1 Ocak 2021 Cuma

HASAN SABBAH EFSANESİ HAŞHAŞİLER


HASAN SABBAH EFSANESİ



HAŞHAŞİLER

 Tarihin en gizemli dini liderlerinden biri olan Hasan Sabbah’ın doğum tarihi kesin olmayıp, kimilerine göre 1035, kimilerine göre 1052 yılında İran’da Şia’nın kalesi sayılan Kum kentinde doğduğu rivayet edilir. Tam adı Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyin bin Sabbah el-Hamari’dir. Kurduğu örgüt “Haşhaşiler” olarak tanınır. 

 Hani şu Gülen cemaati için RTE’nin benzetme yaptığı Haşhaşiler. 
 Hasan Sabbah, Yemen taraflarından İran’a göç etmiş Şiî bir aileye mensuptu. 
Genç yaşta Şiiliğin uç inançlarından olan ve Hazreti Muhammed’in torunu İmam Caferu’s-Sadık’ın oğlu İsmail’i ”imam” kabul eden İsmailiye mezhebine girdi. 
Sıkı bir eğitim gördü ve uzun seyahatlerle dolu bir gençlik yaşadı. İsmailî inançlarını yaymak için Şam’dan Horasan’a kadar defalarca gidip geldi. 
Sünniliğe, Abbasi halifeliğine ve Selçuklu devletine karşıydı, hayalinde bunları yıkmak vardı. 
Bu düşünceleriyle Karmatileri hatırlatıyordu. 
Karmatilerle ilgili yazımız için: https://panteidar.wordpress.com/2010/04/29/erken-islam-komunculeri-2/ 1078 yılında gittiği İsmaili mezhebinin en güçlü olduğu Mısır’da 3 yıl dönemin ünlü alimlerinden eğitim aldı. 
1081 yılında İsfahan’a döndü ve 10 yıl boyunca örgütlenme çalışması yaptı. Selçuklu Devleti ile savaşmayı kafasına koymuştu. Kendisine korunaklı bir yer gerekiyordu ve 1090 yılında müridleriyle Hazar Denizi’nin güney kıyısındaki sarp kayalıklarla kaplı Alamut Kalesini aldı. Hasan Sabbah’ın buraya vardığı sırada kale, Zeydilerden Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi. Önce bölgeye dâîlerini(davetçiler) yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut’ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. 
Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır: 
 Ve sonra Kazvin’den Alamut Kalesi’ne bir dai gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dâînin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dâî yenilgiye uğramış gibi göründü ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler. 

 4 Eylül 1090 günü kale teslim alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi’ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. 

Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır. (Bernard Lewis, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah) Alamut kalesiydi. Kale, dışa kapalı ve verimli bir vadiye hakim bulunuyordu. “Uzunluğu 54 km, eni ise en geniş yerinde 5,4 km olan bu vadiye Alamut ırmağından, dik ve çıkıntılı kayalar arasından dar bir boğazdan giriliyordu. Daha sonra dar ve dolambaçlı bir yol, vadinin üzerinde, onlarca metre yükseklikte oturmuş olan kaleye ulaşıyordu. Hasan Sabbah için Alamut’tan iyisi bulunmazdı. Artık, Alamut’un hükümdarı olan Sabbah, ölünceye kadar, yani 35 yıl boyunca kaleden dışarıya hiç çıkmadı. 



Ama Alamut kalesiyle kalmadı, yakın çevreden başlayarak stratejik önemi olan kaleleri zapt etti ve hakimiyet alanını genişletti. Arapça Aluh-amud Kalesi anlam olarak “Kartal’ın Öğretisi” ya da “Cezalandırma Yuvası” idi. Batılılar bunu “Kartal Yuvası” olarak çevirip kullandılar. Sabbah kaleyi restore edip, bölgeyi ağaçlandırdı, cennet gibi bir bahçeye çevirdi. Çevreye gözetleme kuleleri yaptırdı, kanallar açtırdı, havuzlar ve oluklardan dereler inşa ettirdi, gıda stokları için ambarlar yaptı. Muazzam bir kütüphane kurdu, öyle ki dönemin alimleri büyük ilgi gösterdiler, Sabbah tarafından misafir edildiler. 

 Alamut’ta mükemmel bir düzen ve çok sıkı bir disiplin oluşturulmuştu. Sünni kesim, şarap içmenin serbest olduğunu ileri sürerek karalamaya çalışsa da, kaynaklar Alamut’ta içkinin kesinlikle yasak olduğunu ve içenlerin ölümle cezalandırıldığını yazar. Hatta oğullarından birini şarap içtiği için idama mahkum ettiği, annesinin tüm yakarmalarına rağmen infaz edildiği iddia edilir. 

Bir oğlunu da birine haksızlık sebebiyle araştırıp soruşturmadan idam ettirdiği, daha sonra asıl suçlunun bulunduğu ve onun da idam edildiği iddialar arasındadır. Kendi oğullarını bile acımasızca cezalandırmasının kale halkı ve fedaileri arasında korku yarattığı, kurallara bağlılığı, ahlak ve erdem çizgisinden ayrılmamaya özen göstermeyi sağladığı yazılmıştır. Hasan Sabbah’a karşı duyulan korku, saygı ve aşırı sevgi, onun her sözüne uymayı, her isteğini yerine getirmeyi, öl dese ölecek kadar emrine amadeliği yaratmıştır. 

Bu bağlılık kale dışındaki insanlara da yayılmış, kendiliğinden ajanları oluşmuş, olumlu-olumsuz her haberi kaleye ulaştıranlar ortaya çıkmıştı. Selçuklu Sarayında bile Hasan Sabbah’ın gizli müritlerinin çoğaldığı, herkese “Hasan Sabbah’ın adamı” kuşkusu ile bakılır hale gelindiği rivayetler arasındadır. Bu oluşumdan Alamut Devleti ve Nizari İsmailiye Devleti olarak da bahsedilir. Nizarilik, İsmailiye Mezhebinin alt kollarından biridir. 

 Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam Hasan Sabbah, Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’ın sınıf arkadaşı olduğu ileri sürülür ve öğrencilikleri sırasında aralarında yaptıkları bir anlaşmaya göre; hangisi önce başarı kazanırsa diğerlerine yardım edecektir. Nizamülmülk vezir olmuş ve ikisine de valilikler önermiştir. Ancak Hayyam valilik yerine kendisine bir emeklilik maaşı bağlanmasını, Hasan ise sarayda daha yüksek bir mevki istemiştir. Hasan saraya alınmış ama çok geçmeden vezirlik makamına göz dikmiştir. Nizamülmülk bu emeline engel olduğu ve aleyhinde sözlerle itibarını zedelediği için intikam almak istemiştir. 

Bu iddia da günümüz araştırmacılarının çoğu tarafından aralarındaki 30 yıla varan yaş farkı gerekçe gösterilerek reddedilir. Ancak çocukluk arkadaşı olmasalar da aynı dönemi paylaştıkları kesindir ve aralarında yakın ilişkiler olması kuvvetle muhtemeldir. Hasan sabbah’ın Stratejisi ve Eylemleri Hasan Sabbah Selçuklu Devletine karşı mücadelesini suikast ve imha stratejisi üzerine kurmuştu. Bir yandan kendisine karşı yapılan saldırılara karşı misilleme ve hasımlarına gözdağı verme amaçlı siyasi cinayetler yapıyor, diğer yandan etkili bir propaganda ile gücünü büyütüyor, taraftarlarını çoğaltıyordu. 

 Meydan savaşlarını kesinlikle düşünmemiş ve düzenli ordu kurmaya girişmemişti. Alamut kalesinin alınmasıyla birlikte Nizamülmülk Sabbah’a karşı saldırı başlattı. Nazirilerin kökünün kazınması için ne gerekiyorsa yapılması talimatı vermiş ancak 4 ay süren saldırılarda hiçbir başarı elde edememişti. Nizamülmülk’ün bu saldırıları onu ilk hedef haline getirdi. Sufi kılığına giren Ebu Tahir adlı bir fedai tarafından tahteravınında hançerlendi ve ertesi günü hayatını kaybetti. 

Nizamülmülk’le başlayan suikastler Nazirilerin yok edilmesini isteyen ve bunun için çalışan birçok hükümdar, halife, prens, general, vali, kadı ve din adamlarının da bulunduğu onlarca kişinin öldürülmesiyle devam etti. Siyasi cinayetler genelde önemli konumda bulunan tanınmış kişilere karşı ve kalabalık ortamda işleniyordu. Seçilmiş fedai öldürülecek olan kişinin yakınına kadar sokuluyor ve Hasan Sabbah lehinde bir slogan atarak hançerini saplıyordu. 

Olayın ardından kaçma girişiminde bulunmuyor ve korumalar tarafından linç ediliyordu. Uzmanlar bunu Haşhaşilerin eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir. Fedailerin bu cesur ve sadık tavrına anlam verilememesi bu konuda birçok senaryonun uydurulmasına sebep olmuştur. En çok uydurulanlardan biri fedailere uyuşturucu kullandırtıldığı, diğeri ise Alamut’ta cennetin bir benzerinin oluşturulup hurilerle doldurulduğu ve fedailerin bununla kandırıldığı idi. 

Ancak bunlar hakkında hiçbir kanıt ortaya konulamadı ve uydurma olduğu zamanla anlaşıldı. Haşhaşilik Hasan Sabbah’ın adamlarına ve Naziri tarikatı müritlerine Haşhaşi denmesi 19. Yüzyıla kadar batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. 

Haşhaş” kelimesi Arapça’da “kuru ot” ve “hayvan yemi” anlamına gelir. Zamanla uyuşturucu Hint kenevirine de bu ad kullanılır olmuştur. Haçlı Seferleri kayıtlarında da kendilerine saldıran Sabbah’ın fedailerinin “assasini, assissini, heyssisini” gibi sözcüklerle adlandırılması haşhaşi kelimesi ile benzerliği nedeniyle ilişkilendirilip özdeşleştirilmiştir. Assasian sözcüğü batı dillerinde “suikastçi, kiralık katil” anlamındadır. 

Haşhaşi adı ile haşhaş içip adam öldüren anlamı oluşturulmuştur ki Sabbah’ın adamlarının haşhaş kullandığına dair hiçbir belgeye, hiçbir kayda rastlanılmış değildir. Dahası belgelerde Haşhaşi adının İran’daki Nazirilere kullanılmadığı, Suriye’dekiler için kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Hasan Sabbah’ın adamlarının Haşhaşiler olarak adlandırılmasında Marco Polo’nun seyahatnamelerinde yazdıkları etkili olmuştur. 

1273 yılında İran’dan geçmiş olan Marco Polo’nun seyahatnâmesindeki hikaye kısaca şöyledir: “Kendi dillerinde şeyhlerine “dinin büyüğü” anlamına gelen Alaeddin diyorlardı. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın şeyhi müridlerinin gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Muhammed’in cennet tasvirine benzetmişti. 

Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar halinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müridlerini bir göreve göndereceği zaman şeyh “Gidip şunu şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir.” diyordu. Şeyh’in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu.” Ancak Orta Çağ İslam tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikayesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir. 

 Hasan Sabbah alimliğinin yanında oldukça zeki bir lider ve çok iyi bir politikacıydı. Akıl dolu eylemleri ile Büyük Selçuklu Devletini zayıflatmayı başarmış ve taht kavgalarına neden olarak hükümdarlığı sarsmıştı. Sabbah’ın dini konumlanışı da önemli bir noktadır. Kendisini ne imam ilan etti ne de mehdi. Bunu yapsa inananı çok olurdu ama yapmadı. Hasan Sabbah; hayatı boyunca teolojik, politik ve askeri alanlarda, her ne yaptıysa hiçbir zaman geri adım atmadı. Hep soğukkanlı, planlı, akılcı davrandı. Hedeflerini her zaman iyi tanımladı. 

Sabbah, öncülü ve ardılı birçok Batıni hareketin aksine, direnişi bütün unsurlarıyla ortaya koyabildi ve bunları kullandı. Tüm yaşananlara rağmen dervişliğinden de, politik önderliğinden de asla ödün vermedi. Gerek Sabbah zamanında gerekse ölümünden sonra Naziriler Abbasilere, Selçuklulara, Eyyübilere, Zengi Atabeylerine, Memlüklere ve de istilacı Haçlılara karşı direnmiş ve başarılı olmuştu. 

 Hasan Sabbah 1124 yılında yakalandığı hastalıktan kurtulamadı ve Alamut Kalesinde eceliyle öldü. Ölümünden sonra 32 yıl daha Naziriler varlıklarını ve Alamut’taki egemenliklerini devam ettirdiler. Ta ki Hülagu Han’ın komutasındaki Moğol ordusunun istilalarına kadar. 1256 yılında Alamut Kalesi, 1258 yılında Lemeser Kalesi ve 1270 yılında Girduh Kalesi boşaltılmış, Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. 

 Haşhaşilerden alınması imkânsız Alamut Kalesini normal koşullarda asla ele geçiremeyeceğini anlayan Hülagü, bazı bilim adamlarının da önerisiyle kalenin altına tüneller açtırıp petrol ile doldurtarak kalenin bulunduğu tepeyi gerçek bir bombaya dönüştürdü. Belki de Moğolların ele geçirmeyi rüyalarında bile göremeyecekleri bu kaleyi petrol doldurulan tüneller ateşlenip patlatılmak suretiyle imha ederek ele geçirdiler. Sünni İslam’ın başındaki 166 yıllık Haşhaşi belası Moğollar sayesinde böylece son buldu. 

 Kaynakça: Peter Willey, Alamut Kalesi, Haşhaşiler, Hasan Sabbah ve Fedaileri Bernard Lewis, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah Farhad Daftary, İsmaililer, Tarihleri ve Öğretileri Hasan Sabbah Gerçeği/ Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri, Faik Bulut
 *************************************************** 

 İLK İSLAM KOMÜNCÜLERİ KARMATİLER 
 İslamiyet ilk dönemlerinden itibaren siyasi ve mezhepsel çekişmelerle hatta iç savaşlarla karşı karşıya kalmıştır. Hz.Muhammed’in ölümüyle başlayan iktidar mücadelesi sonrasında Hulefa-i Raşidun denilen 4 halife döneminin 3 halifesi cinayete kurban gitmiştir. Cemel ve Sıffin savaşları, Harra ve Kerbela katliamları iç savaşlar için tarihi örneklerdir. 

Daha İslam’ın ilk asrı tamamlanmadan, siyasi çatışmalar, toplumsal hareketlenmeler ve halk ayaklanmaları yükseldi. Bu hareketlenmelerin ilk çıkış nedeni Ehlibeyte yapılan zulüm ve katliamlardı. Ezilen, hakkı yenilen ve rejime muhalif tüm kesimler, Ehl-i Beyt davası güden Şia ve alt fırkalarında toplandılar. Ehl-i Beyt davası adına ortaya çıkan, Emevilere karşı , bu kesimlerle ittifak kurarak iktidarı ele geçiren Abbasiler, mazlum halkların beklentilerini gerçekleştirmediler. Halka sırt dönüp, zalim ve despot bir düzen kurdular. 

Bu süreç, halkın daha radikal eğilimler göstermesine neden oldu. 
 İsmaililer 8. yüzyılın ikinci yarısından sonra Şia içinde ılımlı-radikal ayrışması yaşandı. İslama karşı tutum alan radikal İsmaili akımı ortaya çıktı. Ilımlı Şiiler, bu gelişen radikal hareketi Batınilik olarak görerek reddettiler. İsmaili hareketi, direk Abbasi yönetimini hedef alarak yeni bir İslam düzeni alternatifiyle ortaya çıktılar. Diğer Batıni hareketlerde olduğu gibi İsmailiye’de de mehdilik-mesihçilik inancı hakimdir. 

 Kaim adını verdikleri bir gizli imamın geleceğine inanırlardı. İnançlarına göre peygamberler içinde natık (konuşan) olanlar vardır ve bunların her biri kendi şeraitini getirmiştir. Her gelen öncekinin şeraiti iptal etmiştir. Kaim de natık peygamberlerdendir ve öncekilerin şeraitini ortadan kaldıracaktır. 

Önceki natık peygamberlerin Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed olduğunu söylerlerdi. Kaim, bunların 7.si olacaktı ve yeni bir düzen kuracaktı. Yani ismaili akımın kurtuluş inacında Kaim vardı. İlk dönem İsmailileri tarafından hareketlerinin adı dava, davaya katılanlar da Dailer olarak adlandırılmıştı. 

Dâîler, eylemlerini Irak, Pers, doğu Arabistan ve Yemen topraklarına yaymaya başlamışlardı. Dailer, Müslümanları onları kurulu düzenin adaletsizliklerinden kurtaracak ve Ehl-i Beyte yeniden hilafeti kazandıracağını söyledikleri İsmaili İmam Mehdi ile dayanışma yapmaya davet ediyorlardı. İsmaili Dailerin bu daveti başarıya ulaşmış ve Hicri 2.yüzyılda Kuzey Afrika’da ilk Şii devleti olan Fatımi devletini kurmuşlardı. (910)

 Karmatiler Karmat ya da Karmatî kelimesinin menşei hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime adını tarikatın kurucusu olan Hamdan b. Karmat’tan almış olmalıdır. Ancak bu sahsın adının Hamdan b. Eş’as olduğu da rivâyet edilmektedir. 

Kûfe yakınlarında kendi başına derviş hayatı yaşayan ve hamallıkla geçinen Hamdan, halkın yoksulluğu ve Abbâsîler’in ülkede meydana getirdiği baskıdan dolayı “ortak mülkiyet” anlayışını amaç edinen bir tarikat kurdu. 

Zenginlerin malını paylaşmayı ana ilke olarak benimseyen bu tarikat, kısa sure içinde bütün Irak’ta yayıldı. Görünüşte dini, gerçekte ekonomik bir hüviyet taşıyan bu tarikatın politik düşünceleri de vardı. İslâm Dini’nin getirdiği kuralların birçoğunu gereksiz sayıyor, özellikle Mazdekçiliğin görüşlerine uygun düşünceler ileri sürüyordu. (Neşet Çağatay, Ahilik, 66) 

 Abbasilerin despot yönetimine karşı gelişen hareketler içinden en sistemli inanç kılıflı ideolojik ürün M.S. 983’te yazıldığı tahmin edilen İhvan-ül Safa Risaleleridir. Eşitlikçi düşünceler ve sistem karşıtı düşüncelerini Basra ve Bağdat gibi merkezlerde geliştirdiler. İhvan-ül Safa hareketi İsmaillilikten, Manicilikten ve Zerdüştlükten etkilenmiştir. Kişisel kurtuluş ve arınmadan ziyade, toplumsal kurtuluş ve yeni düzen anlayışı ve arayışı bu düşüncede egemendir. Felsefe ve mantığı inançla birleştirmeye çalışır. Dini akılla açıklamayı temel almışlardır. 

Yeni Eflatuncular arasında geliştirmiş fakat İslamileştirilmiştir. Bu arada, Zerdüştlük ve Manicilikten çok şey almış bu hareketin sadece felsefeyle de yetmeyip aynı zamanda da o dönemin elverdiği koşullarda doğa bilimleriyle, toplumsal olaylarla iktidarı devirmek isteyen siyasal örgütlenmelerle, şeriatçı Abbasi sistemine karşı “Faziletli toplum” projesiyle ilgilendiği tarihsel belgelerle kanıtlanmıştır. İhvan-ül Safa hareketiyle devlet dışı bir yaşamın ve komünal toplumun, o dönem şartlarındaki ideolojik-teorik perspektifi oluşturulmuş ve topluma taşınmıştır. 

Baskı ve sömürüyü bizzat derinden yaşayan Hamdan, İhvan-ül Safa düşüncesini benimser ve bu düşünceleri pratikleştirme çabasına girişir. Düşüncelerinin haklılığı, ağır sömürü ve baskı şartları onun önderliğiyle birleşince kısa sürede sayısız yandaş edinir. Kurulu düzeni yıkmak amacıyla yola çıkan Karmatiler gizli örgüt kurarak yasa dışı bir hareket olarak bütün illegalite kurallarını uyguladılar. Buna uygun bir disiplin ve hiyerarşik sistem kurdular. 

Hücreler biçiminde ve en tepede İmam’ın bulunduğu hiyerarşik yapıda gizli bir teşkilat oluşturdular. Karmatiler, toplumsal yanı ağır basan, birçok mazlum halkı ve ezilen çeşitli sınıf ve tabakaları bir araya getiren bir halk hareketi örgütlediler. 

Irak, Horasan, Azerbaycan, Şam, Yemen, Kuzey Afrika gibi geniş bir alana yayılan hareket; köylüleri, Arap kabilelerini, Arap-İslam hakimiyeti altındaki İranlı, Türk, Nabati; Süryani, Arami, Afrikalı ve Berberi halkları ve yanı sıra, aralarında esnaf, küçük tüccar ve çulsuz serseriler gibi şehirli kesim ile kırsal alandaki kabile yoksulları ve köylüleri, uzak bölgelerdeki Arap olmayan mazlum halkları ve Irak topraklarında angarya usulü çalıştırılan köleleri içeren geniş bir tabana yayılıyordu. 

Zalim Abbasi iktidarına, onlarla işbirliği yapan Fars aristokratlarına, büyük tüccar tabakasına, büyük toprak ağalarına karşı bir ihtilal hareketine dönüştü. Nitekim beklenen ilk isyan Vasıt civarında (Kûfe) Hamdan ile başladı (Massignon, a. g. e. , VI, 353 a). Hareket çöldeki Arap bedevilerinden destek görmemekle birlikte Sevâd köylüleri arasında geniş bir şekilde yayıldı. 

Bu isyan özellikle her sene şahıs başına bir dinarlık yeni bir vergi konulmasına karşı bir tepki idi. Karmatilerin bu hareketi yaklaşık olarak on sene devam etti (890-901). İkinci Karmatî hareketi ise Bahreyn’de ortaya çıktı (899). Ebû Said el-Cennâbi liderliğinde başlayan hareket, bedevilerden ve bu mezhebe bağlı olanlardan birçoğunun da desteğiyle bir hayli güç kazandı. Bahreyn Karmatilerin hâkimiyetine girdi. Birçok bölgede komünal düzenler kurdu. 

Bu komün düzenleri 100-150 yıl boyunca varlıklarını sürdürdü. Bu nedenle, o döneme dek var olan kurulu düzenin tüm denge ve kavramlarını altüst etti. Karmatî faaliyetinin en büyük merkezi durumuna gelen Bahreyn’de güçlü ve iktisâdî bakımdan başarılı ve dayanıklı bir devlet kuran Karmatiler Fatımîlerden de manevî yardım alarak Bağdat’ta ikâmet eden Abbâsi halifelerine korkulu günler yaşattılar. 

Nitekim Halife Mu’tezid tarafından gönderilen el-Abbâs Amr el-Ganavi ve kuvvetleri, Ebû Said ve Maiyyeti tarafından yenilgiye uğratıldı. (900)Bu noktada Ebu Said El Cenabi’nin Abbasi halifesine gönderdiği mektuba bir göz atalım:“Ey Abbasoğlu; Yemin ederim ki; nefsin seni aldatmış; eremeyeceğin makama gözünü dikip tamah edersin ve bulamayacağın mertebeyi sana hoş göstererek seni hırslandırmıştır.Bunun için kalktın, katiplerinin hakkımda görüş birliği içinde söyledikleri şeyi alıp yazdırdın; beni, kötülüklerle andın, karalayıp lekeledin ve çirkin sıfatlarla nitelendirip damgaladın.

Ey Abbasoğlu ! onlar adına benimle tartışmaya girip, davaya (güya) Kuran’dan delil getiren adam ! Sen ki; (sarayda) her türlü içkiyi zıkımlanırsın, çalgı çalıp çengi ve rakkaseler oynatırsın; yabancı erkeklerin karşında çalıp oynamasına, gılmanların boynuna sarılıp kucağına oturmasına heveslenirsin; çeşit çeşit fisk-ü fücur ve bu arada livata ile vakit geçiren kişisin.İyi insanların camilerini yakıp yıktığımı söylüyorsun. Doğrudur, bu tür camilerin hepsini yaktırdım. Çünkü o ibadet yerine gidenlerin çoğu, Allah karşısında yalan söyleyip riyakârlık yapıyordu. 

Her türlü yozluğu, sapıklığı buralarda kararlaştırıp Allah şeriatı diye gösteriyorlardı. Oralarda bizzat Allah’ın peygamberine iftira edilip, sapkın yollar meşru gösteriliyordu. 
Böyle cami ve mescitlerden yıkılmaya ve viran edilmeye daha layık ve müstehak hangi mekan olabilir ki ? Güya “Muktedirbillah” ünvanı taşıyorsun. yani Allah’ın kudretine maliksin veya ondan güç kuvvet alıyorsun ! Bak hele sen ! Hangi orduyla savaşıp yenebildin; hangi düşmanı elde kılıç kovaladın? Dolayısıyla sen değil Muktedirbillah olmak; olsan olsan fasıkların emiri olursun. Müminlerin emiri olmak sana yakışmaz çünkü.Bir de bana bak; kabilesi ve yakınları arasından çıkmış biriyim. Hürmete itaat onlar için yaptıklarımdan kaynaklanıyor. Beni yüceltmiş şan ve şeref vermişlerdir. Onlar sayesinde onlarla birlikte yükseldim.

Ey Abbasoğlu, bir daha beni tehdit etmeye kalkma; şimşek çakar gibi korkutma yoluna gitme. Her neye azmettiysen sözünde dur. Görülecek hesabın varsa, gel de gör !” (Faik Bulut-İslam Komüncüleri) Karmatiler, İslam şeriatının kimi söylemlerini oportünistçe kullandılar. Çoğu zaman İslamı bir maske olarak kullanıp propaganda yapıyorlardı. Amaç, yandaş kazanabilmek, toplumsal muhalefeti örgütleyebilmek; dini söylemleri kullanarak şeriat düzenini ortadan kaldırmaktı. Bunun için de gizli imam eksenli Batıni, metafizik bir söylem tutturdular. Din ile felsefe arasına köprü atıp, akılcı yorumlarla, kendi kuracakları düzenin propagandasını yaptılar; İslam şeriatının ve düzeninin iptali için teorik temel oluşturdular. Karmatiler tenâsuha inanırlardı. İnançlarına göre cennet, dünya idi. Dünyada rahat, mutlu ve geçimi yerinde olan bir kişi cennettedir. 

Gerçek cennet insanın derin bir zevk ve keyf içinde yaşamasıydı. (Çağatay, Ahilik, 66) Karmatilerde içki haram değildi, şarap içiyorlardı. Güneş doğmadan iki rekat, güneş battıktan sonra da iki rekat namaz kılmanın, yılda iki gün oruç tutmanın yeterli olduğuna inanıyorlardı. Kıbleleri Mekke değil, Kudüstü. Dinlenme günü Cuma değil, pazardı. Laik bir yönetim uyguluyorlardı. Başlangıçta korsanlık yaparak zenginden alıp yoksullara dağıtıyorlardı. Bundan dolayı Robin Hood’un ataları denilebilir. Aynı zamanda komüncü uygulamalarıyla Şeyh Bedrettin hareketinin de ataları demek yanlış olmayacaktır. 

 Bahreyn’de Karmatî devletinin başında bir hükümdar bulunuyor ve halk, altı kişilik bir meclis tarafından yönetiliyordu. Bunlar oruç tutmuyor ve namaz kılmıyorlardı. Bir kişi fakirleştiği veya borçlandığı zaman, toplum fertleri tarafından yapılan yardımlar sayesinde eski haline gelebiliyordu. Bölgeye gelen yabancı bir zanaatkârın yerleşmesi için gerekli para derhal bulunuyor ve hatta fakirlerin evlerinin tamir masrafları devlet tarafından karşılanıyordu. 

(Bernard Lewis, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979, s. 133-134) Devlet teşkilatı birçok yönden komünizme benziyordu. Örneğin vergiler toplanıyor ve toplumun fertleri arasında ihtiyaçlarına göre bölünüyordu. Komünal Karmati düzeninde üretim her işin başı sayılmıştır ve kadın-erkek, yaşlı-genç, büyük-küçük herkes üretim faaliyeti içinde konumlandırılmış; herkesin mülkiyet ortaklığına girmesi için siyasi faaliyet yürütülmüştür. Bağış-vergi sistemiyle kurdukları dayanışma sandıkları, zamanla bütün mülkiyetin ortaklaştığı bir düzene dönüştürülmüştür. 

Toplumun bütün kesimlerinin elindeki mal ve mülk halkın malı haline getirilir. İslam düzeninde geçerli olan bütün şeriat yasaları iptal ediliyor. Yerine insanı merkez alan bir felsefi yaklaşım oluşturuluyor. Yaygın bir eğitim faaliyeti örgütleniyor. Kimsenin inancına karışılmıyor. Her inanca hoşgörüyle yaklaşılıyor. Yalnız, İslam devletinin simgesi olan camiler yıkılıyor, şeriatı yeniden kurmayı amaçlayan faaliyetler yasaklanıyor. Kadına eş seçme, dilediğiyle birlikte yaşama ya da ayrılma hakkı tanınıyor, erkekle eşit statüde görülüyor. 

 Ebû Said’den sonra Karmatilerin basına küçük kardeşi Ebû Tahir Süleyman geçti. (914) Ebu Tahir zamanında da Basra ve Kûfe Karmatilerin eline geçti. Mekke yolunun Karmatiler tarafından tehdit edilmesi sebebiyle müslümanlar 925 yılında haclarını edâ edemediler. 930 yılında Ebu Tahir, Hac zamanı Mekkeyi fethetti. Kabe’yi basıp hacıları kılıçtan geçirdi. Binlerce Müslüman öldürüldü. Kabe’nin kapısı kırıldı, örtüsü parçalandı, duvarlarına hasar verildi. HacerülEsved taşı sökülüp Hecer’e götürüldü. 

10 yıl boyunca Mekke’yi ellerinde tutarak haccı engellediler. Yaklaşık yirmi iki sene ellerinde tuttukları Hacerülesved taşını dost gördükleri Fatımî halifesi Mansur’un ricası ile iade ettiler. İslam coğrafyasının her yanına yayılan ve kurulu düzenin bütün kurumlarını yerle bir eden bu hareket, başlangıcından sonuna kadar düşmanları olan Sünnilerin siyasi, ideolojik, askeri saldırılarına, hile ve entrikalarına, karalamalarına maruz kalmıştır. Bahreyn ve Yemen’de 100 yıl yaşayabilen komünler; geniş coğrafyada ise küçük komünal adacıklar halinde 150 yıl boyunca varlığını sürdürmüştür.

Karmatiler, Fatımî Halifesi Mustansır devrinde yıkıldılar. Onların ortadan kaldırılmaları iki safhada gerçekleştirildi. Birincisi, Ehl-i Sünnet mensuplarının gerçekleştirdiği bir dizi isyandan sonra 1066 yılında Uval Adası, Bahreyn Karmatilerinin hâkimiyetinden çıktı ve Abbâsilerin hâkimiyetine girdi. İkincisi, Bahreyn’deki Sünniler, Karmatilere karşı isyan eden Abbâsi taraftarlarının etrafında toplanarak, Ahsâ şehrinin kuzeyinde Karmatileri kuşattılar. 

1078 yılında yapılan Hendek savaşında onları yendiler. Bu savaş, tarihin en önemli savaşlarından biri sayılır. Çünkü bu savaş, yaklaşık iki asır boyunca Abbasi devleti için korku ve heyecan kaynağı olan Karmatî Devletinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. (H. İbrahim Hasan, a. g. e. , IV/5, 314) Sünnî İslâm’ı ortadan kaldırmak hususlarında İslâm dünyasının başına büyük belalar açan ve şeraitçilere rahat nefes aldırmayan Karmatiler, arkalarında çok önemli tarihi dersler çıkarılacak şekilde tarih sahnesinden çekildiler. 

 Karmatiler tarih sahnesinden çekilirken İsmaililiğin en ihtişamlı saltanatı Mısır’da Fatimi devleti ile yaşanmaktaydı. Ve yine İsmailiğin ve Karmatiliğin bir uzantısı olarak finali Hasan Sabbah oynayacaktı. “Hasan Sabbah Efsanesi” için: https://panteidar.wordpress.com/2014/09/19/hasan-sabbah-efsanesi/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion