ÖLÜMCÜL HASTALIK UMUTSUZLUK
SØREN KIERKEGAARD
“Ve kum saati, dünyanın kum saati boşaldı ve yüzyılın tüm gürültüleri sustu; çılgın ve kısır çabamızbitti, yakınlarına gelince, sonsuzlukta olduğu gibi —erkeğin veya kadının, zenginin veya yoksulun,kölenin veya efendinin, mutlunun veya mutsuzun olduğu gibi- her şey sessizlik içindedir; başın istertacın parıltısını taşısın ister basit insanların arasında kaybolsun, ister yalnızca günlerin sıkıntılarınave alınterlerine sahip ol, ister dünya durduğu sürece ünün yüceltilsin, ister isimsiz ve unutulmuşolarak sayısız kalabalıkların içinde kaybol, ister seni kaplayan bu görkem tüm insansal betimlemeleriaşsın, ister insanlar, ne olursan ol seni yargıların en acısı, en alçaltıcısı ile vursunlar, sonsuzluk milyonlarca benzerinden her biri için olduğu gibi senin için de tek bir konuda bilgiyle donanacaktır:Yaşamının umutsuz olup olmadığı ve umutsuzsa bunu bilip bilmediğin veya bu umutsuzluğu bir korkugizi gibi, suçlu bir aşkın meyvesi gibi içine sokup sokmadığından veya umutsuz olarak ve diğerlerinenefret duyarak öfkeye kapılıp kapılmadığın konusunda.
Ve eğer yaşamın yalnızca umutsuzluğutaşıyorsa gerisinin hiçbir önemi yoktur! İster zaferler isterse yenilgiler söz konusu olsun, senin içinher şey kaybedilmiştir, sonsuzluk seni artık hiç içine almaz, seni hiç tanımamıştır veya daha da kötüsüseni tanırken seni kendi ben'ine, umutsuzluğun ben ine çiviler!”Çeviri: M. Mukadder Yakupoğlu
DOĞUBATI YAYINLARI
Özgün Metin: Sygdommen til DödenÇeviride Kullanılan Metin: Traite du desespoir, Gallimard/1973©Doğu BatıFransızcadan Çeviren: Mehmet Mukadder YakupoğluYayıma Hazırlayan: Necmettin SevilDoğu Batı Yayınları Selanik Cad. 23/8 Kızılay - Ankara Tel: 0312 425 68 64 - 425 68 65 e-mail:dogubati@dogubati.comwww.dogubati.com
içindekiler
ÖLÜMCÜL HASTALIK UMUTSUZLUK 1
Çevirenin önsözü
3ÖNSÖZ 4Giris 5Birinci Kitap - UMUTSUZLUK ÖLÜMCÜL BiR HASTALIKTIR. 6II. GÜCÜL (POTANSiYEL) UMUTSUZLUK VE GERÇEK UMUTSUZLUK 7III. UMUTSUZLUK, "ÖLÜMCÜL HASTALIKTIR. 8ikinci Kitap - UMUTSUZLUGUN EVRENSELLiGi 10Üçüncü Kitap - UMUTSUZLUGUN KiSiLESTiRiLMELERi 12I- BiLiNÇ AÇISINDAN DEGiL DE YALNIZCA BENiN SENTEZiNiN ETKENLERi AÇISINDANELE ALINAN UMUTSUZLUK ÜZERiNE
13A. Sonlunun ve sonsuzun ikili kategorisi içinde ele alınan umutsuzluk 13a)Sonsuzluğun umutsuzluğu veya sonlunun eksikliği 13b)- Sonludaki umutsuzluk veya sonsuzluğun eksikliği 14B- Olabilirin ve zorunlulugun ikili kategorisi açısından ele alman umutsuzluk 15a-Olabilirin umutsuzluğu veya zorunluluğun eksikliği 15b) Zorunluluk içindeki umutsuzluk veya olabilirin eksikliği 16
II-BiLiNÇ KATEGORiSi ALTINDA ELE ALINAN UMUTSUZLUK 18
A. Kendini bilmeyen umutsuzluk veya bir ben'e, sonsuz bir ben'e sahip olundugunun umutsuzcabilinmeyisi 18B. Varlıgının, dolayısıyla herhangi bir sonsuzluga ait bir ben'e sahip olmanın bilincindeki umutsuzluk/ve bu umutsuzlugun iki biçimi birinde kendi olmayı istememek, digerinde kendi olmayı istemeküzerine. 20a-Kendi olunmanın istenmediği umutsuzluk veya zayıflığın umutsuzluğu üzerine 211- Geçicinin veya Geçici Bir Seyin Umutsuzlugu 222. Sonsuza veya Kendine Göre Umutsuzluk 26B- Kendi olunmanın istendigi umutsuzluk veya meydan okuma umutsuzlugu üzerine 29Dördüncü Kitap 32I-BEN BiLiNCiNiN DERECELERi (TANRI KARSISINDAKi UNVAN) 33EK: 35GÜNAHIN TANIMI SKANDAL OLASILIGINI iÇERiR; SKANDAL ÜZERiNE GENELGÖZLEM 35II-GÜNAHIN SOKRATESÇi TANIMI 37III-GÜNAH BiR OLUMSUZLUK OLMAYIP BiR KONUMDUR. 40Dördüncü Kitaba Ek: 42GÜNAH BU DURUMDA BiR iSTiSNA OLMUYOR MU? (AHLÂK) 42
Besinci Kitap GÜNAHIN SÜRMESi 43GÜNAHKÂRLIGINDAN UMUTSUZLUGA DÜSMENiN GÜNAHI 45II-GÜNAHLARIN AFFEDiLMESi KONUSUNDA UMUTSUZLUGA DÜSMENiN GÜNAHI(GÜNAH EGiLiMi) 47III-HIRiSYANLIGIN OLUMLU BiR BiÇiMDE TERK EDiLMESi. 52HIRiSTiYANLIGI REDDETMENiN GÜNAHI 52
Çevirenin önsözüSeren Kierkegaard; şu Danimarkalı filozof, varoluşçuluğun babası. Bu klişelerle Kierkegaard ismiçerçevesinde gizemli bir hava oluşmuştur. Hıristiyan bir filozof, ama yapıtları tanrıtanımazfilozofların en önemli başvuru kaynağı olmuştur (Sartre, Heidegger, Bataille).
Kierkegaard bir dinin çerçevesi içinde yapıtlar vermesine rağmen aynı zamanda insanoğlunun entemel sorunlarını ortaya koymuştur. Kierkegaard birden ve doğrudan varoluş gizeminin içinegirmiştir. Hegel'de en üst noktasına ulaşan akıl ve sistem felsefesine karşı bireyin varoluşununakıldışılığını, paradoksunu ortaya çıkarmıştır.
Gençlik yapıtı Korku ve Titreme 'de İbrahimPeygamber'in oğlunu Tanrı'ya kurban etme girişimini betimleme yoluyla varoluşun kaçınılmaz sonucuolan inancın akıldışı, paradoksal, anlaşılmaz yanını çok çarpıcı bir biçimde vermiştir. İnanç akıllaaçıklanamaz. İnancın içinde varoluşun gizeminin akıldışılığı vardır.İnsan sonlu varlığının içine kapanır ve mutluluğu bu sonluluğun içinde ararsa umutsuzluğa düşer,çünkü onu yaratan güçle olan bağlantısını kesmiştir.
Kierkegaard kendi umutsuzluğunun ve diğerinsanların umutsuzluğunun kaynağını, varlığın aşkın (transandan) yanıyla olan ilişkisinin kesilmesindegörür; çünkü "insan sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun birsentezidir."
O hâlde umutsuzluk evrenseldir, çünkü insan sonluluk-tan sonsuzluğa geçişi umutsuzluk yoluylagerçekleştirir. Umutsuzluk kaçınılmazdır, insanın, karşıtların bir sentezi olmasının, daha doğrusudiyalektik bir varlık oluşunun bir gereğidir. Sonlu varlığı ile sonsuz varlığı arasına sıkışan insankendi olma sürecini umutsuzluk içinde yaşar.
Kierkegaard için umutsuzluk ölümcül hastalıktır. "Bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığınfiziksel ölümle sona ermesinden çok, bu hastalığın işkencesi, can çekişen, ama ölemeden ölümlesavaşan kişi gibi ölememektedir, sürekli bir can çekişme hâli içindedir. "Ölümcül hastalık daranlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme giden bir hastalık demektir. Ve umutsuzlukbudur." Umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir şey olmamasıdır.
Kierkegaard’ın fikirlerinin tam zıddına çağımız tıp biliminin görüşleri yerleşmektedir. Kapitalist-teknolojik devinimin hegemonyası altında kalan tıp bilimi umutsuzluğu bazı insanların yaşamlarınınbelirli sürelerinde yakalandığı depresyon (melankoli) hastalığının bir semptomu olarakdeğerlendirmektedir. Kierkegaard’ın umutsuzluğu reddetmenin, umutsuz olmadığını söylemenin deumutsuzluk olduğunu belirttiği durumu aynen tıp dünyasının içinde görüyoruz.
Umutsuzluğumaddeselleştir meye çalışan psikiyatri, anti-depresan adını verdiği bir grup ilaçla yaratmak istediğibiyo-kimyasal değişimlerle insan ruhunu umutlu, mutlu bir hâle çevirmeye çalışmaktadır! DünyadaKierkegaard'ı okumuş ve anlamış psikiyatr sayısı ne kadardır?Duygusal ve maddî koşullarımız ne olursa olsun hepimizi saran umutsuzluğu bugünün bilgisel vebilimsel paradigması içinde açıklayamayız. Bu paradigmanın içinde umutsuzluk bir uyumsuzluğunsonucu gibi algılanmaktadır. Kierkegaard’ın buna yanıtı açık ve kesindir: "Umutsuzluk uyumsuzluğundeğil, kendine yönelen ilişkinin bir sonucudur."O hâlde insan zorunlu olarak hastadır.
Çünkü sonsuzluk onun ruhunun bir bütünleyicisidir. "içimizdesonsuzluk olmadan umutsuzluğa düşemeyiz; ama eğer umutsuzluk ben'i yok edebilseydi o zamanumutsuzluk da olmazdı." Sonsuzluğa inançsız olarak kendi çabasıyla ulaşmaya çalışması insanıölümcül hasta yapmaktadır. İnsanın kendi başına sonsuzluğa ulaşma gücü yoktur. Kierkegaard'a göre ben'in gelişimi umutsuzluktan geçer. Umutsuz olunmadan ben'i aşkın gerçeğiyleyüz yüze getiremeyiz. "Kendi olmaya cesaret etmek aslında bir bireyi, şunu veya bunu değil, Tanrıkarşısında çabasının ve sorumluluğunun devasalığı içinde yalnız bir bireyi gerçekleştirmeye cesaretetmektedir." Varoluş serüveni ben'in kendi olma serüvenidir.
Bu bir ben olarak Tanrı'nın,yaratıcısının karşısına çıkma cesaretidir.Kendi olmaya cesaret edemeyenin inancı olamaz. Kierkegaard'da inanç bir anda kendiliğinden,tepeden inen bir olay değildir. Büyük çabaların sonucunda ulaşılacak tepe noktasıdır. Bu tepediyalektiktir, paradoksaldır. Sevdiğini yaratıcısına kurban etme paradoksudur. Kierkegaard içininancın formülü şudur: "Ben'in, kendine dönerken, kendi olmak isterken, saydamlığı arasından onuortaya koyan gücün içine atlamasıdır." İnanç her şeyi kaybetmeyi göze almak demektir. Varoluş ancakparadoksun, akıldışılığın tepe noktasında inancın derin gerilimini hissedebilir. İnanç, varoluşdeviniminin sonsuza vurmasıdır. Bu, aklın ölçülülüğüne, düzenliliğine sığan bir şey değildir.Kierkegaard tüm büyük filozoflar gibi özenle okunması gereken bir düşünürdür. Okuyucunun bukitabı, - hızlı okuma tekniğinin aksine (?) tüm cümleleri üzerinde durarak okuması gerekir.
Umutsuzluk ve günah diyalektik olarak ele alındığından Kierkegaard’ın düşünceleri ilk bakıştahazırlıksız okuyucuya çelişkilerle dolu görünebilir. Ama dikkatli bir okumayla bu görünürdekiçelişkilerin varoluşun derin gerçeğini ortaya çıkardığı fark edilecektir.Kierkegaard’ın yapıtı iki kısımdır. Birinci kısım ölümcül hastalık olan umutsuzluğun betimlenmesineayrılmıştır. Kierkegaard burada umutsuzluğun somutlaşma biçimlerini en ince ayrıntısına kadarincelemiş ve insanların bilinçlilik düzeylerine göre çeşitli umutsuzluk biçimlerini ortaya koymuştur.
Kierkegaard bu farklılıkların, "Gerçek yaşamın, umutsuzluğun biri tam bilinçliliği, diğeri tambilinçsizliği barındıran iki ucu arasındaki çelişki gibi yalnız soyut çelişkileri ortaya çıkaramayacakkadar nüanslı olduğu" gerçeği karşısında tüm soyut gerçeği yansıtmadığını çok iyi bilmektedir. Buna rağmen o, bilinçsiz umutsuzluğun spontan insanda somutlaşan kendi olmayı istememenin umutsuzluğuolduğu, bilinçli umutsuzluğun da kendi olmayı istemenin umutsuzluğu olduğu ayrımını yapmaktadır.
Birincisini güçsüzlüğün umutsuzluğu olarak, ikincisini de meydan okumanın umutsuzluğu olaraknitelemiştir. Meydan okuma umutsuzluğunu, ben'in kendini ortaya koyan güçle bağlantısını kesmekolarak gören Kierkegaard güçsüzlüğün umutsuzluğunu, hiçbir yere ve özellikle inanca götürmeyen birdurum olarak değerlendirmiştir. İnanç için birinci koşul kendi olmaya yönelen umutsuzluktur. Busebepten Kierkegaard, ben'ine sahip çıkmayan spontan insanın gerçek bir inanç edinmesinin mutlak olanaksızlığını ortaya koymuştur. Birinci kısmı, kendini ortaya koyan güce meydan okuyan umutsuz ben'in çıkmazını belirterek bitiren Kierkegaard, ikinci kısımda ölümcül hastalığın sağaltımı konusuna girmektedir.
Bu kısmın başlığı:"Umutsuzluk günahkârlıktır". Umutsuzca kendi olmak istemeyen veya kendi olmak isteyen insan günahişlemektedir. Bunun nedeni birincinin inancının olmasının olanaksızlığı, ikincinin de bu inanca sırtınıdönmesidir. Tanrı karşısına kendi ben'iyle çıkma cesareti göstermeyen insan günah işlemektedir. Kierkegaard bu kısımda özellikle günahın erdemin değil, inancın zıttı olduğunun altını çizmektedir. Çünkü erdemin"1 bazen Tanrı'ya karşı çıkmayı, onu reddetmeyi içerdiğini fark etmiştir. İnançsız birinsan erdemli olabilir, ama aynı zamanda günahkârdır. O hâlde umutsuzluk günahkârlıktır.Kierkegaard daha önceki yapıtlarında bireysel gelişimi üç evreye bölmüştü: Estetik, etik, dinsel evre.
Estetik evre yaşamın güzelliklerinin yaşandığı evre, etik evre erdeme ulaşılan evre olmasına karşındinsel evre erdemin ötesindeki varoluşun gizeminin özü olan aşkın, sonsuz yanıyla bağlantıkurulmasıdır. Kendini ortaya koyan gücün, Tanrinm karşısına çıkmaktır, her şeyi kaybetmeyi göze almaktır, varlığını inanca kurban etmektir. Erdemli insan inançsız olduğunda meydan okuyan biriolduğu için umutsuzluğu sürmektedir. Çünkü ölüm onun için bir sondur, sonsuzluğa ulaşamamaktır.
Sonsuzluğa inançla ulaşan ve ölümü bir geçiş olayı olarak değerlendiren dinsel evredir.
Mehmet Mukadder Yakupoğlu
ÖNSÖZ
Bu anlatım biçimi birçok okuyucuya yalın gelebilir! bu biçim onlara tasarlanıpgerçekleştirilemeyecek kadar kuru gelebilir, spekülatif bir kesinliğe sahip olamayacak kadar fazlaaydınlatıcı görünebilir. Çok fazla aydınlatıcı mı bilmiyorum; çok mu kuru zannetmiyorum; ve eğer bubiçim gerçekten öyleyse bu bana göre büyük eksiklik olurdu. Sorun, bu anlatım biçiminin herkesiaydınlatabilip aydınlatamaması değildir; çünkü hepimiz bu açıklamayı izleme konusunda aynıdurumda değiliz; ama burada doğası gereği aydınlatıcı olmalıdır. Aslında, Hıristiyanlığın dayandığıilke, her şeyin aydınlatıcı olmasını savunur.
Hiçbir şekilde bu noktaya ulaşmayan bir spekülasyonHıristiyanlık dışıdır. Hıristiyanlığa özgü bir anlatım, her zaman bir hastanın başucundaki hekiminsözleri gibi olmalıdır; bunları anlamak için stajyer hekim olmak gerekmediği gibi neredesöylendiklerini de unutmamak gerekir. Tüm Hıristiyan düşüncenin yaşamla olan bu iç içeliği (spekülasyonun koruduğu mesafelerin zıddıolarak) veya Hıristiyanlığın bu etik tarafı, kesin olarak aydınlatmayı gerekli kılar ve köklü bir sapma,bir yapı farkı, bu tür bir anlatımı, kesinliğine karşın, yansız olmak isteyen bu tür bir spekülasyondanayrı tutar ve bu spekülasyonun sözde yüce kahramanlığı, bu kahramanlıktan çok uzaktadır, aksineHıristiyan için insanlık-dışı bir merak biçiminden başka bir şey değildir.
Kendi olmaya cesaretetmek aslında bir bireyi, şunu veya bunu değil, Tanrı karşısında çabasının ve sorumluluğunundevasalığı içinde yalnız bir bireyi kavramaya cesaret etmek demektir: Hıristiyanlığa özgükahramanlık budur ve bunun ender olduğunu da itiraf edelim; ama saf insanlığın içine kapanarakkendini aldatmak veya evrensel tarihin, bir hayran olma oyunu hâline getirmek kahramanlık mıdır?
Biçimi ne kadar kesin olursa olsun tüm Hıristiyanlık bilgisi tedirginliktir ve öyle olması gerekir; amabu tedirginlik bile aydınlatır. Tedirginlik, yaşam karşısındaki, kişisel gerçeğimiz karşısındaki gerçekdavranıştır ve bundan dolayı Hıristiyan için tedirginlik en üst gerçektir! yansız bilimlerin yüksekliği,onun için yüksek bir gerçekten çok uzakta olup, güldürü ve kendini beğenmişlikten başka bir şeydeğildir. Ama söylediğim gibi ciddi olan şey aydınlatandır. Dolayısıyla, bir anlamda herhangi" bir Tanrıbilim öğrencisinin yazabileceği bu küçük kitabı kalemealmayı bir bakıma her profesör beceremez.
Ama bu hâliyle bu kitabın tuhaflığı en azından düşünülmemiş değildir ve psikolojik doğruluğa sahipolma şansı da yok değildir. Tabii ki daha gösterişli bir stil vardır, ama bu derecedeki gösterişliliğinfazla bir anlamı yoktur ve alışkanlık nedeniyle de kolaylıkla anlamsızlığın içine düşer. Geri kalan için kuşkusuz yüzeysel, ama buna rağmen yapmadan duramayacağım tek bir uyarı: Bir dahageri dönmemek üzere bundan sonraki tüm sayfalarda umutsuzluğun sahip olduğu anlamı belirtmekistiyorum! başlığın da işaret ettiği gibi umutsuzluk çare değil hastalıktır.
Diyalektiği budur. Hıristiyan terminolojide olduğu gibi ölüm! kurtuluş için ölmek, dünyada ölmek olmasına rağmen en korkunçtinsel rezaleti ifade eder. 1848 Tanrım! işe yaramaz şeyleri görmemize engel ol, Sen'in tüm gerçeğini görmek için her şeyi gören gözler ver.
Giris"Bu hastalık hiçbir şekilde ölümcül değildir" (Yuhanna, XI, 4) ve buna rağmen Lazarus öldü; amamüritler sonrasını yanlış anlamışlardır: "Dostumuz Lazarus, uyumuştur, onu uykusundan uyandırmayagidiyorum", İsa onlara hiçbir kuşkuya meydan vermeden "Lazarus öldü" demiştir (XI, 14). O hâldeLazarus ölmüştür ve bu ölümü de hiçbir şekilde ölümcül bir hastalıktan olmamıştır, öldüğü birgerçektir, ama bununla birlikte hiçbir zaman ölümcül hasta olmamıştır. Kuşkusuz İsa burada, çevresindekilere, yani Lazarus'u ölülerin arasında uyandıran bu mucizeyeinanabilen insanlara "Tanrı’nın büyüklüğü"nü gösterecek bu mucizeyi düşünüyordu; öyle ki "buhastalık, yalnızca ölümcül olmayıp, Tanrı’nın oğlunun bununla yüceltilmesi için Tanrı adına buhastalığı önceden görmüştür."
Ama İsa, Lazarus'u uyandırmamış olsaydı bile bu hastalığın, ölümün bile ölümcül olmadığı daha azdoğru olmayacaktı!İsa mezara, "Lazarus kalk ve çık" (XI, 43) diye bağırarak yaklaştığı andan itibaren, bu hastalığınhiçbir şekilde ölümcül olmadığından eminiz. Ama bu sözcükler olmadan, "Dirilme ve Yaşam" (XI,25) olan O, sadece mezara yaklaşmakla bu hastalığın hiçbir şekilde ölümcül olmadığını belirtmiyormu? Ve İsa'nın varlığı ile birlikte bu açık bir gerçek değil mi? Lazarus için sonunda tamamen ölmeküzere dirilmenin ne yararı vardır! O'na inanan her insan için Dirilme ve Yaşam olan Kişi'nin varlığıolmadan ne yarar vardır!
Hayır, bu hastalığın hiçbir şekilde ölümcül olmaması, Lazarus'undirilmesinden değil, O'nun varol" masındandır, O'nun aracılığındandır. Çünkü insanların dilindeölüm, her şeyin sonudur ve söylendiği gibi yaşam sürdüğü sürece umut vardır. Ama Hıristiyan içinölüm hiçbir şekilde ne her şeyin sonudur ne de sonsuz yasam olan tek gerçeğin içinde yitmiş basit biröyküdür! ve ölüm. sağlıkla ve güçle taşmış olsa da yaşamın bizim için sağladığından sonsuzca dahafazla umut içerir. Böylece Hıristiyan için ölüm bile "ölümcül hastalık" değildir ve geçici acılar da ölümcül hastalık değildir: Acılar, hastalıklar, sefalet, sıkıntı, düşmanlıklar, ruhun veya bedenin işkenceleri, üzüntülerve yas.
Ve insanlara, en azından acı çekenlere ne kadar ağır, ne kadar sert gelirse gelsin, ne kadar"ölüm en kötüsü değil" dedirtirse dedirtsin, bir hastalık olmasa bile, hastalıklara benzeyen tüm buyazgıda Hıristiyan için ölümcül hastalık olan hiçbir şey yoktur.Hıristiyanlığın, Hıristiyan'a ölüm dahil dünyadaki her şey üzerine düşünmeyi öğrettiği yüce biçimbudur. Bu hemen hemen, sanki onun genelde mutsuzluk olarak değerlendirilen şeyin, geneldekötülüklerin en kötüsü olarak adlandırılan şeyin üstünde olmaktan gurur duyması gerektiğidir... Ama buna karşın, Hıristiyanlık insanın insan olarak varlığını unuttuğu bir mutsuzluğu keşfetmiştir! ve buölümcül hastalıktır. Doğal insan, tüm korkunçluğu boşuna sayıp döker ve boşuna yok etmeye çalışır.Hıristiyan ise bilançoya aldırmaz.
Doğal insanın Hıristiyan'a olan bu uzaklığı çocuğun yetişkine olanuzaklığı gibidir: Çocuğun korktuğu bir şey yetişkin için korkulacak bir şey değildir. Çocuk, korkunçolanı bilmez, insan ise bilir ve ondan korkar. Çocukluğun eksikliği, öncelikle korkunç olanıbilmemektir ve ikinci olarak bilgisizliği nedeniyle korkulmayacak şeyden titremektir. Aynı durumdoğa insanı için de vardır! Gerçekten korkunçluğun oluştuğu yeri bilmemektedir ki bu, her şeye karşınonu ürkmekten alıkoymaz, ama korkunç olmayan bir şeyden korkar.
Aynı şekilde kutsallıkla ilişkisiiçinde pagan sadece gerçek Tanrı'yı bilmemekle kalmaz, aynı zamanda Tanrı olarak bir puta tapar.Hıristiyan, ölümcül hastalığı bilen tek kişidir. Hıristiyanlıktan, doğa insanının bilmediği, korkunçtanbir derece daha fazla olan korku ile birlikte olan bir cesareti alır. Kuşkusuz cesaret her zaman sahip olduğumuz bir şeydir! ve büyük bir tehlikenin korkusu bize daha küçük bir tehlikeyi karşılamacesareti verir! ve tek bir tehlikenin sonsuz korkusu bizde tüm diğer tehlikelerin yok olmasını sağlar.Ama Hıristiyanın korkunç dersi, "Ölümcül Hastalık"! tanımayı öğrenmiş olmaktır.
Birinci Kitap - UMUTSUZLUK ÖLÜMCÜL BiR HASTALIKTIR.
I. Tinin Ve Ben'in Hastalığı Olarak Ele Alman Umutsuzluk Böylece Üç Farklı Görünüm Sunabilir:Bir Ben'i Olduğunun Farkında" Olmayan Umutsuz Kişi (Bu, Gerçek Bir Umutsuzluk Değildir);Kendisi Olmak İstemeyen Umutsuz Kişi Ve Kendisi Olmak İsteyen Umutsuz Kişi . İnsan tindir. Ama tin nedir? Tin ben'dir. Ama ben nedir? Ben, kendine bağlı olan bir ilişkidir! dahadoğrusu ben, ilişki içinde bu ilişkinin içsel yönelimidir! ben, ilişki olmayıp ilişkinin kendinedönüşüdür.İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir, kısaca birsentezdir. Sentez iki terimin ilişkisidir. Bu görüş açısından ben, hâlâ varolmamıştır.
İki terim arasındaki bir ilişkide, her terim, bu ilişki ile sürdürdüğü bağıntı aracılığıylavarolduğundan, olumsuz bir birim olan üçüncü bir terim ile olan ilişki ve iki terim, ilişkiye bağlıdır!böylece ruh söz konusu olduğunda, ruh ve bedenin ilişkisi yalnızca yalın bir ilişkidir. Bunun aksine,ilişki yalnızca kendine bağlıysa, bu son ilişki olumlu bir üçüncüdür ve böylece ben'e sahip oluruz.Kendine gönderme yapan bir ilişki, bir ben, ancak kendisi ya da bir başkası tarafından ortaya konmuşolabilir.Kendine bağlanan ilişki başkası tarafından ortaya konursa, kuşkusuz bu ilişki bir üçüncüdür; ama buüçüncü, hâlâ bir ilişkidir yani tüm ilişkiyi ortaya koyan şeye bağlıdır.Bu şekilde türemiş veya ortaya konmuş böyle bir ilişki insanın ben'idir: Bu, kendine bağlanan ve buşekilde başkasına bağlanan bir ilişkidir.
Buradan gerçek umutsuzluğun iki biçiminin varolduğu olgusuortaya çıkar. Eğer ben'imiz kendi kendini ortaya koysaydı yalnızca bir umutsuzluk biçimi var olurdu:Kendi olmayı istememek, kendi ben'inden kurtulmayı istemek, ve bu da şu anlama gelmektedir; kendiolmanın umutsuz istenci. Aslında bu formülün belirttiği şey, ben olan ilişki bütününe bağımlılık, dahadoğrusu ben'in kendi gücüyle dengeye ve erince ulaşmadaki yetersizliğidir: Ben bunu ancak kendiyleolan ilişkisi içinde, ilişkinin tümünü ortaya koyan şeye bağlanarak yapabilir.
Dahası, umutsuzluğun buikinci (kendi olma istenci) umutsuz olmanın özel bir şeklini çok az olarak gösterirken buna karşılıkher umutsuzluk nihai olarak umutsuzluk şeklinin içinde çözülür ve ona bağlanır. Umutsuz olan insan,zannettiği gibi umutsuzluğunun bilincindeyse, bu umutsuzluktan dışarıdan gelen bir olay gibi saçma birşey olarak söz etmezse (biraz baş dönmesinden rahatsız olup sinirlerinin oyununa kanan birininkafasında bir ağırlığın varlığından söz etmesi gibi, ağırlığın veya basıncın yalnızca içsel bir duyuolmasına rağmen bir cismin kafasına düştüğünden söz etmesi gibi), bu umutsuz kişi tüm gücüyle kendibaşına ve yalnızca kendi başına umutsuzluğu yok etmek isterse, bu umutsuzluktan çıkamadığını ve tümbu boş çabasının onu yalnızca daha derin bir umutsuzluğa soktuğunu söyleyecektir. Umutsuzluğun uyumsuzluğu basit bir uyumsuzluk olmayıp kendisine bağlı kalmakla birlikte başka bir ilişkitarafından ortaya konan bir ilişkinin uyumsuzluğudur; böylece bu ilişkinin uyumsuzluğu kendi kendinevar olurken diğer taraftan yaratıcısı ile ilişkisi içinde sonsuza kadar yansır.Umutsuzluk tamamen yok olduğunda, ben'in durumunu betimleyen formül şudur: Ben, kendineyönelerek, kendi olmak isteyerek, kendi saydamlığı içinde onu ortaya koyan gücün içine dalar.
II. GÜCÜL (POTANSiYEL) UMUTSUZLUK VE GERÇEK UMUTSUZLUK
Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur? Saf diyalektik içinde kalırsak her ikisidir.Belirgin bir durum düşünülmeden, umutsuzluk yalnızca soyut bir fikir olarak ele alınırsa, onu büyükbir avantaj olarak düşünmeliyiz. Bu acıyı çekmek zorunda olmak bizi hayvanın üstüne yerleştirir kibu, tinselliğimizin yüceliğinin veya sonsuz dikeyliğimizin işareti olan dikey yürüyüşten çok farklı birbiçimde bizi ayırt eden bir gelişmedir. O hâlde insanı hayvandan üstün kılan, onun acı çekmesiningerekliliğidir.
Hıristiyanı, doğada yaşayandan üstün kılan, onun bu acının bilincinde olmasıdır; tıpkı,bir Hıristiyanın mutluluğunun umutsuzluktan arınarak iyileşme olması gibi.Böylece, umutsuz olabilmek sonsuz bir avantajdır ve bununla birlikte umutsuzluk zavallılıklarımızınyalnızca en korkuncu değildir, aynı zamanda mahvolmamızı da sağlar.
Genellikle, olabilirin gerçekleilişkisi kendini başka biçimde gösterir çünkü, örneğin istediğine erişmek bir avantajsa istenen şeyolmak daha da büyük bir avantajdır yani olabilirden gerçeğe geçmek bir gelişmedir, bir yükseliştir.Buna karşılık umutsuzluk yoluyla gücülden gerçeğin içine düşülür ve burada gücülün gerçeküzerindeki sonsuz payı düşüşün derinliğini belirler.
O hâlde, umutsuz olmamak yükselmek demektir. Ama tanımımız hâlâ açık değildir. Buradaki olumsuzluk topal olmamak, kör olmamak vs. gibi birolumsuzluk değildir. Çünkü umutsuz olmamak, umutsuzluğun mutlak eksikliği anlamına geliyorsa, budurumda gelişme, umutsuzluktur. Umutsuz olmamak, umutsuz olmaya yatkınlığın yok edilmesi anlamına gelmelidir: Bir insanın gerçekten umutsuz olmaması için, her an içinde bu olasılığı yoketmesi gerekir. Genelde gücülün gerçekle ilişkisi başkadır. Filozoflar gerçeğin, yok edilen gücülolduğunu söylemektedirler, bu tam doğru değildir; çünkü gerçek doymuş bir gücüldür, eyleme geçenbir gücüldür.
Burada, aksine, gerçek (umutsuz olmamak), dolayısıyla bir olumsuzluk, güçsüz ve yokedilmiş potansiyel bir güçtür, genelde gerçek olabiliri doğrular, burada ise reddeder.Umutsuzluk, ilişkisi kendine ait olan bir sentezin içsel uyumsuzluğudur. Ama sentez uyumsuzlukdeğildir, sentez uyumsuzluğun yalnızca bir olasılığıdır veya onu içerir. Yoksa umutsuzluğun hiçbir iziolmazdı ve umutsuz olmak yalnızca doğamıza özgü olan bir insan özelliği olurdu; yani umutsuzluk varolmazdı, insan için hastalık gibi, ölüm gibi yalnızca bir acı olurdu.
O hâlde umutsuzluk içimizdedir,ama sadece bir sentez olsaydık umutsuzluğa düşemez-dik ve bu sentez doğarken Tanrı'dan kaynağınıalmamış olsaydı umutsuzluğu yaşayamazdık.O hâlde umutsuzluk nereden kaynaklanıyor? İçinde, sentezin kendine bağlandığı ilişkiden; çünküTanrı insanı bu ilişkiye dönüştürürken onun ellerinden kaçıp kurtul" masına izin vermiştir, yanibundan böyle yolunu bulma işi ilişkiye aittir.
Bu ilişki düşüncedir, benidir ve burada herumutsuzluğun, var olduğu sürece, her zaman dayandığı sorumluluk bulunmaktadır; umutsuzların,umutsuzluğu bir felaket gibi ele alarak kendini ve diğerlerini aldatmadaki ustalıklarına vesöylevlerine rağmen umutsuzluğun dayanağı olan sorumluluk bulunmaktadır; baş dönmesi durumunda, birçok bakımdan doğadan farklı olmasına rağmen umutsuzluğun anımsattığı gibi, umutsuzluğun zihinle olan ilişkisi, baş dönmesinin ruhla olan ilişkisiyle birçok benzerlik taşımaktadır.
Daha sonra uyumsuzluk, umutsuzluk var olduğunda, bundan uyumsuzluğun varlığını sürdürdüğüsonucu çıkar mı? Kesinlikle hayır; uyumsuzluğun süresi uyumsuzluktan değil, kendine bağlananilişkiden kaynaklanır. Diğer bir anlatımla, bir uyumsuzluğun ortaya çıktığı ve var olduğu süreceilişkiye dönmemiz gerekir. Örneğin birinin ihtiyatsızlık nedeniyle bir hastalık kaptığı söylenir. Dahasonra hastalık ortaya çıkar ve bundan itibaren bu, kökeni gitgide daha fazla geçmişe ait olan birgerçeğe dönüşür. Hastayı hastalık gerçeğini olasılığı içinde her an eritme amacındaymışız gibikınamakla bir zalim ve bir canavar oluruz. Evet! Doğru! Hastalığa hatası sonucu yakalanmıştır, ama bu hata bir kez oluşmuştur.
Hastalığın sürmesi, hastalığa bir kez yakalanmasının yalın bir sonucudurki hastalığın gelişimini her zaman bu tek kez olan şeye bağlayamayız; hastalığa yakalanmıştır ama,hâlâ yakalanıyor olduğunu söyleyemeyiz. Umutsuzlukta olaylar farklıdır; umutsuzluğun gerçekanlarının her biri olasılığına indirgenmelidir; umutsuzluğa düşülen her an, umutsuzluğa yakalanılır, şimdi, gerçek geçmiş hâline gelerek durmadan yok olur, umutsuzluğun her gerçek anında umutsuz kişi olası tüm geçmişi bir şimdi gibi taşır. Bu olgu umutsuzluğun, zihnin bir kategorisi olmasından ilerigelir ve insanın sonsuzluğuna denk düşer.
Ama bu sonsuzluktan, sonsuza değin kurtulamayız; özellikleonu bir hamlede atamayız; onsuz olduğumuz her an, ya onu fırlatmışızdır ya da fırlatıyoruzdur, amasonsuzluk geri gelir, daha doğrusu umutsuzluğa düştüğümüz her an, umutsuzluğu yakalarız. Çünküumutsuzluk, uyumsuzluğun değil, kendine yönelen bir ilişkinin sonucudur. Ve insan, bu ilişkiden ancakkendi benliğinden sıyrılırsa kurtulabilir ki sonuçta ben ve ilişki aynı şeydir; çünkü ben, ilişkinin kendiüzerine geri dönmesidir.
II. UMUTSUZLUK, "ÖLÜMCÜL HASTALIKTIR.
"Ölümcül hastalık" düşüncesi özel bir anlamda ele alınmalıdır. Sözcüğün tam anlamıyla çıkış yolu,sonu ölüm olan bir hastalık demektir ve böylece ölüme yol açan bir hastalığın eşanlamlısıdır. Amaumutsuzluğu bu anlamda ele almak hiçbir şekilde söz konusu olamaz; çünkü Hıristiyan için ölüm bileyaşama bir geçiş yoludur.
Böyle düşünüldüğünde hiçbir bedensel hastalık onun için "ölümcülhastalık" değildir. Ölüm, hastalıkları sona erdirir, ama kendi içinde bir son değildir. Ama "ölümcülhastalık", dar anlamda kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme varan bir hastalık demektir.Ve umutsuzluk budur.Ama diğer bir anlamda, daha katı olarak umutsuzluk "ölümcül hastalık"tır.
Çünkü daha açık biranlatımla bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın bedensel ölümle sona ermesinden çok, buhastalığın işkencesi, tersine, can çekişmede olduğu gibi ölümle savaşmasına rağmen kişinin gene deölememesinden kaynaklanır. Bundan dolayı ölesiye hasta olmak, ölememektir ama burada yaşamumudu yok etmektedir ve umutsuzluk son umudun eksikliğidir, ölümün eksikliğidir. Ölüm en büyüktehlike olduğu sürece, yaşamdan birşeyler beklenir, ama diğer tehlikenin sonsuzluğu keşfedildiğizaman, ölüm için umut beslenir.
Ve ölüm umut olduğu sürece tehlike büyüdüğü zaman, umutsuzlukölememenin neden olduğu umutsuzluktur.Bu kesin tanım içinde umutsuzluk "ölümcül hastalık”tır, çelişkili işkencedir, ben'in hastalığıdır:Sonsuza değin ölmek, ölmemekle birlikte ölmek, ölümü ölmek demektir bu. Çünkü ölmek, her şeyinbitmesi anlamına gelir; ama ölümü ölmek, ölümünü yaşamak demektir; ve bunu tek bir an yaşamak,onu sonsuza kadar yaşamak demektir. Bir hastalıktan ölme gibi umutsuzluktan ölünmesi için, buhastalığın vücutta yaptığının, içimizde oluşması, ben'deki ebedîliğin ölmesi gerekir. Bu sadece birkuruntudur. Umutsuzluktaki ölüm sürekli yaşama döner. Umutsuz olan ölemez; "düşünceleri öldürmekiçin bir hançerin hiçbir değerinin olmaması" gibi, ölümsüz solucan, söndürülemez ateş olanumutsuzluk hiçbir zaman kendi dayanağı olan ben'in sonsuzluğunu yok edemez.
Ama kendinin yokedilişi olan umutsuzluk güçsüzdür ve amaçlarına ulaşamaz. Öz istenci, kendini yok etmektir, ama butam da yapamadığı bir şeydir ve hatta bu güçsüzlük, içinde umutsuzluğun ben'in yok edilmesineyönelik amacını ikinci kez gerçekleştirememesidir; aksine bu, varlığın yığılması, hatta bu yığılmanınyasasıdır. İşte bu, umutsuzluğun asidi, kangrendir, ucu içeriye dönen bu işkence bizi her zaman dahaderin olan güçsüz bir kendini yok etmenin içine batırır.
Umutsuzu avutmaktan çok uzakta, umutsuzluğuyok etmedeki başarısızlık, aksine kinini şiddetlendiren bir işkencedir; çünkü geçmiş,') umutsuzluğusürekli şimdide biriktirerek böylece ne kendinden kurtu-labildiği ve ne de kendini yok edebildiği içinumutsuzluğa düşmektedir. Umutsuzluğun birikiminin formülü budur ve ben'in bu hastalığının içindekiateşin fırlaması buradan kaynaklanır.Umutsuzluğa düşen insanın bir umutsuzluk konusu vardır, buna yalnızca bir an inanılır daha fazladeğil; çünkü hemen gerçek umutsuzluk, umutsuzluğun gerçek yüzü ortaya çıkar. Bir şeyden dolayıumutsuzluğa düşerken aslında insan kendi için umutsuzluğa düşmektedir ve şimdi kendi ben'indenkurtulmaya çalışmaktadır. Böylece "Sezar veya hiç olurum" diyen tutkulu kişi Sezar olamaz ve bundandolayı umutsuzluğa düşer. Ama bunun başka bir anlamı vardır, Sezar hâline gelemediği için kendiolmaya katlanamaz. O hâlde, aslında hiçbir şekilde Sezar olamadığı için bu ben Sezar olamamaktandolayı umutsuzluğa düşer.
Tüm neşesini, bir o denli umutsuz olan tüm neşesini başka bir biçimdeoluşturabilen bu aynı ben için Sezar olamamak, işte bu durumda katlanılması en güç şeydir. Dahayakından bakıldığında, onun için dayanılmaz olan, hiçbir şekilde Sezar olmamak değildir; hiçbirşekilde dayanamadığı kendi ben'inden kurtulamamasıdır. Sezar olsaydı, bunu yapabilirdi; ama Sezar olamadığına göre umutsuz kişimiz ben'inden kurtulamaz. Özünde umutsuzluğu değişmemektedir, çünkü benliğine sahip değildir, kendi değildir.
Sezar olarak kendi olamayacağı bir gerçektir, ama kendiben'inden kurtulmuş olacaktır; Sezar olamayıp ben'inden kurtulamadığı için umutsuzluğa düşmektedir. O hâlde, umutsuz bir kişinin kendi ben'ini yok etmesinin onun gördüğü bir ceza olduğunu söylemekyüzeysel bir düşünce olacaktır. Çünkü bu, umutsuzun umutsuzluğunun, işkencesinin tam dayapamayacağı şeydir, çünkü umutsuzluk boyun eğmeyen, yok edilemeyen bir şeyi, ben'i ateşevermektedir.
O hâlde bir şeyden umutsuzluğa düşmek, hâlâ gerçek umutsuzluk değildir, sadece başlangıçtır,doktorların bir hastalık için söyledikleri gibi umutsuzluk kuluçkaya yatmaktadır. Daha sonraumutsuzluk ortaya çıkar: Kendinden umutsuzluğa düşülmüştür. Ölmüş veya şıpsevdi olan dostunukaybetmekten dolayı aşkta umutsuzluğa düşmüş bir genç kıza bakınız. Bu kaybediş gerçek umutsuzlukdeğildir, kendi kendinden umutsuzluğa düşmüştür.
Başkasına ait hâle gelseydi en hoş şekilde kaybetmiş ve kurtulmuş olacağı bu ben, bu durumda can sıkıntısına yol açar; çünkü başkası olmadanbir ben'e sahip olmak zorundadır. Kendisinin bir hazine olabilecek -diğer taraftan bu da başka birumutsuzluk anlamı taşır- bu ben, diğeri öldüğü zaman dayanılmaz bir boşluk olacaktır veya terkedilişini anımsattığı için bir tiksinti nedeni olacaktır. O hâlde ona "kızım kendi kendini tüketiyorsun"demeye çalışın; onun şu yanıtı verdiğini göreceksiniz: "Ah! Hayır, acım tam da kendimi tüketmeyibaşaramadığımdan dolayı".Kendinden umutsuzluğa düşmek, umutsuzluğa kapılıp kendinden kurtulmayı istemek, işte herumutsuzluğun formülü ve ikincisi: Umutsuz olmayı, kendi olmayı istemek, daha önce belirttiğimiz gibi(birinci bölüme bkz.) kendi olmanın' reddedildiği umutsuzluğu, kendi olmanın istendiği umutsuzluğadönüştürmek demektir. Umutsuzluğa düşen, umutsuzluğu içinde kendisi olmayı istemektedir. O hâldekendi kendisinden kurtulmayı istemiyor mu? Görünürde hayır, ama daha yakından bakıldığında herzaman aynı çelişkiye rastlanılır. Bu umutsuz kişinin olmak istediği ben, hiçbir şekilde olmadığıben'dir (çünkü gerçekten olduğu ben'i sahiplenmek, umutsuzluğun tam karşıtıdır); aslında istediği,ben'i yaratıcısından ayırmaktır. Ama burada umutsuzluğa düşmesine rağmen başarısızlığa uğranır veumutsuzluğun tüm çabalarına karşın, bu Yaratıcı en güçlü olarak kalır, kişiyi olmak istemediği benolmaya zorlar. Ama bunu yaparken, insan her zaman kendi yaratısının bir benliği hâline gelmek içinkendi ben'inden, sahip olduğu ben'inden kurtulmayı ister. Olmak istediği 'ben'e kavuşmak, tümzevkleri tatmasını sağlardı -bu durumun da başka bir anlamda aynı derecede umutsuz olmasınarağmen-; ama olmak istemediği bu "ben"i olmak zorunda kalan bu kendi, onun işkence-sidir:
Kendinden kurtulamamanın işkencesi.Sokrates, ruhun ölümsüzlüğünü, ruhun hastalığının (günahın) ruhu yok etmedeki güçsüzlüğüyle kanıtlıyordu. Aynı şekilde, insanın sonsuzluğu, umutsuzluğun ben'i yok etme güçsüzlüğüyle, umutsuzluğun bu acımasız çelişkisiyle kanıtlanabilir, içimizde sonsuzluk olmadan umutsuzluğadüşemeyiz; ama eğer umutsuzluk ben'i yok edebilseydi o zaman umutsuzluk da olmazdı.Ben'in hastalığı olan umutsuzluk, "Ölümcül hastalık" budur.
Umutsuz kişi ölümcül bir hastadır. Başkaherhangi bir hastalıktan daha fazla olarak, bu hastalık varlığın en saygın özüne saldırır; ama insan buyüzden ölemez. Burada ölüm, hastalığın sonu değildir, bitmeyen bir sondur. Bu hastalıktankurtulmamızı ölüm bile sağlayamaz, çünkü buradaki acısıyla birlikte olan hastalık ve... ölüm,ölememektir.
Umutsuzluğun durumu budur. Ve umutsuz kişinin bundan kuşku duymaması boşunadır, boşuna ben'ini kaybetmeye ve ondan hiçbir iz kalmamacasına onu kaybetmeye çalışır: Bununla birlikte, sonsuzlukumutsuzluğu ortaya çıkaracak ve kendi ben'ine çivileyecektir; böylece işkence her zaman kendindenkurtulamamanın sonucu olarak gerçekleşir ve insan böylece kendi ben'inden kurtulmanın bir hamhayal olduğunu anlar.
Ve bu kesinliğe neden şaşırmalıyız? Değil mi ki bu ben hem sahip olduğumuzhem kendisi olduğumuz varlıktır, Tanrının insana bahşettiği bir ödün, üstelik insana olanbağlılığından ileri gelen ödündür. Çünkü bu ben, varlığımız, Sonsuzluk'un insana tanıdığı sonsuz,yüce bir ayrıcalıktır ve aynı zamanda insan üzerindeki inancıdır.
İkinci Kitap - UMUTSUZLUGUN EVRENSELLiĞi
Hekimlerin dedikleri gibi nasıl tam olarak sağlıklı bir insan yoksa, yakından bakıldığında, içinde birtedirginliğin, bir bozukluğun, bir uyumsuzluğun, nereden kaynaklandığı bilinmeyen veya hatta bilmeyecesaret edilemeyen bir korkunun, dış bir olaydan kaynaklanan bir korkunun veya kendiliğinden olanbir korkunun bulunmadığı ve umutsuzluktan bağışık tek bir insanın da olmadığı söylenebilir; böylece hekimlerin bir hastalıktan söz ettikleri zaman kuluçka dönemini anmaları gibi, insan, ruhunda enderolarak, açıklanamayan bir korkunun içsel varlığını ortaya koyduğu bir hastalıktan geçer.
Ve ne olursaolsun, hiç kimse umutsuzluğa düşmeden ne Hıristiyanlığın dışında -eğer gerçek bir Hıristiyan değilse-ne de bizzat Hıristiyanlığın içinde yaşamamıştır ve yaşamıyorduk çünkü tam olarak Hıristiyanolunmadıkça insanın içinde her zaman bir umutsuzluk tohumu kalır.Birçok kişi için bu görüş kuşkusuz bir çelişki, bir abartı, aynı şekilde kara ve umut kırıcı bir düşünceetkisi yaratacaktır. Bununla birlikte bu etki hiçbir şeydir.
Bu görüş, karartmak bir yana, genelde biralacakaranlık içinde bırakılan şeyi aydınlatmaya çalışır; yıkmak yerine yüceltir; çünkü insanı herzaman kaderinin ona verdiği en üst gerekliliğe göre ele alır: Bir ruh olmak; nihayet havada kalan birkapris olmayıp tamamen mantıksal bir görüştür ve bu görüş abartı içermez.Buna karşın, genel umutsuzluk kavramı görünürde kalmaktadır. Umutsuzluk bir kavram olmayıpyalnızca yüzeysel bir görüş olmaktadır.
Bu görüş, içimizden her birinin umutsuz olup olmadığını ilkbilen kişi olduğunu ileri sürmekte ve umutsuz olduğunu söyleyen öyle olduğunu zannetmektedir, amaumutsuz görünmemek için umutsuz olunduğuna inanılmaması yeterlidir. Bu şekilde, gerçekte evrenselolan umutsuzluk, seyrekleştirilmektedir. Seyrek olan, umutsuz olmak değildir aksine seyrek olan, ençok seyrek olan, gerçekten umutsuz olmamaktır.
Ama umutsuzluk konusunda sıradan insanın yargısı fazla bir şey içermemektedir. Böylece (yeterince anlaşıldığında binlerce, milyonlarca insanı ümitsizlik safına yerleştiren bir örnek vermek gerekirse) çoğunluğun göremediği şey, tam da umutsuz olmamaktan çok, umutsuzluğun bilincinde olmamaktandoğan bir umutsuzluk biçiminin varlığıdır.
Aslında sıradan insan umutsuzluğu tanımladığı zaman, sizinhasta veya iyi olduğunuza karar verdiğinde yaptığı hatayı yinelemektedir... ama burada daha önemlibir yanlış söz konusudur; çünkü sağlık ve hastalık durumundan çok, tinin ne durumda olduğukonusunda neyi göz önüne alacağını (içindeki düşüncenin ne durumda olduğu bilinmeden umutsuzlukhakkında hiçbir şey anlaşılmaz) çok daha az bilmektedir.
Genelde kendini hasta görmeyen birininsağlıklı olduğu zannedilir: Hele, iyi olduğunu kendisi söylüyorsa. Buna karşın hekimler hastalıklarıbaşka gözle değerlendirirler. Neden? Çünkü sağlık konusunda gelişmiş, kesin fikirleri vardır vedurumumuzu değerlendirmek için bu fikre dayanırlar. Hayali hastalıklar gibi hayalı sağlıkların varolduğunu bilirler; bu sebepten hastalığı ortaya çıkarmak için ilaçlar verirler.
Çünkü hekimlikte her zaman durumumuz için anlattıklarımızın ancak yarısına inanan bir uygulayıcıbulunur. Ne durumda olduğumuz, neremizden acı çektiğimiz vs. ile ilgili tüm kişisel duygularımızainanılsaydı hekimin rolü yalnızca bir yanılgı olurdu. Aslında hekimin rolü yalnızca ilaç vermekdeğildir, hekim öncelikle hastalığı tanımak ve böylece hasta olduğunu zannedenin veya kendinin iyiolduğunu zannedenin gerçekte hasta olup olmadığını bilmek zorundadır.
Umutsuzluk karşısındapsikologun durumu da aynıdır. Umutsuzluğun ne olduğunu bilir ve umutsuz olduğunu veya olmadığınızanneden kişinin söyledikleriyle yetinmez. Aslında, bir anlamda umutsuz olduklarını söyleyenlerinher zaman öyle olmadıklarını da unutmayalım. Umutsuzluğu taklit etmek kolaydır, hataya düşülebilirve tinsel bir olgu olan umutsuzluk için sonuçsuz tüm ruhsal çöküntülerin ve gelip geçici çatışmalarıntüm biçimleri olumsuzluk olarak görülebilir.
Bununla birlikte psikolog burada da umutsuzluğun biçimlerini bulmaktan geri durmaz; kuşkusuz bunun yapmacık olduğunu çok iyi görür, ama bu taklitbile hâlâ umutsuzluktur; tüm bu dayanaksız çöküntüler nedeniyle yanılgıya düşmez, ama bunlarınanlamsızlığı bile hâlâ umutsuzluktur! Aynı şekilde, sıradan insan tinsel hastalık olarak umutsuzluğun, genelde bir hastalık olarak şeyden farklı bir diyalektik olduğunu görmez. Ama bu diyalektiği yeterince anladığımızda, hâlâ binlerceinsanı umutsuzluk kategorisinin içine aldığını görürüz. Bir dönem sağlıklı olduğunu kanıtlamış biridaha sonra hastalanırsa, hekimin, onun daha önce sağlıklı olduğunu ve şimdi hastalandığını söylemekhakkıdır.
Bu, umutsuzluk söz konusu olduğunda farklıdır. Ortaya çıkışı daha önce var olduğunugöstermektedir. Bundan dolayı umutsuzluğa düştüğü için kurtulamamış biri konusunda hiçbir zamanbir karara varılamaz. Çünkü onu umutsuzluğa düşüren olay bile tüm geçmiş yaşamı umutsuzlukolduğunda ortaya çıkar. Buna karşın ateşi olan biri için geçmişinde her zaman ateşli olduğununsöylenemeyeceği açıktır. Ama umutsuzluk tinin sonsuzluğa bağlanan bir kategorisidir ve bu nedenlediyalektiğinin içine biraz da sonsuzluk girer.Umutsuzluğun sadece bir hastalıktan farklı bir diyalektiği yoktur! aynı zamanda tüm belirtileri dediyalektiktir ve bu nedenle sıradan bir insanın, umutsuz olmadığınızı belirleyemediği zaman hatayadüşme olasılığı yüksektir.
Aslında umutsuz olmamak açıkça şu anlama gelebilir: Umutsuzsunuzdur yada umutsuzluğa kapılmış ve bundan kendinizi kurtarmışsınızdır. Sakin ve kaygılardan kurtulmuşolmak, umutsuz olunduğu anlamına gelebilir, hatta bu sakinlik, bu güven umutsuzluk olabilir; ve aynışekilde umutsuzluk aşıldığı zaman elde edilen huzuru gösterebilir. Umutsuzluğun yokluğu, birhastalığın yokluğu anlamını taşımaz; çünkü hasta olmamak, kesinlikle hasta olunduğu anlamınagelmez; buna karşın umutsuz olmamak, umutsuz olunduğunun işareti bile olabilir.
O hâlde rahatsızlığınkendisinin hastalık olduğu bir hastalıkta durum aynı değildir. Hiçbir benzerlik yoktur. Buradarahatsızlığın kendisi diyalektiktir. Rahatsızlığı hiç hissetmemek umutsuzluğun ta kendisidir.İnsanı tin olarak ele aldığımızda (ve umutsuzluktan söz edebilmek için insanı her zaman bu kategoriiçinde ele almalıyız), bunun nedeni, insanın kritik bir durum içinde olmaktan kurtulamamasıdır. Neden sağlık için değil de yalnızca hastalıklar için krizden söz ediyoruz? Çünkü bedensel sağlıkdurumunda, doğrudanlık içinde kalınır; yalnızca hastalıkla diyalektik var olur ve böylece krizden sözedilebilir.
Ama tinselci için veya insana bu kategori içinde bakıldığı zaman, hastalık ve sağlık, ikiside kritik durumlardır ve tinin doğrudan bir sağlığı yoktur.Buna karşın, insanda yalnızca ruhun ve bedenin yalın bir sentezini görmek için tinsel yazgıya sırtımızı döndüğümüz andan itibaren (ve bu yazgı olmadan, umutsuzluktan söz edemeyiz), sağlık yenidendoğrudan bir kategori hâline gelir ve bu, ruhun veya bedenin diyalektik bir kategori durumuna gelenhastalığıdır. Ama umutsuzluk tam da insanların tinsel yazgılarının bilincinde onamalarıdır.
Hattaonlar için en güzel ve en hayranlık verici olan şeyler, en parlak dönemindeki kadınlık, her barış,uyum ve coşku yine de umutsuzluktur. Bu, aslında mutluluktur; ama mutluluk tinin bir kategorisi midir?Kesinlikle hayır. Ve umutsuzluk en değerli yerini sadece mutluluğun derinliklerinde bulurken, korku,umutsuzluk olan ve yalnızca gizlenmek isteyen mutluluğun en gizli derinliklerine yerleşir. Yanıltıcıgüvenliğine ve barışma karşın, her / masumiyet korkudur ve hiçbir zaman masumiyet, korkununnesnesi olmadığı zamandaki gibi korkmaz bir korkunçluğun en kötü betimlemesi bile, neredeysedalgınlıkla söylenmiş ama yine de belirsiz bir tehlikeye göre hesaplanıp ustaca seçilmiş bir sözcükledüşüncenin yaptığı denli masumiyeti ürkütemez; evet, masumiyet üzerine salınacak en büyük dehşet,açıkça değinmeden, durumunun ne olduğunu çok iyi bildiğini ona ima etmektir. Aslında, onun bunubilmediği doğrudur, ama Hiçbir zaman düşüncenin yokluktan oluşturduğu tuzaklar kadar etkili ve sağlam tuzakları olamaz ve hiçbir zaman hiçbir şey olmadığı zamanki gibi kendi olamaz.
Sadece keskin bir düşünce, daha doğrusu büyük bir inanç, yokluğu araştırmaya; daha doğrusu sonsuzluğuyansıtmaya katlanabilir. Böylece en güzel ve en hayranlık uyandırıp en parlak dönemindeki kadınlık,her şeye rağmen umutsuzluktur, mutluluktur. Ayrıca bu masumiyet yaşamı kat etmek için pek yeterlideğildir. Yaşamın sonuna kadar elimizde yalnızca bir mutluluk varsa pek ileri gidemeyiz, çünküumutsuzluk bu noktadadır. Aslında tam da, sadece diyalektik olduğu için umutsuzluk, hastalıktır, sefaletlerin en kötüsünün bu umutsuzluğa sahip olmamak olduğunu söyleyebiliriz... ve ondan kurtulmak istenmediği zaman her şeyden daha zararlı olmasına rağmen umutsuzluğa yakalanmak kutsalbir şanstır.
Demek ki, bu durumun dışında iyileşmek bir mutluluktur ve hastalık sefalettir.O hâlde sıradan insanın, umutsuzluğu istisna olarak görmesi büyük bir hatadır; aksine umutsuzlukkuraldır. Ve sıradan insanın varsaydığı gibi umutsuz olduklarını zannetmeyenlerin veyahissetmeyenlerin umutsuz olmadıklarını ve yalnızca umutsuz olduklarını söyleyenlerin umutsuzolmaları gerektiği şöyle dursun aksine, soytarılığa kaçmadan umutsuzluğunu açıklayan insaniyileşmeden uzak değildir ve hatta umutsuz olmadıkları zannedilenlerden ve kendilerini öylezannedenlerden daha fazla -diyalektik bakımdan bir derece daha fazla— iyileşmeye yakındırlar.
Burada kuşkusuz psikolog beni doğrulayacaktır. Kural, insanların çoğunun, tinsel yazgılarının fazlabilincinde olmadan yaşadıkları şeklindedir... umutsuzluğun ta kendisi olan tüm bu sahte tasasızlık,tüm bu sahte yaşamdan tatmin, vs. buradan kaynaklanmaktadır. Ama genel olarak, umutsuz olduklarınısöyleyenlerden kimileri, tinsel yazgılarının bilincinde olabilecek derinliğe sahip oldukları içinumutsuzdurlar, kimileri ise acı olayların veya çetin kararların farkına varmalarına neden olduğu 'içinumutsuzdurlar, bunun dışında kalanlar çok azdır; çünkü gerçekten umutsuz olmayan kişilerin sayısıçok azdır.
Ha! İnsanlığın sıkıntıları ile ilgili söylenenleri çok iyi biliyorum... ve buna tüm dikkatimi veriyorum,ben de çok olaya tanık oldum; o kadar çok bozulan varlık var ki! Ama sadece yaşamın sevinçlerininveya acılarının aldattığı varlık boşa gidiyor, bu varlık sonsuzluk için kesin bir kazanım olarak hiçbir zaman bir tin, bir ben olma bilinci-ne ulaşamıyor, başka bir anlatımla ne bir Tanrı’nın varlığım ne dekendi beni'nin bu Tanrı için var olduğunu hissetmeye veya saptamaya ulaşabiliyor; ama bu bilinç,sonsuzluğun bu kazanımını ancak umutsuzluğun ötesinde elde edebilir. Ve diğer sefalet! Mutlulukların mutluluğu olan bir düşüncenin hayal kırıklığına uğramış varlıkları! Ne yazık ki değerli olanın dışındakalan her şeyle eğleniliyor ve yığınlar eğlendiriliyor!
Bu mutluluk onlara hiçbir zaman anımsatılmadan yaşamın basamaklarında güçlerini tüketmeye yöneltiliyorlar! Yığınlar hâlinde itiliyorlar... ve her bireyin tek başına en yüksek amaca ulaşması için yığınları dağıtmak ve her bireyiayırt etmek yerine, yığınlar aldatılıyor; bu en yüksek amaç, yaşanmaya değecek ve tüm bir sonsuzyaşamı besleyecek tek amaçtır.
Tüm bu sefalet karşısında sonsuza kadar ağlayabilirim! Ama tümhastalıkların en kötüsü olan hastalığın benim için en korkunç işareti, onun gizemidir. Yalnızca buhastalığı ondan acı çekenden saklamak için gösterilen arzular ve iyi niyetli gayretler değil, yalnızcabu hastalığın hiç kimse farkına varmadan insanın içine yerleşmesi değil, aynı zamanda bu hastalığıninsanın içine onun varlığını hiç bilmeden çok iyi bir biçimde saklanabilme sidir.
Ve kum saati,dünyanın kum saati boşaldı ve yüzyılın tüm gürültüleri sustu; çılgın ve kısır çabamız bitti, yakınlarınagelince, sonsuzlukta olduğu gibi- erkeğin veya kadının, zenginin veya yoksulun, kölenin veyaefendinin, mutlunun veya mutsuzun olduğu gibi- her şey sessizlik içindedir! başın ister tacın parıltısınıtaşısın ister basit insanların arasında kaybol-sun, ister yalnızca günlerin sıkıntılarına ve alın terlerinesahip ol, ister dünya durduğu sürece ünün yüceltilsin, ister isimsiz ve unutulmuş olarak sayısızkalabalıkların içinde kaybol, ister seni kaplayan bu görkem tüm insansal betimlemeleri aşsın, ister
insanlar, ne olursan ol seni yargıların en acısı, en alçaltıcısı ile vursunlar, sonsuzluk mil- / yonlarcabenzerinden her biri için olduğu gibi senin için de tek bir konuda bilgiyle donanacaktır: Yaşamınınumutsuz olup olmadığı ve umutsuzsa bunu bilip bilmediğin veya bu umutsuzluğu bir korku gizi gibi,suçlu bir aşkın meyvesi gibi içine sokup sokmadığından veya umutsuz olarak ve diğerlerine nefretduyarak öfkeye kapılıp kapılmadığın konusunda. Ve eğer yaşamın yalnızca umutsuzluğu taşıyorsagerisinin hiçbir önemi yoktur!
İster zaferler isterse yenilgiler söz konusu olsun, senin için her şeykaybedilmiştir, sonsuzluk seni artık hiç içine almaz, seni hiç tanımamıştır veya daha da kötüsü senitanırken seni kendi ben'ine, umutsuzluğun ben'ine çiviler!
Üçüncü Kitap - UMUTSUZLUĞUN KiŞiLEŞTiRiLMELERi
Ben olan sentezin etmenlerini dikkatle inceleyerek umutsuzluğun çeşitli kişileştirilmelerini soyutolarak ortaya çıkarabiliriz. Ben, sonsuzun ve sonlunun bileşiminden oluşur. Ama sentezi, bir ilişkidirve bu ilişki türev olsa da kendine, yani özgürlük olan şeye bağlıdır. Ben, özgürlüktür. Ama özgürlük,olabilirin ve zorunluluğun iki kategorisinin diyalektiğidir.Umutsuzluğu özellikle bilinç kategorisi altında ele almayı ihmal etmemek gerekir: Umutsuzluk isterbilinçli, ister bilinçsiz olsun, doğadan farklıdır.
Kavramsal olarak bakıldığında umutsuzluk kuşkusuzbilinçlidir; ama buradan umutsuzluğun yerleştiği ve böylece ilke olarak umutsuz diye adlandırılanbireyin umutsuz olduğunun bilincinde olduğu sonucu çıkmaz. Böylece bilinç, içsel bilinç belirleyicietkendir.
Ben söz konusu olduğunda her zaman belirleyicidir. Bilinç, benin ölçüsünü verir. Ne kadarbilinç varsa o kadar ben vardır; çünkü bilinç ne kadar gelişirse, istenç o kadar gelişir ve ne kadaristenç varsa, o kadar ben vardır. İstençsiz bir insanda ben yoktur; ama ne kadar ben'i varsa aynışekilde o kadar kendinin bilincindedir.
I- BiLiNÇ AÇISINDAN DEĞiL DE YALNIZCA BENiN SENTEZiNiN ETKENLERi AÇISINDAN ELE ALINAN UMUTSUZLUK ÜZERiNE
A. Sonlunun ve sonsuzun ikili kategorisi içinde ele alınan umutsuzlukBen, kendi kendine bağlanan ve kendi olmak amacını taşıyan -ki bu, ancak Tanrı'ya bağlanmaklagerçekleşebilir -sonsuzun ve sonlunun bilinçli sentezidir. Ama kendi olmak, somut hâle gelmektir kibu, sonlu veya sonsuzda oluşamaz; çünkü oluşum hâlindeki somut, bir sentezdir. O hâlde evrim, kendiben'inin "sonsuzlaştırılması" içinde durmadan uzaklaşmak ve "sonlulaştırma" içinde durmadankendine dönmektir. Buna karşın kendi hâline gelmeyen ben, haberi olsun veya olmasın umutsuzluğunusürdürür. Bununla birlikte varoluşun her anında "ben" oluşum hâlindedir, çünkü ben (güç olarak)gerçekten var değildir ve yalnızca olması gerekendir. O hâlde kendi hâline gelmeyi başaramadığısürece ben kendi değildir; ama kendi olmamak umutsuzluktur.
a)Sonsuzluğun umutsuzluğu veya sonlunun eksikliğiBu, içinde etkenlerden birinin kendi zıddı olduğu ben'in sentezinin diyalektiğine dayanmaktadır.Umutsuzluğun hiçbir biçiminin doğrudan (diyalektik olmayan) tanımı verilemez; her zaman, birbiçiminin kendi zıddını yansıtması gerekir. Şairlerin umutsuzluğun kendini anlatmasını sağlarkenyaptıkları gibi umutsuz kişinin umutsuzluk içindeki durumunu diyalektiksiz betimleyebiliriz. Ama umutsuzluk ancak zıddı ile tanımlanır; ve anlatımın sanat değerine sahip olması için renk uyumuiçinde zıddının diyalektik bir yansımasını taşıması gerekir.
O hâlde kendini önceden sonsuz zannedenveya sonsuz olmak isteyen her insansal yaşamda, her an bile umutsuzluktur. Çünkü ben, sınırlandıransonlunun ve sınırsızlaştıran sonsuzun bir sentezidir. O hâlde sonsuzlukta kaybolan umutsuzluk,gerçekdışıdır, şekilsizdir; çünkü ben umutsuzken ancak kendi kendine şeffaf olarak Tanrı'ya kadarulaşmakla sağlığa sahip olur ve umutsuzluktan bağışık olur.
Gerçek dışının öncelikle düş gücüne bağlı olduğu gerçektir; ama düş gücü de duyguya, bilgiye,istence dokunur; böylece hayali bir duyguya, bilgiye, istence sahip olunabilir. Düş gücü geneldesonsuzlaştırmanın etmenidir, diğerlerine benzer bir yeti değildir... ama diğerlerinin yöndeğiştirmesine neden olur. İnsanda duygu, bilgi ve istenç olarak bulunan şey son noktada düş gücüolarak sahip olduğu şeye, yani tüm bu yetilerin düş gücü içine yansırken kesiştikleri biçime dayanır.
Düş gücü, sonsuzluğu yaratan düşüncedir, aynı şekilde yaşlı Fichte, bilgiyi de içine alacak şekildetüm kategorilerin kaynağını düş gücü içine yerleştirmekte haklıdır. Ben'in düşünce olması gibi düşgücü de düşüncedir, ben'i üretir ve üretirken ben'in olabilirini de yaratır; ve yoğunluğa sahip ben'inyoğunluğunun olabiliridir.İnsanı sonsuzluğa taşıyan düş gücüdür, ama hayal bunu, insanı kendinden uzaklaştırarak ve böylecetekrar kendine dönmekten alıkoyarak yapar.O hâlde duygu bir kez düşsele dönüştüğünde, ben, sonunda bir bireye bağlı olmadan, ama bilmemhangi soyut varlığı, örneğin insanlık fikrinin varlığını paylaşarak bir tür kişisiz, insanlık dışı birduygu hâline gelecek şekilde yavaş yavaş buharlaşıp uçar.
Duyularının egemenliği altına girmişromatizmalının içgüdüsel olarak bedeninin en küçük hava değişimini hissetmesine yol açacak kadarrüzgârların ve iklimin etkisine bağlı olması gibi düş gücüne, gömülmüş insan her zaman sonsuzluğakatılır; ama bu, her zaman artık kendi olmadan gerçekleşir, çünkü bu durumda ben'inden sürekliuzaklaşır.Aynı serüven, hayali hâle gelen bilginin de başına gelir. Burada ben'in gelişim yasası, eğer gerçektenben'in kendi hâline gelmesi gerekliyse, bilginin bilinçle beraber gitmesidir ve ben ne kadar bilirse,kendini o kadar tanır.
Yoksa geliştiği ölçüde bilgi, içinde inşa edilecek insanın kendi ben'iniharcadığı -ki bu biraz piramitleri yapmak için insan yaşamlarının ya da Rus korolarında olduğu gibi yalnızca tek bir nota elde etmek için nice seslerin harcanması gibidir— ürkünç bir bilgiye dönerdi.Yine bu serüven, düş gücünü benimsediğinde istenç içinde oluşur; ben her zaman daha fazla uçupgider.
Çünkü istenç soyut olduğu kadar somut olursa -ki burada hiçbir şekilde söz konusu değildir-, amaçları ve kararları sonsuzluğu ne kadar benimserse, istenç hemen gerçekleşebilir en ufak çaba içinolduğu gibi kendi için de o denli kullanılabilir olur! ve böylece, sonsuzlaşarak kendine daha fazladöner, kendine en uzak olduğu zamanda (amaçlarında ve kararlarında en sonsuz olduğu zaman) bugünün, bu saatin, bu anın hâlâ gerçekleştirilebilir çabasının bu sonsuz-küçük parçasınıtamamlamaya en yakın andadır.
Ve istemek, bilmek veya duyumsamak olan etkinliklerinden biri böylece düş gücünü benimsemişse,sonunda tüm bende düş gücünü benimseme riskini taşır ve kendinden çok, bu hayalin içine atlar veyakendini bu hayalin sürüklenmesine bırakır! her iki durumda da sorumludur.) Bu şekilde,sonsuzlaşarak veya elden daha fazla uzaklaşmaktan başka bir şeyin gelmediği ben'inden her zamanyoksun soyutun içine kapanarak hayali bir var oluş sürdürülür. Bu durumda dinsel alanda ne olupbittiğine bakalım. Tanrı'ya yönelme ben'i sonsuzlukla donatır, ama hayal ben'i tükettiğinde, buradakisonsuzlaşma insanı ancak boş bir sarhoşluğa götürür.
İnsan bu durumda gerçekte kendi ben'inedönemediği ve kendi kendisi olamadığından, bazıları Tanrı için var olma fikrini dayanılmaz bulabileceklerdir. Bu şekilde düş gücüne tutsak olmuş böyle bir mümin (Onu, kendi sözleriylekişileştirmek için) şöyle diyebilecektir: "Bir serçenin yaşayabileceği anlaşılıyor, çünkü Tanrı içinyaşamasını bilmiyor. Ama bilginin kendisi! Ve hemen deliliğin veya yokluğun içinde yok olmamaknasıl mümkündür!"
Ama bu şekilde düş gücüne tutsak olmuş biri, yani bir umutsuz için yaşattı, çoğu zaman farkında olsada ve herkesin yaşamına benzer biçimde geçicilikle, aşkla, aile ile, şerefle ve beğenilerle dolu olarakkendi yolunu pekâlâ izleyebilir!... belki de daha derin bir anlamda bu insanda ben'in eksik olduğunufark etmiyoruzdur. Ben, hiçbir biçimde dünyada önem verilen şeylerden biri değildir, aslında ben enaz merak edilen ve sahip olunduğunun görülmesine izin verilmesinin en sakıncalı olduğu şeydir.
Tehlikenin en büyüğü olan ben'in kaybı, aramızda hiçbir şey olmamış gibi fark edilmedengerçekleşebilir. Ne olursa olsun, bacağın veya kolun, servetin, kadının vs. veya bilinmeyen herhangibaşka bir şeyin kaybı, hiçbir şey bu kadar az gürültü yapamaz.b)- Sonludaki umutsuzluk veya sonsuzluğun eksikliğia’da gösterildiği gibi bu, umutsuzluk içindeki terimlerden birinin kendi zıddı olmayı sürdürdüğüben'in diyalektiğinden, sentez olgusundan ileri gelmektedir.Sonsuzluk eksikliği, umutsuzca sıkmakta ve sınırlamaktadır. Ve doğal olarak burada söz konusu olan,ahlâk" sal darlık ve yoksulluktur.
Aksine dünya, yalnızca entelektüel veya estetik yoksulluktan veyaher zaman daha fazla ilgilendiği önemsiz şeylerden söz eder! çünkü düşüncesi, tam da önemsizşeylere sonsuz değer vermektir. İnsanların düşüncesi, biricik gereksinmemizden kuşku duymadan(çünkü tinsellik kuşku duymaktır), her zaman küçük farklılıklarımıza takılır, aynı şekilde budüşüncenin, ben'in kayboluşu olan bu dar kafalılık, bu yoksulluk hakkında hiçbir fikri yoktur:
Ben sonsuzluğun içinde uçup gittiği için değil, temelde sonlunun içine kapandığı için kaybolmuştur ve birben yerine yalnızca bir sayıdan, fazladan bir insan varlığından, sonsuz bir sıfırın yinelenmesindenbaşka bir şey olmadığı için kaybolmuştur.İçinde umutsuzluğa düşülen bu dar kafalılık, asıl olanın eksikliğidir veya ondan sıyrılmadır, tinselolarak iğdiş edilmedir. Temel yapımız aslında her zaman kendi hâline gelmek zorunda olan bir ben olarak düzenlenmiştir; ve, ben bu hâliyle kuşkusuz hiçbir zaman açışız değildir, ama buradan buaçıları yumuşatmak değil sertleştirmek gerektiği sonucu çıkar; hiçbir şekilde ben'in, başkasından korku nedeniyle, ne kendi olmayı reddetmesi ne de tüm benzersizliği içinde kendi olmaya cesaretetmemesi sonucu çıkmaz. Ama ben'in kaybolmasına varacak kadar sonsuzluğun içine körlemesinedalan umutsuzluğun yanında, "başkası" tarafından ben'inden yoksul bırakılmaya razı olan başkabir tür umutsuzluk da vardır.Çevresinde büyük kalabalıkların toplandığını görmekle, dünyanın gidişatını kavramaya çalışırken bukadar çok insansal işleri omuzlarına almakla bu umutsuz kişi kendini unutur, kutsal ismini unutur, artıkkendine inanmaya cesaret edemez ve kendi olmayı çok güç bir olay görür ve diğerlerine benzemeyi,bir taklitçi, yığın içinde kaybolan bir numara olmayı daha basit ve güvenli bulur.Özet olarak, umutsuzluğun bu biçimi insanların gözünden kaçar. Bu_ şekilde ben'ini kaybeden bu türumutsuz kişi dünyada başarmak, uygun olmak için belirsiz bir yeteneğe kavuşur.
Burada hiçbir güçlükyok, burada ben ve sonsuzlaşması bir engel olmaktan çıkmıştır; kaydırak taşı gibi pürüzsüz olaninsanımız her yerde tedavüldeki para gibi dolaşır. Umutsuz bir kişi olarak ele alınması bir yana, tamda istenilen insan olarak gösterilir. Genelde insanlar korkulacak neyin olduğunu, nedenin ne olduğunubilmemektedirler. Ve yaşamı engellemek yerine kolaylaştıran ve sizi keyifle dolduran bu umutsuzluk,doğal olarak umutsuzluk gibi ele alınmamaktadır. Bilgelik kurallarından başka bir şey olmayanatasözlerinin neredeyse hepsinde görüldüğü gibi, insanların görüşü budur.
Susarak bir kez pişmanolunmasına karşın, konuşulduğu için on kez pişman olunduğunu savunan özdeyiş de bu anlamdadır;niçin? Çünkü maddesel bir olgu olan sözlerimiz bizi sıkıntılara sokabilir ki bu gerçektir. Ama susmakda pek o kadar masum değildir! Hele, tehlikelerin en kötüsü olduğu zaman. Susan insan aslında kendikendisiyle baş başa olmak zorundadır ve gerçek onu cezalandırarak, sözlerinin sonuçlarını üstüneyıkarak onun imdadına yetişmemektedir.
Bu anlamda susmanın bir bedeli yoktur. Ama aynı zamandakorkulacak şeyin nerede olduğunu bilen kişi, içsel bir yönelimle ve dışta hiçbir iz bırakmadan herkötülükten, her hatadan daha fazla korkar. İnsanların gözünde tehlike, kaybetme olasılığı nedeniyleriske girmektir. Hiç riskin olmayışı, işte bilgelik. Buna rağmen hiç riske girmemek, bu kadar kolaybir şeymiş gibi kaybedilmiş olmasına rağmen riske girerek kaybedilmeyecek şeyi kaybetmek nekorkunç kolaylıktır: Kaybedilen nedir? Kendin.
Çünkü riske girersem ve aldanırsam, o zaman(!)yaşam beni kurtarmak için cezalandırır. Ama hiç riske girmezsem bana kim yardım eder? Belirginanlamıyla hiçbir şey tehlikeye atılmadığı sürece (bu, kendi ben'inin bilincinde olmaktır) alçakça budünyanın tüm olanaklarına kavuşurum; ve ben'imi kaybederim. Sonsuzluğun umutsuzluğu budur. Bir insan mükemmel bir biçimde görünürde insanî, geçici bir yaşamsürebilir, başkalarının övgüleri ile şerefe, itibara ve dünyasal tüm amaçların ele geçirilmesine doğruyol alabilir.
Çünkü yüzyılımız, söylendiği gibi sadece kendi cinsinin dünyaya adanmış, yeteneklerinikullanan, paraları yığan, söylendiği gibi başarıya ulaşmış insanlarından, önceden öyle olacaklarıgörülen artistlerden, vd.'den oluşmuştur, bunların isimleri belki tarihe geçecektir, ama gerçektenkendileri mi idiler? Hayır, tinsel olarak, ben'leri; her şeyi tehlikeye atacak ben'leri, Tanrı karşısındamutlak olarak ben'leri yoktu... ne kadar bencil olsalar da ben'leri yoktu.
B- Olabilirin ve zorunlulugun ikili kategorisi açısından ele alman umutsuzluk Olabilir ve zorunluluk ben'in oluşumunda eşit hâlde vardır (eğer ben özgür değilse, aslında ben içinhiçbir gelecek yoktur). Ben'in sonsuzluğa ve sonluluğa olduğu gibi eşit bir biçimde olabilire vezorunluluğa gereksinimi vardır. Zorunluluk eksikliğinden olduğu kadar olabilirin eksikliğinden deumutsuzluğa düşer.a-Olabilirin umutsuzluğu veya zorunluluğun eksikliğiDaha önce görüldüğü gibi bu olgu diyalektiğe dayanmaktadır. Sonluluk, sonsuzluğa sınırlar getirir;aynı şekilde olabilirin alanındaki zorunluluğun alıkoyma rolü vardır. Sonlunun ve sonsuzun senteziolarak ben, öncelikle ortaya konmuş, var olmuştur! daha sonra gelişmek için imgelem perdesinekendini yansıtır ve onda olabilirin sonsuzluğunu uyandıran şey budur. Ben, zorunluluk kadar olasılıktaşır, çünkü pekâlâ kendisidir ama kendisi hâline gelmek zorundadır. Ben, zorunluluktur, çünkükendisidir ve olabilirdir, çünkü kendisi hâline gelmek zorundadır.Eğer olabilir, zorunluluğu alt ederse ve böylece ben, j olabilirin içine onu zorunlulukla ilintilendirenhiçbir bağlantı olmadan atılır ve kaybolursa, olabilirin umutsuzluğuna sahip olunur. Böylece ben,olabilirin içinde bir soyutluk hâline gelir, yer değiştirmeyi başaramadan çırpınarak tükenir, çünküonun gerçek yeri, zorunluluktur: Aslında kendi hâline gelmek, olduğu yerde kalan bir devinimdir.Olmak bir başlangıçtır; ama kendi olmak, olduğu yerde kalan bir devinimdir.
Olabilirin alanı bu şekilde ben'in gözünde gitgide genişler, ben bu alanın içinde her zaman daha fazlaolasılık bulur, çünkü burada hiçbir gerçek oluşamaz. Sonunda, olabilir her şeyi kapsar; ama buşekilde uçurum ben'i yutmuştur. En küçük olabilir, gerçekleşmek için belirli bir zaman isteyecektir. Gerçek için gereken bu zaman, sonunda, her şey anların tozları hâlinde ufalanacak şekilde küçülür. Olabilirlikler "gitgide daha yoğun hâle gelirler; ama bu olabilirlikler, aslında yoğunluk yalnızcaolabilirin gerçeğe dönüştüğü yerde bulunduğu için gerçek hâline gelemezler.
Bir an bir olabilir ortayaçıkar çıkmaz hemen diğer bir olabilirlik ortaya çıkar, sonuç olarak tüm bu görüntüler o kadar hızlıgeçerler ki her şey bize mümkün görünür ve böylece, Ben'in artık-yalnızca bir serap olduğu en uç ânaulaşırız.Şimdi onda eksik olan, biri gerçeğin dışına çıktığı denildiği zaman günlük dilin belirttiği gibigerçektir. Ama bu duruma daha yakından bakarsak, eksik olan zorunluluktur.
Çünkü filozoflararağmen, gerçek, olabilirlikle zorunluluğun içinde birleşmez, gerçeğin içinde olabilirle birleşen,zorunluluktur. Ben'in olabilirin içinde kaybolması, en azından genel anlamıyla güç eksikliğindenkaynaklanmamaktadır. Eksik olan, aslında içimizde bulunan zorunluluğa, içsel sınırlarımız olarakadlandırılabilecek şeye uyma gücüdür.
Böyle bir ben'in bahtsızlığı bu dünyada hiçbir şeyeulaşamamaktan değil, kendinin bilincinde olmayışından, kendi olan bu ben'in kesin bir belirleniş, birzorunluluk olduğunu fark etmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yerine insan kendi ben'iniolabilirin içinde gerçekdışı yansımaya bırakarak kaybolmuştur. Kendimizi daha önce tanımadanaynada göremeyiz, yoksa bu, kendini görmek değil, sadece başkasını görmek olurdu.
Ama olabilirlik,ancak büyük bir özenle kullanmak zorunda olduğumuz olağanüstü bir aynadır. Aslında yalansöyleyebilmemiz bu aynalardan biridir. Kendine öz olabilirliği içinde bakan bir ben, ancak yarıyarıya gerçektir; çünkü bu olabilirlik içinde hâlâ kendi olmaktan çok uzaktadır veya ancak yarı yarıyakendidir. Daha sonra kendi zorunluluğunun neye karar vereceği hâlâ bilinememektedir. Olabilirlik,cazip bir davet alıp hemen evet diyen bir çocuğun yaptığı gibi yapmaktadır! geriye, ebeveynlerin bunaizin verip vermeyeceği konusu kalıyor... ve ebeveynler zorunluluğun işlevini görmektedirler. Olabilirlik gerçekten tüm olabilirlikleri, böylece tüm yanılmaları ve özellikle iki yanılgıyı taşır: Biriistek, özlem biçiminde, diğeri hayali melankoli biçiminde (umut, tedirginlik veya korku). Tıpkı birdenender bir kuş gören ve önce kendini ona ulaşacak noktada sanıp onu izlemekte inat eden, çok sayıdaefsanenin sözünü ettiği şövalye gibi... ama kuş gece oluncaya kadar sürekli kaçar ve şövalyeyalnızlığı içinde artık dönüş yolunu bulamaz: İsteğin olabilirliği de böyledir.
İstek, olabilirizorunluluğa getirmek yerine, onu dönüş yolunu kaybedinceye kadar izler. Melankolide de bunun zıddıaynı biçimde oluşur. Melankolik bir aşkın bir insanı, korkusunun bir olabilirinin peşine düşer!sonunda onu kendinden uzaklaştırır ve içinde yok olmaktan o kadar korktuğu bu kaygı ve aşırılıkiçinde bu olabiliri yok eder.b) Zorunluluk içindeki umutsuzluk veya olabilirin eksikliği Olabilirin içinde kaybolmanın çocuğun mırıldanmalarına benzediğini varsayın, bu durumdaolabilirden yoksun kalmak, dilsiz olmaktır.
Zorunluluk yalnızca sessiz harfler gibi görünmektedir,onları telaffuz etmek için olabilirlik gereklidir. Eğer olabilirlik eksik kalırsa, yazgı bir varlığınbundan mahrum olmasına yol açarsa, bu varlık umutsuzluğa düşer ve olabilirliğin eksik kaldığı heran, umutsuz olur.Söylendiği gibi umut için bir çağ vardır veya hâlâ belirli bir dönemde, yaşamın belirli bir anındaumutla veya olabilirlikle dolup taşıldığı olmuştur. Ama bunlar sadece gerçeğe ulaşmayan boşsözlerdir: Çünkü her şeyi umut etmek ve bu tür umutsuzluğa düşmek, hâlâ gerçek umut değildir,gerçek umutsuzluk da değildir.Ölçüt şudur: Tanrı için her şey mümkündür.
Her zamanın ve dolayısıyla her anın gerçeği budur. Bugünlük nakarattır ve bu nakarat farkında olmadan sürdürülür; ama bu sözcük ancak her şeyin sonunagelmiş ve hiçbir başka insansal olabilirliğin var olmadığı insan için belirleyicidir. O hâlde onun içintemel olan, Tanrı'ya inanma istenci varsa, Tanrı için her şeyin mümkün olduğuna inanıpinanmamasıdır. Ama bu, aklını yitirmek için formül değil midir? Tanrı yı kazanmak için aklı yitirmek,inanma eylemi budur.
Bu durumda olan bir kişiyi varsayalım: Dehşet içindeki bir hayalin tüm güçleri,ona, titrerken bilmem hangi dayanılmaz korkuyu gösterecektir. İnsanların gözünde kaybı kesin birolgudur... ve ruhunun umutsuzluğu, umutsuzca umutsuz olma hakkı için, hatta diyebilirim ki tümvarlığının umutsuzluk içine yerleşmesinden alacağı doyum için savaşır! kendisine engel olmak isteyenbir kişi karşısına çıkmadıkça umutsuzluğunu hiçbir şeyi lanetlememeye değin vardırır.
Şairlerin şairi,Richard'de bunu hayran olunacak biçimde dile getirmiştir.Beshrew thee,cousin,which didst lead me forthOf that sweet way I was into despair*(Perde III, Sahne II)* "Beni bu işe soktuğun için lanet olsun sana kuzen.Ve sen de beni tatlılıkla bu umutsuzluğa sürükledin."O hâlde kurtuluş, insansal en üst olanaksızdır; ama Tanrı için her şey mümkündür! Bu, olabilirlik içinbir çılgın gibi savaşan inancın savaşıdır. Aslında onsuz hiçbir kurtuluş yoktur. Bir bayılan olduğuzaman insanlar su, kolonya diye bağırırlar. Ama umutsuzluğa düşen biri için olanak, olanak diyehaykırılır.
Umutsuz kişi ancak olanakla kurtarılabilir. Bir olanak:Ve umutsuz kişimiz yeniden nefesalır, yeniden yaşamaya başlar, çünkü olanak olmadan nefes alınamaz diyebiliriz. Bazen insanların ustalığı, olanağı bulmak için yeterli olur! ama inanmak söz konusu olduğunda yalnızca bir ilâç vardır:Tanrı için her şey olanaklıdır.Savaşım budur. Çıkış yolu bir noktaya dayanmaktadır: Savaşan olasıdan yararlanmak istiyor mu:inanmak istiyor mu? Ve bununla birlikte insanca konuşmak gerekirse, son derece kesin olarakkaybettiği şeyi çok iyi bilmektedir. Ve inancın diyalektik devinimi budur. Genelde insan, şu veya buşeyin başına gelmeyeceğini hesap ederek umuda, olasıya vs. tutunmakla yetinir. Daha sonra olaymeydana gelir ve mahvolur.
Gözü pek insan, riski çok çeşitli etmenlere bağlı olan bir tehlikenin içineatılır; ve risk gerçekleşir, umutsuzluğa düşer, yenilir, inançlı kişi, insan olarak kaybını (boyun eğdiğiveya cesaret ettiği şeyde) görür ve duyumsar; ama inanır. Bu, onu mahvolmaktan korur. Kurtuluşyöntemi konusunda her şeyini Tanrı'ya teslim eder, ama Tanrı için her şeyin mümkün olduğunainanmakla yetinir. Kendi yok oluşuna inanmak, olanaksızdır.
İnsanî olarak anlamak onun yok oluşudurve aynı zamanda olabilirliğe inanmak, inanmaktır. Böylece belki korkudan kurtulmasını sağlayarak,belki her beklentiye karşın mucizevî, kutsal yardımın ortaya çıktığı dehşet aracılığıyla Tanrı mümininyardımına koşar. Mucizevî, çünkü bir insanın ancak bundan on sekiz yüzyıl önce kurtarıldığınainanmak ne büyük bir erdemli görünmedir!
Mucizenin yardım etmesi her şeyden önce kurtuluşolanaksızlığı ve daha sonra bizi kurtaran bu gücün karşısındaki dürüstlüğümüz dolayısıyla sahipolduğumuz tutkulu zekâya dayanmaktadır. Ama genel kural olarak insanlar bunların ikisine de sahipdeğillerdir; onlar bu mucizeyi keşfetmek için zekâlarını bile kullanmadan yardımın olanaksızlığınıhaykırırlar ve daha sonra nankör insanlar gibi yalan söylerler.Mümin, olabilirin sonsuzluğu ve umutsuzluğun kesin panzehirini elinde tutar; çünkü Tanrı her an herşeyi yapabilir.
Çelişkileri çözen inancın sağlığı budur. Ve bu çelişkilerden biri de kaybın insansalgerçekliği ve aynı zamanda bu kayba rağmen bir olabilirin varlığıdır. Sonuçta sağlık çelişkili olanıçözme gücü değil midir? Sözgelimi, fizikte bir hava akımı bir çelişkidir, soğuğun ve sıcağındiyalektik dışı bir uyumsuzluğudur ve sağlıklı bir beden farkına varmadan bu uyumsuzluğu çözer.İnanç da aynıdır.Olabilirden yoksun olmak, her şeyin bizim için ya zorunluluk ya da bayağılık hâline dönüşmesianlamını taşımaktadır.Gerekirci, kaderci kişiler benlerini kaybeden umutsuzlardır! çünkü onlar için yalnızca zorunlulukvardır. Bu, tüm yiyeceği altına dönüştüğü için açlıktan ölen kralınki ile aynı serüvendir. Kişilik,olabilirin ve zorunluluğun sentezidir. Süresi, nefes almada olduğu gibi (respiratio)* soluklarınbirbirinin yerini almasına bağlıdır. Gerekircinin ben'i nefes alamaz, çünkü saf zorunluluk solunamazve ben'i adam akıllı boğar.* Fransızca respirer ("solumak") sözcüğünün kökenini oluşturan Latince re-spiratio sözcüğü, aynızamanda "yaşama geri dönmek" anlamı da taşır (y.n.)
Kadercinin umutsuzluğu, Tanrı'yı kaybettiği için ben'i kaybetmesidir! Tanrı'dan yoksun olmak,ben'den yoksun olmaktır. Kaderci Tanrısızdır, diğer bir anlatımla onunki zorunluluktur! çünkü Tanrıiçin her şey mümkün olduğuna göre, Tanrı saf olabilirliktir, zorunluluğun yokluğudur. Bundan dolayıkadercinin tapınması en fazla içe atmadır ve özü gereği suskunluktur, sessiz boyun eğmedir, dua etmeyetersizliğidir. Dua etmek, nefes almaktır ve olabilirlik ben için, akciğerlerimizdeki oksijen işlevinigörür.
Nasıl ki oksijen veya azot ayrı ayrı teneffüs edilemezse, dua etmenin nefesi olabilirlikten veyazorunluluktan ayrı ayrı beslenemez. Dua etmek için ya bir Tanrı, bir ben ve olabilirlik ya da bir benyüce anlamıyla olabilirlik gereklidir! çünkü Tanrı, mutlak olabilirliktir veya saf olabilirlik Tanrı'dır; ve yalnızca böyle bir sarsıntının tinsel yaşamına her şeyin mümkün olduğunu anlattığı kişi, yalnızca okişi Tanrı ile temas kurmuştur. Tanrı'nın istenci olabilirlik olduğu için dua edilebilir; bu istençyalnızca zorunluluk olsaydı dua yapılamazdı ve konuşabilmesi dışında, insanın hayvandan farkıkalmazdı.
Dar kafalılar ve bayağılıkları için durum biraz farklıdır, bu bayağılık her şeyden önce olabilirliktenyoksundur. Onlarda kafa yoktur, buna karşın gerekircilikte ve kadercilikte bu kafa umutsuzluğa düşer;ama kafa eksikliği de hâlâ umutsuzluktur. Her türlü dinsel yönelimden yoksun olan dar kafalı, içindeolabilirliğin her zaman bir barınak bulduğu olasılığın alanında kalır; böylece dar kafalının Tanrı'yıbulma konusunda hiçbir şansı yoktur. Her zamanki gibi hayalden yoksun olan dar kafalı, ister şaraptüccarı, ister başbakan olsun, olayların gidişi üzerinde sıradan bir deneyim birikimi içinde olasılığınsınırlarını, şeylerin olağan sürecini yaşar.
Bu şekilde dar kafalı ne ben'e ne de Tanrı'ya sahip olabilir.Çünkü bu ikisini keşfetmek için imgelemin bizi olasılığın buğusu üstünde besleyip yaşatması, biziolasılıktan çekip çıkarması ve her deneyimin ölçüsünü aşan şeyi olabilir hâle getirerek umut etmemizive korkmamızı veya korkmamızı ve umut etmemizi bize öğretmesi gerekir. Ama dar kafalınınimgelemi kesinlikle yoktur, hiçbir imgelemi istemez ve ondan nefret eder. O hâlde dar kafalı içinhiçbir ilaç yoktur.
Ve bazen varoluş, ondaki papağanın bayağı bilgeliğini aşarak, korku yardımıylaona yardım ederse umutsuzluğa düşer yani böylece durumunun umutsuzluk olduğu ve Tanrı tarafındanbir ben'i kesin yok oluştan kurtarmak için gereken inancın olabilirliğinin onda eksik olduğu apaçıkgörülür.Bununla birlikte kadercilerin ve gerekircilerin olabilirlik nedeniyle umutsuzluğa düşmek için yeterliimgelemleri ve kendilerinde imgelemin yokluğunu keşfetmek için yeterli olabilirlikleri vardır; dar kafalıya gelince, bayağı olan ona güven verir, her şey ister iyiye gitsin ister kötüye gitsin, umutsuzluğuaynıdır.
Kaderciler ve gerekirciler, yatıştırmak ve gevşetmek için, zorunluluğu ılımlılaştırmak içingerekli olabilirlikten yoksundurlar; ve onlara hafifleme olarak yardımcı olacak bu olabilirlik darkafalıda, kafa eksikliğine karşı bir reaktifin eksikliği gibi eksiktir.
Aslında bilgeliği, olabilirliğiedinmekten ve devasa esnekliği olasılığın tuzağında veya bönlüğünde aramaktan dolayı övünür; onuele geçirdiğini zanneder ve bizim dar kafalımız onu olasılığın kafesinde dolaştırır, onu sırayla herkese gösterir ve onun efendisi olduğunu zanneder, böylece kendisinin tutsak olduğundan kuşkuduymadan aptallığın köleliğini ve paryalığın en bayağısını gerçekleştirir. Ve olabilirin içindekaybolan kişi olabilire umutsuzluğun gözü pekliğini getirirken ve yalnızca zorunluluğa inanan kişiumutsuz olarak büzüşürken, dar kafalı aptallığı içinde zafere ulaşır.
B. Varlıgının, dolayısıyla herhangi bir sonsuzluga ait bir ben'e sahip olmanın bilincindekiumutsuzluk/ ve bu umutsuzluğun iki biçimi birinde kendi olmayı istememek, diğerinde kendiolmayı istemek üzerine.Burada bir ayrım kendini kabul ettiriyor: Bilinçli umutsuz, umutsuzluğun ne olduğunu iyi bilir mi?Umutsuzluk üzerine edindiği fikre dayanarak belki umutsuzum demekte haklıdır ve aynı zamanda belkiaslında umutsuzdur; ama bu, fikrinin doğru olduğunu kanıtlar mı?
Yaşamına umutsuzluk açısındanbaktığımızda belki bu umutsuza şunları söyleyebiliriz: Aslında, kuşkulandığından daha da fazlaumutsuzsun, umutsuzluğun daha da derinlere iniyor. Paganlar için de böyle olduğunu unutmayalım;diğerleri ile karşılaştırıldığı zaman, içlerinden biri kendini umutsuz olarak değerlendirdiğinde, hatasıkuşkusuz umutsuz olduğunu söylemesi değildir, yalnızca kendini tek umutsuz zannetmesidir'- Ondaeksik olan, umutsuzluğun gerçek bir kavramına sahip olmamasıdır.
O hâlde bilinçli umutsuz, tam olarak umutsuzluğun ne olduğunu bilmek zorunda olmakla kalmayıpayrıca açıklığın ve umutsuzluğun birlikte ele alındığı ölçüde kendini aydınlatmak zorundadır. Kendiüzerindeki tam ışık, umutsuz olma bilinci, umutsuzluğun kendisi ile bağdaşıyor mu? Durumumuzun vebenliğimizin bilgisi içindeki bu açıklık bizi umutsuzluktan kurtarmak ve bizim umutsuzluğumuzu sonaerdirecek noktaya kadar bizi şaşkına çevirmek zorunda değil midir? Bu sorun burada elealınmayacaktır. Kitabın daha sonraki bölümlerinde bu sorun tartışılacaktır.
Ama burada bu diyalektikaraştırmayı daha ileri götürmeden, bilincin yalnızca umutsuzluğun yapısı üzerinde değil, aynızamanda bu durumun umutsuzluk olup olmadığını bilmek söz konusu olduğu zaman kendi öz durumuüzerinde de büyük bir çeşitlilik taşıdığını belirtmekle yetinelim. Gerçek yaşam, umutsuzluğun biri tambilinçliliği. diğeri tam bilinçsizliği olan iki ucu arasındaki çelişki gibi yalnızca soyut çelişkileriortaya çıkaramayacak denli ayrıntılarla doludur. Genelde, bir sürü ayırtıyla bezenmiş olan umutsuzundurumu kendi gölgesi ardına gizlenir.
Durumundan içten içe bayağı kuşku duyar, hatta umutsuzluğunu,hangi hastalık olduğunu söylemek için fazla istek duymadan bir hastalığın kuluçka dönemindeolduğunun hissedildiği zamanki gibi hisseder. Bir an umutsuzluğunu hemen hemen fark eder, bir başkagün keyifsizliği ona, kendi dışında ve değişiminin umutsuzluğunu yok edeceği dışsal bir şeydenkaynaklanıyormuş gibi gelir. Veya eğlenceyle ya da başka yöntemlerle, çalışmayla, zaman geçirmekiçin alman görevlerle durumu üzerindeki bu gölgenin içinde kalmaya çabalar, ama hâlâ bu amacıniçinde oyalandığını ve bunu karanlığın içinden çıkmamak için yaptığını görmek istemez. Veya ruhunukaranlığın içine sokmaya çalıştığı zaman belki de bunun içine ince hesaplar, belirli bir kavrayış vebir psikolog ustalığı getiriyordur; ama bunu derin bir bilinçlilik olmadan, ne yaptığını ne de davranışbiçimi içinde girdiği umutsuzluğunu hesaba katmadan yapabilir.
Çünkü her zaman, karanlıkta vebilgisizlikte, bilgi ve istenç kendi diyalektik uyumlarını izlerler ve birini tanımlamak için her zamanbirini veya ötekini abartma yanlışlığını yapma tehlikesi vardır.Ama daha yukarıda da görüldüğü gibi umutsuzluğun şiddeti bilinçle birlikte artar. Umutsuzluğungerçek fikriyle birlikte ne kadar umutsuz kalınırsa, umutsuz olunmanın o kadar açık bilincine sahipolunur ve umutsuzluk da o kadar şiddetli olur.
Kendini öldürmenin umutsuzluk olduğu bilinciyle, yanigerçek intihar fikriyle kendimizi öldürdüğümüz zaman, kendini öldürmenin umutsuzluk olduğunugerçekten bilmeden kendimizi öldürdüğümüz zamana göre daha fazla umutsuzuzdur; aksine yanlış birintihar fikriyle kendimizi öldürdüğümüz zaman bu daha az şiddetli bir umutsuzluktur. Diğer taraftan,kendimizi öldürürken kendimiz üzerindeki aydınlığa ne kadar çok kavuşmuşsak (ben'in bilinci)huzursuz ve karanlık bir ruh durumu ile kendini öldüren bir başkasına oranla, sahip olduğumuzumutsuzluk o kadar fazla şiddetlidir.
Aşağıda bilinçli umutsuzluğun iki biçiminin anlatımında sadece umutsuzluğun bilgisinin gelişmesideğil, aynı zamanda umutsuz kişideki durumunun bilinci veya kesinlikle aynı anlama gelen ben'inbilincinin gelişmesi görülecektir. Ama umutsuz olmanın zıddı inanmaktır;) o hâlde yukarıdaumutsuzluğun bertaraf edildiği bir durumun formülü olarak anlatılan şey, aynı zamanda inancınformülü hâline gelmektedir: Ben, kendine dönerken, kendi olmak isterken, kendi saydamlığı arasındanonu ortaya koyan gücün içine dalmaktadır (1. Kitap, 1. Bölüme bkz.).
a-Kendi olunmanın istenmediği umutsuzluk veya zayıflığın umutsuzluğu üzerineZayıflığın umutsuzluğu diye adlandırma, umutsuzluğun ikinci biçimi (B) üzerinde bir görüşe yolaçmaktadır: Kendi olunmanın istendiği umutsuzluk. Bunların zıtlıkları sadece görecelidir. Bir meydanokuma içermeyen umutsuzluk yoktur; "istenmediği" ifadesi bile meydan okumayı içermektedir. Vediğer taraftan, umutsuzluğun en uç meydan okumasında bile güçsüzlük vardır. Ö hâlde bu iki türumutsuzluk arasındaki farkın göreceliği açıkça görülmektedir. Türlerden birinin dişil, diğerinin erilolduğunu söyleyebiliriz.
Gerçeğin içindeki psikolojik bir gezinti, çoğu zaman mantığın bulduğu ve dolayısıyla zorunluolarak doğrulanması gereken ve gerçekte doğrulanan şeyin gözlemlenmesini sağlayacaktır vesınıflandırmamızın umutsuzluğun tüm gerçeğini kucakladığı saptanacaktır! aslında çocuk içinumutsuzluktan değil, sadece kızgınlıklardan söz edilir, çünkü kuşkusuz onda sonsuzluk ancakgücül olarak vardır; ve sonsuzluğa sahip olması gereken yetişkinden talep etmeye hakkımız olanşeyi çocuktan talep edemeyiz. Bununla birlikte kadında erkeksel umutsuzluk biçimlerininbulunamayacağı ve buna karşılık erkekte kadınsal umutsuzluk biçimlerinin bulunamayacağı fikribana uzaktır; ama buradaki olgu istisnadır.
Tabii ki ideal biçimine çok az rastlanıyor ve erkekselumutsuzluk ile kadınsal umutsuzluk arasındaki bu farkın tam olarak doğru olması ancak fikirselboyuttadır. Kadında, erkeğe nazaran çoğu zaman çok daha ince bir duyarlılık olmasına rağmen,ne ben'in bu öznel derinliği ne de mutlak olarak egemen bir düşünsellik vardır. Buna karşınvarlığı bağlanmadır, kendini bırakmadır, yoksa kadın olamazdı. Tuhaf olan, kadının dışında hiçkimsenin ne böyle bir erdemli geçinmesi ne de böyle neredeyse canavarlık dolu surat asmasıvardır ve buna rağmen varlığı bağlanmadır ve (hoş olan budur) temelde tüm bu çekinceleryalnızca bağlanmayı ifade ederler.
Aslında varlığının bu dişisel bırakışı nedeniyledir ki Doğa,kadını, inceliği, erkeğe ait en derin düşünceyi aşan ve onu bir hiç seviyesine getiren bir içgüdü iledonatmıştır. Bir kadının bu duygulanımı ve eski Yunanlıların söylediği gibi tanrıların buarmağanı, bu görkem rastlantıya bırakılamayacak denli büyük hazinedir; ama hiçbir bilinçli insanzekâsı bu hazineyi kullanacak bilince sahip değildir. Bu nedenle Doğa bu içgüdüye özengöstermiştir: Körlüğü içgüdüsel olarak en keskin görüşlü zekâdan daha parlaktır, içgüdüselolarak beğenisini nereye çevireceğim, kendini nerede bırakacağım görür.
Bağlanmak tüm varlığıolduğu için Doğa onun savunmasını üstlenir. Buradan, kadınsallığın ancak bir başkalaşımdandoğduğu sonucu çıkar: Bu başkalaşım, sınırsız erdemin kadınsı kendine bırakmaya dönüşmesiylegerçekleşir. Ama bu temel kendini bırakış umutsuzluğun içinde yeniden ortaya çıkar ve hatta onunbiçimi olur. Kendim bırakışta ben'ini yitirmiştir ve yalnızca bu şekilde mutluluğu bulabilir, ben'iniyeniden bulabilir; mutlu bir kadın bağlanmadan yani ben'ini herhangi birine bırakmadan hiçbirdişiselliğe sahip olamaz.
Erkek de kendini bırakır ve bunu yapmamak onda bir eksiklik oluşturur;ama ben'i kendini bırakma (dişiliğin formülü ben'in tözü) değildir ve kendini bulmak için, kadınınyaptığı gibi artık ben'e gereksinimi yoktur çünkü zaten ben'e sahiptir; erkek kendini bırakır amaben'i kendini bırakışın yalın bir bilinci olarak kalır, buna karşın gerçek bir dişiliğe sahip kadınkendini bıraktığı nesnenin içine atar. Bu nesneyi kaybederken ben'ini kaybeder ve işte kendi olunmanın istenmediği bu umutsuzluk biçimi içinde kalır. Erkek kendini bu şekilde bırakmaz: Amadiğer umutsuzluk biçimi erkeğin izini taşır: Buradaki umutsuz kişi kendi olmak ister.
Bunlar, erkeğin umutsuzluğu ile kadının umutsuzluğu arasındaki ilişkiyi belirlemek için yeterlidir.Bununla birlikte burada ne Tanrıya kendini bırakışın ne de müminin Tanrıyla olan ilişkisinin sözkonusu olmadığını anımsayalım. Bu konu ikinci kısımda ele alınacaktır. Erkek ile kadın arasındakifarkın yok olduğu Tanrı ile olan ilişki içinde, kendini bırakışın ben olduğu ve ben'e ancak kendinibırakışla ulaşıldığı doğrudur. Çoğu zaman kadının Tanrı'yla olan ilişkisi ancak erkek aracılığıylaolsa bile bu, hem erkek hem de kadın için geçerlidir.
1- Geçicinin veya Geçici Bir Seyin Umutsuzlugu
Burada saf doğrudanlık veya sadece nicel bir düşünce ile birlikte olan doğrudanlık karşısındayız.Burada, ne ben'in ve umutsuz olan şeyin ne de içinde bulunulan durumun umutsuz doğasının sonsuzbilinci vardır; burada umutsuz olmak, yalnızca acı çekmektir, edilgen olarak dıştan gelen bir baskıyaboyun eğilir, umutsuzluk hiçbir şekilde bir eylem gibi içeriden gelmez.
Özet olarak bu, çocuklaraskercilik oynadıkları veya doğal insanın dilinde ben, umutsuzluk gibi sözcükler kullanıldığı zamankigibi bir sözcük oyunudur.Doğal insanı (eğer yaşam gerçekten bu denli her düşünümden yoksun doğal tipler sunarsa) ve onunben'ini tinselin görüş açısından tanımlamak gerekirse, o, yalnızca fazladan bir şeydir, geçicinindevasalığı içinde bir ayrıntıdır, maddî dünyanın kalan kısmının bütünleyici bir parçasıdır ve buinsan, içinde ancak sonsuzluğun yalancı bir benzerini taşır. Bu şekilde ben, geri kalanın bütünleyicisiolarak boşuna umut eder, ister, zevk alır... her zaman edilgendir; bu, ben istese de, tıpkı çocuk, "ben"dediği zamanki gibi, çevrenin verdiği bir kararın sonucudur; ne hoşun ve hoş olmayanındiyalektiğinden başka bir diyalektik ne de mutluluk, mutsuzluk, yazgı kavramlarından başka kavramvardır.
İşte böylece bu düşüncesiz ben'de, onu umutsuzluğa düşüren bir şeyler ortaya çıkar. Başka bir yoldanbunun olması olanaksızdır, çünkü ben'in kendi üzerinde hiçbir düşüncesi yoktur. Umutsuzluğunundışarıdan gelmesi gerekir ki bu umutsuzluk yalnızca edilgenliktir. Bu doğal insanın yaşamını dolduranşey veya kendinde ufak bir düşünce kırıntısı varsa, her şeyden önce tutunduğu bir yaşam parçasınıtalihin bir darbesi onun elinden alır veonun dilini konuşursak, yeniden umutsuzluğa düşer, yani böyle bir darbe daha sonra elinegeçiremeyeceği içindeki doğrudanlığı yok eder: Umutsuzluğa düşer.
Veya uslamlamanın içinde çoknormal, yaşamda oldukça ender olmakla birlikte, doğrudanlığın bu umutsuzluğu, bu düşüncesizinsanın mutluluğun aşırılığı diye adlandırdığı şeyden kaynaklanır; bu şekliyle doğrudanlık, aslındabüyük bir kırılganlıktır ve düşünceyi sarsan her aşırılık onu umutsuzluğa götürür. O hâlde umutsuzluğa düşer veya daha çok, tuhaf bir aldatmaca ile ve kendi hakkında tam olarakaldanmış olarak umutsuzluğa düştüğünü söyler. Ama umutsuzluk, sonsuzluğu kaybetmektir ve kayıphakkında tek kelime etmez, hatta hayal bile etmez.
Geçici olanı kaybetme kendi içinde umutsuzlukdeğildir, buna rağmen sözünü ettiği ve umutsuz olma diye adlandırdığı şey budur. Bir anlamdaönermeleri doğrudur, ama onun anladığı şekilde değildir; ters yönde sunulduklarından onlarıtersinden anlamalıyız: Umutsuzluğa düştüğünü söylerken, umutsuzluk olmayan şeyi belirtmektedir veaslında bu sırada umutsuzluk onun haberi olmadan arkasında oluşmaktadır. Bu, tıpkı arkasını belediyesarayına çeviren ve buna rağmen karşısında belediye sarayını gösteren kişinin içinde bulunduğudurum gibidir; adamcağız doğru söylüyor: Belediye sarayı tam karşısında... ama arkasını dönerse.Umutsuz olduğunu söylemekte haksız olmamasına rağmen aslında umutsuz değildir. Ama kendiniumutsuz olarak değerlendirir, kendine bir ölüye bakar gibi, kendinin gölgesi gibi bakar. Buna rağmenumutsuz değildir, hatta bu kadavranın içinde hayat olduğunu bile söyleyebiliriz.
Eğer birden her şeydeğişirse, tüm bu dış dünya ve tüm isteği gerçekleşirse, o kişinin canlandığını ve doğallığın yenidenduruma egemen olduğunu görürüz ve adamımız yeniden koşmaya başlar. Ama doğallık, savaşmak içinbaşka bir yöntem tanımaz, yalnızca bir şey bilir: Umutsuz olmak ve bilincini yitirmek... Ve bununlabirlikte bilmediği tek şey varsa, umutsuzluğun ne olduğudur. Doğallık, umutsuzluğa düşer vekendinden geçer, daha sonra bir ölü gibi kımıltısız kalır, ölü taklidi yapmanın ustalığıdır bu; çünkühareketsizlikten ve ölü taklidi yapmaktan başka 'silahı ve savunması olmayan bazı hayvanlara benzer. Beklerken zaman geçer.
Dışarıdan gelen yardımla umutsuz kişi yaşama yeniden kavuşur, dün olmadığıbir ben hâline gelmeden bıraktığı noktadan yeniden başlar ve katıksız bir doğallığın içinde yaşamınısürdürür. Ama dışarının yardımı olmazsa gerçek başka bir biçimde oluşmaya başlar. Bununla birliktekadavraya biraz hayat gelir, ama "artık hiçbir zaman kendisi olmayacaktır" denir.
Artık yaşamıanlamada eline birkaç kırıntı geçmiştir, başkalarına ve bunların yaşamak için edindikleri biçimlereöykünür... ve işte onlar gibi yaşamaya başlar. Ve Hıristiyanlığın içinde de bu doğal kişi bir Hıristiyandır, her Pazar kiliseye gider, papazı dinler ve onu anlar, çünkü bunlar iki ortaktır; ve biriöldüğü zaman diğeri birkaç kuruş karşılığında onu sonsuzluğun içine sokar; ama bir ben olmayagelince, ne önce ne de sonra hiçbir zaman bir ben olamaz.
Doğrudanlığın umutsuzluğu budur: Hiçbir şekilde kendi olmayı istememek veya daha da kötüsü: Birben olmayı hiç istememek veya her şeyin en aşağı biçimi: Başka biri olmayı arzulamak, yeni bir ben'esahip olmayı ummak. Aslında doğallık hiçbir ben'e sahip değildir ve kendini tanımadan kendini nasılbulacaktır? Serüveni çoğu zamanda maskaralığa dönmektedir. Doğal insan umutsuzluğa düşerken,olmadığı ben'i ummak veya en azından bu ben olduğunu hayal etmek için bile yeterli bir ben'e sahipdeğildir.
Bu durumda başka biri olmayı umarak kendisine başka bir şekilde yardımcı olmaktadır.Bundan emin olmak için doğal insanlara bakalım: Umutsuzluk sırasında, akıllarına gelen ilk istek birbaşkası olmak veya bir başkası hâline gelmektir. Her şeye rağmen, umutsuzluğu bile insanlarıngözünde çok önemsiz olan bu tür bir umutsuz kişiye nasıl gülünmez. Genelde böyle bir insan sınırtanımayan bir komikliktedir.
Bir ben'i (ve Tanrı'dan sonra hiçbir şey ben kadar sonsuz değildir) ve buben'in kendisinden başka biri hâline gelme yöntemleri üzerine düşünmeye koyulduğunu tasarlayalım.Ve tek isteği tüm başkalaşımların en çılgını olan bu tür bir umutsuz, onun için değişimin giysideğiştirmek kadar kolay olduğu bu yanılsamanın âşığıdır. Çünkü doğal insan kendini tanımaz, sözcüğüsözcüğüne kendini ancak giysi olarak tanır, ancak dışsal yaşam olarak bir ben'i vardır (ve buradanonun sonsuz(komikliği)ortaya çıkar).
Bu kadar gülünç bir aşağılama az bulunur; çünkü ben iledışındakiler arasındaki fark sonsuzdur. Tüm bu yaşam doğal insan için değiştiğine ve umutsuzluğuniçine düştüğüne göre bir adım daha atar, aklına şu düşünce gelir ve ona güler: Sahi! Eğer bir başkasıolsaydım? Eğer kendime yeni bir ben sunsaydım? Evet bir başkası olsaydı! Ama sonra kendisinitanıyabilecek miydi?
Başkente çıplak ayakla gelen bir köylünün burada çok para kazandığı anlatılır.Bu köylü kazandığı paralarla çorap ve ayakkabı alabildiği gibi geriye sarhoş olabilmeye yetecekkadar parası kalır. Böylece sarhoş olan köylü, köyüne geri dönmek ister, ama yolun ortasına düşer vesızar. Yoldan bir araba geçmektedir ve arabacı köylüye ayaklarının ezilmesini istemiyorsa ayağakalkmasının gerektiğini bağırarak söyler. Böylece uyanan sarhoşumuz ayaklarına bakar, yeni çoraplarve ayakkabı nedeniyle onları tanıyamaz ve bağırır: "Geç üstünden, onlar benim ayaklarım değil".Umutsuzluğa düşen doğal insan da aynısını yapar: Umutsuzluğu komikliğin dışında tasarımlayamaz,çünkü onun argosuyla ben'den ve umutsuzluktan söz etmek, doğrusu ustalık olur.
Doğrudanlığın, kendi üzerine bir düşünceyle birleşmiş olarak varsayılması durumunda, umutsuzlukbiraz değişir; bu durumda kendi ben'in hakkında biraz daha bilinçli olan insan umutsuzluğun ve kendidurumunun umutsuz doğasının biraz daha fazla bilincinde olur; umutsuz olduğundan söz ettiğinde buartık saçma değildir: Ama güçsüzlüğün umutsuzluğunun temelinde, her zaman edilgen bir durumvardır; ve biçimi umutsuzun kendi olmak istemediği biçimidir.
Saf doğrudanlığa göre buradaki gelişme şudur: Umutsuzluk bir şoktan, bir olaydan dışarı çıkmasa da,kendi üzerindeki bu düşünceye başlı olabilir ve artık dışsal nedenlere basit, edilgen bir boyun eğmedeğildir; ama bir ölçüde kişisel bir çaba, bir eylemdir. Burada, belli bir derecede içsel düşünce, dolayısıyla ben üzerine dönüş vardır; ve bu düşünüm başlangıcı, içinde ben'in dışsal dünyanın kalankısmıyla olan derin farkını gördüğü bu seçme eylemini başlatır. Bu başlangıç, aynı zamanda buseçimin ben üzerindeki etkisini de başlatır. Ama bu, onu fazla uzağa götürmez.
Bu ben, içindekidüşünce dağarcığı ile tüm sorumluluğu yüklenirse, derin yapısı ve sorumluluğu içinde bazıtehlikelerle karşılaşma riskini taşır. Çünkü hiçbir insanın bedeni mükemmel olmadığı gibi hiçbir bende mükemmel değildir. Ne biçimde olursa olsun, bu zorluk dehşete düşmekten korur. Veya bazıolaylar ben'le doğrudanlık arasında, düşüncesinin yapamayacağı kadar derin bir kopuşu sağlar; ya dadüşsel, ortaya çıkmaları durumunda aynı şekilde doğrudanlık ile bağları koparacak bir olasılığıkeşfeder.Böylece ben, umutsuzluğa düşer.
Umutsuzluğu zayıflığın umutsuzluğudur, ben'in kendinigerçekleştirdiği umutsuzluğun zıddı olan ben'in edilgen acısıdır; ama kendi üzerindeki ufak düşüncedağarcığı sayesinde, burada hâlâ katıksız doğallıktan farklı olarak ben'ini savunmayı dener. Ben'ikendi hâline bırakmanın ne büyük bir altüst etme olduğunu anlar, doğrudanlığın insanı gibi bunu birbeyin kanaması hâline getirmez, düşüncesi ona çok şey kaybedilebileceğini, ama buna rağmen ben'inkaybedilmeyebileceğini anlaması konusunda yardımcı olur, ödünler verir ve buna gücü vardır! Çünkübir noktaya kadar ben'ini dışarıdan ayırmıştır ve ben'i içinde sonsuz bir parçanın olması gerektiğikonusunda belli belirsiz bir fikri vardır. Ama boşuna savaşır: Karşılaşılan güçlük tüm doğrudanlıklatam bir kopmayı gerekli kılmaktadır ve bunun için de yeteri kadar törel düşünceye sahip değildir:Onu tüm dışsallıktan çıkarabilecek sonsuz bir soyutlama ile kazanılacak bir ben bilincine,doğrudanlığı üzerine geçirmiş bir ben'in zıddı ve sonsuz bir ben'in ilk biçimi ve içinde ben'in sınırsızyükümlülükleri ve yararları ile gerçek ben'ini üstlendiği bu sonsuz sürecin motoru olan çıplak vesoyut bir benin bilincine hiçbir şekilde sahip değildir.O hâlde umutsuzluğa düşer ve umutsuzluğu, kendi olmayı istemektir. Bunun nedeni başka biri olmanıngülünçlüğünü kafasına koyması değildir; ben'i ile bağlantısını koparmaz, buradaki ilişkileri herhangibir kişinin içerideki duman veya başka bir nedenden dolayı ona itici gelebilecek meskeni için sahipolabileceği duyguları anımsatmaktadır (komiklik, ben ile olan ilişkisinin hiçbir zaman bir insanınoturduğu yer ile olan ilişkisi kadar gevşek olmamasından kaynaklanmaktadır, bu nedenle bu insanevini terk eder, ama onu tamamen bırakmadan, yeni bir yer tutmadan, eskisine kendi eviymiş gibibakmayı sürdürerek, sakıncalı durumun geçeceğini tahmin ederek terk eder.
Aynı durum umutsuzluğadüşen insan için de geçerlidir. Zorluk sürdüğü sürece, sözcüğün tam anlamıyla kendine dönmeyecesaret edemez, kendi olmayı istemez; ama kuşkusu geçtikten veya belki de değişecek olan budurumdan sonra bu karanlık olasılık da unutulacaktır. Böylece bu durumun geçmesini beklerken, birdeğişiklik olup olmadığını görmek için ben'ine çok ender ziyaretler yapar.
Ve bir değişiklik olduğuan, kendini yeniden düzene sokar; kendini bulduğunu söylerken yalnızca bıraktığı noktayı elinegeçirdiğini söylemek isterken, elinde, ben'ine ilişkin bir kuşkudan başka bir şey yoktur ve ondan öteyegidemez.Ama hiçbir şey değişmezse, kendini başka türlü düzene sokar. Gerçekten bir ben olmak için izlemekzorunda olduğu içsel yola tamamen sırt çevirir. Böylece tüm ben ve gerçek sorunu, ruhununderinliklerinde bir tür sahte kapı hâline gelir. Bu kapının arkasında da hiçbir şey yoktur. Lisanındaben olarak adlandırdığı yani kendisine yatkınlıklar, yetenekler, vs. olarak verilen şeyi üstlenir; amabu ben'i dışarıya yani yaşam, gerçek yaşam, etkin yaşam olarak adlandırılan şeye yönelmiş olaraküstlenir; kendi üzerinde tuttuğu çok az olan düşünümle sadece sakınımlı ilişkileri vardır, arka taraftasaklı kalan şeyin ortaya çıkmasından endişe duyar. Böylece yavaş yavaş ben'i unutmayı başarır; zamanla ben'i neredeyse gülünç bulur; özellikle de kibar toplumda gerçek yaşama uyumu ve zevkiolan dinamik ve değerli diğer insanların arasında olduğu zaman. Çok hoş! İşte mutlu romanlardaolduğu gibi birkaç yıllık bir koca, iş sahibi, aile babası ve vatandaş, hatta büyük insan, etkin birkişilik! evinde hizmetçileri ondan söz ederken ona bir ben yakıştırır: "Beyefendinin bizzat kendisi",önemli bir kişi! davranışı tüm insanlara hak ettiğini vermesini bilir; kendi kişiliğinin de aynı şeyi hakettiğini unutmaz, bu hak açısından değerlendirdiğimizde, onun bir kişilik olduğu tartışma götürmez. VeHıristiyanlıkta, iyi yetişmiş Hıristiyanların içindeki Hıristiyandır (tıpkı paganizmde bir pagan veHollanda'da bir Hollandalı olacağı gibi).
Ölümsüzlük sorunu onun zihnini çoğu zaman meşgul etmiştirve papaza bir kezden daha fazla gerçekten ruhun var olup olmadığını ve insanın yeniden kendini bulupbulamayacağını sormuştur! ki bu, ben'i olmadığı için onu özellikle ilgilendiren bir noktadır.En ufak bir yergi kırıntısı olmaksızın bu tür umutsuzluğu nasıl gerçekten betimleyebiliriz! Komiklik,kendi umutsuzluğundan geçmiş olarak söz etmesidir; korkunçluk ise zannettiği gibi bunu aştıktan sonradurumunun tam da umutsuzluk olmasıdır.
Dünyada bu kadar övülen tüm bu pratik bilgeliğin, iyiöğütlerin ve bilge özdeyişlerin tüm bu kutsal dizisinin, tüm bu "göreceğiz”lerin, "kaderimize boyuneğeceğiz'lerin, "her şeyi arkada bırakın”ların, vs. altındaki sonsuz gülünçlük, ideal bir anlamda, negerçek tehlikenin nerede olduğunu ne de tehlikenin ne olduğunu bilmeyen tam aptallığın ta kendisidir.Ama buradaki korkunçluk, bu törel aptallıktır.
Geçicinin veya geçici bir şeyin umutsuzluğu ve özellikle bu umutsuzluğun ikinci biçimi olan kendihakkında biraz düşünceye sahip doğal insanın umutsuzluğu, umutsuzluğun en yaygın biçimidir.Umutsuzluk düşünceyle ne kadar çok donanırsa, o kadar az görülür veya o kadar az rastlanır. İnsanların çoğunluğunun umutsuzluklarının derinliklerine fazla inmedikleri doğru olsa da bu, hiçumutsuz olmadıklarını göstermez. Yaşamlarında tinsel bir amaç olan kişiler çok enderdir!
Bunu deneyenler çoktur ve bunların içinde bu amacı terk etmeyen çok azdır! Ne tedirginliği ne de gerekleriöğrenmemiş oldukları için geri kalan her şey onlara önemsiz, hatta sonsuz derecede önemsizgelmektedir. Aynı zamanda ruhundan kuşku duymanın ve tin olmak istemenin -onların gözünde bu birçelişkidir ve çevrelerinin aynası bu çelişkiyi apaçık hâle getirmektedir
dünya için bir zamansavurganlığı olduğu ve bunun yasalarca cezalandırılmasının gerektiği veya en azından insanlığa karşıbir ihanet ve çılgın bir yokluğun zamanını dolduran saçma bir meydan okuma olarak küçümsenmesiveya alaya alınmasının gerektiği, özrü olmayan bir savurganlık olduğu düşüncesine katlanamazbunlar. Böylece yaşamlarının içine bir-an doğar ve maalesef bu an en iyi-sidir! Bu anda en azındaniçsel bir doğrultuya saparlar, yol onlara ıssız bir çöle götürüyormuş gibi gelir... "ve her tarafta güzelve yeşil bir otlak bulunmaktadır". Böylece buna kendilerini bırakırlar ve maalesef en güzel zamanlarıolan bu zamanı hemen unuturlar ve bu zaman sanki bir çocukmuş gibi akılarından çıkar. Bunlar üstelikpapazlarca kurtuluş konusunda ikna edilmiş Hıristiyanlar -dır. Bilindiği gibi bu umutsuzluk en yaygınolanıdır; o kadar yaygındır ki umutsuzluğun yalnızca gençlere özgü bir şey olduğu ve yaşamın en üstnoktasına ulaşmış olgun insanda hiçbir şekilde bulunmaması gerektiği yolundaki genel kanıyı tekbaşına açıklar. Bu, insanların çoğunun, tüm yaşamları boyunca çocukluk ve gençlik dönemlerini pekfazla aşamadıklarını görmeyen -evet görmeyen, oysa görülmeyen şeyin insanlar için söylenebilecekneredeyse en iyi şey olduğunu anlamamak daha da kötüdür- ve bu nedenle aldanan umutsuz birgörüştür: Bu yaşam, bir parça kendi üzerinde düşünce ile bezenen doğal bir yaşamdır. Hayır,umutsuzluk sadece gençlerde bulunan ve "büyürken kaybedilen yanılsama gibi" büyürken bizi terkeden bir şey değildir.
Çünkü yaptıklarını düşünecek kadar aptal olsalar bile bu tam da yapamadıklarışeydir. Aksine, bir genç kadar çocuksu yanılsamalarla dolu bir sürü erkek, kadın ve yaşlı insanvardır. Aslında biri umudun, diğeri de hatıranın olmak üzere iki tür yanılsamaya maruz kalınmaktadır. Gençlerin umut yanılsaması, yaşlı insanların anı yanılsaması vardır; ama aynı zamanda yaşlı insanlarbu anı yanılsamasının kurbanı oldukları için bundan yalnızca umut biçimi taşıyan bir fikiroluştururlar.
Doğal olarak onları rahatsız eden, bu fikir olmayıp oldukça gülünç olan şu fikirdir:Sözde üstün ve yanılsa-masız bir görüş açısından bakarak gençlerin yanılsamalarını küçümsemek.Gençlik, kendinin ve yaşamın olağanüstülüğünü beklerken yanılsamanın içinde yaşar; buna karşınyaşlılarda yanılsama, çoğu zaman gençliklerini anımsama biçimlerindedir.
Yaşı nedeniyleyanılsamadan kurtulmuş olması gereken bir genç kız kadar düşsel yanılsamaların içinde yüzer, anıolarak da genç kızlık yıllarında çok mutlu, çok güzel olduğunu düşünür. Yaşlıların çok söz ettikleri bugeçmiş, gençlerin geleceğe dönük yanılsaması kadar büyük bir yanılsamadır; her ikisinde de yalanveya şiir vardır.Ama çok mutsuz olan bir yanlışlık da umutsuzluğun yalnızca gençlere özgü olduğunu düşünmektir.
Ve genel olarak -zihnin yapısını yanlış olarak anlamaktan ve üstelik insanın yalnızca basit bir hayvansıyaratık olmayıp ayrıca bir zihin de olduğunu bilmemekten başka- inancın ve bilgeliğin yıllarla birliktedişlerin, sakalın çıkması gibi yavaş yavaş kendiliğinden oluştuğunu düşünmek ne aptallıktır. Hayır,insanlar kaçınılmaz olarak nereye varırsa varsın ve başlarına ne gelirse gelsin, tek bir şey yazgınındışında kalır: inanç ve bilgelik.
Çünkü zihin söz konusu olduğunda, basit kadercilik kesinlikle insanahiçbir şey getirmez, zihnin kendinden daha acımasız bir düşmanı yoktur; ama aksine yıllar geçtikçeyitirilmesi bundan daha kolay olan hiçbir şey de yoktur. Belki de yıllarla birlikte sahip olunan birparça içsellik, bir parça tutku, duygu, hayal de öylece uçup gider ve yaşamı öylece (çünkü bu türşeyler öylece oluşurlar) anladığını zanneden bayağılığın bayrağı altında dizilinilir. İnsan, tabii kiyıllara bağlı olan bu düzelme durumuna kendi umutsuzluğu içinde bir iyilik olarak bakar ve hiçbirzaman umutsuzluğa düşme fikrine sahip olmayacağı konusunda kolayca emin olur (ve yerici biranlamda, hiçbir şey bundan daha kesin değildir); hayır! Tinsel yokluk olan bu umutsuzluğun içindekalarak kendini korumuştur. Aslında Sokrates, insanı tanımamış olsaydı gençleri sever miydi?Ve bir insanın zamanla en basit umutsuzluğa batması her zaman gerçekleşmezse bu, umutsuzluğadüşmenin yalnızca gençlere özgü olduğu anlamına mı gelir? Gerçekten yaşla gelişen ve ben'inin derinbilincini olgunlaştıran insan belki de umutsuzluğun üst bir biçimine ulaşabilir. Ve eğer yaşamıboyunca sadece vasat gelişmeler kaydederse, saf ve basit bayağılığın içine batmadan insanda, babadave yaşlıda genç bir insan varlığını sürdürürse, her zaman gençliğin vaat ettiklerinden birazını korursa,her zaman geçiciden veya geçici bir şeyden, bir genç gibi umutsuzluğa düşme riskini taşır.Eğer yaşlı bir insanın umutsuzluğu ile genç bir insanın umutsuzluğu arasında fark varsa bu, ancakikincil niteliklidir ve tamamen rastlantısaldır.
Genç gelecekten; gelecekteki bir şimdi gibi umutsuzolur; gelecekte, yüklenmek istemediği ve bunun aracılığıyla kendi.....olmak istemediği bir şey vardır..Yaşlı insan geçmişten, geçmiş gibi sürmeyen geçmişteki bir şimdi gibi umutsuz olur; çünküumutsuzluğu tam bir unutuşa kadar gitmez. Bu geçmiş olgu belki de pişmanlığının hissedilmesigerektiği bir şey bile olabilir. Ama pişmanlık olabilmesi için öncelikle umutsuz olmak ve sonunakadar verimli bir biçimde umutsuz olmak gerekir ve böylece tinsel yaşam derinliklerden ortayaçıkabilecektir.
Ama umutsuz insanımızın şeylerin böyle bir karara kadar gitmesine izin verecekcesareti yoktur. Ve orada kalır ve hâlâ umutsuz olarak, unutuşun gücü ile kötülüğü iyileştirmeyi veböylece tövbe eden yerine yataklık eden olmayı başaramayıp daha da umutsuzluğa kapıldıkça, zamangeçer. Ama insan ister yaşlı, ister genç olsun temelde umutsuzluk aynıdır, umutsuzluğu daha yüksekbir biçime değin.....yoğunlaştıran veya inanca götüren sonraki bir savaşımı olanaklı kılan bilinçolarak ben içindeki sonsuzluğun dönüşümü başarılamaz.. Bu durumda buraya kadar özdeş bir biçimde kullanılan şu iki terim arasında temel bir fark yok mudur:Geçici olanın umutsuzluğu (bütünselliği belirten) ve geçici bir şeyin umutsuzluğu (ayrık bir olayıbelirten)? Tabiî ki vardır. Ben imgelemin içindeki sonsuz bir tutkuyla geçici bir şeyden umutsuzluğadüştüğü an, sonsuz tutku bu ayrıntıyı, bu bir parça şeyi, bütünsel geçicilikle kapatıncaya kadaryükselir, yani bütünlük fikri umutsuz kişide vardır ve o kişiye bağlıdır. Geçici olan (bu özelliğiyle)tam da bu özel olayda kaybolan şeydir. Gerçekte, tüm geçiciyi kaybetmek veya ondan yoksun kalmakolanaksızdır, çünkü bütünlük bir kavramdır. 0 hâlde ben, öncelikle gerçek kaybedişi sonsuza kadargeliştirir ve daha sonra bütünsel geçicilikten umutsuzluğa düşer. Ama bu farklılık (tüm geçici olandanumutsuzluğa düşme ile geçici bir şeyden umutsuzluğa düşme arasında) tüm değeriyle sarılmakistenirse hemen ben'in bilincine temel bir gelişim sağlanmış olur. Geçicinin umutsuzluğunun buformülü böylece umutsuzluğun daha sonraki formülünün ilk anlatımına dönüşür
2. Sonsuza veya Kendine Göre UmutsuzlukGeçici olandan veya geçici bir şeyden umutsuzluğa düşmek, gerçek umutsuzluk ise aslında herumutsuzluğun formülü olan sonsuzluktan ve kendinden umutsuzluğa düşmekle aynı kapıya çıkar.22 işte bu nedenle dil şunu söylerken haklıdır: Geçici den, sonsuzluktan, ama aynı zamandakendinden umutsuzluğa düşmek; çünkü burada hâlâ, düşünce için her zaman sonsuzluk tanumutsuzluğa düşme olan umutsuzluğun bir durumu vardır, buna karşın umutsuzluğa düşülen şey,belki de çok farklıdır.
Sizi umutsuzluğa sabitleyen şeyden umutsuzluğa düşülür. Mutsuzluktan,geçici olandan, servetin kaybedilmesinden, vs. ama aynı zamanda bizi bunlardan kurtaranşeylerden de umutsuzluğa düşülür: Sonsuzluktan, kurtuluştan, gücümüzden, vs. İki bakımdandiyalektik olduğu için ben'le birlikte kendinden ve kendisi bakımından umutsuzluğa düşülür.Buradan özellikle umutsuzluğun alt biçimlerine özgü olan, ama aynı zamanda hemen hemen herşeyde bulunan karanlık ortaya çıkar: Ne hakkında olduğunu görmeden ne bakımdan umutsuzluğadüşüldüğünü tutkusal bir aydınlıkta görmek.
İyileşmek için dikkatin bir yön değişimi gereklidir,bakışı nedenden ne bakımdan a çevirmek gereklidir; ve ne hakkında olduğunu tam bir biçimdebilerek umutsuz olmanın gerçekte mümkün olup olmadığını bilmek, salt felsefi görüş açısındanince bir nokta olurdu.Ama betimlenmiş olan umutsuz kişi, arkasında genel olarak olup biten şeyden kuşku duymaz! geçicibir şeyden umutsuzluğa düştüğünü zannederek durmadan umutsuzluğa düştüğü şeyden söz eder, amagerçekte umutsuzluğu sonsuzluğa ilişkindir; çünkü geçici olana veya daha açıkçası geçici bir şeye bukadar değer vererek veya onu öncelikle geçici olan şeyin bütünlüğüne varıncaya kadar genişleterekve daha sonra bu bütünlüğe o kadar değer vererek sonsuzluk konusunda umutsuzluğa düşer.Bu son umutsuzluk biçimi önemli bir gelişmedir.
Diğeri güçsüzlüğün umutsuzluğu iken buradaki insankendi güçsüzlüğünden umutsuzluğa düşer, ama umutsuzluğu hâlâ meydan okuma umutsuzluğundan (B)farklı olarak bir güçsüzlük umutsuzluğudur. O hâlde bu fark sadece görecelidir: Daha öncekiumutsuzluk biçimi güçsüzlüğün bilincini aşamıyordu, buna karşın buradaki bilinç daha ileri gider veyeni bir bilincin, güçsüzlüğün bilincinin içinde yoğunlaşır.
Umutsuz kişi geçici olana bu kadar önemvermenin güçsüzlüğünü, umutsuz olma güçsüzlüğünü kendinde görür. Ama bu şekilde dürüstçeumutsuzluktan inanca yönelmek yerine, bu güçsüzlüğün altında Tanrı karşısında küçük düşerekumutsuzluğun içine dalar ve güçsüzlüğünden umutsuzluğa düşer. Böylece bakış açısı değişir:Umutsuzluğunun her zaman daha fazla bilincinde olarak, şimdi, sonsuzluk hakkında umutsuzluğadüştüğünü, geçici olana çok anlam vermenin güçsüzlüğünden, kendinden umutsuzluğa düştüğünübilmektedir; bu da umutsuzluğu için sonsuzluğun ve ben'in kaybedilişine eşittir.Burada gelişme vardır.
Öncelikle ben bilincinde: Çünkü sonsuzluk hakkında umutsuzluğa düşmek, birben fikri olmadan, kendi sonsuzluğunun var olduğu veya bir zamanlar var olabileceği fikri olmadanolanaksızdır, aynı zamanda kendi de umutsuzluğa düşmek için bir ben'e sahip olunduğu bilinciolmalıdır; buna rağmen insan geçici veya geçici bir şeyden değil, kendinden umutsuzluğadüşmektedir. Üstelik burada umutsuzluk olan şeyin bilinci daha da çoktur ki bu, aslında sonsuzluğunve ben'in kaybından başka bir şey değildir. Doğal olarak insan aynı zamanda durumunun umutsuzyapısı üzerine daha fazla bilince sahiptir. Şu anda umutsuzluk yalnızca edilgen bir kötülük olmayıpaynı zamanda bir eylemdir. İnsan geçici olanı kaybettiği ve umutsuzluğa düştüğü zaman, umutsuzlukher zaman ben'den kaynaklanmasına rağmen dışarıdan geliyormuş gibi görünür, ama ben bu sonumutsuzluktan umutsuz olursa, buradaki umutsuzluk ben'den, doğrudan veya dolaylı bir tepki olarakgelir ve bu yönüyle, ben'den fışkıran meydan okuma umutsuzluğundan ayrılır. Burada nihayet bir diğer gelişmeyi belirtelim.
Yoğunluğunun artışı bile bu umutsuzluğu bir anlamda kurtuluşa doğru yaklaştırır.Çünkü derinliği bile onu unutuluştan korur; bu umutsuzluk iyileşmeden, her an bir kurtuluş şansınıiçinde taşır.Bununla birlikte bu biçim umutsuzluk, kendi olunmanın istendiği umutsuzluk biçimi altındasınıflandırılmalıdır. Bir babanın oğlunu mirastan mahrum etmesi gibi, ben de bu kadar zayıflıktansonra kendini tanımayı reddeder.
Umutsuzluk içinde, zayıflığını unutamaz, bir anlamda kendindentiksinir, kendini bulabilmek için bir mümin gibi zayıflığı altında ezilmek istemez; hayır, umutsuzluğuiçinde, ne kendinden söz edilmesini duymak ne de kendi hakkında bir şey bilmek ister. Amaunutuluşun yardımıyla nasıl davranacağını dahi bilemez; unutma sayesinde tin-dışı klanda kendinigöstermeyi ve böylece bir insan ve sıradan bir Hıristiyan olarak yaşamayı dahi beceremez; hayır, benbunu yapmayı başaramayacak kadar aşırı ben olmuştur. Oğlunu mirastan mahrum bırakan ve bu dışdavranıştan fazla ileriye gidemeyen babanın çoğu zaman bu şekilde oğlundan kurtulamaması gibiinsan da düşüncesinden kurtulamaz; ama hâlâ nefret ettiği erkeği (ve bu erkek onun dostudur)lânetleyen âşık kadına bu lânetleme fazla yardımcı olmaz ve onu daha çok bağımlı hâle getirir; aynıdurum ben'i ile karşı karşıya olan umutsuz kişimiz içinde geçerlidir.
Daha öncekinden bir derece daha derin olan bu umutsuzluk, dünyada daha az rastlananlardandır.Gerisinde sadece yokluk bulunan, lânetlenmiş bu kapı burada gerçek bir kapıdır; ama kilitlenmiştir vearkasında, kendine özen gösteren ben, kendini sevmek için yeteri kadar kendi olmasına rağmen kendiolmayı reddetmeye çabalar ve bunun için zamanı aldatır. Bu, şimdi meşgul olacağımız şey olankapalılıktır. Kapalılık, düşünsel zayıflık diye küçümsediği saf doğallığın zıddıdır.
Ama böyle bir ben gerçekte var mıdır, çöle, manastıra veya delilerin arasına mı kaçmıştır? Diğerlerigibi giyinik bir canlı mıdır yoksa onlar gibi günlük örtünün altına mı gizlenmiştir? Öyle ya! Ve nedenolmasın! Ben'inin bu gizemlerinin içine hiç kimse, hatta hiçbir ruh girmemiştir, bunun gerekliliğinibile hissetmez veya onu bastırmayı bilir, bir de kendisini dinleyelim: "Ama hiçbir şeyi gizlemeyibilmeyenler yalnızca saf doğallardır; bunlar, zihin olarak, bedeni hiçbir sıkıntı duymadan her şeyibırakan küçük yaştaki çocukla hemen hemen aynı noktadadır." Çoğu zaman "gerçek, doğal, içtenlik,kaçamaksız açık yüreklilik" olduğu savında bulunan ve yetişkinde beden doğal bir gereksinimhissettiği an sözünü tutmamaya götüren bu doğallıktır. Bununla birlikte çok az düşünen de olsa, herben'in kendini yönetme konusunda bir fikri vardır. Ve bu şekilde umutsuz kişimizin haddini bilmezleriyani herkesi, "bir canlı"nın görüntüsünü kaybetmeden ben'inin gizlerinden uzakta tutmaya yetecekkadar kapalılığı vardır.
Bu kişi eğitimlidir, evlidir, aile babasıdır, geleceğin önemli bir devletmemurudur, saygıdeğer ve işleri iyi olan bir babadır, karısına karşı çok yumuşaktır, çocuklarına karşıözenlidir. Ve aynı zamanda Hıristiyan mıdır? Evet ama kendi tarzında. Karısının kendisini yetiştirmekiçin dinle ilgilenmesini iyi bir gözle ve belirli bir melankolik neşe ile karşılamasına rağmenHıristiyanlık hakkında tek söz etmemeyi yeğler. Genellikle kiliseye gitmez, papazların çoğu onun içingerçekte neden söz ettiklerini bilmeyen kişilerdir.
Sadece bir kişinin bildiğini itiraf eder; ama birbaşka neden onu dinlemeye gitmekten alıkoyar, çünkü onun kendini çok fazla ileri götürmesindenkorkar. Buna karşın oldukça sık olarak, nefes almak veya başka zamanlar uyumak kadar hayatî olanbir yalnızlık gereksinimi onu sarar. İnsanların genelinden daha fazla olarak bu yaşamsal gereksinimihissetmesi onda daha derin bir yapının olduğunun başka bir göstergesidir. Yalnızlık gereksinimi herzaman içimizde tinsel bir yan olduğunu kanıtlar ve bu tinselliği ölçmemizi sağlar.
"Kuş beyinli insanlar sürüsü, birbirinden ayrılamayanların kalabalığı" bu gereksinimi o kadar az hisseder kimuhabbet kuşları gibi yalnız kaldıkları an ölürler! Kendilerine şarkı mırıldanmadıkça uyumayan küçük çocuklara benzerler! Onlara yemek, içmek, uyumak, dua etmek ve âşık olmak, vs. için gereklitoplumsallığı sağlayan şarkı nakaratlarına gereksinimleri vardır. Ama ne Antikçağ ne de Ortaçağ buyalnızlık gereksinimini göz ardı etmiyordu, ifade ettiği şeye saygı gösteriliyordu. Çağımız, sonugelmeyen toplumsallığı ile yalnızca suçlulara uygulamayı bildiği yalnızlık karşısında titremektedir.
Günümüzde kendini ruhuna terk etmek bir suçtur ve o hâlde yalnızlığın âşığı insanlarımızın suçlularlabirlikte aynı kategoride sayılmasından daha normal hiçbir şey yoktur.Kapalı umutsuz kişi ben'inin kendisiyle ilişkisiyle meşgul olarak saatleri, sonsuzluk için yaşanmamışolsa da sonsuzlukla bir parça ilişkisi olan ardışık saatleri boşuna yaşar; aslında ilerlemez. Ama busaatleri geçirdikten ve yalnızlık gereksinimi yatıştıktan sonra sanki dışarı çıkıyor gibidir; karısını veçocuklarını bulmak için eve geldiği zaman bile.
Onu nazik bir koca, özenli bir baba yapan şey,babacan özünün ve görev duygusunun dışında, kendi içinde güçsüzlüğünden oluşturduğu itiraftır.Diyelim ki onunla sırlarını açacak denli içli dışlı olundu ve ona şöyle söylendi: "Ama sizin bukapalılığınız,' gururdan başka bir şey değil! Aslında siz yalnızca kendinizden gurur duyuyorsunuz!"Kuşkusuz size gerçeği itiraf etmeyecektir.
Kendisiyle baş başa kaldığında belki de karşısındakininhaklı olduğunu kabul edecektir; ama onun zayıflığına nüfuz edecek ben tutkusu hemen gururolamayacağı yanılgısını uyandıracaktır, çünkü tam da zayıflığından umutsuzluğa düşmüştür; sanki zayıflığa bu devasa yükü getiren gurur değilmiş gibi, sanki ben'inden kibirlenmenin istenci, zayıflığının bu bilincini taşımayı engellemiyormuş gibi.
Ve ona şunlar söylenmiş olsaydı: "İşte tuhafbir karmaşıklık, tuhaf bir zorlu; çünkü aslında tüm bozukluk düşüncenin kurulma biçiminden ilerigeliyor, yoksa her şey normal olurdu, işte senin için tam da izlenilecek ve seni ben'in umutsuzluğuyoluyla kendi ben'ine götürecek yol budur. Zayıflık hakkında söylediğin doğrudur ama umutsuz olmangereken, zayıflık değildir; kendi hâline gelmek için ben'ini parçala ve böylece zayıflıktan umutsuzolmaya bir son ver.
" Bu önermeler bir dinginlik dakikası içinde onu itiraf ettirecektir; ama tutkuyeniden onun görüşünü saptıracak, başka yanlış bir viraj onu umutsuzluğa itecektir.Daha önce söylendiği gibi böyle bir umutsuza her zaman rastlanmaz. Ama umutsuzluğu içinde yalnızbaşına kalmakla yetinmezse, diğer taraftan onu inancın doğru yoluna iten bir devrim içindeoluşmazsa: Bu durumda ya umutsuzluğu her zaman kapalı olan üst bir biçimde yoğunlaşacaktır ya dayaşamını bir gizlilik olarak saran dışsal bir kılık değiştirmeyi yıkıntı hâline getirerek parçalanacaktır.Bu son durumda onun var oluşun içine, belki de büyük girişimlerin sağladığı oyalanmanın içineatıldığı görülecektir, belki de kariyerinin kuşkusuz birçok iz bırakacağı bu tedirgin kafalardan birihâline gelecektir: Her zaman unutuluşun peşinde olan bu kafalar, içsel gürültüleri karşısında,annesinin lanetlerinden kaçan III. Richard’ınkilerden farklı olsa da, güçlü ilaçlar isterler. Veyaumutsuzluğu içinde, ama her zaman, olmak istemediği ben'in bilinci ile birlikte doğallığa geri dönmekiçin duyularda, belki de sefahatte unutmayı arayacaktır. Birinci durumda, umutsuzluk yoğunlaştığızaman meydan okumaya döner ve bu durumda güçsüzlük yakınmalarını ne kadar miktardaki yalanıngizlediğini ve meydan okumanın her zaman öncelikle güçsüz olmanın umutsuzluğu tarafından ifadeedildiğini ileri sürmenin hangi diyalektik gerçek olduğu çok iyi görülecektir.Ama sessizliği içinde debelenmekten başka bir şey yapmayan bu sessize son bir bakış atalım. Eğersessizliğini el değmeden, her bakımdan mükemmel olarak korursa, intihar ilk riskidir. Geneldeinsanların doğal olarak böyle bir kapalı insanın maruz kalabileceği şey hakkında en ufak bir fikirleriyoktur; bunu öğrenselerdi şaşkına dönerlerdi.
Her şeyden önce intihar tehlikesi taşıdıkları doğrudur.Aksine biri ile konuşsun, birine açılsın, kesinlikle kendisinde öyle bir rahatlama, öyle bir yatışmaolur ki intihar kapalılığın sonucu olmaktan çıkar. Bir sırdaş, bir teki bile, mutlak kapalılığı bir ton azaltmak için yeterlidir. Bu durumda intiharı bertaraf etme şansı doğar. Ama sırdaşlığın kendisi deumutsuzluğa yol açabilir, bu durumda kapalı insan, bir sırdaş bulmaktansa susma acısına katlanmayıyeğler.
Tam da bir sırdaşa sahip olduğu için umutsuzluğa sürüklenen kapalı insan örneği çoktur. Budurumda intihar oluşabilir. Bir şair, şiirin sonunu sırdaşın kahraman tarafından öldürülmesibiçiminde düzenleyebilir. Sıkıntılarını birine açma gereksinimi duyan ve sırayla bir sürü sırdaşkullanan iblis bir despotu hayal edebiliriz. Sırdaşlıkta sırası gelenin ölümü kesindir: Sır iletilenkişiler öldürülür. Bir yazar için, aynı zamanda hem sırdaştan vazgeçemeyen hem de ona katlanamayanşeytanî bir karakterin acılı çelişkisini bu biçimde betimlemek iyi bir konudur
B- Kendi olunmanın istendigi umutsuzluk veya meydan okuma umutsuzlugu üzerineZayıflığın umutsuzluğunun (a) kadınsal olarak nitelenebileceği kanıtlandığına göre aynı şekilde buumutsuzluğu erkeksel olarak niteleyebiliriz. İşte bu nedenle, daha öncekine göre, tinin görüş açısındanbakıldığında, bu hâlâ umutsuzluktur. Ama erkeklik, alt bir sentez olan dişiselliğin zıddına, tinsel kaynaklıdır.
a, 2'de betimlenen umutsuzluk, umutsuz kişinin hiçbir şekilde kendi olmak istemediği, güçsüz olmanınumutsuzluğudur. Ama yalnızca bir diyalektik basamak sonra, eğer bu umutsuz kişi sonunda hiçbirşekilde kendi olmak istemediğinin nedenini bilirse her şey altüst olur ve meydan okuma olanağınasahip oluruz; çünkü o, umutsuz olduğu için kendi olmak ister.Önce geçici olanın veya geçici bir şeyin umutsuzluğu, daha sonra sonsuzlukla bağlantılı olarakkendinin umutsuzluğu gelir.
En sonunda, aslında sonsuzluk sayesinde umutsuzluk olan ve içindeumutsuz kişinin kendi olmak için ben'e bağlı sonsuzluğu kötüye kullandığı meydan okuma gelir. Amatam da umutsuzluktan yardım aldığı içindir ki bu umutsuzluk gerçeğe bu kadar yaklaşır ve ona bukadar yakın olduğu içindir ki sınırsızca uzağa gider, inanca götüren bu umutsuzluk, sonsuzluğunyardımı olmadan var olamazdı; sonsuzluk sayesinde ben kendini tekrar bulmak için kaybolmayürekliliğini yeniden bulmaktır; burada, aksine, kaybolmakla başlamayı reddetmekte, ama kendiolmayı istemektedir.
Bu umutsuzluk biçiminde, gitgide daha fazla ben'inin, dolayısıyla gitgide daha fazla umutsuzluk olanşeyin ve içinde bulunulan durumun umutsuz yapısının bilincine varılır: Burada, umutsuzluk bir eylemolduğunun bilincindedir ve çevresel baskı altındaki edilgen bir acı olarak dışarıdan gelmemektedir,aksine doğrudan ben'den kaynaklanmaktadır. Ve böylece, zayıf olmanın umutsuzluğuna göre bumeydan okuma gerçekten yeni bir niteliktir.Kendi olunmanın istendiği umutsuzluk, aslında sadece ben'in biçimlerinin en soyutu, olasılıklarının ensoyutu olan sonsuz bir ben bilincini gerekli kılar.
Bu, umutsuzun, ben'ini onu ortaya koyan güçle olantüm ilişkisinden kopararak ve onu böyle bir gücün varlığı fikrinden kurtararak olmak istediği ben'dir.Ben, bu sonsuz biçimin yardımıyla umutsuzca kendine sahip olmak veya kendinin yaratıcısı olarak,ben'inden umutsuzca olmak istediği ben'i yaratmak ve somut ben'i içinde kabul edeceği ve etmeyeceğişeyleri seçmek istemektedir.
Çünkü bu somut ben, herhangi bir somutlama değildir; bu kendidir,aslında zorunluluğu ve sınırları vardır, bu ben somut olgulardan, vs. doğan kaynakları, özellikleri, vs.ile kesin, özel bir biçimde belirlenmiştir. Ama olumsuz ben olan sonsuz biçimin yardımıyla insanönce tüm bunları, onlardan böylece kafasına göre bir ben çıkarmak için değiştirmeye koyulur veolumsuz ben'in bu sonsuz biçimi sayesinde daha sonra olmak istediği ben'i üretir.
Daha doğrusu diğerinsanlardan daha erken başlamak, başlangıç aracılığıyla ya da başlangıçla birlikte değil, "baştan"başlamak ister! ve ben'inin sorumluluğunu yüklenmeyi, amacını kendi payına düşen bu ben'de görmeyireddederek ulaşmaya çabaladığı sonsuz biçim aracılığıyla, ben'ini kendi başına inşa etmek ister.Bu umutsuzluğa genel bir ad vermek gerekirse, yalnızca felsefesini düşünmeksizin buna stoacı adıverilebilir. Ve daha fazla açıklık için etken ben ve edilgen ben ayrımı yapılabilir ve birincinin nasılkendine bağlandığı ve ikincinin edilgen acısı içinde nasıl kendine bağlandığı görülecektir: O hâldeformül her zaman kendi olunmanın istendiği umutsuzluğun formülü olarak kalacaktır.
Eğer umutsuz ben etken bir ben ise, giriştiği şey ne kadar büyük, şaşırtıcı, sağlam olursa olsunkendisiyle olan bağı temelde yalnızca deneyseldir. Kendisini üzerinde hiçbir güç tanımadığı için,içsellikten gerçekten yoksundur veya kendisi en tutkulu titizliklerini deneylerinde uyguladığında, büyü-ile gerçeğin ancak bir benzerini yapabilir. Bu da yalnızca hileli bir gerçektir.
Prometheustarafından tanrılardan çalman ateş gibi... burada Tanrı'dan, onun bize baktığı düşüncesi çalınmaktadırve bu, ciddi bir şeydir; ama umutsuz kişi, sadece bir deney yapıcısı olmasına rağmen girişimlerinesonsuz bir anlam ve yarar vererek yalnızca kendine bakar. Çünkü umutsuzluğunu Tanrı'da deneyselolarak oluşacak noktaya kadar ileri götürmeden, hiçbir türevsel ben kendine bakarak sahipolduğundan fazlasını elde edemez; son noktada, her zaman yalnızca ben vardır, bu ben'i çoğaltarakben'den ne fazlasını ne de azını elde ederiz.
Bu anlamda ben, kendi olmak için gösterdiği umutsuzçaba içinde, artık bir ben olmayacak noktaya kadar kendi zıddı içine dalar. Eylemini çevreleyen tümdiyalektik içinde hiçbir sabit nokta yoktur; ben olan şey hiçbir zaman değişmeden kalmaz, sonsuz birdeğişmez olamaz. Olumsuz biçiminin uyguladığı güç, bağladığı kadar çözer; istediği zaman baştanbaşlayabilir ve bir düşünceyi izlemek için hangi sırayı düzenlerse düzenlesin, eylemi her zaman birvarsayım olarak kalır.
Gitgide kendi olmayı başarmaktan uzaklaşarak gitgide daha çok varsayımsalbir ben hâline gelir. Ben kendinin efendisidir, mutlak biçimde kendinin efendisidir ve umutsuzlukbudur, ama aynı zamanda tatmini için zevki kabul etmesidir. Ama ikinci bir araştırma, bu mutlakprensin aslında bir krallığı olmadığından hiçbir şeyi yönetmeyen bir kral olduğu konusunda sizikolaylıkla ikna eder; durumu, hükümranlığı her an ayaklanmanın meşruluk olduğu bu diyalektiğeboyun eğer.
Sonunda her şey ben'in keyfiliğine dayanmaktadır.O hâlde umutsuz insan yalnızca hayali şatolar yapar ve her zaman yel değirmenlerine yakalanır. Budeney yapıcısının tüm erdemlerinin sahip olduğu parlaklık işte budur! Bu erdemler Doğu şiiri gibi biran için büyüler: Kendine hâkimiyet, bu kaya sağlamlığı, tüm bu sarsılmazlık vd. masala pekbenzemektedir. Ve bu, gerçekten gerisinde hiçbir şey olmayan bir masaldır. Ben, umutsuzluğu içinde,şiirin, bu kadar büyük bir oyunun, kısaca kendini bu kadar tanıtmayı bilmiş olmanın onurunu yardımaçağırarak, kendini yaratmanın, kendiliğinden gelişmenin, kendi kendine var olmanın zevkini tüketmekistemektedir. Ama buradan anladığı şey, aslında, bir bilmece olarak kalmaktadır; yapıtı bitirdiğinizannettiği anda bile her şey rastlantısal olarak yokluğun içinde uçup gidebilir.
Umutsuzluğa düşen ben edilgense, umutsuzluk buna rağmen kendi olunmanın istendiği umutsuzlukolarak kalır. Belki de yukarıda betimlenmiş olan ben gibi deneyci bir ben, öncelikle somut ben'iniçine yönelmek istemekle, Hıristiyanların cefa, temel kötülük olarak adlandırdıkları gibi bir zorluğaçarpar. Ben'in doğrudan, somut verilerini yadsıyan ben, belki de bu kötülüğü üstünden atmaya vesanki böyle bir kötülük yokmuş gibi yapmaya çalışmakla işe başlayacaktır ve bu kötülük hakkındahiçbir şey bilmek istemeyecektir.
Ama başarısızlığa uğrayacaktır, ne deneylerdeki ustalığı ne desoyutlama ustalığı buraya kadar gitmemektedir; Prometheus gibi sonsuz olumsuz ben, kendini bu içseluşaklığa kilitlenmiş hisseder. O hâlde burada edilgen bir ben'e sahibiz. Burada kendi olunmanınistendiği umutsuzluk nasıl ortaya çıkıyor?Anımsayalım: Geçici olanın veya geçici bir şeyin umutsuzluğu olarak yukarıda betimlenen buumutsuzluk biçimi içinde, aslında bu umutsuzluğun sonsuzluk umutsuzluğu olarak ortaya çıktığıkanıtlanmıştı; daha doğrusu sonsuzluk tarafından yatıştırılmak, iyileştirilmek istenilmiyor, geçiciolana çok fazla değer veriliyor ve sonsuzluğun hiçbir yatıştırıcı niteliği yoktur.
Ama geçici birsefaletin, ölümlü dünyanın bir cefasının bizden çekilip alınabileceğini umut etmenin reddedilmesi,başka tür bir umutsuzluk değil midir? Bu, umudu içinde kendi olmak isteyen bu umutsuzun reddettiğişeydir. Ama bedendeki bu dikenin (ister gerçekten var olsun veya ister duygular böyle olduğunainandırsın), soyutlama ile bertaraf edebilmesinin mümkün olamayacağı kadar derine nüfuz ettiğikonusunda ikna olursa, bu durumda sonsuza kadar bu dikeni kendine mâl edecektir.
Bu diken onun için bir skandal konusu hâline geliyor, daha doğrusu ona tüm varlıktan bir skandal konusu oluşturmaolanağı veriyor, bu durumda meydan okuma ile kendi olmak istiyor, dikene rağmen, dikensiz kendiolmak istemiyor (bu, onu soyutlama yoluyla bertaraf etmek olurdu ki bunu yapamaz veya yazgıyaboyun eğmeye yönelmek olurdu), hayır! Dikene rağmen veya tüm yaşamına meydan okuyarak dikenlebirlikte kendi olmak, onu kapsamak ve işkencesinden eşsizliğini çıkarmak istemektedir.
Çünkü özellikle Tanrı için her şeyin mümkün olduğu saçmalığıyla bir kurtuluş şansını ummak, hayır! hayır!Bunu istemiyor. Ya bir başkasından yardım ummak? Hayır, bunu hiçbir şekilde istemeyecektir;yardım istemek yerine cehennemin tüm işkenceleri ile birlikte kendi olmayı yeğleyecektir.
Ve bu, "acı çeken insanın kendisine yardım edilmesinden başka bir şey istememesi çok doğaldır,yeter ki biri bunu yapabilsin..." demek kadar doğru mudur? Yardım antipatisinin her zaman bu kadarumutsuz bir vurgusu olmasa da gerçek bu değildir. Doğrusu şudur: Genelde acı çeken insanınkendisine yardım edilmesini istemesinin birçok türü vardır. Eğer yardım, istediği biçimde olursabunu memnuniyetle kabul edecektir. Ama çok daha ciddi bir anlamda, üst bir yardım, yukarıdan gelenbir yardım...her şeyin mümkün olduğu "Kurtarıcının elinde bir hiç gibi olmayı, ne olursa olsunkoşulsuz kabul etme zorunluluğunun yol açtığı küçülme söz konusu olduğunda veya hatta sadeceyanındakinin karşısında eğilme zorunluluğu ve yardım dilenildiği sürece kendi olmayı reddetmezorunluluğu söz konusu olduğu zaman: Ah! Bu durumda o kadar uzun ve işkence dolu acılar olur kiben yine de bunları o kadar dayanılmaz bulmaz, dolayısıyla kendi olarak kalma kaydıyla bunu terciheder.Ama acı çeken ve umutsuzca kendi olmak isteyen bu edilgen ben'in içinde ne kadar çok bilinç varsa,umutsuzluk o kadar çok yoğunlaşır ve şeytanîleşir. Çoğu zaman bunun kaynağı şudur: Kendi olmakisteyen umutsuz kişi, kendi somut ben'inin güç durumuna veya ondan ayrılamaz durumuna istemedendayanır. Bu durumda tüm tutkusuyla şeytanî bir öfkeye dönüşümle sonuçlanan bu işkencenin üstüneatlar.
Ve şimdi tüm melekleriyle birlikte gökteki Tanrı’nın ona işkenceden kurtulmayı sunabilmesinisağlayabilseydi de reddederdi: Çok geç! Daha önce bu işkenceden kurtulmak için her şeyini seveseve verirdi; ama bekletildi, şimdi çok geç, şimdi herkese karşı öfkelenmeyi, insanların ve yaşamınhaksızlığa uğramış kurbanı olmayı, ondan bu işkenceyi almamaları için işkencesini elinin altında iyikorumaya çalışan biri olarak kalmayı tercih eder yoksa hakkını nasıl kanıtlayabilir ve kendini bu hakkonusunda ikna edebilir?
Bu sabit fikir kafasında onu o kadar meşgul eder ki sonunda çok farklı birneden onun sonsuzluktan kuşku duymasına ve şeytanî bir fikirle diğer insanlarda^ sonsuz derecedeüstün olduğunu ve şu anki varlığının doğrulanmasını sağladığını zannettiren şeyin elindenalınmasından kuşku duymasına yol açar. -Olmak istediği kendisidir; öncelikle ben'inin sonsuz birsoyutlamasını oluşturmuştur, ama işte sonunda o kadar somut hâle gelmiştir ki bu soyut anlamdasonsuz olmak onun için olanaksızdır, buna karşın umutsuzluğu, kendi olmak için inat eder.
Ey şeytanî bunama! Her şeyden önce öfkesi, sonsuzluğun onu düşkünlüğünden kurtaracağını düşündürtmesindenileri gelmektedir.Bu tür umutsuzluğa her zaman rastlanmaz, bu cins kahramanlara ancak şairler arasında, yaratılarına,her zaman eski Yunanlıların anladığı anlamda bu şeytanî idealliği yerleştiren şairlerin enbüyüklerinde rastlanır. Bununla birlikte bu umutsuzluk yaşamda da görülür. Ama bu durumda hangidışarıya tekabül etmektedir? Gerçekte, kapalılığa tekabül eden bir dışarı, terimler arasında birçelişki olduğu için böyle bir dışarı yoktur! Uyumları bir esin olacaktır. Ama buradaki dışsal işarettamamen eşittir. Buradaki kapalılık yani gizi bozulmuş bir içsellik, her şeyden önce korunmasıgereken bir şeydir. Ne gerçek iç-selliği olan ne de söz edilebilecek bir şeyi olan umutsuzluğun en alt biçimleri, bireylerin dışsal belirtilerini betimlemekle veya bir sözcükle belirtmekle yetinerekresmedilmelidir. Ama umutsuzluk ne kadar çok tinselleşirse, içsellik kapalılığın içinde kalan birdünya gibi o kadar çok tecrit olur, altında umutsuzluğun gizlendiği bu dışarılar o kadar çok önemsizhâle gelirler.
Ama tinselleştiği ölçüde de şeytanî bir sezgiyle kapalılığın altında kaybolmaya vebunun sonucunda, mümkün olduğu kadar anlamsız ve yansız görüntülere bürünmeye özen gösterir.Görünmeyen bir çatlak içinde kaybolan masal cini gibi ne kadar tinselleşirse, bir görüntünün altınayerleşmeye o kadar önem verir veya hiç kimse doğal olarak onu aramayı düşünmez. Bu gizlenmeninde belirli bir tinselliği vardır ve bu diğerlerinin arasında, gerçeğin arkasında güvenli bir yerden, sırfkendisi için olan bir dünyadan, içinde umutsuz ben'in ibibik kuşu gibi durup dinlenmeden, kendi olmayıistemekle uğraşan bir dünyadan emin olmak için bir araçtır.
Kendi olunmanın istenmediği umutsuzluğun en alt biçimini anlatmakla başladık (al). Ama kendiolunmanın istendiği ve diğerlerinin arasında en yoğunu olan umutsuzluk, şeytanî umutsuzluktur. Vekendi olmayı istemek, kendinin stoacı beğenisinden veya kendine aşırı tapınmadan ilerigelmemektedir; kuşkusuz bir yalancılıktan da kaynaklanmamaktadır; kendi olmayı istemek, biranlamda kendi mükemmelliğini izlemektir; hayır, bunu var oluş nefreti hâlinde ve sefaletine uygunolarak istemektedir; ve bu ben'e başkaldırmayla veya meydan okumayla bile bağlanmamaktadır, bunuyalnızca Tanrı'nın saygınlığını kırmak için yapmaktadır; onu yaratan gücü baş kaldırma koparıpatmayı değil, ona güç kullanarak kendini kabul ettirmeyi, ona güçle bağlanmayı, ondan şeytancadestek almayı istemektedir... ve bu anlaşılabilir bir şeydir; çünkü gerçekten kötü bir itiraz, her zamanonu uyarandan destek görür!
Umutsuz kişi varoluşa karşı baş kaldırmasıyla bile varoluşa ve kendiiyiliğine karşı elinde bir kanıt olmasından böbürlenir. Kendisini bu kanıt zanneder ve o kanıt olmakistediğine göre kendisi de işkencesiyle birlikte olmak istemektedir; bunun nedeni, bu işkenceyle tümyaşamı protesto etmek istemesidir. Zayıflığın umutsuzluğu, sonsuzluğun onun için sahip olacağıavundurmanın içine gizlenirken şeytanî umutsuzumuz bu konuda hiçbir şey bilmek istemez, ama bununnedeni başkadır:
Bu avuntu ona yolunu kaybettirecektir, bu avuntu var oluşa karşı olduğu yolundakigenel itiraza zarar verir. Bir imge ile olguyu ortaya çıkarmak için, bir yaratıcının gözünden kaçan biryanlışın varlığını farz edelim, bilinçli bir yanlış -belki de gerçekte bir yanlış değildir, belki de dahayüksekteki görüş açısından bütünün temel bir bileşke sidir- ve bu yanlışın yaratıcısına başkaldırmışolduğunu ve nefretle kendini düzeltmesine izin vermediğini ve saçma bir meydan okuma ile şöyledediğini varsayalım: Hayır! Beni yok edemeyeceksin, sana karşı bir tanık, senin yalnızca değersiz biryaratıcı olduğunun bir tanığı olarak kalacağım!
Dördüncü Kitap
Tanrı karşısında veya Tanrı fikriyle, umutsuz olarak, kendi olunmak istenmediği veya istendiği zamangünah işlenir. Bu durumda günahkârlık, en üst noktaya aktarılmış güçsüzlük veya meydan okumadır,dolayısıyla günah, umutsuzluğun yoğunlaşmasıdır. Vurgu burada Tanrı karşısında olmak veya Tanrıfikrine sahip olmak üzerinedir,' günahı, hukukçuların "nitelikli umutsuzluk" diye adlandırdıkları şeye,onun diyalektik, törel ve dinsel niteliğine dönüştüren Tanrı fikridir.
Bu ikinci kısım ve özellikle dördüncü kitap psikolojik betimlemenin ne yerini ve ne de zamanınıiçermesine rağmen, umutsuzluğun ve günahın en diyalektik sınırları, şairin dinsel yönelimli bir varlığıolarak adlandırılabilecek şeydir. Bu varlığın Tanrı fikrinin eksik olmadığı boyun eğmeninumutsuzluğu ile ortak noktaları yok değildir. Estetiğin kategorilerine dayanırsak bu, bir şair yaşamınınen üst imgesidir.
Ama (tüm estetiğe karşın) bu yaşam Hıristiyan için her zaman günahtır, olmak yerinehayal kurmanın günahkârlığıdır, gerçek bir ilişkinin yerine, yaşamıyla bir ilişki yaratmanın çabasıyerine iyi ve doğru ile estetik bir imgelem dışında bir bağıntı olmamasının günahkârlığıdır. Bu şair"yaşamı ile umutsuzluk arasındaki fark, şair yaşamındaki Tanrı fikrinin varlığıdır,Tanrı karşısında olmanın bilincidir; ama bu yaşam yoğun bir biçimde diyalektik olarak, belirsizcegünahkârlık olduğunun bilincinde olup olmadığı sorulduğu andan itibaren nüfuz edilemez bir yığıngibidir.
Bu şairde derin bir dinsel gereksinim bulunabilir ve şair Tanrı fikri umutsuzluğunun içinegirebilir. Gizli işkencesi içinde onu, yalnızca her şeyin üstünde sevdiği Tanrı yatıştırır ve bununlabirlikte bu işkenceyi sever ve ona karşı durmak istemez. Tanrı karşısında kendi olmak onun en büyükisteğidir ve bu umutsuz kişi yalnızca ben'inin acı çektiği bu sabit noktada kendi olmak istemezi bunoktayı yok etmek için, ama bu dünyada tüm acısına rağmen, o noktaya uyum sağlamak, onun altında küçülmek için sonsuzluğa sarılır.
Ama müminin aksine sonsuzluğa ulaşamaz. Bununla birlikte onuntek göksel coşkusu olan Tanrı ile ilişkisi sona ermez! onun için en büyük dehşet, Tanrı'sız olmaktır!çünkü Tanrı'sız olduğu ölçüde umutsuzluğa düşecektir! belki de bilinçsiz olarak, Tanrı'yı olduğundanbiraz farklı bir biçimde, çocuğunun tek isteğine kendini fazla kaptıran duygulu bir baba gibi hayaleder. Mutsuz bir aşktan doğan şairin çok mutlu olarak aşkın mutluluğunun şarkısını söylemesi gibibizim şair de dinsel duygunun sözcüsü hâline gelir.
Din-selliği onun mutsuzluğunu oluşturur, Tanrıgereksiniminin bu acıyı gevşek bırakmasından, mümin örneğinde olduğu gibi altında küçülmesindenve onu ben'inin bir parçası olarak kabul etmesinden ileri geldiğini sezerek keşfeder! çünkü acıyıkendinden uzakta tutmak isterken, böylece olabildiği kadar bu acıdan koptuğunu ve insanınyapabildiği kadar onu gevşek bıraktığını düşünmesine rağmen (bir umutsuzun söyledikleri gibi, tersyönde gerçek olan ve böylece ancak tersine çevrilerek anlaşılabilir olan) acıyı alıkoyar. Ama mümingibi acıya uyum sağlamakta güçsüzdür yani özet olarak acıyı reddeder veya daha çok burada ben,karanlığın içinde kaybolur.
Ama şairin aşkının resimleri gibi dinden oluşturduğu resmin, ne kocalarınne de papazların hiçbir zaman ulaşamayacakları bir büyüsü, lirik bir coşkusu vardır. Ama bununnedeni, söylediği şeyde yanlış hiçbir yanın bulunmamasıdır, tersine betimlemesi, öyküsü tamanlamıyla ondaki en güzel niteliklerdir. Dini, kesin anlamıyla bir mümin olmaksızın, umutsuz âşıkolarak sever, inançtan ilk unsur olarak yalnızca umutsuzluğu alır! ve bu umutsuzluğun içinde dinincoşkusal bir özlemine sahip olur. Temeldeki çelişkisi şudur: Seçilmiş kişi midir?
Etindeki dikenolağanüstü bir görevin işareti midir ve eğer bir amaca yönlendirilmiş ise Tanrı gözünde bu geçerlimidir? Veya etindeki diken sıradan insanların arasında yer almak için bu dikenin altındaküçülmesinin gerektiğini mi belirtir? Ama bu konuda fazla söze gerek yok, yalana kaçmadan kiminlekonuşuyorum demeye, hakkım var mı?
Bu n'inci güçten psikolojik araştırmalara kim önem verir! Papazların bu bilinen betimlemeleri çok kolay anlaşılıyor, bunlar insanların şaşırtıcı benzerliğini
saptar! genellikle olduğu gibi tinsel bakımdan bir hiç olan insanların.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder