in, "Aslında Ömer halife olmazsa daha iyi olur." şeklindeki açıklaması var. Bundan da, Ebubekir'in Ömer'den memnun olmadığı belli oluyor; ama öyle görülüyor ki, işin başında birlikte bazı planlar yapmışlar; artık Ebubekir istemese de yerine getirmek zorunda. Hatırlanacağı gibi Ömer'in bir ara onu tehdit ettiğini, senin hakkında bildiklerimi açıklasam süvariler bile atlarından/develerinden inmek zorunda kalırlar dediğini yazmıştım. Hatta Ömer'i istemeyen o kadar çok insan vardı ki, Ömer'in halife olmaması için kitlesel olarak Ebubekir'in yanına gidiyorlar, Ömer çok sert-haşin biri, makam sahibi olursa daha da sertleşir, sakın ola halife olmasın diyorlar; bunu daha önce yazdım. (208)  Ayrıca bu zehirli yemeği ayarlayanlardan Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit'in daha sonra Ömer ve Osman tarafından çok önemli görevlere getirilmesi, kafaları daha da karıştırıyor. Mesela halife Osman zamanında hazırlanan Kuran için bu Zeyd komisyon başkanı olmuştur. Gerçi Ebubekir zamanında bu konuda yapılan çalışmada yine komisyon başkanıydı. Kur'an'ın Osman zamanında nasıl kitap haline getirildiğine, daha doğrusu nasıl oluşturulduğuna ilişkin elimde yeni bir çalışmam var; orada bu konuları detaylıca anlatacağım. Ancak merak edilmesin diye burada kısa bilgi vereyim. En başta Hz. Ali gibileri onlarca vahiy kâtibi var iken ve ta Mekke'den beri Hz. Muhammed'le beraber iken, Kur'an'ı baştan beri takip edenler var iken, Medine döneminde Müslüman olan ve Muhammed'le tanışırken de 11 yaşlarında bir çocuk olan bu Yahudi asıllı Zeyd bin Sabit'in, Kur'an'ın bir araya getirilmesi komisyonuna başkan olması, izah edilebilir bir olay değildir. Yine örneğin Ömer hicri 17. yılında hacca gidip 21 gün kalırken, Zeyd'i kendi yerine görevlendirir. Yine aynı yıl Ömer umreye gidince Zeyd'i bir daha tayin eder. (209) Sanki başka adam mı yoktu. Osman'ın kendi zamanında onu tekrar aynı göreve getirmesi, ister istemez kuşku oluşturuyor: Acaba Ebubekir'e zehirli yemek yedirdiği için ödüllendirilmiş midir veya bir pazarlık sonucu mudur?  Ayrıca halife Ömer iki kez hacca, bir kez de Şam tarafına gitmiştir ve yerine de Zeyd bin Sabit'i üç sefer Medine valisi olarak tayin etmiştir. Aynı toleransı Osman da göstermiştir. Bunlar tesadüfî olan şeyler değildir. (210) 
f) Taberi gibi (ö.310) bir müfessir (Kur'an yorumcusu) ve tarihçinin şu açıklaması dikkate değer. Ebubekir ölüm döşeğindeyken Osman'a, sana bir şeyler söyleyeceğim; Allah senden razı olsun sakın kimseye anlatma diyor. Osman, "Evet; kimseye söylemem" sözünü verince Ebubekir, "Aslında Ömer halife olmazsa onun hayrınadır" diyor ve bu konuşmanın sonunda yine Osman'ı uyarıyor; "sakın bu söylediklerimi, seni niye yanıma çağırdığımı kimseye anlatma" diyor. Taberi'de bu açıklamanın yapıldığı yerde dipnotta, ibni Sad'ın da bunu aktardığı eklenmiştir.  Belli ki Ebubekir-Ömer arasında bozulması zor olan pazarlıklar daha önce yapılmış ki, Ebubekir, Ömer'i istemediği halde artık bir şey yapamamaktadır. Örneğin Hz. Muhammed'e karşı birlikte tertipledikleri cinayet planı... Ömer nasıl Muhammed'e karşı etkili biri idiyse, Ebubekir'e karşı da çok baskın/otorite sahibi bir insandı. Dikkat edilirse Ebubekir, Osman'la Ömer hakkında bir cümle sarf ediyor. O cümlenin hem başında, hem de sonunda, sakın ha bunu ağzından kaçırma diyor. Bu aslında somut bir kanıttır. Zaten daha önce Ebubekir'in Ömer'e karşı ne kadar etkisiz olduğunu örneklerle açıkladım. (211)  g) Yine Ebubekir'in (nabız yoklaması da olsa) Osman'a, "Aslında halifeliğe sen daha uygunsun" demesi ve Osman'ın buna karşı, "yok Ömer olsun, o daha uygundur" diye cevap vermesi, gösteriyor ki plan Osman'la Ömer arasında sonuçlandırılmış, bir karara varmışlar, artık programı yavaş yavaş uyguluyorlar. Pazarlıklar olmasaydı, onu zehirlememiş olsalardı, Osman bu fırsatı kaçırmazdı. Çünkü onun bağlı bulunduğu Emeviler çok güçlüydü, bir de Osman, Muhammed'in damadıydı (kızlar Muhammed'in olmadığı halde yine de bu önemli bir faktördü), millet bunu da göz önüne alırdı. Ebubekir cidden ona teklif sunmuş olsun diye düşünelim; Osman artık olup bitenlere karşı yeni bir adım atamazdı, "hayır" demekten başka bir yolu yoktu.  Başlığı şöyle kapatmak isterim: Madem bu kadar İslami kaynakta Ebubekir zehirlenerek öldürülmüştür deniliyor, (212) peki hangi olaydan dolayı, nerede, zehirli yemek yediren kim, faili ne oldu diye sormak lazım. 'Yahudiler onu zehirledi' şeklindeki kısa açıklamayla bu olay kapatılamaz.  Olup bitenlere bakıldığında, şöyle bir planın yapıldığı ortaya çıkıyor: Aslında Ebubekir artık son nefesini verirken, Osman tarafından göz hapsine alınmış, evine girilip çıkılmış, yoklanmış; Osman onu nöbet tutarcasına takip etmiş ve artık can verme anında iken, aslında daha önce Ömer'le birlikte yazdıkları o hazır kâğıdı cebinden çıkarıp "Ebubekir'in vasiyetidir" şeklinde halka ilan etmiştir. Bu anlatılanlardan böyle bir film çevrildiği rahatlıkla anlaşılabiliyor. Ölüm hangi yaşta gelir bunu kimse bilemez; ancak Ebubekir altmış yaş civarında ölürken babası henüz hayattaydı. Kimseyi cani diye ilan etmekten zevk alacak halim yok; ancak sansüre rağmen bu bilgiler önemli İslami kaynaklarda var. 
BÖLÜM 5 - HALİFE ÖMER 
 a) Halife Ömer Neden Katledildi?  Halife Ömer'in cinayet nedeni çok ilginç ve maalesef Müslümanlar bunu bilmiyor. Onların kafasında hep "adaletin kılıcı, merhametli bir Ömer" olarak yer edinmiş. 1986'dan sonra ben Diyarbakır merkezdeydim, ta 92'ye kadar. Bir ara müftülük, halife Ömer'in katli ile ilgili bir piyes tertiplemişti, ben de izlemeye gittim. O piyesin etkisiyle izleyicilerde büyük bir nefret ve infial oluşmuştu: "Keşke Ömer'in katili Ebü Lü'lü'ü ele geçirip paramparça etseydik." mesajı, onların gözlerinden okunuyordu. O günlerde bu konuda fazla bilgi sahibi değildim; ama fanatik de değildim. Zaman içinde Ömer'in asıl kimliğini/icraatını öğrendim, o piyesteki insanların o nefreti hatırıma geliyor; üzülüyorum. Geçenlerde bir yazı okudum; Yemen'de kanun çıkarmışlar, bir kız çocuğu 17 yaşına gelmeden evlenemez diye. Kadınlar bunu duyunca niye böyle bir kanun çıkarıyorsunuz diye ellerine birer pankart alıp meclise yürüyüşe geçmişler. Hâlbuki o kanun kadınların lehinedir. Burada olay şu: Onlar İslam'a inanıyorlar. İslam'da da küçük yaş kızlar için problem değil. Bu kanunu çıkarmakla Yemen hükümeti İslamiyet'e saygısızlık yapmış oluyor! İşte karşı koyuşlarının nedeni bu.  Evet, Ömer neden öldürüldü?  Halife Ömer kolay kolay Farsları şehre sokmazdı, onların Medine'ye yerleşmelerine izin vermezdi. Bir gün Mugire b. Şube, Ömer'e bir mektup yazdı. Mektubun içeriği şu: Yanımda Fars/İranlı biri var, adam hem iyi bir demirci, hem marangoz ve hem de ressam/figür işini iyi yapan biri. İzin verirsen Medine'ye gelsin orada bizim insanlarımıza faydalı olsun. Önerdiği kişi Mugire'nin kölesidir, kalabalık bir merkezde kalmasını, fazla müşterisi olmasını arzu etmektedir. Sonunda Ömer izin verir ve adam Medine'ye yerleşir. Her gün (para kazansın kazanmasın) patronuna iki dirhem (o günkü para birimi) vermek zorundadır. Bir süre sonra bu kadar para vermek adama zor gelmeye başlar. Bir ara Ömer'e durumunu anlatır, bu kadar ücreti ödeyemeyeceğini söyler. Ömer, sen kazanırsın, birçok sanatın var der ve ona yardımcı olmaz.  Bu arada Ömer ona, "Duyduğuma göre sen hava ile çalışabilecek değirmen de yapabiliyormuşsun." der. Adam evet dedikten sonra ve Ömer'e kızgın bir bakış atarak "Ömrüm yeterse sana öyle bir değirmen yapacağım ki, numune olsun, insanlar hep onu konuşsun." diye ekler. Ömer'i öldürme duygusuyla doludur. Ömer de onun bakışlarından bu durumu fark ederek, "Baksanıza bu adam beni tehdit ediyor." der. Tabii ki alaylı bir şekilde. Ve adam gidip iki ağızlı, uzun bir hançer yapar, bir gün sabaha karşı camide Ömer'e saldırır ve üç darbe vurup kaçar. Kaçarken de önüne gelenlere, onu yakalamak isteyenlerin hepsine saldırır ve rivayetlere göre on üç kişiyi katleder. Hançerin zehirli olduğunu da belirtmeliyim. Sonuçta teslim olmamak için intihar eder.  İşte Ömer'in ölüm hikâyesi böyle.  Haksızlığa maruz kalan ve kendi memleketinde önemli bir ailenin de evladı olan bu insan, bir hiç uğruna köle statüsüne tabi tutuluyor, Ömer'e derdini anlatıyor ve Ömer de, "Çalış, çalış. Senin elinden birçok iş gelir." karşılığını veriyor. Şunu belirteyim ki, Ömer'in cinayetiyle ilgili Müslümanlar tarafından ezberlenmiş o bilgi gerçeği yansıtmıyor. Ömer'i katleden Firuz, yine Ömer'in halifeliği döneminde Müslümanlarca ele geçirilen İran'a bağlı Nihavend şehrindendir. İslam tarihindeki bilgiye göre Müslümanlar 100 binden fazla insanı katlediyor bu savaşta. Otuz bini savaş alanında, seksen bini de baskınlarda öldürülüyor. Bu savaşta her Müslüman süvari askere altı bin dirhem ganimet dağıtılıyor. Piyadeye de iki bin. Önemli kişiler katlediliyor. Kadınlar cariye ve birçoğu köle statüsüne tabi tutularak Medine'ye götürülüyor. Böyle bir manzaraya ne denilebilir ki. Ömer'i katleden Firuz, çoğu kez o çocukların yanına gidip başlarını okşardı ve "Ne yapayım, yapılacak bir şey yok. Ömer, ciğerlerimi yedi/parçaladı." diyordu ve hep düşünüp taşınıyordu. İşte bundan sonrası önemli.  İbni Teymiyye Minhac'ü Sünne adlı yapıtında bu konuyu işlerken şunu söylüyor: Bu adamın Ömer'i katletmesi bir siyasi olaydır. Bunu basit bir vergi meselesine bağlamak doğru değildir. Adam, alınan şehrini düşünüyor, katledilen insanlarını düşünüyor, Medine sokaklarında her gün o esir çocukları görünce eriyor, katledilen o Nihavend kadınlarını gözünün önüne getiriyor. Ve bu yüzden bir an önce Ömer'i nasıl yok ederim planları yapıyor, tabii ki kendisine biçilen vergi de ağır, o da etki yapmış olabilir; ama asıl neden, siyasidir.  Afrika'ya, İspanya'ya, Orta Asya'ya kadar uzanarak fütuhat adı altında o zamanki yerüstü kaynaklarını talan ettiler. İyi ki teknoloji devri başladı; yoksa bu fütuhatlar hâlâ devam edecekti ve nice Firuzlar ya esir olup bir patrona uşak yapılacak, ya da katledilecekti; kadınlar-kızlar da cariye olacaktı ve mal-mülk ne varsa hepsi ganimet olarak dağıtılacaktı. (213)  b) Bilinmeyen Yönleriyle Halife Ömer  En başta Hz. Muhammed olmak üzere, Ebubekir ve daha birçok önemli kişinin ölümünden sorumlu tutulan Ömer'in yapısının gerçekten buna müsait olup olmadığını iyi anlamak için, bilinmeyen yönlerine iyi bakmak lazım. İslami kesimce sağlam diye kabul görmüş kaynaklardan derlediğim bazı özelliklerini bu başlık altında özet emek istiyorum.  İlkin halife Ömer'in niçin ve nasıl Müslüman olduğu konusuna değinmek istiyorum. Onu tam tanıyabilmek için bu konunun da bilinmesinde yarar var.  Ömer'in nasıl Müslüman olduğu konusu, neredeyse imanın şartları gibi her Müslüman'ın ezberindedir. Onun için formaliteler üzerinde pek durmayacağım. Ancak iddia edildiği gibi Ömer o komik nedenden dolayı mı Müslüman olmuştur; yoksa başka nedenleri mi vardı, buna katkı sunabilecek bazı ipuçları vereceğim.  İslami kaynaklarda anlatılan şu: Mekke döneminde henüz Müslümanların sayısı 40 civarında iken, inanmayanlar Hz. Muhammed'i ortadan kaldırmak için kiralık katil ayarlamaya karar verirler. Sonuçta Ömer ortaya çıkıp bu işi ben yaparım der ve anlaşırlar. Bunun sonucu olarak Ömer kılıcını kuşanır Muhammed'i öldürmek için dışarı çıkar. Yolda Nuaym b. Abdullah adındaki birine rastlar. Adam Ömer'e, "Senin yakınların Müslüman olmuş, önce kendi aileni bir düzelt de ondan sonra git başkasıyla uğraş." der. Ömer, "Hangi ailemden söz ediyorsun?" diye sorunca, Nuaym b. Abdulah, "Amcanın oğlu ve aynı zamanda enişten Said b. Zeyd b. Amr ve kız kardeşin Fatma bin Hattab işte bunlar Müslüman olmuşlar." der. Bunun üzerine Ömer hemen yolunu değiştirip onların evine doğru gider. Kapıya varınca, Habbab adındaki kişinin onların evinde Kur'an'dan ayetler okuduğunu işitir. Ömer içeri girer, "Az önce okuduklarınız ne idi?" diye sorar. Kız kardeşi ile eniştesi bunu inkâr edince Ömer, "Duydum ki ikiniz de Muhammed'e uymuşsunuz ve onun dinine girmişsiniz." der ve hemen eniştesi Said b. Zeyd'in üzerine çullanır. Fatma kalkıp onu kocasının üzerinden uzaklaştırmak isteyince Ömer onu da tokatlar ve başını yarar. Bu arada kız kardeşi ve eniştesi ona, "Evet, biz Müslüman olduk. Sen ne yaparsan yap." derler.  Ömer, kız kardeşinin başını yarıp kanattığını görünce duygulanır ve o andan sonra kız kardeşine, "Demin okuduğunuz eğer yazılı varsa bana getirin, Muhammed'in davası neymiş bir bakalım?" der ve ondan sonra onlara yumuşak davranmaya başlar. O sırada kız kardeşi Fatma ona, "Ey kardeşim! Sen puta taptığın için necissin/pissin (temiz değilsin!) Hâlbuki Kur'an'a temiz olanlar ancak dokunabilir!" der. Bunun üzerine Ömer kalkıp yıkanır ve kardeşi Fatma da ona o sayfaları getirip verir. Sayfalarda Taha suresi ile Tekvir suresinin birkaç ayeti yazılıymış. Ömer Taha suresinin baş tarafındaki ayetleri okuyunca, "Bu sözler, ne kadar güzel, ne kadar değerli!" demekten kendini alamaz ve o andan sonra da gidip Muhammed'le konuşup Müslüman olduğunu ilan eder ve artık Muhammed'le çalışmaya başlar. İşte İslami kaynaklarda halife Ömer'in Müslüman oluşunun kısa hikâyesi bu.  Ömer'i çok etkileyen ve Müslüman olmasına neden olan ayetlerin içeriğinde neler var, neymiş o olağanüstü mesajlar ki Ömer artık dayanamamış, sonuçta inanmış? Önce bu ayetlere bir bakalım. Bir kere birinci ayet (Ta ha) anlamı olmayan bir kelime; bunu geçelim. Ömer'in dinlediği (kalan) 15 ayette, biz Kur'an'ı sana güçlük verelim diye değil de, Allah'tan korkanlara öğüt olsun diye indirdik. Yerle gökleri yaratan Allah'tır. Rahman/Allah Arş'ta istiva etmiş (Bu da çok tartışmalı ve Tevrat'la örtüşen bir ayet. Hani Tevrat'ta deniliyor ki Allah evreni 6 günde yarattıktan sonra yedinci günü Arş'a oturmuş. Burada da bunun çağrışımı var), göklerle yerin ve ikisi arasındakilerle yerin dibindeki ne varsa hep Allah'ındır, Allah gizliyi de aşikârı da bilir. Allah'tan başka Tanrı yoktur ve en güzel isimler Allah'ındır denir.  Bunlar söylendikten sonra hemen Hz. Musa olayına atlama yapılır ve ilginçtir ki Allah burada soru şeklinde giriş yapan Musa olayı sana (ey Muhammed) ulaştı mı, der ve anlatır: Hani Musa uzakta bir ateş görünce ailesine, "Hele bir gidip bakayım, ola ki o ateşten bize bir parça getiririm veya yanında biri varsa sorarım belki bize yardımcı olur." gibi Tevrat'ta anlatılan mitolojiden bir özet var son kısımda (Sunduklarım, Ömer'in dinleyip de etkilendiği ayetlerdir.).  Bir de o sırada Ömer'in dinlediği Tekvir suresinin ilk 14 ayetinde neler var, bunları da özet şeklinde Diyanet'in Kur'an tercemesinden vereyim. "Güneş dürüldüğü zaman, yıldızlar söndüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman, gebe develer salıverildiği zaman, yaban hayatı yaşayan (irili ufaklı) tüm canlılar toplandığı zaman, denizler kaynatıldığı zaman, ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman, diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, amel defterleri açıldığı zaman, gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, Cehennem alevlendirildiği zaman, Cennet yaklaştırıldığı zaman, herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir." (214)  İşte Ömer'i etkileyen ayetler bunlar.  Şunu da hatırlatmakta yarar var: Bir kere Ömer bu ayetleri yeni duymuyordu! Bunları ve daha nicelerini çarşıda, pazarda, sokakta ve her yerde Muhammed'den açık bir şekilde dinliyordu. Zaten Muhammed bunları anlattığı için muhalefet ona inanmıyordu ve Ömer bu yüzden kılıcını alıp onu öldürmeye gitmişti. Peki, neden dışarıda bunların daha fazlasını dinlediği halde etkilenmedi de, içeride birkaç ayet okuyunca onda iz bıraktı ve olağanüstü ayetler diye İslam tarihine geçti? Ömer'in daha önce bu ayetleri hiç duymadığını, bu olayda duyduğunu kabul edelim! Peki, az önce anlamlarını sunduğum bu ayetlerde ne vardı ki Ömer çok etkilenerek Müslüman olmuştur?  Aslında Ömer kız kardeşini döverek onu yaraladığında, bundan bir nebze (o an için) etkilenmiş olabilir. Ancak Ömer'le ilgili tüm bilgiler bir araya getirildiğinde, onun İslamiyet'i kabul ettiği andan itibaren, gelecekle ilgili kafasına bazı düşünceleri yerleştirdiğini söylemek kuvvetle muhtemeldir. Çünkü o dönem Mekke'de farklı ve etkili bir siyasi örgütlenme yoktu; nasıl olsa bu din formülüyle Muhammed bir şeyler yapmaya, yeni bir sistem kurmaya çalışıyordu; hiç olmazsa ben de fazla düşman kesilmeden şimdiden bağlanıp gelecek için planlarımı yapayım şeklinde düşünmesi ve buna yönelik hesaplar yapması en gerçekçi olanıdır, tabii ki eğer Ömer'in İslamiyet'i kabul etmesi anlatıldığı gibi ise. Ama belki de farklı bir şekilde Müslüman olmuştur, bunu bilemiyoruz. Hep söylüyorum: İslam tarihi maalesef çok karanlık bir tarihtir, bağımsız yazılan bir tarih değildir. Az sonra sunacağım hadiste ve daha birçoğunda Hz. Muhammed, Ömer için, "Şeytan bile senden kaçar." demektedir. Yani Ömer boşu boşuna, hemen gidip ben de Müslüman oldum demez; bu, çok safça bir düşünce olur.  
Şimdi de Ömer'in gerçek hayatından somut birkaç örnek vereyim. 
Örnek 1: Sad b. Ebi Vakkas aktarıyor: Bir gün halife Ömer Muhammed'in yanına girmek için izin ister. O sırada da Muhammed'in yanında birtakım kadınlar da vardır. Bunlar hem onunla sohbet eder, hem de yüksek sesle konuşup kadın haklarıyla ilgili bazı isteklerini, sıkıntılarını dile getirirler. Ömer içeri girince onlar hemen kalkıp perde arkasına gider, saklanırlar. Buna karşı Muhammed gülmeye başlar. Ömer bunun nedenini sorunca Muhammed, "Bu kadınlara şaştım: Ben ve onlar baş başa iken serbesttiler, bir sorun yoktu; senin sesini duyunca koşup perde arkasına gittiler." der. Ömer, "Bunlar, asılında sana karşı böyle disiplinli olmalıydı." der ve o kadınların bulunduğu yöne doğru dönerek, "Ey kendine düşman olanlar! Muhammed'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekmiyorsunuz?" diyerek onlara serzenişte bulunur. Kadınlar da, "Evet! Senden korkarız. Çünkü Sen çok sert mizaçlı bir insansın." karşılığını verirler. Bu arada Muhammed, "Allah'a yemin olsun ki, ey Ömer eğer şeytan sana bir caddede rastlamış olsa, mutlaka senin tuttuğun yoldan yönünü çevirip başka bir yol alır." der. Evet; Ömer'in sertliğini ortaya koyan bu önemli hadis, Buhari ile Müslim'de ortak olarak işlenmiştir. (215)  Ömer'le ilgili benzer örnekler İslami eserlerde çoktur; birkaçını daha aşağıya alıyorum...  Örnek 2: Leyla adında bir kadın anlatıyor. Biz İslamiyet'i kabul ettiğimiz için muhalif olanlar (Mekke'de) bize eziyet çektiriyorlardı, bunların başında da Ömer geliyordu. Kendisi çok sert bir insandı. Bize uygulananlara dayanamadığımız için eşim Amir b. Rab'i ile birlikte hazırlandık, Habeşistan'a göç edeceğiz. Ömer bu hareketliliğimizi görünce "Hayırdır, nereye?" diye sordu. Ben de, "bize yaptığınız zulme dayanamadık burdan kaçıyoruz" dedim. Buna karşı Ömer sert bir davranışta bulunmadı, tam tersine, "Allah sizinle olsun" dedi. Daha sonra Ömer gidince eşim yanıma geldi. Ben eşime, Ömer'le aramda geçenleri anlattım, Ömer'in bana yumuşak davrandığını söyledim. Bu sırada eşim, "Ömer'in merkebi/eşeği Müslüman olmayana kadar Ömer Müslüman mı olacak sanki" dedi. (216)  Burada, az önceki örnekte anlatılan Ömer, Müslüman olmadan önceki Ömer'dir; İslamiyet'i kabul ettikten sonra değişmiş ve adaletin kılıcı olmuş gibi sözler söylenebilir. Kanımca bu başlık sonuna kadar takip edilirse ve kitapta olup bitenler de göz önüne alınırsa Ömer'in değişip değişmediği daha kolay ortaya çıkar.  Örnek 3: Burada anlatacağım olay, az önceki örnekle aynı mesajı içeriyor. Hz. Muhammed'in genç eşi Ayşe anlatıyor. Ben ve eşim Muhammed evde oturuyorduk. O arada sesler, çocuk sesleri geldi. Kendisi kalkıp baktı. Meğerki Habeşistanlı bir dansöz oynuyor, etrafında insanlar, çocuklar toplanmış bakıyorlar. Muhammed bana, "Ayşe, sen de bakmak ister misin?" dedi. Ben evet dedim ve kendisine yaslandım birlikte bakmaya başladık. Bir ara "Artık yeter mi?" diye sordu. Ben hayır; hoşuma gidiyor seyredelim dedim. O sırada Ömer de oraya geldi. İzleyiciler Ömer'in geldiğini görünce dağıldılar. Bunun üzerine Muhammed, "Ne kadar şeytan varsa (ins-cin) hepsi bu Ömer'den korkar." dedi.  Buna benzer farklı bir olay daha ekleyeyim. Bu sefer Ayşe'nin hizmetlisi Büreyde anlatıyor. Muhammed bir savaştan dönmüştü. O sırada zenci bir kadın huzuruna geldi ve şunu söyledi. Ben bir adakta (yeminde) bulundum ki, eğer bu savaşta Muhammed'in başına bir şey gelmeden kendisi eve dönerse ben de elime def alır çalar, oynarım. Acaba günah değil mi, yapabilir miyim? O da, madem böyle demişsin sorun yok, yapabilirsin dedi. Kadın programına başladı. Bu arada Ebubekir geldi yine sorun yok, kadın devam ediyor. Osman ve Ali geldiler yine sorun yok. Daha sonra Ömer gelince, kadın korkudan durdu ve defini altına alıp üzerinde oturdu: Sanki hiçbir şey yapmamış gibi yaptı. Bunun üzerine Muhammed Ömer'e, "Şeytan bile senden korkar. Biz o kadar insanlar izlerken problem yoktu, kadın oynuyordu; ancak sen gelince vazgeçti" dedi. (217)  Ömer kişilik olarak sert olduğu kadar tip/fizik olarak da farklıydı, korkutan bir görüntüsü vardı. Onun ne kadar sert biri olduğuna bir örnek vereyim. 
Kendi halifeliği döneminde kadının biri bir suçla itham edilir. Ömer haber gönderir, yanıma gel diye. Kadın bunu duyunca, "Vay başıma gelenler; Ömer'le ne işim var" der ve tabii ki zorunlu olarak Ömer'in yanına gelmek için yola çıkar. Kadın o sıra hamiledir ve doğum yapmak üzeredir. Gelirken Ömer'in korkusundan yolda çocuk düşürür ve düşürülen çocuk bir-iki kez ses de verir. Yani sekiz-dokuz aylık bir çocuk.  İslami kaynaklarda Ömer'in özellikleri yazılırken şu ilginç belirleme de yapılmıştır: Ömer kızdığı zaman bıyıklarını tutup çevirirdi, ah-of çekerdi, bir şey üfürür gibi yapardı. Kafasında saç yoktu; kel bir insandı. (218)  Bu hadislerden şu çıkıyor ortaya: Demek ki şeytan, Ömer'den korktuğu kadar Muhammed'den o kadar korkmuyormuş. Bu da İslam mantığına göre Ömer'in Muhammed'den daha dindar olduğu anlamına gelir. Çünkü İslam inancına göre insan ne kadar dindar ise şeytan o kadar ondan uzak durur. Bu gibi örneklerle aslında Muhammed, Ömer'in çok sert ve kaba biri olduğunu vurgulamak istemiştir. Kendisi ailesiyle birlikte izlediği halde sorun yok. Ama Ömer gelince millet dağılıyor. Fakat Muhammed de cesaret edip Ömer'e, "Ey Ömer bu işte günah yoktur, bak ben de izliyorum, insanların istirahatını bozma, peygamber ben miyim yoksa sen misin?" diyemiyor, kendisi bile Ömer'den korkuyor, yanlışlarına karşı bir şey diyemiyor, hep suskunluğu tercih ediyor veya Ömer'in yaptığı çok ağır bir suç da olsa (işlediği cinayetler gibi) onu kurtarmak için hep ondan yana oluyor. Hatta bazen gerektiğinde Cebrail Ömer'den yana zaman zaman ayet de getiriyormuş (!) Bu konuda az sonra birkaç somut örnek sunacağım.  Muhammed'in kadın sanatçıları, def çalan kadınları dinlediğine ilişkin hadisler, Buhari ve Müslim'de defalarca geçiyor. Mesela Ayşe anlatıyor; hem hac mevsiminde Mina'da, hem de normalde Medine'de ve üstelik de camide sanatçı kadınlar oynardı, ben ve Muhammed de izlerdik. Bir ara babam Ebubekir bunları görünce kızdı, bunlar şeytandır dedi; ancak eşim Muhammed, "Bırak oynasınlar; bugün seyrandır boş ver." dedi ve onlar oynamaya devam ettiler. Bellidir ki Ebubekir biraz yumuşak olduğu için Muhammed ona bir şeyler diyebilmiş; ama Ömer olsaydı sonuç farklı olurdu.  Bu hadisler pek duyulmamış olabilir, ancak İslam'ın sağlam kaynaklarında var. Bunları, Ömer'in mizacına birer örnek olsun diye buraya aldım. (219)  Örnek 4: Şu tespiti iyice dikkate almak lazım: Muhammed Mekke'de iken Kur'an'ın 1 14 suresinden 86'sı inmişti/oluşmuştu. Bu Mekke surelerinden hiçbirinde kadınlar aleyhine bir şey yoktur. Kur'an'da var olan kadınlar aleyhindeki ayetlerin tümü Medine'de oluşan 28 surede geçiyor. (220)  Peki, niye Mekke'de böyle bir şey yok; ama Medine'ye gelince oluşan surelerde kadınlar aleyhine ayetler sık sık geliyor? Evet, burası önemli!  Mekke'de bir kere en başta Muhammed'in kadınlarla ilgili sorunu yoktu. Tek evliydi ve eşi Hatice de zengin biriydi. Dolayısıyla onun keyfi yerindeydi. Ayrıca o dönem Mekke'de erkek egemen sistem hâkimdi; ancak Medine çok farklıydı. Bence bugün şehirlerde yaşayanlara medeni insanlar demenin tarihçesi Medine'ye dayanır. Gerçekten nerdeyse anaerkil bir sistem vardı Medine'de. Somut bir örnek vereyim. Medine'de Hz. Muhammed birçok kadınla evlenince tabii ki evde huzursuzluk meydana gelir. Bu kadınların çoğunun aileleri güçlüydü. Dolayısıyla Muhammed onlara olumsuz bir şey de diyemiyordu. Mesela Ayşe Ebubekir'in, Hafsa Ömer'in kızıydı. Bu kadınlar iki gruba ayrılırlar. Birinin başını Ayşe, Hafsa, Safiye ve Şevde çeker. Diğeri ise Ümmü Seleme ve kalan kadınlarından oluşuyordu. Ben burada bunlar arasındaki kavgaları anlatmıyorum. Maksadım, Medine döneminde çok eşlilik olduğundan dolayı huzursuzluk ortaya çıkıyor ve bir ihtiyaçtan dolayı kadınlar aleyhine ayetler oluşuyor. (221)  Her ne kadar Medine'de kadınlar daha özgür de olsa, yine zaman zaman kadına baskı uygulanırdı; özellikle Mekke'den giden Müslümanlar bunu yapardı. Bir ara bazı kadınlar, eşlerinin kendilerini dövdüklerini Muhammed'e şikâyet ederlerdi. Bunun üzerine kendisi, erkekler eşlerini dövmesinler şeklinde bir açıklama yaptı ve bu söz etrafa yayıldı. Bunu duyan halife Ömer hemen gelip Muhammed'e baskı kurdu: "Kadınlar eşlerine karşı azdılar, fetva ver de gerektiğinde erkekler onları dövebilsinler." dedi. Bunun üzerine -her ne kadar daha önce dövmeyin diye açıklama yapmışsa da- bu sefer Nisa suresi 34. ayeti geldi ki, bu ayete göre gerekirse erkekler eşlerini dövebilirler şeklinde açık bir şekilde dövmek için fetva ayeti indi. Bu ayet inince, erkekler eşlerini dövmeye başlarlar; hatta öyle olur ki, eşleri tarafından dövülen 70 kadın Muhammed'in evine doğru yürüyüşe geçer. Ama ne fayda! Ömer tarafı ağır basmış ve kadınlar dövülebilir diyen ayet artık Kur'an'a geçmişti. Kaldı ki, zaten kadınlar güçsüzdü, ayet onların dediği şekilde oluşamazdı. (222) Çünkü kuvvet her zaman güçlüden yanadır.  Örnek 5: Hz. Muhammed bir gün bir iş icabı Müdlic b. Amr adında bir kişiyi halife Ömer'e gönderir. Meğerki o sırada Ömer elbisesiz bir durumda uzanıyormuş veya belki de uyuyormuş. Adam onun yanına varınca avret yerini görüyor ve tabii ki Ömer bunu fark ediyor. Daha sonra Ömer Muhammed'in yanına gelince durumu anlatıyor ve "İnsanlar başkasının evine gidince, önce izin isteyin/kapı çalın da ondan sonra girin." anlamında bir ayet olsaydı çok iyi olurdu. Çünkü gönderdiğin adam geldi, beni uygun olmayan bir vaziyette gördü." diyor. Bunun üzerine Nur suresinde ayetler iniyor. (223)  Yani Ömer'in teklifi Allah katında makbule geçiyor ve hemen Cebrail'i gönderiyor. Ayetin anlamı şu: "Ey inananlar, ellerinizin altında bulunanlar (köle ve hizmetçiler) ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkarıp yatacağınız/uzanacağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açık olabileceği üç vakittir. Bu üç vakit dışında (köle-hizmetçi ve çocuklar) izin almadan içeri girebilirler; bunda ne size, ne de onlara bir sakınca yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah ayetleri size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (224) diyor. İlginçtir ki her iki ayetin de sonunda, "Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" ifadesi geçiyor. Yani bu ev girişleriyle ilgili gelen ayetler, olağanüstü bir şey olarak sayılmış olmalı ki, Kur'an'ın Tanrısı tarafından bu son cümle iki sefer tekrarlanıyor.  Söz Ömer'in az önceki olayından açılmışken, aynı surede bu ev izinleriyle/kapı çalmayla ilgili başka ayetler de var, onları buraya almak istiyorum. Çünkü ilginç şeyler var. Ayetlerin anlamı şu: "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere giderken izin alıp selâm vermeden içeri girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor. Kimseyi bulamıyorsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyiniz. Eğer size, "Geri dönün!" deniliyorsa, siz de dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.  "İçinde kendinize ait eşyanın bulunduğu boş evlere (han, otel gibi) -izinsiz- girmenizde herhangi bir sakınca yoktur/girebilirsiniz. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir." (225)  Evet; çok ilginç şeyler. Sanki dünyanın sorunları bunlarmış, sanki başka sorunlar yokmuş; Tanrı gelip evlere nasıl girilir adabını insanlara anlatıyor. İşte Ömer'in uygun olmayan bir durumda yakalanmasının getirdiği sonuç: Bir sürü ayet; hem de nasıl ayetler... (226)  Örnek 6: Bedir'de adeta aileler arasında meydana gelen bir savaş yaşandı. Muhammed'e karşı olan Mekkeliler, Ebu Süfyan komutasında Medine'ye yakın bir yere kadar geliyor ve Muhammed'le ona inanan ve çoğunluğu yine Mekkeli ve karşı tarafın çok yakın akrabası olan insanlar da öbür cephede bekliyorlardı ve yapılan savaş yakın akrabalar arası bir savaştı. 
Burada bir örnek vereyim. Halife Ömer, kendi öz dayısı As b. Hişam'ı katletti bu savaşta. Vurduktan sonra bir de As'ın oğlu Sait'e, "Babanı katlettiğim için senden özür dilemem. Çünkü senin baban olduğu kadar benim de dayımdır" dedi. Buna karşı Sait, "Hak yolda olmadığı için öldürmüşsün, buna ne diyebilirim ki" karşılığını verdi. (227)  Hz. Muhammed'in meşhur amcası Hamza, Bedir harbinde kendi yakınlarından Utbe ve Şeybe b. Rabi' kardeşleri vuruyor. Ebubekir'in oğlu Abdurrahman hem Bedir, hem de Uhud harbinde Müslümanlara karşı savaşıyordu ve babası da diğer tarafta/Müslüman ordusunda yer alıyordu. Bir ara Bedir harbinde Ebubekir Muhammed'e, "İzin ver de ben savaş meydanında oğlumla karşı karşıya, teke tek vuruşayım" diyor. Muhammed, "Sen benim gözüm kulağımsın olmaz." karşılığını veriyor ve engel oluyor. (228)  Şuna da vurgu yapmak gerekir ki, Muhammed, Ebubekir'e hayır deyince zaten gerekçesini de belirtiyor: Sen benim gözüm kulağımsın diyor. Yani, "Oğlundur, onunla nasıl savaşırsın?" demiyor. Amacı, Ebubekir yaşlı olduğu için muhtemelen oğluna karşı kaybedecekti ve Muhammed önemli bir yardımcısından olacaktı. Maksadın bu olduğu zaten Muhammed'in verdiği yanıttan belli. Muhammed'in hayır demesini farklı tarafa çekebilenler olabilir diye özellikle vurgu yaptım... Yine Muhammed tarafından cennetle müjdelenen Ebu Ubeyde Amir b. Cerrah, Allah rızası için babası Abdullah b. Cerrah'ı Bedir harbinde katlediyor. Aynı zamanda Mus'ab b. Zübeyir, kendi öz kardeşi Ubeyd'i bu savaşta öldürüyor. İşte akraba savaşı olduğu ve Müslümanlar birçok yakınını bu savaşta katlettikleri için, ister istemez bazı Müslümanların kafası karışabilir, morali bozulabilir. Buna fırsat vermemek için, bu olup bitenler esnasında şöyle bir moral ayeti oluşur:  "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah'ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (229) Evet; bu ayet, Ömer gibi en yakın akrabasını Allah rızası için katledenleri takdir ediyor, benzer cinayetlere devam edin, bunları işlemekle siz Allah tarafı sayılırsınız, ne mutlu sizlere diyor. Üstelik cennetle müjdelenen Ebu Ubeyde'nin katlettiği babasının adı, Abdullah, yani Allah'ın kulu. Bir hiç uğruna bu insanlar katlediliyor ve oluşan Kur'an ayetleriyle de bunlar takdir kazanıyor.  Burada olay şu: O katiller arasında yine halife Ömer vardı. Kim bilir o olmasaydı belki de bu moral ayetleri oluşmazdı, hiç de gündeme gelmezdi. Kritik konular olduğu için, bunları içeren güvenilir İslami kaynaklardan bir listeyi aşağıya alıyorum. (230)  Örnek 7: Ömer, hicri 6. yılında Hudeybiye antlaşması sırasında Muhammed'e karşı sert bir çıkış yaptı. Çünkü Muhammed, yanına aldığı 1400 kişilik bir Müslüman kitleyle birlikte Medine'den, Umre niyetiyle Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Henüz şehre girmeden Mekkeliler haber aldı ve onlara engel olmak istedi. Sonuçta iki taraf arasında bir sözleşme yapılması kararına varıldı. Tarih, miladi 628. Bu antlaşmaya Hudeybiye/Biat-i Rıdvan adı verilmiştir. Kâtipliği ise Hz. Ali yapmıştır.  Karşı tarafın heyet başkanı Süheyl b. Amr'dı. Sıra antlaşma metnini yazmaya geçince, Muhammed, Hz Ali'ye, "Bismillahirrahmanirrahim" ile başla dedi; ama karşı taraf bu şekilde yazılmasını kabul etmedi; "Bismikellahümme" şeklinde yazılsın dediler. Muhammed, "Tamam böyle olsun fark etmez." diyerek onların teklifini kabul etti, Hz. Ali de o şekilde düzeltti. Muhammed yine Ali'ye, "Bu antlaşma, Allah'ın peygamberi Muhammed ile Mekkeli heyetin başkanı Süheyl arasında yapılan bir antlaşmadır." ibaresini yaz deyince, Süheyl buna da itiraz etti, "Eğer senin peygamber olduğuna inansaydık zaten aramızda sorun olmazdı ve bugün burada bu antlaşmaya gerek kalmazdı, siz de rahat bir şekilde gelir Ka'be'ye girer, tavafınızı yapardınız. O yüzden böyle bir cümlenin antlaşma metnine geçmesini kabul etmiyoruz; sadece Abdullah oğlu Muhammed yazarsanız olur." dedi. Bu, Müslümanların itirazlarına neden oldu, bu hakarettir, kabullenemiyoruz dediler. Bu arada Muhammed müdahale etti ve bizzat kendi eliyle Allah'ın peygamberi terini silip Abdullah oğlu Muhammed şeklinde düzeltti. Yazılan antlaşmanın şu iki maddesi Müslümanlara çok ağır gelmiştir:  
1- Müslümanlar o yıl Kabe'yi ziyaret etmeden oradan geri dönecekler. 
2- Medine'den herhangi biri gelip Mekkelilere sığınırsa Müslümanlara geri verilmeyecek; ancak Mekke'den herhangi biri Müslüman olup Medine'ye sığınırsa, o tekrar geri verilecek.  
İşte bu duruna Ömer sert tepki gösterir: “Peygamber değil misin, hak yolda değil misin, biz niye ta uzaklardan buralara geldik, sen demedin mi ki biz Umre niyetiyle Kabe'yi ziyarete gideriz?” şeklinde ağır eleştiriler yöneltti. Buna karşı Muhammed, evet ben dedim Kabe'yi ziyaret edeceğiz; ama yılın ismini vermedim ki. İşte seneye bu iş olacak karşılığını verdi. Verdiği yanıt tatminkâr olmadığı için Müslümanların kırgınlığını gideremedi.  Müslümanlar Kabe'ye girmeden oradan döneceklerdi. O yüzden Muhammed onlara, kalkın tıraş olun, kurbanlık hayvanlarınızı kesin dedi; ama kimse onu dinlemedi. Bu çağrıyı üç sefer tekrarladı; ama nafile: Kimse dediğini yapmadı... Sonuçta, beraberinde götürdüğü hanımı Ümmü Seleme ile istişare etti: “Bu insanlar benim sesime kulak vermiyor ne yapmam lazım?” diye sordu. Kadın da, çağırmak yerine sen ilk önce kalk kurbanını kes, herkes sana bakıp kurbanlıklarını kesmeye başlar dedi. Muhammed kurbanını kesmeye başlayınca, Ümmü Seleme'nin dediği oldu ve diğerleri de kesime başladılar. Bu olay zaten meşhur, en başta Diyanet'in terceme ettiği Tecrid-i Sarih'te anlatılmaktadır. İşte bu olayda Ümmü Seleme'nin önerisi daha makul ve gerçekçiydi. (231)  Örnek 8: Şu örneği Kur'an'ın Kökeni adlı yapıtımda yazmıştım; ancak Ömer'i tanıma babında buraya alınmasını uygun görüyorum. Konu, Nisa suresi 65. ayet. İlkin anlamını vereyim, sonra sebep-sonuç ilişkisini anlatayım. Diyanet'in tercemesinden: "Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin karara içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar." diyor Kur'an.  Peki olay ne ki, kimmiş bu Hz. Muhammed'in vermiş olduğu kararı kabul etmeyenler ve bu yüzden de bu ayete göre imansız ilan edilenler? Değişik tefsir ve İslami kaynaklardan bunun yanıtını vermeye çalışayım. Burada çok komik nedenler anlatılıyor.  Biri şu: Hz. Muhammed'in halaoğlu Zübeyir b. Avam ile (ki Muhammed tarafından cennetle müjdelenen kişilerden biri) bir başka Müslüman (ki aynı zamanda Bedir harbine katılan önemli biri) arasında arazi sulaması konusunda ihtilaf çıkar. Bunlar çözüm için Hz. Muhammed'e gidip olayı anlatınca, Muhammed halaoğlu Zübeyir'e hak verir. Bunun üzerine diğer adam, "Ne yapayım ben halaoğlu (yani akraba) değilim ki" diyerek sert tepki gösterir. İşte az önceki ayet bu olaydan dolayı inmiş denilir.  Bir diğer önemli neden de şu:  Bir dava konusunda iki kişi arasında anlaşmazlık çıkar. Hz. Muhammed yardımcı olsun, çözsün diye onun yanına giderler. Sonuçta biri kazanır, diğeri kaybeder. Bu arada kaybeden kişi der ki, iznin varsa bir de durumu Ömer'e iletelim, bakalım bu konuda o ne diyecek? Muhammed de "Sorun yok, gidebilirsiniz" yanıtını verir ve o iki kişi kalkıp doğruca Ömer'in yanına giderler. O sırada onlardan biri, biz bir dava için Hz. Muhammed'e gittik sonuçta birimize karar verdi; ama bir de Ömer'den soralım diye ondan izin istedik; bakalım senin fikrin ne, der. Ömer, bekleyin, içeri girip çıkayım, yanıtınızı veririm der. İçeri gitmesiyle gelmesi bir olur. Geldiğinde elinde çıplak bir kılıç vardır ve tek hamlede o iki insandan birinin kafasını uçurur. Diğer adam korkudan kaçıp Muhammed'e varır, olup bitenleri anlatır. Muhammed ilk etapta, "Ben buna ihtimal vermiyorum, Ömer nasıl cinayet işler?" diyerek yapılanın yanlış olduğunu belirtir. Ama gerçekten Ömer bunu yapmıştı ve adam da artık geri gelmeyecekti. Burada en iyisi yine Ömer'i kurtarmaktı. Nitekim o sırada hemen ayet gelir ve Ömer'in yaptığına onay verilir. Yani başlangıçta Muhammed'in olamaz dediği Ömer'in cinayetine, olur fetvası çıkar Tanrı'dan. Ömer burada üstelik ekstradan bir de unvan alır. O da şu: Muhammed, Cebrail bu ayeti getirirken "İşte Ömer böyle bir Ömer'dir, aslında o adaletin kılıcıdır" sözünü de söyledi diye ekler. İşte halk arasında Ömer'le ilgili o meşhur, "Adaletin kılıcı" unvanı bu olaydan dolayı Cebrail, (dolayısıyla Allah) tarafından Ömer'e verilen bir yadigâr olmuştur.  Aşağıya alacağım kaynaklarda hem bu ayetin Ömer'in işlediği cinayet için geldiği/oluştuğu, hem de "Adaletin kılıcı" unvanının bu olaydan dolayı Allah tarafından Ömer'e verildiği anlatılıyor. Özellikle bunun Tecrid-i Sarih Diyanet tercemesinde anlatıldığını hatırlatmak isterim. (232)  Örnek 9: Ömer'le ilgili farklı bir örnek. Bir gün kendisi cemaatin önüne geçip namaz kıldırır. O sırada eli tenasül organına (canı kaşınır diyelim) değer. Bilindiği gibi Araplar uzun fistan dışında bir şey giymiyor. Buna bir itirazım yok, sıcak bölgeden kaynaklanan bir kültür. Ömer o sırada konuşsa (ki elim falanca yerime değdi abdest bozuldu diye) hepsinin namazı fasit olacak. Peki, bu durumda formül ne? Kendisi cemaate dönüp işaretlerle bekleyin ben geleceğim, sorun çıktı şeklinde bilgi verir. Zaten şeriatın da gereği bu. O sırada kendisi abdest almaya gider; ama cemaat esas duruşta imamı beklemek zorundadır. Hele İmam Ömer ve üstelik de halife olunca, kimse kıpırdayamaz! Sonuçta Ömer abdestini alıp döner ve kaldığı yerden namaza devam edilir. (233) Söz Ömer'in bu abdest bozulma olayından açılmışken, benzer bir olay daha hatırıma geldi, onu da ekleyeyim. Sahabeden meşhur Sad b. Ebi Vakkas anlatır: "Yanımda biri Kur'an okurdu (ismini de veriyor). O sırada elim cinsel organıma değdi; ben yanımdaki arkadaşa sordum: Ne olacak, bundan abdest bozulur mu, diye. O bana, 'Kalk git abdest al. Çünkü İslam'a göre bu durumda abdest bozulur' dedi" diye aktarır. (234)  Söz ayetlerin ne gibi nedenlerle ortaya çıkmasından açılmışken, burada bir ayetin inmesine neden olan ilginç bir olay aklıma geldi; onu da özetleyeyim. Kur'an'da Hicr suresi var. Bu surenin 24. ayetinde, "Andolsun ki biz (Allah olarak) içinizden öne geçmek isteyenleri de, geri kalmak isteyenleri de biliriz." deniliyor. Hamdi Yazır'ın Türkçe tercemesi de bunun gibi. Ayete farklı anlamlar verenler de var. Mesela; andolsun ki sizden önce geçenleri de, sonrakileri de biliriz şeklinde. Yani bu yoruma göre, Allah geçmişi de, geleceği de bilir demek. Ben bunun üzerinde durmuyorum. Burada vurgulamak istediğim farklı bir şey var: Güya millet Peygamberin arkasında camide namaz kılarken, cemaat içinde kadınlar da varmış. Bu kadınlardan biri çok güzelmiş.  Bu arada bazı erkekler utanıp öne geçmişler (kadınlar namazda eğilince görmeyelim diye), bazıları da o güzel kadına veya kadınlara bakmak için geriye çekilip onların arkasında saf tutmuş. Öyle olmuş ki, artık herkes bunu biliyormuş. İşte bu yüzden az önceki ayet gelmiş ki cemaat bu konuda dikkatli olsun: Tanrının, ben öne geçenleri de arkaya çekilenleri de bilirim demesinin temelinde bu olay yatıyor. Kaldı ki bu açıklama önemli müfessirlerin kaynaklarında geçiyor; bunlardan birkaçını aşağıya alıyorum. (235) İşte Kur'an'ın Tanrı'ya bakışı bu!  Örnek 10: Yine oruç ilk farz kılındığında şöyle bir uygulama vardı: Akşam iftardan sonra kadın ya da erkek, uykuya dalıp uyanırsa, artık o gece sabaha kadar cinsel ilişki haramdı. İşte gecelerden bir gece Ömer, Muhammed'e takılıp eve geç geldi. Geldiğinde eşini kaldırıp onunla sevişmek istedi. Kadın da, sen yokken ben uyudum. Dolayısıyla kurala göre haramdır, olamaz dedi. Tabii ki Ömer onu dinlemedi ve istediğini yaptı. Sabahleyin Muhammed'e gidip olup bitenleri anlattı. O sırada şu ayet geldi. Diyanet tercemesinden vereyim: "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın" diyor. Bakara suresinin ilgili ayet açıklamasında ve ayetler arasında sebep-sonuç ilişkisini irdeleyen usulü't-Tefsir uzmanları bu ayetin gelişine, Ömer'in az önceki olayını gösteriyorlar. (236) Ömer genelde kadınların adet günlerini de pek dikkate almazdı. Bir gece adette olan eşiyle münasebette bulunuyor ve ertesi günü Muhammed'den soruyor. O da Allah seni bağışlasın diyor ve sadaka vermesini öneriyor. Ömer böyle işte, sert bir insan, tuttuğunu koparan biri. Ailesinden bir örnek vereyim. Bir gün nedense gelininden memnun kalmıyor ve oğluna, onu boşa diyor. Oğlu da Muhammed'e gidip olup bitenleri anlatıyor ve şunları söylüyor: Benle eşim birbirimizi çok severiz; ancak babam hayır diyor/bizi ayırmak istiyor; ne yapayım? Muhammed, "Eşini boşa, babanı dinle." diyor ve adam Ömer yüzünden sevdiği eşini boşuyor. Yorum yapmadan bunu geçiyorum. (237)  Yine zina yapan bir deli kadını Ömer'e getiriyorlar. Ömer o sıralar halife. Karar veriyor, bunu recm ile/taşlayarak katledin diye. O sırada Hz. Ali bunu duyuyor ve engel oluyor. Çünkü deli, çocuk ve uykuda olanın sorumluluğu yoktur diye hadis var diyor ve böylece o kadın kurtulmuş oluyor. Yine evlenen bir kadın 6 ay sonra doğum yapıyor. Ömer buna da, altı ayda bir kadın doğum yapmaz. Dolayısıyla bu kadın daha önce zina yapmıştır ve bu çocuk başkasındandır diyor ve onu zina cezasıyla cezalandırmak istiyor. Burada da Hz. Ali Kur'an'dan ayetler göstererek onu ikna ediyor ve yeni evlenen kadın da böylece cezadan kurtulmuş oluyor. Arap atasözlerinde meşhur olan "Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." sözü bu olaylardan ötürü oluşmuştur. (238)  Örnek 11: Halife Ömer bir gün Muhammed'e gelip, "Aman helak oldum (yani ağır bir suç işledim)." der. Muhammed, "Hayırdır; ne yaptın ki?" diye sorunca, Ömer, "Ben eşimle cinsel ilişkide bulunurken makattan (arkadan) yaptım." cevabını verir. Muhammed hiç yanıt vermeden belli bir süre bekler ve o arada istenen ayet iner. (239) Anlamı şu: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Dolayısıyla tarlanıza istediğiniz yerden girebilirsiniz." der Kur'an.  Ömer'in yukarıdaki "Helak oldum. Çünkü eşimle arkadan seviştim." sözünü içeren ve ayetin bunun üzerine indiğini açıklayan birkaç kaynağı aşağıya alıyorum. (240) Bu ayetle ilgili farklı sebep-sonuç ilişkilerinden de söz edilir; ama tabii ki başrolde olan Ömer'dir!  İmam Suyuti, 'Dürrü'l Mansur' adlı tefsirinde ilgili ayetin açıklama kısmında çok teferruatlı bilgiler, görüşler aktarır, bu ayet hakkında İslam âlimleri arasında üç görüşün var olduğunu belirtip açıklar. Burada bu üç görüşü özetlemekte kanımca yarar var. Şu da önemli: Bir kere görüş ne olursa olsun az önceki ayet üzerinde herhangi bir etki yapmaz. Çünkü ayet gayet nettir ve savunulacak yanı yoktur; ama yine de bir özet vereyim.  Şunu da belirteyim ki, burada bu ayete değinmemin nedeni, halife Ömer'i daha iyi tanıma fırsatına sahip olmaktır.  Birinci görüş: Mekke'den Medine'ye giden Müslümanlardan bir grup bir ara kendi aralarında "Biz hanımlarımızla sevişirken onları her pozisyonda tutarız: Ayakta, yatırarak, domaltarak gibi (Özür dilerim! Terbiyem bu terimleri kullanmaya müsait değil; ancak kaynaklarda bunlar ismen geçtiği için söylemek durumundayım. Bir de ibret olsun ki, bu 21. asırda insanlar hâlâ neyin peşindeler, kimlerin arkasına takılmışlardır diye var olan bilgiyi olduğu gibi aktarmak durumundayım!). Bunu duyan bir Yahudi, "Hey Allah'ım bunlar hayvan mıdır nedir ya!" diyerek hayretini dile getirir. Güya Yahudilerde sevişme anında tek yön kullanılıyormuş; başka pozisyonlar yokmuş. İşte benzer olaylardan dolayı bu ayet inmiş ki, bir erkek her pozisyonda eşini tutup sevişebilir; ancak sevişme yeri belli ve hep aynı olmalı. İşte ayetin niçin geldiği (oluştuğu) konusunda bir görüş bu.  İkinci görüş: Bu ayete göre insanlar hanımlarıyla hem mutad yoldan, hem makattan istediği şekilde cinsellik yaşayabilir; ayet buna bir fetvadır diyenlerin görüşü. Bunu savunanlar arasında İmam Ahmet b. Hanbel, Abd b. Hamit, muhaddislerden Tirmizi, Nesai, Ebu Ya'li el-Mevsıli, İbni Cerir, İbni Munzir, İbni Ebi Hatem, İbni Hiban, İmam Taberani, Beyhakı, Haraiti, İbni Ömer, Nafi gibi isimleri sıralar İmam Suyuti. Hatta şunu da aktarır: İmam Şafii'den sormuşlar: Bir erkek eşiyle sevişirken makattan da ilişkiye girebilir mi? diye. O da, “Bu konuda kanıt yok, anlaşılan o ki, helaldir/dinen sakınca yoktur.” yanıtını vermiş.  Hatta İmam Şafii ile Muhammed b. Hasan arasında bu konuda bir tartışmanın geçtiğini de aktarıyor İmam Suyuti. Muhammed diyor ki, mademki İcadını tarlaya benzetmiş (verimlilik demek) o halde bilinen yol dışında haramdır. Çünkü başka yerlerden sevişmekte verimlilik yok. Çocuk ancak o malum yerde cinsellik olursa oluşur. Onun için başka yerler anlaşılmamalı diyor. İmam Şafii buna karşı, peki diyelim bir erkek eşinin karnıyla oynadı veya bacaklarıyla oynadı ve tatmin oldu. Peki, bu (durumda bir sakınca var mı? Adam hayır yanıtını veriyor. O zaman imam Şafii, "O halde arkadan da sevişmek bu ayete göre helaldir" diyor, tabii ki dine her halükârda toz kondurmayanlar, burada da "Ola ki imam Şafii'nin bu görüşü, (daha Bağdat'ta iken ortaya attığı eski görüşüdür, ki buna kavl-i kadim denir)" şeklinde bir kurtarma operasyonu iddiasında bulunabilirler!  Suyuti, 'Dürrü'l Mensur' adlı, Cessas da kendi tefsirinde şu somut örneği veriyorlar: Malik b. Enes'ten sormuşlar; insan arkadan/makattan cinsel ilişkide bulunsa acaba bunun dinde yeri nedir? O da demiş ki, hele bir saçıma bakın ıslak daha; ben aynısını az önce eşimle yaptım ve yıkanıp dışarı çıktım." diye karşılık verir. İbni Kudaime de, yukarıdaki ayete göre kadınla makattan cinsellik yaşamakta sakınca yoktur yorumunu yapmıştır (Muğni adili kitabında).  Üçüncü görüş: Anılan ayetin azl için inmesi mümkün demişler. Yani cinsel ilişki anında erkeğin, menisini dışarı akıtması demek. İşte bu ayet inmiş ki erkek böyle bir durumda özgür olsun/yapabilirsin diye. Hâlbuki bunun az önceki ayetle uzaktan yakından ilgisi yok. Ayet açık diyor ki, kadın erkek için bir nevi tarla durumundadır. Dolayısıyla tarlasına istediği yerden girebilir. O kadar açık ve net.  Bazen bir fotoğraf-bir manzara, açıklamaya gerek duymadan birçok şey ifade eder. Kanımca bu ayet ve geliş seyri de böyledir: Yani iş gelir dolaşır yine Ömer'e dayanır; diğerleri önemli değildir: Acaba kendisi Muhammed'e gidip eşimle ters yattım demeseydi bu ayet gelir miydi! Asla! Gerçek şu ki, kalan diğer yorumlar boşuna yazılmış, gerçeği yansıtmıyor. Ayetin gerçek nedeni, Ömer'in az önceki olayıdır.  Anlatıldığı gibi Yahudiler, genelde Hz. Muhammed'in yandaşlarının, özelde Ömer'in cinsel ilişki biçimlerini beğenmeyip onlarla alay edince, Allah da ayet gönderip Müslümanların yaptıklarının normal olduğunu söylüyor ve bunu meşrulaştırıyor. Demek ki yeryüzünde artık başka problem kalmamış, Tanrı da kalkmış bu gibi konular için ayet gönderiyor.  Birkaç kaynağımda yazdım ve şu an elimde olan yeni bir çalışmamda yine farklı bir şekilde değiniyorum ki, "Halife Ömer'in düşünceleri ayetle yanıt buluyordu." açıklaması İslami kaynaklarda çok işlenmiş. Net bir şekilde, "Ömer görüş belirtiyordu, onun düşüncesi doğrultusunda ayet geliyordu." ifadeleri var. Yine Ömer'in oğlu, "Ömer bir fikir söyleseydi, diğer insanlar onun tersini söylemiş olsaydı, illaki gelen ayet Ömer'in fikirleri doğrultusundaydı" diyor. Birçok yazar bu konuda Ömer'in, ayetlerle şekillenen sözlerini liste halinde bile yazmışlardır!  Sanırım Ebu Hanife, Ömer'in bu durumunu göz önüne almış ki, "Ben Hz. Muhammed'le bilirlikte yaşasaydım, kendisi benim birçok sözümü alır, seçerdi." cümlesini kullanmış. 
Hatta Ebu Hanife bunu derken, biraz da konuyu açıyor ve şöyle devam ediyor: "Çünkü din iyi fikirlerden oluşan nasihatlerden ibarettir." diyor. Nitekim aynen halife Ömer gibi birçok konuda kendisime Hz. Muhammed şöyle demiş denildiği halde, Ebu Hanife tam tersini yapıyor. Hatta bu konuda Hz. Muhammed’in dört yüz hadisine ters kararlar aldığı, İslami kaynaklarda anlatılmaktadır. 
Somut birkaç çarpıcı örnek vereyim.  Mesela Hz. Muhammed bir savaşa gittiği zaman kur'a çekmek suretiyle bir eşini yanına alır götürürdü; bu meşhur bir olay. 
Bilindiği gibi bir seferinde de eşlerinden Ayşe'yi götürüyor ve yolda onun başına o meşhur 'İfk' olayı geliyor. (242) 
Ebu Hanife bu yöntemi tasvip etmediği gibi, üstelik bu kuralın kumardan farkı yoktur diyor. 
Yine hem hadis var, hem de Hz. Muhammed'in uygulaması ki bir savaşta Hz. Muhammed piyade olan askere ganimetlerden tek hisse, atlı olana da iki hisse fazladan pay veriyordu. 
Yani atın payı daha fazlaydı. 
Ebu Hanife burada, acaba bir insanın değeri hayvandan daha mı düştüktür diyerek çok sert eleştiride bulunuyor ve Hz. Muhammed'in bu uygulamasını kabul etmiyor. (243)  
Yine meşhur bir İslami kuraldır ve aynı zamanda mezheplerin de uygulamalarında var ki, alış-verişlerde her şey bitse de, alıcı ile satıcı o mekânı terk etmedikleri sürece pişman olmak isterlerse olabilirler hükmü var. 
Ebu Hanife bunu da kabul etmiyor: İşlem bitti mi artık her şey biter diyor ve çok da mantıklı açıklamalar yapıyor. 
Şöyle diyor: Peki diyelim iki kişi uzun süre aynı cezaevindeler veya bir nedenden dolayı uzun süre bir gemide kalırlar; bunların durumu ne olacak!  Diyelim bunlar arasında bir satış akdi gerçekleşse, bu durumda demek ki cezaevinde, gemide veya uzun bir yolculukta (Hani eskiden insanlar yaya olarak aylarca hacca, askerliğe giderdi) oldukları sürece istedikleri zaman cayabilirler diyor ve bunu saçma buluyor.  
İmam-ı A'zam buna benzer çok örnekler veriyor. (244) 
İşte bu tavırlarıyla İslam otoriterleri nezdinde sevilmemiş; hep aleyhinde yazıp çizilmiştir.  
Bilindiği gibi, İslam'da Kur'an'dan sonra gelen en güçlü kaynak Buhari ve Müslim'dir. 
Ama her ikisi de İmam A'zam Ebu Hanife'den hiçbir hadis aktarmamışlar. 
Üstelik İmam Buhari onu şiddetle eleştirmiştir: İmam A'zam dinde tahribat yapmıştır diyor. 
İmam A'zam aynı eleştiriyi, Malik, İmam Evzai, İmam Süfyan-i Sevri gibi mezhep sahiplerinden de almıştır. 
Mesela; Malik, İslam'da Ebu Hanife kadar daha zararlı biri yeryüzüne gelmemiştir, onun dine verdiği zarar, şeytanınkinden de fazladır diyor.  İmam Evzai'ye Ebu Hanife'nin ölüm haberi verildiği zaman, "Allah'a şükürler olsun ki gitti; yoksa bu dini bitirecekti." diyor. 
Süryani Sevri (o da hak bir mezhep sahibi, ancak taraftarı kalmamış), "İslam'da Ebu Hanife kadar uğursuz biri ortaya çıkmamıştır." diyor. 
Malik bin Enes birinden soruyor: Sizin yurdunuzda İmam-ı A'zam anılıyor mu, taraftarı var mı? Adam, evet deyince Malik b. Enes, "O zaman bu memlekette durmak haramdır; burayı terk etmek lazım." diyor. (245) 
Şunu da unutmamak lazım ki, bunlar aynı zamanda onun çok zeki olduğunu da belirtiyorlar. Mesela İmam Şafii'nin Malik b. Enes'ten aldığı şöyle bir yorum var: İmam-ı A'zam öyle biriydi ki, eline bir taş, bir tahta parçası alıp altındır deseydi, onu altın olarak dinleyenlerin kafasına sokardı, o kadar zekiydi diyor. (246)  
Bir gün Kâ'be içinde iken adamın biri ona, ben yeryüzünde bir Kabe'nin var olduğuna inanıyorum; ancak şu an içinde olduğumuz bu mekân mı yoksa dünyanın başka bir yerinde mi emin değilim diyor. 
İmam A'zam ona, senin bu açıklaman imanına zarar vermiyor diyor. (247) 
Ve en ilginci, şeytan/iblis ile halife Ebubekir'in imanı aynıdır, hatta Hz. Âdem'le şeytanın imanı aynıdır diyor. (248)  
En ilginci, fıkıh kaynaklarında helal sular için “kulleteyn” diye bir ölçü var. Özetle, bir mekânın hacmi şu kadar olsa ve içinde toplanan suyun rengi, kokusu, tadı bozulmuyorsa dinen helaldir hükmü var. 
Bu meşhur bir kural. Diyelim ilkel koşullarda bir suyun rengi normal, kokusunda da sorun yok ve tadı da normal; ancak içinde öldürücü bir şey var veya bilerek konmuş, bunu ancak ilgili uzmanlar bilir. 
Peki, az önceki kurallar yeterli mi? Hayır. 
İşte bunun için Ebu Hanife şöyle karşılık veriyor: O zaman arkadaşlar işesin ve bu hacimde bir idrar biriktirsinler; sonunda da Hz. Muhammed'e gidip, "işte ölçüler tutuyor, peki bu durumda bu sidik de artık kulleteyn sayılır. Dolayısıyla helal mi olacak bu idrar?" diye sorsalar, acaba Hz. Muhammed buna evet helaldir yanıtını mı verecek diyor! (249)  Yine İbni Mübarek kendisinden, Hz. Muhammed namazda rükû ederken (eğilirken) kalktığında iki elini yukarıya doğru kaldırıyordu. 
Dolayısıyla bir insan namaz kılarken rükûdan kalktığında ellerini kaldırsın mı, ne dersin, diye soruyor? İmam A'zam, "Hayrola! Uçup uzaya mı gideceğiz ki kanatlarımızı açalım!" şeklinde alaylı bir yanıt veriyor.  
Burada dikkatleri çeken, Ebu Hanife'nin, din’i bir nevi “kanun, güzel fikirler” gibi algılamış olmasıdır. 
İnsan onun bu düşüncelerini iyi tahlil edince, net anlaşılıyor ki kendisi İslam'ın Tanrısal boyutuna inanmamış, tersine o günkü şartlara göre bir nevi beşer kanunu olarak değerlendirmiştir. 
Halife Ömer hakkında da önemli sözleri var. 
Bir gün Ömer'in fetvaları İmam A'zam'a anlatılınca kendisi, "Bırakın bu şeytan sözlerini." karşılığını vermiştir. 
Yine Halife Osman için şu ilginç ifadeyi kullanıyor. 
Hz. Muhammed iki kızını bir Yahudi'ye verdi diyor. 
Hani Osman Muhammed'in iki kızıyla evlenmişti, bunu kastediyor. 
Yine ona atfedilen şöyle bir olay var. Bir adamın iki katırı varmış. Birine Ebubekir, diğerine de Ömer adını vermiş. Yani her iki halifeyi sevmediği için isimlerini katırlarına vermiş.  
Bir gün başka bir adam gitmiş bu iki katırdan birini öldürmüş. 
İmam-ı A'zam'a da olayı anlatmışlar. O, gidin bakın öldürülen Ömer adındaki katır mı acaba demiş! Gidip Bakmışlar meğerki oymuş. (250) İşte bu aşırı fikirlerinden dolayı, bilindiği gibi hem ağır bedel ödemiştir, hem de hak diye bilinen mezhep liderleri ona şeytan bile demişlerdir.  
Bir önemli İslam müçtehidinden sorarlar, Ebu Hanife o kadar gezmiş, ancak Medine'ye gitmemiş; sen bunu nasıl yorumluyorsun? Adam, Hz. Muhammed demiş ki Deccal Medine'ye giremez. Ebu Hanife de bir çeşit Deccal olduğu için Medine'ye gitme şerefine nail olamamıştır diyor. (251)  Yine Hz. Muhammed zina suçundan dolayı birkaç Yahudi'yi recmle/taşlayarak katletmiştir. 
Bu konuda uzunca bir listeyi başka bir kaynağımda sundum. 
Ebu Hanife buna da karşı çıkmıştır. Madem dinleri ayrı, o zaman onlarla ne işimiz var ki onları katlediyoruz diyerek böyle bir uygulamaya karşı çıkıyor. (252)  Şu bilinen bir gerçek ki, İslam'a az veya çok dokunan, elbette ki tutunamaz; tersine aforoz edilir ve hatta fırsat varsa fiziki olarak ortadan kaldırılır. 
Nitekim İmam-ı A'zam da bir cezaevinde gördüğü işkenceden sonra zehirlenerek hayata veda etmiştir.  Şu olay meşhurdur ki, 7-8 kişilik bir grup Medine'ye Hz. Muhammed'in yanına gelir, hastayız bize bir çare, diye yardım isterler. O da, falan yere gidin orada bizim develer var, çobanlar size onların sütünden versinler, bir de o develerin sidiğini için iyileşirsiniz diyor. Bu hadis başta Buhari olmak üzere birçok İslami kaynakta geçiyor ve meşhur bir olay. Hatta güya o insanlar iyileşiyor ve sonunda çobanı öldürüp o develeri çalıyorlar. 
Muhammed de onları yakalayıp işkenceyle öldürüyor. Hatta Kur'an'da Maide suresinden çok ağır ceza içeren bir ayetin bu olay üzerine indiği de anlatılıyor kaynaklarda. İşte Ebu Hanife bu idrar içme olayında da Muhammed'e ters düşüyor, kabul etmiyor. (253)  
Burada şunu da belirtmek durumundayım ki, ben Ebu Hanife'nin bu farklı yanlarını anlatırken, onun çok ilerici olduğunu, her şeyiyle beğeni kazandığını vurgulamak istemiyorum. 
Onun da aklın kabul etmediği fikirleri çoktur. 
Ancak burada onun durağan olmadığını dikkate almak lazım. Onun kurcalayıcı yanı hoşuma gidiyor. 
Hak vermek lazım ki, o günkü koşullarda ancak bu kadar çıkış yapılabilirdi; bunu da inkâr etmemek lazım.  
Yine birçok hadis var ki, insanın bir cariyesi (savaşta ele geçen kadın) şayet zina yaparsa onu kırbaçlayın. Bunu üç sefer tekrarlarsa artık bir ip değerinde de olsa onu satın diyor. 
Ebu Hanife bu konuda da muhalefet ediyor, bunu benimsemiyor. (254)  Ebu Hanife bütün baskı ve zorluklara rağmen çizgisinden vazgeçmeyince, hele siyasilere alet olmak istemeyince, dönemin (Abbasi) halifesi tarafından hapse atılır ve orada işkence edilir, daha sonra da zehirlenerek öldürülür. 
Hicri 80'de doğmuş, 150'de de öldürülmüştür.
 İşte en basiti bu insan: Halk arasında bilinen İmam-ı A'zam'la bu kısa başlık altında değindiğim İmam-ı A'zam arasında hiçbir benzerlik var mı? Asla... İşte hep söylüyorum: Şu anki İslam, idareciler tarafından 14 asırdır ilave edile edile bu hale gelmiş ve resmi bir İslam tarihi oluşmuştur; bunun gerçeklerle hiç ilgisi yoktur; bu ancak hayali bir İslam tarihi ve hayali bir kadrodur. 
Nereden biliyoruz? İslami kaynaklardan biliyoruz. Çünkü o zaman belki koşulların da uygun olmamasından kaynaklı, profesyonelce bir sansür uygulanmamıştır. Çok açık bilgiler ve ipuçları kendi kayıtlarına geçmiştir, tabii ki ilim ve mantık da görevini yapar, gerçeği ayıklar. Söz Ömer'in kerametlerinden açılmışken ben biraz İmam-ı A'zam'a değindim. Nedeni buydu; yoksa konuları dağıtmak istemem. (255)  
Ömer, özellikle kadınlara karşı çok sertti.  Velisinin izni olmadan bir kadın evlense bu evlilik sayılmaz ve bu çifte zina cezası uygulanır diye hüküm veriyordu. Nitekim bunu uyguluyor ve valilerine de bu konuda talimat veriyordu.  Bir gün Eş'as bin Kays Ömer'e misafir oluyor. Ömer onun yanında bile eşini dövmeye başlıyor. Eş'as araya girince Ömer, Hz. Muhammed'in, "bir erkek eşini dövmekten sorumlu değildir" sözünü aktararak kendini haklı çıkarmaya çalışıyor.  
Zaten Ömer'in kamçısı/kırbacı hep elindeydi, hizmetlileri, cariyeleri döverdi. Kadınlara ihtiyaç fazlası elbise almayın. Çünkü kadın kısmı biraz gözlerini açtı mı kontrolden çıkar diyordu. Burada somut bir örnek vereyim. Halife Ebubekir ölünce, doğal olarak yakınları ağlıyor. Ömer onların seslerini duyunca kızıyor ve Hişam b. Velit'e, "Bu kadınları evden dışarı çıkart" diyor. Onun bu sözü Hz. Ayşe'nin zoruna gidiyor ve aralarında tartışma çıkıyor. 
Sonuçta adam onları çıkartıyor ve Ömer kendilerini kırbaçla dövmeye başlıyor: 
Niye ağlıyorsunuz diye.  Ömer'in bu baskısı, kadınları dövdüğü olayların zamanlaması çok önemlidir. Çünkü Ebubekir akşam vefat ediyor ve aynı gece Ömer tarafından yıkanıp gömülüyor ve sabahleyin de, Ebubekir vefat etti, arkasında da Ömer'in kendisini halife seçti diye ilan ediyor. 
Kanımca bu olayda kadınların ağlamasından duyduğu rahatsızlığın nedeni, çevrenin, Ebubekir'in vefat ettiğini duymasını istememesi. 
Çünkü duyarlarsa toplanırlardı ve kim halife olsun diye tartışmalar çıkardı. Nitekim Muhammed'in ölümünden sonra olduğu gibi. İşte bu durumda Ömer'in halifelik işi zorlaşırdı. 
O yüzden sükûneti sağlamaya çalışmış demek yerinde olur. Hindi bu konuda aldığı üç hadisin ikisinde, Ömer'in onları kırbaçladığını, Ayşe'nin Ömer'e tepki gösterdiğini yazıyor. İlginçtir ki hemen aynı bölümde şunu da aktarıyor: Bir sahabi, "derler ki Ömer ölüler için ağlayan kadınları döverdi"; ben bu söze hayret ederim. 
Çünkü Halit b. Velit vefat etmişti ve kadınlar da yüksek sesle ağlıyorlardı; bu arada Ömer hiç ses çıkarmadı, şeklinde bir hadis.  Farklı bir hadis de Ömer, Halit b. Velit için ağlayanlara, "Yeter ki feryat etmesinler; ağlamalarında sorun yok." demektedir... 
Burada Ömer'i saran bir endişe-korku var da ondan farklı davranmış demek daha gerçekçi olur. Ama aynı Halit b. Velit için farklı hadisler de aktarılıyor: Ömer onları dövüyor, türbanları yere düşüyor. Hatta Ömer'e, bak türbanları düştü şeklinde hatırlatmada bulunulduğu halde o, "Türban düşsün, önemli değildir." diyor...  
Adamın biri Ömer'e, bir eşim var ben ondan bir yere gidemem çok kıskançtır. Diğer eşimi ancak sırasında/nöbetinde görebiliyorum diyor. Ömer, "Kadın milleti hep böyledir: Ne Allah'a inanır, ne de müminlere güvenir." karşılığını veriyor. (256)  Muhammed'in Ömer'den ne kadar korktuğu ve yine Ömer'in ne kadar Muhammed'i yönlendirdiği konusunda, Kur'an'ın oluşumunda fikirlerini ayetlere dönüştürmek hususunda somut bir örnek anlatmakla bu bölümü burada kapatmak istiyorum. Anlatacağım örnek en başta Buhari ve Müslim'de geçmektedir. Kaldı ki, sözünü edeceğim ayetler de ortada. Ayrıca birçok tefsirden de açıklamalar sunacağım. 
 a) İbni Ömer'den:  İbni Selül (Medine döneminde Muhammed'in önemli bir rakibi) ölmüştü. Oğlu, Hz. Muhammed'e gelip kendisinden, "Gömleğini ver babama kefen yapayım. Bir de babamın cenaze namazını kıl, günahlarının bağışlanması için de ona dua et." dedi. Peygamber gömleğini verdi, bir de izin ver namazını kılayım dedi. Adam izin verdi. Hz. Muhammed kalkıp namazını kılmaya gidince, Hz. Ömer müdahale etti: Bu adam senin düşmanın. Dolayısıyla sen nasıl gider namazını kılarsın diyerek karşı çıktı. Sonuçta Muhammed kendi dediğini yaptı ve gidip namazını kıldı. Bunun üzerine Tevbe suresi 84. ayeti indi (ki ayet, bu olayda Hz. Ömer'in fikrini onaylamış oluyor) Anlamı şu: “Onlardan (münafıklardan) ölmüş olan hiçbirinin namazını kılma. Onun kabri başında da durma. Çünkü onlar Allah ve peygamberini inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” (257) diyor. 
 b) Yine İbni Ömer ve yine Buhari'den:  İbni Selül Ölmüştü. 
Bu arada oğlu Hz. Muhammed'in yanına geldi. 
Muhammed de ona gömleğini verdi, götür babana kefen yap dedi ve kefen işi bitince de bana haber ver gelip cenaze namazını kılayım dedi. 
Bu arada Hz. Ömer itiraz etti: Allah sana münafıklar üzerinde namaz kılmanı yasaklamadı mı, nasıl gider namazını kılarsın dedi. 
İşte bu tartışmalar devam ederken, Tevbe suresinin az önceki ayeti (84) indi ve böylece Hz. Muhammed, İbni Selül'ün namazına gitmedi. (258) 
Dikkat edilirse bu hadis, önceki hadisle ters düşüyor. 
Ama kaynak da olayı aktaran kişi de aynı.  
c) Bir daha İbni Ömer ve bir daha Buhari'den:  İbni Selül öldüğünde oğlu Hz. Muhammed'e geldi. Bu arada Muhammed ona gömleğini verdi, "Götür babana kefen yap." dedi. Bir de kalkıp onun cenaze namazını kılmaya gidince Ömer, "Nasıl münafıkların namazını kılmaya gidersin!" diye itiraz etti. Sonuçta namazını kıldı, biz de onunla birlikte cenaze namazım kıldık. Bu olay üzerine Tevbe suresinin 84. ayeti indi diyor İbni Ömer. (259) Evet; yine olayı aktaran kişi aynı, kaynak aynı ve görüldüğü gibi içerik nasıl…  
d) Yine Buhari; ancak bu sefer İbni Abbas halife Ömer'den aktarıyor:  İbni Selül ölünce, Hz. Muhammed onun namazını kılmaya çağrıldı. Muhammed bunu olumlu buldu ve kalkıp namazını kılmaya gidince Ömer, "Bu adam hayatta iken sana karşı şöyle şöyle diyordu (senin aleyhinde çalışıyordu)" diyor ve adamın olumsuz yanlarını anlatıyor. 
Buna karşı Muhammed gülüyor ve Ömer'e, "Boş ver." diyor. Sonunda gidip namazını kılıyor. Bu arada Tevbe suresinden iki ayet iniyor (biri az önce sözü edilen 84. ayeti). Ömer bu olup bitenlere karşı, daha doğrusu başarısına karşı, "Ben cesaretime hayret ettim." diyor. (260)  
Ömer Muhammed'e yaptığı bu gibi itirazlar sonucu oluşan ayetleri görünce, coşuyor, hatta bir sözünde, "Üç konuda benimle Allah'ın görüşleri çakıştı/paralel çıktı." diyor ve onları teker teker anlatıyor. (261)  
e) Yine Buhari, aynı olay; bu kez alıntı Cabir'den:  İbni Selül gömüldükten sonra oğlu Hz. Muhammed'e geldi. Muhammed'in isteği üzerine babası tekrardan kabirden çıkarıldı ve dizleri üzerine kondu. Hz. Muhammed tükürüğünden onun üzerine sürdü, üfürdü ve sonunda gömleğini ona kefen yapıp tekrardan gömdüler şeklinde açıklama yaptı. Cabir'in aktarımına göre, Muhammed'in gidip namaz kıldığı, Ömer'in buna İtiraz ettiği ve buna bağlı olarak ayet indiği açıklaması yok. Yani önceki hadislerden farklı aktarım söz konusu burada. (262) 
 f) Yine İbni Ömer, bu kez Buhari ve Müslim'in ortak hadislerinden:  İbni Selül ölünce, oğlu gelip Muhammed'den, babasına kefen yapsın diye gömleğini istedi ve Muhammed verdi.  Adam bu arada, babamın cenaze namazını da kıl dedi. Muhammed kalkıp gidince Ömer itiraz etti: Münafıktır namazı kılınmaz dedi. Ama Muhammed gidip namazı kıldı. Ondan sonra Tevbe suresinin 84. ayeti indi şeklinde aktarıyor. (263)  Aslında bu konuda Buhari ve Müslim'de ne kadar hadis var, yapı ne kadar hantal diye genel bir tarama yapmadım. Çünkü amacım bu hadis değil ki. Bunu bir örnek olarak ekledim. Belki de Buhari-Müslim'de başka bölümlerde ve aynı kişilerden daha farklı/çelişik hadisler de var konu hakkında; olayın anlaşılabilmesi için hantala gerek yok; verdiğim örnekler yeterli.  Müslim-Buhari’nin ortak olarak aldıkları şu hadisi de aktarmak istiyorum. Konunun bütünlüğü açısından buraya yazılması uygundur.  
- Hz. Muhammed, "İnsanlar yüz deveye benzer. Birine binmek istersin; ama uysal birini bulamazsın" diyor. (264) Burada toplumun gericiliğinden, cehaletinden söz etmek istiyor, bunu dillendiriyor.  Müslim'i Türkçeye çeviren mütercim bu konuda şunları aktarıyor:  Hz. Muhammed neden münafık olan İbni Selül'e bu kadar İlgi gösterdi, diye sorulunca, şöyle yanıt verilebilir: Demek ki Hz. Muhammed o kadar merhametli ki, kendine düşman olanların namazına bile gidiyor veya burada politik bir mülahaza da düşünülmüş olabilir. Nitekim onun gitmesinin olumlu sonuçları olmuştur diyor. Şöyle devam ediyor mütercim: Bir de bu olaydan şunları da öğrenmiş oluruz ki, artık münafık olanın namazı kılınmaz; ancak yıkanır ve kefenlenebilir. Başka bir hüküm de, artık Hz. Muhammed'in burada yaptığı gibi, gömlek kefen olabilir. Hani o da gömleğini vermişti ya...  
Bu olaydan çıkan bir başka önemli not da, halife Ömer'in ne kadar büyük bir insan olduğu, fikirlerine ayetle yanıt verilen bir kişilik sahibi olduğu şeklinde yorumlar yapıyor. Bir diğer ders alınacak husus da, demek ki gerek varsa cenaze kabirden çıkarılabilir; buna kanıt olarak da Muhammed'in İbni Selül'ün cenazesini çıkardığı gibi. Ama Muhammed'in o tükürüğüne nasıl bir yanıt verirler bunu merak ediyorum. Çünkü hadislerde, Muhammed onu kabirden çıkarıp tükürüğüyle yüzüne üfürüp püfürdüğü cümlesi de var.  Bu olaydan İslam âlimleri ne kadar önemli hüküm ve fetvalar çıkarmışlar; çok ilginç!  Ömer'in bilinmeyen yönleri çok; bunlar ancak çok cüz'i bir kısım. Ama sanırım yine de bu örnekler bir şeyler ifade ediyor. Belirttiğim gibi bunları, İslam'da en sağlam diye kabul edilen kaynaklardan derledim. Zaten Ömer'le alakadar olan ayetler ortada; aslında bir bakıma hadislere hiç de gerek yok.  İşte “Böylesine bir Ömer'den suikastlar beklenir mi beklenmez mi?” sorusuna sanırım bu açıklamalar katkı sunabilecek durumda.  
Halife Ömer'e biraz da farklı bir pencereden bakalım. Bilgiler yine İslami kaynaklardan.  Ömer bir ara yerden bir hayvan püskülünü alır, şöyle der: "Keşke ben de bu püskül gibi yaratılsaydım, keşke insan olarak yaratılmasaydım, keşke annem beni doğurmasaydı, bir hiç olsaydım, unutulup gitseydim." gibi feryat içeren ifadeler kullanır. Diğer bir sözünde, gökten haber gelse ki, herkes cennette girecek, yalnız tek bir kişi kalacak; onun da ben olacağımdan korkarım." demiş. Onun hakkında şu gibi sözler de var. Bir gün halk Ömer'in gelip konuşması için toplanmış ama o çok geç gelmiş. Arkadaşları bunun nedenini sorunca kendisi, "Elbisem kirlenmişti, yıkadım. Başka da yedek yoktu ki giyip de dışarı çıkayım. İşte kuruyana kadar beklemek zorunda kaldım." demiş. Buna benzer farklı bir hikâye de şöyle: Ömer öylesine mütevazı bir insandı ki, örneğin; hurmanın en ucuzunu alırdı, onda kibir falan yoktu. Yemek yerken ellerini yalar, diliyle temizlerdi gibi methiyeler anlatılır İslami kaynaklarda. Bundan kastedilen mesaj da şu; Yani parmaklarını selpak olarak kullanmak suretiyle hem temizliğe önem verirdi, hem de zerre kadar bir yiyecek boş gitmesin diye parmaklarındaki o artıkları bile değerlendirirdi.  Bir gece biri onun yanına gidip selam verir; o arada Ömer bir şeylerle meşguldür ve adamın selamını almaz. Daha sonra yanına yanmakta olan mumu söndürüp bir yere bırakır, başka bir mum alıp yakar, ondan sonra o adamın selamını alır. Nedenini şöyle açıklar. Önceki mum hazineye aitti, elimdeki iş de kamu işiydi. Dolayısıyla devlete ait mum yanmakta iken selamını alsaydım, belki daha sonra özel konulara devam edecektik; işte o vakit özel sohbetlerde devlet malını kullanmam söz konusu olurdu ve ben günaha girerdim. Ama yaktığım bu ikinci mum ise benim şahsıma aittir. Dolayısıyla şimdilik istediğimiz kadar konuşabiliriz der.  Bir diğer anısı, Ömer o kadar Allah'tan korkardı ki, hep ağlıyordu ve akan gözyaşları onun yüzünde iz bırakmıştı, dere gibi iki şerit oluşmuştu yüzünde şeklinde anlatımlar. (265)  Benzer örneklerden birkaçını daha vereyim. Kudüs alınmış, Halife Ömer gidip merasimle bu işi ilan edecekmiş veya diyelim Mescidi Aksa'nın anahtarlarını alacakmış (Bunlar meşhur, halk dilinde hep söylenen şeyler. O yüzden kaynak olarak ben bu hikâyelerin peşine takılmadım.). Kudüs yoluna çıkarken yanında hizmetlisi de varmış. (Anlaşılan tek bir binit hayvanları varmış). Ömer hizmetlisine, belli bir süre sen bin, belli bir süre de ben bineyim/sırayla binelim, adalet yerini bulsun diyor ve sırayla biniyorlar. Tabii ki öbür tarafta millet toplanmış onu karşılamaya hazırlanmışlar, halife ne zaman gelecek diye merak içindeler. Tam yolun sonuna, milletin toplandığı yere geliyorlar (orada su var, sudan geçmeleri gerekiyor), yürüme sırası Ömer'e geliyor. Ömer'in o deveden inip suya girmesi gerekiyor; yanındaki hizmetlisi/kölesi de hayvana binip o şekilde karşıya geçecek. Hizmetlisi artık burada sen bin demişse de Ömer, "Hayır; adalet yerini bulsun, sıra senindir bineceksin." diyor ve kendisi suya girip o şekilde karşı tarafa geçiyor, kölesi ise hayvana binerek karşıya geçiyor ve Ömer'in dediği gibi adalet yerini buluyor...  Yine bir ara neler oluyor acaba diye halkı yoklamak, olup biteni gözlemek için bir gece dışarı çıkıyor. O sırada yetimleri olan bir kadından, "Biz perişanız durumumuz sanki halifenin umurunda mı?" şeklinde sözler duyuyor ve hemen geri dönerek hazinenin malından bir torba un sırtına alıp onun evine götürüyor; o arada ben halifeyim demiyor. Kadın onun bu iyiliğine karşı, "işte senin gibi merhametli insanları halife yapmıyorlar ki." diyerek ona övgülerini dile getiriyor. (266)  Onun hakkında şu gibi övgüler de var: Ömer halife olduğu halde gömleği dört parçalıydı, yani o kadar tevazu gösteriyordu veya o kadar parasız pulsuzdu. Buna rağmen devletin bir şeyini almıyordu gibi laflar. Bir diğer olay da, Ömer ibadet ederken bir ayet okur ve o ayetin onda bıraktığı tesirle ağlar bayılır, bunun sonucu olarak da onu o baygın haliyle evine alırlar. Öyle olur ki belli bir süre yataktan kalkamaz, hastalandığı etrafa yayılır. Hâlbuki hasta değil; okuduğu ayet onda çok etki yapmış da bundan bayılıp kalmış deniliyor! (267). Tabii ki hangi ayetti denilmiyor. Denilseydi bari başka inananlar da okur, denerdi!  Halk arasında onun şu sözü de meşhur: "Fırat nehri kenarında bir kuzunun başına olumsuz bir şey gelse, bundan da Allah'a hesap vermekten korkarım veya bundan da sorumluyum." gibi abartılı ifadeler ona mal ediliyor. Böyle bir söz söylemiş veya söylememiş bu hiç de önemli değil. Önemli olan onun pratiğidir/icraatıdır. Ve hele hele önemli olan Kur'an'ın kendisidir. Örneğin; madem Kur'an diyor ki savaşlarda inanmayanların boynunu vurun, parmaklarını da doğrayın ve yine madem Kur'an diyor ki, savaşlarda Müslümanlara yardım etsinler, insanları öldürsünler diye ben melekler gönderiyorum ve yine madem Kur'an diyor ki cennette dört ırmak var, bal ırmağı, şarap ırmağı, temiz su ırmağı ve süt ırmağı ve bunlara benzer daha neler neler, o zaman iş bitiyor. (268) Ama olaylara bir bütün olarak bakılınca Ömer'in de hakkını vermek lazım: Halkın bildiği Ömer gerçek Ömer mi, yoksa hayali Ömer mi! Burada hakem akıldır, bilimselliktir ve tarihte olup biten gerçeklerdir.  Bir sözünde de, "Keşke ben babamın ahırında bir kuzu olarak dünyaya gelip büyüseydim. Hiç olmazsa büyür koç olurdum ve kesilir bazılarına vitamin olurdum." diyor. Diğer bir hikâyesi de şöyledir: Bir gün hasta iken minbere çıkıyor ve durumunu anlatıyor, nesi var, neresi ağrıyor diye. Cemaatten birileri de ona, "Bu durumda senin ilacın baldır" diyor. O da, benim şahsi balım yok; var olan da devletin/hazinenindir, dolayısıyla ben kullanamam/haramdır diyor. Orada bulunanlar kendisine izin veriyorlar, ondan sonra ancak ilaç kadar kullanabiliyor. (Peki devlet malıysa, sadece oradakiler mi fetva verse helal olur. Ya diğer bölgelerdeki Müslümanların hakkı?) Onun övgülerinden biri de, adamın biri onun ölümünden sonra kendisini rüyasında görüyor, bakıyor ki Ömer ter içinde kalmış, terini temizliyor. Bu ne haldir diye sorunca Ömer, "İnan ki ben öleli on yıl oldu, hep burada hesap vermekle meşgulüm. Neyse ki yeni kurtuldum." yanıtını veriyor. (269)  Bu masalları anlatanlar; ya, işte Ömer böyle bir Ömer'dir mesajını vermek istiyorlar kaynaklarında.  Hatırlıyorum, Diyanet bu gibi masallarla dolu hazır hutbeler gönderirdi, hocalar da milletin kafasına okur, dünyadan haberi olmayan insanları bu masallarla uyutmaya çalışırdı. Cemaat de bunları dinleyince, 'ya biz nerde, eskiler nerde' diyerek imanlarının zayıf olduğuna, daha fazla çalışma gerektiğine inanırlardı.  Bir kere onun bu kadar korkması, davasına bağlılığının zayıf olduğuna bir kanıttır. Çünkü onun inandığı peygamberi ona cennet müjdesini vermişti. Bu durumda niye cehennem için tek bir kadro varsa o da benim desin ki! Yoksa peygambere inanmıyor muydu? Bu konuda en başta Buhari ve Müslim'de anlatılan şöyle bir olay var. Bu bir örnek; yoksa buna benzer hadisler çok. Hz. Muhammed bir gün ona, "Rüyamda cennette bir köşk gördüm, yanında da bir havuz ve bir kadın vardı, o kadın havuzdan abdest alıyordu. Ben sordum, bunlar kime ait diye? Denildi ki bunlar Ömer'indir. Senin kıskanç olduğunu bildiğim için onlara bakmadım." diyor. Bunun üzerine Ömer, "Yok yok sana karşı kıskanç olur muyum" karşılığını veriyor. (270)  İşte bir taraftan cennette parsellerden söz etmek, diğer taraftan ağlamak olmaz: Şayet cennete ve kendisine verilen cennet garantisine, oradaki hurilere, kebaplara inanmış olsaydı, o zaman aman ha ben bu çileli dünyada ne yapacağım, bir an önce gideyim demesi gerekiyordu. Demek ki bilindiği gibi değil; işler çok farklı!  Aslında Ömer’in yaptığı da şuna benzer: Bilindiği gibi bir taraftan Hz. Ali'nin çocuklarını katletmişler, diğer taraftan da imam efendiden, "Acaba insanın elbisesinde bit/kene, haşere kanı varsa namaz fasit olur mu!" diye fetva sormuşlar. Bir taraftan kan seline çeviriyorsun coğrafyaları, senin eline geçse son ömründe, 7-8 yaşlarındaki çocukla evlenmek istiyorsun (Ebubekir'in kızı), hem Hz. Fatma'nın başına getirmediğin kalmıyor, keza kocası Hz. Ali ve halifelik makamını kullanarak 60 yaşlarında olduğun halde onların 9-10 yaşlarındaki kızını alıp eş olarak onunla yaşıyorsun, Hz. Muhammed olsun, Ebubekir olsun ve sana muhalif olan valiler ve daha neler neler... Sen onları ortadan kaldırıyorsun, şimdi de kalkmış ağlıyorsun, cehennem için tek kişi ayrılmışsa o da benim diyorsun.  Bu başlığı yine Ömer'in bir sözüyle kapatmak istiyorum. Eğer Allah'tın bir haber gelse, "Ey Ömer Allah senin durumunu açıklamadan sana kalsa sen şu üç şıktan hangisini kendine uygun bulur ve seçersin: Cennetlik mi, Cehennemlik mi, yoksa öldükten sonra toprak olup kaybolmak mı? Ömer, ben bir daha dirilmemek üzere toprak olup kaybolmam tercih ederim diyor. (271) Aslında onun döneminde İslam fütuhatı adı altında ele geçirilen memleketlerin trajedileri anlatılmaz. Bence vereceği hesabın çok kolay olmayacağının kendisi de farkına varmış. O yüzden toprak olup da bir daha dirilmemek üzere demiş. Ev sahibi kendi evinin durumunu herkesten daha iyi bilir, diye bir söz var. Ben bu olayları yazınca bir taraftan sinirlerim bozulur. Çünkü işin içinde suikastlar, komplolar, trajediler, katliamlar, cariyeler, talan-ganimet vs var. Bu gibi masalımsı, fıkra tipi olayları işleyince bir taraftan da bazen kendi kendime gülerim. Ama bir bakıma da çok üzülürüm. Çünkü 21. asırdayız hâlâ kitlesel bir şekilde bunlara takılan, kurtuluşu bunlarda bulan insanlar var. İşte bu çok hazin bir tablodur.

BÖLÜM 6 - Hz. ALİ ve eşi Hz. FATMA  
a) Hz. Ali, Ebubekir'in Halifeliğini Nasıl Kabul Etti?  Önce olayın özetini vereyim. Yukarıda Ebubekir'in halife seçilmesi konusunda biraz değindim; ama burada farklı bazı bilgiler sunacağım. Muhammed'in ölümünden sonra Hz. Ali onun cenazesiyle uğraşırken Ebubekir ve Ömer halifelik konusunda çalışarak Ebubekir'i halife ilan ederler. Yine yukarıda ifade edildiği gibi Ebubekir halife olunca, Hz. Fatma Ebubekir'e gidip babasına ait veraset malından kendi hissesini almak ister; ama Ebubekir vermez. Sonunda Fatma çok rahatsız olur, hatta ona kızar ve evine gider. Bu arada Hz. Ali de halifelik hakkımdır diyerek Ebubekir'in halifeliğini tanımaz. 
Hz. Ali, hem Fatma'nın bu veraset malına el konması nedeniyle, hem de halifeliğin kendine verilmemesi yüzünden evine kapanır. Bir diğer neden de (kaynaklarda bu çok nadir işlenmiş; asıl sebep halifelik ve Fatma'nın hissesine el konulmasıdır) Hz. Ali güya Kur'an kitap haline gelmeyene kadar ben toplum içine çıkmam demiş ve bu arada evinde Kur'an'ı kitap haline getirmekle meşgul olmaya başlamış. 
Dolayısıyla Ebubekir ve Ömer'den alakasını keser, tabii ki hem Muhammed'in damadı, hem de amcaoğlu olduğu için, önemli bir kitle Ebubekir'in halife olmasından sonra hâlâ onu destekler, evinde toplantılar yapar. Hatta o arada Ebubekir'e, "Sen rahatımızı bozdun, bizimle istişare etmeden halife oldun." diyerek sert tepki de gösterir. 
Ebubekir de, "Haklısın; ancak sanıldığı gibi bu iş kolay değil, her kafadan bir ses çıkıyor, ben bu işe soyunmasaydım fitne çıkacaktı." der. (272)  
Durum bu iken, bir gün Ömer, Ebubekir'e, "Bu adam (yani Ali) muhalif kaldığı sürece bize rahat yüzü yok. Sen en iyisi onu sustur." diye öneri sunar, Ebubekir bunu olumlu karşılar. Sonuçta, Hz. Ali ve yanındakiler gelip Ebubekir'in halifeliğini tanısınlar diye bir heyet gönderirler. Ömer, Ebubekir döneminde Ali'nin işini halletmezse, ileride halifelik konusunda kendisinin rahatının bozulacağını biliyordu, farkındaydı. O yüzden hep Ebubekir'i kışkırtıyordu.  Bu konuda kaynak çok; anlattıkları birbirlerine yakın olanları bir arada özetlemek isterim; farklı bilgiler ihtiva eden kaynaklardan ayrıca aktarmalar yapacağım.  Şimdi başta Ömer Rıda Kehhale, İbni Küteybe, Belazuri'den bir özet sunmak istiyorum. Ömer ve Ebubekir'in kararlaştırdıkları ekip, 3-4 sefer Hz. Ali'nin evine gidip gelir; ama istenen sonuç alınmaz. Bir kere Hz. Fatma bunları görünce onlara evin kapısını bile açmaz. Hal böyle olunca halife Ömer bu görevi bizzat üstlenir ve yanına aldığı ekiple onların evine gider. Ebubekir o sırada Ömer'e, "Ali ve yanındakileri en disiplinli, hakaretvari bir şekilde getireceksiniz." diye talimat da verir. Hatta direnirlerse onlarla savaşın, onları katledin gibi emirler de verir. Bu son cümle farklı kaynaklarda var, yeri gelince daha da detaylandıracağım... Ömer Hz. Ali'nin evinin önüne varınca, “Dışarı çıkın.” diye seslenir. İçerdekiler onu dinlemeyince, Ömer kendilerine karşı baskı kurar ve nihayet onlar çıkmak zorunda kalırlar. Bu baskıyla ilgili ayrıca bağımsız bir başlık açacağım. Çünkü burada bir trajedi yaşanır, hatta cinayet işlenir; bunu ayrı ele almakta fayda var.  O insanlar evden çıkıp Ebubekir'in yanına gider ve halifeliğini kabul ederler (tabii ki baskıyla); ancak Hz. Ali mazeret beyan edip evinden çıkmaz. Güya mazereti de yukarıda belirttiğim gibi; Kur'an bir araya/kitap haline gelmeyene kadar ben halk arasına girmem diye yemin içmiş (tabii ki uydurma, bunun gerçekle alakası yok).  Her ne kadar diğerleri gidip Ebubekir'in halifeliğini kabul etmişlerse de, Ömer yine buna sevinmez, ona göre iş daha bitmemiştir. Tekrardan Ebubekir'le konuşur: "Sana muhalefet eden Ali'yi getirmez misin?" diye. Ebubekir yine teklifini kabul eder ve birini Ali de gelip halifeliğini kabul etsin diye gönderir. Elçi gelip durumu aktarınca, Ali, "Sübhanallah; Ebubekir'in hakkı olmayan bir şeyi onaylamaya davet ediliyorum, bu olacak iş mi?" der ve gitmez. Elçi Ebubekir-Ömer'e dönüp durumu izah edince, güya Ebubekir o arada ağlar. Ömer ise Ebubekir'e hiç danışmadan hemen yanına bir ekip alıp doğruca Hz. Ali'nin evine gider. Oraya varınca kapıyı çalar. Hz. Fatma onların sesini duyunca yüksek sesle, "Ey babam, ey Allah'ın Resulü, senden sonra Ömer ve Ebubekir'in başımıza getirdiklerine el'enian" diyerek feryada başlar. Mahalle sakinleri Fatma'nın ağlamasını ve feryadını duyunca onlar da ağlamaya başlarlar, neredeyse orada bir vaveyla kopar. 
Buna rağmen Ömer ve beraberindekiler Ali'yi zorla evden çıkartıp Ebubekir'in yanına götürürler ve orada ona, "Ebubekir'i kabul et." derler. Hz. Ali, "Şayet kabul etmezsem ne olur?" diye sorunca, Ömer, "Allah'a yemin olsun ki, kabul etmezsen kellen gider." karşılığını verir. 
Ali devamla, "O zaman siz bir Allah kulunu ve Muhammed'in kardeşini katletmiş olursunuz" der. 
Ömer, "Evet, Allah'ın kulusun bu doğru; ama Muhammed'in kardeşi değilsin." karşılığını verir, tabii ki bu konuşmalar esnasında Ebubekir suskundur.  Bunun üzerine Ömer, "Ali'ye bir şey demeyecek misin?" diye Ebubekir'i uyarır. Ebubekir, "Yanında Fatma dururken ben ona bir şey diyemem." der ve olay bu seferlik böylece kapanır, tabii ki Ali'yi götürünce Fatma da, acaba ne olacak diye beraberinde gitmiştir de ondan Ebubekir az önceki sözü söylüyor.  
Ali onlardan ayrılınca doğruca Muhammed'in kabri başına gider, orada bağırıp çağırır, ağlayarak Muhammed'e seslenir, "Görüyorsun! Beni zayıf düşürdüler, nerdeyse beni öldürecekler." diyerek manevi huzurunda onları şikâyet eder. Şu da var ki, Fatma hayatta olduğu sürece Hz. Ali, Ebubekir'in halifeliğini kabul etmez. Hatta Hz. Ali onlara, "Asıl siz beni halife olarak tanıyın, zaten hakkımdır, siz benden gasp ettiniz." der, halifeliğin kendi hakkı olduğu konusunda uzunca bir konuşma yapar. 
Bir taraftan baskıyla Hz. Ali'yi yola getirmeye çalışırken, diğer taraftan Ebu Ubeyde gibileri onu başka şekilde ikna etmeye çalışırlar: Ebubekir yaşlıdır, deneyimlidir; sen ise daha gençsin, bu işleri zor yaparsın gibi telkinlerde bulunurlar, tabii ki fayda etmez.  Daha sonra Fatma'nın gönlünü almak için Ebubekir'le Ömer bir ara onu ziyarete giderler. O sırada Fatma'ya selam verirler; ama kendisi onların selamını almaz ve yüzünü duvara çevirip bu şekilde tepkisini gösterir. 
Sonuçta Fatma hayatta olduğu sürece (ki 75 gün ile 6 ay arası kısa bir yaşama dönemi var) ne Fatma onlarla konuşur, ne Hz. Ali Ebubekir'in halifeliğini tanır. Evet, birkaç tarihçinin konuya ilişkin ortak açıklamaları (özetle) böyle. (273)  
Burada Sünni kaynaklarda şu da var. Özellikle Maide suresinin 67. ayetinde Muhammed'e hitaben, "Sana gönderileni duyur; aksi halde görevini yapmamış olursun." denir. İşte burada duyurulmak istenen, Hz. Ali'nin halifeliğiymiş, güya Allah demiş Ali halife olsun; ancak Muhammed tereddütte kalmış: Söylesem mümkün mü, değil mi gibi. Bu ayetin açıklama kısmında hem Suyuti, hem de Nisaburi bunu işlemişler. Bu da not olarak kalsın.  
Burada şöyle bir soru düşünülebilir: "Ya Ebubekir, durup dururken Ömer'e ne olmuş, ona ne ki, bu kadar onu yönlendirmiş?" Bunun yanıtını yine Hz. Ali'den dinleyelim. Ömer ekiple birlikte onun evine gidince Ali kendisine şunu der: Aslında halifelik hakkım ama senin ortalıkta bu kadar oynamanın nedeni, Ebubekir gidince senin onun yerine halife olmayı istemen. Evet, Ömer'in tek amacı buydu. 
Ali'nin bu açıklaması kısa da olsa Ömer'in amacını özetliyor aslında. Kaldı ki, Ebubekir de artık o kadar zorlanır ki, Ömer'in kahrını çekemez hale gelir ve bir gün bir ara açıkça onun huzurunda bunu belirtir. Konuya ilişkin hadisi aktaran Zeyd bin Eşlem. Ebubekir şöyle der: "Ben istifa ederim, bu işi yürütemem. Beni bu işlere bu (dilini tutarak) soktu" der. 
Hatta Muhibbüddin Taberi, Ebubekir'in bir ara istifa etmek istediğine dair özel bir başlık da açmış ve Ömer'le ilgili bu açıklamayı bu bölümde anlatmaktadır. (274) Yine aynı istifa durumunu İbni Küteybe de işlemiş. Kanımca bunu Ebubekir'e dedirten Ali ve ailesine karşı haksız uygulamaları, bir de Ömer tarafından kendisinin kullanıldığının farkına varmış olması. İşte bu yüzden üzülür.  Buraya kadarki açıklamalar, birkaç kaynakta hemen hemen aynı şekilde işlenen bilgiler; ancak iş bununla da bitmedi, bu konuda farklı bilgiler var onları da aktaracağım. Mesudi'in (346.Ö) konuya ilişkin çarpıcı aktarımları var; ondan bir özet vermek istiyorum.  Muhammed vefat ettikten sonra Ebubekir-Ömer halifelik işiyle uğraşırken, bu arada Hz. Ali cenazeyle ilgilenir. Ebubekir'le Ömer, Medineli'lerin bulunduğu "Sakife Beni Saide" semtine gidip oradaki toplantıda, biz Muhammed'e daha yakınız, halifelik Kureyşilerde kalmalı gibi sözlerle onları etkilemeye çalışırlar ve epey zorluklara rağmen Ebubekir halife olur. Tabii ki elini ilk tutan ve onu alkışlayan Ömer'dir.  Bu arada artık defin işi bitmiş, olaylardan haberdar olan Hz. Ali, etrafında bulunan ve onu destekleyen başta Muhammed'in sırlarını bilen Hüzeyfe bin Yeman, yine Tebük suikastında Muhammed'le birlikte olan Ammar bin Yaser, Selman-i Farisi, Übey bin Ka'b olmak üzere yaklaşık kırk ileri gelen sahabeyle bir toplantı yapıp, orada şunları söyler:  “İddia edildiği gibi eğer halifelik Kureyşilerin ise, o zaman benim hakkımdır; yok eğer böyle bir şey yoksa o zaman görev Medinelilere düşer.” der ve orayı terk edip, arkadaşlarıyla beraber evine gider. Bu arada bu halifelik olayı hakkında, Kur'an'dan ayetler okuyarak ve durumunu da buna uyarlayarak bir değerlendirmede bulunur: “Aslında benim bu halifelik konusunda durumum/mağduriyetim şu beş peygamberinkine benzer.  Mesela Hz. Musa'nın kendi kavmine, "Sizden korktuğum için hemen aranızdan kaçtım."  Hz. İbrahim'in o günkü zalimlere karşı, "Sizi ve Allah'tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb'ime ibadet ediyorum. Böyle yapmakla da mutsuz olmayacağımı umuyorum" dediği gibi,  Yine Harun'un, kardeşi Hz. Musa'ya, "Ey anam oğlu, bu insanlar beni güçsüz buldular, nerdeyse beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme", Hz. Lût'un kendi kavmine, "Keşke size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı, ya da sağlam bir desteğe dayanabilseydim?” ve son olarak da Hz. Nuh'un, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua ettiği gibi ben bugün bu pozisyondayım.” der. (275)  Bu arada hazırladığı Kur'an'ı bir gün eline alıp toplumun içine girince ve onlara bunu anlatınca, işte bu Kur'an'dır, biz de Muhammed'in en yakınlarıyız; dolayısıyla Muhammed demiş ki size iki emanet bırakacağım: Kur'an ve en yalçınları olan bizleri, sizi bu uyarıları dinlemeye davet ediyorum der. Bunun üzerine bazıları onunla alay edercesine, "Al kitabını götür. Bizim ne sana, ne de kitabına ihtiyacımız var, boş ver kitabını, bırak onu." derler. Ali de tekrar evine döner. Bu arada iktidarın adamları onun peşinden eve gelip zorla kendisini tutarak illaki Ebubekir'in halifeliğini kabul edeceksin; aksi halde seni öldüreceğiz derler. Burada ayrıca farklı bir plan ortaya koyarlar: Halit bin Velit'e görev verirler, Ali'yi öldürmesi için. Ebubekir'in hanımlarından Esma binti Umeys, Hz. Ali'ye haber verir (bilgin olsun seni öldürmeye karar vermişler der). Ali bundan sonra tedbirini alır ve bu plan da gerçekleşmez. Mes'udi, Hz. Ali ile iktidar sahipleri arasında mücadelenin bu şekilde devam ettiğini anlatıyor. (276)  Yakubi (ö.294.h) bu baskın olayını biraz daha farklı anlatıyor. Hz. Ali ile birlikte birçok kişi muhalif kalınca, Ebubekir'le Ömer geceleyin Abbas'ın yanına gidiyorlar: Ebubekir'in halifeliğini kabul edin, sana da bazı ayrıcalıklar tanıyalım. Biliyoruz sen Hz. Muhammed'le Ali'nin amcasısın; senin hakkın var bunun farkındayız diyorlar. Amaç bu yolla onların muhalefetini kesmektir. Ama Abbas sert tepki gösteriyor ve bu girişim de sonuç vermiyor. Nihayet çareyi zor kullanmakta buluyorlar ve bir ekiple birlikte Ömer, Ali'nin evine baskın düzenliyor. Bu arada hem Ali'nin, hem de Zübeyir'in kılıçlarını zorla alıyorlar ve eve giriyorlar. Çünkü içeride başka insanlar da vardı, onları alıp götürmek için içeri giriyorlar. O sırada Fatma ortaya çıkıp, ya burayı terk edersiniz, ya da başörtümü atıp sizi Allah'a havale ederim deyince, baskını yapanlar çıkıp gidiyorlar ve bir iki gün içinde herkes gidip Ebubekir'i kabul ediyor; ancak Ali altı ay veya kırk güne kadar kaldıktan sonra Ebubekir'in halifeliğini kabul ediyor (Fatma'nın ölümüne kadar) şeklinde anlatıyor. (277)  
İlginçtir ki bazı İslam yazarları bu konuda olup bitenleri örtmek için o kadar akıl almaz uydurmalar yazmışlar ki, buna çocuklar bile inanmaz. Mesela İbni Cerir Taber'in tarihine aldığı şu açıklama: Hz. Ali'ye Ebubekir'in halifelik haberi gelince (ki halk onu benimsemiş diye) elbise giymeden, bir an önce gidip Ebubekir'in halifeliğini kabul etsin diye, sevinçten üzerinde tek fistanla koşuyor. Kabul ettikten sonra birini gönderiyorlar, Ali'nin elbisesini getiriyor ve Ali orada giyiniyor. Yani Ebubekir'in halife olmasına o kadar taraftarmış ki, nerdeyse yalın ayak koşmuş demek isteniyor.  Ama aynı Taberi devamında, Fatma'nın mal varlığından dolayı araları açılmıştı, Fatma ölmeyene kadar Hz. Ali Ebubekir'i kabul etmedi, evinde Kur'an'ı kitap haline getirmekle uğraşıyordu diyor. (278)  Şimdi, yazıları İslami kesime sert geldiği için kendisine pek olumlu bakılmayan bir yazarın konuya ilişkin düşüncelerini özetlemek isterim. Adı, Selim bin Kays Hilali (h.276).  Bu adam Muhammed zamanında yaşamış; ancak o dönem Medine'nin dışında olduğu için kendisiyle görüşememiş. Muhammed vefat ederken, bu yaklaşık 14 yaşlarındaymış. Hz. Ali ile birlikte çalışmış; ancak daha sonra Haccac'dan gördüğü zulüm nedeniyle sürgüne, uzaklara gidip gurbette vefat etmiş. Hem tarihsel olarak çok eski, ilk tarihçilerden, hem de Ali ile epey kaldığı için, kanımca bildikleri doğruya en yakındır. Çünkü diğer İslami kaynaklar hem daha sonra, hem de resmi tarih takipçileri oldukları için, onlar bununki kadar güvenilir değildir. Bakalım neler yazmış.  Hz. Ali muhalif kalınca, bir ara Ebubekir talimat verir: "En sıkı ve şeref kırıcı bir şekilde onu yakalayıp getirin." Bunlar gidince Hz. Ali direnir, kılıca sarılır; ancak gidenler fazla oldukları için onu yakalayıp boynuna da bir ip geçirerek ve o ipi tutup o şekilde Hz. Ali'yi arkalarından çekerek Ebubekir'in yanına götürürler. Ömer elinde kılıçla Ali'nin başındadır. Yanı sıra meşhur Halit bin Velit, cennetle müjdelenen Ebu Ubeyde, Muaz bin Cebel, Mugire b. Şube gibi meşhur sahabeyle birlikte, halktan da insanlar orada toplanmışlardır. (279)  Hz. Fatma da bu hengamenin içinde, Hz. Ali anormal şekilde götürülünce o da birlikte gelmiştir, Ebubekir'e ve orada bulunanlara karşı feryat etmektedir. Onun halini gören herkes ağlamaktan kendini alamaz; ancak Ömer, Halit b. Velit ve Mugire ağlamadıkları gibi; üstelik Ömer, "Bizim kadınlarla (Fatma'yı kastederek) işimiz yok" diyerek daha da sertleşir. Hz. Ali o haliyle bile, orada etkili bir konuşma yapar, halifelik hakkımdır der. Sonuçta Ebubekir (kanımca Fatma'dan da etkilenerek) Ali'yi serbest bırakır, tabii ki Ali'nin elinde silah falan yok; almışlar. Ancak etraftakiler, onu getirenlerin hepsinin ellerinde kılıç vardır.  Ali serbest bırakılınca, "Ey Ebubekir; ne çabuk Muhammed'i unuttunuz, hangi hakla bu insanlara, beni halife olarak kabul edin diyebiliyorsunuz. Daha dün (amaç, yani yakın zamanda) beni halife kabul etmediniz mi Muhammed'in huzurunda, ey burada bulunanlar, siz de bunu bilmiyor musunuz!" diye seslenir.  Sonuçta Ebubekir şunu diyor: "Dediklerin doğrudur, Muhammed bu görevi bizim yanımızda sana tavsiye etti; ancak bu konuda şöyle bir hadisi de var: "Bizim familyamızda hem peygamberlik, hem de halifelik olmaz. Halifeliği artık başka familyalar yürütsün" der. Ali devamla, "Ebubekir'den başka bunu Muhammed'den duyan var mı?" diye sorar. Başta Ömer, Ebu Ubeyde, Muaz b. Cebel ve Salim (yani Ebubekir'in kadrosu), "Ebubekir doğru söyler, biz şahidiz" derler. Burada Ali, "Kendi aranızda üstelik de Ka'be içinde planladığınız o anlaşmayı işte bugün hayata geçiriyorsunuz: Ki Muhammed giderse biz halifeliği onun ailesinden alacağız demiştiniz der.  İşin böyle sürüncemede kalması, en çok halife Ömer'i düşündürüyordu. Bu adam bize teslim olmazsa veya hayatta olduğu sürece, Muhammed'e en yakın kişi olması münasebetiyle bana ilerisi için,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion