29 Nisan 2021 Perşembe

HASAN SABBAH EFSANESİ

 

HASAN SABBAH EFSANESİ


 HAŞHAŞİLER

hasan-sabbah_308712

Tarihin en gizemli dini liderlerinden biri olan Hasan Sabbah’ın doğum tarihi kesin olmayıp, kimilerine göre 1035, kimilerine göre  1052 yılında İran’da Şia’nın kalesi sayılan Kum kentinde doğduğu rivayet edilir. Tam adı Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyin bin Sabbah el-Hamari’dir. Kurduğu örgüt “Haşhaşiler” olarak tanınır.   Hani şu Gülen cemaati için RTE’nin benzetme yaptığı Haşhaşiler.

Hasan Sabbah, Yemen taraflarından İran’a göç etmiş Şiî bir aileye mensuptu. Genç yaşta Şiiliğin uç inançlarından olan ve Hazreti Muhammed’in torunu İmam Caferu’s-Sadık’ın oğlu İsmail’i ”imam” kabul eden İsmailiye mezhebine girdi. Sıkı bir eğitim gördü ve uzun seyahatlerle dolu bir gençlik yaşadı. İsmailî inançlarını yaymak için Şam’dan Horasan’a kadar defalarca gidip geldi. Sünniliğe, Abbasi halifeliğine ve Selçuklu devletine karşıydı, hayalinde bunları yıkmak vardı. Bu düşünceleriyle Karmatileri hatırlatıyordu. Karmatilerle ilgili yazımız için: https://panteidar.wordpress.com/2010/04/29/erken-islam-komunculeri-2/

1078 yılında gittiği İsmaili mezhebinin en güçlü olduğu Mısır’da 3 yıl dönemin ünlü alimlerinden eğitim aldı. 1081 yılında İsfahan’a döndü ve 10 yıl boyunca örgütlenme çalışması yaptı. Selçuklu Devleti ile savaşmayı kafasına koymuştu. Kendisine korunaklı bir yer gerekiyordu ve 1090 yılında müridleriyle Hazar Denizi’nin güney kıyısındaki sarp kayalıklarla kaplı Alamut Kalesini aldı. Hasan Sabbah’ın buraya vardığı sırada kale, Zeydilerden Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi.  Önce bölgeye dâîlerini(davetçiler) yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut’ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır:
Ve sonra Kazvin’den Alamut Kalesi’ne bir dai gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dâînin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dâî yenilgiye uğramış gibi göründü ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler.

4 Eylül 1090 günü kale teslim alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi’ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır.  (Bernard Lewis, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah)

alamut-tower-2-620x330

Alamut kalesiydi. Kale, dışa kapalı ve verimli bir vadiye hakim bulunuyordu. “Uzunluğu 54 km, eni ise en geniş yerinde 5,4 km olan bu vadiye Alamut ırmağından, dik ve çıkıntılı kayalar arasından dar bir boğazdan giriliyordu. Daha sonra dar ve dolambaçlı bir yol, vadinin üzerinde, onlarca metre yükseklikte oturmuş olan kaleye ulaşıyordu. Hasan Sabbah için Alamut’tan iyisi bulunmazdı. Artık, Alamut’un hükümdarı olan Sabbah, ölünceye kadar, yani 35 yıl boyunca kaleden dışarıya hiç çıkmadı. Ama Alamut kalesiyle kalmadı, yakın çevreden başlayarak stratejik önemi olan kaleleri zapt etti ve hakimiyet alanını genişletti.

Arapça Aluh-amud Kalesi anlam olarak “Kartal’ın Öğretisi” ya da “Cezalandırma Yuvası” idi. Batılılar bunu “Kartal Yuvası” olarak çevirip kullandılar. Sabbah kaleyi restore edip, bölgeyi ağaçlandırdı, cennet gibi bir bahçeye çevirdi. Çevreye gözetleme kuleleri yaptırdı, kanallar açtırdı, havuzlar ve oluklardan dereler inşa ettirdi, gıda stokları için ambarlar yaptı. Muazzam bir kütüphane kurdu, öyle ki dönemin alimleri büyük ilgi gösterdiler, Sabbah tarafından misafir edildiler.

Alamut’ta mükemmel bir düzen ve çok sıkı bir disiplin oluşturulmuştu. Sünni kesim, şarap içmenin serbest olduğunu ileri sürerek karalamaya çalışsa da, kaynaklar Alamut’ta içkinin kesinlikle yasak olduğunu ve içenlerin ölümle cezalandırıldığını yazar. Hatta oğullarından birini şarap içtiği için idama mahkum ettiği, annesinin tüm yakarmalarına rağmen infaz edildiği iddia edilir. Bir oğlunu da birine haksızlık sebebiyle araştırıp soruşturmadan idam ettirdiği, daha sonra asıl suçlunun bulunduğu ve onun da idam edildiği iddialar arasındadır. Kendi oğullarını bile acımasızca cezalandırmasının kale halkı ve fedaileri arasında korku yarattığı, kurallara bağlılığı, ahlak ve erdem çizgisinden ayrılmamaya özen göstermeyi sağladığı yazılmıştır. Hasan Sabbah’a karşı duyulan korku, saygı ve aşırı sevgi, onun her sözüne uymayı, her isteğini yerine getirmeyi, öl dese ölecek kadar emrine amadeliği yaratmıştır. Bu bağlılık kale dışındaki insanlara da yayılmış, kendiliğinden ajanları oluşmuş, olumlu-olumsuz her haberi kaleye ulaştıranlar ortaya çıkmıştı. Selçuklu Sarayında bile Hasan Sabbah’ın gizli müritlerinin çoğaldığı, herkese “Hasan Sabbah’ın adamı” kuşkusu ile bakılır hale gelindiği rivayetler arasındadır. Bu oluşumdan Alamut Devleti ve Nizari İsmailiye Devleti olarak da bahsedilir. Nizarilik, İsmailiye Mezhebinin alt kollarından biridir.

Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam

Hasan Sabbah, Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’ın sınıf arkadaşı olduğu ileri sürülür ve öğrencilikleri sırasında aralarında yaptıkları bir anlaşmaya göre; hangisi önce başarı kazanırsa diğerlerine  yardım edecektir. Nizamülmülk vezir olmuş ve ikisine de valilikler önermiştir. Ancak Hayyam valilik yerine kendisine bir emeklilik maaşı bağlanmasını, Hasan ise sarayda daha yüksek bir mevki istemiştir. Hasan saraya alınmış ama çok geçmeden vezirlik makamına göz dikmiştir. Nizamülmülk bu emeline engel olduğu ve aleyhinde sözlerle itibarını zedelediği için intikam almak istemiştir. Bu iddia da günümüz araştırmacılarının çoğu tarafından  aralarındaki 30 yıla varan yaş farkı gerekçe gösterilerek reddedilir. Ancak çocukluk arkadaşı olmasalar da aynı dönemi paylaştıkları kesindir ve aralarında yakın ilişkiler olması kuvvetle muhtemeldir.

Hasan sabbah’ın Stratejisi ve Eylemleri

Hasan Sabbah Selçuklu Devletine karşı mücadelesini suikast ve imha stratejisi üzerine kurmuştu. Bir yandan kendisine karşı yapılan saldırılara karşı misilleme ve hasımlarına gözdağı verme amaçlı siyasi cinayetler yapıyor, diğer yandan etkili bir propaganda ile gücünü büyütüyor, taraftarlarını çoğaltıyordu.  Meydan savaşlarını kesinlikle düşünmemiş ve düzenli ordu kurmaya girişmemişti.

Alamut kalesinin alınmasıyla birlikte Nizamülmülk Sabbah’a karşı saldırı başlattı. Nazirilerin kökünün kazınması için ne gerekiyorsa yapılması talimatı vermiş ancak 4 ay süren saldırılarda hiçbir başarı elde edememişti. Nizamülmülk’ün bu saldırıları onu ilk hedef haline getirdi. Sufi kılığına giren Ebu Tahir adlı bir fedai tarafından tahteravınında hançerlendi ve ertesi günü hayatını kaybetti. Nizamülmülk’le başlayan suikastler Nazirilerin yok edilmesini isteyen ve bunun için çalışan birçok hükümdar, halife, prens, general, vali, kadı  ve din adamlarının da bulunduğu onlarca kişinin öldürülmesiyle devam etti.

Siyasi cinayetler genelde önemli konumda bulunan tanınmış kişilere karşı ve kalabalık ortamda işleniyordu. Seçilmiş fedai öldürülecek olan kişinin yakınına kadar sokuluyor ve Hasan Sabbah lehinde bir slogan atarak hançerini saplıyordu. Olayın ardından kaçma girişiminde bulunmuyor ve korumalar tarafından linç ediliyordu. Uzmanlar bunu Haşhaşilerin eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir.

Fedailerin bu cesur ve sadık tavrına anlam verilememesi bu konuda birçok senaryonun uydurulmasına sebep olmuştur. En çok uydurulanlardan biri fedailere uyuşturucu kullandırtıldığı, diğeri ise  Alamut’ta cennetin bir benzerinin oluşturulup hurilerle doldurulduğu ve fedailerin bununla kandırıldığı idi. Ancak bunlar hakkında hiçbir kanıt ortaya konulamadı ve uydurma olduğu zamanla anlaşıldı.

Haşhaşilik

Hasan Sabbah’ın adamlarına ve Naziri tarikatı müritlerine Haşhaşi denmesi 19. Yüzyıla kadar batı dünyasında tartışma konusu olmuştur. Haşhaş” kelimesi Arapça’da “kuru ot” ve “hayvan yemi” anlamına gelir. Zamanla uyuşturucu Hint kenevirine de bu ad kullanılır olmuştur.  Haçlı Seferleri kayıtlarında da kendilerine saldıran Sabbah’ın fedailerinin “assasini, assissini, heyssisini” gibi sözcüklerle adlandırılması haşhaşi kelimesi ile benzerliği nedeniyle ilişkilendirilip özdeşleştirilmiştir. Assasian sözcüğü batı dillerinde “suikastçi, kiralık katil” anlamındadır. Haşhaşi adı ile haşhaş içip adam öldüren anlamı oluşturulmuştur ki Sabbah’ın adamlarının haşhaş kullandığına dair hiçbir belgeye, hiçbir kayda rastlanılmış değildir. Dahası belgelerde Haşhaşi adının İran’daki Nazirilere kullanılmadığı, Suriye’dekiler için kullanıldığı ortaya çıkmıştır.

Hasan Sabbah’ın adamlarının Haşhaşiler olarak adlandırılmasında Marco Polo’nun seyahatnamelerinde yazdıkları etkili olmuştur. 1273 yılında İran’dan geçmiş olan Marco Polo’nun seyahatnâmesindeki hikaye kısaca şöyledir:
“Kendi dillerinde şeyhlerine “dinin büyüğü” anlamına gelen Alaeddin diyorlardı. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın şeyhi müridlerinin gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Muhammed’in cennet tasvirine benzetmişti. Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar halinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müridlerini bir göreve göndereceği zaman şeyh “Gidip şunu şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir.” diyordu. Şeyh’in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu.”

Ancak Orta Çağ İslam tarihi konusunda dünyanın önemli üniversitelerinde görev yapan uzman tarihçiler erken dönemlerde ortaya çıkan, geniş bir alana yayılmış olan ve bazı tarihi roman yazarlarının eserlerini süsleyen bu sıra dışı cennet bahçeleri hikayesinin neredeyse tamamen gerçek dışı olduğunu belirtmektedir.

Hasan Sabbah alimliğinin yanında oldukça zeki bir lider ve çok iyi bir politikacıydı. Akıl dolu eylemleri ile Büyük Selçuklu Devletini zayıflatmayı başarmış ve taht kavgalarına neden olarak hükümdarlığı sarsmıştı. Sabbah’ın dini konumlanışı da önemli bir noktadır. Kendisini ne imam ilan etti ne de mehdi. Bunu yapsa inananı çok olurdu ama yapmadı. Hasan Sabbah; hayatı boyunca teolojik, politik ve askeri alanlarda, her ne yaptıysa hiçbir zaman geri adım atmadı. Hep soğukkanlı, planlı, akılcı davrandı. Hedeflerini her zaman iyi tanımladı. Sabbah, öncülü ve ardılı birçok Batıni hareketin aksine, direnişi bütün unsurlarıyla ortaya koyabildi ve bunları kullandı. Tüm yaşananlara rağmen dervişliğinden de, politik önderliğinden de asla ödün vermedi. Gerek Sabbah zamanında gerekse ölümünden sonra Naziriler Abbasilere, Selçuklulara, Eyyübilere, Zengi Atabeylerine, Memlüklere ve de istilacı Haçlılara karşı direnmiş ve başarılı olmuştu.

Hasan Sabbah 1124 yılında yakalandığı hastalıktan kurtulamadı ve Alamut Kalesinde eceliyle öldü. Ölümünden sonra 32 yıl daha Naziriler varlıklarını ve Alamut’taki egemenliklerini devam ettirdiler.  Ta ki Hülagu Han’ın komutasındaki Moğol ordusunun istilalarına kadar. 1256 yılında Alamut Kalesi, 1258 yılında Lemeser Kalesi ve 1270 yılında Girduh Kalesi boşaltılmış, Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır.  Haşhaşilerden alınması imkânsız Alamut Kalesini normal koşullarda asla ele geçiremeyeceğini anlayan Hülagü, bazı bilim adamlarının da önerisiyle  kalenin altına tüneller açtırıp petrol ile doldurtarak kalenin bulunduğu tepeyi gerçek bir bombaya dönüştürdü. Belki de Moğolların ele geçirmeyi rüyalarında bile göremeyecekleri bu kaleyi petrol doldurulan tüneller ateşlenip patlatılmak suretiyle imha ederek ele geçirdiler. Sünni İslam’ın başındaki 166 yıllık Haşhaşi belası Moğollar sayesinde böylece son buldu.

Kaynakça:

Peter Willey, Alamut Kalesi, Haşhaşiler, Hasan Sabbah ve Fedaileri

Bernard Lewis, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah

Farhad Daftary, İsmaililer, Tarihleri ve Öğretileri

Hasan Sabbah Gerçeği/ Eşitlikçi Dervişan Cumhuriyetleri, Faik Bulut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion