A G A R T A
Agarta, Tibet ve Orta-Asya tradisyonlarında sözü edilen, Asya’ daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı organizasyonuna verilen addır.
Agarta konusunu kitaplarında en ayrıntılı işleyen üç yazar Saint-Yves d’Alveydre (1842 -1909), Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon’dur. Agarta, teozoflara göre Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir. Agartha,Agharta ve Agarthi olarak da yazılır.
Kimileri Şambala adında Agarta’ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir menfi merkezin varlığını ileri sürüyorsa da, Agarta’nın Tibet tradisyonlarındaki bir diğer adı Şambala’dır (Shambalah).
İNSANLIĞI KURTARAN VARLIKLAR
Tarihin birçok döneminde Agartalı üstün varlıklar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı. Hiroşima’ya atılan ilk atom bombasından sonra, ortaya çıktığı söylenen uçan dairelerin bu nedenden dolayı geldiği iddia ediliyordu. Hiroşima’ya atılan ilk atom bombasından sonra, ortaya çıktığı söylenen uçan dairelerin bu nedenden dolayı geldiği iddia ediliyordu. Aynı şekilde İnka İmparatorluğu’nun kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla geldiği söylenir.
Amerika kıtasında ortaya çıkan Agartalıların en önemlilerinden birisi de Maya, Aztek ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika’daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl’dır. Başka bir ırktan (belki de Atlantis’ten) gelen bu beyaz adam, Meksika, Yukatan ve Guatemela’daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi. Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anl***** geliyordu. Bu isim ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti. Mısır inançlarındaki Osiris başka bir yeraltı tanrısıdır. Bazı araştırmacılar da, Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.
TÜRKİYE’DE DE ÖRNEKLERİ VAR
Agarta’nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye’de de rastlandığı öne sürülüyor. Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta’nın bir ispatı olarak gösterilir. Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor.
HİTLER DE ARAŞTIRDI
Agarta İmparatorluğu’nu bugüne kadar araştıran belki de en ilginç isim, Nazi Almanyası’nın lideri Adolf Hitler. Hitler döneminde Almanya’da kurulan tarikat ve gizli dernekler, Agarta’nın varlığına inanan ve gizli yeraltı kentlerini bulmaya çalışan kişilerden oluşuyordu.
Agarta’nın Öyküsü
Agarta ismini, Batıda ilk defa 19. yüzyılda Saint-Yves d’Alveydre kullanmıştır. Bu ilginç okultist, Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkânı bulmuş ve bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in Misyonu" adlı kitabında biraraya getirmiştir. Onun ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot "Hint'teki Tevrat adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky’de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde Agarta'yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele almıştır ve onun belirttiğine göre: binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan, o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve "Öteye Ait Zekâların Oğulları" diye anılan ruhsal bilgeler, tufan sırasında, Himalayalar’ın altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır.
Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski olmuştur. O, yolculukları sırasında birçok lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani 1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde biraraya getirmiştir. Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce, kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir.
Kimilerine göre, dünyanın tüm yitik geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve öğretiler Agarta arşivlerinde kayıtlıdır. Dünyadaki birçok mistik öğretinin kaynağında Agarta yatmaktadır. Mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve toplulukların Agartalılarla ilişki kurdukları ileri sürülür. Rene Guenon’a göre bu durum en çok, Türkler’in yaşadığı Orta Asya’da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur, Hun masallarındaki, “ataların kutsal mağaraları” ve bir mağaradan geçerek ulaşılan “gizli ülke” inanışında Agarta’nın sembolizmi bulunmaktadır.
Agarta'nın dört girişi olduğu iddia edilir: Bir tanesi Gize' deki Sfens' in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi' nde, bir üçüncüsü Broceliande Ormanı' ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet' teki Şamballa' dadır. Kimi kaynaklarda bir giriş kapısının, Anadolu’da, Kapadokya bölgesinde olduğu söylenmektedir.
Agarta’yı Dünyaya Anlatan Türk
Ömer Sami Ayçiçek, 1994 yılında yazdığı “Agarta” serileriyle tanınan, belki de ülkemizde bu konudaki en yetkin isim. Kendisinin 12’si yayınlanmış 70 kitabı mevcut ve 30 yıldır tasavvuf ve parapsikolojiyle ilgili çalışmalar yapmakta. Agartalılarla bağlantı kurduğu ve bu bağlantı esnasında öğrendikleri “Agarta” kitap serilerinde okurlara sunuluyor.
Ömer Sami Bey, Agartha nedir?
Agartha, Kur’an’da “Dabbet-ül arz” olarak da geçen bir ademiyettir. Şu anda dünya üzerinde yaşayan insanlıktan önce yaşamışlar ve sonra da yeraltına çekilmişlerdir. Bu çok yüksek uygarlık zamanı geldiğinde kendini insanlığa tanıtacaktır. Tasavvuf’ta da bilinirler. Elmalılı’nın çevirisinde “Dabbet-ül Arz”, insanlık olarak değerlendirilmiştir mesela. Bu da bu bilginin aslında hep bilindiğine dair bir göstergedir
Agarta nasıl bir uygarlıktır biraz bahsedebilir misiniz?
Agartalılar yeraltına inmişler ve orada yaşıyorlar. Ama yeraltında yaşama bizim düşündüğümüz şekilde ilkel değil. Nasıl olsun? Onlar medeniyet olarak bizden çok ileride. Yeraltının, yerüstünün ve uzayın nimetlerinden yararlanıyorlar. Yiyeceklerini yeraltında yetiştiriyorlar. Ama aynı Güneş’ ten bizden çok daha fazla yararlanıyorlar. Et yemiyorlar. Aynı hayvan türleri onlarda da var. Güneş onlar için de, bizim için de aynı yerden doğup batıyor. Göz ile görünebiliyorlar ama kendilerini insanlardan gizliyorlar. Başka gezegenler ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir "Üstatlar Meclisi" ne bırakılmış. Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız çalışıyorlar. Alabildiğine özgürler. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı ama hastalıklı değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç tutabiliyorlar. Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok güçlü bir bilgi merkezleri var. Dünyada büyük değişim gerçekleştiğinde bizimle irtibata geçecekler ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı olacaklar.
Peki Agarta’nın örgüt olduğuna dair söylenenlere ne dersiniz?
İnsanlığın bilgeliğini korumaya dayalı bazı örgütler mevcuttur ve böyle bir örgüt kendine ad olarak Agarta’yı seçmiş olabilir. İnsanlık tarihi boyunca varolan bir bilgidir bu ve isim olarak seçilmesi de mümkündür. Ama Agarta aslında bir örgüt değil, bir yüksek uygarlıktır.
Ergenekon Efsanesi ile Agarta’nın bağlantısı var mıdır?
Türklerin dünyaya geliş sebeplerinde Ergenekon’un rolü vardır. Destanda gerçeklik payı vardır yani. Aynı zamanda da Türk milletinin Agarta ile birebir bağlantısı vardır ki zaten Agarta Uygarlığı’nın tanıtımı görevi Türklere verilmiştir.
Son cümlenizi biraz daha açabilir misiniz?
Kur’an’ın “Nurla tamamlanmış dünya” dediği çağa yani barış dolu bir dünya oluşumunda Türkler ana vazifeli millet. Bu noktada Türkler, Agartalılarla birlikte çalışıyor. Türkler de, Agartalılar da bu yeni dünyanın yaratılmasında görevliler.
Agarta, sembolik bir anlatımdır.
İ.Tibetli, Agarta konusunda en çok veriye sahip olan www.agarta.org sitesinin kurucusu ve bu konu üzerine yıllardır çalışan bir isim.
Sayın İ. Tibetli, Agartha sizce nedir? Gerçekten dünyanın içinde yaşayan bir ileri uygarlık var mı, yoksa bu bir gizli örgüt mü? Düşünceleriniz nedir?
Bana göre Agarta kavramı daha çok sembolik bir anlam çeşitli mitolojilerde adı geçen "ulaşılmayan yer", "yeraltı uygarlığı" gibi kavramlarda da buna değiniliyor yani mitolojik hikayelerde oraya ulaşabilenler, hep kalbi temiz olanlar, kendini tanıyanlar olurdu. Aslında bakarsanız "yeraltına inmek" kavramı sembolik olarak "insanın kendi içine inmesi, kendini bulması anlamındadır". Şimdi gelelim örgüt olup olmadığına daha çok yakın zamanlarda batıda yaşamış olan ve çeşitli mason ve gül-haç grupları ile bağlantılı olan mistik düşünürler "Agarta" kavramını örgüt gibi kullanmaya başlamıştır, ama milattan öncesine dayanan mitolojik "Agarta" kavramı, eskiden örgüt olarak hiçbir zaman geçmemiştir.
Agarta ile Ergenekon arasında bağlantı olması mümkün müdür?
Ergenekon destanında bir şehirden bahsedilir. Eski Türk halkının büyük bir düşmandan kaçması sonucu burayı bulduğu söyleniyor yanılmıyorsam. Orada yıllar boyu yaşayıp sonra tekrar çıkmışlar. Aradaki tek benzerlik bu bana kalırsa. Yani Agarta da ulaşılamayan bir yermiş, Ergenekon da o zaman sadece o halk tarafından bilinen bir bölgeymiş.
Erhan Altunay, derKi'de paganizm ve özellikle de komplo teorileri üzerine yazılarından tanıdığımız, özellikle de mitolojiler ve sembolizm konusunda uzman bir isim. Agarta konusunda da Türkiye’de önde gelen uzmanlardan.
Sayın Altunay, Agarta nedir?
Öncelikle Agarta'nın ne olduğunu ve ne olmadığını tartışmak gerekir. Agarta bazı yazarların söz ettiği bir efsanevi "yeraltı krallığı"dır. Aslında Agarta efsanelerini farklı bir gözle görmek gerekmektedir. Pagan kültüründe, insan, yeraltı ve gökyüzü dünyası arasında bir nevi "Orta Dünya" bulunur. Gökyüzü her zaman belli bir düzeni ile tanrısallığın en uç göstergesi olmuş ve bizim inançlarımızı etkilemiştir, yeraltı dünyası ise her zaman gizemini korumuştur. Öte yandan, insanoğlu her zaman gökyüzü ile olduğu gibi yeraltı dünyası ile de ilişkiye geçmek istemiştir. Bunun için yeraltı mitleri bu ilişkiyi kurmuştur. Bir taraftan dilimizde de yerleştiği gibi, göz önünden uzak durmak isteyen toplulukların "yeraltına" indiğinden söz edilmektedir. Aslında bu "yeraltına " iniş çok eski zamanlardan beri uygulanan bir yöntemdir. Mitra dini, ilk Hıristiyanlar vb. kendilerini hep yeraltında koruyabilmişlerdir. Bunun anısını da Anadolu'daki yeraltı şehirleri yaşatır. Bugün mafya gibi oluşumlar için de yeraltı deyimini kullanırız
Agarta gizli bir örgüt müdür?
Değildir. Agarta ile ilgili spekülasyonlara girmeden önce Ergenekon ile olan alakasına bakalım. Ergenekon son zamanlarda yaşanan en ilginç olaylardan biri. Eğer bu olayın gelişmesine dikkatle bakarsak, müthiş bir kurgunun içinde buluruz kendimizi. Aslında "dalga dalga" yayılan bu "soruşturma" çok iyi bir kurgulanmış bir dezenformasyon ya da bilgi kirliliği kampanyası haline geldi. O kadar büyük bir bilgi kirliliği yaratıldı ki halk, aslında gizli kalması gereken bir soruşturmada neyin nereye uzandığını anlayamadı ve son 10 yılın önemli olayları arasından her türlü komplo teorisine açık bütün olaylar seçilerek buraya monte edildi. İktidar da boş durmadı ve aslında "kendi dışında " gelişen bu olaya muhaliflerini de katmayı ihmal etmedi. Bu karışıklığın içinde Agarta'nın yer alması da çok doğal geliyor çorbaya tuz anlamında. Ama Agarta'nın geçmişine baktığımızda hep bu tür spekülasyonların içinde yer aldığını görürüz. Özellikle insanların "üstadlar" tarafından yönetilmesi ile ilgili komploların adında hep Agarta adı geçmiş hatta 1966 yılında İstanbul'da gizli bir Agarta toplantısı" yapıldığı da söylenmiştir. Bu bağlamda bakarsak, bilgi kirliliğine dayanan ve aslında demokratlık adı altında bazı güçlerin faşizmini güçlendiren bu davada verilen çok ince bir mesajdır da Agarta.
Sizce nedir o mesaj?
İşte o mesaj önemli Bir dönem Saadettin Tantan, bir operasyona "Tapınakçılar" demişti. Bu bir mesajdı. Agarta da öyle. Yeraltı egemen güçlere karşı bir mesaj bu Aslında Ergenekon soruşturmasının da amacını anlatıyor bence. Bunun arkasında hükümeti bile aşan müthiş bir kurgu mevcut olabilir, belki de Ortadoğu'da çıkarılması planlanan bir savaş ile alakalıdır.
Bazı kadim kaynaklarda, zamanı geldiğinde yeraltındaki Agarta Uygarlığı'nın insanlıkla tanışacağı ve barış dolu bir dünyanın kuruluşunda yardımcı olacağı yazıyor. Ama tabii buna engel olmaya çalışan güçlerin de var olacağı ve bir nevi aydınlık karanlık çatışması yaşanacağı söyleniyor. Kastettiğiniz bu mudur?
Evet bazı kaynaklarda bunun geçtiği doğrudur, ancak bir çok kaynak Agarta ile ilgili ezoterik oluşumlardan ve üstatlardan söz eder. Dünya barışı için uğraşmakta olan gruplara bir gönderme var burada kesinlikle. Ama eğer bu dezenformasyon başarılı olursa; kimse kendini güvende hissetmeyecek. Hükümet de zaten kapatma davası ile meşgul yani bir yığın demokles kılıcı sallanıyor her yerde ki, Türkiye bir kirli savaşta yer alsın.
Agarta & Şamballa...
"Shambhala" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikâmet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.
Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ve idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.
1912'de Müslüman olduktan sonra Abdül Vahid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Musa, İsa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada 'inisiyasyon'dan da geçmiştir.
Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür.
Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.
Agarta, bir eksik ya da fazla harfi olmadan Abhazca/Abazaca'da 'Götürülecek Yer' anlamına gelmektedir.
En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan’da eski budist kutsal bir yer) kuzeyinde saklıdır. Shambala’nın yeri Tibet manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki, bazı Lamalar Shambala’nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak gösteriliyor. Shambala’nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli tartışma noktalarından biridir. . .
96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olduğu ve Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte.Manastırcı Budistler ,Shambala’nın dünyada bulunduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm’in yandaşları ise, Shambala’nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar.
Tibet’te bugün dahi Shambala’ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler” vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet’in ve Kuzey Hindistan’ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam edebileceği bir yere götürür. Gezi orada kalır ve sürdürülemez.
1557 de bir Tibet’li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur:
“Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.”
Tibet kehanetlerine göre bir gün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” (Barbarlar Kalcahra ibretine yani bir anlamda şeytanın egemenliğine inanmayan insanlardır) güçlü dünyalı olmadıklarını açıklayacaklardır, çünkü Shambala imparatorluğu vardır. Bazı Lama’ların düşüncelerine göre Barbarlar ellerindeki teknik araçlarla Shambala’nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu kehanete göre önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Shambala’da hükümdarlığını sürdüren Kral Rudra Çakrin istila edenleri karşılayacak ve onların başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecektir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların kralı egemenliği kendi eline geçirmeyi çalışacak ve uçan araçlarıyla Shambala’ya saldırarak havada bir savaş başlatacakdır. Ama Barbarlar başarılı olamayacaklar çünkü Rudra Çakrin onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir: “Sonunda Kral Shambala’dan barbaları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir”. Bazı Lama’lara göre Kral bir başka dünyadan bizim dünyamıza gelecektir, çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün bir dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaşdan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin’in egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogi’ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve”yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir.
AGARTA'NIN TAHMİNİ YERLERİ:
1. GOBİ ÇÖLÜ: Teosofistler ve kurucuları Madam Blavatsky´ye göre, antik bir Hint yazıtı olan Karma Purana´da Şamballa, kuzeydeki denizde bulunan bir adadadır. Ve Gobi Çölü eskiden bir iç denizdi.
2. AMU DERYA: Macar düşünür Körös, Şamballa´yı Amu Derya ırmağının kuzeyinde bulunuyordu.
3. BELOVODYE: 1923´de Kokushi Dağları´na bir araştırma gezisi yapıldı ama geri dönen olmadı.
4. KUN LUN: Çin Mitolojisi´ne göre Şamballa, Kun Lun Dağları´nın buzlu zirveleri arasındadır.
5. TABU ÜLKESİ: Taoist Mitoloji, dünyanın en güzel yerinin Tabu Ülkesi olduğunu belirtir. Bu yer Tibet ile Szechwan arasındadır.
6. TARIM IRMAĞI: İtalyan Tibetolog Guiseppe Tucci´ye göre Şamballa ırmağın doğduğu bölgededir.
7. TASHİ LHUMPO MANASTIRI: Efsanenin doğuş yeri kabul edilen bu manastır bilindiği kadarıyla 1447´de kurulmuştur ve Kalacahkra bilgeliğinin merkezidir yani bilinmeyen uygarlıkların ve dönemlerin...
8. ALTAY DAĞLARI: Geoffrey Ashe´a göre, Şamballa için en uygun yer Altaylardır. Yazara göre Orta Doğu ve Yunan Mitolojileri bunu belirtmektedir.
9. MOĞOLİSTAN: "Şamballa´nın Kırmızı Yolu" adlı eserde, Şamballa´nın girişi Moğolistan sınırındadır.
10. HUMBOLD DAĞLARI: Nicholas Roerich ekibiyle beraber bu bölgede araştırma yaparken, bir UFO görmüştü, çok büyük ve güneş kadar parlak, diyordu ve tüm ekibin gördüğü dev UFO dağların arasında kaybolmuştu. Ayrıca Roerich´e Darjeeling-Ghuan´da bulunan bir yolda Ghum rahipleri Şamballa´lı olduğunu söyledikleri bir Lama ile tanıştırmışlardı.
Ayrıca Tibet´in başkenti Lhasa´nın ve Türkistan´daki Turfan kentlerinin altında Şamballa´ya giden tüneller olduğu iddia edilmektedir.
İngiliz dağcı Frank Smythe ise, Himalaya Dağları´nda 9000 m. yükseklikte iki büyük UFO gördü, dağcı UFO´ların dağların içine girdiğini iddia ediyordu. James Hilton´a göre ise, Şamballa veya Shangri-La kesin Himalayalar´dadır.
Bir diğer iddia ise, 1900´lerin başında nedeni bilinmeyen atomik bir patlamanın olduğu Sibirya´daki Tunguska´nın Şamballa olduğudur.
AGARTHA
Hint, Tibet ve Moğol tradisyonları ve gelenekleri yerin oldukça altlarında saklı ve dünyanın bütün kıtalarında bulunan gizli girişli tünellerle yaklaşılan ve dünyanın okült yönetimini tüm kudret ve bilgeliğiyle elinde tutan Agarta ve onun reisi Dünyanın Kralı' ndan söz ederler. Agarta yeryüzünde yer kürenin içinde, hepimizin yakınında durmaktadır. Onun varlığı bilinir çünkü bizim onu unutmamıza fırsat kalmaz. O kendini sık sık hatırlatır ama onu iyice tanımak için uzandığımızda Agarta kendini hemen geriye çeker ve kalın bir sis perdesi arkasında kaybolur. Böyle bir özelliği var.
İngiliz sömürge idaresi Hindistan 'ın hakimi durumundayken İngiliz hükümetinin de onayıyla, bazı subaylarıyla birlikte bilimsel bir ilgiden çok, daha ziyade batılı medeniyetlerin edepsiz ve soyguncu tavırlarıyla, Tibet'te araştırmalar yapmış ve böylece hem bu Agarta söylentileri gerçek mi diye bir araştırma yapmak hedefini gütmüş hem de bir takım servetler elde etmeyi düşünmüş ve sonuçta İngiliz subayları, Agarta 'nın bir efsane olmadığını hemen öğrenmişlerdir.
Her teşebbüslerinde Agarta 'nın varlığı kendini bir kez daha kanıtlamaktaydı, fakat sır da sır olmaya devam etmekteydi. Mesela Tibet 'te bulunan bir çok manastırların altlarında yüzlerce km. ye ulaşan tünelleri buluyorlar, fakat araştırmaları bundan öteye bir türlü gidemiyordu.
Agarta 19. yy. a kadar kendini gizli tutmuştur. Hiçbir yerden malumat sızmamıştır. Ancak sanırım Vedalarda bazı çok kapalı ifadeler var fakat bunları da pek kimse anlamadığı için yaklaşık 19. yy. ın başlarına kadar Agarta devleti hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Agarta 'dan yazılı olarak söz edilmesi izni çıktığında, bu tanıtma görevi Martinist Tarikat'ın Üstadı Marki Saint Yves D'alvedre'ye verilmiştir ve bu şahıs Hint Misyonu isimli kitabında, batıda ilk kez Agarta 'dan ve dünyanın okült yönetiminden söz etmiştir ve dünyanın kralından da. Ancak Hiyerarşi'nin müsaade ettiği dozdan fazlasını ifşa ettiği için almış olduğu uyarı neticesinde kitabını baskıdan çıkar çıkmaz imha etmiştir. Fakat imhadan kurtulan tek bir nüsha markinin ölümünden sonra majisyen Papüs'ün eline geçer ve onun oğlu tarafından yayınlanır. Dolayısıyla Agarta hakkındaki ilk bilgileri bu kaynaktan aldığımızı ifade ediyorum.
İkinci büyük kaynak Polonya asıllı Rus Prof. Ferdinand Antony Ossendowski' dir. Ossendowski Moğol kaynaklarını kullandığı için Agarti olarak bu ifadeyi telaffuz etmiştir. 1876 doğumlu olan Prof. Ossendowski, 1917 Ekim Devrimi'nde, Kızıl ordudan kaçarak Yeniçay Ormanları'na, Moğolistan'a ve daha güneye doğru kaçtı ve burada bu kaçış esnasında yaşadığı müthiş serüvenler esnasında Agarta gerçeği ve gizemiyle karşılaşmış ve Agarta kralına, Cihan Hakimi olarak ifade etmiştir kendisi ve bu konudaki bilgilerini İnsanlar, Hayvanlar ve Tanrılar isimli kitabında 1924 yılında yayımlamıştır.. Bu kitabın Türkçe tercümesi de ülkemizde Nasuhi Baydar tarafından yapılmıştır bu kitap ile ilgilenenler bunu Beyazıt devlet kütüphanesinde bulabilirler. Şimdi Ossendowski 'nin kitabından dünya kralı veya cihan hakimi hakkında birkaç cümleyi orijinal haliyle nakletmek istiyorum. Şöyle söylüyor :
"Dünya kralı, cihan hakimi, bir mitos veya doğa üstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir şahıstır."
Bir diğer cümle alıntı olarak :
"Dünya kralının pek çok kereler Orta Asya da Hindistan'da, Tayland 'da beyaz bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş olarak elinde asasıyla halkı kutsadığını anlatan bir dizi kesin tanıklık mevcuttur. Dünyanın kralı insanlığın kaderini yönetenlerin, hükümdarların ve idarecilerin tümünün de düşünceleriyle bağlantılıdır. Onların niyet ve fikirlerini bilir, bunlar Allah'ın takdirine uygunsa, cihan hakimi bunları görünmeyen yardımları vasıtasıyla destekler."
Evet, bir diğer araştırmacı Rene Guenon, tanıyacaksınız bu şahıs daha sonra Müslüman olmuştur, Abdül Vahid Yahya olarak isim kullanmaktadır. Bu şahsın asıl misyonu, Batı Gnosu, Batı Gnostik bilgileri ile Hint Mistizmi'nin bir sentezini yapmaktır. Bu uğurda hemen hemen bütün dünyayı gezmiş, bir çok dinleri, felsefeleri incelemiş bu noktada Agarta gizemiyle de temas etmiş ve Agarta konusunu yani Agarta 'nın dünya okült yönetimindeki hakimiyeti ve işlevi konusunu Kabaladaki ve Ezoterik Hristiyanlık'ta ki Metatron denen kavramla birleştirmiştir ki buna uzun şekilde girmeyeceğim.
Ayrıca bir diğer kaynak gene teozofinin kurucusu Helena Petrowna Blavatsky, Agarta konusunda kitaplarının bir çok yerinde bahsetmiştir. Ayrıca Agarta konusunda yaklaşık sekiz on tane araştırmacı da çeşitli vesilelerle bilgiler aktardılar. Onların isimlerini sizlere sunuyorum : Jacques Weiss, Serge Hutin, Frida Wion, Richard Chanfrey, Robert Charroux, Peter Kolosimo, Nicholas Roerich, Andrew Thomas, Kut Humi.
Şimdi bizlerin sizlere sunduğumuz bilgilerin kaynakları temel olarak bunlardan kaynaklanmakla birlikte bunlara ilaveten burada bazı özel bilgilerin de nakledileceğini ifade ederim. Bu okuduğum kitapların tamamı okunup incelenmeye açıktır ve konunun ciddiyetini zannediyorum kavramak için yeterlidir. Fakat tüm bu kitaplardaki ifşaatlara rağmen inisiyasyon ve gizlilik hala vardır çünkü bu, bilginin kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Bilgi ancak hak edene gider yani herkes layık olduğu hitaba muhatap olur. Bu bilginin enerjetik yapısı ile ona muhatap olan varlığın enerjetik yapısındaki ahenkten, senkronizasyondan kaynaklanmaktadır. Şimdi kendilerini belli bir program ve icap gereği geri çekmiş olan bu bilgelik üstatlarının yani bu Agarta üstatlarının, Kali Yuga'nın veya demir çağının yani içinde bulunduğumuz devrenin başlangıcından itibaren inisiyatik bilgilerin, büyük hakikatlerin yitirilişinden itibaren, yer kürenin en gizli bölgelerine çekmiş bulunan bu ruhun prenslerinin, gerçek kralların, beşeriyetin gerçek okült rehberlerinin, bu Kaliyuga dediğimiz devrenin sona erişiyle birlikte, bulundukları ölümsüzler ülkesinden (buda tabii ki sembolik bir ifade) geri dönerek yeryüzüne çıkacakları ve alenen dünya beşeri ile temas edecekleri birçok antik tradisyonlarda bildirilmektedir.
Agarta devleti, büyük Himalaya dağları altındaki devasa doğal ve yapay yer altı galerilerinde bulunan bir inisiyatik merkezdir. Dışsal abideyi teşkil eden Himalaya dağları Agarta ülkesi için adeta bir piramit vazifesi yapmaktadır, yani içi piramit gibi forme edilmiştir. Bundan dolayı yani piramitsel formun getirmiş olduğu çok büyük bir enerji konsantrasyon merkezi durumundadır Agarta. Şimdi piramit formundan biraz bahsetmek istiyorum. Piramit formu kozmik bir formdur yani gelişigüzel yaratılmış bir form değildir. Özellikle okült ve astrolojik bilgilere göre dünyamıza çeşitli yıldız sistemlerinden, yıldızlardan ve gezegenlerden bir çok tesirler ve enerjiler gelmektedir. Bunlardan biri de piramitle bağlantılı olduğu için ifade ediyorum, Satürn planetinin çevresindeki kuşaklardan veya o alanlardan yayılan büyük iyon dalgaları veya manyetik fotonlardan dünyamıza gelen tesirlerdir. İşte piramit formu bu enerjileri toplamakta, orijinal formundan dolayı bünyesinde toplamakta, biriktirmekte ve kullanıma sunmaktadır. İşte bu yüzden Agarta ' da yaşayan varlıklar organik yapı olarak hem daha uzun yaşayabilmekte, hem daha sağlıklı kalabilmekte, hem her türlü bunun getirdiği avantajı kullanabilmektedirler.
Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta böylece Asya nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan uçsuz bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin ve yeryüzünün gelip geçmiş nice medeniyetlerinin tüm genel evrim sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve tekamülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis' in tüm bilim ve bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik kayıtlarının ki bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta nın kilometrelerce uzunluğundaki kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir, mevcuttur. Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla barışı ifade eden bir kelimedir. Ezoterik öğretiler, Agarta 'nın hakimini, dünyanın kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral ile birlikte bütün dünya beşeriyetinin genel ve özel evrimsel gidişatı üstünde etkin rol oynar. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır. Bu sembol kadim Mu 'dan kaynaklanan çok orijinal bir semboldür. Bunu kısaca çizmek istiyorum. Gamalı haç sembolü biliniyor ama çıkış olarak bu güneşi ifade eden kadim bir semboldür, dünyanın tanıdığı en eski semboldür ve burada güneş veya bu daire, Mutlak Yaradan'ın monoteistik sembolü idi. Şimdi bu sembol yaradılışın ve oluşumun bilgilerini anlatmak için gelişmeye başladı ve ikinci aşamada şu hale dönüştü. Bir haç oluştu içinde, bu haç yaradılışın dört kuvvetini sembolize eder ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Sembol daha da gelişerek şu hale geldi yani yaradan enerjiden, asıl enerjiden kendini dışarıya doğru çıkarttı anlamına geliyor bu sembol. Bakın dairenin dışına taştı dört enerji veya dört elementi de sembolize eder, dört ana yönü de sembolize eder, bunlara Mu 'nun kutsal sembolleri konusunda değinmeye çalışacağım daha geniş olarak. Bu sembol biraz daha gelişince şu hale geldi, yani bunların ucuna ilmik dediğimiz ekler kondu böyle oldu o zaman. Bu hareket, bu ucuna konan ilmikler enerjinin faal hale geçtiğini, hareketin başladığını ifade ediyor. Böylece gamalı haç denilen ve Mu 'nun orijinal sembolleri olan Agarta' nın da benimsediği ve daha sonra II. Dünya savaşında Nazilerin de ancak tersini çevirip kullandıkları haline gelecektir.
Mu ve Atlantis medeniyetlerinin kademeli olarak batışları ve özellikle son batışla birlikte ve yeni dünya devresinin genel programı gereği bilgi ve bilgelik giderek kendini geriye çekerken spiritüel üstatlar ve bir kısım seçilmiş halk Himalayalar' ın altındaki doğal ve yapay yer altı galerilerine yerleştiler. Ve ilerleyen bin yıllarda Agarta merkezi Agarta ve Şambala olarak ikiye ayrıldı ve Şambala Gobi bölgesinde dünyanın fizik ortamının ikinci eter katmanına yerleşti.
Bu geliştiricilik ve yetiştiricilik misyonu,(Sambala) için de söz konusudur. Hem Agarta hem de Şambala dediğimiz iki merkez ve bu merkezlerin yüksek hiyerarşileri ve asıl inisiyeleri dünya dışından gelen ve yeryüzü beşeriyetine çeşitli bilinen ve bilinmeyen kimliklerde rehberlik eden kozmik öğretmenlerdir. Dünya Rab Mekanizması'nın fizik ve eter katmanları üzerindeki iki görev merkezi olarak hizmet veren Agarta ve Şambala merkezleri, beşeriyetin evrim olayında son derece yüksek, önemli ve kutlu işlevleriyle birer ışık ve rahmet merkezleri olarak, Rabbin fizik dünya üzerindeki iki elidir. Bu ellerin kudret alanında yeryüzünün tüm ülkeleri ve beşeriyetin tümü bulunmaktadır.
Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma bağlı olarak Agarta merkezi Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Shambhallah dediğimiz enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala' nın misyonundan biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine uygundur bütün bu faaliyetler Şambala' nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Şambala ve Agarta' yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil. Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa'dan önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir. Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.
Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük enerji tarzında tezahür etmektedir.
Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır. İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım Yıldızı'ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da bilgiler var yani "Dübb-i Ekber'i bağlayabilir misin?" mealinde orijinal ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek Takım Yıldızı'ndan ve Sirius' tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini, majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama, inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci, organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı ifade ediyoruz.
Buna bağlı olarak Şhamballah misyonunun dünyada özelikle son yıllarda en büyük etkinliğinden biri olan İkinci Dünya Savaşı'ndan biraz bahsetmek istiyorum. Hitler Almanya' sı gerçekte bütünüyle majik bir gruptur. Adeta majik bir alandır. Beşyüz kişiyle devleti ele geçirmişlerdir, yani Nazi partisi beşyüz kişiyle devleti ele geçirmiştir. Bu normalde mümkün olan bir olay değildir ve Hitler Almanya' sı gerçekte Sovyetler Birliğini hedef almıştır ve ana hedef yani gizli hedef, gerçek hedef Sovyet Rusya da reenkarnasyonlar yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışçı Hiperboreen enkarnasyonları daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Böyle kozmik bir savaş var aslında. Dışarıdan gözüken, devletlerin didişmesi gibi gözüken savaşın altında böyle enteresan bir kozmik mücadele yatmakta. Çünkü barışçı ve ruhun biliminin dünyaya egemen olmasını sağlayıcı yöndeki faaliyetler bu dünyanın, bu devredeki genel evrim gidişi için bir çatışma yaratmaktadır. Bunları ileriki konularda geniş olarak anlatacağım şimdi kısa geçmek durumundayım. Ana hedef budur.
Şimdi İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru bir zamandayız. Tahrip olan bir Nazi karargahında yıkıntılar arasında oniki Tibet' li rahibin cesedi bulunuyor. Bu duruma, o yıllarda, o keşmekeşte hiçbir anlam verilemiyor. Zaten kimse bunu düşünecek durumda da değil. Evet, Nazi' ler Şhambhallah ile ilişki içindeydiler. Bu arada, Hitler in ve Nazi partisindeki özellikle Thule Grubu'ndaki varlıkların hepsinin çok disiplinli birer vejetaryen olduklarını da belirtirim. Şimdi her şey Thule efsanesi ile başlıyordu. Thule Efsanesi'nin kökeni, kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. Bu da Nazizmin temelini teşkil etmektedir. Bu efsane altında birleşen bir grup Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan Dietrich Eckart, Thule Tarikatı'nın temel efsanesini şöyle açıklıyordu : Thule' nin tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya' yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Nazizmin temelini oluşturmaktadır, yani ezoterik Nazizmin, bilinmeyen Nazizmin. Biz burada her şeyin bilinmeyeni ile meşgulüz, yani görünen ve bilinen Nazizm var, bilinmeyen ve görünmeyen Nazizm var. Şimdi onunla meşgulüz. Gizli Thule tarikatı üyeleri arasında Rudofh Hess tarihten bilinen, Karl Haushofer , Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi isimler bulunmaktadır. Özellikle Karl Haushofer' in ve Adolf Hitler' in birtakım paranormal yetenekleri olduğu bilinmektedir. Örneğin Karl Haushofer ileri derece prekognisyon yeteneğine, yani geleceği önceden bilme yeteneğine sahipti. Öyle ki düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri, hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar koordinatlarını bile önceden haber verebiliyordu. Bunların hepsi çağdaş ve klasik yani bilinen konvensiyonel kayıtlarda mevcuttur. Dahası hakkında hiçbir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin edebiliyordu. Örneğin Hitler o dönemdeki Amerikan başkanı Franklin Roosvelt' in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir bu da kayıtlıdır. Hitler' in bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler' in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, böyle mekanda otururken, bir çok varlıktan söz ettiği yine kayıtlara geçirilmiştir. Hatta Hitler' in bu noktada şizofreni olduğundan bile şüphe edilmiştir. Bu arada yine Hitler meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi denilen bir tekniği uygulamaktaydı. Ve böylece geniş halk kitlelerini süratle etkisi altına alıp yani obsede edip kendi alanına bağlıyor ve onları adeta taparcasına kendisine ve Nazizme biat ettiriyordu. Televizyonlarda hatırlıyorsunuz on binlerce kişinin Heil Hitler deyişini ve şuursuzca olan faaliyetleri. Bu arada Karl Haushofer'in Hindistan da, Japonya ve Tibet te uzun süre okült çalışmalarda bulunduğu ve inisiyasyondan geçtiği de gene bazı kayıtlarda mevcuttur. İşte bu arada az önce ifade ettiğim gibi Nazizm, Haushofer 'in Hindistan da ki çalışmaları esnasında esinlendiği bu gamalı haç sembolünü ters çevirip kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bu sembol, bu kadim sembol, Cengiz hanın yüzüğünde de mevcuttur. Cengiz hanın bir metal yüzüğü vardır, çok meşhur, o yüzükte de aynı sembol bulunmaktadır. Bunu bilen bilir.
Şimdi Agarta' ya devam edelim. İlk verilen bilgilerde bu devlette yaşayanların nüfusunun yirmi milyon olduğu söylenilmekteyse de bugün bu nüfusun kaç kişi olduğu bilinmemektedir.
Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi' ler, bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler, onlar Agarta' nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır. Bunların üstünde 365 Bhagwanda 'nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta' nın bu hiyerarşik dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması'nın görev ve fonksiyonunu fizik planda ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.
Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem'de dünyaya geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller'de mevcuttur. İşte İsa Peygamber'i ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta' dan ve bu oniki Maj Yesiller Grubu'ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken, İsa' ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın, fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu. Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta O' nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha var onu da paylaşalım sizlerle.
En büyük Majlar'dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir misyonu ifa etmeden evvel, Agarta' da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü'nü, Mu' dan sonra ikinci kez beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü'nün yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez verilecek olan Sirius Kültürü'nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır. Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş bugün Kabe' de, hala Kabe'de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe' deki bütün putları yıktığında veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü'nü sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn' den geldiği ve bu taşın eskiden çok büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların, kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu, fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.
Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin Satürn'deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade edilmektedir.
Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu olduğu ifade edilmektedir.
Geleneksel olarak Agarta' nın altı girişi bulunmaktadır. Himalaya kapısı, Gobi kapısı, Saint Michel' deki kapı, Batı Fransa da Bretagne' daki Brocéliande Ormanı'nda yer alan eski kent, Néant Partius' daki kapı, Gize' deki Sfenksin pençeleri arasındaki kapı (ki buradan girilip inisiyatik merkeze ulaşılıyor idi, o zaman) ve Tibet kapısı. Tabi şimdi bu kapılar öyle gidildiğinde çalınıp açılacak tipte değil. Bir takım majik yasalarla gizlenmiş durumda. Size bir misal vereyim. Önünden belki otuz sene gelip geçtiğiniz duvar ve duvar olarak geçtiğiniz bir mekan siz enerjetik seviyenizi yükselttiğinizde size bir kapı olarak gözükmektedir ve o kapıdan dalıp gidiyorsunuz, böyle anlayın. İşte böylece Agarta Konseyi, yeryüzündeki beşeri evrimi fizik düzeyden denetleyip, gözetlemek, etkilemek ve taleplere göre yönlendirmek gibi işlevlere sahiptir. Agarta inisiyeleri nadiren kendi bedenleri ile ve genellikle de enkarnasyon yoluyla yer üstü beşeriyetinin aralarına girerek geliştirici ve yükseltici vazifelerini yapmaktadırlar. Bir çok peygamberler, filozoflar, bilim adamları, liderler, sanatçılar, bilinen ve bilinmeyen ve kimlikleri çoğu zaman saklı üstatlar ve vazifeliler Agarta ' da bu mürşitler odağında inisiye olmuşlar, özel eğitim ve himaye görüp beşeriyete rehberlik etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Böylece inanılmaz bilimler ve kudretler merkezi inisiyelerince fizik ve psişik yetenekleri olağan üstü gelişmiş, maji biliminin hayır yolunda kullanılımının bütün inceliklerine sahip olan Agarta, özellikle son elli bin yıldan beri bütün dünya beşer varlıklarının evrimsel gidişatına çok çeşitli yardımlar yapan bu yüce inisiyatik merkez, yeryüzüne tam olarak hadim olabilen ve tasarruf edebilen ve beşeriyetin gelişim programında pek azı bilinen ve çoğu kez de bilinmeyen sürekli gelişim ve yardımları ile Tanrı'nın arslanlarının gizli yatağıdır.
Agarta veya Agarti, bilgisini, felsefesini, ahlakını ve dini materyalini ve bilimini doğrudan doğruya Mu'dan ve kısmen Atlantis'ten almıştır. Yani Güneş Kültürünün bir devamıdır diyebiliriz. Güneş, az önce değindiğim gibi Mu' da Tek ve Mutlak Tanrı'nın monoteistik sembolü idi. Agarta' nın asıl misyonu Mu' nun vahye dayalı Siriusyen Bilgileri'ni muhafaza etmek ve bunları nesillerden nesillere aktarmak, öğretmek böylece geliştirme misyonunu sürdürmekti. Böylece Agarta yaklaşık elli bin yıldan beri Mu kültürünü, dinini, ahlakını ve bilimini hemen hemen değişik görünümler ve kisveler altında fakat hep aynı kökene ve hep aynı orijine, aynı ana kültüre bağlı kalarak aynı hakikatleri nakletmiştir.
Bu arada Hindistan da ki kutsal nehir Ganj 'a da değinelim. Ganj nehri niçin kutsaldır? Niçin insanlar Ganj 'a girip yıkanırlar, bundan ne umarlar? Bunun üstünde biraz durmak istiyorum. Şimdi manyetik şifa ile meşgul olanlarınızın bildiği gibi suyun tesir taşıma, tesir tutma ve tesir nakletme özelliği vardır hatta manyetik şifacıların suya tesir yükleyip daha sonra o suyu bir hastaya içirdiklerinde manyetik tesirle yüklenmiş sudan şifa buldukları bir çok deneylerde kanıtlanmış bir gerçektir. İşte Agarta bilgeleri dünya insanının üzerindeki çalışmalarında her türlü imkanı, her türlü ne buldularsa kullanma adına Ganj nehrine de böyle bir tesir yüklemişlerdir. Yani Ganj nehri o zamandan itibaren bu kültürü, bu tesiri, bu bilgiyi bünyesinde taşımakta olan bir manyetik nehirdir. Bunun içine girmek halk arasında kutsal vasfını bundan dolayı kazanmıştır, bunun içine girmek, bunda yıkanmak adeta o bilgiye kavuşmak, ona temas etmek, ona dokunmanın bir özlemi olarak gerçekten de bu yönde hizmet görmüştür. Ve bugün artık mikrop yuvası halindedir ama hala bu gelenek devam etmektedir.
Şimdi,ezoterik bilgiler dünya beşeriyetinin eğitim ve öğretim ana programının Sirius Kozmik Kültür Merkezine bağlı olduğunu bildirmektedir demiştik ve bilgilerinde hiyerarşiye bağlı olarak ve kademeli olarak önce Satürn' e oradan da Venüs' e intikal ettirildiğini de ifade etmiştik. Şimdi buraya şu bilgiyi de ilave etmek istiyorum. Aslında iki Agarta var, bir Agarta yok. İlk Agarta, bundan seksen bin yıl önce Venüslü kültür temsilcileri tarafından, bunlara okült bilgilerde Alev Senyörleri de deniyor, bunlar tarafından Gobi' de, Gobi' de ki Beyaz Ada'da kurulmuştur. Ve o çağlardaki ismi Agarta değil, Ayodyha (Güneş Kenti) veya Paradeşa bu Paradeşa zamanla Paradi, Paradis yani cennet kavramına gelmiştir. Gobi de kurulmuş bir inisiyasyon merkezi idi. Tarihi günümüzden yaklaşık seksen bin yıl gerilere gitmektedir. Ve asıl amacı o çağlarda yaklaşık seksen bin yıl önce görevi yüklenebilecek olan Mu insanlarına, Mu bilgelerine, Mu rahiplerine veya Mu hiyerarşisine bu Sirius Kültürünü intikal ettirmekti. Esas misyon buydu ve bu misyon bin yıllar boyunca devam ettirilmiştir. O dönemde bu merkezi teşkil eden soy, Venüsyen soy, Venüsyen bir ırktı ve köklü ve nesillerden nesillere intikal eden orijinal saf bir soydu. Ve bu nesil kendi bünyesine dünyadan hiçbir varlığı almayarak orijinal genetik vasfını korumuş, belli yıllarca korumuş ve misyonunu devam ettirmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda özellikle bizim devremizin başında beşeriyetin genetik yapısının yükselmesi açısından dünya insanlarıyla da eşleşmeler yapılmıştır. Bu bilgi Tevrat'ta vardır. Tevrat'ın Yaratılış bölümünde (Genesis) "Tanrı oğulları, dünya kızlarından kendilerine eşler aldılar" ifadesi sarih bir şekilde mevcuttur. Ve onlardan çocukların doğduğu da ifade edilmektedir. Bu bağlamda eldeki bilgilere göre Sümerlerin ve Mısırların ilk krallarının Venüs' lü olduğu ve orijinal Venüs genetiği taşıdığı bildirilmektedir. Bu geleneğin Mısır' da ki yansıması da hepinizin bildiği gibi Mısır' da ki kral sülalesinin daima kendi içinden evlendiği, bünyesine halktan birini almadığı şeklindedir. Bizim şu anki bilgilerimize göre akraba evlilikleri biliyorsunuz özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çökme yarattığından sakat doğumlara, zeka özürlerine yol açmaktayken bu nesilde böyle bir probleme yol açmamakta idi. Yoksa bütün Mısır Kral Sülalesi geri zekalı olurdu hiç öyle sakat sukat bir firavun gözükmüyor hepsi taş gibi firavun ama tabi zaman içerisinde bunların hepsi dejenerasyona uğradılar ve orası da bu devrenin bir özelliği olarak dejenerasyonla bir sona doğru, bir sönümlenmeye doğru gitti. Şimdi, bunlara Güneş Sülalesi de deniyor ve bunlar Venüslü varlıklar daha sonradan dünya insanlarından da doğdular ve genellikle Aryenlere enkarne olarak mücadelelerini bu yolla devam ettirdiler. İşte çok sonraları bu merkez Mu ve Atlantis' in kademeli batışlarıyla birlikte Himalayalar' ın derinliklerine doğru çekildi ve bugün bizim söz konusu ettiğimiz okült, gizli Agarta merkezini meydana getirdi. Böylece Agarta 'nın kuruluşunu ve faaliyetlerini, bu Güneş Sülalesini de bu Güneş Kültürünün bir devamı olarak kabul edebiliriz. Yakın çağlara doğru geldiğimizde Agarta' nın bizlere en büyük faydasının özellikle son tufandan sonraki insan neslinin tekamül etmesi için onlara dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana getirdikleri mizansenler, hadiseler olarak bakabiliriz. Ayrıca tekamülün ivme kazanması bakımından bir çok sosyal, askeri, kültürel, dini ve tarihte geçen ve geçmeyen tüm hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri mevcuttur. Ve tabiki Şambala güçleri. Bu arada büyük önder Atatürk' ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğunu da bildirmek isterim. Agarta' nın faaliyetleri yani bu son devredeki, bizim devremizdeki faaliyetlerinin aşağı yukarı Tevrat' ta anlatılan olaylar, bunlar Musevi takvimlerine göre sekiz bin yıl gerilere gidiyor, Mısır'a da bağlı bu, yani tahmini on altı bin yıllık geçmişte çok aktif faaliyetleri gözükmektedir ve özellikle daha önceki faaliyetleri bir kenara bıraktığımızda on altı bin seneden beri yani bu neslin atalarından itibaren, bizim atalarımızdan itibaren bu nesli ayıklamak, terbiye etmek, genlerini düzeltmek ve özellikle Atlantis'ten intikal eden kötü karmanın ve astral de öbeklenmiş olan negatif düşünce formlarının yok edilmesi için çok büyük faaliyet harcamıştır Agarta, çok büyük mesai harcamıştır. Çünkü bu formpanselerin psişik tesir ve saldırılarına bütün dünya hala maruzdur. Ve bir bilgiye gören Atlantis 'i batıran on nedenden yedisi bugün Amerika da tezahür etmiş durumdadır. Ve böylece sonuç olarak aslında Agarta ve Şambala her yerdedir diyebiliriz. Eğer insan yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olursa ve bilgece yaşarsa mutlaka bu merkezlerden kendisine gelecek olan tesirlerle kontakt kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabilir. Ve işte böylece en gizli mabet olan bu mekan gezegenimizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yer altı ülkesinin destanı muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Mürşitler Odağı Agarta
AGARTA sözcüğü, pek belirli olmayan ve hatta bazen çelişkiler de arz edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen, nice okültiste yine de hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet ile Moğolistan' ın sınır bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı ülkesi midir, yoksa bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün de yandaşları vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her ikisinde de bir hakikat payının yattığı görülmektedir. Konuya sızmış olan ve onu geçersiz kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde insan, Agarta' nın (bazılarına göre de Agarti' nin), sadece kendisinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşmuş dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala düşünebilmekte ve genel merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani "semavî dağlarda" yer alan bir kutsal alanı yakıştırmaktadır.
Agarta ismini, geçen asırda Batıda ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre kullanmıştır. Bu zat, sinarşi'nin habercisi diye nitelenen, değersiz metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla altın ve gümüş haline dönüştürme formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda bulunan, İbranice ve Sanskritçe'yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu yanı, ona Kabala' nın ve Brahmanizm' in kaynaklarına kadar çıkma imkanını sunmuştur ve de Martinist tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç bir okültisttir. Grötanya asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi, Avrupa yüksek aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet sarayı ile ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller kontesi ile evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in Misyonu" adlı kitabında biraraya getirmiştir, fakat kendisine ait olmayan sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pışmanlığıyla eserin tamamını imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de PapüSlün eline geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir.
Saint-Yves d' Alveydre' in ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot "Hint'teki Tevratn adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde Agarta'yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele almış ve "Dünyanın Kralı" adlı eseriyle okurlara Agarta hakkında kucak dolusu bilgi sunmuştur.
Belirttiğine göre, binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve "Öteye Ait Zekâların Oğulları" diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi dile getiriyor dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalayaların altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok geçmeden iki gruba ayrılmışlar ve sonuçta "sağ elin yolu diye anılan grup Agarta' ya, yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise Şamballah' a yani kaba güç ülkesine yerleşmiştir.
Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi Ferdinand Ossendowski olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak hükümetinde bakanlık yapmış olan bu Polonyalı, Kızılordunun bastırması üzerine Moğolistan' a ve Çin' e kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani 1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde biraraya getirmiştir.
Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir.
Günlerden bir gün lama Turgut, Ferdinand Ossendowski' ye şunları söylemiştir: "Başkent Agarti' nin çevresinde, büyük rahipler ile bilim adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu başkent, mabet ve manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama' nın sarayını, yani Potala' yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet bedenli tanrı ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit' lerdir. Sarayın çevresinde, Yerkürenini Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez güçlerine sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her şey gelen Goro' ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz edilir ve çöl hâline dönüşür."
Bu haline bakılacak olursa, agarta efsanesi ile, "Sihirbazların Sabahı" adlı eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques Bergier tarafından gerçeklikleri su yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller geleneği arasında pekâlâ bir ilinti var denilebilecektir. Bu geleneğin (tradition) kökeni, M.Ö. 273' de hüküm sürmüş ve Hint'e Budizmi benimsetmiş olan Imparator Asoka devrine kadar çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir dizi savaşın ardından, Asoka, insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı yasaklamış ve mevcut bütün bilim kitaplarını dokuz bilgeye teslim ve emanet etmiştir.
Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle demektedirler: "On asırdan daha fazla bir zaman boyunca üst üste yığılmış deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir anlamda yararlanabilmekte olan dokuz insanın sahip bulunduğu sırların kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların amacı nedir acaba? Tahrip vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli insanlardan korumak. İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu insanlar, çok uzak geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza etmek üzere, yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere bırakmaktadırlar." Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait sırlar ile Lobsang Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar (vahiyler) arasında da bir ilişki mevcuttur. Üçüncü Göz adlı eserinde, bu lama, inisiyasyonun son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık metafizikçisi tarafından, içinde Tibet'e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu derin bir Lassa mahzenine götürüldüğünden soz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşının ertesinde, derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir zatın bu konudaki ifşaatlarının inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide yayınlandığı güne kadar Agarta' dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı ülkesi hakkında gerçi o güne kadar söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli dernek terimi üzerinde yine de ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda bir inisiyasyona özellikle yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden sonra, yani bireysel bir inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini benimsemiş olan Rene Guenonlun görüşünü teyit etmektedir.
Kut Humi şunları söylemektedir: "Agarta' ya girmek katılmak ve özellikle de oraya atanmak veya orası için seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir. Agartalının hali, Himalayalardaki veya Tiyen Ti Huan' daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü halin en derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini diğer Agartalılarda görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktadırlar.
Agarta'da zaman zaman kurultay (durultay) da toplanmaktadır; ama bu kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan kalabalıklarından uzak yerlerde gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep oybirliğiyle alınmakta ve bu kozmik egregor' un majik kudreti ve yüksek seviyeli bilgeliği tarafından derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın psişik, astral ve spiritüel gücü ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar, özellikle bir sorun söz konusu olduğunda, son derece müthiş bir hale gelmektedir."
Kut Humi, söylenebilecek her şeyi gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama Agarta' ya ; özgü sırların birçoğundan yine de söz etmemiştir. Ancak küçük bir bölümü tercüme edilebilmiş olan bu sırlar, Tibet' teki lamalık saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir acaba? Bu mümkündür, ancak ne var ki, Tibet' in Çin' e ilhak ediliş tarihinden beri bu kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar, bazılarının ifade ettiği gibi, yitip gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis uygarlığına ait sırların gerçek mirasçılarımıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu üyeleri ile ilgileri hangi noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte olanlar, bilinmeyenlerin yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır.
Bugün pek çok insan tarafından kabul edilmiş bulunan evrendeki tek ,akıllı yaratık olma düşünce ve iddiasına karşı verilebilecek iki kısa cevap vardır. Birincisi; herhangi bir konuda bilgi sahibi olunmadan o konu hakkında doğru düşünülemeyeceğidir. İkincisi ise Einstein’ ın bir cümlesidir; "Bir önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan daha zordur." Kur’ an’ da cin ve iblis türü şuur sahibi yaratıklardan bahsedilir. Bu nedenle farklı boyutlarda yaşarnakla birlikte Kur’ an zaten insanın yaratılmışlık içindeki tek akıllı varlık olmadığını ortaya koymaktadır. Burada bahsedilecek bir diğer husus şudur: Peygamberimiz Hz. Muhammed on sekiz bin alem halkının şefaatini Rab’ be karşı üstlenmiş durumdadır. Dolayısıyla birbirinden farklı on sekiz bin alemde yaşayan halkları da hesaba katmak gerekir.
İşte daima bir bilmezlik sınırı ile kuşatılmış bulunan insanlık bu sınırı pekçok yol ve yöntem ile zorladıkça yaratılış içindeki farklı gerçekler ile karşılaşmaktadır. Bir noktadan sonra Insanlık kendisi dışındaki şuur ve akıl sahibi varlıklar, yaratıklar ve evrenlere yayılmış insanlık ailesinin diğer üyeleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu karşılaştıkları göz ile görünebilir varlıklar olabileceği gibi göz ile görünmeyen farklı boyut ve vibrasyonel seviyedeki varlıklar da olabilecektir. Her türlü eksikliğini gidermek, tekamül ederek dünya okulundan mezun olmak için dünyada öğrenimde bulunan ama potansiyel olarak " en güzel surette yaratılan" insan varlığı kendini keşfettikçe, kendindeki güçleri devreye sokarak, bırakınız sadece bu evrende yaşayan fizik bedenli varlıkları, farklı boyutlardaki farklı vibrasyonel seviyelerdeki bizim düşündüğümüz manada bedenlere ve formlara sahip olmayan varlıkları da tanıyacaktır. Çünkü bu evrende yaşayan varlıklar ile ilişkiye girmek mümkün olabileceği gibi üst boyutlardaki evrenlerde bulunan uygarlıklarla, nihayet manevi alemlerle ve manevi alem görevlileri ile ilişkiye girmek mümkündür.
Dünyada bu tanışma ve ilişkiyi tarih boyunca gerçekleştiren insanlar olmuştur. Bugün de çeşitli yol ve yöntemler ile diğer medeniyetlerle ilişki kurrnuş bulunan insanlar yeryüzünde bulunmaktadırlar. Bütün bu bireysel ilişkiler insanlığı kendisi dışındaki medeniyetleri topyekün tanımaya doğru götürmektedir.
Bu kitaptaki ilişki şeklini okuyucunun anlayabileceği şekilde açıklayabilmek için belki kabul edilebilir en uygun söz "hal ehli " olmak ile ifade edilebilir. "Dil ehli" ile "hal ehli" arasındaki derin farkı burada ifade etmek uygun değildir. Ama kısaca hal ehli olmayı ve ilişki biçiminin nasıl gerçekleştiğini İslam düşünürü İbn-ul Arabi’ nin şu sözleri ile bir parça açıklayabiliriz: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu "Türk-İslam Düşünürleri" adlı eserinde şöyle demektedir: "İbn-ul Arabi, peygamberlere vahyedilen şeriatın bilgisinin aynı kaynaktan, aynı biçimde bazı sufilere de geleceğini söylemiştir. Böylece İbn-ul Arabi mutasavvıfları bir çeşit peygamber gibi anlatmak istemişir. Ancak bunlann yeni bir şeriat getirmeyeceklerini, buna karşılık peygamberlere ait manevi hallere ulaşacaklarını, islam şeriatı hakkındaki bilgilerini Hz. Muhammed’ in aldığı kaynaktan alacaklarım ileri sürmek istemiştir. Futuhat’ ta velinin bir melek aracılığı veya içine doğuşla, kendisine iletilen bilgileri alacağını belirtmiştir. Ona göre veli, Kur’ an ve kutsi hadisle sınırlanmamış hususlarda ictihatla şeriatın bazı yönlerini neshedebilir. Velinin tasavvufi keşf yoluna dayanmayan hadisleri hükümsüz sayabileceğini de kaydetmiştir. O, Kur’ an’ ın son kutsal kitap olduğunu doğrulamıştır. Veliler, Kur’ an kadar hak olan keşfi bilgilere sahip olabilirler. Ancak Kur’ an ve kudsi hadislerle tespit edilmiş olan esasları değiştiremezler." (Türk İslam Düşünürleri, sayfa 59-60 Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989.)
İşte "hal ehliyeti" ile "keşfi bilgi"ye ulaşılarak bu çalışmanın birinci kitabı ortaya konulmuştur. Haşa, kendimi "kul" olmanın ötesinde herhangi bir sıfata uygun bulmuyorum. Ve kitabın bugünkü yeryüzü insanlığı tarafından anlaşılıp anlaşılmama endişesinden bir hayli uzakta olduğumu ayrıca belirtmek istiyorum.
Bu çalışmanın ilk 14 celsesi, celse sonrası notlarından oluşmuştur. Sonraki celseler doğrudan kayıttır.
Celse: 1 (2.11.1991)
Agartalılar Rab’ bin emri ile yeraltına inmiş ve yeryüzünü bize bırakmışlar. Bizim gelişmemizi izlemişler, bize yardım etmişler ve hala ediyorlar. Bu nedenle bizim atalarımız sayılabilirler. Rehberim bu bilgileri verdikten sonra O’ nunla konuşmaya başladık. Kendisi bu görüşmeden daha önceden haberdar edilmiş. "Agarta" denilen uygarlığa ait biri. Adı ise Semiyun. Agartalılar yeraltına inmişler ve orada yaşıyorlar. Ama yeraltında yaşama bizim düşündüğümüz şekilde ilkel değil. Nasıl olsun? Onlar medeniyet olarak bizden çok ileride. Yeraltının, yerüstünün ve uzayın nimetlerinden yararlanıyorlar . Yiyeceklerini yeraltında yetiştiriyorlar. Ama aynı Güneş’ ten bizden çok daha fazla yararlanıyorlar. O’nun yaşadığı yerde de şimdi aynı gece ama yerini söylemiyor. Et yemiyorlar. Aynı hayvan türleri onlarda da var. Güneş onlar için de, bizim için de aynı yerden doğup batıyor.Vibrasyonel seviyeleri bizimle aynı, yani göz ile görünebiliyorlar. ama kendilerini insanlardan gizliyorlar. Bu zor ve sıkıcı bir durum değil. Başka gezegenler ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir "Üstatlar Meclisi" ne bırakılmış. Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız çalışıyorlar. Alabildiğine özgürler . Evlilik kurumuna ihtiyaç göstermiyorlar, para kullanmıyorlar, bizim gibi sözleşmelere ihtiyaçları yok. Eğer biri ile yaşamak istiyorlarsa uzun süre veya kısa bir süre bir arada oluyorlar. Şayet bu ilişkide çocuk doğurmalan gerekiyorsa bunu yapıyorlar ve çocuklannı yetiştiriyorlar. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı ama hastalıklı değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç tutabiliyorlar. Onlar bu dünyadan ayrıldıklarında ruhani alemin çok yukarı kısımlarına doğuyorlar. Zaten oralar ile sürekli ilişki içindeler ve ölüm diye bir sorunları yok. Sürekli görüşme imkanlarına sahipler.
Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok güçlü bir bilgi merkezleri var. Büyük değişim gerçekleştiğinde bizimle irtibata geçecekler ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı olacaklar ama kendi medeniyetlerine ait herhangi bir araç gereci bize vermeyecekler. Onu biz kendimiz hak ederek kazanacağız. Biz yaratacağız, üreteceğiz.
Şu anda nasıl aynı dünyada birlikte yaşıyorsak o zaman da birlikte yaşayacağız. Tek fark bizim onlan artık bilmemiz olacak. Bu görüşmeleri zaman zaman tekrarlayacağız.
Ben Rehberim Galip’e, "öyle bir zat ile görüşeyim ki, çok ileride kendisi ile yüzyüze görüşme yapma imkanımız olsun, bize yardıma gelecek grup içinden olsun" demiştim.
Aşağı yukan böyle bir zatla görüştüm. bunun o zaman faydası olacağı hükmünde birleştik. Zaman ise oynak, kesinlik söz konusu değil. Ellerinde dünya insanlığının durumu ile ilgili her türlü bilgi var. Bu hadisenin insanlık için en hayırlı şekilde gerçekleşmesini arzu ediyorlar. bu nedenle tarih iki bin yılından sonra kuvvetle muhtemel ama 2, 3, 4, 5 bu değişebilir. Çünkü insanlığın durumu sürekli değişiyor.
Bizler cehennemin tam içinde yaşıyormuşuz. Ama artık bu cehennem kendi uygarlıklarını da etkilemeye başlamış ki, buna müsaade edilmeyecek.
Daha sonra görüşmek umuduyla kendisine teşekkür ettik ve Celsemizi kapattık.
Celse: 2 (3.11.1991)
Celseye Rehberim Galip ile başladık. Benim niyetim önceki celse hakkında konuşmaktı. Ve doğal olarak yeni tanıştığım Semiyun hakkında sorular sormaya başladım. Galip, "bu sorulara kendisinin cevap verebileceğini fakat ilgili kişiye sormamın daha uygun olacağını" söyledi. Bu benim için sürprizdi. Ben görüşmenin Semiyun ile daha sonra olacağını tahmin ediyordum. "Eğer sizler uygun görürseniz görüşelim" dedim.
Bu görüşme Semiyun için de sürpriz oldu. Görüşmeden o da haberdar değildi. Ama bu O’nun için zor bir şey değildi ve "her hal altında benimle görüşebileceğini, bunun için elbette tenha bir ortamın olması gerektiğini ama bunun bir sorun olmadığım, çok kısa sürede evine gidebileceğini" söyledi.
Görüşmemiz yine soru cevap şeklinde oldu. Ben soruları değil, cevapları toplu olarak naklediyorum. Kendisi 1.90 boyunda, ortalama boy bu kadar. Kadınlar doğal olarak daha kısa. Genellikle kumral ve renkli gözlüler ama içlerinde esmerleri de var, Şişman veya zayıf değiller. Mükemmel bir beslenme sistemine sahipler, bu yüzden şişmanlık veya zayıflık gibi hastalıklar onlarda yok. Hiçbir hastalığa sahip değiller. Çünkü hastalıkların asıl sebeplerinin manevi olduğunu biliyorlar ve ona göre manevi tedbirler almışlar. Bu nedenle vücutlarının hasta olması mümkün değil. Bize göre yegane farklılıkları saç, tüy gibi maddelerin olmaması. Ama hepsi çok güzel. İçlerinde çirkin yok. (Burada şu sözlerini de ilave etmeliyim : Çirkinliği sizin anlamanız için kullandım yoksa size verilen vücutların dahi çirkinliğinden söz edilemez. Onlar Rab’ bin yarattığı çok değerli hediyelerdir. Gerçekten o vücutların ne olduğunu bilseydiniz, ondaki güzelliği anlardınız). Kendilerinin ilk çağlarında vücutlarmda kıl varmış ama zaman içinde kalkmış. Hiçbir zaman aralarında savaş olmamış. Çünkü her zaman için Rab’ lerini bilmişler.
Ortalama ömür 400 yılın üzerinde. kendisinin yaşı da 200’ ün üzerinde. Israrla yaşını soruyorum, "223" diyor. Ben şaşırıyorum, " size nasıl hitap edeyim" diyorum. Şakayla cevap veriyor, "ikimiz de orta yaşta sayılırız, bu nedenle arkadaşız" diyor. Ama arkasından ekliyor, " sizlere göre ben bilge biriyim" diyor. Şu anda aynı geceyi paylaşıyoruz. Tek fark var ki, o cennette yaşıyor, ben cehennemde. "Tanrım nasip eder de buraya ziyarete gelirseniz gerçekten burasının cennet olduğunu anlarsınız" diyor. "Biz cennet yarattık, siz cehennem..." Kendisinin de evi var. Odaları var. Uykuya onların da ihtiyaçları var. Kendisi teknik konularda çalışıyor. Uzayla ilgili teknik işler yapan bölümde. Dünyadaki manada "mühendis" denilebilir. O’ na okul durumunu, düzenlerini soruyorum: "Bizde, sizdeki gibi çökmüş, dejenere olmuş bir eğitim kurumu yok" diyor. "Sizdeki okullar hayat hakkında hiçbir şey öğretmiyor. Çünkü büyükler hayat hakkında hiçbir şey bilmiyor. Dolayısıyla küçükler de hayatı öğrenemiyorlar. Hayatı bilmeden, hayatı yaşamanın sonucu ise dünyayı cehenneme çevirmeniz oldu. Başka bir şey de beklenemezdi." Onlarda olup bizde olmayan ana, temel düzenin, sistemin ne olduğunu soruyorum.
Cevap aslında başka bir şey olamazdı:
"Sizin temel noksanlığınız, Rab’ binize inanmamanızdır. Aramızaki temel fark, sistem budur. Biz Rab’ be iman ettik. Siz ise O’ nu reddediyorsunuz, O’ na inanmıyorsunuz. Sonuç ortada; Biz Rab’ be inanıp, iman edip, O’ nun nimetlerinden yararlandık ve bir cennet yarattık. Siz ise her yerde hakim olan O’ na ve O’ nun nimetlerine sırt çevirdiniz. Sonunda cehennem yarattınız. Aramızdaki temel fark budur."
Ailesinin dünkü görüşmeden haberi olmuş. "Kaç çocuğunuz var?" diyorum. Söylemiyor. Çocuklarm eğitimini soruyorum, daha ziyade ruhsal öğreti açısından. "Bu bizim için çok önemli" diyor. "Burada yaşayan her insan mutlaka ruhsal bilgiyi alır. Hayatı, Rab’ bini öğrenir. Burada sizinkine benzeyen çalışmalar çok ciddi boyuttadır. Sizler ise bu çalışmalara inanımıyorsunuz. Bizde, sizin Derneğinizdeki gibi büyük mücadeleler olmaz, celselerimizde bunlar yoktur. Sizin durumunuz çok ayrıdır. Bu, sizin için yararlanmanız gereken bir durumdur. Genellikle bizdeki ruhsal çalışmalar şu andaki gibi seyreder. Ama bildiğiniz o büyük mücadeleler farklıdır, durum değişiktir."
Boş zaman olarak nitelendirmemekle birlikte, biz de bu tür zamanlarımızda spor yaparız, oyun oynarız. Yaptığımız spor tamamen vücudun sağlığına uygundur. Yenme hırsı yoktur. Bu, bir savaş değildir. Sizin satrancınıza benzeyen oyunlarımız vardır. Daha ziyade zekaya dayanmaktadır. Ama satrancınızın çok daha gelişmişidir. İskambil türü oyunlarımız ise yoktur. Dünyada tekamülünü bitiren bir ruh varlığı buraya doğamaz. Onun Agarta’ ya doğabilmesi için arada birkaç okulu daha bitirmesi gereklidir.
Burada yaşayan birinin aynı zamanda vazifeli olarak dünyaya doğması hatta fiziki bedenini bir süre burada bırakması veya aynı zamanda kullanması teorik olarak mümkündür. Ama gerçek hakkında şu aşamada bilgi veremem. Nüfusumuz bir milyardan biraz fazladır. (Kesin rakam vermiyor). Bizler sizin gibi değiliz. Yersizlik yapmayız ve ilahi sistemi bozmayız. Dengelere dikkat ederiz.
Sizinle ilgilendik, sizi koruduk ve size her bakımdan yardımcı olduk. Olmaya da devam ediyoruz. Eğer "Atalarınız" diye bir kavram düşünülürse buna en yakın bizleriz.
Biz de sizler gibi toplumumuzdan ve uzayın derinliklerinden haberdar olmayı arzularız, basın yayınımız vardır. Televizyonumuz vardır. Ama biz onu çok yönlü olarak kullanırız. Sizin televizyonunuz bize göre taş devrindeki bir eşya gibi kalır. Sizin bütün yayınlarınızı izleyebiliriz. "
"Senden habardarım" dedi. Benim hakkımda çok şey biliyormuş. Evimi gördün mü? Dedim. "Hayır" dedi, "Tanrım nasip ederse bir gün görürüm." "Bu nasıl olur, ben sizin hakkınızda bir şey bilmiyorum" dedim. "Ama ben biliyorum. Bu da benim sırrım olarak kalsın" dedi.
Aşağı yukarı bu kadar görüştük, sonra ayrıldık. Ben ardından Galip ile görüştüm. "Rab’ bin her türlü nimetinin üzerimde olduğunu" söyledi ve "Neden?" diye sordu. Kendime göre birkaç cevap verdim. Ama sonuç ne olursa olsun iyi gidiyoruz. Ben bu çalışmadan memnunum.
Şu bilgiyi de unutmadan eklemeliyim; O’ na "bizdeki gibi bilginin yukarı alemden mi alındığını" soruyorum. "Hiç şüpheniz olmasın" diyor. Bu ilahi bir yasa. ama kendileri bize göre çok daha hızlı gelişiyorlar. Bizim son yüzyılda bilgi alışımızda artış var ama onlarda, bizdeki gibi karışıklık, adaptasyonsuzluk olmuyor. Gereken bilgiyi alıp hemen hazmediyorlar ve topluma yayıyorlar. Her şey gün ve gün değişmemekle beraber muhafazakarlığı da yine tekamül açısından değerlendiriyorlar.
Celse: 3 (8.11.1991)
Semiyun ile görüştüm. O' na "benim bu konuda on-on beş yıl süresince çalışma yapmak istediğimi, bunu kabul edip edemeyeceğini" sordum. Kabul etti, söz verdi. "Biz Agartalılar bir söz verdiğimizde, onu mutlaka tutarız" dedi. Ben ise cevap olarak "biz dünyalılar bir söz verdiğimizde, genellikle onu tutmayız" dedim ve ilave ettim "ama ben Tanrı bana bu imkanı ve gücü verdiği müddetçe bu çalışmaya devam edeceğim. Bu benim sözüm" dedim. O da aynı şeyi söyledi; "Tanrı bana da bu gücü ve imkanı verdiği müddetçe ben her zaman hazırım." dedi. Ve sonra kendisinden ülkesi hakkında değerli bilgiler almaya devam ettik.
Eğitim kurumları var ama bizden çok farklı. Bizdeki okullar adeta öğretmemek için her imkana sahipler. Onlarda kitaba benzer şeyler var ama daha önemlisi her türlü bilgiye sahip ve elaltında bulunan her zaman kullanılabilen araçları var. Bu araçlar yardımı ile istenilen her bilgi, istenilen seviye ve miktarda öğrenilebiliyor. Öğrenme çok kolay ve basit yöntemlerle sağlanıyor. Bizdeki kadar zor ve yorucu değil. Belli bir maksatla bilgi öğrenilmek istendiği için bir gereksizlik hali yok. Öncelikle bilgiyi öğrenmek ihtiyacı içinde olanlara yaşam bilgisi, ruh bilgisi veriliyor. Bu konu çok önemli. Herkesin kendini, Rab' bini, hayatını ve yaşamının maksadını bilmesi gerekiyor. Öncelikle bu ruh bilgisi öğretiliyor. Sonra çalışma yapılması gereken konu veya konularda uzmanlaşılıyor. Ulaşım bir problem değil. Bu sorunu çözmüşler. Öncelikle kendi bedenlerini bir yerden bir yere anında taşıyabiliyorlar. Bunun için ruh güçlerini kullanmaları gerekiyor. Bu genel bir durum. Bunu yapamayanlar var ama azınlıkta. Bunlar daha ziyade çocuklar. Teorik olarak bu yöntemi çok sık kullanmak bedende arızaya sebep olabiliyor. Böylece o beden kaybedilebiliyor. Bunu bildikleri için bu yöntemi sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı yakın gezegenlere gidebiliyorlar. Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının bir sınırı var. Bu nedenle ve başka nedenlerle uzaygemileri çok önemli onlar için. Yerin altında yaşamalarının bizde oluşan imaj ile bir ilgisi yok. Onlar da Güneş' ten, yıldızlardan, yağmurda ıslanmaktan yararlanmak istiyorlar ve bu nedenle gün ışığından, yıldızlardan bizde olduğundan çok daha fazla yararlanıyorlar. Yeraltı ile yerüstü arasındaki tabaka bu konuda bir engel değil, bir sorun değil. O tabakayı bir kenara koymuşlar. Ama öyle bir düzen oluşmuş ki, üzerindeki tabaka varlığına halel gelmeden Güneş ışığını, yağmuru aynen geçiriyor. Bu arada üzerindeki Güneş' i de izleyebiliyorlar.
Evvel emirde bir kitaba, bir peygambere, din bilgisine sahip olmamışlar. Buna gerek duyulmamış. Çünkü Rab' lerini daima bilmişler. Zaten Rab' leri öyle bir medeniyet kurmuş en başta. Kendi içlerinde nisbeten hataya düşenler varsa da asla bu, bir insanı öldürme, hayvan öldürme veya düzenleri bozma şeklinde cereyan etmiyor. Bizdeki gibi adalet düzenleri ve hapishane sistemi yok. Evet onlar insan ve bizim gibi tuvalet disiplinine sahipler yani dışkılıyorlar. Ama kendilerini kontrol altında tuttukları için bu konuda bizlerdeki gibi sıkıntıya veya problemlere sahip değiller . Son olarak kendisine "bu Celse odasına kendisini ışınlayıp gelebileceğini" söylüyorum. Bu, teorik olarak mümkün ama pratik olarak adeta imkansız. Prensip meselesinden de öte Rab' bin verilmiş bir emri var. Galip' i örnek veriyor. "O da gerekirse kendisini yeryüzünde gösterebilir ve O' nun imkanları bizimkinden kat be kat daha fazla ama O böyle bir şeyi yapmıyor. Neden?" diye soruyor. O zaman işi daha iyi kavrıyorum. Kısaca şu anda böyle olması gerekiyor. Vakti zamanı gelince biz gideriz. O zaman "Niye geldin" diyecek hali yok ya. Bu gecelik bu kadar. Ailesine selam iletiyorum.
Celse: 4 (12.11.1991)
Bu akşam tamamiyle Üstadımızın Muzaffer Kınalı' nın yüksek varlığı ile konuştum. Dünyanın ve Ülkemin sorunlarını sordum önce Bir bütün olarak cevap aldım: "Dünyanın bir cehenneme dönüştüğünü, bu cehennemi topyekün değiştirme arzusu ve çalışması içinde olduklarını, arzularının dünyasal bir arzu olmadığını ve sonuç doğurduğunu" söyledi. Hayırlı olaylar içinde Agartalılar bize yardım edecekler, kendi bilgilerini ve tekniklerini bize vermeyecekler fakat bize yol yordam gösterecekler. O çağda doğru ve yanlış birbirinden ayrılmış olacak ve yeryüzünde artık yanlışın yapılmasına izin verilmeyecek. Çünkü dünyayı cehenneme çeviren biziz, Sebep sonuç yasası işliyor. Bu hal ancak bir süre devam edecek. İnsanlar artık yanlışa sapmayacaklar. Çünkü doğrular öyle bir ortaya çıkacak ki, insanlar bundan ibret alacaklar. Semiyun' u soruyorum : "Sizi bu çalışmanın içine iten yine biziz" diyor. Üstadımız. Umarım bundan almamız gereken nasibi alırız. Semiyun' un da pek değerli bir varlık olduğunu hatırlatıyor.
Celse: 5 (22.11.1991)
Bu gece genel olarak Semiyun kardeşim ile görüştüm. Aşağıda arz ediyorum:
Onlarda da evlilik kurumu var. Ama onlar bu kurumu karşılıklı güvensizlik ortamına dayandırmamışlar. Bu nedenle garanti için herhangi bir kağıda imza atmıyorlar. Kaderleri icabı neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Bir araya geliyorlar ve evlilik hayatı yaşıyorlar. Bu yaşantıdan ancak hayır ortaya çıkıyor. Birkaç yüzyıllık hayatları boyunca bir kere de evlenen var, yüz kere de. Ama bu, bizim nefsani ve cinsel yaklaşımımızın çok dışındaki bir değerlendirme. Onlarda asla kıskanma, nefsani yaklaşım, çekememe gibi duygular olmadığı için ayrılmalarda toplum düzenini bozucu bir durum yok. Ve ayrılmalar bir kavga veya kötü durum neticesinde olmuyor. Ancak daha yüksek bir hayır için ayrılma oluyor. Onlarda asla aynı anda iki kişi ile evlilik olmuyor. Bu çok ilkel ve nefsani bir düşünce. Bu evlilik tarzı asla dejenere değil ve toplumlarını bozmuyor. Aksi halde zaten bu günlere gelemezlerdi.
Onlar da uykuya ihtiyaç duyuyorlar. Ama örneğin, Semiyun günde en fazla 1.5-2 saat uyuyor. Dolaysıyla bizlerden daha hızlı tekamül ediyorlar. Onlar vücudun yaşaması için gerekli olan ve uykuda bizim aldığımız şarj edici enerjileri uyanıkken de alabiliyorlar ve dolaysıyla daima dinç olabiliyorlar. Yorgunluğu bilmiyorlar. Uykuda varlıkları daha yüksek varlıkları ile bütünlük kuruyor. Bunu kolayca gerçekleştirebiliyorlar. Günlerinin geri kalan kısmını çalışarak ve sosyalizasyon ile geçiriyorlar ama onların çalışma anlayışı ve şekli bizimkinden çok değişik. Onlar çalışırken güzellik, ahenk yaratıyorlar. Mutluluğu yaşıyorlar ve çalışma asla yorucu değil bir zevk, hayatın ta kendisi. "Çalışmak ibadettir" sözünün anlamını yerine getiriyorlar ve daima ibadet halindeler. Birbirleri ile biraraya geliyorlar.
Robotlar kullanıyorlar. Günlük rutin işlerin yanısıra çalışmada ve teknik konularda yaygın bir şekilde bunlardan yararlanabiliyorlar. Robotlarının bir miktar düşünme kapasitesi bile var. Ama duygulardan ve ruhtan yoksunlar. Gerektiğinde bir robotla bile konuşuyorlar. Robotlar değişik şekillerde ve bu şekillerde estetik anlayışı var. Sanatlarını bizimkiler ile karşılaştırmaya imkan yok. Gerçekten sanatları var ve bu sanatlar bizimkilerinden çok değişik. Örneğin; Semiyun kitap okuyor ama bizimkinden çok farklı bir şekilde. Bizim kitaplarımız onlar için ağırlık. Onlar bilgiyi kolayca alabiliyorlar. Bizim kullandığımız şekilde kitap kullanmıyorlar.
Çalışırken veya herhangi bir durumda birisiyle, sözgelimi eşiyle istediği anda yüzyüze görüşebilir. Bunun için saate benzetebildiğimiz, yanlarında taşıdıkları aletleri var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında gidebiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böylece lokal aletleri var. Bu aletler teoride bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle bir kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir yere anında gidebiliyorlar. Kendi Ekol' ümüzün bir görevlisi olarak orada doğmuş olabilir. Oranın doğal sakinlerinden biri de olabilir. Bunun önemi yok. Her iki halde de şu anda oranın insanı.
"Üstatlar Heyeti" onların medeniyetlerini yönetiyor. Ama onlar Üstadımız seviyesinde değiller, arada çok çok büyük fark var ve onların Üstadımız seviyesinde olmalarına gerek yok. Üstadımızın görevi ve durumu çok değişik. Ellerinde dünya insanlarının moral, negatif, pozitif durumlarını toplam olarak değerlendiren aletler ve imkanlar var. Daha bilmediğimiz pek çok değer ölçüleri ile insanlığı sürekli inceliyorlar. Hakkımızdaki her türlü bilgiye sahipler ve bu konuda oluşturulmuş çalışma ekipleri var. Bu konu onlar için çok önemli. Dolaysıyla Üstadımız ve ekibinin yaptığı çalışmaların kendi seviylerine uygun olan kısımlarını değerlendiriyorlar ve ellerinde bu hayırlı neticeler var. "Üstadımızdan Allah razı olsun" diyorlar.
Bizim dünyamızın cin toplumu ile ilişki içindeler. Ortak çalışmaları var. Onların yüksek seviyeleri ile ilişki içindeler ve bizim seviyemize uygun alemlerinin görevlileri ile de ilişkideler. Cin toplumu da çok gelişmiş, kendi maddelerinin imkanlarından çok iyi yararlanıyorlar ve çok güçlü, kudretli bir topluluk oluşturuyorlar. Semiyun ile görüşmemizi burada tamamladık.
İkinci kitapta bilgilerin gelişerek zenginleştiğine tanık olduk. Ve her konuyu ayrı bir celsede ele almak suretiyle konu bütünlüğü sağladık. Kitabın bizce önemli bir yönü de Kuran -Agartalıları- Peygamberimiz ilişkisinin birkaç celsede ele almış olmasıdır.
Kuran Agartalılardan bahsetmiştir. 27/82. ayet şöyledir : " O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o onlara insanların ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söylerler." bu ayetle ilgili olarak değerli hocamız Yaşar Nuri Öztürk "Kurandaki İslam" isimli kitabının 171. ve 172. sayfalarında şöyle diyor. "S- 82.-85. ayetlerde bahsedilen Dabbetül-arz nedir?
C- bunun ne olduğunu bugünkü bilgilerimizle keşfetmemiz kolay değildir. bu konuda hadis diye ileri sürülen sözlerin tümü hiçbir dayanağı olmayan rivayetlerdir.
Dabbetül- Arz' ın, Kur' an açısından bir iman konusu olarak bizi bağlayan yanı şöyle verilmiştir. "O söz üstlerine indiği zaman onlara yerden bir Dabbe (canlı) çıkarırız; o onlara insanların ayetlerimize iyice inanmadıklarını söyler. O gün her ümmetin içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir zümre derleriz de onlar toplu halde ortaya sürülürler.Geldiklerine Allah onlara :' Ayetlerimizi, onlara ilminiz yeterli olmadığı için inkar mı ettini, yoksa ne yaptınız?' der. İşledikleri zulümler yüzünden o söz tepelerime inmiştir. Artık tek kelime söyleyemezler."
Dabbetül- Arz' ı bir sembol kabul ederek bununla trene, tanka vs. işaret edildiğini söyleyenler olmuştur. Kur' an' daki 19 rakamına dayalı matematiksel kod mucizesini keşfeden Reşad Halife' ye göre Dabbetül- Arz, bilgisayara işaret etmektedir. Elbetteki bunlar tenkide açık tespitlerdir. Gerçek olan şudur : Bu ayetler bize Dabbetül- Arz' ın çıkacağını ve bu mahlukla kıyamet arasında bir ilişkinin kesin olduğunu gösteriyor. Biz, işte buna inanmak zorundayız. Konumuz Agarta Uygarlığı olmakla birlikte ilişkin olduğu için burada küçük parantez açalım : Bir çağ değişikliği ile bu Dabbetül-Arz arasında çok yakın bir ilişki vardır. 82. ayetin ardından 83. ve 84. ayetlerde şöyle denilmektedir. "O gün her ümmet içinde ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar bir araya getirilip tutuklanarak (ilahi huzura) sevk edilirler. Geldikleri zaman Allah onlara der: Ayetlerimizi onlara ilminiz yeterli olmadığı için inkar mı ettiniz yoksa ne yaptınız."
Burada dikkat çeken bir husus şudur. İnkar edenler, kısaca; Allah' ın ilmine göre yeryüzü sahnesini terk etmesi gereken kötüler ilahi aleme alınırken iyiler ne olacaktır? İşte onlar; her ümmet içindeki iyiler yeryüzünde kalacak ve kimilerinin Altınçağ, kimilerin Mutluluk Çağı dediği yeni bir çağ bu olayların arkasından başlıyacaktır. İşte bu arada Dabbetül-Arz da yeryüzü insanlığına kendisi göstererek tanıtacaktır.
Peki Kuran' da geçen bu Dabbetül-Arz kimdir?
Yerden çıkacak olan bu varlık fiziki olmak durumundadır. Çünkü sudan yaratılmış olması bunu gerektirir. Ve bu varlık şuurludur. İnsana fiziki bir varlık örnek teşkil edecekse bu kim olabilir? En mükemmel surette yaratılan ve fiziki bir varlık olan insana ancak yine fiziki bir varlığn örnek olması kıyas kavramı gereği şarttır. İyi ama insana yaratılmışlıkta laf söyleme ve örnek olmak işini hangi fiziki varlık üstlenebilir? Bu yine insandan başkası olamaz. Aksi insanların en mükemmel surette yaratıldığını söylen Kuran hükmüne aykırı olurdu. Örnek ama daha latif bir insan ve insan topluluğu. İşte bu topluluk Agarta isanlığıdır. Yeryüzü insanlığına 27/82. Ayette örnek olacak Dabbetül-Arz Agarta insanlığıdır. Bu konuda bize göre en iyi tefsiri Elmalılı yapmıştır. Elmalılı büyük tefsirinde şöyle diyor: "Allah her dabbeyi sudan yaratmıştır. Bir kısmı sürünürken, bir kısmı da dört ayak üzerine yürür. (Nur: 45) ayetinden anlaşıldığı üzere her hayvan için kullanılır. Hayvanın eşanlamlısı gibidir. "Yeryüzünde hiçbir dabbe (canlı) yokki rızkı Allah' a ait olmasın." (Enam: 38) dan anlaşılan da budur. Dolayısıyla hayvan gibi olan insan için de bu tabir kullanılabilir. Bu ayette "dabbe"nin belirsiz isim olması bunun bildiğimiz dabbelerden bambaşka bir dabbe olduğunu hatıra getirmektedir: "Onlarla konuşan dabbe" tanımlamasından anlaşılan ise, bunun konuşan hayvan, yani insan olmasıdır. Yapılan yorumlar da bu düzlemdedir. Kesin olan şey, bir dabbe olmasıdır. Şüphesiz Kur' an' da 'dabbe' denildiği için dabbedir, "Konuşan dabbe" buyrulması ise bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir ipucudur.
Ebu Hureyre' den (r.a.) aktarılan bir hadiste Resulallah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Dabbet' ül-arz, Musa' nın asası ve Süleyman' ın mührü beraberinde olarak çıkacak. Mühür ile müminin yüzünü parlatacak, asa ile kafirin burnunu kıracak. İnsanlar sofraya toplanacak, mümin ve kafir tanınacak. " Bu hadise göre de dabbe, maddi manevi olağanüstü bir güç ve saltanatla ortaya çıkıp büyük bir islam devleti kuracak bir köktencidir. Kuşkusuz, Musa' nın asasına ve Süleyman' ın mührü ne sahip olan zat, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de şerlilerden değil, hayırlılardan olacak. Çünkü müminin yüzünü güldürecek, kafirin burnunu kıracaktır, Ayette "insanların bizim ayetlerimize tam inanmadıklarını konuşur.' (Neml: 82) buyurulması da bunu gerektirmektedir. Şu halde buna dabbe denilmesinin nedeni, onun kafirlere karşı haşin olacağını ve Allah Teala açısından sıradan bir dabbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır."
Tefsirden de anlışalcağı gibi Kuran' a göre yer altında yaşayan bir insan varlığı, insanlık mevcuttur. Eğer sözü geçen hadis doğruysa bu insanlık sembolik olarak Musa' nın asasına ve Süleyman' ın mührüne sahiptir. Yani çok kudretli bir uygarlığa sahiptir. Ve bu yüksek uygarlık Allah' a tam inanan, maddi manevi zenginliğe erişmiş bir uygarlık olmak durumundadır. İşte bu uygarlığın veya Dabbetül-Arz' ın ismi Agarta' dır. Ve orada Agarta insanlığı yaşamaktadır. Kitapların içeriğinden de anlaşılacağı gibi Agarta Uygarlığı bir anlamda Musa' nın asasına, Süleyman' nın mührüne sahip kudrettedir. Agarta Uygarlığı bugün neden kendisini yeryüzü insanlığına tanıtmaya başlamıştır? Kuran' a göre bunun yeni bir dönem ile tam ilişkisi vardır. Belki de dünya insanlığı her bakımdan "İnsan" a ulaşmış Agartalıları görerek kendi yaşayışına bir çeki düzen verecektir. Bu nedenle Agartalıların insanlığa tanıtılması gerekmektedir.
Bu tanıma nasıl olacaktır?
Elbette bu işte hafiften başlayarak gittikçe yükselen bir dozaj ayarlaması olacaktır. İlk başlarda bu şekilde kitaplar halinde tanım planlanmıştır. Burada belli bir seviye elde edildikten sonra her yönüyle açık tanıtımlara geçilecektir. İşte elinizdeki bu ikinci kitap bu yüksek amaçların içinde yer almış unsurlardan bir tanesidir. Burada değinilecek ikinci husus bu ilişki şeklinin okuyucular için açık ve anlamlı hale getirilmesidir.birinci kitabın önsözünde bu ilişki şeklini yani kitabın nasıl bir ilişki ile yazıldığını İbn-ül Arabi' den örnek vererek açıklamıştık. Aslında insan varlığının doğal yapısı içindeki yüksek yetenekleri kullanmasına şaşmamak gerekir. Çünkü insan "en mükemmel" olandır. Bu halde çevresindeki her türlü yaratılmış ile ilişkiye geçebilir. Mevlana' nın dediği gibi bir kerpiçle (çamura saman karıştırılarak yapılan tuğla) konuşabilir. Şimdi yine tasavvufa dayalı olarak başka örnekler vereceğiz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetname'nin 115. Sayfasında şöyle diyor : "Eğer konuşan nefs rahmani ahlaklarla vasıflanıp, Hakkani özel bilgilerle kuvvet bulursa, yavaş yavaş yeme ve uykuyu azaltıp, bedeni kuvvetlerin tasallutundan kurtulup, gazap ve şehvetine galip olursa; o zaman kendi alemini arzu kılıp, başlangıç ve sonuna karşılık gelir. Uyku ve uyanıklık halinde ona yönelip, ondan gizli bilgiler alıp, geçmiş ve gelecek işler olan dünyevi mugayyegatı bilir. Zira bu nefs, o aklın aynası olup, bilgilerin nakışlarını alıp, keşif ehli olur. Öyle olur ki, konuşan nefs, başlangıcından bir işi alıp, hayal etme kuvveti onu kendine uygun surete benzetip, o suret aynen ondan müşterek hisse gelir. Ondan tahayyül madenine çeşitli suretler akseder. Şu halde konuşan nefs, onda; güzellik, latafet ve azametle acaib suretler ve garip şekiller müşahade edip, onlarla konuşur. Yahud kimseyi görmeyip, ancak düzenli kelimeler ve güzel seslerle ölçülü nağmeler işitir. Eğer adı geçen işler, uyku esnasında ortaya çıkarsa, sadık rüyadır. Eğer uyku ile uyanıklık arasında olursa, vakıadır. Eğer nefs, uyku esnasında başlangıcına mukabil olmayıp, bu durumları vasıtalarla görürse, karışık rüyadır ki, tahayyüller ve evhamdır. Benzersiz melekut nurlar ve alevlenmiş yardımlar için manasız iner. Kudsi şualar, istidadlı nefsler ve mücerretleri üzerine yayılır ve ulaşır. Kapının açılması, Allah ismiyle kapı çalanlara hasıldır. Şimdi, bu ruhani cihan lezzetlerini inkar edip, fasid hayaller zanneden basiretsiz, cimanın lezzetini inkar eden cinsiyetsize benzemiştir."
Gerçekten de yaklaşık iki yüz çeşit ilişki (algılama, medyumluk) şeklini bir kısmını Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri bize veriyor. Bunlar; görmek, düzenli kelimeler işitmek, güzel sesler, ölçülü nağmeler işitmek şeklidedir. Fakat bunlar insanın üstüne "kudsi şualar", "melekut nurlar", "alevlenmiş yardımlar" kısaca "bilginin enerji şeklinde insana gelmesi ve insanda dünya unsurlarına dönüşmesi" şeklinde iner. Sonra onlar yukardaki hal ile algılanır veya "istidadlı nefsler" yani yüksek vazifeli rehberler insanın üzerine yayılırlar. Ve bu bilgi alışverişi bu şekilde oluşur. Dahası İbrahim Hakkı Hazretleri bunları "cihan lezzetleri" olarak tanımlıyor ve "bunları basit hayaller zannedenleri" biraz da kibar olmayan bir dille basiretsizlikle niteliyor.
Gerçekten öyledir.
İşte bu şekilde insanın kendi aleminin ötesindeki alem halklarıyla fiziki veya ruhani olarak kurduğu ilişki neticesi oluşan bilgi alma şeklini bilim adamımız Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk " 400 soruda İslam" isimli kitabının 32. ve 33. Sayfalarında "kurumsal olmayan vahiy", "ilhamsal bilgi" veya "vasıtasız bilgi" olarak nitelendiriyor. İbn-ül Arabi ise bunun " keşfi bilgi" olarak tanımlamaktadır. İşte bu şekilde "hal ehliyeti" kullanarak bu çalışmanın ikinci kitabını yayınlamış bulunuyoruz. Önsözden de anlışılacağı gibi Yüce Kuran' a ve tasavvufa dayanarak söylemeye çalıştığımız şudur: Bu bilgi vardır ve gerçektir. Bu bilgiyi alma yolu vardır ve bunlar gerçektir.
Bu kitap alemlere rahmet olan insanlığa ait gerçeğin bilgisini anlatmaktadır.
Celse: 46 (27.8.1993)
Semiyum: İyi akşamlar dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.
Soru: İyi akşamlar. Şimdi nispeten size yakın bir bölgede, Aksaray' dayız. Herhalde bu bölgenin altında şehriniz vardır diye düşünüyorum, ne dersiniz?
Semiyum: Yanlış düşünmüyorsunuz. Bu bölgede çok önemli şehirlerimiz mevcuttur. Ama konu yine de düşündüğünüz tarzda değildir. Yani tam anlamıyla "bu bölgenin altında bir şehir vardır" diye düşünmek doğru değildir. Çünkü genel olarak bütün bu bölge Agarta bölgesidir ve bu bölge içinde birkaç şehrimiz mevcuttur.
Soru: Kapıların olduğu bölgelerde Agarta alanı çoğalıyor mu, genişliyor mu, diğer bölgelere nazaran efendim?
Semiyum: Evet genişlemektedir. Ama bunun ciddi bir espirisi yoktur.
Soru: Bir celsemizde dünyada dolaşan Agartalılardan bahsedilmişti ve bunların insanlara kendilerini belli etmeden dolaşmaları söz konusuydu. Bu nasıl oluyor efendim? Yani, şu bildiğimiz sokakta herhangi bir Agartalı zaman zaman yürüyor diyebilir miyiz?
Semiyum: Diyebilirsiniz. Zaman zaman Agartalılar bu şekilde dünyanın bütün bölgelerinde ve şehirlerinde bir maksat üzerine bulunmaktadır. Sizin onları tanımanız adeta imkansızdır. Bugüne kadar bir olay meydana gelmemiştir. Biz nispeten sizin zaman zaman başvurduğunuz kamufle edici tedbirleri almaktayız. Doğal olarak bizim gelişmiş medeniyetimizin imkanları ölçüsünde yapılan kamuflaj, bu kişileri adeta sizden biri durumuna sokmaktadır. Dolaysıyla sizler asla bu ayrımı yapabilecek durumda olmamaktasınız. ama bazı bögelerde kendi doğal halleri ile Agartalı arkadaşlarımız, kardeşlerimiz dolaşmaktadır. Bu, fiziksel çekiciliğin dışında bir ayrıcalık yaratmamıştır. Onları gören insanlar gerçekten güzel insanlar ile karşılaştıklarını düşünmüşler, bunların Agarta' dan gelen, başka medeniyete ait insanlar olabileceklerini akıllarına bile getirmemişlerdir. Çünkü dış görünüşümüz sizinkinden herhangi bir farkılık arz etmemektedir. Saç hususu ise tamamen farklıdır. Ama dünyanızda da nispeten bizim gibi başında saçı olmayan insanlar çok fazladır.
Soru: Ama şimdi tamamen saçsız bir Agartalı bayanın insanlar arasında dolaştığını söyleyemezsiniz. O dikkati çeker diye düşünüyorum.
Semiyum: Haklısınız. Bu sözlerim daha ziyade erkekler içindi. Ama bu tür örnekler çok olmuştur ve dünya insanlığının yaklaşımı yukarıda söylediğim şekilde olmuştur. Bayanlar için adeta saç veya buna benzer bir şey kullanmak zaruridir ki, arkadaşlarımız bu tür kamufle edici unsurları sürekli kullanmaktadırlar. Ama bunun ayırt edilmesine gerçekten imkan yoktur. Çünkü kamuflaj adeta mükemmeldir.
Soru: Peki kamuflajın dışında başka yollar var mı efendim?
Semiyum: Evet vardır. Bu sizin anlayışınıza uygun en basit ifade şeklidir. Bizler, sizlerin arasında görünmez bir hale rahatlıkla dolaşmaktayız. Sizleri görmekte, her şeyinizi en yakından incelemekte ama size kendimizi göstermemekteyiz. Bir Agartalının bir anda bulunduğu ortam içinde görünmez hale gelmesi zor bir şey değildir. Bunu hem kendi ruhsal gücüyle yapabileceği gibi, hem de elindeki alete düşüncesi ile anında komut vermek suretiyle vibrasyonel seviyesini bir derece yükselttiğinde, yani vücudunun moleküllerinin birbirinden bir parça ayırdığında sizler için Agartalı o insan görünmez hale gelecektir. Ama onun algılamasında ve gözlemlemesinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Bu çok sık kullanılan bir yoldur. Ama bunu sizin farketmeniz imkansızdır.
Soru: Zannedersem bunun dışında dünyanın herhangi bir yerini evinizden, odanızdan, kısaca Agarta' dan rahatlıkla, çok yönlü olarak gözlemleyebilme imkanına sahipsiniz efendim?
Semiyum: Bu, konunun bir başka boyutunu ihtiva eder.Sözleriniz doğrudur. Gelişmişlik düzeyimiz buna imkan vermektedir. Bu nedenlerle bizler, sizler hakkında, sizin henüz bilemediğiniz pek çok şeyi bilmeke ve sizi yine aklınıza getiremedğiniz çok çeşitli yönlerden sürekli olarak incelemekteyiz. Bu konu, bahsettiğim gibi bizler için son derece önemlidir ve sırf bu maksada yönelik olarak geniş çalışma gruplarımız oluşmuştur. Bu çalışma grupları siz yeryüzüne gelmediğiniz andan itibaren sizleri sürekli olarak incelemekte, izlemekte ve zaman zaman da sizleri yine farkında olmadığınız bir şekilde hayra doğru yönlendirmektedirler.
Soru: Tabii Adem' den sonrayı kastediyorsunuz, öyle değil mi efendim?
Semiyum: Sizler için Adem' den sonrayı kastediyoruz. Ama bundan milyon yıl önce de yeryüzünde yaşayanlar vardı. Onları her türlü incelemeye tabi tuttuk. Bugün de sizlerin dışında yine yeryüzünde yaşayanlar pek çok uygarlığı izlemeye ve incelemeye devam etmekteyiz. Bu maksatlarla hazırlanmış planlarımız, çalışma gruplarımız mevcuttur.
Soru: Şuurlu İnanç' ta bir bilgi vardı; "Bir dünyadan bir çok dünyalar halinde istifade" konusuydu bu. Yani sizlerin, bizlerin dışında bu dünyada nispeten denizlerin altında olsun, dağların içinde, dışında olsun, gerek bu fiziki bedenlere yakın bedenlerle, gerekse bunun vibrasyonel olarak bir miktar üst veya alt seviyelerdeki yapılaşmalar içinde de yaşayanlar var. Efendim buna bir sınır koymak mümkün mü?
Semiyum: Evet mümkündür. Sözlerinize katılıyorum. Ama fizik bedenli yaşayanları konumuz içinde ele almak daha uygun olur. Bunun dışına çıktığınızda bir anlamda dünyanın da dışına çıkmış oluruz. Sizin dışınızda yine yeraltında, yeryüzünde dağların içinde, denizlerin altında pek çok yaşayan uygarlıklar vardır. Bunların bir kısmının gelişmişlik seviyesi ve şuur seviyesi sizden fazla, büyük bir kısmının ise sizden geridir. Dünyadan sorumlu olan ilahi alem görevlileri tarafından siz insanlardan saklı tutulmaktadırlar. Zamanı geldiğinde bütün bu farklı yaşam biçimlerini tanıma imkanınız olacaktır. Bu konuda biz elimizdeki bilgilerin bir kısmını sizinle seve seve paylaşmaya hazırız.
Soru: Peki efendim daha önce konuşmuştuk: Yaklaşık iki milyon yıldır bu dünyadasınız, Agartalılar olarak bu dünyada yaşıyorsunuz. Gelişmişlik seviyenize bağlı olarak Rab' bin emri ile yeraltına indiniz ve yeryüzünü bize bıraktınız. Fakat dünyaya gelmeden önce Agartalılar neredeydi? Sözgelimi Samanyolu' ndaki bir başka gezegende miydiler efendim?
Semiyum: Aslına bakarsanız bir tek gezegenden bahsetmek doğru olmaz. Sayı söylemeyeyim ama gerek Samanyolu içinde, gerekse Samanyolu' nun dışındaki kendi bedenimize uygun pek çok Agartalılar bugün de vardırlar. Ama tekrar vurguluyorum "Agartalılar" ismi sadece bu dünyada yaşayan bizlere verilen isimdir. Atalarımızın yaşadığı diğer gezegenlerdeki isimler birbirinden farklıdır. Ama bizce en önemli husus hepimizin insan olmamızda yatmaktadır.Bizler insanız ve insanlık çok geniş bir aile olarak kainatta pek çok fiziki gezegende yaşamaktadır. Bizim "A" veya "B" gezegeninden geldiğimizi söylememizin şu anda ciddi bir önemi yoktur. Belki daha sonra hangi gezegenden buraya geldiğimizi söylemek imkanımız olacaktır.
Soru: Ama o zaman şöyle söyleyeyim. Bütün kainatlardaki gezegenlerde yaşayan insan dediğimiz varlığın fiziki kalıbına bir takım farklılıklar var mı efendim?
Semiyum: Elbette vardır ama bunlar onun "insan" olma vasfını zedelemeyecek ufak tefek farklılıklardır. Çok daha faklı bedenler vardır ve zaten onlar insan bedeni olmayıp konumuzun kapsamı dışındadırlar.
Soru: Peki efendim insanlık ilk kez kainatta bir fiziki gezegende mi üredi?
Semiyum: Bu soruya evet veya hayır diye bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü konu sizin dünyasal düşüncenizin bir hayli ötesindedir.
Soru: Peki ne demek gerekir efendim?
Semiyum: Konu o kadar geniş kapsamlıdır ki, şu aşamada bundan bahsetmek bu konuya ışık tutmak açısından faydalı olmayacaktır. Daha ziyade bu, ruhsal çalışmaların konusuna girmektedir. Bizim konumuzun tamamen kapsamı dışındadır.
Soru: Efendim kısa bir celse oldu, daha bir iki sorum olmakla birlikte konu bütünlüğü bozmamak için burada bırakmayı uygun buluyorum.
Semiyum: Bizce de uygundur. En kısa sürede görüşmek ümidiyle iyi geceler dilerim.
Celse: 68 (16.10.1994)
Semiyum: İyi geceler dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.
Soru: İnsanlık Altınçağ' a geçerken Agartalıların buna karşı ilgileri ve görevleri nelerdir, o konuda konuşmak istiyorum.
Semiyum: Buyrunuz.
Soru: Efendim, aslında Altınçağ' a geçiş, Yüce Kitabımız Kuran' da yer alıyor ve bu bizim daha önce işlediğimiz, birlikte üzerinde çalıştığımız ayetin, 27/82. ayetin (ki, toplam 19' dur) devamındaki ayetlerde var. Bu bizi ziyadesiyle memnun etti. Hatırlarsanız 82. ayette; "O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe (sudan yaratılmış canlı) çıkarırız. O, onlara insanların ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" diyordu. Şimdi, Agartalılar yeryüzüne çıkıyorlar ve Kuran' da bu ayette bahsedilen, sembolik olarak bahsedilen ilişki içine giriyorlar. Fakat 83. ayette: "O gün her ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar, bütün inkarcılar hep biraraya getirilip tutuklanarak ilahi huzura sevk edilirler." Yani Altınçağ' da, iki binli yıllar arifesinde, "ne kadar inanmayan, yeryüzü sahnesinin terketmesi gereken her ümmetten insan ve cemaat varsa, toplanıp ilahi huzura alırız" diyorlar. Bu dünyayı bıraktırıyorlar. 84. ve 85. ayette de," geldikleri zaman Allah der, ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir. Artık konuşmazlar." Kanalların Altınçağ dediği, Mutluluk Çağı dediği olaya iki bin yılı civarında ve iki bin yılından sonra safha safha geçecek toplu göçüşlere, yeryüzünün artık inanmayanlardan arındırılacağı bir çağa geçişe Kuran bu şekilde yer vermiş. Bu öncellikle böyle yorumluyorum. Sonra sizinle bağlantısına geçeceğim, ne dersiniz efendim?
Semiyum: Yorumlarınız tamamen doğrudur. Biz daha önceki bir celsemizde "Kuran'da herşeyin var olduğunu" söylemiştik. Bu ayetin, okuduğunuz bu ayetlerin birinci dereceden anlamında gerçekten yeni bir çağa geçişten bahsedilmektedir. Ve bu geçişin nasıl olacağı o şekilde belirtilmektedir. Bu ayetleri bu şekilde yorumladığınıza son derece sevinmiş bulunmaktayız. Çünkü birinci dereceden anlamı bunu işaret etmektedir.
Soru: Tabi bu ayetlerin başında Agartalılardan bahseden ayetimiz var; "O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe çıkartacağız ve onlar insanlara gerekeni söyleyecekler" diyor. Ve 83. ayette "O gün ümmet içinde ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız." diyor. Şimdi, bu iki ayet birbirine bağlantılı. Bu toplama işinde Agartalıların rölü, yeri nedir? Yani kısaca Altınçağ' a geçiş olayında Kuran'da var olan bu olayda Agartalılar olarak sizin vazifeli olduğunuz ortaya çıkıyor. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Semiyum: Düşündüğünüzün çok ötesinde biz zaten bu olayın içinde yer almış bulunuyoruz. Uzunca bir zamandan beri Agartalılar olarak her türlü imkanlarımız ile bu geçişin en hayırlı biçimde gerçekleşmesi için hizmet sunmaktayız. Öncelikle bunun bilinmesi gereklidir. Bizlerin son aşamada yeryüzündeki bütün insanların bilgisi dahilinde ortaya çıkacak olmamız vazifemizin görünür hale gelmesi anlamını taşımaktadır. Zaten yaptığımız bu çalışma, dikkat ederseniz bu son devreye denk gelmektedir. Neden biz insanlığa kendimizi bu devirde açıklamak ihtiyacını duyduk? Bunların tamamı birbiriyle bağlantılıdır. İnsanlığın Agartalıları bu şekilde tanıyacak olması en hayırlı yol olarak tespit edilmiştir. İnsanlık bu şekilde kendilerine yaptığımız yardımların idraki içinde tam olarak girecektir. Bizler kendimizi daha önceki celselerimizde belirttiğimiz gibi dünya insanına gösterdikten sonra, onların Yüce Kuran' da az önce ayetlerde okuduğunuz gibi kötü niyetli olanlarının, yeryüzünden ayrılması gerekenlerinin toplanıp yukarı aleme intikal işine karışmayacağız. Açıkçası bir yeryüzündeki bu geçişe fiziki manada yardımcı olmayacağız. Yani insan öldürmeyeceğiz. Bu bizim görevimiz değildir. Bize düşen görev değildir. Ama onların ilahi aleme intikalinde her türlü yardımcı görevleri yapıyoruz. Aslında o olay şu anda bile cereyan etmektedir. Ama ciddi ölçüde, herkesin ciddi ölçüde farkına varacağı toplu geçişler henüz başlamamıştır.
Soru: Şimdi, o zaman göçenlere, geçenlere her yönüyle yardımcı olacakken, kalanlara ne şekilde yardımcı olacaksınız efendim? Ondan bahsedebilir miyiz, burada kalanlarla ilişkiniz nasıl olacak?
Semiyum: Aslında o ilişki şu anda bile başlamış durumdadır. Bir kişiyle de, birkaç kişiyle de olsa başlamış durumdadır. Ve bu ilişki, artık siz insanların yeryüzü sahnesinden çekilinceye kadar devam edecek uzun bir ilişkinin başlangıcıdır. O yönüyle konuya bakarsanız biz yeryüzünde bu çağ değişikliğinden sonra kalacak insanlarla çok yönlü olarak ilişkiye geçeceğiz. Adeta onlara "abilik" yapacağız.
Soru: Ama geçiş sırasında kalan insanlarla ilişkiler nasıl olacak efendim?
Semiyum: Bu konu o kadar önemli değildir. Geçiş sırasında zaten herkes kendi derdine düşmüş olacaktır. İnsanlık bu aşamada zaten maddi manevi problemlerini devam ettiriyor durumda olacağı için bizimle son derece şuurlu ve yapıcı ilişki içinde olmaları beklenmemelidir. İstisnalar hariç olarak konuşuyorum.
Soru: Efendim, Yüce Kuran' da, "O gün her ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız" deniyor. Biz kendi kaynaklarımızdan biliyoruz ki, sekiz milyarın üzerinde nüfus var. Bu şekilde göçtükten sonra kalanlar olacaktır. Onlardan Kuran dolaylı olarak bahsediyor. "Kötüleri tutuklayıp götüreceğimize göre iyiler kalacaktır." diyor.Önce şunu soralım, efendim bu toplama nasıl olacak? Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?
Semiyum: Aslında bu bizim Agartalılar olarak görevimiz değildir. Bunu az önce söylemiştik. Bu sorunun cevabı yine ruhsal çalışmaların içindedir. İsterseniz konuya bu yönüyle bakalım. Bu soru bizim kitabımızın konusu değildir.
Soru: Şimdi o zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya. Daha önce yüz yirmi milyon insan kalacağından söz etmiştik. Siz bu sayıyı onaylamıştınız. Bu, şu anda ne dereceye kadar net olabilir efendim? Çünkü insanlığın durumu değişiyor. Bu bilgiyi de biliyoruz. Ne söyleyebilirsiniz?
Semiyum: "Yüz yirmi milyon insan" sözü genel bir ifadedir. Bütün çaba insan sayısının arttırılmasına yöneltilmiştir. Hem bizim, hem ilahi alemin bu yönde çok ciddi çalışmaları olmuştur. Olmaya devam etmektedir. "Yüz yirmi milyon insan" sözünü genel olarak ana hatlarıyla kabul edebiliriz. Ama inşallah o sayıyı daha yukarıya çıkartma imkanı olur. Yüz yirmi değil de yüz elli olur. Ama görünen o ki, daha yüksek rakkamlara çıkmak için insanlığın çok ciddi atılımlar içinde olması gerekecektir.
Soru: Tabi, bu geleceğe yönelik bir bilgi, bir hareket olduğu için daha fazlasını söyleyemiyorsunuz. Aslında kesin sayıyı siz bütün bu aglılamalarınız neticesinde zannedersem biliyorsunuz efendim.
Semiyum: Öyledir ama çok yerde okuduğunuz gibi, bu konularda baştan son söylenemez. Zaten yukarıda söylediğimiz gibi bu bizim çalışmamızın, kitabımızın konusu değildir.
Soru: Efendim, tabi sıkıntı olacak. Bu toplama işinde kuruyla yaş birbirinden nasıl ayrılacak. Bir felaket gelecek, bir bomba atılacak, (misal olarak veriyorum) savaşlar olacak. Bir aileden bir fert ölecek, ötekinden bir fert kurtulacak. Veya denizler kabaracak, dev dalgalar bir ülkeyi istila edecek. Onun içindir ki, insanlar nasıl kurtulacak? Bunlar hep cevap bekleyen, benim zihnimde cevap bekleyen sorular. Yani şöyle tahayyül ediyorum, ben son anda ne bileyim kurtarılması gereken, sözgelimi Agartalıların gemilerine çekilip alınabilir, ışınlamayla bir başka yere alınabilir diye tahayyülatımda bir imaj var. Bu imaja karşı yaklaşımınız nedir?
Semiyum: Hayır, düşündüğünüz gibi değildir. Düşündüğünüz manada mucizeye benzeyen hadiseler söz konusu olmayacaktır. Ama yeryüzünde kalması gereken, kısaca genel olarak "iyi" dediğimiz insanların bu şekilde mucizeyle korunmasına ihtiyaç olmayacaktır. Bunu ilahi alem görevlileri, herşeyden önce Azrail dediğiniz güç rahatlıkla ayarlayabilecektir. Bu konuda hiçbir endişeniz olmasın. Azrail yeryüzündeki insanın canını almak istememişse onu hiçbir güç öldüremez. Kişi kendini öldüremez. Sözgelimi kişi o tür düşünce içinde olamaz. Çünkü Azrail o düşüncesini bile engeller. O iş ilahi alemin, Tanrı' nın vazifeli kıldığı Azrail' in diğer meleklerin koordineli çalışmasının ürünüdür. Bu tür mucizelere, gemilerimize çekmelere gerek kalmayacaktır. Yani Yüce Allah iyi ile kötüyü birbirinden çok rahatlıkla ayırt edebilecektir.
Soru: Bir tarih, toplu göçüşlerde son nokta, son bir tarih mi yoksa muallaklık mı var?
Semiyum: Muallaklık bazı seviyeler açısından vardır. Çok yukarı seviyeler açısından öyle bir hadise söz konusu değildir. Nihayet biz Agartalılar, kendi imkanlarımız ile pek çok tarih öngörebiliriz. Ama müsaade ederseniz size bir tarih vermeyelim. Pek çok kaynakta geçtiği gibi iki bin yılından sonra safha safha Altınçağ' a geçilecektir. Ve safha safha bu geçişler olacaktır.
Soru: Yine akla şu geliyor efendim. Yani bu geçişte ve geçiş öncesinde sizin Agartalılar olarak insanlığa yaptığınız yardımlar, hizmetler gizli olarak yürütülüyor.
Semiyum: Genel olarak öyledir. Ama yeryüzündeki pek çok insan toplu geçişler öncesi sizin yayınladığınız bu kitaplar vasıtası ile Agartalıları tanımış olacaktır. Aslında tanımaya başlamışlardır bile. Doğal olarak az önce sözünü ettiğiniz Yüce Kuran' da bahsedilen ayetler hükmünü icra ettikten sonra safha safha insanlığın Agartalılarla olan ilişkileri artacaktır.
Soru: O zaman Kuran' da az önce sözünü ettiğimiz ayetlerde bahsedilen Agartalıların etkisi şu anda yapılan yardımları ağırlıklı olarak içeriyor efendim.
Semiyum: Öyle söylenebilirse de olayın bizi ilgilendiren yönü; bu vesile ile Agartalıların kendilerini insanlığa gösterip örneklemesi suretiyle insanlığın idrakındaki, fikirlerindeki, görüşlerindeki büyük değişikliklerin ortaya çıkacak olmasıdır. Ayetlerde bu mana da mevcuttur. Şu anda insanlık kendisini dünyanın tek sahibi sanmaktadır. Bizi gördüğü zaman bırakın dünyanın sahibi olmayı, dünyanın çok kısa süreli bir konuğu olduğunu idrak edecektir. Bizim onlara söyleyeceğimiz Yüce Kuran' daki sembolik halde geçen sözler aslında bunlardır. İnsanlık bizi görüp tanıdıkça söylenecek söz ile kasdedilen idrak uyanışı devamlı olacaktır. Biz insanlara "siz Kuran' ın ayetlerine inanmıyordunuz" gibi söz ile bir şey söylemeyeceğiz. Onlar bizi gördükçe kendileri alması gereken ibreti, dersi böylece alacaklardır. Kısaca biz kendimizi onlara örnek olarak sunacağız. Böylece ayetin hükmü yerine getirilecektir.
Soru: Peki efendim, Altınçağ'a geçiş ile birlikte Agartalıların ortaya çıkışı ve insanlığa kendini göstermesi arasındaki bağlantıyı Kuran' da peşpeşe yazılı olduğu için önemli gördük. Ama neden böyle? Onu tekrar sorabilir miyiz?
Semiyum: Nedeni zaten sorduğunuz sorunun içindedir. Bu köhne, cahil devir işini bitirip yerini bilgiye bırakmaktadır. Bu bilginin içinde Agarta' yı da düşünebilirsiniz. Doğaldır ki, Kuran, Yüce Kitabımız, Yüce Kitabınız bu iki bilginin bir arada olmasını öngörmüştür. Bizlerin, sizlerin bu vesile ile yaptığımız bu iş, Kuran' ın çok ezelden hazırlanmış bu ayetlerinin hükmüne uymaktan başka bir şey değildir. Şuradaki kutsallığı, ilahiyatı, herşeyin ne kadar ince hesaplar üzerine inşa edildiğini sanırım idrak ediyorsunuzdur. Bu yönüyle celsemiz son derece isabetli ve hayırlı olmuştur. Ne sizlerin bizi tanımanız, ne insanlığın yeni bir çağa geçişi hesapsız olmamaktadır ve bu hesap Yüce Kuran' da ta ezelden belirtilmiştir. Bizler insanlık olarak ister dünya insanlığı, isterse Agartalı insanlar olalım, alemlere rahmet olarak en güzel surette yaratılmış olsak bile yine de Allah' ın yüce ilmi karşısında bir zerreden öteye hiçbir anlam ve değer taşımıyoruz. Tabi buradan bizim değersiz, anlamsız olduğumuz neticesine asla varmamanız gerekir. İnsanlık değerli ve anlamlıdır ama bütün değerli ve anlamlı olan yaratılmış herşeyin Allah' a ve onun ilmine karşı kıyası bir zerreden öteye gitmez. Bunu ayrıca belirtmekte yarar vardır.
Soru: İsabetli sözlerinize katılmamak elde değil efendim. Benim bu akşam başka sözüm yoktur. Size iyi geceler dilerim.
Semiyum: Biz de size iyi geceler dileriz.
Yeraltı Devleti
Bir gün, Çağan Luk yakınlarındaki ovadan geçerken, Moğol kılavuzu mırıldandı:
-Durunuz!
Devesinin üstünden kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de kendiliğinden yere çöktü Moğol, dua vaziyetinde ellerini yüzüne koyduktan sonra kutlu cümleyi tekrarlamaya başladı :
Om mani padme hung!
Akşamın hulyacı güneşinin son ışınları ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar ufukta uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak kendi kendime : "Ne oldu ?" dedim.
Moğollar bir müddet dua ettiler, aralarında fısıldaşdılar ve develerin kolanlarını sıktıktan sonra tekrar yola düzüldüler. Kılavuz sordu :
- Gördüğünüz mü, korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyorlar, ovadaki at sürüsü nasıl hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl toprağa yatıyorlardı? Dikkat ettiniz mi ki kuşlar uçmaz, tarla fareleri koşmaz ve köpekler havlamaz oluyorlardı? Hava hafif hafif titriyor ve insanların, hayvanların, kuşların yüreğine işleyen bir şarkının nağmelerini uzaklardan getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes almıyorlardı. Rüzgâr esmiyor, güneş ilerleyişini durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara yaklaşan kurt sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü çılgınca koşusunu ağırlaştırır; koyunun boğazını uçurmağa hazır bıçak çobanın elinden düşer; yırtıcı insan kuşkusuz salga kekliği ardında sürünerek ilerlemez olur. Bütün canlı yaratıklar kendilerini karkuya kaptırır, dua için ister istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan bu idi. Demin olan da Cihan Hâkimi, yeraltı sarayında, dünya milletlerinin alın yazısını öğrenmek için dua ettiği her sefer vukua gelen hâdisedir.
Kültürsüz, basit bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi.
Moğolistan çıplak ve korkunç dağları, üzerlerinde ata kemikleri serpilmiş uçsuz bucaksız ovalar ile sırrı doğurmuştur. Tabiatın kasırgalı ihtiraslarından ürken veya ölüm sessizliği içinde uyuyup kalan buralar halkı bu sırrın derinliğini sezmekte, sarı ve kırmızı Lamalar onu muhafaza edip şiirleştirmekte, Lhassa ile Urga' daki ruhanî reisler ise ilmi ile mülkiyetini gizlemektedirler.
Orta Asyaya seyahatimde, ilk defa olarak, başka bir isim vermem kabil olmayan -sırların sırrını- öğrendim. İlk önce ona fazla itibar etmiyordum, lâkin mevziî ve ekseriya münakaşası kabil bazı delilleri tahlil ve mukayese ettikten sonra ehemmiyetinin farkına vardım.
Amil ırmağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler. "Bir Moğol kabilesi Cengiz Han' ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı ülkesinde gizlendi (Daha sonraları Nogan Kul gölü civarları soyotlarından biri bana Agarti devletine kapı hizmeti gören ve içinden duman bulutları yükselen bir delik gösterdi.). Vaktiyle bir avcı bu kapıdan devlet sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı. Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için Lamalar onun dilini kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağraya döndü ve hatırası onu göçebe kalbine haz ve neşe vermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu."
Narabanşi Kür hututkusu Celip-Camsrap' ın ağzından daha fazla malûmat aldım. O bana yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli cihan hâkiminin zuhurunu, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu hipnozda, bu müşterek hülyada, her ne suretle tefsir edilirse edilsin, yalnız bir sır değil, Asyanın siyasî hayatının gidişine tesir edebilecek hakkikî ve hâkim bir kuvvet gizli idi. O andan itibaren araştırmalarıma devem ettim. Prens Şultum Beyli' nin gözdesi Lama Gelong ile prensin kendisi yeraltı devletini bana tarif ettiler. Lama Gelong dedi ki:
- Dünyada her şey, milletler, kanunlar ve âdetler, devamlı bir istihale ve tahavvül halindedir. Ne kadar büyük imparatorluk ve ne kadar parlak kültür yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa o da fenalk, habis ruhların bu vasıtasıdır. Altı bin yıldan fazla bir zaman evvel, ihtirama şayan bir zat, bütün bir kabile ile birlikte toprağın içinde kayboldu ve yeryüzüne bir daha çıkamadı. Bununla beraber, o zamandan sonra birçok kimse, Çekya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür ve başkaları yeraltı devletlerini ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan, kimi Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş, hiç bir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yeraltı ahalisi bilimin en yüksek katına ermiştir. Şimdi o milyonlarca tebbaası olan büyük bir devlettir ki üzerinde cihan hâkimi saltanat sürer. Cihan hâkimi ise tabiatın bütün kuvvetlerini bilir, bütün insan kalplerini ve kaderin büyük kitabını okur. Göze görünmediği halde emrini icraya hazır yüz milyon kişiye hükmeder.
Prens Şultun Beyli ilâve etti:
- Bu devlet Agarti' dir. bütün dünya yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider. Bilgin bir Çin Lamasının Amerikada ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsinin toprak içinde gözden nihan olmuş eski bir milletce iskân olduğundan Bogdo Han' a bahsettiğini işittim. Bu milletlerle bu yeraltı mesafelerini cihan hâkiminin hâkimiyetini tanıtan şefler idare ederler. Bunda olağanüstü bir şey yoktur. Bilirsiniz ki batı ve doğudaki en büyük Okyanuslarda vaktinde iki kıta bulunurdu. Bunlar sular altında kayboldularsa da sakinleri yeraltı devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar, nebatların büyütülmesini sağlayıp halka hastalıksız uzun bir hayat veren ışıkla aydınlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli ihtiyar bir brahman Cengizin eski krallığı Siyam' a Tanrıların iradesiyle seyahat ederken bir balıkçıya rastladı. Bu balıkçı kayığına binip kendisi ile birlikte denize açılmasını ona emretti. Üçüncü günü bunlar, iki lisanı ayrı ayrı görüşmeye muktedir iki dilli bir insan cinsinin oturduğu bir adaya vardılar. Buradaki adamlar onlara acayip hayvanlar, on altı ayağı ve tek gözü olan kaplumbağalar, eti çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde balık tutan dişli kuşlar gösterdiler. Yeraltı devletinden geldiklerini söyleyip bu devletin bazı taraflarını tasvir ettiler.
Benimle Pekin-Urga seyahatini yapmış olan Lama Turgut daha başka izahlarda bulundu:
- Agarti' nin payitahtı etrafında büyük rahiplerle âlimlerin oturduğu şehirler vardır. Payitaht, mabetler ve manastırlarla örtülü dağın tepesinde Dalai-Lama' nın sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa' yı hatırlatır. Cihan hâkiminin taht etrafında iki milyon tecessüd etmiş tanrı durur. Bunlar aziz panditalardır. Sarayın kendisi de yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip olup insanların ölüm ve dirimleri bakımından her şey iktidarlarında bulunan Goro' ların saraylar ile ihata edilmiştir. Şayet bizim çılgın beşeriyet onlara karşı savaşa kalaşacak olursa bunlar yıldızımızın yüzünü hallâç pamuğu gibi atıp onu çöle çevirebilirler. Onlar denizleri kurutabilir, kıtaları Okyanus haline getirebilir ve çölün kumları arasına dağları serpiştirebilirler. Onlar emir verince ağaçlar, otlar ve çalılar sürmeğe başlar, yaşlı ve zayıf kimseler gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler. Onlar bilmediğimiz acayip arabalara binip yıldızımızın dar geçitlerinden hızla geçerler. Hindistanın bazı brahmanları ile Tibetin bazı Dalai-Lamaları, hiç bir insan ayağının henüz basmamış olduğu yüce dağlara tırmanmaya muvaffak oldukları zaman buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayak ve araba tekerleklerince bırakılmış izler buldular. Aziz Çekya- Muni bir dağ başında öyle taş tabletler buldu ki ancak olgun yaşa gelince manalarını anlayabildi. Ve sonra, Agarti krallığına girerek ordan hafızasında saklamış olduğu kutlu bilim kıprıntılarını getirdi. İşte orada, harikalı bilimler köşklerde, müminlerin göze görünmez şefleri otururlar: Cihan hâkimi Brahitma, ki benim sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşür, Mahitma, ki geleceğe ait hâdiseleri bilir; Mahinga, ki bu hâdiselerin seveplerini sevk ve idare eder.
Kutsî panditalar dünyayı ve onun kuvvetlerini tetkik ederler. Bazan, aralarında en bilginleri toplanıp insan bakışının hiç nüfuz etmemiş olduğu yerlere murahhaslar gönderirler. Bunu, yüz elli yıl önce yaşamış olan Taşi-Lama tasvir etmiştir. En yüksek panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin gözlerine ve ötekilerini enselerine temas ettirip bunları derin uykuya daldırır, vücutlarını bir nebat suyu ile yıkar, kendilerini acıya karşı duygusuzlaştırır, bedenlerini sihirli bezlere sarar ve sonra, kudretli tanrıya dua etmeye başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları hisli delikanlılar her şeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra, onların yanına gelip gözlerini uzun uzun üstlerine diker, vücutları yavaşca yerden yükselir, ve daha sonra, kaybolurlar.
Goro oturduğu yerde kalıp onları nereye göndermişse bakışlarını o taraftan ayırmaz. Göze görünmez iplikler onları bunun iradesine bağlı tutarlar. Bazıları yıldızlar arasında seyahat ederek bunlardaki hâdiseleri, tanımayan milletleri, hayat ve kanunları mütalea ederler. Görüşmeleri dinler, kitapları okur, talihleri ve talihsizlikleri, sevapları ve günahları, zühdü ve fıskı öğrenirler... Bazıları da aleve katılır ve dinlenmeksizin mücadele eden yıldızların derinliklerinde madenleri eritip çekiçleyen, gayzerler ile sıcak su menbalarını kaynatan, ergime [Fusion] haline getirdiği kayaları dağ başlarındaki deliklerden yeryüzüne atan hiddetli ve merhametsiz ateş yaratıcısını görürler. Bir kısmı ise son derece küçük, doğar doğmaz ölen ve şeffaf olan yaratıklar arasına karışıp varlıklarının sır ve hedefine erer, ve bir takımı denizin derinliklerine dalan ve rüzgârları, fırtınaları idare ederek toprağa iyi sıcağı getirip yayan şuaları diyarının uslu ve akıllı mahlûklarını tetkik ederler. Erdeni Cu manastırında vaktile Agarti' den gelmiş olan pandita Hutuktu yaşardı. Ölürken, Goro' nun iradesi veçhile doğudan kırmızı bir yıldızda yaşamış, buzlarla örtülü Okyanus üstünde uçmuş ve yerin dibinde yanan kasırgalı ateşler arasından gelip geçmiş olduğunu söyledi.
Prens yurtalar ile Lamaist manastırlarında dinlediğim hikâyeler işte bunlardır. Bunlar bana anlatılırken takılan tavır zerrece iştibah göstermeme elverişli değildi.
Sır bu..
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında
Bodgo Hutuktu' nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda' nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum.
- Bilir misiniz ki, aziz Lamam, dedim. Bir gün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim.
İhtiyar Lama beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu. İlave etti:
- İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.
Cihan hâkimi uzun zaman söyler, ve sonra, ellerini ileriye doğru uzaratak sandukaya yaklaşır. Alevler daha parlar, duvarlardaki ateş çizgileri sönüp yanar ve birbirine girerek yanan alfabesinin esrarlı işaretlerini meydana getirirler. Sandukadan ancak göze görünür saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar. Bunlar onun selefinin düşünceleridir. Bir müddet sonra, cihan hâkimi bu ışığın hâlesi içindedir ve ateşten harfler duvarlara Tanrının arzu ve emirlerini durmadan yazar yazar, yazarlar. O esnada cihan hâkimi insanlığın kaderine bütün hâkim olanların düşünceler ile temas halindedir: krallıkların, çarların, hanların, savaşçıların, şeflerin, büyük rahiplerin, bilginlerin, kudretli kimselerin düşünceleri ile. O, bunların niyet ve fikirlerini öğrenir. Bu niyet ve fikirler Tanrının hoşuna gidiyorsa cihan hâkimi bunları görünmez yardımı ile gerçekleştirecek. Tanrının hoşuna gitmiyorsa muvaffakiyetsizliğe uğramalarını temin edecektir. Bu kudretli Agerti' ye esrarlı "Om" bilimi verecektir, Om ki bütün dualarımıza bu sözle başlarız, eski bir azizin adıdır. Om, üç yüz bin yıl önce yaşamış olan ilk Goro' dur. O, Tanrıyı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona göze görünür dünyayı idare eden kuvvetlere hâkim olmak iktidarını o zaman verdi.
Cihan hâkimi, selefi ile görüştükten sonra, büyük Tanrı kurultayını toplar, büyük adamların fiil ve fikirlerini muhakeme eder onlara yardım eder veya karşı gelir. Mahitma ile Mahinga dünyayı idare eden nedenler arasında bu fiil ve fikirleri bulurlar. Daha sonra, cihan hâkimi büyük mabede girip yalnız başına dua eder ve alevler arasında da ağır ağır Tanrının yüzü meydana çıkar. Cihan hâkimi Tanrıya kurultayın kararlarını saygı ile bildirir ve en kudretliden, karşılık olarak, ilâhî emirlerini alır. Mabedden çıktığı zaman cihan hâkiminin yüzünde Tanrı ışığı parıl parıl parlar.
BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ BU KONUDA NE DEMİŞ:
Agarta Yeraltı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın içine sokulduğu uyanış, idrâkleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yapıldığı geniş işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırmalar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. Onbinlerce Yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içersine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstadlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyle beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını, çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı' na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne var ki, Hakikâtler' in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidir.
1. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler
Alman yazar, K.K. Doberer "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi belirtir : "Atlantis' in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA' NIN DAMI' nda koloniler kurmaktı. (Himalayalar' da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun" un yüksek rahipleri ve prensleri kültür ve teknolojilerinin tüm meyvaları ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemiyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.
Mahabharata Destanı' nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.
Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini farkeden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himalayalar' daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.
a- Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet :
Okyanus, Atlantis' i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan bilimleri gelişerek, Atlantis' in başarılarını geride bıraktı.
Bu anlatımlar bir fantazi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma' nın onbinlerce güneş gibi parlayan silahı" nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis' in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?
Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklıbaşında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909' da, eskilerin bilimsel geleneklerinin, "dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı" olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin birşey olamaz.
İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştü. Sonradan, "İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. "Güneş' in Çocukları" nın gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya' da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.
Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşageldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığı Büyük Kardeşler' i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen beşbin yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlalarını taşıdılar.
Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi' nden Dr. Fredinand Ossendowski, kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama' sı tarafından Moğolistan' da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri Atlantik ve Pasifik Okyanusu' nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya' daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.
Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich' e, Çin Türkistan' ı ve Sinkiang' daki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935' de Çin' deki Kalgan yakınlarında Tsagan Kure' de konaklarken, "The Guardians" (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollar' a hediyeler vermişlerdi.
Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas, bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay' da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926' da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakum Dağları' nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir. Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta Asya' da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?
Roerich Heyeti, Karakurum Geçiti' nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin' in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel' e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki David-Neel' in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm' ye kadar donmuştu.
b- Kuzey Şamballa :
1920' lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin' in bir ütopya peşinden Orta Asya' ya yaptığı seyehat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton' un "Lost Horizon" (Kaybolan Ufuk) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde; Nepal' li bir Yogi ile Tibet' in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi anlatır. İki gezgin, boş bi dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, "Şamballa Kulesi" nden ve merakını uyandıran laboartuvarlardan bahsediyordı. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu' nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya' da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlardan başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirlerde büyük bir olay meydana geldi:
"Ateş' in Çocukları' nın, Venüs' ten gelen Alev Senyörleri' nin arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülmeyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi' nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada' nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu."
Sibirya, Tunguska' da 1908' de yere çakılan kozmik uzay gemisi olayının zamanımıza yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metinin ciddi olarak incelemeliyiz.
Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçmine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya' daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa' nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancını ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich' le konuşan Tibet' li bir rahibin sözlerini aktaralım: "Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkar. Şamballa' nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar. İnsanlğın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulâde emanetler gönderirler." Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet' teki budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri' nin ötesinde, 45 ile 52 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçike, Antwep' de yayımlanan bir onyedinci yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya' daki ilk Cizvit gezginleri, "Zembala" adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.
Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Frank gibi kâşifler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan "Then Path to Shambhala" nın ("Şamballa'ya Giden Yol"), Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dökümandır. Ancak, coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar, tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeticiler' in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.
Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalar' da yazmıştır. Kendisine göre, "Şamballa" adı, Gobi' deki Beyaz ada'yı, Asya ve diğer yerlerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar. Taoizm' in kurucusu Lao Tse (İ.Ö. 6. Yy), "batı tanrıçası" olan His Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, "ilahi" olduktan sonra, Kun Lun Dağları' nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehbersiz gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerine ısrar etmektedirler. Kun Lun Dağları' ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden His Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim adamları olabilirler.
Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağları' nın bir uzantısı olan) Karakurum Dağları üzerinde acayip bir uçan aracın görünmesi olduça anlamlıdır. Bu acayip disk, "tanrılar" a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.
Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar, kayda geçirenlerden çok daha sık olagelmiştir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizli yemini etmeye bırakılmaları ile açıklanabilir. "Mahatma" lar, Kadim Bilim' in bekçileri ve Çağlar' ın Hazinesi' nin gözetiçileri olduklarından; değişiklil meraklıları, hazine avcıları, ya da süpheciler tarafından rahatsız edilmek istemezler.
Mahatmalar' ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektupların birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır:
"Sayısız kuşaklarca üstadlar, yalçın kayalıklardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir. Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır."
Temmuz 1881' de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Evrim yolundaki büyüklerimizin, "İyi Kanun" un takipçileri kişilerin Atlantis' ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis' in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar halâ daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu' nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski bir bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar' ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde halâ korunmatadırlar.
Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkûm edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vadedilmiş Ülke' yi aramışlardı. Gençler, "Nerede bulunacak?" diye sorduklarında ihtiyarlar, "Batu yolunu izleyin", diye karşılık verdiler. Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistandan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya' da bulunacağını belirtiyordu.
Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya' daki Sveltloyar Gölü belirliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da birşey bulunamayınca bu iddanın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz.
Rus Coğrafya Derneği' nin 1903 yılı Dergisi' nde Korolenko' nun yazdığı, "Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'na Yaptıkları Yolculuk" adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916' da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov' un "Belovodye Tarihi'ne" başlıklı bir yazısını yayımladı.
Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya' daki "Starover" ya da İhtiyar İnaçlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyonda bahsederler. Buna göre, "Belovodye" ya da "Belogorye" -Beyaz Sular' ın ve Beyaz Dağlar' ın ülkesi- diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu.
Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya' da, bazılarının korumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları' nın tepeleri de karla kaplıdır
Nicholas Roerich' in Altay Dağları' nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir "gizli vadi" mevcuttu. Birçok kişinin Belovodye' ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orda kalmışlardı. Ondokuzuncu yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler, ama "diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti."
Bu hikâyenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin' inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor. Roerich' in bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir lama hakkındaki hikâyesinden, bu gizli yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan' ın, gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığını anlaşılmaktadır.
Misyonerlerin, ondokuzuncu yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarında akıl danışmak üzere "Dağların Cinleri" ne (Genii of the Mountains") temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri' nde korunmaktadır. Bu dökümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang, Kn Lun ya da Himalayalar''a gitmiş olabilirlerdi.
Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace' nin yazdığı "Annales de la Propagation de la Foi"), Çinli bilgelerin Çin' in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan insanüstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre "Çin Koruyucuları" ("Protectors of China") görünüşte insana benzer ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.
c- Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler :
Dünya üzerindeki birçok dağın "tanrılar" ın yurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas, Kançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahî anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar tanrıların yaşam mekânlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerini de kutsal sayarlar. Şiva' nın tahtının Kailas (Kang rimpoche) Dağı' nda olduğunu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva' nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi' nin ise, Şiva' nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasından tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiği sürdüğü izlemine kapılıyor.
Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan' da, Parnas ve Olimpos Dağları' nın tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü. Mahabharata' ya göre, Asuralar göklerde yaşarken Paulomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura' da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar' ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar' ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar.
Puranalar, Uzay Boyutları' nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan "Sanakadikalar" dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlararası ulaşım imkânsız olduğuna göre, Atala' nın (yoksa "Atlan" mı?) idarecilerinden Maya' nın, astronomiyi güneş-tanrı' dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir köke bağlı olduğunu ima eder.
Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hindli de olsalar, istisnasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak görünürler. Hint metinleri, dünyanın merkezi olan Meru Dağı' ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet' teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411,000 mil yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis' in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir?
d- Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderiler :
Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikâyeler çok yaygındır. Kuzey-batı Pasafiğin Amerikan Kızılderili mitolojilerinde Kaliforniya' daki Sahsta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan' dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal' ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı' nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşmaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepelerde bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların kürtürel kahramanı olur
Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları' nın Şefi 'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indirdiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar' ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden de söz edilmektedir.
Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni halâ yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.
Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya' daki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırmacıları, Shasta Dağı' nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından, yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elekrtik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz.
-1931' de Shasta Dağı' nda bir orman yangını çıktığı sırada, gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu. 1932' de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayımlandı. Yazarı Edward Lanser' in iddasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde ya da içinde acayip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenli, uzun boyunlu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giymişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkânlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda gördüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılar' a ait acayip sığırlar belirmiştir. Amerika' da bilinen hayvanların hiçbirine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rokete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler. Bazen, Pasifik Okyanusu' na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ettikleri de oluyordu.
Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar' a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?
Buna benzer gizli toplulukların Meksika' da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika' nın Gizemleri") adlı kitabında, Kızılderililer' le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir orman kentinden geldikleri sanılmaktadır.
Roerich' in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang' da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikâyelerin birçok ortak noktaları var gibi.
L. Taylor Hansen, "He Walked the Americas" ("Amerika Kıtalarının Yürüyerek Geçti") adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yıkatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar.
Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis' e dayanan saygıdeğer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bir halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadır. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamayacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yutakan' da kaldıktan sonra, Meksika' nın gizli halkının ahlâkî ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri' ne dönerler.
Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens "Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatan" ("orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar") adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9' da Cordillera Dağları' nda gördüklerinin hikâyesini aktarır :
"Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasında bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atlar, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur."
İspanyol işgalciler, içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdi. İşgalciler Meksika' ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill' in yazdığına göre, "Bu 'kaybolmuş kentler' den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması, bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olmayacakları anlamına gelmez." Peru ve Bolivya' nın Quecua Kızılderilileri, And Dağları' nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstad inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikâyeler gerçek olabilir. Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika' daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.
Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi Atlantisliler' in ve Hattâ belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden; kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir önyargı olmadan incelenmelidir.
2. Bölüm - Atlantis' in Tünel Sistemleri
Dünyanın çeşitli yerlerinde Atlantisliler' ce dikilen devasa yapılar insanı hayrete düşürmektedir. Örneğin, Tiahuanako' nun ilginç bir yanı, bu kentin olağandışı bir biçimde inşa edilerek depremlere karşı kesinlikle dayanıklı bir hale getirilmesidir.
Geçmişin o günlerinde, dünya, fiziksel olarak gayet dengesizdi. İşte bu nedenden dolayı Atlantisliler, gerektiğinde hem doğal afetlerden, hem de uzaydan gelen saldırılardan kaçarak, sığınabilmek için, fantastik tünel sistemleri inşa ettiler.
a- Uzaylıların Sığınak Mağara Sistemleri :
Erich Von Daniken "The Gold of the Gods" ("Tanrılar' ın Altını") adlı harikulâde kitabında, Ekvator ve Peru' nun altında uzanan "binlerce mil uzunluğunda devasa bir tüneller sistemi" nden sözeder. Birbirleriyle irtibatlı mağaralar ile tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965' de Juan Moricz tarafından keşfedilmişti. Von Daniken' nin anlattığına göre tünellerden biri, içinde som altından yapılma çeşitli türden hayvan heykellerinin yanısıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole uzanıyordu.Dahası, üzerinden bilinmeyen bir lisanda yazılımış yazılar bulunan metal plakalar (yapraklar) dan teşekkül etmiş, metal bir kütüphane de mevcuttu. Moricz' e göre bu yazılar, insanlığn tarihi ile kaybolmuş bir medeniyet hakkındaki ayrıntıları içeriyor olabilir. Von Daniken, Ekvator ve Peru altındaki tünellerin "çoğunlukla cilâlanmış gibi görünen" ve pürüzsüz duvarları olduğunu belirtmektedir. Bu tünellerin baltalarla çentilerek değil de çok daha gelişmiş yöntemlerle insa edildiklerini farkına varılmıştı.
Kitabında, tünelleri yapanların ısı (thermal) matkapları ile birlikte elektron ışın tabancaları da kullandıklarını ileri süren Daniken şöyle diyor :
"... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlenen tabancayla parçalanabiliyorlardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı, ortaya çıkan blokların üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığını ısıtılarak sıvı hale dönüştürülüyordu. Sıvı halindeki hava soğur soğumaz elmas sertliğinde bir sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı." Von Daniken kitabın sonuna doğru, tünellerinn inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak, çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench' in sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetlerin tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.
Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden fazla olması gerektiğini söylüyor.
Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları "gaz maskeleri" nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli miğferler ile solunnun aygıtlarına çekmekedir, Daniken. Von Daniken iddiasını sürdürerek, zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardır - "oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini geliştirdiler.", demektedir.
Sonra, düşmanlarının iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın istasyonları kurtular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar yayınlıyorlardı. Von Daniken' in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman, beşinci gezegeni dehşetli bir infilâk ile imha etti. İnfilâk eden gezegenin döküntüsü şimdi "Asteroid Kuşağı" dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce asteroidden ve ufak taş parçalarıdan oluşmaktadır. Von Daniken' in belirttiği gibi, "...Gezegenler kendilerince infilâk etmezler. Onları biri infilâk ettirir." Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca, görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda kullanılandan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer tanrıların atıp durdukları "yıldırımlar" ın gerçekte ne oldukları konusu da önem kazanır.
"Timeles Earth" ("Zamansız Dünya") adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden Peter Kolosimo şöyle yazıyor :
"Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek tüneller, büyüleyici bir arkeoloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından yapılmadığı üzerinde hemfikirdirler. Aslında, bu tüneller insanı öylesine etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi, bunların bilinmeyen bir devler ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de tuhaf kaçmaz."
b- Eski Güney Amerika' nın Esrarı :
Harold T. Wilkins de "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika' nın Gizmeleri" adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini anlatırken şunları yazıyordu :
"Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco' nun yakınlarında bulunuyordu ve halâ daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilmeyecek bir şekilde kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğudan, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco' dan Lima' ya uzanan muazzam bir ' yeraltı dünyası' na ulaşır! Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 9000 millik bir mesafeyi aşarak 1868 yılına kadar Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır! ..."
Wilkins, ayrıca, Batı Hind Adaları' ndaki bazı tünellerden de söz eder :
"Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hind Adaları' ndaki garip tünellere çekilmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis' li beyaz ırk, şimdi Batı Hind Adaları olan, fakat çok eski tarihlerde, adının 'Antiller' kelimesiyle hatırlantığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya' nın kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Afrika, diğer yandan da kadim Brezilya arasındn geçişin mevcut olduğu günlerde eski Atlantis' in her yönde uzanan bir tüneller, ve geçitler labirenti şebekesine sahip olmasıydı. Atlantis' te tüneller, ölülerle ilgili kültler ve kara maji klütleri için kullanılırlardı..."
Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri sürüyordu. Listesine, Güney Amerika' nın ışında Kaliforniya, Virginia, Hawai, Okyanusya ve Asya' yı da katmışştır. Avrupa' da, isveç ile Çekoslavakya' da ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adaları ile Malta' da tüneller mevcuttur .
"İspanya ile Fas arasında, otuz millik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa' da bu bölge dışında bulunmayan 'Berberistan Maymunları' nın, Cebelitarık' a bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır." Kolosimo şöyle devam ediyor:
"Bu devasa (Cyclopean) galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerrini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür."
Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa etmişlerdir? Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins' in, bize söyleyeceği bazı şeyler daha var : "İç Moğolistan' ın Moğol kabileleri arasında, bugün dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden - eğer böyle denebilirse! - birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir yeraltı dünyasına uzanırlar...
Burasının bir ismi de vardır - Agharti. Efsanenin devamı, Agharti' yi benzeri diğer bütün yeraltı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi içinde bir tüneller ve yeraltı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır - ... Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahıların büyümesini sağlayan ve hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkta aydınlatılmaktadır."
Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresanın görüldüğüne dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo "Timeless Earth" de, Azerbaycan' daki acayip bir " dipsiz kuyu" dan bahseder. Görünüşe göre, kuyunun duvarlarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim adamları en nihayet, tüm Kafkasya ve gürcistan' daki diğer tünellerle birleşen tam bir tüneller sistemi buldular. Belirli bir düzene göre biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan sonra ve bunların Orta Amerika' daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirledikten sonra Kolosimo, bu tünellerin İran' la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz eder.
c- Esrarengiz Yeşil Işıkla Aydınlatılmış Mağara Sistemleri
Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki bir yeraltı dünyası üzerine Walkins' in anlattıklarına dönersek, bu konuda Kolosimo' nun da söyecekleri vardır :
"Tibetliler, tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu, muazzam bir afetten sağ kalanlara halâ daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu bilinmeyen kişilerin Güneş' in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerika efsanelerinde de rastlamamız oldukça ilginçtir..."
Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes' in Yeşil Çocukları' nın tuhaf hikâyesinin de anlatılanlarla özel bir ilişkisi olabilir.
Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile seller biçimince oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.
Bu fantastik tünellerin çoğu bizim bugünkü imkânlarımızın ötesindeki yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş tüneli yapma fikri üzerinde tatrışmaktadır. Ancak, galiba, atalarımızın devirlerine ait bu şaşıtrıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.
3. BÖLÜM - AGARTA VE UFO' LAR
UFO araştırmacıları, UFO' ların çoğunlukla önce Kuzey' den, tahminen dünya çevresindeki Van Allen radyasyon kuşaklarında bulunan kutupsal deliklerin (polarvents) içinen ortaya çıktıklarını belirtiyorlar. Belki de yerin kilometrelerce altında mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetinden çıkmaktadırlar. Uzun zamanlar önce, dünyaya yaklaşmakta olan Uzaylılar' a Kuzey' in o tropik ülkeleri çekici gelecekti. Üstadlar' ın öğretisine göre, şimdi buzlarla örtülü bulunan Kuzey Kutbu bir zamanlar, insanlığın beşiği olan şiirsel bir Cennet' ti.
a- Yeraltı Uygarlıkları :
Dünyamızın içinin boş olduğu ve ayaklarımızın altında harikulâde bir medeniyetin uzandığına dair iddialar mevcuttur. Bilim-Kurgu gibi görünen bu düşünce, cevaplanması güç tartışmalar ileri süren birçok zeki araştırmacı tarafından çok ciddiye alınmaktadır. Essa-3 uydusunun 6 Ocak 1967 tarihinde ve Essa-7' nin de 23 Kasım 1968' de çektiği fotoğraflar, içi boş olduğu sanılan dünyamızın derinliklerindeki muhteşem Agarta başkentine uzandığı söylenen ve Kuzey Kutbu' nda yer alan bir deliğin varlığını açıkça göstermektedirler sanki. Sikloplar' ın yeraltında şehirler tesis ettiklerine inanılır. Medyumların dediklerine göre Atlantisliler, Piramitler' den, Tibet ve And Dağları' ndan yerin aşağılarındaki kutsal merkezlere uzanan uzun tüneller inşa ettiler. 12,000 yıl önce Atlantis yok olduğunda, İnisiyeler buralara kaçmışlardı. Gezegenimizin içinden gelen Uzay Gemileri, Kutuplar' daki deliklerden çıkarak dünyamızı gözlerler ve bazen de "Yeraltı Varlıkları" (Subterraneas), aramızda yaşamak üzere yeryüzüne çıkarlar. İnsanların, kadim kitaplarda sözü geçen o nükleer bombalardan sakınmak için kilometrelerce yeraltına kaçtıklarını düşünelim. Bu yüzyılın sonunda önce Doğu ile Batı arasında bir savaş çıkarsa, biz de onlara katılmak üzere aşağılara doğru kayıyor olacağız.
b- Elohim ve Agarta :
Belkide Sikloplar' a tepegöz denilmesinin nedeni, Uzay-miğferlerinin saydam yüzünün muazzam bir göze benzemesindendir. Bu devler' in göksel bir ırk olan Elohim' le aynı oldukları söylenebilir. Bu ırk, bugün mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetine uzanan o uzun tünnelleri açmak için kozmik enerjiler kullanarak yeraltında labirent halinde kentler kurmuştur.
c- Kızılderililer ve Yeraltı Mağaraları :
Efsanelerden anlaşıldığına göre Kızılderililer, Doğu Amerika deniz yatağını -kıta şelf sahası haritaları burada muazzam bir batık gösterirler - parçalayan kozmik bombardımandan kaçarak yerin derinlikIerindeki mağaralara sığınıp kurtulanların neslinden geliyor olabilirler.
d - Wolfpittes çocukları :
William de Newburgh, 12' nci yüzyılda "Historia Anglicana" adlı yapıtında, İngiltere' nin Bury St. Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes' de yerin içinden yeşil bedenli, olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler giyinmiş bir oglan ile bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, St. Martin' in Ülkesi' nden geldiklerini Söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş' in hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi. Burası Agarta mıydı? 1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan iki kişi. Finlandiya' nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil renkte bir adam gördüler. "Insana benzer varlıklar" ın ("humanoids"), Yunanlılar ve Romalılar' ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir.
e- Agarta ile Şamballa Çatışması :
Tibet, azametli Himalayalar' daki bu mistik ülke, Dünya' nın psişik merkezi olarak saygı görürdü. Üstadlar gözden uzak manastırlarından gezegenlerdeki Kozmik EfendiIer ile telepatik görüşmeler yaparlar, metafizik âlemlerde İyilik ve Kötülük güçleri insanlığın ruhu için çekişirlerdi. Hint-Tibet tradisyonları, biraz karışık da olsa, yerin çok aşağılarında saklı olan ve bütün kıtalarda bulunan gizli girişlerden tünellerle yaklaşılan Agarta' dan sözederler. Yıldızlardan gelen Uzaysal Varlıklar (Celestials) tarafından kurulan bu yeraltı medeniyetinin tarihi, anlaşıldığına göre, dünyamızın ilk günlerine kadar uzanmaktadır. Burası, Üranüs' ün oğulları ile Satürn arasında çıktığı sanılan Uzay Savaşı' ndan sonra Elohim ya da Sikloplar için bir yeraltı sığınağı teşkil etmiş olabileceği gibi, muhtemelen, bir zamanlar gezegenimizi tehdit etmiş olan kozmik bir afetten kaçmak için de kullanılmış olabilir. Mu ve Atlantis' ten uzaklaşan göçmenlerin yeraltına kaçtıkları söylenir. Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce altında bulunan psişik bir medeniyet ile Tibet' teki Üstadlar arasında bir bağlantı bulunduğunu ileri sürerler. "İçi Boş Dünya Kuramı" nın (Hollow Earth Theory) taraftarları, Uçan Daireler' ın aslında, yeryüzündeki ülkeleri gözlemek üzere Kutuplar' daki deliklerden geçerek dünyamızın içinden çıktıklarını iddia ederler. Ezoterik öğretiler, Agarta' nın Hakimi' ni, Dünya' nın Kralı rütbesi ile anarlar. Yardımcıları durumundaki Rahip-Kral ile birlikte, insanlığın geleceğini planladığı söylenir. Sembolü, Hitler tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan kancalı haç, Swastika' dır.
1920' lerde, Gürcistanlı medyum R.C. Andersen ihtiyar bir keşişle çıktığı gezi sırasında, Agarta ülkesi üzerine Budist inancını soruşturur. Bir Tibet Manastırı' nda hayvan derisi ile kaplı eski bir kitaba rastlar. Bu kitapta, yüksek bir dağın üzerinde uçan, yumurta biçiminde bir aracın, bir Agarta taşıtının resmini görür. Ayrıca, Tibet' in Spiritüel Lideri Dalai Lama' nın Dünya'nın Kralı ile temasta olduğu söylentisini işitir. Efsanelere göre, Agarta halkının iki dili vardır. Agartalılar muazzam güçlere sahiptir: Okyanusları kurutabilir, ağaçları hızla büyütebilir, ölüleri diriltebilirler. Söylendiğine göre, yüksek dağlarda fiziksel kanıtlar bırakmıştır : Karda acaip ayak izleri, Agarta dilinde tabletler ile yazılar ve içinde Agartalılar'ın gezdikleri taşıtların tekerlek izleri.
Agarta ile yakından ilgili olan Şamballa' ya da Tibet' teki tüneller aracılığı ile ulaşılır. Burası bir zamanlar, Gobi' deki büyük bir medeniyetin başkentiydi. Ayrıca, bazı tradisyonlar tarafından, Kadim Asya Denizi' ndeki Beyaz Ada (White Isand) olarak da teşhis edilir. Kadim Tibet Bilgilerine göre, Agarta' nın Kralları, "Sol El Yolu' nun izleyicileri" olan, kötülüğün destekleyicileri Şamballalı Efendiler' le mücadele etmektedirler. Bu kozmik çatışmanın, İnsan' ın spiritüel evrimini hızlandırmak üzere bir ilahi takdir olduğu söylenir.
f - Agarta ve Göksel Öğretmen Tages :
Çiçero' nun belirttiğine göre Etrüksler, Tages adında bir İlâhi Varlık tarafından eğitilmişlerdi. Tyrhenus' un oğlu Tarchon' un hükümranlığı sırasında bir gün,Tarquinia kenti yakınındaki bir tarlada köylünün biri sabanıyla çift sürerken toprağın içinden gri saçlı ve ihtiyar bir adam kadar bilge bir çocuk çıktı. Ulu Tanrı Tinia tarafından, kanunları, din ve kehanet sanatını Etrüsk Kralları Lucomoneler' e iletmek üzere gönderildiğini açıkladı. Kahinlere "Libri Tagetici" yi yazdı. Bu kitap, beşikten mezara kadar Etrüksler' in yaşamını yöneten Etrüks İncili' ni oluşturdu. Sanatçılar, yaptıkları tunçtan heykellerde Tages' i saçsız, kısa boylu bir kişi olarak canlandırmışlardı. Acaba, teleportasyon yolu ile ya da Uzay Gemisi ile başka bir gezegenden mi gelmişti? Birden yerin içinden belirmesi, yeraltında mevcut olduğu söylenen Agarta' ya uzanan yeraltı geçitlerinden çıkmış olabileceğini akla getiriyor. Bu çeşit spekülasyonlar sadece hayal ürünü değildir. Bugün, İtalya' da ortaya çıkan,ufak tefek yapılı, dünya dışı kökenli, "insana benzer varlıklar" ("humanoids") hakkında geçerliliği ispatlanmış birçok kayıt mevcuttur. Bunların bazıları da yüzyıllar önce Toskana' da (Tuscany) tezahür etmiş olabilirler.
(*) Bu türlü iki merkezin varlığı ve onların birbirleriyle çatışma halinde oldukları düşünce ve iddialarını, uzun bir zamandır satanist ekoller öne sürmektedirler.
4. BÖLÜM - AGARTA VE ŞAMBALLA' NIN GİZEMİ
Agarta,Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ile Dünya' nın Efendileri' nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yeraltı Krallığı' dır.
Agarta' nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramitlerinkine benzer bir prensip üzerinde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken, yeraltı mekânını. (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri, düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir oyukta geliştirilebiliyor.
Herşey bir yana, insan egosu ile insan-üstü egonun muazzam olanakları, çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkla değil de inzivaya çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.
a- Agarta ve Dört Giriş Kapısı :
Geleneksel olarak Agarta' nın dört girişi vardır : Bir tanesi Gize' deki Sfens' in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi' nde, bir üçüncüsü Broceliande Ormanı' ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet' teki Şamballa' dadır. Kadim Gizemler' de, Argonotlar, Ark (Nuh' un Gemisi) ve Agarta hakkında sırlar çözülmemiş gibidir ve hepsinin de aynı etimolojiye dayandığı görülmektedir: Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta : bir yeraltı mabedi anlamına gelir. Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak, hem yeraltı krallığı hem de cehenem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi' nden Hefaisos ve Vedalar' daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.
Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale gelir.
Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından, içsel güçlerce yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere (cycle) maruzdur. İşte, dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur bu,ancak yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir gerçektir.
Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen her zaman en verimli olandır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına karşın içsel güçler yenileyicidir ve doğal gelişmeyi temin ederler.
İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara Bakire (Black Virgin) kültünde inisiyasyon mağarasyla (grotto) sembolize edilen, rahim boşluğundan, geldiği şekilde görür.
İsa,İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin) enkarnasyonu olan günahkâr Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve magara (grotto) ile ilgili putperest kült öylesine insanın bilinçaltı egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında çöküp gitmedi.
Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle çalışanların gözünden kaçmayacak bir anlamı vardır.
b - Bilge Zalmoxis' in Yeraltı Mahzeni :
Prof. Doru Todericiu' ya göre -ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny' den aktarıyordu- Pisagor' un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad' dan öğrendiğini öğretmek üzere Alesia' ya gelmişti. Bu ifadeyi ele alırken oldukça ihtiyatlı olmamız gerikir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis' in, Pisagor' dan daha önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor. Trakya' lı bir kabile olan Getaeler'i medenileştirdiği düşünülmektedir.
Bir rivayete göre, Samos' ta Pisagor' un kölesiyken onun tarafından serbest bırakılmış ve kendi halkına dönerken onlara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.
Herodot' un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır :
"Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. Trakyalılar' ın gözleri önünde kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve üç yıl orada kaldı. Herkes öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için insanları ikna etti."
"Zalmoxis ve onun yeraltı ikametgâhı üzerinde anlatılanları reddedecek ya da kabul edecek değilim (diye devam ediyor Herodot); ancak, kanımca, o Pisagor'dan çok seneler önce yaşamıştı."
"Yerin altındaki ikamet yeri" neydi? Üstadlar' a göre Zalmoxis, Atlantisliler' ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler' ce (Sensitives) UFO' ların kaynağı olduğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta' ya inmiş olabilir. Getaeler' ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun Öbür-Dünya' ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece "ona, asil bir ölüm kazandırırlardı."
Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu halklarının dinleri arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.
Tarih kayıtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun ölmezliğini, muhtemelen Pisagor' dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, o Pisagor' un öğrencisi değil de spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler' in dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.
c- 'Vara' İsimli Yeraltı Kenti :
Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen, insanlara, kendi bellek-komozomları (memory-chromomes) kanalıyla ulaşan gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya her zaman hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile temasta bulnmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm insnlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya isteklidirler.
Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün : Dünyanın manyetik güçlerinin nerelerde konsantre olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir şeyin oluşmadığı yerlerdir.
Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu' nda ya da Himalayalar' ın altındadır. Her halükârda, insanın, yerin altında bulunan insiyasyon merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir.
İran edebiyatından Kralların Kitabı "Şehname" deki bir hikaye, Dünyanın Efendisi olan Tahmuras'ın oğlu Jam ya da Yima' nın, kendi halkının en safkanlıları ile çevrili olarak "Vara" adı verilen bir yeraltı kalesinde her zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan' ın geleceğini önceden gören tanrı Ahura, Yima' nın mabed-sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin talimatları verdi :
"Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap. Oraya, insaların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür..
"Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin örneklerini, bütün meyvaların en lezzetlilerini al. Bunlar Vara' da kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir. Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli ya da kötü hiçbir şey olmasın, yalancı ya da kinci ya da kıskanç hiç kimse olmasın; çürük dişli ya da cüzzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda dokuz, merkezde altı, en alt kısmda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve kadın, bin çift en üst kısımda, altıyüz merkezde, üçyüz en altta yaşasın. Işığın gelmesi için Vara' da bir pencere yapılsın."
Tradisyonal tarih üzerine yazan Henri Corbin' in dediğine göre "Vara"nın, kendi kendine "hem yaratılmış, hem de yaratılmamış" ışık saçan kapıları ve pencereleri vardı.
d- Şamballa, Agarta ve Lusifer :
İnisiyasyon çevrelerince düşünüldüğüne göre, sarı ırkların hâkimiyeti yakın ve kaçınılmazdır ve bu da beyaz ırkların yükselişinin sonu demektir.
Bir kez daha, sadece, yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaktır.
Ancak, -kısmen spiritüel, kısmen de politik amaçlarla faaliyet gösteren- "Vril'in Büyük Locası" ("Grand Lodge of Vril") adında, Batı ile Doğu arasında bir çeşit kardeşlik birliği yaratmaya çabalayan bir mezhep bulunmaktadır. Bunlar, bilinmeyen bir nedenden dolayı, İskandinavyalılar' ın Odin adını verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan' i "Kambala" ya da Şamballa dedikleri bir çeşit Agarta' ya yerleştirmişlerdir.
Görülüyor ki Ferdinand Ossemdowski ve Rène Guenon, Şamballa ile Agarta arasında bir benzerlik keşfetmişlerdir. "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" ("Beast, Men and Gods") kitabının yazarı Ossendowski' ye göre Agarta' nın yeraltı insanları, Dünya' nın Efendisi' nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon kişi kadardır ve bilginin en üst derecesine erişmişlerdir. "Vril' in Büyük Locası", Doğu' nun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının biricik toplayıcısı olarak kabul eder. K.B.L. ya da Şamballa' daki tahtında oturan Üç Dünya' nın Efendisi' nin adı Lusifer ya da Odin' dir. Prensipleri Vedalar' da ve Tibet' in Ölüler Kitabı'nda (Bardo Thödol) belirlenen K.B.L. güçleri, "sayıları en fazla olan sarı ırkları, en yetenekli olan sarışın kuzey ırkları ile kötülük güçlerine karşı birleşik bir mücadele içinde kaynaştıracak" bir sinarşi (synarchy) şeklinde faaliyet göstereceklerdir.
K. B. L. güçleri majik karakterdedirler ve dünyanın dört ana tradisyonundan ortaya çıkmışIardır. Bunlar Tibet, Hind, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki hepsi de Şamballa ya da yeraltı Masonluğu (Free Masonry) olan beşinci tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır.
Dünya yüzeyindeki dış temsilci ise "Vril' in Büyük Locası" dır .
Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddiaları ile, hele politikası ile hiçbir şekilde aynı düşüncede değildir. "Vril'in Büyük Locası", hakikiliği şüpheli olan dökümanlara güvenmekte ve Charroux' nun fikirlerine temelde aykırı düşen fikirler iddia etmektedir. Charroux, sadece bu öğreti kendisinin gerçek olduğuna inandığıyla kökten farklı olduğu için dahi olsa, yine de "Vril' in Büyük Locası" nın öğetisini gözler önüne sermeyi doğru bulmaktadır.
e-Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı :
"Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan üç Dünya' nın Efendisi, Şamballa'da Tchun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yol' u oluşturan bir Yeşil Adamlar, Maj topluluğuna hükmetmektedir." Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed' in halefi olduklarını iddia etmektedirler. Görevleri, "Kara Taş' ın Âyini " ni yeniden canlandırmaktır.
K. B. L. ifadelerine göre Şamballa mabedinin tesisi, Lüsifer devrinin 701,969 yılına kadar dayanmaktadır. (Tabii, Lüsifer adı burada "Işık getirici" anlamında kullanılmıştır.)
"Gelecek Buddha Batı' dan ve Kuzey' den çıkacak ve parmağında Cengiz Han' ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hindular'ın Kalki-Avatar ya da Kundalini Avatar' ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağ' ın geriye dönüşünü belirleyecektir. Mu ya da Tao-Ülkesi' nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk' ın ortaya çıkışından önce gelecektir. " "Bu, hem Demir-Çağ' ın (Kali-Yuga) sonu, hem de jotün ile iblislerin (cacodaemons) dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis' in karanlığından miras kalan 100,000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır." İnsanın bu fikirler ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, "sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir.
Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar' daki Şamballa'daysa burasının, Kuzey' in "Büyük Beyaz Atalar" (Hyperborean) Locaları' nın ve ayrıca, çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere' de ki bir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.
Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Greor' un da yeraltı insanları üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır : "bunların, belirli olmayan nedenlerinde dolayı muazzam sunaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç kısımlarında, dünyanın tüm ateş ve suyunun kökenini bulduğu ve içinde bütün volkanların lav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin loş temelleri arasında, Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun yerleştiğine inanılmaktadır."
Tuhaf olan, spiritüalizmin beyaz majisine bağlı bir ideali benimsiyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya' nın Efendisi olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya ait bir Şamballa' da yaşadığına inanmaktadırlar.
"Teazofi öğretmenleri' nin dediğine göre Venüs Senyörleri, dünyaya varır varmaz Büyük İnisiyasyon Locası' nı tesis etmişlerdir. Şimdiki ikametgâhları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve gobi Çölü' nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya' nın Efendisi' nin idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez... Gizli mâbet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstadların ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu bu yeraltı ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir."
f- Meru Dağı :
Ossendowski' nin Agarta' sı ve "Vril' in Büyük Locası" ile Teozofistler' in Şamballalar'ı bunlar aynı mıdır, yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir. Swami Matkormano' ya göre, Asya' nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı' dır ve burası Şamballa' nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden geldiklerini iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır. Tibet' in Lamalara ait kozmolojisi der ki :
"Meru Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kistial, azür, yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (Demon) halkarı ile birlikte dünyanın dört kralı yaşamaktadır."
Vril' in Büyük Locası" nın düşüncesine göre :
"Meru Dağı, Şamballa' nın merkezi ve aynı zamanda hem maddesel, bem de madde ötesi olan iki varoluş plânının keşişme noktasıdır."
Türkistan' da, jeofizik realitesi, bilinç-ötesi ya da duyu-dışı algılamaya ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş iki adet piramidden oluşmaktadır. Yukarı bakan piramid Pamir Dağı ve aşağı bakan piramid de Meru Dağı olup bunlar, fizik-ötesi ve jeofizik düzlemleri temsil ederler . Keşişme noktasında, hem Arîler, hem de sarı ırklarca kutsal sayılan ve üzerinde Dünya' nın Kralı' nın kalesi yükselen bir dağ, Meru zirvesi-mikrokozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos) ) bulunmaktadır .
Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna, kuzeye doğru Thule kutbuna ve doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası Darciling' dir (Darjeeling). Muazzam manyetik enerji odakları olan bu kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler… Meru zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikâmetgahı olan Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray' ın dört köşesinde, Mecusîlik' te Sessizlik Kuleleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır. Bu enerjiyi, değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece, Elmas Saray, evren için enerji merkezi olur…
Kuleler, "büyük sessizlik" denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu "ağırlık" dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında kurşunda bulundukları gibi, Satürn' ün halkaları tarafından neşredilen ve her ondört yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da bulunurlar. Bunlar, A1 protonlarının türevleridir (dünyanın akkor halindeki merkezinin atomaltı enerjisi.).
"Vril' in Büyük Locası", dünya üzerindeki hâkimiyetini "Vril" diye bilinen gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır. Bu gizemli güç, Butwer Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. "Vril' in Büyük Locası" na göre, Lytton' un "The Coming Race" ("Gelecek Irk") adlı bir romanında tanımladığı bu güç, "Vril-Ya" olacaktır.
g- Kozmik Bir Güç 'Vril' :
İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril' in kontrolu başlıbaşına bir amaçtır. Buna ulaşmak için iki yol vardır. "Bilimsel Yol" kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn' ün fotonsal manyetizminde ya da etikin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan' ın ve bazı Alşimistlerin -simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet güddeleri, bu şekilde elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm "Korlos" u etkin hale getirerek "ego" yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli kıldırırlar. "Mistik yol" ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin ses titreşimleri, Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist,kurşun,eski İskandinav şiirleri (runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş bir Mandala ve zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan "Ankh". Bu, Tutankhamon' un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için gerekli olan yaşam kelimesidir. Luxor Kardeşliği' ne inisiye olan Bulwer Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm-ışını da neşredebilen bir tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.
İnsanların, çok eski zamanlardan beri, Dünya' nın Efendileri olmayı ve tüm ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz? Muhakkak ki hayır.
Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduklarını iddia edegelmişlerdir. Ancak, bu, hüsnükuruntudan öteye bir şey değildi. Modern bilim adamları sorunu çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve arzu-hayallerinin cehennemî sonucudur .
Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.
Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler, yeni bir Altın Çağ' i kurmayı düşlemekte ve arzu-hayallerini, kara majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için kullanmaktadırlar. "Işık İnsanlığı" nın En Yüksek Efendileri, şüphesiz Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi adı olmayan görünmez yerlerde ve belki de Yüksek Yıldız' da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.
EK BÖLÜM
a - Bilinmeyen Üstadların Bir İnisiyesi Robert Charroux :
Robert Charroux "Mysterious Unknown" adlı kitabın biricik yazarı değildir. Onun yazdığı, araştırmayı yürüttügü malzemeyi seçtiği ve planladığı, temellerini attığı, iddalarının tartışılmasını yapıldığı gerçektir. Orjinal ve yayımlanmamış dökümanların peşinden dünya arşivlerini taramıştır. Ancak birçok yardımcısı da olmuştur.
Beraber çalıştığı bu kişilerin bazıları olağanın çok ötesindedirler. Kendisi, aralarından bazılarının Dünya' nın bilinmeyen Efendileri olabileceği yücelmiş Varlıklar' ca eğitilmiştir. Ona azar azar öğretmişler, evvelce belirlenmiş bir planı uygularcasına sırların bir bir açıklamışlardır.
Ömeğin, "Melekler' in Efendisi" ("Master of Angels") bir efsane değildir. Gerçekten vardır ve Fransa' da yaşamaktadır. Fakat, isminin yayımlanmasını arzu etmemektedir.
Yüksek Rahip Anubis Schenouda, bir Mısırlı inisiyedir. Robert Charroux, kesin olarak sadece en yüksek derecelerden birkaç üstadın öğrenmeye hak kazandığı belirli açıklamalara muhatap olan tek kişidir. Niçin? Üstad, kendi nedenlerini söymemektedir.
Daha da tuhafı sadece C.P. başharfleri ile belirtebileceğimiz "Hint Gizemleri" ne inisiye olanlar' ın Koleji' nden bilinmeyen Üstadlar, öbür dünyadan arkadaşımıza yardım ederek ona, içeriği zengin fikirler telkin etmektedirler. Bir C. P. sözcüsü şöyle demektedir :
"Biz, Robert Charroux' a görevinde yön vermek üzere Dünya' nın Efendisi'nce atandık. Kendisinin imanlı olup olmaması önemli değildir. Bilinçli olarak aramasına gerek kalmadan bazı şeyler ona gelecektir.. " Guy Tarade ve Andre Millou gibi diğer Arayanlar' i da yöneten, Nis' teki "Medeniyetin Billinmeyen Ögelerini Araştırma ve Çalışma Merkezi" (CEREIC), arşivlerini Robert Chamoux' un emrine vermiştir . Ayrıca, gezegenimizin ötesindeki Üstadlar' ın bir temsilcisi olduğu söylenen Mn. Y. ve "İnka Güneş Dini" ni ("Inca Religion of the Sun") tekrar tesis eden Gregori B. gibi bazı hakikî Drüidler, bu kitabın yazarından Üst' lerine övünerek bahsetmişlerdir. Robert Charroux onların kardeşlik cemiyetinin bir üyesi olmadığına göre, bu husus daha da önem kazanmaktadır .
Robert Charroux' un, Spiritüel bır uyanışı desteklemeye yardımcı olması gereken buluşlarına yeni bir malzeme eklemek için yardım edenler İşte böylesine işbirliği yapan kişilerdir.
b - Villeneuve Üstadı :
İnisiyasyon tek bir Üstad' ın ayrıcalığı değildir. Rose Croix Derneği'nce yayınlanan bilgiye göre tüm Üstadlar, -Üstadlar' ın Üstadı- Maha tarafından idare edilen merkezi bir Yüksek İnisiyeler örgütünce denetlenir. Maha' nın, Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry' de ve Meru Dağı ile Asgard gizli mabedlerinde çalışan bütün İnisiyeler' in en yükseği olduğuna inanılmaktadır.
Fransa' da, en meşhurları Rose Croix' inki olmak üzere muhtelif inisiyasyon merkezleri tesis edilmiştir. Onbeşinci yüzyıldan beri, -aslında, insanlığın varoluşundan beri- Büyük Atalarımız' ın sırlarını nakledegelen Rose Croix Üyeleri, Bilinmeyen Üstadlar' ın en yüksek Meclisi' ni oluşturmuşlardır.
Fransız Rose Croix' in Başı olan Raymond Bernard, Avrupa' da en yüksek Elçi ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstad' dır. Onun üstünde Rose Croix' nın Başkanı (Imperator) Dr. Ralph Lewis vardır. Hatta, başkan' ın da üstünde, başlarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen Üstler(=Unknown Superiors) bulunmaktadır.
Kaynak : Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
c - İstanbul' daki Agarta Toplantısı :
"Villeneuve Üstadı", 24 Aralık 1966' da İstanbul' da Bilinmeyen Üstler' le buluştu. Kendisi bu görüşmeyi sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da, daha doğrusu, açıklaması için Bilinmeyen Üstler' ce kendisine izin verilenleri yayımlamıştır.
Kitabın adı "Tasavvur Olunamazla Karşılaşma" dır ("Meeting with the InconceivabIe"). Bu kitap, yüzyıllarca, insanların bahsettiği "Görünmeyen" in, şarlatanlar ve hayalperestlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için çok önemli bir çalışmadır.
Villeneuve Üstadı' nın anlattığına göre kendisi, Saint Yves d' Alveydre gibi, belirli açıklamalar yapmaya izinlidir. d' Alveydre' nin bahsettiği Agarta adı değiştirilmiştir ve Yüksek Meclis' in (High Council) kendi içinde, tarihin ve zamanın hızlanmasıyla uyumlu hale getirilmesi için bazı ufak değişiklikler meydana gelmektedir. Agarta' nın yeni adı sadece "belirli birkaç kişi" ye bildirilebilir.
Yüksek Meclis, "bu dünyanın evrimi içinde ulaşacağı en yüksek noktayı" bilen oniki büyük üstaddan oluşmaktadır. Bu kişiler, günümüzün politikasını etkileyecek bir durumda olmalarına rağmen bizler yine de özgür irade sahibiyizdir. Bütün bu oniki kişinin üzerinde, daha da yüksek bir düzeyde üstün bir hiyerarşi içindeki "Görünmeyen Varlıklar" yer alırlar. Villeneuve Üstadı kitabında ayrıca, Bilinmeyen Üstler' in, diğerleri arasında, Robert Charroux' un çalışmalarını da okuduklarını açıklamaktadır. Bu yazarlar hakkında şunları söylemektedir :
"Bu kişiler tarafından değerli çalışmalar yapılmıştır. Sorunlar iyi takdim edilmiş ve cevaplar her ne kadar verilmemişse de ima edilmişlerdlr. Bu alanda, çağdaş yazarlar arasında, Robert Charroux en yüksek düzeydedir."
Agartalılar’ı dağda gördü
Ergenekon’un içinden "Agarta" sözcüğü fırlayınca, pandoranın kutusu açıldı ve ortaya derya deniz bir dünya çıktı.
Ehil olmayan ellerin açamadığı Agarta ülkesinin kapılarını Tibetliler, kendini bu yolun yolcusu sayan Hitler’in adamlarına bile göstermemiş, yanlış yerlerde oyalamışlar. İşte size Tibet’te, Nepal’de, hatta Rusya’da bile okulları olan Agarta mitinden efsanevi satırlar:
Cennetin basamağı
Lama ezoteriklerine (belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan batıni bilgi, öğreti) göre Agarta (Agarti veya Agartha) cennetin ilk basamağı anlamına geliyor. Bazı kaynaklarda Agarta, Tibet veya Himalayalar’da, bazı kaynaklarda ise Moğolistan’da.
Beyaz Ada, Şambala...
Beyaz Ada, Agarta, Şambala... Bu üç mit adından Avrupa daha çok Şambala Efsanesi’ni biliyor. Bu ad Tibet elyazmalarında geçiyor. Agarta miti Şambala’ya göre daha az biliniyor. Agarta mitini Fransız Aleksandr Sent-İv d’Alveydr ortaya çıkarmış. Ferdinand Ossendovski ise "Vahşiler, İnsanlar ve Tanrılar" kitabında anlatıyor Agarta’yı. Kitap, Moğol lamalarının anlattıkları efsanelerden oluşuyor.
Hükümdarı Brahitma
Moğol lamalarına göre insanların hayatını yöneten bir yeraltı ülkesi var. Bu ülke Agarta diye adlandırılıyor. Agarta’da yaşayan bilge insanlar gizli yollarla dünya işlerini idare ediyorlar. Agarta hükümdarının adı Brahitma’dır. Onun iki yardımcısı var: Gelecekten sorumlu Mahitma ve olmuş olaylardan sorumlu Mahinga.
İnsanlık bankası
F. Ossendovski’ye göre "Yeryüzünde insanlık mahvolduğu, ölüm ve karanlık hüküm sürdüğü zaman" bu ülkenin insanları, yani Agarta’nın insanları yeryüzüne çıkacak. Ve Agartalıların sayesinde insanoğlu yeryüzünde yaşamını devam ettirebilecek.
İki asır uyuyabiliyorlar
Seyyah Ernest Muldaşev, Tibet mağaralarında yaşadığını öne sürdüğü bu uygarlık mensuplarının 200 yıl boyunca uyuduğunu ve uyudukları zaman vücut ısılarının sıfırın altında olduğunu yazıyor. "Bu bilge insanlar çok farkı uygarlığı ve kültürü taşıyorlar. Onların beyni tam çalışıyor. Bunun dışında üçüncü gözleri açık. Müthiş bir beyin gücüne sahipler."
Kun-Lun’un altında
Ossendovski’nin anlattığı Moğol efsanesine göre Cengiz Han, Kun-Lun Dağı’nı (Çin’in batısında, Doğu Türkistan’ın güneyinde) geçerken mağaralarda yaşayan insanlara rastlamış. Bu olayı Orta Asya’yı gezen Marko Polo da günlüklerinde anlatıyor: "Cengiz Han’ın ordusu, Kun-Lun Dağı’na varmak için bir ay kadar yol giderek büyük sahrayı geçiyor. Ve karşılarına bir patika yol çıkıyor. Ama etrafta hiç insan gözükmüyor. Israrlı arayışlardan sonra yol kenarında bir erkeğe rastlanıyor. Cengiz Han’ın huzuruna getirilen adama kim olduğu, ne olduğu soruluyor. O da, ’Ülkemin insanları dağın altındaki derin mağaralarda yaşıyor’ yanıtını veriyor."
Yerin gerçek sahipleri
Agarta’da yerin gerçek sahipleri yaşıyor. Onlar bütün bilgilere sahip bilge insanlar. Yüksek bilgisi olmayan kimse Agarta’ya gidemez. Bugüne kadar da kimse Agarta’nın kapılarını bulamamış. Bu gizemli ülkeyi bulmak için Orta Asya’ya birkaç seyyah grup çıkmış. XIX. yüzyıldan itibaren biri gitmiş, biri gelmiş. N.M. Prjevalski, G.N. Potanin, P.K. Kozlova ve N.K. Rerih’in önderlik ettiği keşif grupları Orta Asya’yı Agarta arayışları için boydan boya gezmiş. Ve aşağı yukarı hepsinin günlüğünde yerli halkın anlattığı ziyarete yasak olan sırlı yerler not edilmiş. Yerli halk buradaki bilgelerin Gobi ve Hangay bozkırlarında saklı olduğunu anlatıyor ve ekipleri onlara götürmekten sürekli kaçıyor.
Meğer o da onlardanmış
Agarta gerektiği zaman insanlığı doğru yönlendirmeleri için yeryüzüne kendi bilgelerinden bazılarını göndermiş. Onlardan biri de Apollon’muş. Yunan mitolojisinde müziğin, sanatların ve şiirin tanrısı... Kehanetlerde bulunan bilici tanrı. Zeus ve Leto’nun oğlu, Artemis’in kardeşi.
Yerin anası
N.K. Rerih, Hindistan’da yaşadığı sıralar Agarta’nın sırları için Himalaya Dağları’nı sık sık aşındırmış ve bu resim 1924 senesinde onun tarafından yapılmış. Rerih’in, "Yerin anası" adını verdiği bu tablonun dışında Himalaya Dağları’nı, Tibet’i andıran sıra dışı resimleri var.
Agartalılar Sovyetler’e hayranmış
Agarta yöneticileri, N.K. Rerih’le, 1926 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yöneticilerine haber yollamış: "Biz Himalayalar’dan sizin yaptıklarınızı biliyoruz. Siz dindeki cehaleti yıktınız ve ona yeni anlam getirdiniz. Siz yanlış inançları kaldırdınız. Siz yalanı mahvettiniz ve insanları aklın yoluna getirdiniz. Siz gece canavarlarına, karanlığın sahiplerine kapıları kapattınız. Yeryüzünü para için satılmışlardan kurtardınız. Siz örümcekleri diri diri ezdiniz. Siz çocuklara Kozmos’un gücünü getirdiniz. Devriminizi kabul ediyoruz ve Asya’nın bütünlüğü için size yardım gönderiyoruz. Biliyoruz kurduğunuz yeni sistem 1928-36 senelerinde tamamlanacak. Topluma yarar sağlamak isteyen sizlere selamlar!"
Sol kol Şambala kötüyü barındırıyor
Rene Genon’a göre de, "Gobi felaketinden sonra yüksek bilgi sahipleri olan bu uygarlık Himalaya Dağları’nın altındaki mağaralara yerleşiyor. Bu mağaraların merkezinde onlar iki "yola" ayrılıyorlar: Sağ ve sol kola. "Birinci yol" kendini "Agarta" olarak adlandırıyor (iyiliğin saklandığı yer) ve dünya işlerine karışmıyor. Bu sağ kol. "İkinci yol" Şambala’yı yaratıyor. Rene Genon’a göre bu kötülüğü kendinde barındıran ve dünya işlerini idare eden sol koldur. Ve yerüstündeki maglar, káhinler yalnız Şambala’yla ilişkiye girebiliyor, bilgi alıyor ve işbirliği yapıyorlar. Bunun için ona yeminler ediliyor ve kurbanlar kesiliyor. Agarta ise bütün kapılarını şimdilik yerüstü insanlarına kapalı tutuyor. Zamanı geldiğinde o kötüyle savaşmak için yerüstü insanına kendi askerlerini gönderecek.
HİTLER’İN AGARTALILARLA YAPTIĞI GİZLİ GÖRÜŞME - AGARTA EFSANESİ
Uzak geçmişte var olup sonradan kayıp olan bir kara parçasından hep söz edilir. Batık Atlantis kentinin de bu kara parçası üzerinde olduğu savunulur. Eski Ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bir afetler zinciri onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun tanrısal 3600 sayısıyla anlatılmıştır. Bu kayıp kara parçasının adı “Mu” idi. “kayıp kıta Mu" Pasifik Okyanusu'nda Asya ile Amerika arasındaydı. Avustralya'nın iki katı büyüklüğündeydi. Günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonunda battığı öne sürülen Mu eski çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanıydı. James Churchward’ın yaptığı araştırmalar bundan 70.000 yıl belki de daha eskiye dayanan bugünkü dünyasal konumu itibariyle Pasifik Okyanusu’nu kaplayan bir kıtadan söz edilir. Bu ana kıtaya Mu adı verilmişti. Mu bir rahip kral tarafından yönetilmekte kendisine "Ra Mu" denilmekteydi. Atlantis te bu kara parçasında bulunan bir kentti.. Anlatılana göre bir dönemde büyük sayıda bilge kişi gördükleri gereklilik uyarınca “kayıp kıta Mu” yu terkederek bu günkü Nepal dolaylarına gelmişler. Mu’ dan ayrılma gerekçeleri tam olarak bilinemiyor. Geldikleri bu dağlık bölgede yer yüzünde yaşamayı sakıncalı bulduklarından dağlar içinde yer altında birbiriyle bağlantılı büyük mağaralarda yaşamaya başlamışlar.Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş yerleşim yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanandağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir. Bu topluluğa Agarta (*) deniyor.Agarta dünya insanlığının gelişiminde sorumluluk sahibidir. İlahi Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ya da "Kutup" olarak söylenilen "Brahatma" ya da "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri Dünya'yı sevk ile idare eden İlahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.1912'de Müslüman olduktan sonra Abdül Vahid Yahya adını alan; ezoterik okült ile mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür/yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ" "Dünyanın Merkezi" olarak söz edilen yer O'nun mekânıdır. Kimilerine göredünyanın tüm geçmişi yitik kıtalara indirilmiş dinler ile kozmik öğretiler Agarta arşivlerinde kayıtlıdır. Bir çok peygamber (Musa İsa) dinlerini kurmadan önce bu arşivleri incelemişlerdir ki bazıları burada 'inisiyasyon'dan da geçmiştir.Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birliktemağaralarda inzivaya çekilen bilgeler ile mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar ile ilişki içinde oldukları ileri sürülür.Rene Guenon'a göre bu durum en çok Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre Göktürk Uygur ve Hun masallarındaki "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.Ne var ki geçen yüzyılın önemli yüzlerinden biri olan Adolf Hitler’ in bazı garip davranışları bizlerin Agarta çağrışımı yapmamızı gerektiriyor gibi görünüyor.“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor soluk soluğa yatağından fırlıyor odanın ortasına dikiliyorgörmeyen gözlerle bakarak ‘İşte o buraya da gelmiş işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla yatıştırılıp yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘İşte yine orada köşede..’ diye haykırarak tepinip çığlıklar atıyordu.” Herman Rausching “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili bunları savunuyor.Bu tablo bize Hitlerin psikopatolojik durumu hakkında bilgi vermekle birlikte onun mistik yönü için de ipuçları vermekte... Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching’in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesinde olup sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak insan gelişiminin amacıydı. Kendisi o an ile gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya değinen efsaneleri inceliyor ilk toplumlar ile kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.” Rausching’in bu sözleri eğer doğruysaHitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Gerçekten de ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier “Büyü ile Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda birçok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier büyünün soyut olmadığını her biçimde ortaya çıktığını söylerken çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını bu savaşta hatanın kabul edilmediğini acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—büyü örgütleri ulusların ötesinde kendi çıkarları için mücadele etmektedirler bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Bazı görüşlere göre Hitler Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin denetimi altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching’e ile öteki arkadaşlarına zaman zaman şöyle söylüyordu : “Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım peşimi hiç bırakmayan hayaller öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşleri bile yok. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.” Bazı savunmalara göre Hitler Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi’nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi. Hitler’in arkasındaki gizli büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. Karl Haushoffer’ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler’i tanıştıran Rudolf Hess’ti.Hess’i farklı kılan savaşın farklı nedenleriyle ilgili olarak bildikleri Hitler ile Haushoffer’e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer Hindistan ile Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya’ya gitmiş Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya’da idi. Haushoffer en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden kesinlikle çıkarımsaması ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati top mermilerinin düşeceği yerleri fırtınaları yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris’e ilk gireceği günü çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ile Roosvelt’in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti. Hitler’in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından başlıyarak hızla büyümeye iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin enerji ile şans kaynağı bir Tibet Efsanesi’ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı: Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi?.. İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala (**) ile irtibatlıydılar!..” Her şey Thule Efsanesi’yle başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grupThule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule’un tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekâlar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını insan türünün değişimini sağlayacaktır.” İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati’nin üyeleri arasında Rudolf Hess Karl Haushoffer Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir işlev görmüştü. Gamalı Haç Mu tabletlerinde ilk bulunduğu biçime dayanıyordu. Bu simge dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş Mu uygarlığıyla ilgili bilgi ile belgeleri ortaya çıkaran Niven ile Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini içinde saklıyordu. Simgenin anlamı Eski Mısır ile Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce büyük bir giz olarak saklanmış kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu simgenin gizini sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu simge iki yer altı uygarlığı olan Agarta ile Şambala’da bilinen kullanılan bir simgeydi. Naziler’in bu simgeyi ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri gizler arasında bu simge de bulunmaktaydı. Böylece simge Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Hitler kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına buz ile soğuğun yenileceğine inanıyordu. Bazı savlara göre Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık giysilerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor tüm insanlar acı çekeceklerçekmeliler.” Hitler ekliyordu: “Yeterince kayıp verilmedi!...” Hitler ile yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti cezalandırılacaklardı. Son anda bile Berlin düştüğünde metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın herkes ölsün bu bir ayindir kurban gerektirir. Böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?.. Bilinemaz!...Yazılanlara göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğundan söz ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ile “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ile dostlarıThule’un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule’un temsilcileri Karl Haushoffer ile Dietrich Eckardt medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ile Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı. 1926 yılında Berlin’de Berlin ile Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler gönderilmiş bu 1943’e kadar kesintisiz sürmüştü. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi. 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer karısı Martha’yı öldürüp Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu Hitler’e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.” (*) Sanskritçe’de ele geçirilemeyen ulaşılamayan her şeyden korunmuş şiddetin yakalayamayacağı anarşinin erişemeyeceği anlamına gelir Agarta ya da Agartha (bazı kez Agartta Agharti ya da Agarttha) ... Son günlarde Türkiyede adli kovuşturma yürütülüp haklarında dava açılan “Ergenekon” örgütünün bu Agarta ile ilintisi olduğu savında bulunuluyor. Bunun doğruluk derecesini bilemeyiz!.. Ama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne teslim edilen iddianamedeki "örgüt" Ergenekon’u 7 bin yıldan uzun geçmişi olan "Agarta" efsanesine dayandırılıp tarikatvari bir örgütlenme olarak tanımlandı.(**) Tibet ve Kuzey Hindistan söylencelerinde Şambala adlı bir yerden söz edilir. Efsaneler Şambala’nın gizemli ile görkemli bir imparatorluk olduğunu söylüyorlar . Şambala Himalaya’ların öte yanındadır. Eski yazılarda oraya gitmek için belli bir dağın çıkış noktasını bulmak gerekir. Oradan sonra geziye havadan devam edilebilir. Acaba Şambala bir sava göredünyada değil de uzak bir gezegende mi olabilir mi?... Hindistan ile Tibet’deki eski yazıtlar Şambala’yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Bir çok söylence oradaki insanların olağanüstü şartlar altında yaşadıklarını da belirtiyor. Saklı krallığın varlığını gösteren ilk anlatıları Tibet Budizm’inin kutsal kitapları olan Kanjur ile Tandjur’da bulabiliriz. Aşağı yukarı 11. Yüzyıl‘da Şambala’dan söz eden en eski yazmalar Sanskritçe’den Tibet’ceye çevrildi. Bu tarihten sonra Tibetli ile Moğolistanlı bir çok rahip ozan yogi ile bilgin bu gizemli imparatorluk hakkında çeşitli yapıtlar kaleme aldılar.
ERGENEKON AGARTA MI, AGARTALILAR TÜRK MÜ?
Agarta’nın ev sahipleri Türkler mi?
Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır.
Shambhala" (Şambala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyon.
Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikâmet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.
1912'de Müslüman olduktan sonra Abdül Vahid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre geleneklerde "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır.
Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır.
Mimar Sinan da Agarta örgütündendi!
Tarihi Ergenekon operasyonu gitti, 600 yıllık esrarengiz Agarta tarikatına bağlandı.
Peki nedir bu Agarta efsanesi? Kimdir bu Agartalılar?
* Kayıp kıta Mu ve Atlantis’in bilge kişileri bir araya gelip bir yeraltı medeniyeti kurmuşlar. Yeraltında birbirlerine tünellerle bağlı devasa yeraltı şehirleri inşa etmişler.
* Yeraltındaki bilge kişiler, bizden çok çok ilerde bilgi ve teknolojiye sahiplermiş. Öyle ki zaman zaman görülen Ufolar onların ulaşım aracıymış. Ufolarla tünellerden birbirlerine gidip geliyorlarmış.
* Yeraltındaki bu bilge kişiler psişik yetenekleriyle yer üstündekileri yönlendirmişler. Mesela Adolf Hitler, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilmiş. Bu yüzden Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanır ve titremeye başlarmış. Sonra odanın bir köşesine bakıp, “İşte o, işte o, buraya geldi” diye inlermiş. Bundan sonra kimsenin bilmediği bir dilde konuşmaya başlarmış.
* Zamanı geldiğinde büyük üstadlar yer altındaki Agarta şehrinden çıkacak ve krallıklarını ilan edeceklermiş.
Efsanenin özeti böyle.
***
Ergenekon operasyonu henüz Agarta efsanesine bağlanmadan önce yolumuz; Nevşehir’e düştü. Malum bölge yeraltı şehirleriyle ünlü. Derinkuyu’da yerin 50 metre altına kadar indik. Gerçekten odaları, salonları, lobileri, mutfakları ile kilometrelerce uzanan ve labirent gibi tünellerden oluşan bir şehir var. Hele bir havalandırma sistemi kurulmuş ki; bugünün teknolojisiyle bile akıl edip gerçekleştirmek neredeyse imkansız. (Ama biz tespit edilebilen son noktasına kadar inmemize rağmen, bilge kişiler yerine, mağaraların içinde fotoğraf çektiren birkaç turistin dışında bir şey göremedik.)
Gelelim başlıktaki soruya; acaba Mimar Sinan da, Agarta örgütünden miydi!
Elbette bunu sormamızın bir nedeni var?
Çünkü 2004 yılında, Mimar Sinan’ın Kayseri Ağırnas’taki evi restore edilmek istendi. Çalışmalar sırasında ilginç bir olay yaşandı. Dışarıdan bakıldığında iki katlı sıradan bir ev gibi görünen yerin zemininde taşla kapatılmış bir delik bulundu. Taş kaldırıldığında bunun devasa bir yeraltı kentine açıldığı anlaşıldı. Ve bu yeraltı şehrinde, ibadethaneler, odalar, salonlar bulundu. Şehir kazdıkça yerin altına iniyordu. Ayrıca diğer yeraltı şehirleriyle bağlantılı uzun tünellerinin olduğu tespit edildi.
***
Sonuç:
Gerçekten bize göre Ergenekon Cumhuriyet tarihinin en ciddi operasyonu. Ancak son günlerde bu operasyondan çok, Agarta’yı, Ufoları, yeraltında yaşayan Bilge Üstadları konuşmaktan, Ergenekon’un özünü unutmaya başladık.
Bu durumda şu soru şart oluyor; acaba Agarta tartışmaları gerçekten bir efsanenin Ergenekon’a dayandırılması mı? Yoksa Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu olan Ergenekon’un bu yolla sulandırılması mı!
Kararı siz verin.
Erdoğan’la Şener anlaştı!
İlk başta şaşırtıcı gelebilir. Ama Ankara Kulisleri’nde bu konuda çok ilginç bir iddia konuşuluyor.
Buna göre, aslında “Tayyip Erdoğan ile Abdüllatif Şener anlaşmışlar”
Eğer AKP kapatılırsa, yerine kurulacak yeni parti de, “Devamdan kapatılmasın!” diye “küs” gibi yapıyorlarmış.
Örnek olarak da Fazilet Partisi’ni veriyorlar.
Refah “laiklik karşıtı eylemlerin odağı!” olmaktan kapatıldı.
Yerine kurulan Fazilet Partisi, “RP’nin Devamı!” olmaktan.
Buna önlem olarak böyle yapıyorlarmış.
İddia mümkün mü? Pek değil. Ama bundan sonrası daha ilginç.
Özellikle AKP’lileri kızdıran da bundan sonrası zaten.
Bunu bizzat bir AKP’li anlattı. Ona göre bu söylenti; Abdüllatif Şener ve ekibinin bir oyunu. Anlatırken epey sinirliydi. Aynen şöyle dedi:
“Anlaşma falan yok kardeşim. Olur mu öyle şey. Bunu Abdüllatif Şener’in ekibi uyduruyor. El altından böyle bir hava yaymaya çalışıyorlar. Çünkü akıllarınca AKP seçmenini bu şekilde kandırıp kendi yanlarına çekecekler…”
AKP’li siyasetçi bunu söyleyince aklımıza Fazilet Partisi dönemi geldi.
FP kapatılırken de, onlar aynı şeyi söylemişlerdi. Teşkilatlara gittiklerinde; “Biz hiç Hoca’mızı kızdıracak bir şey yapar mıyız. Elbette olanlardan Hoca’nın haberi var. Biz gelip Hoca’mızı Cumhurbaşkanı yapacağız. Bu Hoca’nın planıdır” havasını yaymışlardı.
Şimdi aynı şey AKP ile Abdüllatif Şener’in “Yeni Oluşum”u arasında yaşanıyor.
Ve bir zamanların yenilikçileri için şu söz tam yerini buluyor:
“Men Dakka Dukka”
“Çalma kapımı-Çalarlar kapını”
SÖZÜN ÖZÜ
Önemli olan; “hayatta en çok şeye sahip olmak değil”,
“en az şeye ihtiyaç duymaktır”
KAYNAKLAR
Cahit Cümbüşel'in 22 şubat 2001'deki konferansından alıntıdır.
Hürriyet
Agarta 1, Yazar: Ö. S. Ayçiçek
Akba Kitabevi, Ankara-1943
Agarta-Yeraltı Devleti, Bilim Araştırma Merkezi
AGARTHA2
Agarta Efsanesi
YouTube
Web : Yerli ve yabancı çok sayıda site araştırması yapıldı ana kaynak bilinmediğinden kopya sitelerin adresi verilme zorunluluğu bulunmamaktadır. Alıntılanan siteler mini bilgiler veren farklı onlarca alt sitedir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder