I-BEN BiLiNCiNiN DERECELERi (TANRI KARŞISINDAKi UNVAN)
Bu kitabın birinci bölümü kesintisiz ben bilincinin bir derecelenmesini vurgulamıştır: Önceliklesonsuz ben'inin farkında olmayan insan (Üçüncü Kitap, İkinci Bölüm, a bendi), daha sonra içindesonsuzluğu barındıran bir ben bilincine sahip olan insan (Üçüncü Kitap, İkinci Bölüm, b bendi) ve bubölümlerin içinde (al, 2.B) yeniden dereceler saptanmıştır. Şimdi tüm bu gelişimin diyalektikterimlerini tersine çevirelim. Şunlarla karşılaşırız. Şu âna kadar bilincin bu derecelendirilmesineinsan ben'inin, ölçütü insan olan ben'in görüş açısından bakılmıştır. Ama bu aynı ben, Tanrıkarşısında, bu olayla birlikte yeni bir nitelik veya nitelendirme kazanmaktadır. Artık yalnızca insansalbir ben olmayıp aynı zamanda, yanılgıya düşülmemesi umuduyla, teolojik ben, Tanrı karşısındaki benolarak adlandıracağım şeydir. Ve Tanrı karşısında olma bilinci ile, şimdi Tanrı’nın ölçüsüne gireninsansal ben, bu durumda ne kadar sonsuz bir gerçeğe sahip oluyor! İnekleri karşısında yalnızca birben olan inek çobanı ancak oldukça alt düzeyde bir ben olacaktır; aynı şekilde köleleri karşısında birben olan hükümran yalnızca alt bir ben'dir ve aslında bir ben bile değildir, çünkü her iki durumda daölçü eksiktir. Ölçü olarak yalnızca anne-babası olan çocuk, yetişkin olduğunda ölçü olarak Devlet'igördüğü zaman ben olacaktır; ama Tanrı, insanın ölçüsü hâline geldiğinde ben'e ne kadar sonsuz birnitelik verecektir! Ben'in ölçüsü, her zaman ben'in önündeki şeydir ve bu, ölçünün ne olduğunutanımlamaktadır. Her zaman yalnızca aynı türden büyüklüklerin toplanabilmesi gibi, her şey budurumda niteliksel olarak kendi ölçüsüyle özdeştir; aynı zamanda törel bir kuralı olan ölçü; o hâldeölçü ve kural, şeylerin niteliğini ifade ederler. Bununla birlikte özgürlük dünyasında durum aynıdeğildir: Burada kuralına ve ölçüsüne özdeş nitelikte olunmasa da bu nitelik-sizleştirmeden kişininkendi sorumludur, nitelendirme söz konusu olduğunda, her şeye rağmen değişmez kalsalar da hiçolmadığımız şeyleri ortaya çıkarırlar: Kuralımız ve ölçümüz.Eski dogmatik hatalı değildi -ve yukarıdaki fikre bir kezden fazla başvurmuştur, buna karşılık dahayeni olan bir okul onu anlama ve anlamına sahip olma yetersizliği nedeniyle bu fikri yanlışkullanmıştır- bazen bazı pratik yanlışlıklara rağmen günahın korkunçluğunun, Tanrı karşısındaolmaktan kaynaklandığını zannetmesine rağmen hatalı olmadığını söylüyorum. Bu şekilde, cehennemincezalarının sonsuzluğu kanıtlanıyordu. Daha sonra, daha usta hâle gelinerek şöyle dendi: Günah,günahtır; ve ister Tanrı'ya karşı ister Tanrı’nın önünde işlensin daha büyük hâle gelmez. Yalın görüş!Hukukçular ağır suçlardan söz ederken, suçun resmî bir görevliye karşı mı yoksa bir özel kişiye karşımı işlendiğini araştırmalarına ve cezayı anne veya babayı öldürmeye veya basit öldürmeye göredeğerlendirmelerine karşın böyle düşünmekteler.Hayır, dogmatik Tanrı'ya karşı olmanın, günahı sonsuz bir noktaya çıkardığını söylerken haksızdeğildi. Yanlışlık, Tanrı'yı bir şekilde bizim dışımızda düşünmek ve böylece her zaman ona karşıgünah işlenmediğini kabul etmektir. Çünkü Tanrı, örneğin bir polis gibi hiçbir biçimde bizimdışımızda değildir. Bunun üzerinde duralım: Ben'in Tanrı fikri vardır, ama bu, onu Tanrı’nınistediğini istememekten ve ona karşı gelmekten alıkoymaz. Tanrı karşısında sadece bazen günahişlenmez! çünkü her günah Tanrı’nın önündedir veya daha doğrusu, insansal bir yanlışlığı günahyapan şey, suçlunun Tanrı karşısında olduğunun bilincidir.Umutsuzluk ben bilincinin oranı ölçüsünde yoğunlaşır; ama ben, kendi ölçüsü oranında ve ölçü Tanrıolduğunda sınırsız bir biçimde yoğunlaşır. Ben. Tanrı fikriyle büyür ve bunun karşılığında, Tanrı fikriben'le büyür. Somut, bireysel ben'imizin sonsuz bir ben'e dönüşebilmesi ancak Tanrı karşısında olmabilinciyle mümkündür; ve bu durumda Tanrı önünde günah işleyen, bu sonsuz ben'dir. Hakkındasöylenebilecek her şeye rağmen pagan bencillik de bir Hıristiyanda bulunabilecek bencillik kadar
nitelikli olmaktan çok uzaktaydı; çünkü paganın ben'i Tanrı karşısında değildi. Paganın ve doğainsanının tek ölçüt olarak yalnızca insansal ben'i vardır. Paganizmin günahın içinde yer aldığınısöylemek yüksek bir görüş açısından belki de hatalı değildir, ama aslında paganın günahı yalnızcaumutsuzca Tanrı’nın bilinmeyişidir, Tanrı karşısında olunduğunun bilinmeyişidir; aslında "dünyadaTanrısız olarak var olmaktır." Ama diğer bir bakış açısından paganın günahkârlığı (dar anlamda)yadsınabilir, çünkü Tanrı karşısında günah işlememektedir; ve her günah, Tanrı karşısındadır.Kuşkusuz bir anlamda da, yaşamda onu çoğu zaman günahsız bir biçimde görevden kurtarmasıgereken şey Pelajcılığın hafifliğidir, bu onu kurtarmıştır; ama bu durumda günahı başkadır ve bu dahafifliktir. Buna karşın, daha az kesin olmayan bir biçimde çok katı bir Hıristiyan eğitim çoğu zamanbirini günahın içine itmiş olabilir, çünkü Hıristiyanlığın tüm görüş tarzı onun için, özellikle yaşamınınönceki dönemlerinde çok acımasız gelmiş olabilir; ama, bunun tersi olarak günahın daha derin olanbu fikri ona yardım etmiş olabilir.Tanrı karşısında, umutsuz olarak kendi olunmak istenmediği veya kendi olunmak istendiği zamangünah işlenir. Ama diğer bakımlardan belki de avantajlı olan bu tanım (diğerleri arasında ve özelliklegünahı her zaman karşı gelme biçiminde tanımlayan İncil'e uygun olarak) çok fazla tinsel yapıda değilmi? Öncelikle, bir günah tanımının hiçbir zaman çok fazla tinsel olmaması gerektiğini söylemeliyiz(tanım, günahı ortadan kaldıracak kadar tinsel olmadıkça); çünkü günah tam da zihnin birkategorisidir. Daha sonra: Niçin çok fazla tinsel? Cinayetten, hırsızlıktan, zinadan, vs. söz etmeeksikliğinden mi? Ama bu durumda bunlardan söz etmiyor mu? Tanrı'ya karşı bir inatlaşmayı,buyruklarına meydan okuyan bir karşı gelmeyi içermiyor mu? Buna karşın, günah ile ilgili olarakyalnızca bu tür hatalardan söz etmek, bir noktaya kadar, tüm yaşamın daha az günahkârlığı, çok iyibildiğimiz günahkârlığı içermemesi söz konusu olmaksızın tüm bu bakımlardan insanlarla uyumiçinde olabilmeyi kolayca unutmaktır: Parlak kusurlarımız, saçma olduğu zaman inadımız, ben'imizintüm istekleri ve en gizli tüm düşünceleri için, Tanrı’nın hakkımızdaki tasarımlarındaki en küçükişaretleri izlemekteki uysallığı ve kavrayıştaki algılama inceliği için, Tanrı'ya itaat konusunda borçluolduklarının hiçbirini bilmiyor veya bilmek istemiyor. Bedenin günahları, ben'in en aşağıbölümlerinin inadıdır; amaŞeytan bu şekilde durumumuzu daha da kötüleştirerek özel tip bir şeytanı defalarca öldürmüyor mu?Çünkü dünyanın gidişi budur; önce kırılganlık veya güçsüzlük nedeniyle günah işlenir; daha sonra -evet, daha sonra Tanrı'ya başvurma öğrenilebilir Ve onun yardımıyla her günahtan bizi kurtaraninanca varılabilir! Ama burada bundan söz etmeyelim- daha sonra güçsüzlüğünden umutsuzluğadüşülür veya bir Farisi olunur ve umutsuzluğu belirli yasal bir adalete ulaşır ya da umutsuzluk sizigünahın içine atar.Ö hâlde formülümüz günahın düşünülebilir tüm biçimlerini ve tüm gerçek biçimlerini kapsamaktadır!böylece formül tam da nihai çizgisini ortaya çıkarmaktadır: Umutsuzluk içinde (çünkü günah,)bedenin ve kanın bozukluğu olmayıp zihnin bu bozukluğa rıza göstermesidir) ve Tanrı karşısındaolmaktır. Formül yalnızca cebirsel bir formüldür; günahları tek tek betimlemeye koyulmak, bu küçükkitabın çerçevesi içine giremeyecektir ve diğer taraftan böyle bir girişimin başarı şansı daolmayacaktı. Burada önemli olan, yalnızca tanımın halkaları içinde tüm biçimleri kapsamasıdır. Butanımın zıddı ortaya konularak doğrulandığı zaman görülebileceği gibi yapılan şey: Tüm bu kitaptagüvenli bir şamandıran üstündeymişim gibi, üstünde kendimi yönlendirdiğim inancın tanımıdır. Oysainanmak şudur: Kendi olarak ve kendi olmayı isteyerek, kendi öz saydamlığı içinde Tanrı'nın içinedalmaktır.
Ama çoğu zaman günahın zıddının hiçbir şekilde erdem olmadığı göz ardı edilmiştir. Günahın neolduğunu ve her zaman Tanrı karşısında olduğunu bilmeyerek tamamen insansal bir ölçüyle yetinen,daha çok pagan görüştür. Hayır günahın zıddı, Havarilerin Romalılara söylediği gibi inançtır-'inançtan kaynaklanmayan her şey günahtır. Ve günahın zıddının erdem olmayıp inanç olması,Hıristiyanlığın en belli başlı tanımlarından biridir.
GÜNAHIN TANIMI SKANDAL OLASILIĞINI iÇERiR; SKANDAL ÜZERiNE GENELGÖZLEMGünahın ve inancın bu karşıtlığı Hıristiyanlığa egemen olur ve bunları Hıristiyanlaştırırken, derin birnitelik kazanan tüm törel kavramları değiştirir. Bu karşıtlık Hıristiyanın egemen ölçütüne dayanır:Tanrı’nın karşısında olmak veya olmamak, bu ölçüt, Hıristiyanlık için belirleyici olan bir başkaölçüte yol açar: Saçmalık, çelişki, skandal olasılığı. Bu ölçüt, Hıristiyanlığı tanımlamak istediğimizzaman çok önemlidir, çünkü her spekülasyona karşı Hıristiyanlığı koruyan skandaldır. O hâldeskandal olasılığı nerededir? Ama öncelikle bu noktada, insan gerçeğinin Tanrı karşısında tek tek varolması gereklidir; ve ikinci noktada, birincinin sonucu olarak günahının Tanrı'yı da içine almasıgerekir. Tek kişi ile Tanrı’nın bu baş başalığı hiçbir zaman filozofların kafasına girmeyecektir! onlarancak bireyleri hayali olarak tür içinde evrenselleştirirler. Bu aynı zamanda, Tanrı karşısındaolmanın veya olmamanın hiçbir şey katmaksızın veya eksiltmeksizin, günahın yalnızca günah olduğunukuşkulu bir Hıristiyanlığa kabul ettiren görüştür. Kısaca ölçüt yok edilmek istenmektedir: Tanrıkarşısında, bu amaçla, genelde çok garip bir biçimde üst bilgelik, eski paganizm anlamına gelen birüst bilgelik yaratılmaktadır.İç karartıcı karanlıkları, katılığı, vs. nedeniyle Hıristiyanlığa sinir olunuyorsa, bunun nedenininHıristiyanlığın insanların artık onun anlayamayacağı kadar yükselmiş olmasından, ölçüsünün, çokolağanüstü bir varlık yapmak istediği insanın ölçüsü olmamasından kaynaklandığını açıklamanınzamanı gelmiştir. Bu, aynı zamanda skandal olan şeyin basit bir psikolojik açıklamasınınaydınlatacağı ve diğer taraftan içinden skandalın çıkarılacağı bir Hıristiyanlığın savunulmasının tümsaçmalığını gösterecek şeydir! Aynı zamanda İsa'nın tüm öğretisini, skandala karşı, onun olasılığınıve zorunluluğunu bizzat kendisi bize gösterdiği zaman, o kadar sık ve dikkatli uyarılarını bilmemeninaptallığını veya küstahlığını gösterecek şeydir! çünkü skandal olasılığı artık zorunlu olmadığı andanitibaren, Hıristiyanlığın sonsuz ve temel bir parçası olmaktan çıktığı andan itibaren, İsa insana özgüanlamsızlığın içine düşer ve böylece skandal olasılığını yok etmek yerine, ona karşı faydasızgörüşlerini tedirgince ileri sürer.Şöyle bir olay düşünelim: Yoksul bir işçi ve dünyanın en güçlü imparatoru ve bu imparatorunbirdenbire bu işçiyi arattırma isteğine kapıldığını varsayalım:Hükümdarın varlığını bildiğini hiçbirzaman hayal etmemiş ve hiçbir zaman bunu düşünmeye bile cesaret edememiş olan kendisini, bir kezbile olsa hükümdarı görmeyi bile mutluluk sayacak olan ve bunu çocuklarına ve torunlarına yaşamınınen önemli olayı olarak anlatacak olan bir işçiyi hükümdar aratsa ve onu damat olarak istediğinibelirtse ne olurdu? Bu durumda tüm insanlar gibi işçi de az veya çok bundan huzursuz olurdu, kafasıkarışırdı, olay ona (insansal açıdan) oldukça tuhaf ve anlamsız gelirdi, kimseye tek bir kelime etmeyecesaret edemezdi; çünkü kendi içinden, çevresindeki her kişinin düşüneceği şey olan şu fikir geçerdi:Hükümdar onunla alay etmek istiyordu, tüm şehir ona gülecekti, gazeteler karikatürünü yapacaklardıve dedikoducu kadınlar, prensin kızıyla olacak nişanlarının şarkısını yayacaklardı. Ama buna rağmenhükümdarın damadı olmak, görünen; pek yakın bir gerçek değil mi? Ve işçi duyuları aracılığıylahükümdar için olayın nereye kadar doğru olduğundan emin olabilir; ya hükümdar zavallı yoksullasadece alay etmeyi, geri kalan günlerinde onu umutsuzluğa itmeyi ve sonunda onun akıl hastanesindeyaşamını bitirmesine yardım etmeyi düşünüyorsa; çünkü burada çok kolay tersine dönebilecek biraşırılık söz konusu. İşçi ufak bir lütfü anlayabilir ve şehir halkı: iyi yetişmiş, saygıdeğer toplum vetüm şarkı satıcıları, kısaca bu büyük kasabanın beşle çarpılan 100.000 adet ruhu, oturanların sayısıbakımından kuşkusuz çok büyük olan bir şehir, ama olağanüstüyü değerlendirmek ve anlamakbakımından hemen hemen küçük bir kasaba olan bu şehir! bunu akla uygun bulabilir ama bu olay,
hükümdarın kızıyla evlenmek, her şeye rağmen abartılmış bir şeydir. Ve şimdi dışsal olmayıp içselolan bir gerçeği varsayalım, bu durumda işçiyi herhangi bir gerçekliğe götürecek somut hiçbir... şeyyoktur, öyle olmasa her şeyin dayandığı inanç, tek başına buna inanmak için yeteri kadar alçakgönüllübir cesarete sahip olurdu (alçakgönüllülüğü olmayan bir cesaret hiçbir zaman inanmaya götürmez); vebu durumda, bu cesarete kaç tane işçi sahip olabilecektir? Ama buna sahip olmayan kişi utancabatacaktır; bu olağanüstü şey onda hemen hemen kişisel alayın etkisini gösterecektir. Belki de budurumda safça şunu itiraf edecektir: "İşte benim için çok yüksek şeyler ve bunları kafam almaz;doğruyu söylemek gerekirse, bu bana bir delilik gibi görünüyor."Peki ya Hıristiyanlık! Verdiği ders, bu kişinin her kişi gibi, diğer taraftan kim olursa olsun, koca, karı,hizmetçi, bakan, tüccar, berber, vs. Tanrı önünde var olduğudur; yaşamı süresince bir kez krallakonuştuğu için belki de gururlanacak olan bu kişi, şu veya bu kişiyle çoktan dostluk ilişkisi kuranbirisi olacak bu insan, Tanrı'nın karşı-smdadır, gerektiğinde her zaman dinleneceğinden emin olarakTanrı'yla konuşabilir ve Tanrı'nın içtenliği içinde yaşamın sunulduğu kişi odur! Hatta daha da fazlası:Tanrı bu insan için, onun için dünyaya gelmiş, bir bedene bürünmüş, acı çekmiş ve ölmüştür; ve birarmağan bu yardımı kabul etmesi için ona ricada bulunan ve ona yalvaran, bu acılarla dolu olanTanrı'dır! Gerçekte dünyada aklı kaybetmek için bir neden varsa bu neden değil midir? Alçakgönüllübir yüreklilik yoksunluğu nedeniyle buna inanmaya cesaret edemeyen her kişi utanca batar. Ama eğerutanca batarsa, bunun nedeni olayın onu aşmasıdır, onu kafasına sokamamasıdır, burada açıksözlülüğe sahip olunmamasıdır ve işte bu nedenle, onu boğacak noktada olduğu sürece bunu ondanayırmak, onu yokluğa, deliliğe, aptallığa çevirmek gereklidir.Çünkü skandal nedir? Mutsuz beğenidir, o hâlde kıskançlıkla akrabadır, ama kendimize dönen birkıskançlık -tır, dahası: Kendinden başka hiçbir şeye saldırmayan bir kıskançlıktır. Doğa insanıduygusal darlığı içinde Tanrı'nın onun için hazırladığı olağanüstüyü kendine alma yetersizliğiiçindedir: Aynı zamanda utanca batmaktadır.Skandal, insanın beğendiği şeye yönelttiği tutkuya göre değişir. Daha bayağı olan hayalsiz, tutkusuz,beğenmek için fazla yeteneği olmayan yapılar utanca kuşkusuz çok iyi batarlar, ama şöyle demekleyetinirler: "Bunlar kafama girmeyen şeyler, onlara aldırmıyorum." Kuşkucular böyle konuşurlar. Amabir_insan, olağanüstünün altında hayranlıkla küçülmesi koşuluyla, ne kadar çok tutkuya ve düş gücünesahipse ve böylece bir anlamda ne kadar çok inanca yani inanma olabilirliğine yaklaşırsa.(skandal)dao denli, tutkulu bir şekilde bu olağanüstüyü çıkarıp atana, yok edene ve çamuru içinde tepindirinciyekadar ona karşı konuma geçer.Skandalın gerçek bilimi ancak insan kıskançlığı incelenerek öğrenilir. Program dışı olan buincelemeyi ben her şeye rağmen yaptım ve aslında bundan gurur duyuyorum. Kıskançlık, gizlenen birhayranlıktır. Hayranlığına teslim olarak mutluluğun olanaksızlığını hisseden hayran, kıskanmayı seçer.Bu durumda, içinde şimdi aslında hayran olduğu şeyin söz konusu olmadığı, yalnızca tatsız biraptallık, tuhaflık, aşırılık olduğu başka bir anlatıma sarılır. Hayran olma, kendini mutlu bir biçimdebırakmadır, kıskançlık ise ben'in mutsuz bir dileğidir.Aynı şey skandal için de geçerlidir! çünkü insandan insana hayran olma -kıskançlık olan şey,insandan Tanrıya tapma skandal hâle gelir. Tüm insansal bilgeliğin toplamı, altın olmayıp bir süsolan aşırıya kaçmayan şeydir: Fazlalık veya eksiklik her şeyi bozar. Bu mal bir bilgelik gibi elden eledolaşır, bedeli hayranlıkla ödenir! akışı çalkantıları bilmez çünkü tüm insanlık değerini güvencealtına alır. Bu durumda bazen bu vasatlığı aşan bir deha belirir ve bilgeler onun... deli olduğunu ilân
ederler. Ama Hıristiyanlık bir aşırı olmayanın ötesine, dev bir adımla saçmalığın içine kadar atlar!ve Hıristiyanlık buradan yola çıkar... ve skandal da buradan yola çıkar.Şimdi Hıristiyanlığı, bu şekilde aldatılan insanın değersiz bilgisini savunmanın olağanüstü aptallığı(her şeye rağmen ona olağanüstülüğün bırakılması gerekiyorsa) görülüyor ve hâlâ bilinçsiz olan butaktiğin, Hıristiyanlığı kurtarmak için sonunda savunmasını yapacak kadar acınacak bir şeyedönüştürerek, onu meydana getirerek nasıl el altından skandala bağlandığı görülüyor. Hıristiyanlıkta,Hıristiyanlığın savunusunun ilk yaratıcısının başka bir Judas olduğu o kadar doğru ki! o da biröpücükle ihanet ediyor! ama bu, aptallığın öpücüğü. Savunmak her zaman gözden düşürür. Altındadolu bir antreposu olan ve tüm altınlarını yoksullara vermek isteyen birini düşünelim: ama aynızamanda iyilik girişimine, bu girişimin savunulabilecek her şeyini üç noktada kanıtlayan birsavunmayla başlama aptallığına düşerse, insanların bu kişinin yaptığının iyilik olup olmadığındankuşku duymaları için başka bir şey pek gerekmeyecektir. Ama Hıristiyanlık için durum nedir? Onusavunan kişiyi inançsız olarak ilân ediyorum. İnansa, inancın coşkusu hiçbir zaman bir savunmaolmayıp her zaman bir hücumdur, bir zaferdir! bir mümin. muzaffer bir kişidir.Aynı durum Hıristiyanlık ve skandal için de vardır. Aynı şekilde skandalın olasılığı günahınHıristiyanlığa özgü tanımının içinde vardır. Tanrı’nın karşısında bulunmanın içindedir. Bir pagan, birdoğa insanı istekle günahın varlığını kabul edeceklerdir, ama bu: Tanrı önündedir, onsuz günahaslında var olmaz, ama bu onlar için çok fazladır. Onların gözünde bu, insan varoluşuna aşırı önemvermektir (ama onlar buradakinden farklı bir biçimde aşırı önem verirler); daha az önemli olmasıkoşuluyla, bu varlığı isteyerek kabul edeceklerdir... -ama aşırı olan, her zaman aşırıdır.
II-GÜNAHIN SOKRATESÇi TANIMIGünah işlemek bilmemektir. Bilindiği gibi bu, Sokrates'ten gelen her şey gibi her zaman dikkatedeğer kalan Sokratesçi tanımdır. Bununla birlikte bu anlatım Sokratesçi birçok anlatımın kaderinesahip olmuştur ve daha öteye geçme gereksinimini hissetmek öğrenilmiştir. Sokratesçi bilgisizliğiaşmanın gereksinimini ne çok insan hissetmiştir!.. Kuşkusuz Sokratesçi bilgisizlikte tutunmanınolanaksızlığını hissederek; çünkü her kuşakta, her şeyin bilgisizliğine bir ay bile olsa katlanabilen veyaşamlarıyla da bunu ifade etmeyi bilen kaç kişi olacaktır!Bu nedenle Sokratesçi tanıma dayanmanın getirdiği zorunluluk içinde, bu tanımı savmak bir yana,kafadaki Hıristiyanlıkla birlikte, Hıristiyanlığın alanını dışarı taşımak için yararlanmak istiyorum,çünkü bu tanım öz olarak eski Yunan'a özgü bir tanım; böylece Hıristiyan kesinliği olmayan başka hertanım, yani dolambaçlı yollara sapan tanım, her zamanki gibi burada kendi boşluğunu keşfedecektir.Sokratesçi tanımın eksikliği de bu bilgisizliğin kesin anlamını, kökenini, vs. belirsizlik içindebırakmaktır. Diğer bir anlatımla, günah bilgisizlik bile olsa (veya Hıristiyanlığın daha çok aptallıkdiye adlandırdığı şey bile olsa) ki bir anlamda bu inkâr edilemez, burada kökten bir bilgisizlikgörülebilir mi? Yani hiçbir şey bilmeyen ve şimdiye kadar gerçek hakkında hiçbir şey öğrenememişkişinin durumu nedir? Veya bu, daha sonradan edinilmiş bir bilgisizlik midir? Eğer öyleyse, budurumda günahın köklerini bilgisizliğin dışında bir yere sokması gerekir ve bunun, kendi içimizde,bilgimizi karartmaya çalıştığımız bu etkinliğin içinde olması gerekir. Ama bunu kabul etsek bileSokratesçi tanımın sürekli ve direngen olan bu eksikliği yeniden belirir, çünkü bu durumda insanın,bilgisini karartma noktasında, bunun tam bilincinde olup olmadığı sorulabilir. Yoksa bunun nedeni, okarartmaya başlamadan önce bilgisinin biraz bulanıklaşmış olmasıdır; ve soru yeni baştan sorulur.Buna karşın eğer bilgisini karartma noktasında bunun bilincindeyse, bu durumda günah (sonuç olarakher zaman bilgisizlik olmasına rağmen) bilginin içinde olmayıp istencin içindedir ve böylecearalarındaki ilişkiler hakkında kaçınılmaz soruyla karşı karşıya kalınır. Bu ilişkilerin (ve buradagünlerce soru sormaya devam edilebilir) içine aslında Sokrates'in tanımı girmez. Kuşkusuz Sokratesbir ahlâkçıydı (Antikçağ onu her zaman törebiliminin yaratıcısı olarak görmüştür) ve bu konuda ilktive kendi alanında ilk olarak kalacaktır ama bilgisizlikten yola çıkıyor. Düşünsel olarak bilgisizliğe,hiçbir şey bilmemeye yöneliyor. Bununla törel olarak bilgisizlikten çok daha başka bir şeyi anlıyor vebilgisizlikten yola çıkıyor. Ama buna karşın Sokrates'in dinsel ahlâkçılıkla ilgili hiçbir şeyi yoktur veHıristiyanlık bakımından da dogmatiklikle hiçbir şeyi yoktur. İşte bu nedenle aslında hiçbir şekildeSokrates, Hıristiyanlıkla başlayan tüm bu araştırmanın içine, günahın varsayıldığı bu öncelliğin içinegirmez. Günah, Hıristiyanlığa özgü açıklamasını ilk günahta bulmaktadır ve bu, bu araştırmanınyalnızca yakın olduğu bir dogmadır.O hâlde Sokrates, kuşkusuz günahın tanımının bir eksikliği olan şeyi günahın kategorisine kadargötürmez. Ama nasıl? Eğer günah aslında bilgisizlik ise gerçekte varlığı yok oluyor. Çünkü bunukabul etmek, zaten Sokrates gibi, haklılığın ne olduğunu bilerek hiçbir zaman haksızlıkyapılamayacağına veya bunun haksızlık olduğunu bilerek haksızlık yapılamayacağına inanmaktır. Ohâlde Sokrates iyi tanımladıysa günahın hiçbir varlığı yoktur. Ama dikkat! İşte Hıristiyan görüşaçısından tamamen geçerli olan ve hatta son derece doğru olan şeydir ve Hıristiyanlığın lehine olarakkanıtlanması gereken şeydir. Tam da Hıristiyanlık ile paganizm arasına radikal bir yapı farkı koyankavram günahtır, günah doktrinidir; aynı şekilde Hıristiyanlık çok mantıklı olarak, hatta günahın neolduğunu ortaya çıkarmak için Tanrı esininin gerektiğine inanmaktadır. Çünkü yüzeysel bir görüşünaksine, paganizm ile Hıristiyanlık arasındaki yapı farkı insanlığın Kurtuluşu doktrininden
kaynaklanmamaktadır. Hayır, çıkışı çok daha derinden yapmak, günahtan, günah doktrininden yolaçıkmak gerekir ki bunu zaten Hıristiyanlık yapmaktadır. O hâlde paganizm, bir Hıristiyanındoğruluğunu kabul etmesi gereken bir günah tanımı veriyorsa Hıristiyanlığa karşı çok tehlikeli biritirazda bulunuluyor.O hâlde Sokrates'in günah tanımında ne eksiktir? İstenç, meydan okuma. Eski Yunanistan'ın düşünseldünyası, birinin bilgisiyle doğru olanı seçerken haksızlık yapabildiğini anlamayacak denli fazlamutluydu, fazla saftı, fazla estetikti, fazla ironikti, fazla alaycıydı, fazla günahkârdı. Helenizm,zekânın kategorik bir buyruğunu zorla kabul ettiriyordu. Sokrates'in zamanında ve daha çok dagünümüzde, insanlığın Sokratesçi hafif bir diyete gereksinimi olduğu doğruysa bu da önemsenecek birgerçektir ve bizim şişmiş ve verimsizleşmiş, içi boş aşırı bilgi içinde yitmiş zamanımızda, bunuvurgulamakta yarar vardır. Tüm bu en üst gerçekleri anladığına ve sezdiğine emin olmaların ve onlarıbüyük bir doğrulukla bir anlamda soyutluk düzleminde geliştirme konusundaki bu çok sık görülenbüyük ustalık karşısında gülmek ve ağlamak gerekmiyor mu!... Evet, anladıklarını değilanlamadıklarını açığa çıkaran ve insanların yaşamı üzerinde hiçbir etki oluşturmayan bu kadar bilgiyive anlamayı görünce gülelim ve ağlayalım! Üzücü olduğu kadar gülünç olan böyle bir uyumsuzlukkarşısında istemeden şöyle bağırılır: Aman Tanrım anlamış olmaları nasıl mümkündür? Gerçek olansadece bu mu? Burada eski ahlâkçı ve ironist şöyle yanıt verir: Hiçbirine inanma dostum; anladıklarıhiçbir şey yok, anlasalardı yaşamları bunu gösterirdi ve eylemleri bilgilerini yansıtırdı.Çünkü anlamaktan anlamaya fark vardır (!) ve anlayan kişi -tabii ki faydasız bilimin tarzında değil-ironinin tüm gizemlerine birden girer. Çünkü hücum ettiği şey tam da bu ikircilliktir. Bir insanın birşeyi gerçekten bilmemesini komik bulmak oldukça niteliksiz bir komikliktir ve ironiye uygun değildir.Daha fazlasını bilmedikleri zaman dünyanın dönmediği fikriyle yaşamış bunca insanın var olmasınıntemelde komik ne yönü vardır? Kuşkusuz çağımız, kendi yönünden fizikte daha ilerlemiş bir çağa göreaynı etkiyi yapacaktır. Buradaki çelişki, derin bir uyumu olamayan farklı iki dönem arasındadır; bunedenle rastlantısal karşıtlıkları komiklikten tamamen yoksundur. Ama aksine işte, iyiliği söyleyenbiri... ve sonuçta bunu kavramıştır! ve daha sonra eyleme geçme zamanında onu yanlışı yaparkengörmek... ne kadar komiktir! Ve heyecan içinde terle birlikte gözyaşlarından boğuluncaya kadarağlamakta olan birinin özveri üzerine olan söylevi, gerçeğe adanan bir yaşamın tüm yüceliğinisaatlerce okumaya veya dinlemeye gücü olması; ve bir an sonra, bir, iki, üç, yüz seksen derecedönmesi ne kadar sonsuz komikliktedir! Kendi yoksul gücüyle, yavaş yavaş kuruyan gözlerle teriçinde yalanın başarıya ulaşmasına çalışmak ne komiktir! Ve bir hatibin, aksanın ve jestin gerçeğiyle,heyecanlanarak ve heyecanlandırarak çizdiği gerçek resmiyle seni titremelerden kurtarması vetamamen hayranlık uyandıran bir davranış dengesiyle, bir bakış küstahlığıyla, yürüyüş düzgünlüğüylekötülüğün ve cehennemin tüm güçlerine meydan okuması da son derece komiktir ve hemen hemenanında, tüm aşırı süsüyle birlikte, en büyük serüvenini yaşayan bir ödlek gibi pabuçsuz kaçabilmesine kadar komiktir! Ve tüm gerçeği, dünyanın tüm yoksulluklarım ve bayağılıklarım anlayan ve dahasonra onları tanıyamayan birini görmek ne kadar komiktir! Çünkü bu aynı insan hemen hemen aynıanda bu aynı basitliklere ve yoksulluklara karışmaya, onlardan böbürlenme payı çıkarmaya koşacak,daha doğrusu onları tanıyacaktır. Of be! Birinin, İsa'nın nasıl yoksul, aşağılanan, alay edilen veİncil'in söylediği gibi, tükürükler altında kalan bir hizmetkârın alçakgönüllü dış görünüşünü aldığınıçok iyi anladığını ileri sürdüğünü görmek... ve aynı insanın dünyanın içinde kendini iyi hissettiği, eniyi barınak olarak yerleştiği bu yerlerine özenle uçtuğunu görmek; yaşamını korumak için bu kadarbüyük kaygıyla sağdan veya soldan gelen en küçük hava akımını bertaraf etmeye çalıştığını görmek,onu bu kadar mutlu, Tanrısal olarak bu kadar mutlu, bu kadar sevinçli -evet, tabloda hiçbir şeyin
eksik olmaması için, bunun için Tanrı'ya şükredecek noktaya kadar coşkuyla gitmektedir- o hâldeevrensel saygıyla ve sevgiyle bu kadar sevinçli olduğunu görmek! Kendi kendime çok kez "Sokrates!Sokrates! Sokrates! Bu insanın farkına vardığını söylediği şeyin gerçekten farkına varması mümkünmüdür?' Sokrates'in doğruyu söylediğine inanarak kendi kendime bunları diyordum. Çünkü kendimerağmen, Hıristiyanlık bana çok katı geliyor ve deneyimim bu insandan hâlâ yalancı bir sofuoluşturmayı reddetmektedir. Kesinlikle yalnızca sen Sokrates, neşeli bir arkadaş olarak bu insanıgülmek için iyi bir ganimet, bir maskara hâline getirerek onu bana açıklıyorsun: şaşırmıyorsun, hatta—bunda başarılı olmak koşuluyla- o insanı komik bir şey olarak kullanmama hak veriyorsun.Sokrates! Sokrates! Sokrates! Eğer bunun bir yararı olacaksa bu üçlü çağrıyı on defaya çıkarabiliriz.Dünyanın bir cumhuriyete gereksinimi olduğunu zannediyoruz, yeni bir sosyal düzene, yeni bir dinegereksinimimiz olduğunu zannediyoruz; ama tüm bu bilimle karışmış bu dünyanın bir Sokrates'egereksinimi olduğunu kim düşünüyor! Doğal olarak, bunu bir kişi veya birçok kişi düşünseydi onadaha az gereksinim olacaktı. Kaybolunduğu zaman en fazla eksik olan şey, her zaman en az kuşkuduyulan şeydir! çünkü onu düşünmek, kendini yeniden bulmaktır.O hâlde çağımızda gerekli ve belki de tek gereksinimi olan buna benzer bir töre ve ironi düzeltimidir!çünkü bunun kaygılarının en sonuncusu olduğu açıktır, Sokrates'i aşmak yerine onun anlamak ileanlamak arasındaki farkına geri dönmekte... ve en korkunç sefaletimizden kurtulmak için ortayaçıkmış, nihai bir kazanca döner gibi değil de -çünkü bu durumda iki tür anlamak arasındaki fark yokolmakta- günlük yaşamımıza nüfuz eden ahlâk-sal bir görüşe döner gibi geri dönmekte büyükkazancımız olacaktır.Böylece Sokratesçi tanım kendini aşağıdaki şekilde kurtarmaktadır. Eğer biri doğruyu yapmıyorsa,bunun nedeni aynı zamanda onu anlamamış olmasıdır; bunu yalnızca tasarımlamaktadır; eğer bunuolumlarsa kaybolur, eğer onu tüm şeytanlar üzerine ant içerek yenilerse yön değiştirmelerin enbüyüğü tarafından sonsuzca uzaklaştırılır. Ama bu durumda haklı olan yalnızca Sokrates'tir. Doğruyuyapan insan her şeye rağmen günah işlememektedir; ve eğer doğruyu yapmıyorsa bunun nedenianlamamış olmasıdır; doğrunun gerçek kavranılışı onu hemen bunu yapmaya itecektir, hemenanlaşılmasının yansıması olacaktır: öyleyse, günah işlemek, bilmemektir.Ama bu durumda tanım nerede aksıyor? Eksikliği, -Sokratesçilik tam anlamıyla olmasa da bununfarkına varmış ve ona çare bulmuştur- anlamaktan eyleme geçmek için gerekli diyalektik birkategorinin eksikliğidir. Hıristiyanlık ise bu geçişten yola çıkıyor ve bu yol boyunca günahlakarşılaşıyor, onu istencin içinde gösteriyor ve meydan okuma kavramına varıyor ve böylece temeledokunmak için ilk günah dogması ekleniyor! Çünkü, ne yazık ki(!) anlama konusundaki spekülasyonungizi tam da temele dokunmamaktadır ve hiçbir zaman ipi düğümlememektedir ve işte mucizesınırsızca dokumayı, yani istediği sürece düğüm atmayı sürdürür. Aksine Hıristiyanlık son noktayıparadoks aracılığıyla düğümler.Gerçek bireyin ele alınmadığı saf fikirlerin felsefesinde geçiş gereklidir (her şeyin zorunluluklatamamlandığı Hegelcilikte olduğu gibi) yani anlamaktan eylemeye geçiş hiçbir engele takılmaz. Bu,Helenizmdir (bunun için fazla ahlâkçı olan Sokrates'te durum böyle değildir). Ve aslındadüşünüyorum, o hâlde varımda, düşünce ile varlığın özdeşliğinde tamamen var olan modernfelsefenin tüm gizi buradadır (Buna karşın Hıristiyan şöyle düşünür: "inandığınız gibi olsun" veyaböyle inanca böyle insan veya inanmak var olmaktır). Modern felsefede gerçekten Sokratesçiliğin tamzıddı olan şey, bu araklamayı sizin Hıristiyanlık olarak almanızı sağlamaktır.
Var olan bireyin söz konusu olduğu gerçek dünyada aksine anlamaktan eylemeye bu ufak geçişbertaraf edilmemektedir, bu geçiş her zaman çok hızlıca kat edilmemektedir! felsefî dilininyetersizliğinden dolayı Almanca konuşmak gerekirse, Geschwind wie der Wind (rüzgârın hızında)değildir. Aksine burada çok uzun bir serüven başlamaktadır.Zihnin yaşamının hiçbir şekilde durağı yoktur (aslında durum da yoktur, her şey aktüeldir); o hâldeinsan doğruyu gördüğü sayede bile doğru olanı yapmazsa meydana gelen şudur: önce bilgi tükenir.Daha sonra sıra, istencin kalan şey hakkında ne düşündüğünü öğrenmeye gelir. İstenç, insanın tüm altyapısını yöneten diyalektik bir etmendir. Bilginin ürününü kabul etmezse de bilginin kavradığı şeyinzıddını zorunlu olarak yapmaya koyulmaz, böyle çekişmeler enderdir; ama bir zamanın geçmesine izinverir, istenç söyle der: Yarına kadar bakacağız. Aradaki zamanda bilgi gitgide daha anlaşılmaz hâlegelir ve doğamızın aşağı tarafları her zaman üstün gelir ne yazık! Çünkü iyiliği hemen yapmak gerekir(ve bu nedenle, saf spekülasyon içinde, düşünceden varlığa geçiş kolaydır, çünkü burada her şeyönceden verilmiştir), bunlar gözlerini yarı yarıya kapayan istencin o kadar nefret etmediğifazlalıklardır. Ve bu şekilde bilgi yeteri kadar karardığı zaman istençle daha iyi iş yapar; sonunda butam uyuma varır, çünkü böylece bilgi ötekinin yanma geçmiştir ve düzenlediği her şeyi çok iyidoğrulamaktadır. Belki de çok insan bu şekilde yaşamaktadır, onları kararlara ve aşağı bölümlerininhissettiği sonuçlara iten törel ve dinsel töre değerlendirmelerini karartmaya çalışmaktalar; onunyerine, içlerinde etik bakımdan yalnızca eğlenme olan estetik ve fizikötesi bir bilgiyi geliştirmekteler.Ama buraya kadar Sokratesçiliği aştık mı? Hayır, çünkü Sokrates her şeyin bu şekilde oluştuğunusöylediyse bu, insanımızın her şeye rağmen doğruyu anlamadığının kanıtıdır. Diğer bir anlatımlaHelenizm, birinin bilerek doğru olmayan şeyi yaptığını ve doğruyu bilirken doğru olmayanı yaptığınısöyleyecek cesaretten yoksundur ve şunu söyleyerek bir kaçış yolu bulur: Biri doğru olmayan bir şeyyaptığı zaman doğruyu anlamamıştır.Burada hiç kuşku yok; ve bir insanın daha uzağa gidebilmesinin ve günahın içinde olması nedeniyleonun ne olduğunu kendiliğinden ve tek başına söyleyebilmesi olanaksızdır; tüm söylevleri aslındagünahın güzelleştirilmesi, bir özrü, bir hafifletilmesidir. Bu nedenle Hristiyanlık, insana doğruyuanlamamanın değil, doğruyu anlamak istememenin, doğruyu istememenin söz konusu olduğunugöstererek günahkâr insanı eğiten Tanrı'nın bir vahyinin zorunluluğunu ortaya koyarak başka birşekilde başlar.Sokrates, anlayamamak ile anlamayı istememek arasındaki fark hakkında, aslında hiçbir şeyiaydınlatmıyor, buna karşın anlamak ve anlamak arasındaki farkı gerçekleştirdiği zaman tümironistlerin en büyüğü oluyor. Doğru olan yapılmıyorsa, bu doğruyu anlamamaktan ileri gelir diyeaçıklıyor, ama Hıristiyanlık biraz daha ileri gidiyor ve şöyle diyor: Bunun nedeni kendisi de doğruolanı istemeyi reddetmeden kaynaklanan şeyi anlamayı yadsımaktır. Ve Hıristiyanlık daha sonradoğru olanı anlamaya rağmen doğru olmayan şeyin yapılabileceğini (bu, gerçek meydan okumadır)veya doğruyu anlamaya rağmen doğruyu yapmaktan kaçınılabileceğini öğretir! kısaca Hıristiyanlığıninsana karşı acımasız bir şekilde saldırgan olan günah doktrini, kamusal arabulucu olan kutsalıninsanı suçlamak için dayandığı iddianamedir.Ama bu Hıristiyanlığın, insanlar için kavranılamaz olduğu söylenecektir. Ama söz konusu olan,anlamaktır! Hıristiyanlıktaysa anlamak ruhun günah eğilimi olduğundan inanmak gerekir. Anlamakinsansal bir süreçtir, insanın insanla olan ilişkisidir, ama inanmak Tanrısal olanla ilişkisidir. O hâldeHıristiyanlık anlaşılamazı, ama bir esin olduğu için daha az anlaşılmaz olamayan bir şekilde,
kendisiyle tamamen uyum içinde nasıl açıklar?O hâlde Hıristiyan için günah, bilginin içinde değil istencin içinde ortaya çıkmaktadır; ve istencin bubozul-muşluğu bireyin bilincini aşar. Mantığın kendisi de buradadır; yoksa, her bireyin günahın nasılbaşladığını kendi kendisine sorması gerekirdi.O hâlde burada günah eğiliminin işaretini buluyoruz. Günah eğilimi olasılığı, insanı günahın yapısıüzerinde, köklerinin derinliği üzerinde eğitmek için bir Tanrı esininin gerekliliğindenkaynaklanmaktadır. Doğa insanı, pagan şöyle düşünür: "Olsun! Evren ve dünya hakkında her şeyianlamadığımı itiraf ediyorum, kesinlikle bir vahiy gerekiyorsa, bize Tanrısal şeyleri açıklasın; amabize günahın ne olduğunu açıklayan bir vahiy gerekli, işte saf saçmalık. Kendimi mükemmelliğeadamıyorum, bundan çok uzağım, ama beni mükemmellikten ayıran her şeyi bildiğim ve itiraf etmeyehazır olduğum için günahın ne olduğunu nasıl olur da bilemem!" Bunu Hıristiyanlık şöyle yanıtlar:"Ama hayır; en az bildiğim şey bu: Mükemmellikten olan uzaklığın ve günahın ne olduğu." O hâldegünahın bilgisizlik, öz yapısının bilgisizliği olduğu Hıristiyanlığa özgü bir gerçektir.O hâlde günahın daha önceki bölümde verilen tanımı şu şekilde tamamlanmalıdır: Tanrı'nın biresininin doğasını bize açıklamasından sonra günah, Tanrı önünde kendi olunmanın istenmediğiumutsuzluktur veya kendi olunmanın istendiği umutsuzluktur.
III-GÜNAH BiR OLUMSUZLUK OLMAYIP BiR KONUMDUR.Bu aslında, ortodoks dogmatiğin ve genelde ortodoksinin günahı yalnızca olumsuz bir şeye, zayıflığa,tenselliğe, sonluluğa, bilgisizliğe, vs. indirgeyen her günah tanımını panteist diye reddederek herzaman destekledikleri fikirdir. Ortodoksi, savaşın burada verilmesi gerektiğini çok iyi görmüştürveya imgemizle söylersek noktayı düğümlemek, tutmak gerektiğini çok iyi görmüştür; günah birolumsuzluk olarak tanımlandığı zaman tüm Hıristiyanlığın kabul edilemez olduğunu çok iyi görmüştür.Bu nedenle günah olan şeyden yoksun kalmış insanı eğitmek için Vahiy'in zorunluluğu üzerinde bukadar durmaktadır. Bundan dolayı bunun bizde inancı uyandırması gerekir, çünkü bu bir dogmadır. Vetabii ki paradoks, inanç ve dogma aralarında, tüm pagan bilgeliğe karşı en emin destek ve siper olanüçlü bir bağıntı oluştururlar.İşte Ortodoksi budur. Spekülatif olarak adlandırılan ve kuşkusuz felsefeyle oldukça sıkıntılı ilişkileriolan bir dogmatik, tuhaf bir küçümseme ile günahın bir durum olduğu doktrinini anlamaktan övünçduymuştur. Ama eğer bunu yapıyorsa günah bir olumsuzluktur. Her anlamanın gizi, anlama eylemininkendisinin her zaman ortaya koyduğu durumu aşmasıdır. Kavram bir durumu ortaya koyar, ama budurum onu anlama olgusunu yadsır. Din bilginlerimiz, bir noktaya kadar bunun farkına varmaklabirlikte yakalarını bu işten, ancak kendilerini bir güven perdesinin arkasına saklayaraksıyırabilmişlerdir; oysa bu hiç de felsefeye yakışır bir tutum değildir. İnançlarını her zaman dahagörkemli bir biçimde çoğaltarak, günahın bir olumlama olduğunu yüceltip, günahtan bir olumsuzlukmeydana getirmenin panteizm, rasyonalizm, Tanrı bilir daha başka ne, ama daha fazlası olmadığına veyandaşlarının dinden dönmekte ve nefret etmekte... olduğuna yemin ederek günahın bir konumolduğunu anlamak istemeye geçilir. Daha doğrusu günah bir noktaya kadar bir konumdur ve anlığınerişebileceği düzeydedir.Ve din bilginlerimizin ikiyüzlülüğü aynı konuya değinen başka bir noktayı açığa çıkarmaktadır.Günahın tanımı veya günahı tanımlama biçimi pişmanlığın tanımına bağlanmaktadır. Ve"olumsuzluğun olumsuzluğu"nu bulmak onlara o kadar çekici gelmiştir ki günahı ele geçirmişler veböylece onu pişmanlığa uygulamışlar ve bu şekilde günahtan bir olumsuzluk meydana getirmişlerdir.Ölçülü bir düşünürü, mantığın gramerle (iki olumsuz bir olumlu yapar) ya da matematikle olan ilkilişkilerini anımsatan bu saf mantığın, gerçeğin düzeninde, nitelikler dünyasında geçerli olupolmadığını, nitelikler diyalektiğinin her bakımdan başka bir diyalektik olup olmadığını, "geçiş"inburada başka bir rol oynayıp oynamadığını aydınlatırken görmekten memnun olurduk. Sonsuzluğungörüş açısından, sonsuz bir biçiminde, vs._art arda geliş yoktur,her şey vardır ve geçiş yoktur. Busoyut ortamda ortaya koymak, kaçınılmaz olarak yok etmekle aynı şeydir. Ama bu şekilde gerçeği elealmak gerçekten deliliğe yakın olur. Çok soyut olarak Mükemmel'in Eksik'i izlediği de söylenebilir.Ama gerçekte biri, otomatik ve doğrudan bir sonuç gibi kendisinin tamamlamadığı (imperfectum) birçalışmanın tamamlandığı sonucunu çıkarırsa bir deli olmayacak mıdır? Günahın ortaya konduğu ortamsaf düşünce ise ve ortam onu kesinleştiremeyeceğimiz kadar hareketli ise günahın bu sözde konumuile başka bir şey yapılmaz.Ama burada tüm sorumluları bir tarafa bırakalım ve yalnızca günahın bir konum olduğu Hıristiyanlığaözgü ilkeyi kavranılabilir bir ilke olarak değil de inanılması gereken bir paradoks olarak ele alalım.Düşüncelerimdeki karşılaştırma noktası buradadır. Anlama denemelerinin çelişkisini gözler önünesermek, sorunu tam yerine koymak demektir, bu durumda inanma veya inanmama için kendini inancabırakmanın gerekliliği ne kadar açıktır. Ne pahasına olursa olsun anlamak isteniyorsa ve anlamahavasını verenin dışında hiçbir şey uygun bulunmuyorsa düşüncemin çok dar olarak
değerlendirilmesini kabul ediyorum (düşüncem hiçbir şekilde anlaşılamayacak kadar Tanrısal dadeğildir). Ama Hıristiyanlık ancak anlaşılmak zorunda değil de inanılmak zorunda olduğu zamanvarsa ve zorunlu olarak ya biri ya da diğeri, ya inanç ya da günah eğilimi olduğu zaman varsa: Budurumda anladığını ileri sürmenin başarısı nerededir? Bir başarıdır veya daha çok, anlaşılmayıistemeyen şeyi anlamayı istemek saygısızlık veya düşüncesizlik değil midir? İnsanlar bir kraldakraliyete uygun bir saygınlığı bulmayı daha uygun buldukları sırada bu kral tanınmadan yaşama vediğer insanlar gibi değerlendirilme fikrine kapılırsa bu insanların bunu yapma hakları mıdır? Veyakarşısında eğilmek yerine istendiği gibi davranmak, kralın isteği karşısında kişiliğini ve düşüncesinidüzenlemek değil midir? Bir krala, eğer bir kral gibi değerlendirilmek istemiyorsa, tebaasınıngösterdiği saygıyı göstererek, onu memnun etmek şansı ne kadardır? İstencine karşı gelinmeyeçalışıldıkça, onu memnun etme şansı ne olacaktır? Hıristiyanlığı anlayabilme havasını veren kişiyediğer insanlar hayran olsun ve onu övsün: Benim için, diğerlerinin anlamak için bu kadar gayret sarfettikleri bu kadar spekülatif bir zamanda, bizim ne anlama gücümüz ne de ödevimiz olmadığım itirafetmek belki de büyük fedakârlık gerektiren törel bir görevdir. Bununla birlikte çağımızın, bugününHıristiyanlarının muhtemel gereksinimi, Hıristiyanlık konusunda bir parça Sokratesçi bilgisizliktir;"Sokrates"çi diyorum. Ama -ve ne kadar az insan bunu gerçekten bilmiş veya düşünmüştür!-Sokrates'in bilgisizliğinin bir tür kaygı ve Tanrı sevgisi olduğunu hiçbir zaman unutmayalım; Yunandünyasına, bilgeliğin başlangıcı olan Tanrı kaygısına özgü Yahudi anlayışının bir benzerinigetirmiştir; bilgisiz olması Tanrısallığa yönelik saygısındandır ve bir paganın yapabildiği kadarıyla,bir yargıç olarak Tanrı ve insan arasındaki sınırı koruyordu, aralarındaki nitelik farkını derin biruçurum aracılığıyla güçlendiriyordu, amacı felsefede, şiirde, vs. karıştırıldığı gibi Tanrı ile insanınbirbirine karışmasını engellemektir. Sokrates'in bilgisizliğinin nedeni burada yatar, bu nedenleTanrısallıkla onda bilgilerin en büyüğünü bulmuştur. Ama Hıristiyanlık bize, tüm varlığının inançtanbaşka bir amacı olmadığını öğretmektir; aynı zamanda Tanrı ve insan arasındaki yapı farkını derin biruçurumla güçlendirmeye dikkat ederek inancı spekülasyon karşısında bilgisizlik aracılığıylasavunmak tam da sofuca bir Sokrates bilgisizliği değil midir? Onlara sistem içinde felsefe, şiir, vs.yaptırıldığı gibi Tanrı ile insanın paganizmden de daha kötü olarak hiçbir şekilde birbirlerinekarışmamaları için paradoks ve inanç aynı şeyi yapmaktadır.Bu durumda günahın olumlu yapısını açığa çıkarmak için tek bir mümkün görüş açısı vardır. İlkkısımda, umutsuzluğun betimlenmesiyle, bir taraftan ben bilincinin gelişiminin, diğer taraftanedilgenlikten bilinçli eyleme kadar giden bir yoğunluk gelişiminin ifade ettiği bir gelişme kesintisizbir biçimde doğrulanmıştır. Kendileri açısından her iki ifade birlikte, bu şekilde gitgide daha olumluhâle gelen umutsuzluğun dışsal değil, içsel kökenini ortaya koymaktadır. Ama daha yukarıda verilentanımına göre ben'i içeren ve Tanrı fikriyle sonsuz bir güce ulaşan günah, böylece bir eylem olarakgünahın en büyük bilincini içerir. Bu, günahın bir durum olduğunu, olumluluğunun tam da Tanrıönünde olmak olduğunu ifade eden şeydir.Günahın bu tanımı diğer taraftan, aslında Kurtuluş doktrininde sonuç olarak bulunan skandalolasılığını, paradoksu başka bir anlamda içinde taşır. Hıristiyanlık önce aklın hiçbir zamananlayamayacağı şey olan günahın olumlu yapısını çok sağlam bir biçimde inşa eder! daha sonra aynıHıristiyanlık, akla daha az aykırı olmayan bir biçimde bu olumluluğu bertaraf etme işini yüklenir. Buiki paradokstan da gevezelikle kurtulan din bilginlerimiz her şeyi kolaylaştırmak için sivri ucutörpülerler. Günahın olumluluğunun bir kısmını yok ederler ki buna rağmen bu, bağışlamanınödünleyici etkisini anlamak konusunda onları fazla ileri götürmez. Ama burada hâlâ paradoksların ilkmucidi olan Hıristiyanlık mümkün olduğu kadar paradoksal kalır; kendine karşı çalışarak, günahın
olumlu yapısını o kadar sağlam bir biçimde ortaya koyar ki daha sonra bunu yok etmek tamamenolanaksız görünür; oysa Kurtuluş yoluyla aynı Hıristiyanlık günahı yeniden o kadar mükemmelbiçimde bertaraf eder ki günahın denizde boğulduğu söylenebilir.
Dördüncü Kitaba Ek:
GÜNAH BU DURUMDA BiR iSTiSNA OLMUYOR MU? (AHLÂK)Birinci kısımda anımsatıldığı gibi umutsuzluğun yoğunluğu bu dünyadaki seyrekliğine nedenolmaktadır. Ama günah daha da büyük bir gücün niteliğine yükselmiş umutsuzluk olduğuna göreseyrekliği ne olmalıdır? Tuhaf bir sorun! Hıristiyanlık her şeyi günaha bağımlı kılmaktadır! bunu tameksikliği içinde vermeye çalıştık: Ve işte şimdi, günahın bu şekilde paganizmde bulunmadığı,yalnızca Musevilikte ve Hıristiyanlıkta bulunduğu ve burada da kuşkusuz çok ender olarak bulunduğusonucu, daha çok yalın sonucu karşısındayız.Ve bununla birlikte olay, ama yalnızca bir anlamda, tamamen doğrudur. "Bir Tanrı vahyi ile günahınne olduğu üzerinde bilgilenilmiş olsa da Tanrı önünde umutsuzca kendi olunmak istenmediği veyakendi olunmak istendiği zaman", bir günahkâr olunuyor... ve kuşkusuz bir insanın formülü kendineuygulayacak ölçüde ilerlemiş ve kendine saydam hâle gelmiş olmasını sık sık göremiyoruz. Amabundan çıkan sonuç nedir? Konu dikkate değer, çünkü burada diyalektik bir dönemeçteyiz. Bir insanınvasat olarak umutsuz olmasından, onun hiçbir şekilde umutsuz olmadığı sonucu çıkmaz. Aksine! veinsanların büyük bir çoğunluğunun düşük seviyede umutsuzluk içinde olduğunu gösterdik. Ama hiçbirdeğer de yüksek bir derecedeki umutsuzluğa bağlanmamıştır. Aksine estetik açıdan bu bir avantajdır,çünkü onu yalnızca güç ilgilendirir! ama törebilim için umutsuzluğun yüksek bir derecesi bizi alt birdereceden daha fazla kurtuluştan uzaklaştırır.Ve aynı şey günah için de söz konusudur. İnsanların çoğunun yaşamı diyalektik bir kayıtsızlıkla elealınırsa, iyilikten (inançtan) o kadar uzaktır ki bu yaşama günah demek, umutsuzluk demek için çokfazla tin dışıdır.Kuşkusuz gerçek bir günahkâr olmanın övünce değer yanı yoktur. Ama diğer taraftan vasatlık içine,diğerlerinin gevezece taklidi içine batmış bir yaşamda -ki bu yaşamı günah olarakdeğerlendirebilmek çok zordur ve böyle adlandırabilmek için fazla tin-dışıdır ve İncil'in söylediğigibi bu yaşam iğrenmeye bile değmez- günahın öz bilincini (ve bu Hıristiyanlığın istediği şeydir)nasıl bulacağız?Bununla birlikte sorun hemen çözüme bağlanmamıştır, çünkü günahın diyalektiği, sorunu sadecebaşka bir biçimde kavramaktadır. Nasıl oluyor da bir insan yaşamı sonunda bu kadar tin-dışı hâlegeliyor ve sağlam bir yer yoksunluğu nedeniyle yalnızca bataklıkların ve çatlakların kaldığı birzamanda, Hıristiyanlık kullanılamayan bir kriko gibi (ve bu durumda Hıristiyanlık bir kriko kadarkaldırıyor) ona uygulanamaz hâle geliyor?) Bu, eğilen bir yazgı mı? Hayır, bu tamamen insanın özeylemidir. Hiç kimse tin-dışı olarak doğmuyor; ölüm saatlerinde yaşamlarının sonucu olarak hiçbirşey getirmeyenler çok sayıda olsa da bu, yaşamın hatası değildir.Ama kem küm etmeden doğruyu söyleyelim, bu sözde Hıristiyan toplum (içinde, milyonlarca insanınhepsi çok iyi biçimde Hıristiyandır, öyle ki doğum sayısı kadar Hıristiyan vardır) yalnızca saçmayanlışlarla, aptal fazlalıklarla veya unutuşlarla kalbura dönmüş Hıristiyanlığın bayağı bir baskısıdeğildir, aynı zamanda kötüye kullanımıdır: Bu toplum Hıristiyanlığı din dışına çıkarmaktadır. Küçükbir ülkede bir kuşakta zorlukla üç şair doğsa, buna karşın papaz hiç eksik olmaz, toplamlarıgereksinimleri aşar. Bir şair hakkında yetenekten söz edilir, ama bir insan kalabalığının (yaniHıristiyanların!) gözünde papaz olmak için sınavı geçmek yeterlidir. Ve bununla birlikte, gerçek birpapaz gerçek bir şairden de daha da ender olan bir rastlantıdır. Ve bununla birlikte yetenek, öz olarakdinsel kaynaklıdır. Ama şair olmak söz konusu olursa, toplum yeteneğe dayanmakta, bu yetenektebüyüklük görmekte ısrar eder. Aksine yükselten her fikirden yoksun insan kalabalığı (yani
Hıristiyanlar!) için papaz olmak, en ufak bir gizem olmadan, ekmek parası kazanmadır. Yetenek,papazlık görevi demektir; bir yetenek elde etmekten söz edilir; ama yeteneğe sahip olmak...papazlığın münhal kalan bir yeteneğe sahip olduğunun söylendiği bir yerde bundan söz etmekgereksizdir!Yazık! Hıristiyanlıkta bu sözcüğün serüveni bizde Hıristiyanlığın tüm yazgısını simgeliyor. Kötü olanondan hiç söz etmemek değildir (kötü olan papazlardan yoksun olmak da değildir); ama bundan,-yığının sonunda içine düşünceler sokmadığı biçimde söz etmektir (aynı yığının papaz olmayı, tüccar,noter, çiftçi, veteriner, vs. olmaktan farklı görmemesi gibi), ve kutsal ve yüce olan şeyler etkiyapmamaya başlamışlardır, hatta onlardan kullanımı kalmayan kaşarlanmış şeyler gibi sözedilmektedir. Sonra insanlarımızın -kendi savunulabilir davranışlarını hissetmekten yoksun olduklarıiçin- Hıristiyanlığı savunma zorunluluğunu hissetmelerinde şaşılacak ne vardır!Ama en azından papazlar için müminlerin varlığı gerekli değil mi? Hem de inançlı müminler! Amainanmak sevmek gibidir, o kadar ki aslında coşku bakımından, âşıkların en tutkulusu, mümininyanında yalnızca bir yeniyetme gibi kalır. Seven insana bakınız. Günler boyunca, sabahtan akşama,akşamdan sabaha aralıksız aşkından söz edebileceğini kim bilmez! Ama aranızdan kim, insanlarımızgibi konuşma fikrine, gücüne sahip olduğunu düşünür! Aşkında her şeye rağmen bir anlam olduğunuüç noktada kanıtladığını ileri sürmekten iğrenmediğine kim inanır!... Bu sanki, biraz saygınlığa sahipolmak için duaların üç noktaya gereksinimi olduğu sürece, papazın duaların etkinliğini üç noktadakanıtlaması gibidir; veya duanın her usu aşan bir mutluluk olduğunu üç noktada kanıtladığı zaman dadurum aynıdır, ama biraz gülünçtür. Ey değer biçilemez söz oyunu! Usu aşan bir şeyin üç nedenlekanıtlandığını, bu nedenler, bir değer taşımadıklarından usu hiçbir şekilde aşmak zorunda olmayıpaksine onu açıkça bu mutluluğun hiçbir şekilde kendisini aşmadığına inandırmak zorunda olduğunusöylemek; sanki aslında, nedenler her zaman aklın etkisi altında değilmiş gibi. Ama usu aşan şey içinve ona inanan kişi için, bu üç neden ister üç şişe, ister üç geyik gösteren otel tabelaları kadaranlamsızdır! Düşüncemizi sürdürelim. Bir âşığa aşkını savunma, bu aşkın onun mutlağı olmadığınıkabul etme fikrini kim verir! Aşkını düşmanca itirazlarla karmakarışık düşündüğüne ve savunmasınınbu şekilde oluştuğuna; yani onun âşık olmadığını kabul etmeye, âşık değilmiş gibi kendini ifadeetmeye yakın veya buna muktedir olduğuna nasıl inanılır? Onu bu dili kullanmaya çağırınız, sizin deliolduğunuza inanacağı çok iyi bilinmektedir ve âşık olmanın ötesinde biraz da psikologsa, bu öneriyiyapan kişinin aşkı hiç tanımamış olmasından veya onu, aşkı savunurken kendine ihanet etmeye,kendini inkâr etmeye sürüklemek istediğinden kuşku duyacağından emin olun! Burada bir âşığıngerçek bir âşığın hiçbir zaman aşkını üç noktada kanıtlama veya onu savunma düşüncesinekapılmayacağına ilişkin göz kamaştırıcı bir kanıt yok mudur? Çünkü tüm bu noktalardan ve her türlüsavunmadan daha değerli olan şey, seviyor olmasıdır. Ve kanıtlayan ve savunan kişi sevmiyordur,sadece öyleymiş gibi yapıyordur ve ne yazık ki -ya da neyse ki- bunu o kadar aptalca yapmaktadır kiyalnızca aşk yoksunluğunu ifşa etmektedir.Oysa Hıristiyanlıktan tam da bu biçimde söz edilmektedir, inançlı papazlar Hıristiyanlığı savunurkenveya onu "nedenler" kategorisine çevirirken ondan bu şekilde söz etmekteler; spekülatif olarakHıristiyanlığı "kavram" hâline sokmak isterlerken Hıristiyanlığı bozmadıklarını varsayalım; doğruyola getirmek diye adlandırılan budur ve Hıristiyanlık bu tür yola getirmelere ve dinleyicilerine çokyüksek bir değer vermektedir. İşte bu nedenle (bu, onun kanıtıdır) Hıristiyanlık kendisi olarakanlattığı şeyden çok uzaktadır ve insanların çoğu tinsellikten o kadar yoksundur ki, Hıristiyananlamda, yaşamlarını günahkâr olarak bile değerlendirenleyiz.
Besinci Kitap GÜNAHIN SÜRMESiGünahın sürekliliği, yeni bir günahtır! veya daha kesin bir ifade kullanırsak ve daha ileridegeliştirileceği gibi günahın içinde kalmak, onu yenilemektir, günah islemektir. Başka her aktüelgünahı yeni bir günah gibi gören günahkâra bu fikir belki de abartılı gelecektir. Ama günahın saymanıbile olan sonsuzluk, günahta kalınan durumu yeni günahların borçlar hanesine kaydetmek zorundadır.Kitabının yalnızca iki sütunu vardır ve "inançtan kaynaklanmayan her şey günahtır",1 her günahtansonra pişmanlığın olmayışı yeni bir günahtır, hatta bu günahın pişmanlıktan yoksun kaldığı anların herbiri yeni bir günahtır. Ama içsel bilinçlerinin bir sürekliliği koruduğu insanlar ne kadar azdır!Genelde bilinçleri, yalnızca önemli kararlarda ortaya çıkan, ama güncele kapalı olan bir kesintidenibarettir! İnsan, biraz zihin olarak haftada ancak bir saat var oluyor... tabii ki tinsel varoluşun oldukçahayvansal bir biçimi olarak. Bununla birlikte sonsuzluğun özü sürekliliğidir ve insandan zihin olmabilinci olmasını ve inanmasını ister. Aksine günahkâr, günahın o kadar etkisi1 Romalılara Mektuplar, 14.23altındadır ki tüm yaşamının bir kaybediş olduğunu bile bilmemektedir. Sanki bir önceki an bu yoladaha önceki günahlarının tüm hızıyla koşmamış gibi yalnızca, ona aynı yol üzerinde yeni bir atılımveren her yeni günaha değer verir. Günah onun için o kadar doğal veya ikinci bir yapı hâline gelmiştirki hiçbir şeyi her günkü gidişat kadar normal görmez ve her yeni günahtan yeni bir atılım elde etmezamanında yalnızca kısa bir gerilemeye maruz kalır. Bu kaybedişte, kendini Tanrı önünde görenmüminin sürekliliği olan sonsuzluğun gerçek sürekliliği yerine, kendi yaşamının... günahınsürekliliğini görmez."Günahın sürekliliği"? Ama günah tam da süreksiz olan şey değil mi? İşte kendimizi yeniden günahınyalnızca bir olumsuzluk olduğu, hiçbir buyruğun size hiçbir zaman çalman bir mal üzerine haklarveremediği gibi bir iyelik de oluşturamadığı bir kuram karşısında buluyoruz; bu kuram, günahınyalnızca bir olumsuzluk olduğu, güçsüzlüğün tüm işkenceleri arasında, umutsuz bir meydan okumaiçinde, hiçbir zaman başarıya ulaşamamaya adanmış güçsüz bir ortaya çıkma denemesidir. Evet, bu,felsefecilerin kuramıdır! ama Hıristiyan için günah (ve buna bir paradoks olarak, kavranılamaz olarakinanılması istenir) kendiliğinden gelişen bir durumdur, gitgide daha olumlu bir sürekliliktir.Ve bu sürekliliğin gelişim yasası, bir borcu veya bir olumsuzluğu yöneten yasa ile aynı değildir.Çünkü bir borç ödenmemekten dolayı ancak her defasında yeni bir borcun eklenmesiyle artar. Günahise içinde kalındığı sürece her an artar. Günahkâr, günahın artışını her yeni günaha bağlarken pekhaklı değildir, aslında Hıristiyanlar için günahın içinde kalman durum onun arttırılmasıdır, yeni birgünahtır. Günah işlemenin insana özgü olduğunu, ama bunda diretmenin şeytansı olduğunu söyleyenbir özdeyiş bile vardır; bununla birlikte bunu biraz farklı anlama gücü Hıristiyanlıktadır. Sadecesüreksiz bir görüşe sahip olmak, sadece yeni günahları not etmek, iki günah arasındaki zamanıatlamak, örneğin bir trenin ancak lokomotifin soluklandığının duyulduğu anlarda ilerlediğineinanmaktan daha az yüzeysel değildir. Buna rağmen gerçekten görmemiz gereken ne bu soluklanma nede onu izleyen atılım olmayıp lokomotifin ilerlediği ve bu soluklanmaya neden olan bütünleşmişhızdır. Günah için de durum aynıdır. Günahın içinde olma durumu günahın temelidir, tikel günahlargünahın sürdürülmesi olmayıp yalnızca günahı ortaya çıkarırlar! her yeni günah bizim için yalnızca!hızı daha duyarlı hâle getirir.Günahın sürekli içinde olmak her ayrık günaha göre en kötüsüdür! bu, günahtır. Ve aslında buanlamıyla günahın sürekli içinde bulunmak günahı sürdürmektir, yeni bir günahtır. Genelde günah
böyle anlaşılmaz, aktüel bir günahın yeni bir günahı doğurduğu sanılır. Ama bunun nedeni, günahınsürekli içinde olmanın yeni bir günah olmasıdır. Aynı zamanda usta bir ruhbilimci olan Shakespeare,Macbeth'e şunu söyletir (III, 2): "Kötü başlayan şeyler hastalık yoluyla kendilerini güçlendirirler".Yani günah bir sonuç olarak kendi kendini doğurur ve kötülüğün bu içsel sürekliliğinde günahgüçlenir. Ama günahların yalnızca ayrı ayrı ele alınmasıyla bu düşünceye hiçbir zaman ulaşılamaz.İnsanların çoğu, sonucun ne olacağından kuşku duymayacak kadar fazla bilinçsiz yaşamaktalar; zihninderin bağından yoksun yaşamları, ister çocukların sevimli saflıkları, ister budalalık söz konusu olsun,karışık olayların, bir parça eylemin, rastlantının bir dağınıklığından başka bir şey değildir! Onlarıbazen iyilik yaparken, daha sonra kötülük yaparken ve her şeye yeniden başlarken görürüz;umutsuzlukları bazen bir öğle sonrası kadar sürer veya üç haftaya kadar uzanır, ama bir kez daha işteneşelenirler ve bir daha bütün gün umutsuzluğa kapılırlar. Onlar için yaşam, içine girilen bir oyundanbaşka bir şey değildir; ama hiçbir zaman her şeyi, her şey için tehlikeye atamazlar, hiçbir zamanyaşamı sonsuz ve içe dönük bir sonuç olarak tasarımlayamazlar. Aynı zamanda aralarında olaylarısadece birbirinden ayrı olarak, şu veya bu iyi davranış, şu veya bu yanlış davranış şeklindetartışırlar.Zihin tarafından yönetilen her varlık, bu zihin bağımsız olduğunu ileri sürse de ön azından bir fikredayanan aşkın bir kaynağın sonucu olarak içsel bir sonuca bağımlıdır. Ama böyle bir yaşam içinde,insan olabilir sonuçların sonsuz bir fikriyle her sonuç kopuşundan sonsuzca kaygı duyar; bu şekildeyaşamını götüren bu bütünlükten koparılma tehlikesini taşımaz mı? En küçük tutarsızlık, devasa birkayıptır çünkü zinciri kaybeder; bu belki de ânında zinciri koparmaktır, tüm güçleri tek biruyumlulukta birleştiren bu gizemli gücü yok etmektir, yayı gevşetmektir; ben'in büyük işkencesindebelki de tüm içsel uyumun, tüm gerçek hızın, tüm canlılığın kaybolmuş olacağı iç devrimde, bir güçlerkaosunda her şeyi mahvetmektir. Sonuca sağlam çarklarının işleyiş esnekliğini enerjisini borçlu olanmuhteşem mekanizma şimdi bozuldu; ve mekanizma ne kadar göz kamaştırıcı ve görkemli isedüzensizliği o kadar kötüdür. Tüm yaşamı iyilik zincirine dayanan mümin, en küçük günahtan bilesonsuz korku duyar; çünkü o, sonsuzca kaybetme tehlikesi içindedir; buna karşın çocuksuluktançıkamayan doğal insanların kaybedecekleri bir bütünlük yoktur, onlar için kazançlar ve kayıplar herzaman parçasaldır, tikeldir.Ama müminden daha az olmamak üzere, şeytanî kişi günahın iç zincirine bağlanır. Bir gün içmedendurursa oluşabilecek sonuçlardan, yıkıntıdan, aralıksız kaygı duyarak sarhoşluğunu her gün sürdürenbir sarhoş gibidir. Diğer taraftan iyi insana günahı çekici bir biçimde anlatarak onu ayartmayaçalışırsanız yalvaran yanıtı şöyle olacaktır: "Beni günaha sokmayınız!" Aynı şekilde şeytanî insankuşkusuz size aynı kaygının örneklerini sunacaktır. İyi insanın karşısında, konusunda ondan dahagüçlü olarak, şeytanî insan, mutluluğu içinde iyiliği betimleyecektir ve ondan yardım isteme,gözyaşları içinde ona yalvarma, onunla konuşmamasını sağlama gücünü taşır. -Çünkü onun dakaybedecek bir bütünlüğü olmasını sağlayan, içsel sürekliliğidir. Amacı dışına bir saniyelik sapma,bir düzen sakınımsızİığı, tek bir dalgın bakış, bütünün veya hatta bir parçanın bir an için bile olsabaşka bir görünüşü! ve bu! söylediği gibi artık hiçbir zaman kendi olmama tehlikesidir. Umutsuzlukiçinde iyiliği reddettiği ve ne yaparsa yapsın artık yardım beklemediği doğrudur! ama bu iyilik hâlâonu huzursuz edebilir mi? Sonucun tam bir coşkusunu bulmasına her zaman engel olunmalı mı, kısacaonu güçsüzleştirmek mi gerekir? Yalnızca günahın sürekliliği içinde kendisidir, günahta yaşar veyaşadığını hisseder. Günahın sürekli içinde bulunmak onu, düşüşünün tam dibinde, sonucun şeytanîtakviyesiyle hâlâ güçlendirmek değil de nedir? Ona yardım eden (evet, korkunç saçmalık!) yeni, ayrık
günah değildir! yeni, ayrık günah yalnızca günahtaki sürekliliği ifade eder ve bu, öz olarak günahtır.O hâlde günahın sürmesi, günahın sürekli durumuna göre ayrık olarak yeni günahları daha az gözönüne alır, bu da hâlâ günahın kendi kendine artmasıdır, günah durumu içinde bilinçli bir kalıştır. Ohâlde, günahın yoğunlaşma yasası burada olduğu gibi her yerde, her zaman daha fazla bir bilincedoğru giden içsel bir devinimi işaret eder.
GÜNAHKÂRLIĞINDAN UMUTSUZLUĞA DÜŞMENiN GÜNAHIGünah umutsuzluktur ve günahın yoğunluğunu arttıran şey günahından umutsuzluğa düşmeningünahıdır. Yoğunluk artışından anlaşılan şeyin burada olduğu kolaylıkla görülmektedir; yüzriksdallık* bir hırsızlıktan sonra gerçekleştirilen bin riksdallık bir hırsızlık gibi, burada başka birgünah söz konusu değildir; günahın sürekli durumu günahtır ve bu günah yeni bilinci içindeyoğunlaşır.* Eskiden Kuzey Avrupa'da kullanılan gümüş para. (y.h.n)Günahından umutsuzluğa düşmek, günahın kendi sonucu içine kapandığını veya tutunmak istediğiniifade eder. iyilikle olan ilişkisini tamamen reddeder, bazen başka bir ses duyma zayıflığından korkar.Hayır, yalnızca kendini ben'i içine kapanmaya, yalnızca kendisiyle ilgilenmeye, kendini fazladan birbölmenin içine kapamaya ve nihayet iyiliğin her sürprizine veya izlenmesine karşı umutsuzlukaracılığıyla günahından emin olmaya karar vermiştir. Arkasındaki tüm köprüleri attığının ve böyleceiyiliğin ondan uzak olması gibi, kendisinin de iyilikten uzak olduğunun bilincindedir; öyle ki birzayıflık anında istese de iyiliğe geri dönmesi onun için olanaksızdır. Günah işlemek, iyiliktenkopmaktır; ama günahtan umutsuzluğa düşmek, ikinci bir kopuştur ve günahtan, bir meyveden olduğugibi son şeytanî güçleri çıkarır; bu durumda, kendi sonucu içinde ele alınan cehennemin busertleşmesi veya katılaşması içinde, sadece pişmanlık ve bağışlama adını alan her şeyi faydasız veverimsiz olarak ele almaya değil, aynı zamanda onlarda bir tehlikeyi görmeye mecbur kalınmaktadır.Bu tehlikeye karşı, iyi insanın günah eğilimine karşı yaptığı gibi silahlanılmaktadır. Bu anlamdaFaust'taki Mefisto, umutsuzluğa düşen bir şeytandan daha kötü felâket yoktur derken haklıdır! çünküburadaki umutsuzluk, kulağını pişmanlığa ve bağışlamaya veren bir zayıflıktan başka bir şey değildir.Umutsuzluğa düşüldüğü zaman, günahın ulaştığı güç yoğunluğunu belirlemek için, ilk derecedeiyilikle olan bağın koparıldığı ve ikinci derecede pişmanlıkla olan bağın koparıldığı söylenebilir.Günahtan umutsuzluğa düşmek, gitgide daha çok düşerek tutunmaya çalışmaktır; baloncunun safraatarak yükselmesi gibi tüm iyiliği atmaya can atan umutsuz kişi (safra atılmadığı zaman yükselenşeyin safra olduğunu anlamadan) yükseldiğini zannederken düşer ve aynı zamanda gitgide hafiflediğide doğrudur. Kendi kendine olan günah, umutsuzluğun savaşımıdır! ama güçler tükendiğinde, başkabir güç yükselmesi, kendi üzerinde yeni bir şeytanî sıkılaştırma gereklidir! ve bu, günahınumutsuzluğudur. Tabiî, bizi günahın içine batıran, şeytansallığın gelişimi ve ilerleyişidir. Zarlarınsonsuzluk için atıldığını ve her pişmanlık ve bağışlama önerisine kulakların kapatılacağı söylenmeklegünaha bir içerik, bir yarar sağlanmaya, ondan bir umutsuzluğu, yaşamak için hiçbir nedenininkalmadığını ve ben fikrinin bile onun için bir hiç olduğunu bildiğinden kendi yokluğunun oyununagelmemektedir. Bu, Machbet'in kralı öldürdükten sonra ve günahından umutsuzluğa düşmüş durumdabüyük bir psikolog derinliğiyle söylediği şeylerdir (II,I):Ölümlülükte hiçbir şey önemli değildir :Her şey yalnızca süs eşyasıdır, artık ün ve lütuf yok olmuştur.Bu dizelerin ustalığı, son sözcüklerin (ün ve lütuf) ikili etkisinde yatmaktadır. Günahla yani günahtanumutsuzluğa düşerek aynı zamanda lütuftan ve.. .kendinden sonsuz bir uzaklığa gitmiştir. Ben'i, tümbencilliği tutku hâlinde doruk noktasına ulaşmaktadır. İşte kral olmuştur ve buna rağmen, günahtan vepişmanlık gerçeğinden yani lütuftan umutsuzluğa düşerek ben'ini kaybetmiştir! Kendiliğinden ben'inikoruyamadığı için lütfü kavramaktan ve tutku içinde ben'inden zevk almaktan çok uzaktadır.
Yaşamda (eğer gerçekten orada günahın umutsuzluğuna rastlanılıyorsa! her şeye rağmen insanların buşekilde adlandırdıkları bir durum vardır) genelde, yaşam hakkında yanlış bir görüşe sahip olunur,çünkü dünya bize sadece şaşkınlık, hafiflik, saf aptallık sunduğu için biraz daha derin olan her oluşumbizi coşturur ve Önünde şapkamızı çıkarttırır. İster kendisi ve işaret ettiği şey hakkındakibilgisizlikten olsun, ister ikiyüzlülükle cilalanmış olsun, ister kurnazlık ve yanıltıcı alışkanlıksayesinde olsun günahın umutsuzluğu, iyi olmanın parlaklığını vermekten çekinmez. Bu durumda,doğal olarak burada günahını çok içten bir şeymiş gibi ele alan derin bir yapının işaretini görmekisteriz. Örneğin bir insan bir günaha yönelmiş, sonra uzun süre kötülük eğilimine direnmiş ve sonundaonu yenmiştir... Şimdi günaha teslim olursa, onu içine alan boğuculuk her zaman günah işlemeninüzüntüsü değildir. Çok farklı bir şeyden kaynaklanabilir, Tanrı’nın takdirine karşı bir kızgınlık daolabilir, sanki bu takdir, onun düşmesine neden olmuştur, onu bu kadar acımasızdeğerlendirmemelidir, çünkü çok uzun süre iyi biriydi. Ama, kapalı gözlerle bu üzüntüyü kabuletmek, tüm tutkuyla ikilemi çiğneyip geçmek gevşekçe akıl yürütmek değil midir? Bu ikilem, bazentutkulu insanın delirme noktasına kadar söylediğini zannettiği şeyin daha sonra tersini söylediğini farkedebilmesine yol açan yazgının ifadesidir! Bu insan belki de, kendisini umutsuzluğa kaptırandüşüşünün işkencesiyle, gitgide daha güçlü sözcüklerle karşı karşıya gelecektir. "Kendimi hiçbirzaman affetmeyeceğim" der. Tüm bunlar, içinde bulunan tüm iyiliği, yapısının tüm güzel niteliğinisize göstermek içindir. Oysa bu yalnızca bir aldatmacadır. Betimlememde, böyle bir durumda geneldeduyulan sözcüklerden biri olan "hiçbir zaman kendimi affetmeyeceğim"i bilerek kullandım. Bu söz,aslında sizi hemen ben diyalektiği içinde dengeye getirir. Hiçbir zaman kendini affetmeyecek... amaTanrı bunu yapmak isterse hâlâ kendisini affetmeme kötülüğünü kendine yapar mı? Gerçekte günahtankaynaklanan umutsuzluğu -özellikle, bu şekilde günah işlemiş olmaktan dolayı "kendini hiçbir zamanaffetmeyeceğini" söylediği zaman (Tanrı'ya kendini affetmesi için yalvaran alçakgönüllü pişmanlığınhemen hemen zıddı olan sözler), kendini ele vererek aşırı öfkeli ifadeler kullandığı zaman (üzerindeen ufak biçimde düşünmeden)-, bu umutsuzluğu, iyiliği o kadar az belirtir ki aksine, yoğunluğu, içinedalınmış olmaktan kaynaklanan günahı daha yoğun biçimde belirtir. Aslında kötülük eğilimine karşıiyi durduğu zamandadır ki kendisi hakkında gerçekte olduğundan daha iyi olduğu değerlendirmesiniyapar! kendinden duyar hâle gelmiştir ve gururu şimdi geçmişin tamamen bitmiş olmasıyla ilgilidir.Ama yeniden düşüşü bu geçmişe birdenbire tüm güncelliğini verir. Gururu için dayanılmaz olananımsatma! bu nedenle oluşan derin üzüntü vs. Tabii ki bu, bu kadar uzun süre kötülük eğilimine karşıçıkmasına yardım ettiği için Tanrı'ya teşekkür etmek, Tanrı'ya ve kendine karşı bu yardımın hakettiğinden fazlası olduğunu itiraf etmek ve daha önce içinde bulunduğu durumun anısı ile küçülmekyerine ben aşkının ve gururun gizlenmesinden başka şey olmayan Tanrı'ya sırtını dönen üzüntüdür.Her yerde olduğu gibi burada da eğitici eski metinler derinlikle, deneyimle, bilgiyle doludur. Bumetinler, Tanrı'nın bazen müminleri alçakgönüllü yapmak ve iyilik içinde güçlendirmek için onlarınyanlış bir adım atmalarına ve bazı kötülük eğilimlerine kapılmalarına izin verdiğini öğretmektedir;düşüşünün ve iyilik içindeki gelişimlerin belki de çok önemli olan zıtlığı o kadar çok alçalma iledoludur ki! Ve kendine özdeş olduğunu saptamak o kadar büyük bir acıdır ki! İnsan ne kadaryükselirse, günah işlediği zaman o kadar acı çeker; ve virajı alamamakta o kadar çok tehlike vardır;en ufak dikkatsizliğin bile tehlikesi vardır. Belki de acıdan en koyu üzüntünün içine batacaktır ve birşaşkın, sanki bu bir iyilikmiş gibi ahlâksal derinliğine, iyiliğin kendi üzerindeki tüm gücüne hayranolmaya hazır olacaktır. Ve zavallı karısı! Günahın bu kadar acı verdiği ve Tanrı'dan çekinen, ciddi,böyle bir kocanın yanında kendini küçülmüş hissedecektir. Belki de "hiçbir zaman kendimiaffetmeyeceğim" (sanki daha önceki günahlarından dolayı kendini affetmiş gibi: Tam bir küfür)
demek yerine belki de aldatıcı önermelere tutunmakta, belki de yalnızca Tanrı’nın onu hiçbir zamanaffedemeyeceğini söylemektedir. Yazık! Burada bile hâlâ yalnızca kendini aldatıyor. Acısı, kaygısı,umutsuzluğu? Yalın bencillik (günah dehşetinin bazen bir kişiyi korku yoluyla günaha sokması gibi",çünkü bu dehşet, günahsız olmak, kendinden gurur duymak isteyen ben sevgisidir)... ve avunma onunen küçük gereksinimidir ve bu nedenle, ruh yöneticilerinin yönettiği devasa dozlar, kötülüğü daha çokkötüleştirmekten başka bir işe yaramaz.
II-GÜNAHLARIN AFFEDiLMESi KONUSUNDA UMUTSUZLUĞA DÜSMENiN GÜNAHI(GÜNAH EGiLiMi)Burada ben bilinci İsa'yı tanımakla daha büyük bir güce ulaşır; burada ben, İsa'nın karşısmdadır.Sonsuz ben'inin varlığını bilmeyen insandan ve biraz sonsuzluk izi taşıyan bir ben'in bilincindekiinsandan sonra (birinci kısımda), insanların, ölçüsünü kendi içinde taşıyan ve kendinin insansal birfikriyle dolu ben'e bağlandıkları gösterilmişti (ikinci kısma geçerken). Bunlar, günah tanımınıntemelini oluşturan Tanrı karşısında ben'le karşıtlaşır.İşte şimdi İsa'nın karşısındaki ben, burada bile umutsuzca kendi olmak istemeyen veya kendi olmakisteyen bir ben. Günahların affedilmesi konusunda umutsuzluğa düşmeyi, aslında umutsuzluğunformüllerinden birine veya ötekine bağlamak gerekir: Zayıflığın umutsuzluğu veya meydan okumaumutsuzluğu; birincisi günah eğilimi aracılığıyla inanma yürekliliğini göstermez ve ikincisi inanmayıreddeder. Ama buradaki zayıflık ve meydan okuma (çünkü yalnızca kendi olmak değil, günahkâr,dolayısıyla kusurlarıyla kendi olmak söz konusudur) genelde oldukları şeyin tam zıddıdır. Kendiolunmanın istenmediği umutsuzluk, alışkanlık zayıflığından ileri gelir; ama burada bunun zıddı sözkonusudur. Normal olarak zayıflık şudur: Kendi olunmanın istendiği umutsuzluk, alışkanlığa meydanokumaktır, ama burada tersi söz konusudur, umutsuzlukla kendi olmayı isteyerek, bağışlamanın eksikolacağı noktaya kadar günahkâr olmayı isteyerek güçsüz olunur.İsa karşısındaki bir ben Tanrı'nın verdiği büyük ayrıcalıkla yüksek bir güce ulaşan bir ben'dir. Bubüyük ayrıcalığı, Tanrı insan için doğmayı, insan olmayı, acı çekmeyi, ölmeyi isterken vermiştir.Tanrı fikri geliştiği zaman, ben'in gelişimi üzerine olan önceki formülümüz burada da aynı şekildegeçerlidir. İsa fikri ne kadar gelişirse, ben o kadar büyür. Niteliği, ölçüsüne bağlıdır. İsa'yı ölçüolarak veren Tanrı, bize açıkça bir ben'in devasa gerçeğinin nereye gittiğini göstermiştir;çünküTanrı'nın insanın ölçüsü ve amacı olması ancak İsa ile mümkündür. Ama ben'in yoğunluğu ilebirlikte, günahın yoğunluğu da artar.Günahın yoğunluğunun artışı başka bir yolla da kanıtlanabilir. Önce günahın umutsuzluk olduğugörülmüştü; ve yoğunluğu günahın umutsuzluğu ile artıyordu. Ama Tanrı günahlarımızı bağışlayarakuzlaşmayı sunmaktadır. Buna rağmen günahkâr umutsuzluğa düşer ve umutsuzluğunun ifadesi dederinleşir; ve işte Tanrı ile temas içindedir, ama bunun nedeni Tanrıdan hâlâ uzakta olması veyanlışlığının içine daha fazla dalmasıdır. Günahlarının bağışlanacağı konusunda umutsuzluğa düşengünahkâr, Tanrı'yı sanki çok yakından sarmak ister gibidir. "Ama hayır, günahlar affedilmedi, buolanaksızdır" dediği zaman bir diyalog havası sezinleriz, göğüs göğüse bir savaşım var diyebiliriz.Ve bununla birlikte, bu şekilde konuşmak ve anlaşılmak için insanın, yapısını değiştiren bir adımıdaha atarak Tanrı'dan uzaklaşması gerekir; bu şekilde yakın savaşmak için, uzakta olması gerekir;tinsel dünyanın tuhaf akustiği ve uzaklıkları düzenleyen yasaların acayipliği böyledir! Tanrı'yamümkün olan en büyük uzaklıkta insan "hayır" dediğini ona duyurabilir! Buna rağmen Tanrı'da bir türyiğit ölümünü arzu eder. insan ancak Tanrı'dan en uzak noktada olarak bu kadar içlidışlı olabilir vebu içlidışlılık ancak uzaklaşmadan doğabilir; Tanrı’nın yakınında içlidışlı olunamaz ve öyle olunursabu, O'ndan uzakta olunduğunun işaretidir. İnsanın Tanrı karşısındaki güçsüzlüğü budur! Dünyanınbüyükleri ile içlidışlılık size onlardan uzağa fırlatılmak tehlikesini getirir; ama ancak ondanuzaklaşılarak Tanrı ile içlidışlı olunabilir.İnsanlar özellikle ahlâkın yok edilmesinden ve ancak ender olarak veya hiçbir zaman kutsal birahlâksal söz dinlemediklerinden beri, genelde yalnızca bu günahın (affetme ile ilgili umutsuzluk)yanlış bir görüşüne sahiptiler. Egemen metafiziksel estetik, size itibar gösterir ve onun için
günahların affedilmesi üzerindeki umutsuzluğunuz derin bir yapının işaretidir, bu sanki bir çocuğunmuzipliklerinde bir derinlik işareti görmek gibidir. Diğer taraftan, insanın Tanrı ile ilişkisinde tekdüzenleyici olan "zorunlusun" yok edildiğinden beri, dinsel alanda büyük bir düzensizlik hükümsürmektedir. Bu "zorunlusun"un, dinin her olgusunun içine sokulması gerekir. Bunun yerine fanteziegemen olduğundan, Tanrı önünde önemliyi oynamak için Tanrı fikrinden insansal önemliliğin birçeşnilenmesi olarak yararlanılmıştır. Önemin muhalefete yerleşmeyle elde edildiği politikada olduğugibi ve sonunda kuşkusuz, her şeye rağmen karşı çıkılacak bir şeyi bulabilmek için bir yönetimin varolması isteniyor. Aynı şekilde sadece muhalif olmanın daha fazla önemi ile şişmek için, sonundaTanrı yok edilmek istenmeyecektir. Ve eskiden dinsiz ayaklanmanın olayları olarak dehşetlekarşılanan her şeyşimdi çok üstün ve derinlik işareti olarak görülmektedir. Eskiden açıkça, hiçbir romantizm gölgesiolmadan "inanmalısın" derdik; şimdi inanmayabilmek dâhiliktir ye derinliktir. "Günahlarınbağışlanacağına inanmak zorundasın" ve bu metnin tek yorumu olarak eskiden şu ekleniyordu:"İnanamazsan başına bir felâket gelecek; çünkü zorunlu olunan şey, yapılan şeydir"; bugün bunainanmayabilmek dâhiliktir ve derinliktir. Hıristiyanlık için çok hoş bir sonuç! Hıristiyanlıksusturulsaydı insanlar kendileri ile çok mu dolu olacaklardı? Kuşkusuz hayır, paganizmde hiçbirzaman dolu olmadıkları gibi her yerde Hıristiyanlığı başka bir biçimde kötüye kullanamadıklarızaman kullanımları en kötü saygısızlığa dönüşmektedir. Aslında paganların geleneklerinde olmayanküfrün Hıristiyanların ağızlarına bu denli yakışması ne kadar ilginçtir! Ve paganların bir tür korkuyla,bir gizem kaygısıyla Tanrı'nın ismini çoğu zaman törenle ağızlarına almalarına karşın, Hıristiyanlardaadının her günün en sık kullanılan sözcüğü olması ve karşılaştırmasız en boş sözcük olması ve en azözenle kullanılması ne kadar ilginçtir! Çünkü, apaçıklığı içinde (seçkin insanların yaptığı gibisaklanmak yerine ortaya çıkmanın sakınımsızlığı, beceriksizliği!) bu zavallı Tanrı, şimdi herkesçebilinmektedir. Aynı zamanda bazen kiliseye gitmek, Tanrı'ya verilen göze çarpıca bir hizmet midir?Bu hizmet, aynı zamanda papazın övgülerini kazanmaktadır. Bu papaz, Tanrı'ya, eşiğinden içeri adımatma onurunu hiçbir zaman vermeyen kişilere dokunaklı sözler söyleyerek, ziyaretinizleonurlandırdığınızdan dolayı Tanrı adına size teşekkür eder ve sizi dindar bir insan unvanıyla süsler.Günahların affedilmesi konusunda umutsuzluğa düşmenin günahı skandaldır. Burada Museviler,günahları affetmek için isteyen İsa'ya kırılmakta çok haklılar. Bir insanın günahları bağışlamakistemesine kızmamak" için, mümin olunmadığı zaman (bu durumda söz konusu olan, İsa'nınTanrısallığına inanmaktır) ne kadar fazla bayağılık gereklidir! Bu nedenle inanamamayı yüceltemem:insan aklı için bu saf bir olanaksızlıktır! Çünkü buna inanılması gerekir.Bir pagan doğal olarak bu günahı işleyemez. Günahın gerçek fikrine de sahip olabilseydi (Tanrı fikriolmadığından bunu bile yapamaz) günahının umutsuzluğundan öteye gidemezdi! Ve dahası (veinsansal düşünceyle akla verilecek tüm ayrıcalık buradadır) geniş anlamıyla dünyadan, kendindendeğil de gerçekte günahından umutsuz olmayı başarabilen pagan takdir edilmelidir.1 Girişim başarıyaulaşmak için, zihnin ve etik verilerin derinliğini talep eder. Hiçbir insan, insan olarak daha ilerigidemez ve bir insanın bu derinliğe ulaştığı çok ender görülür. Ama Hıristiyanlık ile birlikte her şeydeğişmiştir! çünkü Hıristiyan olarak günahların bağışlandığına inanmak zorundasınız.1 Hiçbir zaman diyalektiğin dışına çıkmayan günahın umutsuzluğunun burada inanca yönelen birdevinim olarak anlaşıldığına dikkat edilmelidir. Çünkü bu diyalektik vardır (bu kitap umutsuzluğuyalnızca bir hastalık değerlendirmesine rağmen), umutsuzluğun aynı zamanda inancın ilk unsuruolması nedeniyle bu, hiç unutulmaması gereken bir olgudur. Buna karşın, günahın umutsuzluğu
sırtını inanca, Tanrı'ya çevirirse, bu umutsuzluk yeni bir günahtır. Tinsel yaşamda her şeydiyalektiktir. Bu şekilde skandal, ortadan kaldırılan bir olabilirlik olarak pekâlâ inancın birunsurudur; ama skandal sırtını inanca çevirirse günah hâline -gelir. Hatta Hıristiyanlığakızmadığı için bir kişiye sitem bile edilebilir. Ama bu- sitemi kaldırmak, günah eğiliminden biriyilik gibi söz etmektir. Ve diğer taraftan günah eğiliminin günah olduğunu kabul etmek gerekir.Ama bu son durumda, Hıristiyanlığın içinde bulunduğu durum nedir? Bu durumdaki Hıristiyanlıktemelde, hâlâ durumunu tam olarak bilmeme noktasında, günahların affedilmesinden umutsuzluğadüşmektedir. Günah bilincine bile ulaşılamamıştır, yalnızca daha önce paganizmin bildiği günah tipibilinmektedir, pagan bir güven duygusu içinde yaşamak, paganizmi aşmaktır ve insanlarımız, güvenduygularının günahların affedilmesi bilincinden başka bir şey olmadığından övünç duyacak kadarileri gitmektedir. Papazlar müminlerdeki bu kanıyı güçlendiriyorlar.Bugünün Hıristiyanlarının esas mutsuzluğunun nedeni, Hıristiyanlığın, insan-tanrı dogmasının (amaHıristiyan anlamda bu dogma paradoksla, skandal riskiyle güven altına alınmıştır) vazedilme veyerinden vazedilme zorunluluğuyla dinsizleştirilmesidir ve panteist bir karışıklığın Tanrı ile insanarasındaki farklılığın yerine geçmesidir (bu fikir, önce felsefe aristokrasisinde, daha sonra sokaklarınve kavşakların halkında oluşmuştur). Dünyada hiçbir doktrin Hıristiyanlık kadar Tanrıyı ve insanıbirbirine yaklaştırmamıştır! hiçbiri de buna muktedir değildir. Kişisel olarak yalnızca Tanrının bunagücü vardır, insanların tüm yaratıları yalnızca bir düş, geçici bir yanılsamadır! Ama hiçbir doktrin,Tanrı’nın kendisini insan hâline getirmesinden, eylemini sanki Tanrı ve insan tek" miş gibidindışılaştırmasından beri, küfürlerin en korkuncuna karşı bu kadar özenle kendini koruyamamıştır;hiçbir doktrin savunması skandal olan Hıristiyanlık kadar kendini koruyamamıştır. Yazık bu cansızçenesi düşüklere, bu hafif düşünürlere; yazık dalkavuk, çırak bozuntularına!Yaşamda düzen isteniyor mu -ve bu düzen, düzensizliğin bir tanrısı olmayan Tanrı’nın istediği şeydeğil mi?-Özellikle her insandan yalnız bir kişi oluşturulmasına dikkat edilsin. İnsanların,Aristoteles'in hayvansal bir kategori olarak adlandırdığı şeyin içinde toplanmalarına izin verildiğiandan itibaren yığın oluşur! daha sonra bu soyutlamanın (hiçbir önem taşımayan, en önemsiz insandanbile daha önemsiz olan) bir şey olarak ele alındığı andan itibaren yığını kutsallaştırmak çok az zamanyeterlidir. O hâlde insan-tanrı dogmasını doğrulamak için felsefeye geliniyor. Birçok ülkede, yığınınkralları, basının papazları etkilemesi gibi, sonunda insanların tümünün Tanrı'yı etkilediğinikeşfediyoruz.Ve insanı Tanrı'yla özdeşleştirerek şu, insan-tanrı doktrini diye adlandırılan şeye varırız. Birçokfilozofun, neslin bireye üstünlüğü doktrinini yaymaya çalıştıktan sonra, bu doktrin ayaktakımınıyüceltme ölçüsünde küçülünce bu doktrinden vazgeçmeleri kendiliğinden olmaktadır. Ama bufilozoflar bu doktrinin kendilerinin olduğunu unutuyorlar ve seçkinler bu doktrini benimsediği zamandaha hatalı olmayacağını ve filozoflardan oluşmuş topluluğun bu doktrinin cisimleşmesi olduğunugörmüyorlar.Kısaca, insan-tanrı dogması Hıristiyanlarımızı saygısızlaştırmaktadır. Sanki Tanrı çok güçsüzdür,sanki fazla ödün verdiği için nankörlüğe maruz kalan iyi yürekli insanın akıbetine uğramış gibidir.İnsan-tanrı dogmasını Tanrı yaratmıştır ve işte insanlarımız ilişkileri küstahça tersyüz ederekTanrı'yla akrabalık ilişkisi kuruyorlar; böylece Tanrı’nın verdiği ödün, günümüzde liberal birbelgenin ihsanı ile hemen hemen aynı anlamdadır... ve "bunda bayağı zorlanmıştı"nın ne olduğu çokiyi bilinmektedir. Sanki Tanrı sıkıntıdadır; ve kurnazlar ona, "Bu senin hatan, insanlara karşı neden bu
kadar iyisin" demekte haklı olacaklardır. Yoksa Tanrı ve insan arasındaki bu eşitliği kim düşünecektive bu eşitliği ileri sürmek küstahlığını kim gösterebilecekti? Ama bunu ilân eden Sen'sin ve şimdiektiğini biçiyorsun.Bununla birlikte Hıristiyanlık, başından beri güvencelerini almıştır. Kategorisi, bireyin de kategorisiolan günah doktrininden yola çıkmaktadır. Günah hiçbir zaman spekülatif düşünce değildir. Bireyaslında her zaman kavramın altındadır; bir birey değil, yalnızca onun kavramı düşünülür. İşte bunedenle din bilginlerimiz neslin bireye ÜSTÜNLÜĞÜ doktrini içine üşüşmekteler; çünkü kavramıngerçek karşısındaki güçsüzlüğünü onlara itiraf ettirmek, onlardan çok fazla şey istemek demektir. Ohâlde tikel bir bireyin düşünülememesi gibi bireysel bir günahkâr düşünülemez; günah pekâlâdüşünülebilir (bu durumda günah bir olumsuzluk hâline gelir), ama ayrık olarak bir günahkârdüşünülemez. Ama günahı düşünmekle yetinilirse, günahtan tüm gerçekliği alan bu olgudur. Çünkügerçek olan sizin ve benim günahkâr olmamızdır! gerçek, genelde günahkârlık değildir! günahkârınyani bireyin öne çıkarılmasıdır. Birey açısından spekülasyon, tutarlı olmak için, bir birey olma yanidüşünülemeyen şeyi olma olgusuna olabildiğince küçümseme ile yaklaşmak zorundadır! spekülasyonbu olguyla meşgul olmak için ona şöyle söylemelidir: Senin bireyselliğinle neden zaman kaybedeyim,bu nedenle onu unutmaya çalış, bir birey olmak hiçbir şeydir! ama düşün... ve böylece tüm insanlıkolacaksın, cogito ergo sum. Ama ya bu da yalan olsaydı! Ve aksine birey, bireysel varoluş en üst olayolsaydı. Ama spekülasyon kendi kendisiyle çelişmemek için şunu eklemek zorundadır: Tikel birgünahkâr olmak yerine (tıpkı bir birey olmak yerine, insan kavramını düşünmesinin istenmesi gibi)günahı düşünmeye koyulmak gerekmiyor mu? Ve sonrası? Rastlantısal olarak, günahı düşünerekkişileştirilmiş "günah" hâline gelmiyor muyuz! cogito ergo sum? Muhteşem buluş! Her seve rağmenbu şekilde günahı, saf günahı cisimleştirme tehlikesine girilmiyor! bu saf günah düşünmeye izinvermez. Din bilginlerimizin bize bırakmaları gereken nokta budur! çünkü aslında günah, kavramıngüçsüzlüğüdür. Ama bu tartışmayı daha fazla uzatmamak için tamamen farklı esas zorluğa geçelim.Spekülasyon, günah konusunda, her zaman spekülasyonun zıddını amaçlayan ve ters yönde gelişentörebilimin bertaraf edilemediğini unutmaktadır! Çünkü törebilim, gerçeğin soyutlamasını yapmakyerine bizi gerçeğin içine batırır ve filozoflarımızca çok küçümsenmiş ve ihmal edilmiş bu kategoriyibirey aracılığıyla gerçekleştirmek onun özünde vardır. Günah bireyle ilgilidir; bu günahkâr kendisiolduğu zaman, bireysel bir günahkâr olmak hiçbir şey değilmiş gibi yapmak hafifliktir ve yeni birgünahtır. Burada Hıristiyanlık felsefeye giden yolu bir haç işaretiyle tıkamaktadır; felsefenin, biryelkenlinin ters rüzgârda ilerlemesinin olanaksızlığı gibi zorluktan kaçması olanaksızdır. Günahıngerçekliği bireydeki, sizdeki, bendeki gerçekliğidir; Hegel'in Tanrıbilimi her zaman bireye sırtınıçevirmeye zorlanmakla günahtan ancak gelişigüzel biçimde söz edebilir. Günahın diyalektiği,spekülasyonun diyalektiğine taban tabana zıt yollar izler.Oysa, Hıristiyanlık buradan, günah dogmasından, yani bireyden yola çıkar.2 Bize boşuna insan-tanrıyı,insanın ve Tanrı’nın benzerliğini öğretir, şen veya saygısız içlidışlılık olan her şeyden daha az nefretetmez.2 Çoğu zaman, insanlarda ortak bulunmasına rağmen, günahın, "mezarlıktaki ölülerin bir kulüpoluşturmamaları gibi", herkesi ortak bir kavram, grup, kulüp veya topluluk içinde toplamadığınıgörmemekten dolayı, insan türünün günahı fikri kötüye kullanılmıştır. Aksine günah insanlarıbireyler hâlinde dağıtır ve herkesi günahkâr olarak ayrı tutar. Bu dağıtım diğer taraftanvaroluşun mükemmelliği ile uyum içindedir ve bu mükemmelliğe ereklilik aracılığıyla yönelir. Buçok iyi görülmediği için düşen insan türünün blok olarak İsa tarafından kurtarılması istenmiştir.
Böylece Tanrı yeni bir soyutlama olarak görülmüştür. Bu soyutlamanın da insan türüyle akrabaolduğu ileri sürülmüştür. Yalnızca insansal küstahlığa hizmet eden iki yüzlü bir maske. Çünkübireyin kendini Tanrı'yla akraba olarak hissetmemesi için (ve bu Hıristiyanlığa özgü birdoktrindir) aynı zamanda bunun ağırlığını korku ve titreme olarak hissetmesi gerekir, buakrabalığın ona eski bir buluş olan günah eğiliminin olası kaynağını buldurması gerekir. Bu,birey için bu muhteşem akrabalığa değen, insanlık türünün toptan kurtuluşu ise her şey çokkolaylaşır ve temelde din-dışı bir oluşuma döner. Bu durumda artık taşıdığı bu şey, küçültmesinin,onu yükselttiği kadar ezdiği Tanrı’nın devasa ağırlığı değildir: Birey yalnızca bu soyutlamayakatılmakla, her şeyi formalitesiz kazandığını tasarımlar. Her şeye rağmen insanlık, tek hayvanınher zaman türden daha az değer taşıdığı hayvanlıktan başka bir şeydir. İnsan diğer türlerden,genelde söz edilen üstünlüklerden dolayı farklı değildir yalnızca, aslında bireyin yapısının, tikelintür üzerindeki üstünlüğü ile farklıdır. Ve bu tanım da diyalektiktir, bireyin günahkâr olduğunu,buna karşın mükemmelliğin tek başına yaşamak, tek olmak olduğunu gösterir.Tanrı ve İsa günah doğmasıyla, günahkârın yalnızlığı dolayısıyla, her zaman ve bir kraldan yüz kezdaha iyi bir şekilde, halka, insanlara, yığma, vs. daha özgür bir belgenin gereği olan her şeye karşıtedbirlerini almışlardır. Bu soyutlamalar,dizisi hiçbir şekilde Tanrı için değildir; oğlundacisimleşmiş Tanrı için, yalnızca bireyler (günahkârlar) vardır... Bununla birlikte Tanrı, bir bakışlatüm insanlığı kucaklayabilir ve hatta ayrıca kötülere karşı tüm tedbirlerini alabilir. Tanrı herbakımdan düzenin bir dostudur ve bu amaçla vardır ve her yerde ve her zaman (kitaplarda Tanrı’nınnitelikleri olarak belirtilen ve insanların bazen belirsizce düşündükleri ve hiçbir zaman süreklikafalarında tutmadıkları) her yerdedir. Kavramı, altında bireyselin indirgenemez bir gerçek olarakbulunduğu insanın kavramı gibi değildir; hayır, Tanrı kavramı her şeyi kucaklar, yoksa Tanrı kavramıolamazdı. Çünkü Tanrı bundan bir özetle sıyrılmaz, gerçeği tüm bireysel veya tikel olanı "anlar": Onagöre birey, kavramın altında değildir.Günahın, bireysel günahın, benim sizin günahınızın doktrini, "yığını" dönüşsüz dağıtan doktrin, Tanrıve insan arasındaki yapı farkını hiçbir zaman yapılamadığı kadar kesinlikle derinleştirmiştir... ve güçiçin yalnızca Tanrı vardır! Günah, Tanrı’nın karşısında değil midir? vs. Hiçbir şey insanı Tanrı'dan,her insanın olduğu günahkâr olma olgusu kadar ayırt edemez; çelişkileri koruyan, yani onları tutan,yatışmasını engelleyen şey açıkça budur ve bu konumu sonucunda, iki rengi bir araya getirincezıtlıkların daha iyi ortaya çıkması fark daha da fazla ortaya çıkar. Günah ne inkâr ne de ideal olarakTanrı'ya uymayan insanın tek niteliğidir. Tanrı’nın günah işlemediğini söylemek (inkâr yoluylasonsuzluğunu gösteren şey olan sonlu olmadığını söylemek gibi) bir küfürdür. İnsan olan bugünahkârın yapısı Tanrı'dan çok büyük bir uçurumla ayrılır. Ve aynı uçurum, Tanrı günahları affettiğizaman, karşılık olarak Tanrı'yı insandan ayırır. Çünkü ters yönde bir tür özümseme olanaksızlıkaracılığıyla Tanrısallığı insana aktarabiliyorsa, bir nokta, tek bir nokta; günahların affedilmesisonsuza kadar Tanrı'dan ayrı tutacaktır.Bu aynı dogmanın istediği ve bize Tanrı ile insanın benzerliğini öğreten skandal üst noktasına buradaulaşacaktır.Ama her şeyden önce öznelliğin, bireyin ortaya çıkması skandal aracılığıyladır. Kuşkusuz baştançıkarmaya dayalı skandal, flütçüleri olmayan bir flüt konseri kadar düşünülmesi olanaksızdır; amabir filozof bile bana, aşktan da daha fazla skandal kavramının gerçekdışılığını ve skandalın ancakbirinin varlığı, baştan çıkmak için her bir bireyin varlığı söz konusu olduğu zaman gerçek hâlegeldiğini itiraf edecektir.
O hâlde skandal bireye bağlıdır. Hıristiyanlık buradan yola çıkmaktadır; her insandan bir birey! tikelbir günahkâr oluşturmaktadır ve daha sonra gök ile yer arasında skandal olasılığı adına ne varsatoplamaktadır (ve Tanrı bununla yetinmektedir). Bu durumda her birimize inanmamız için komutverir, yani şunu söyler: Baştan çık veya inan. Başka hiçbir sözcük yok: Her şey budur. Tanrı göklerdeşöyle söylüyor: "Şimdi konuştum, Sonsuzlukta bundan yeniden söz edeceğiz, o zamana kadaristediğini yapabilirsin, ama Kıyamet günü seni bekliyor."Bir yargı! A evet! Bir asker veya denizci ayaklanmasında, deneyim yoluyla, suçluların sayısının fazlaolması durumunda, onları cezalandırmanın söz konusu olmadığını biliriz; ama bir okur kitlesi, değerlive saygın elit ya da halk söz konusuysa, İncil ve Kurtuluş kadar güvenilir gazetelerin yazdığına göresuç niteliği ortadan kalkmakla kalmaz, Tanrı istenci de işin içine girer. Neden bu yön değiştirme?Çünkü yargı fikri yalnızca bireye uygundur, kitleler yargılanmaz; onları katledebiliriz, onlarıpohpohlayabiliriz, kısaca yığma birçok biçimde bir hayvan gibi davranabiliriz; ama insanlarıhayvanlar gibi yargılamak olanaksızdır, çünkü hayvanlar yargılanmaz; sayıları ne olursa olsun,insanları tek tek* yargılamayan bir yargı yalnızca güldürü ve yalandır. Çok sayıda suçlu ile girişimuygulanamazdır; aynı zamanda yargılanamayacak' kadar çok sayıda olmaları, tek tek yargı önüneçıkarılamamaları, bunun gücümüzün dışında olması, böyle bir yargıyı düşlememizin boşluğunuhissetmemize yol açtığı için her şeyi kendi hâline bırakırız, bu nedenle onları yargılamaktanvazgeçmemiz gerektiğini düşünüyoruz.* Bu nedenle, Tanrı "Yargıç"tır; çünkü kitleyi göz önünde bulundurmaz ve yalnızca bireyleri tanır.Tüm aydınlığı ile, Tanrı'ya insansal biçimler ve duygular atfetmeyi yakışıksız bulan çağımız bunarağmen Tanrı'yı bir yargıç, basit bir sulh yargıcı veya bu kadar geniş bir dava ile bunalmış bir askerîyargıç olarak görmeyi yakışıksız bulmamaktadır;aynı zamanda sonsuzluğun içinde olmak içinbirleşmek ve papazların vaazlarından emin olmak yeterlidir. Ve başka türlü konuşmaya cesaret edenkişi, hem yaşamını üzüntü ile ve korkutucu ve titretici sorumluluk ile yükleyecek ve hem dediğerlerinin yaşamını izleyecek kadar budala bir kişi varsa: Olsun! Güvenliğimiz için onu bir çılgınolarak ilân edelim veya gerekirse öldürelim. Yeter ki çok sayıda olalım o zaman bu haksızlık olmaz.Aptallık veya modası geçmiş eksiklik, çok sayıda kişinin haksızlık yapabileceğine inanmaktır; yaptığışey Tanrı’nın istencidir. Bu bilgelik, deney bize -çünkü nihayet, toy saflar değiliz, havaya değilağırlıklı insanlar olarak konuşuyoruz- buraya kadar tüm insanların, imparatorların, kralların vebakanların bilgeliğin önünde eğildiklerini göstermektedir; buraya kadar tüm yaratımlarımızı iktidaratırmandıran bu bilgeliktir, şimdi onun önünde eğilme sırası Tanrı'dadır. Yalnızca çok sayıda olmakbizi sonsuzluğun yargısına karşı güvende tuta-çaktır. Yalnızca sonsuzluğun içinde birey hâlinegeliniyorsa, tabii ki çok sayıda olacağız. Ama daha önceden birey olduk ve Tanrı karşısında bireyolmayı sürdürüyoruz, hatta aynalı dolabın içine kapanmış insan, her birimizin, saydamlığı içindeTanrı karşısında olduğundan daha az rahatsız olacaktır. Bilinç budur. Her şeyi düzenleyen odur, öyleki hatalarımızın ardından hemen bir tutanak düzenlenir ve bunun redaktörü suçlunun kendisidir. Amasonsuzluk bilinçleri gözden geçirdiği zaman, bu tutanak ancak sonsuzun ışığında okunabilir hâle geleniçten bir mürekkeple yazılır. Aslında sonsuzluğun içine girerek, işlenmiş veya unutulmuş en ufakgünahlarımızın titiz bir listesini taşıyan ve hazırlayan bizleriz. Bu durumda bir çocuk sonsuzluktakiadaleti verebilir; gerçekte en ufak sözlerimize kadar her şey kaydedildiği için bir üçüncü kişi içinyapılabilecek hiçbir şey yoktur. Buradan sonsuza giden yol üzerindeki suçlu, trenin hızıyla cinayetyerinden ve cinayetinden kaçan katille aynı yazgıyı taşır; ne yazık ki! Katili götüren yol boyunca,gelecek istasyonda onun yakalanması emrini aktaran telgraf teli vardır. Garda vagondan indiğinde
tutukludur, bu şekilde sonunu kendi taşımıştır.O hâlde skandal, hataların bağışlanacağından umutsuzluğa düşmektir. Ve skandal, günahı daha yukarıbir dereceye çıkarır. Skandalı gerçekten günah gibi sayma yoksunluğu nedeniyle genelde skandalunutulur ve onun hakkında bir sözcük söylemek yerine, günahın söz konusu olmadığı yerdegünahlardan söz edilir. Skandalın günahı daha üst bir dereceye taşıdığı daha az söz konusu edilir.Niçin? Çünkü, Hıristiyanlığın aksine, günah inancın değil erdemin zıddı olarak görülür.
III-HIRiSTİYANLIĞIN OLUMLU BiR BiÇiMDE TERK EDiLMESi.
HIRiSTiYANLIĞI REDDETMENiN GÜNAHIBu, Kutsal Ruh'a karşı işlenen günahtır. Burada ben umutsuzluğun en yüksek derecesine ulaşmaktadır;yalnızca Hıristiyanlığı kendinden uzağa fırlatmaktadır, Hıristiyanlığı yalan ve masal olarakdeğerlendirmektedir... bu, ben'in sahip olmak zorunda kaldığı, kendinin canavarca umutsuzlanmışfikridir.Günah, içinde insanın taktik değiştirdiği ve Tanrı ile arasındaki bir savaş olarak yorumlandığı zamangünahın gücünün eksilişi ortaya çıkar; gücünün artışı, savunmadan saldırıya geçmesidir. Önce günahumutsuzluktur ve gizlenerek savaşılır. Daha sonra ikinci bir umutsuzluk gelir, günahındanumutsuzluğa düşülür; burada hâlâ gizlenerek veya geri çekilme bölgelerinde saklanarak, ama herzaman geri çekilerek savaşılır. Daha sonra taktik değişikliği: Gitgide kendi içine dalmasına veböylece kendinden uzaklaşmasına rağmen günahın yaklaştığı ve gitgide kendisi hâline geldiğisöylenebilir. Günahların affedilmesinden umutsuzluğa düşmek, Tanrısal bağışın bir armağanıkarşısındaki olumlu bir davranıştır! bu artık tamamen geri çekilme veya savunma içindeki bir günahdeğildir. Ama Hıristiyanlığı masal ve yalan olarak fırlatıp atmak, saldırıdır. Bundan önceki tümtaktik, özet olarak üstünlüğü rakibe veriyordu. Şimdi saldıran günahın kendisidir.Kutsal Ruh'a karşı olan günah, skandalın olumlu biçimidir.Tanrı’nın insansal içlidışlılığa karşı skandalın olabilirliğini, kendini koruyan garanti şeklinde tutmakoşuluyla, Hıristiyanlığın dogması, İnsan-Tanrı dogmasıdır, Tanrı ile insan arasındaki akrabalıktır.Skandalın olabilirliği tüm Hıristiyanlığın diyalektik kaynağıdır. Skandalsız Hıristiyanlık paganizminaltında kalır ve bir paganın Hıristiyanlığı saçma sapan şeyler olarak değerlendirmesine neden olacakboş düşleri benimser. İnsanın, Tanrı'yı İsa'ya yakınlaştırmasının gücüne, gözü pekliliğine, umudunasahip olacak kadar Tanrı'ya yakın olmasını hangi insan kafası düşünebilirdi? Ve olduğu gibidolambaçsız, eksiksiz, özgürce ele alındığında Hıristiyanlık, paganizm adını alan bu Tanrısalın şiiriinsanın deliliği olarak kabul edilirse, bu durumda bir tanrının bunaklığının bir buluşudur; böyle birdogma yalnızca aklını yitirmiş bir tanrının düşüncesi olabilir... hâlâ aklını yitirmemiş bir insan busonuca varacaktır. Eğer insan içtenlikle, cisimleşmiş tanrının arkadaşı olmak zorundaysa bu tanrıShakespeare'in Prens Henry'sinin* bir benzeri olacaktır.* Henry IV'te.Tanrı ve insan sonsuz bir yapı farkının ayırdığı iki yapıdır. Bunu hesaba katmayan her doktrin insaniçin bir delilik, Tanrı'ya karşı saygısızlıktır. Paganizmde Tanrı'yı insana getiren, insandır (insanbiçimli tanrılar); Hıristiyanlıkta insan olan Tanrı'dır (İnsan-Tanrı)..ama Tanrı bununla birliktebağışının, acımasının bu sonsuz iyiliğine koymamazlık edemeyeceği bir koşul, tek bir koşul koyar. Bukoşulu koymak zorunda kalan İsa'nın üzüntüsünün nedeni budur, bir hizmetkârın giysileriylealçalabilir, işkenceye ve ölüme dayanabilir, hepimizi kendisine dönmeye, yaşamımızı adamayaçağırabilir, ama skandala karşı çıkamaz! Olasılığını yok edemez. Ey biricik davranış! Ve aşkınınşifresi çözülemeyen biricik üzüntüsü, Tanrı’nın bu güçsüzlüğü, hatta bu aşk eyleminin bizim için tamzıddına, en uç sefaletimize dönmemesini istemiştir! Çünkü insan için en kötü olan, günahtan da dahakötü olan, İsa'ya kızmak ve skandalın içinde ayak diremektir. Ve "Aşk" olan İsa'nın bile engelolamadığı şey budur. Bize şunu söylüyor: "Bana hiç kızmayan insanlar mutludur". Çünkü dahafazlasını yapamaz. Bu durumda yapabileceği şey, gücünün yettiği şey, aşkıyla bir insanınmutsuzluğunu, hiç kimsenin bunu kendi mutsuzluğu değilmiş gibi yapmayı başaramamasıdır. Ey aşkınkavranamaz çelişkisi! Onun, bu aşk eylemini bitirmemesinin katılığına sahip olmasına engel olan bu
aşkın kendisidir; yazık! Buna rağmen bir insanı başka türlü olmadığı şekilde mutsuz ediyor!Ama bundan insan olarak söz edelim. Her şeyin aşkla feda edildiği bu sevme gereksinimini hiçbirzaman hissetmemiş olan bir ruhun, hiçbir zaman feda edememiş olan ruhun yoksulluğu! Ama aşkınınbu fedakarlılığı bile ona bir başkasının, sevilen bir varlığın en korkunç mutsuzluğunun olanağınıkeşfettirirse bu ruh ne yapacaktır? Veya bu durumda aşk onda enerjisini kaybedecek ve güçlü biryaşamdan melankolinin sessiz kuşkularına düşecektir ve bu ruh aşktan uzaklaşarak, hayal meyalgördüğü eylemi yüklenmeye cesaret etmeyerek, eylemekten değil eyleyebilme korkusundan batacaktır.Çünkü bir ağırlık kaldıracın ucundaysa ve onu başka bir kaldıraçla kaldırmak gerekirse bu ağırlığınsonsuzca daha ağır çekmesi gibi her eylem diyalektik hâle gelerek sonsuzca daha ağır çekecektir vebu diyalektik aşkla karmaşıklaştığı zaman, aşkın sevilen için yapmaya ittiği şeyi, sevilen içinhissedilen kaygıyı karşılık olarak salık vermiyor göründüğü zaman ağırlığı sonsuzlaşır.Veya_aşk_kazanacaktır ve bu insan aşk aracılığıyla eylemeye cesaret edecektir. Ama sevme coşkusuiçinde (aşk özellikle tamamen fedakarlık ise her zaman coşkudur) derin hüznü eylemin bu olabilirliğiolacaktır! Aynı zamanda aşkının bu eylemini, fedakarlığı (kendisi için bu denli sevinç kaynağı olan)ancak gözyaşlarıyla yapacaktır: Çünkü her zaman, içselliğin tarihinin bir resmi olarak adlandırdığımşeyin üstünde olabilirin uğursuz gölgesi yüzer. Ve bununla birlikte, bu baskın gölge olmadan eylemi,gerçek aşkın eylemi olacak mıydı? Okur dostum, yaşamda ne yapabileceğini bilmiyorum, ama şimdibeynini zorla, tüm aldatıcı görünüşlerden kurtul, bir kez dobra dobra ilerle, içine kadar tüm duygunusoy, genelde okuru kitabından ayıran bütün surları yık veShakespeare'i oku... seni titreten çelişkileri göreceksin. Ama gerçek çelişkilerin, dinsel çelişkilerinkarşısında Shakespeare bile kaygıyla geri çekilmiş görünüyor. Kendilerini ifade etmek için belki deancak tanrıların lisanını hoş görüyorlar. İnsanın yoksun bırakıldığı lisan; çünkü bir Grek'in çok iyisöylediği gibi, insanlar bize konuşmayı tanrılarsa susmayı öğretiyorlar.Tanrı ile insan arasındaki bu sonsuz yapı farkı; işte hiçbir şeyin olabilirliğini bertaraf edemeyeceğiskandal. Tanrı aşkla kendini insan yapıyor ve bize şöyle diyor: İnsan olmanın ne olduğunu görün; amaşunu da ekliyor: Dikkat edin aynı zamanda ben Tanrı'yım...ve benden hiç rahatsız olmayanlar ne kadarmutlu. Ve insan olarak alçakgönüllü bir hizmetkârın dış görünüşüne bürünüyorsa bunun nedeni, bualçakgönüllü görünümün hepimizin durumunu göstermesi, hiç kimsenin kendini O'na yaklaşmadanayrık tutulduğuna inanmaması ve bunun için saygınlığa gereksinim olmadığına inanması içindir.Aslında Tanrı alçakgönüllü olandır. Şöyle diyor: Bana doğru görününüz ve insanın ne olduğuna iyiceinanınız; ama aynı zamanda dikkatli olun, aynı zamanda Tanrı'yım.. .ve benden hiç rahatsızolmayanlar çok mutludur. Ya da tersine'-Babamla ben bir bütünüz ve bununla birlikte ben bu yoksul,bu alçakgönüllü, bu insan şiddetine terk edilmiş kimsesiz insanım... ve benden rahatsız olmayanlarane mutlu. Ve yoksul bir insan olan ben, aracılığımla sağırlar duyuyorlar, körler görüyorlar ve sakatlaryürüyorlar ve cüzzamlılar iyileşiyor ve ölüler dinliyorlar...evet, benden hiç rahatsız olmayanlar çokmutludur.Bu nedenle İsa'nın bu sözünün, İsa'nın son yemeğinin sözleri olan "Herkes kendini incelesin" sözükadar olmasa da çok fazla önemi vardır. Çünkü bunlar İsa'nın kendi sözcükleridir ve özellikle bizHıristiyanlara aralıksız bunları belirtmek, yinelemek ve her birimize tekrar tekrar söylemek düşer.Bunların söylenmediği her yerde3 en azından Hıristiyanlığa özgü anlatımın düşüncelerini hiçsızmadığı her yerde Hıristiyanlık sadece saygısızlıktır. Çünkü ona geçidi açacak ve insanlara geleninkim olduğunu anlatacak ne muhafızları ne de hizmetkârları olmadığı için İsa bu dünyadanalçakgönüllü bir hizmetkâr olarak geçmiştir. Ama skandalın tehlikesi (aşkının temelindeki-üzüntüsü
buradaydı!) O'nu koruyordu ve O'nunla ve en çok sevdiği ve kendisine en yakın olanlar arasındabüyük bir uçurum oluşturarak O'nu koruyordu.Aslında hiç baştan çıkmayan kişinin inancı bir tapmadır. Ama inancı ortaya çıkaran hayran olmakaynı zamanda mümin ile Tanrı arasındaki yapı farkının sonsuz bir uçurum olduğunu gösterir. Çünküinancın içinde günah eğilim tehlikesi diyalektik güç olarak bulunur.43-Ve hemen hemen hiçbir Hıristiyan bu sözcükleri söylemez; defalarca bu kadar içsel olan birvurgu ile bizim skandala karşı tedbir almamızı söyleyen ve yaşamının sonlarına doğruhavarilerine, onun için her şeylerini bırakan ve başından beri sadık yoldaşları olan havarilerinebunları tekrar eden kişinin İsa olduğunu gerçekten unuttukları için mi bunları söylemiyorlar?Veya bunun nedeni sessizliklerinin İsa'nın bu uyarılarını abartılı biçimde korkutucu bulmalarımıdır, çünkü sayısız deney en ufak bir skandal fikrine hiçbir zaman sahip olmadan İsa'yainanılabilineceğini gösteriyor. Ama bu, skandalın sözde Hıristiyanlar arasında ayıklama yapacağızaman ortaya çıkması gereken bir yanlışlık değil midir?4-Burada gözlemciler için ufak bir sorun var. Öğreten ve yazan, buradaki ve başka yerdeki tümpapazların inançlı Hıristiyanlar olduklarını kabul edelim; o hâlde günümüzde tamamen doğalolan şu duanın hiç duyulmaması ve okunmaması nasıl mümkün oluyor: Tanrım, hiçbir zamankimseden Hıristiyanlığın zekâsını istemediğin için sana şükrediyorum; bunu isteseydinmutsuzların en mutsuzu olurdum. Onu anlamaya ne kadar çalışırsam onu o kadar anlaşılmazbuluyorum ve yalnızca skandalın olabilirliğini keşfediyorum. Bu nedenle ben'deki Hıristiyanlığıgeliştirmen için sana yalvarıyorum.Bu dua ortodoksluğun ta kendisi ve bunu söyleyen dudakların samimi olduğunu varsayarsak, budua günümüzün tüm Tanrıbilimi için günahsız bir ironiye sahip olacaktır. Ama bu dünyada inançvar mıdır?Ama burada söz konusu olan skandal çok daha olumludur, çünkü Hıristiyanlığı masal ve yalan olarakdeğerlendirmek, İsa'yı da aynı şekilde değerlendirmek demektir.Bu tür günah eğilimini gözler önüne sermek için farklı biçimlerini gözden geçirmek doğru olacaktır;ilke olarak her zaman paradokstan kaynaklandığına göre (yani İsa'dan) bu durumda Hıristiyanlığıtanımladığımız her defa skandalı tekrar buluyoruz ki bu, İsa'yı telaffuz etmeden, kafamızda İsa'yı hazırtutmadan yapılamaz.İnsansal olarak günah eyleminin en masumu ve alt derecesi, İsa'nın sorusunu belirsiz olarakbırakmaktır; bu, karar verme yetkisinin olmadığı sonucuna varmaktır, inanılmadığını amayargılanmaktan kaçınıldığını söylemektir. Bu da ötekileri gibi bir skandaldır, çoğu kez gözden kaçar.Hıristiyansal buyruğun "zorundasın"ı tamamen unutulmuştur. Böylece İsa'yı kayıtsızlığın içindebırakma eğilimi görülmez. Bununla birlikte Hıristiyanlık olan bu mesaj bizim için yalnızca İsakonusunda bir karara varmanın buyruksal ödevini gösterebilir. Eğer bunu bilirsen bu konuda hiçbirfikrinin olmaması skandaldır.Bununla birlikte Hıristiyanlığın bilinen vasatlıkla öğretildiği bizimki gibi bir zamanda bu buyruğubazı kayıtlarla anlamak gerekir. Çünkü kuşkusuz ne kadar çok insan bu buyruğun hiçbir sözcüğünüduymadan Hıristiyanlığın öğretildiğine tanık olmuştur. Ama daha sonra, onun hakkında fikriolmadığını öne sürmek, bu günah eğilimidir. Aslında bu, İsa'nın tanrısallığını yadsımak, herkesin bir
kanı taşıması hakkını almaktır. İsa'nın telaffuz edilmediği, İsa konusunda ne evet ne hayır dememekşeklinde yanıt vermek faydasızdır. Bu durumda size İsa hakkında bir kanıya sahip olmak zorunda olupolmadığınızı bilmek konusunun sizin için önemli olup olmadığı sorulacaktır. Ve yanıt hayırsa, kendituzağınıza düşmüş olacaksınız; ve yanıt evetse Hıristiyanlık yine de sizi suçlayacaktır, çünkühepimizin bu konuda ve aynı zamanda İsa üzerine bir kanımızın olması gerekir ve hiç kimse İsa'nınyaşamını önemsiz bir merak olarak değerlendirme yüzsüzlüğünü göstermemelidir. Tanrı cisimleştiğive insan hâline geldiği zaman bu, küstah bir sözcüğe göre, Tanrı’nın varlığından ayrılamayan bu cansıkıntısından kurtulmak için yaratılan bir fantezi, bir buluş değildir...kısaca bu, bunun içine serüvenkoymak için değildir. Hayır, Tanrı’nın bu eylemi, bu olgu yaşamın gerçeğidir. Ve bu gerçeğin gerçeği,herkesin bu konuda bir kanısının olmasının buyruksal bir ödev olmasıdır. Bir hükümdar bir taşraşehrinden geçerken bir memurun kendini onu selamlamakla yükümlü görmemesi hükümdar için birhakarettir; ama kralın şehre gelişini bile bilmiyor görünen, başkalarına benzemeyeni oynayan veböylece Majestelerine ve Yasasına aldırmayan bir memur hakkında o ne düşünecektir! Tanrı’nıninsan olmak hoşuna gittiği ve birinin (çünkü insan ile Tanrı arasındaki ilişki, memur ile kral arasındavardır) şunu demeyi uygun gördüğü zaman durum aynıdır: Evet! Bu bir kanıya sahip olmayıdüşünmediğim bir nokta. Böylece temelde meydan okunan bir şeyden aristokrat olarak söz ediliyor:Böylece dürüst olmak istenen bu yükseklikte sadece Tanrı'ya meydan okunmuştur.Olumsuz olan günah eğiliminin ikinci biçimi bir ıstıraptır. Kendini yaşamın çalkantılarının içineatarak tüm bu Isa sorununu askıda bırakmanın dışında İsa'yı unutmanın olanaksızlığı kuşkusuz çok iyihissedilir. Ama inanmada daha az yetersiz olunmaz, her zaman aynı ve tek noktada paradoksta ayakdirendir. Bu da Hıristiyanlığı onurlandırmaktır, "İsa hakkında ne düşünüyorsun?" sorusunun aslındadenektaşı olduğunu söylemektir. Günah eğiliminde bu şekilde direnen insan, yaşamını bir gölge gibigeçirir; bu yaşam kendini tüketir, çünkü her zaman özünde aynı sorun etrafında döner. Ve gerçekdışıyaşamı (aşkta, mutsuz bir aşkın acısı gibi) Hıristiyanlığın tüm derin özünü çok iyi ifade eder.Günah eğiliminin son biçimi, bu son bölümü anlattığı olumlu biçimidir. Hıristiyanlığı masal ve yalanolarak değerlendirir, İsa'yı (ister var olsun, ister söylediği şekilde var olsun) doketeslerin* veakılcıların modası ile yadsır: Bu durumda ya İsa artık bir birey değildir, ama yalnızca insansal birgörüntüsü vardır ya da sadece bir insandır, bir bireydir; böylece doketeslerle birlikte gerçek iddiasıolmadan şiirin veya mitin içinde kaybolur veya akılcılarla birlikte Tanrısal dua olma savındabulunamayan bir gerçeğin içine dalar. İsa'nın, paradoksun bu inkârı Hıristiyanlığın da inkârına yolaçar, günahın, günahların affedilmesinin inkârı, vs.* Doketes: Hıristiyanlığın ilk sapkınları, (ç.n.)Bu günah eğiliminin bu biçimi Kutsal Ruh'a karşı günahtır. Musevilerin İsa'nın şeytanları Şeytan'lakovduğunu söylemesi gibi bu skandal da İsa'yı şeytanın bir buluşu hâline getirmektedir.Bu günah eğilimi en üst dereceye çıkmış günahtır. Hıristiyanlığa özgü biçimde günahı inancın zıddınayerleştirememekten dolayı bu olgu görülemez.Aksine, birinci kısımdan beri (birinci kitap, birinci bölüm) umutsuzluğun hiç bulunmadığı bir ben'indurumunu formüle ettiğimiz zaman tüm bu kitabın temelini oluşturan çelişkiyi ortaya çıkarmış olduk:Ben, kendisi ile ilişkisi içinde, kendisi olmak isterken, kendi saydamlığı içinde, onu ortaya koyangücün içine dalmaktadır. Ve birçok kez anımsattığımız gibi bu formül inancın tanımıdır.
Table of ContentsÖLÜMCÜL HASTALIK UMUTSUZLUKiçindekilerÇevirenin önsözüÖNSÖZGirisBirinci Kitap - UMUTSUZLUK ÖLÜMCÜL BiR HASTALIKTIR.II. GÜCÜL (POTANSiYEL) UMUTSUZLUK VE GERÇEK UMUTSUZLUKIII. UMUTSUZLUK, "ÖLÜMCÜL HASTALIKTIR.İkinci Kitap - UMUTSUZLUGUN EVRENSELLiĞiÜçüncü Kitap - UMUTSUZLUĞUN KiŞiLEŞTiRiLMELERiI- BiLiNÇ AÇISINDAN DEĞiL DE YALNIZCA BENiN SENTEZiNiN ETKENLERi AÇISINDANELE ALINAN UMUTSUZLUK ÜZERiNEA. Sonlunun ve sonsuzun ikili kategorisi içinde ele alınan umutsuzluka)Sonsuzluğun umutsuzluğu veya sonlunun eksikliğib)- Sonludaki umutsuzluk veya sonsuzluğun eksikliğiB- Olabilirin ve zorunlulugun ikili kategorisi açısından ele alman umutsuzluka-Olabilirin umutsuzluğu veya zorunluluğun eksikliğib) Zorunluluk içindeki umutsuzluk veya olabilirin eksikliğiII-BiLiNÇ KATEGORiSi ALTINDA ELE ALINAN UMUTSUZLUKA. Kendini bilmeyen umutsuzluk veya bir ben'e, sonsuz bir ben'e sahip olundugunun umutsuzcabilinmeyisiB. Varlıgının, dolayısıyla herhangi bir sonsuzluga ait bir ben'e sahip olmanın bilincindeki umutsuzluk/ve bu umutsuzluğun iki biçimi birinde kendi olmayı istememek, diğerinde kendi olmayı istemeküzerine.a-Kendi olunmanın istenmediği umutsuzluk veya zayıflığın umutsuzluğu üzerine1- Geçicinin veya Geçici Bir Seyin Umutsuzlugu2. Sonsuza veya Kendine Göre UmutsuzlukB- Kendi olunmanın istendigi umutsuzluk veya meydan okuma umutsuzlugu üzerine
Dördüncü KitapI-BEN BiLiNCiNiN DERECELERi (TANRI KARŞISINDAKi UNVAN)EK:GÜNAHIN TANIMI SKANDAL OLASILIĞINI iÇERiR; SKANDAL ÜZERiNE GENEL GÖZLEMII-GÜNAHIN SOKRATESÇi TANIMIIII-GÜNAH BiR OLUMSUZLUK OLMAYIP BiR KONUMDUR.Dördüncü Kitaba Ek:GÜNAH BU DURUMDA BiR iSTiSNA OLMUYOR MU? (AHLÂK)Besinci Kitap GÜNAHIN SÜRMESiGÜNAHKÂRLIĞINDAN UMUTSUZLUĞA DÜŞMENiN GÜNAHIII-GÜNAHLARIN AFFEDiLMESi KONUSUNDA UMUTSUZLUĞA DÜSMENiN GÜNAHI(GÜNAH EGiLiMi)III-HIRiSTİYANLIĞIN OLUMLU BiR BiÇiMDE TERK EDiLMESi.HIRiSTiYANLIĞI REDDETMENiN GÜNAHI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder