Enver Paşa Kimdir? Enver Paşa’nın Hayatı
Talat Paşa, Cemal Paşa ile birlikte, İttihat ve Terakki’nin üç liderinden biri olan Enver Paşa, kimilerince kahraman, kimilerince hayalperest, kimilerince vatan hainidir. Hürriyet kahramanlığına ve imparatorluğun en güçlü adamlığına uzanan, ama ardından idam mahkumluğuna ve sürgünlere kadar giden, 1922’de uzak diyarlarda bir kurşunla noktalanan 41 senelik macera dolu bir hayat…
İsmail Enver, 22 Kasım 1881’de İstanbul Divanyolu’nda dünyaya gelir. Babası Hacı Ahmet Paşa, Malta sürgünlerindendir, bayındırlık teşkilatında inşaat teknisyeni olarak çalışır. Annesi Ayşe Dilara Hanım ise baba tarafından Gagavuz Türklerine dayanır. Enver Paşa, ailenin 5 çocuğundan en büyüğüdür. Önce Nafia Nezareti’nde (Bayındırlık Bakanlığı) fen memurluğu yapan, daha sonra Surre Emini (Surre-i Hümâyûn Alayı Emini) görevine getirilen ve sivil paşalığa yükselen babasının tayinleri nedeniyle çocukluğu farklı şehirlerde geçer.
Üç yaşında evlerinin yakınındaki mekteb-i ibtidaîye (ilkokul) gider. Daha sonra Fatih Mekteb-i İbtidaîsi’ne girer ve ikinci sınıftayken babasının Manastır’a tayin olması nedeniyle bırakmak zorunda kalır. Yaşı küçük olmasına karşın 1889’da Manastır Askeri Rüştiyesi’ne (ortaokul) kabul edilmeyi başarır ve oradan 1893’te mezun olur.
Anne ve babası
Eğitimine Manastır Askeri İdadisi’nde devam eder ve 1896 yılında mezun olur. Harp Okulu’na geçer, burayı 1899’da piyade teğmeni olarak bitirir. Harp Okulu’nda okurken kendisi gibi henüz öğrenci olan amcası Halil (Kut’ül Amare Kahramanı Halil Kut) ile birlikte tutuklanır ve Yıldız Mahkemeleri’nde yargılanıp serbest bırakılır. Harp Akademisi’ni ikinci olarak bitirir ve 23 Kasım 1902’de Kurmay Yüzbaşı olarak Manastır 13. Topçu Alayı 1. Bölüğü’ne verilir.
Hürriyet kahramanları Resneli Niyazi ve Enver Bey, 1908
Manastır, Koçana ve Üsküp’te çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra 1904’te kolağası, 1906’da binbaşı olur. Tahminen Mayıs 1906’da, amcası Yüzbaşı Halil Bey ile Jön Türk Hareketi’nin Selanik’teki bir kolu olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne (sonraki adı İttihat ve Terakki Cemiyeti) katılmayı kabul eder. Ekim 1907’de Manastır civarında eşkiya takibi ile görevlendirilir. Bu görev sırasında Bulgar çetelerine karşı verdiği mücadeleler, onda milliyetçilik fikrinin gelişmesinde rol oynar. Çatışmalarda bacağından yaralanarak bir ay hastanede kalır.
İttihat ve Terakki’nin başlattığı ihtilal hareketleri içinde yer alan Binbaşı Enver Bey, 1 Haziran 1908’de kızkardeşi Hasene Hanım’ın eşi olan ve sarayın adamı olarak bilinen Selanik Merkez Kumandanı Kurmay Albay Nazım Bey’e suikast girişiminde bulunur. Nazım bey ve fedaisi yaralanırken, Enver Bey, Divan-ı Harb’e sevkedilir.
Haziran 1908’de Resne’de Resneli Niyazi Bey’in dağa çıktığını öğrenince, Manastır yerine Tikveş’e yönelir, özgürlükleri geri getirmek amacıyla birliğiyle dağa çıkar ve cemiyeti orada yaymaya çalışır. Örgütü tarafından Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyet Rumeli Müfettişi ilan edilir. II. Abdülhamid’in gönderdiği paşaları kaçırarak ya da vurdurarak etkinliğini kabul ettirir. Anayasa’nın yürürlüğe konduğunu ilan eden telgrafları Yıldız Sarayı’na ulaşınca, II. Abdülhamid başka çare kalmadığını anlar ve 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’i ilan eder. Hürriyet Kahramanı ilan edilen, resimleri gazete sayfalarını ve kartpostalları süsleyen, yeni doğan çocuklara adı verilen, adına şiirler, marşlar yazılan Enver Bey, 1913’ün Ocak ayına kadar İttihat ve Terakki’nin bir üyesi olmaya devam etmekle birlikte, siyasete fiilen katılmaz.
1909 yılı başında Enver Bey’in Berlin’e askeri ateşe olarak atanması geleceğini etkileyecek ilişkiler içine girmesine neden olur. Ayrıca bu görevi sırasında Alman kültürü ile tanışır ve çok etkilenir. Ülkesine hürriyeti getirmiş adam olarak öylesine bir uluslararası üne sahipti ki, Avrupa’da herkes onu tanımak ister. Ordu için sipariş edilmiş olan toplar konusunda görüşmeler yapmak üzere 1910’da Londra’ya gittiğinde gösterilen ilgiyi ve Türkiye’nin Garibaldi’si (İtalya devletinin kurulmasına öncülük eden kişi) diye yüceltilişini oradaki İtalyan büyükelçisi şöyle dile getirir: “İngiliz Sarayı’nda bile büyük merak konusu oldu, bütün bakanlar ve siyasetçiler, ona takdim edilmek ve onunla konuşabilmek için, kuyruk oluşturmuşlardı.”
Fausto Zonaro, Enver Paşa Portresi
Hareket Ordusu’nun komutanlarından Enver Paşa’nın babası Hacı Ahmet her yerde aranır. Zonaro, dostu Hacı Ahmet’i evinde saklar. 26 Nisan 1909’da Hareket Ordusu şehre girer. Zonaro ve Hacı Ahmet, ertesi gün Enver Bey’e gider. Enver Bey, ressama hem poz verir hem de Sultan’ın üç gün sonra tahttan indirileceğini söyler.
Meşrutiyet’in ilanından sonra hükümet, Batı’ya dönük bir sistem gerçekleştirmek ister. Girişilen reform hareketleri bazı tutucu çevrelerin hoşuna gitmez ve ağır tepkilerle karşılanır. Ordu içinde de taraftarlar bulan bu çevre, 31 Mart 1909’da İstanbul’daki Avcı Taburları’nı da kışkırtarak ayaklanırlar. Enver Bey, 31 Mart Olayı’nın patlak vermesi üzerine geçici olarak yurda döner. İsyanı bastırmak üzere Selanik’ten İstanbul’a giden ve komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın üstlendiği Hareket Ordusu’na katılır; hareketin kurmay başkanlığını Kolağası Mustafa Kemal Bey’den devralır. İsyan bastırıldıktan sonra II. Abdülhamid tahttan indirilir, yerine V. Mehmed Reşat geçer.
Mustafa Kemal ile Trablusgarp’ta
Enver Bey, isyan bastırıldıktan sonra tekrar Berlin’e gider. 1911’de tekrar İstanbul’a döner, amacı Sultan Mehmed Reşat’ın yeğeni Naciye Sultan ile nişanlanmaktır. Arnavutluk’ta çıkan isyan üzerine gittiği İşkodra’da isyanın bastırılmasında etkili olur, daha sonra Berlin’e geçtiyse de İtalyanlar’ın Trablusgarp’a saldırmaları üzerine yurda döner. Enver Bey, İtalyanlara karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine kabul ettirdikten sonra, Kolağası Mustafa Kemal Bey ve Paris Ataşemiliteri Binbaşı Fethi (Okyar) Bey gibi isimlerle bölgeye gitmek için İstanbul’dan bir gemiyle 25 Eylül 1911 tarihinde yola çıkar. Gizli görevde olduğu için önce bir doktor, daha sonra da Suriyeli bir tüccar kılığında yolculuk yapar. 15 Ekim 1911’de İskenderiye’ye ulaşır, oradan da deve üstünde çok zorlu bir yolculuğun ardından 22 Ekim 1911’de Trablusgarp’a geçer. 20 bin kişiyi seferber etmeyi başararak, merkezden hemen yardım yetişemediği için adına para bastırarak bölgeye hakim olur. Bir yıl süren mücadele sonunda, Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine diğer Türk subaylarla birlikte İstanbul’a çağrıldığı için bölgeyi 25 Kasım 1912’de terk eder. İtalyan kuvvetlerine karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle 1912’de yarbaylığa yükselir.
Colonel (Albay) Tyrrell ve Enver Paşa, 1913
I. Balkan Savaşı’nın yenilgi ile sonuçlanmasının ardından, 22 Ocak 1913 günü Meclis-i Kebîr-i Meşveret (Osmanlı’da olağanüstü konuların görüşüldüğü meclis) toplanır ve Balkan devletleri ile nasıl bir anlaşma yapılması gerektiği konusu tartışmaya açılır. Yapılan bu toplantıdan bir an önce barış anlaşmasının imzalanması kararı çıkar. Bu karar nedeniyle İttihatçılar, Enver Bey’in de katıldığı toplantıda zor kullanarak hükümeti devirme kararı alırlar.
Planını Talat Bey’in yaptığı ancak harekâtı cesareti ile sürükleyen kişinin Enver Bey olduğu Bâb-ı Âlî Baskını, onun İttihat ve Terakki içindeki askeri kadronun lideri haline gelmesinde en önemli hadise olduğu söylenebilir. 23 Ocak 1913 günü gerçekleşen baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürülür. Enver Bey, sadrazam Mehmet Kamil Paşa’ya istifasını imzalatır ve padişahı ziyaret ederek Mahmut Şevket Paşa’nın sadrazam olmasını sağlar. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti askeri darbe ile iktidarı ele geçirir.
30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması’yla, Osmanlı Devleti Midye-Enez hattının batısında kalan topraklarını Balkanlı müttefiklere bırakınca, ganimetin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlık II. Balkan Savaşı’nın çıkmasına sebep olur. Balkan Devletleri bu mirası paylaşmada birbirine düşünce Osmanlı Devleti bunu fırsat bilir, 22 Temmuz 1913’te Enver Bey komutanlığında, bir direnişle karşılaşmadan Edirne’ye girilir ve tekrar alınır. Bu gelişme üzerine saygınlığı artan Enver Bey bu kez de Edirne Fatihi ünvanını alır. Rütbesi albaylığa, kısa bir süre sonra da generalliğe (5 Ocak 1914) yükseltilir.
İstanbul Veli Efendi’nin açılışı, 1917. Enver Paşa, Gen. Lassow ve Halife Abdülmecit Efendi
Subayların tasfiyesi hususunda İttihat ve Terakki kadrosuyla görüş ayrılığı yaşayan Ahmet İzzet Paşa, 3 Ocak 1914 tarihinde Harbiye Nazırlığı’ndan istifa edince yerine Enver Paşa getirilir. 8 Ocak 1914 tarihinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği görevini de üzerine alan Enver Paşa, ordu üst yönetiminde tek karar verici haline gelir.
Naciye Sultan ile
Enver Paşa’nın Naciye Sultan ile evlilik tarihlerinin ay ve günü için farklı tarihler verilse de yıl 1914’dür. Evlendiklerinde Enver Paşa 33 yaşında, Naciye Sultan 16 yaşındadır.
Ordu üst yönetimini sorumluluğunda toplayan Enver Paşa, ordunun yapılandırılması işini ele alır. Bir taraftan da subaylar arasındaki eski-yeni ikiliğini ortadan kaldırmak üzere harekete geçer. Yapılan kapsamlı tasfiyelerle yeni teşkil edilen ordu kademelerine genç subaylar getirilir. Bir taraftan da ordunun silah, cephane ve araç-gereç açığını kapatmaya çalışır. Yeniden yapılandırılan ordunun asker ihtiyacını karşılamak üzere 12 Mayıs 1914’te yeni asker alma kanunu uygulamaya koyar.
Enver Paşa, orduda Alman stilini uygular, birçok Alman subayı Türk ordusunda danışman olarak görevlendirir. Üniformalar değiştirilir, orduda okur yazarlığın artmasına çalışır ve bunun için yeni bir alfabe uygulamaya koyar. Bir sese bir harf ilkesine uygun olarak, Arap alfabesinin başta-ortada-sonda farklı yazımını ortadan kaldırıp harfleri birleştirmeden ayrı olarak yazılması görüşünü benimser, ordu içi yazışmalarında bu yazıyı kullanmak istese de, savaşın tam ortasındaki bir ordunun yazışmalarını yeni imla ile yapmasının emredilmesi daha büyük zorluklara neden olur. Bu yazı tarihimize Ordu Elifbası, Hatt-ı Cedit, Enver Paşa Yazısı, Enveriye Yazısı gibi adlarla geçer. Alfabe bir süre sonra askıya alınır, Enver Paşa ile İttihat Terakki’nin 1918 sonbaharında iktidardan düşmesi üzerine tamamen unutulur.
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda özellikle sıcak bölgelerde, Güney Cephelerine sevk edilen askeri birliklerin kabalak ve güneş siperli olan başlığı giymelerini de zorunlu tutar ve bu serpuşun adına Enver Paşa’nın isminden ilhamla Enveriye adı verilir. Enver Paşa’nın bıyığı da Osmanlı aydın, asker çevrelerinde, hatta halk arasında uzun süre moda olur.
Enver Paşa, Şehzade Ömer Faruk Efendi ile Çanakkale yolunda
İngiliz ve Fransızların, Meşrutiyet’in ilanından itibaren özgürlük isteklerinin kendi kolonilerine de yansıyabileceği endişesiyle İttihat ve Terakki’yi dışladıkları, hatta Almanların kucağına ittikleri bilinir. Hükümet üyelerinin çok büyük bir bölümünün savaşa karşı olmaları nedeniyle, bütün hazırlıklara ve yapılan ittifak anlaşmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nin savaşın dışında kalması yönünde bir politika takip edilmeye başlanır. Ancak, bu durumdan memnun olmayan Almanya, Osmanlı’yı savaşa sokabilmek için türlü yollar dener, Osmanlı idarecileri ise sürekli bazı gerekçeler ileri sürerek savaşın dışında kalmaya çalışır.
Alman Amiral Souchon idaresinde Karadeniz’e açılan Osmanlı donanmasının 29-30 Ekim tarihlerinde Rus limanlarını bombalaması ile Osmanlı Devleti bir oldu bittiye getirilerek, I. Dünya Savaşı’na sokulur. Bu gelişme üzerine, Rusya 2 Kasım 1914’te, müttefiki olan İngiltere 4 Kasım’da, Fransa 5 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Enver Paşa’nın aşırı Alman yandaşlığı da eklenince, Osmanlı Devleti zamansız bir şekilde Birinci Dünya Savaşı’na sokulur. Kendisine karşı savaş ilanlarının ardından Osmanlı Devleti de 12 Kasım 1914’te ilgili devletlere savaş ilan eder. Kararı, Osmanlı Hükümeti içinde, Enver Paşa’dan başka bilen yoktu, hatta başta sadrazam ve bazı bakanlar istifaya bile kalkışırlar.
Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, 1917
Ülke, I. Dünya Savaşı’na girdikten sonra Harbiye Nazırı olarak askeri harekatın yönetimini eline alsa da, büyük savaş stratejilerine aşina olmayan Enver Paşa, Birinci Cihan Harbi’nde Osmanlı ordularının yönetimini tamamen Almanlara bırakır. Gerçi Enver Paşa Almanya’da o yıllarda çok önemli bir isimdir. Hayatını anlatan kitaplar yayınlanır, Berlin’de Potsdam’da bir köprüye ismi verilir, onun adını taşıyan Enver Bey sigaraları çıkarılır. Osmanlı Devleti savaşa girer girmez, Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı, Süveyş Cephesi’nde de İngilizlere karşı harekâta geçer.
Enver Bey, okuldan sonra hemen Balkanlar’a atanması ve sonuna kadar orada kalması nedeniyle, İttihat ve Terakki içinde ön plandaki eylemcilerden biri olur. İçe dönük yapısı bu genç subayı, teorik çalışmalar yerine, dağlarda eşkıya ve komitacı kovalamaya yöneltir. Bu mücadele tarzı kendisine de bir tür komitacı niteliği kazandırır. Bu nedenle de savaş bilgisi, ordular çapındaki stratejilerden çok, çete vuruşmalarıyla sınırlı kalır.
Enver Paşa ve Hafız Hakkı Paşa
Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı’ndaki fiili tek kumandası Kafkas Cephesi’nde olur. Yüz elli bin kişilik bir ordu ile Rusları arkadan çevirmek ve onları geriletmek, Kars ve Batum’u alabilmek üzere Sarıkamış Harekatı’na girer. 22 Aralık 1914’te başlatılan Sarıkamış Harekatı, Türk tarihi açısından hüsranla biten ve izleri kolay kolay silinmeyen bir savaştır. Yıllarca savaşın askeri taktik ve siyasi yönleri tartışılır. Enver Paşa ve 3. Ordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa’nın ihtirasları nedeniyle koca bir ordu mahvolmuştur diyenler olduğu gibi, Köprüköy ve Azap Muharebeleri’nde Ruslara karşı başarılı mücadeleler vermesine rağmen Erzurum’a orduyu geri çeken Hasan İzzet Paşa esas sorumludur görüşünü savunanlar da olur.
Sarıkamış Harekatı’nda Türk Ordusu’nun kayıpları yıllardan beri tartışılagelen konulardan biri olur. Bu konuda farklı görüşler bulunur. Moris Larcher’in 1926’da kaleme aldığı ve Türk kayıpları konusunda en çok kullanılan Batı kaynağı olan Büyük Harpte Türk Harbi eserine göre kayıplar 90.000, buna karşılık 3. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Felix Guze tarafından toplanan muharebe sonuç raporlarına göre 30.000 ölüdür. Türk resmi kayıtlarına göre ise 50.000 kayıptan söz edilir. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 22 Ocak 1935 günü Harp Akademisi’nde verdiği konferansta Türk kayıplarının 60.000 olduğunu ifade eder.
Enver Paşa, ordunun komutasını Hakkı Hafız Paşa’ya bırakıp İstanbul’a döner ve savaş boyunca başka hiçbir cephede komutanlık üstlenmez. Uzun bir süre İstanbul basınında Sarıkamış hakkında herhangi bir haber veya yayın yapılmasına izin verilmez.
Sarıkamış şehitleri
Sarıkamış Harekatı’nın Osmalı Devleti açısındaki önemli sonuçlarından biri de Ermeni meselesi konusunda olur. Osmanlı III. Ordusu ağır hezimete uğrayınca bölgedeki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Ermeni çeteleri isyanlarını artar, Rusya’nın da desteği ile Vilayat-ı Sitte’de Ermeni Devleti kurma çabaları hız kazanır. Bu bölgelerde azınlıkta olan Ermeniler, Müslümanları ya göçe zorlayarak ya da katlederek belirtilen Osmanlı vilayetlerinde nüfus çoğunluğunu sağlamaya çalışırlar. 1877 – 1878’deki 93 Harbi sırasında yerli Ermenilerin Osmanlı’ya karşı yayılmacı Rus ordularının yanında çarpıştığını ve de cephe gerisinde isyanlar çıkarttığını bilen Enver Paşa, 2 Mayıs 1915’te Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği gizli telgraf ile isyancı Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılmasını ister. Günümüzde de başımızı ağrıtan, Ermeni Tehciri diye anılan uygulama, Talat Paşa tarafından başlatılır ve 27 Mayıs’ta Tehcir Kanunu çıkartılarak yürürlüğe konulur.
İlk çocuğu Mahpeyker, 1917
26 Nisan 1915’te Harbiye Nazırlığı’nın yanı sıra Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Eylül ayında korgeneralliğe yükselir. 1917’de, Kut’ül-Amare’de İngiliz Generali Charles V. F. Townshend’ın tutsak alınması ve Kafkasya cephesinde Ruslara karşı elde edilen başarılar üzerine Enver Paşa’nın rütbesi orgeneralliğe yükseltilir.
Naciye Sultan ve Enver Paşa, 1918
Aslında Kut’ül-Amâre zaferinin komutanı Halil Paşa’dır, Enver Paşa’nın amcasıdır ve daha sonra Kut soyadını alır. Kut’ül-Amâre 4 ay 23 gün boyunca kuşatılarak, 29 Nisan 1916’da İngilizler teslime mecbur bırakılır. İngilizlerin Çanakkale Cephesi’nde yaşadıkları büyük mağlubiyetten sonra, ikinci büyük darbe olarak tarihe geçer. Ne yazık ki, Osmanlı ordusu yaklaşık bir yıl sonra İngilizler karşısında ağır yenilgilere uğrayarak, Bağdat’ı ve sonraki dönemde de tüm Irak’ı terk etmek zorunda kalır.
Enver Paşa, Mareşal August von Mackensen’ın karargahını ziyaret ettiği sırada, Romanya’nın teslim olmasının ardından, Bükreş, 1917
Filistin, Irak ve Suriye’de Osmanlı ordusunun İngilizler karşısında sürekli yenilgiye uğraması üzerine, Osmanlı Devleti’nin savaştaki yenilgisi kesinleşir. 14 Ekim 1918’de Talat Paşa kabinesi, ateşkes anlaşmalarını kolaylaştırmak için istifa ettiğinde Enver Paşa’nın Harbiye Nazırlığı görevi de sona erer. İngilizler’in İttihat ve Terakki üyeleri hakkında yakalatma emri çıkarmasından sonra, Enver Paşa partili arkadaşlarıyla birlikte bir Alman torpidosuyla yurttan ayrılır.
Ayakta duran gözlüklü kişi sürgüne giden Enver Paşa, arkada oturan ise Trabzon eski valisi Cemal Azmi Bey. 2 Kasım 1918 sabahı Alman torpidosu R-01’in güvertesi
Enver Paşa ülkesinden ayrıldıktan sonra Türkan ismini verdiği bir kızı daha dünyaya gelir. Naciye Sultan’ın sağlığı bozuktur, doktorlar tedavisinin Avrupa’da yapılması gerektiğini söylerler. Yasal yönden çıkışları engellenince, iki kızı ve Enver Paşa’nın kardeşi Kamil ile birlikte gizlice Berlin’e kaçarlar. Naciye Sultan, Enver Paşa öldükten 1-2 yıl sonra Kamil Bey ile evlenecektir.
Naciye Sultan
Enver Paşa, önce Odessa’ya, oradan da Berlin’e gider. Talat ve Cemal Paşa’ların daha ihtiyatlı olmalarına, hatta Ankara’daki Milli Mücadele ve Mustafa Kemal’i kösteklememeye yönelik girişimlerine karşılık, Enver hala eylemin başına kendisinin geçebileceği hayallerini besler. 1918-19 kışlarını kimliğini gizleyerek Berlin’de geçiren Enver Paşa, İttihat ve Terakki’yi yeniden örgütleme çalışmalarına girer. İstanbul’da ise Divan-ı Harp Enver Paşa’nın rütbelerini geri alır ve gıyabında ölüm cezasına çarptırır, 1 Ocak 1919’da hükümetçe askerlikten ihraç edilir.
28 Kasım 1918, sol tarafta Enver Paşa, sürgünde bulunduğu yıllarda büyük ihtimalle Kırım’da iken çekilmiş bir fotoğraf
Enver Paşa, amcası Halil Paşa (Kut) ve kardeşi Nuri Bey’in (Killigil) denetimindeki Kafkasya’daki ordu birliklerine ulaşmak ister, ancak kayalara bindiren taka batınca bunu yapamaz, birliklerin etkisiz hale getirildiğini duyunca da Berlin’e gider. Almanya’da yeniden teşkilatlanmaya çalışan İttihat ve Terakki’nin faaliyetinde rol oynar. Bolşevik liderlerinden gazeteci Karl Radek’i tutuklu bulunduğu hücresinde ziyaret eder. Radek’in daveti ile Moskova’ya gider, ancak Litvanya’da tutuklanır, 2 ay hapis kalır ve Berlin’e döner. Alman isimle düzenlenmiş sahte belgelerle yola çıkar ve uçak zorunlu iniş yapınca tekrar yakalanır ve Riga Hapishanesi’ne götürülür, tekrar serbest bırakılır. Ağustos 1920’de Berlin’i üçüncü defa terk eden Enver Paşa, Moskova’ya nihayet ulaşır. Burada iyi karşılanır, Çiçerin, Türkistan’dan gelen temsilciler ve İttihatçı arkadaşlarıyla görüşür.
Enver Paşa zaman zaman Berlin’e ailesini görmeye gelir. Cicim dediği eşi Naciye Sultan ile Avusturya’nın Simmering kasabasında tatilde, Enver tanınmamak için kılık kıyafetini değiştirmiş, 1921
Enver Paşa, 1-8 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de gerçekleşen Birinci Doğu Halkları Kurultayı’na Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’ı temsilen katılır, antiemperyalist konuşma bile yapar. Ancak, ona artık güvenilmez bunu açıkça görür. Sovyetlerin Türkiye ve başka Müslüman ülkelerdeki milliyetçi hareketleri gerçekten desteklemediği izlenimini alarak Ekim 1920’de Berlin’e döner. 15 Mart 1921’de Berlin’de Talat Paşa’nın, 21 Temmuz 1922’de Tiflis’de Cemal Paşa’nın öldürülmesinden sonra İttihat ve Terakki’nin önderi durumuna gelir.
1921’de tekrar Moskova’ya giden Enver Paşa, Ankara Hükümeti’nin Moskova’ya gönderdiği Bekir Sami Bey başkanlığındaki Türk delegeleriyle görüşür. 16 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya uzun bir mektup yazarak kendisinin faaliyetleri hakkındaki şikayetlere ve Anadolu hareketine el koyma iddialarına karşı çıkar. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine katılmak istediyse de kabul edilmez. 30 Temmuz 1921’de Ankara’ya Yunan saldırısı başlayınca bir kurtarıcı gibi Anadolu’ya girmeyi umut eden Enver Paşa’nın bu umudu, Eylül ayında kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi ile boşa çıkar. Esasında Enver Paşa Anadolu hareketine karşı hiçbir olumsuz hareket içine girmez. Hatta Anadolu harekatına silah yardımı yapılması için arkadaşı Hans von Seeckt’a (I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda kurmay başkan) yazar.
Enver Paşa’nın kara kalem çalışması. Gençliğinden itibaren karakalem resim yapmaya meraklıdır, hatta Moskova’da bulunduğu yıllarda resim dersleri bile alır. Tutuklu olduğu zamanlar ya da seyahatlerinde, özellikle sürgün yıllarında hep karakalem çalışır. Çizimlerinde kendi imzasının yanında hayali isimler de kullanırmış.
Enver Paşa ve Hacı Sami Bey. “En mukaddes sevgili Naciye’me, Sultanım’a. Buhara, 29 Teşrinevvel 1921. Enver’in” diye gönderdiği fotoğrafta Buhara’nın mahalli giysisi çapan ile.
1921 yılının Ekim ayında Orta Asya Müslümanlarını, sömürgeci İngilizlere karşı birleştirme ve bir İslam birliği kurma niyetiyle Bakü’yü terk eden Enver Paşa, Teşkilât-ı Mahsusa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer İttihatçılar ile birlikte Buhara’ya gider. İslam Devleti’ni kurmak için büyük uğraşlarda bulunur ve Ruslara karşı savaşan Basmacıları örgütlenip Basmacı İsyanı’nı başlamasına destek verir, fakat sonucu değiştirmesi mümkün olmaz.
Enver’e orada Padişah derler, kendisini Ulu Turan İhtilal Orduları Kumandanı, Merkezler Merkezi Reisi ilan eder. Zaman zaman oradaki aşiretlerinin elinde bir esir haline gelir ve silahları alınır. Yapılan aşağılamalar karşısında sinirleri dayanamaz, sık sık gözyaşı döker. Bir yandan da İngiliz ajanı olduğunu ileri süren Bolşeviklerle mücadele eder.
Enver, 1922 Şubat’ında komutasında topladığı Basmacı birlikleri ile Duşanbe’yi ele geçirir ve oradaki Sovyet garnizonunu tutsak alır. Ardından Horasan üzerine yürüyerek Kızıl Ordu birliklerinin Buhara ve Horasan’dan çekilmelerini ister. 28 Haziran 1922’deki Kafiran Savaşı’nı kaybettikten sonra dağlara çekilmek zorunda kalır. 4 Ağustos 1922’de karargahta düzenlenen Kurban Bayramı töreninde maiyetindeki askerlerle bayramlaşırken ani bir Rus baskınına uğrar, 30 askeri ile Çegan tepesi mevkiinde giriştiği çarpışmada ön safta vuruşurken öldürülür. Cenazesi Âb-ı Deryâ köyünde toprağa verilir.
Afgan emiri Amanullah Han’ın gönderdiği Serdar-ı Âli nişanı ve üniforması ile. “Sevgili Sultanım’a, Moskova 6 Temmuz 1921, Serdar-ı Âli’n Enver’in” diye imzalamış.
Evlilikleri süresince her gittiği yerden kır çiçekleri toplayan Enver, üzerine aşk ifadeleri yazdığı kağıtlara yapıştırarak Naciye Sultan’a gönderir. (1916)
Enver Paşa, “Ne yapıyorsam senin için yapıyorum Naciyem. Dünyayı ayaklarının altına sermek için.” dediği çok sevgili eşi Naciye Sultan’a, uzakta olduğu yıllarda, savaş günlerinde, sürgün senelerinde pek çok mektup kaleme alır. Mektuplarında yaşadıklarının ve mücadelesinin ayrıntılarını yazar, bunların mutlaka muhafaza edilmesini ister ve ileride Enver’in tarihini yazacak olanlar için çok önemli bir kaynak teşkil edeceğini söyler.
“Sultanlar sultanı, sevgili Naciye’ciğim, Artık, Eylül girdi. Gün, gece, an geçmez ki seni düşünüp dua etmeyeyim. Hoş, Allah bana bu kadar ezâ ve cefâ eder dururken herhalde duama kulak asmaz sanırsam da, herhalde ricadan kendimi alamıyorum. Ah! Sevgilim, inşallah yavrumuz (1921’de dünyaya gelen ama Paşa’nın hiç görmediği oğlu Ali Enver) kolaylıkla ve cümleye hakiki saadet getirecek iyilikle dünyaya gelir de, hep mes’ud oluruz. Bu sabah bir ara okuduktan sonra gezmeye çıktım. Sahilde kimseler yoktu. Derken, Halil iki çocuğuyla çıkagelmez mi? Artık ben daha ziyade kalamayacak kadar müteessir oldum. Ve kalktım, yağan yağmur altında hazin hazin seni düşünerek dururken bir manzara hüznümü teessürle karıştırarak yalnızlığımı bozdu.” (Batum’dan 1 Eylül 1921’de yazdığı mektup)
“Naciyeciğim! Sevgili sultanım, cici efendiciğim! Bugün pek sıkıntılı bir hava, tuhaf bir sis, güneş görünmüyor. Düşmandan bir hareket yok, fakat henüz sabah (…) Efendiciğim, hemen şu satırları yazarak mektubu kapatıyorum ve içine her gün sana topladığım buranın yabani çiçeklerinden koyuyorum. Ve kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı… Seni öper, sever, kucaklar, bu mevcudiyet-i maddiyemle, aşk ve iştiyakımla sarılarak, canını yakar, Hüda’nın birliğine yavrularımla beraber emanet ederim, ruhum efendiciğim. Karaağaca çakımla ismini yazdım.” (25 Temmuz 1922’de yazdığı sondan bir önceki mektubu)
Enver Paşa’nın naaşı yıllar sonra 3 Ağustos 1996’da İstanbul’a getirilir. Ölüm yıldönümü olan 4 Ağustos 1996 tarihinde, Şişli’deki Abide-i Hürriyet Tepesi’nde Talat Paşa’nın yanındaki mezara defnedilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder