ŞIH CEMİL NARDALI
14 Temmuz günü, işbirlikçi ve hainleri saymazsanız, Adana’da Türklerden kimse kalmamıştı. Koca kent, adil ve asri ve insan hakları savunucusu ve Avrupalı ve asil Fransız Milletini temsil eden subay ve askerleri ile, iyisi ve çapulcusu ile Ermenilere, asil Fransız’ın yanında para ile askerlik yapan Senegallilere, Süryanilere ve Cezayirlilere kalmıştı. Hemen ekleyelim ki, her ne kadar Fransız ordusunda görevli ise de, Cezayir ve senegalli askerler, din kardeşliğini her zaman göz önünde tutmuşlardır. Olasıdır ki, Kaç-Kaç koridorunda bu müslüman askerlerin bulunması, cinayet ve işkencenin sınırlı kalmasına neden olmuştu.
Şıh Cemil, kendi özel müfrezesi ile “Kaç-Kaç”zedelere sahiplenmekle kalmamış, zalimlerin o bölgeye girişlerini de engellemişti.
Diaspora’nın bir türlü ağzından düşürmediği “soykırım”, belki de, büyüklerimize uygulayamadıkları için duyulan rahatsızlığın dışa vurumudur. Yapamadıklarını, kendilerine yapılmış gibi gösterme gayreti olabilir… Fransız’ın da işine gelir bu. Gelir; çünkü tüm hiddet, şiddet, para-pul, silah ve gayretine karşın, Adanalı’nın vatan savunması karşısında adeta rezil-ü-rüsvay vaziyette ve dahi süklüm-püklüm çekilmiştir. Adana’dan. Kurtulmuştur; zira bizim dışımızda hangi millet olursa olsun, bu asil(!) ve şerefli (!) ve adil (!) ve humanist (!) subayları gönderirken, kellelerini bir ele, ciğerlerini öteki ele verirlerdi.
Bizimkiler öyle yapmadı. 5 Ocak gününe kadar kurtuluş sevincini yürekte yaşayıp Fransızı değerli konuk gibi ağırladı.
İşte, o Fransız, hem Türk’e hem de getirdiği ermeni göçmenlere yaptığı kötülüğün elbette farkındadır. Zaten Kaç*Kaç sonrası başlayıp da 1921’de yoğunlaşan nefretle dolu Ermeni suçlamalarıyla karşılaştıklarında, “Daha ne yapalım, sizin için nice askerlerimiz öldü!” demek zorunda kalmışlardır. Savaşın ateşi sönerken de, asalet ve kültür ve insan haklarına saygılı olmanın gereğini yerine getirmek üzere, “Ermeni-Türk düşmanlığına” körükle gitmişler, nifakları, sözde soykırımı resmileştirerek anıtlaştırmışlardır.
OBA’DAKİ ŞEYH CAMİ EFENDİ’YE TEŞEKKÜR
Kurtuluş Savaşımızın önde gelen liderlerinden Merhum Tekelioğlu Sinan Paşa, savaş boyunca Şıh Cemil ve kurduğu teşkilattan ne kadar yararlanıldığını her fırsatta anlatmış. Anlatmakla kalmamış, bir de teşekkür mesajı göndermiş:
“Oba’da Şeyh Cami Efendi’ye,
Pek sevilen Eti kardeşlerimle, şimdiye kadar Milli Kuvvetlerimize olan istek ve saygıyla beraber, siz başta gelmek üzere Adana Türklerine gösterdikleri misafirperverliğe teşekkür ederim. Hepinizin gözlerinden öper, Allah’a emanet ederim.
Sinan.”
KOMÜNİZMİN YASAĞI İŞİMİZE ÇOK YARADI
Demiştik ya, eli silah tutan, açlık-susuzluk ve yılgınlığı fark etmeyen yiğitlerin hemen haman tamamı cephelerdeydi. Tabii ki Şıh Cemil’in çevresindeki erkeklerin de pek çoğu çetelere katılmıştı. Halbuki Güney Adana’da daha çok mücahit gerekliydi. Onu da Komünizm getirdi. Nasıl getirdiğini de anlatalım…
Malum, o rejimde her türlü dini ibadet yasaklanmıştı. Varlıklı ve inancına aşırı bağlı Türkistanlılar gizli-saklı namaz kılabiliyorlardı. Sıkıntı, hac farizasındaydı. Elbette hac da yasaktı. Türkistanlılar Süleyman Demirel’in ileride söyleyeceklerini tahmin ederek “Çare tükenmez” deyip düşünmüşler, taşınmışlar ve bir yol bulmuşlar.
Sovyetler Birliği’nden çıkabilmek için “Türkiye’deki akrabalarımızı çok özledik, gidip birkaç ay kalacağız” diyerek izin almışlar. O dönemlrde Sovyetlerle aramız iyi. Hacı adayları aslında Türkiye üzerinden Mekke’ye gidip dönmeyi planlıyorlar. Ne zaman ki Adana’ya gelip de Fransız baskısını görünce, “Allah ömür verirse hacı da oluruz. Ama önce kandaşlarımıza destek verelim” demişler. Sonuçta, 800 kadar Türkistanlı Şıh Cemil’in müfrezesine katılmış. Aynı dönemde sayısız Çerkez ve Kürt mücahitler de yer almış bu müfrezelerde.
Gelelim silah ve mühimmata…
Eldekiler elbette yetmiyor. Batı Cepheleri Komutanı Sinan Paşa Pozantı’dan silah ve mühimmat göndermek için çare ararken Kayışlı Köyünden ve Şıh Cemil Çetesinin başı Cerdun Süleyman (Süleyman Carcur) “Bu benim işim” diyerek çıkmış öne. Cerdun (Cerzun diyen de var), kertenkele demek. Süleyman ise iri yarı, heykel gibi biri. Cerdunluğu şuradan geliyor; batak-çatak dinlemiyor, çalı-çırpı, diken-liken demeyip kertenkele gibi sürünerek ama inanılmaz hızla yol alıyor. Zaten daha önceden de cephelere yiyecek, içecek, ilaç, sigara falan da taşıyıp duruyormuş. Bu köprü’nün Mustafa Kemal Paşa tarafınan da bilindiğini Merhum Gazeteci Müellif Yusuf Ayhan’dan öğreniyoruz.i
Geçmişte de yazmıştık; bir kez daha tekrarlayalım: “Bir Ulu Kahramandı Şıh Cemil!..” Entel damarı tutanlar için Şeyh Cemil’dir rahmetli.
O günleri yaşayanları dinlemişler için de, tıpkı Sinan Paşa’nın Dediği gibi, Şeyh Cami’dir; yahut ta Şıh Cami’dir. 1875’te doğmuş, 1955’te, 10 Kasım günü sabah saat 9’u beş gece Ebediyet yolculuğuna çıkmıştır. Yani tam da Atatürk’ü anma günü ve sirenlerin ötmeye başladığı anda…
Bilen bilir ama, bilenler o kadar azalmış ki; en iyisi bir kez daha bahsetmek. Zaten, kim ne derse desin, Adana’nın Kurtuluş Destanını yazanlar, mutlaka ve mutlaka İğtişaş’tan ve Kaç-Kaç’tan dem vurmak zorundadır. Kaç-Kaç’a değinenler de, özellikle Şıh Cemil’i anmak zorundadır.
BİTTİ
FOTOĞRAFLAR:
BELEMEDİK
BELEMEDİK CAN KURTARDI: Oba’ya kaçarken Şeyh Cemil’in adamları tarafından karşılanıp dinlendirilen, tedirilip içirilen muhacirler yine Şeyh’in adamları tarafından güvenli yerlere götürülüp yerleştiriliyorlardı. Yerleşkelerin en büyüğü ve en elverişilisi de Belemedik’ti. Toros tünelleri ve Hacıkırı (Varda) Köprüsü inşaatı için burada Almanlar tarafından çeştili inşaat vtesisleri yanı sıra beş bin kişiye yetecek barınak-lojman da yapılmıştı ve hepsi de sapasağlam duruyordu. Üstelik tek yönden daracık girişi olduğu için koruması da çok kolaydı.
,
ŞEYH CEMİL
Şeyh Cemil Nardalı
VEFATI
VEFATINDAKİ İNANILMAZ RASTLANTI: Şeyh Cemil Efendi 10 Kasım 1955 günü, sabah saat dokuzu beş gece ebediyyet yolculuğuna çıktığı anda Adana’nın her yanında Canavar düdükleri duyulmaya başlandı. Atatürk’ün 17’inci Anma Töreni için Atatürk Parkı’nda bulunan Protokol haberi alır almaz saniye kaybetmeden Şeyh’in evine geldiler.
Burada, merhumu anlatan duygulu konuşmalar yapıldı. Atatürk Parkı’ndan gelenler arasında Sinan Paşa, 6’ncı Kolordu Komutanı Nurullah Paşa, Vali Kazım Arat, Belediye Başkanı Ali Sepici, Ankara Milletvekili Atıf Benderlioğlu, Adana Milletvekillerinden Ahmet Kınık, Cavid Oral, Nurullah Tolon da bulunuyordu. Sinan Paşa balkondan duygu dolu konuşmasını hıçkırarak ağladığı için zorla tamamladı. Defin, askeri törenle yapıldı.
Mustafa Kemal hakkında idam fermanı çıkarıldı. Anadolu’da işale karşı Kuvvay-ı Milliyeyi örgütlemeye başlayan Mustafa Kemal, Kara Vasıf Bey, Alfred Rüstem Bey, Dr.Adnan Bey ve Halide Edip hanım hakkında;
Padişah Mehmet Vahdettin’in fermanına göre yukarıda adı geçenler;
1-Halktan zorla para topluyorlardı…
-İtiraz edenlere işkence yapıyorlardı.
-Şehirleri yakıp-yıkıyordu.
Bu nedenle görüldükleri yerde öldürülmeliydiler.
İdam kararı güya hukukiydi. Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki Divan-ı Harp tarafından alınmıştı. Mehmet Vahdettin tarafından onaylanıp ferman haline getirilmişti.
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah efendinin fetvasına göre; Mustafa Kemal, padişahın
-Sadık tebasını yalanlarla aldatıyordu.
-Dinimizin emirlerine aykırı olarak maddi çıkar sağlıyordu.
-Yüce İslam Halifesi’ne isyan ediyordu.
-İslamın yüce kuralları gereğince öldürülmesi meşru ve farzdı.
-Müslümanların adaletli imamı Halifemiz Vahdettin Han hazretlerinin etrafında toplanıp, Mustafa Kemal ile savaşmak vacipti.
-Kuvvay-ı Milliye’nin katledilmesi “Farz”dı.
-Kuvvay-ı Milliye’yi öldürenler gaziydi.
-Kuvvay-ı Milliye’ye karşı CİHAT ilan edilmişti.
Bu fetva onbinlerce kopya çoğaltılarak Yunan ve İngiliz uçakları tarafından Anadolu’da şehirlere, kasabalara ve köylere atıldı.
İngiliz zırhlıları tarafından Karadeniz ve Akdeniz limanlarında sandık sandık dağıtıldı.
Bu idam fermanını kaleme alan aslında Mustafa Sabri’ydi. Mustafa Sabri, Padişah Mehmet Vahdettin’in bir önceki Şeyhülislamıydı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularındandı.
CHP’sinin Cumhurbaşkanı adayı Ekmelettin’in babasıyla birlikte Mustafa Kemal ve Cumhuriyet karşıtı oldukları için Mısır’a kaçan esik Şeyhülislamdı.
Ulusal Kurtuluş Savaşı, tüm dünyadaki mazlum ülkelerinde yoluna ışık tutacak şekilde zaferle sonuçlandığında, Osmanlı’nın son padişahı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün idam fermanını imzalayan Mehmet Vahdettin bir İngiliz zırhlısı ile İstanbul’u terk ederek İngilizlere sığınıyordu.
Tıpki Mustafa Sabri gibi, Mehmet Vahdettin gibi bugünde Atatürk düşmanı, demokratik-laik cumuhriyet düşmanı, Osmanlı sevdalılarının ortaokul 8.sınıf ve imam-hatip ortaokulu 8.sınıflraında okutulan İNKİLAP TARİHİ ve ATATÜRKÇÜLÜK ders kitaplarında Padişah Mehmet Vahdettin’in İngiliz işgal güçleri komutanı Harrington’a telgraf çekerek, “İstanbul’da yaşamasının tehlike arz ettiğini, yüce İngiltere devletine sığındığını” belirten ifadesi kitaptan çıkartılıyor.
İngiltere’ye sığındığı, kaçtığı ifadeler değiştirilerek “İstanbul’dan ayrıldı-İstanbul’u terk etti” şeklinde değiştirilerek Padişah Mehmet Vahdettin’in ihaneti perdelenerek saklanıyor.
Akıllarınca güneşi balçıkla sıvamaya yelteniyorlar.
Tarihi değiştirmek sizin ne haddinize!..
Tarihi… Tarihi yaşayanlar belirler.
Siz kim tarih kim.
Sizin ve size akıl verenlerin tarih yazmaları mümkün mü?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder