ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI’NIN HAYATI
18. asır Osmanlı İmparatorluğu’nun bilim, kültür, tasavvufve edebiyat tarihinde Erzurum’lu İbrahim Hakkı’ının önemli biryeri vardır.
Dini ve tasavvufî bir gelenek içinde bilim ve kültüre hizmet ederek geniş halk kitlelerine seslenmeyi başaran bu bilginin, hemede bîlim, hem dinî ve hem de müsbet ilim yönü İncelenmeğe değer bir konudur.
Hakkında çeşitli eser, makale, broşür ve yazı kaleme alınan Erzurum’lu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin büyüklüğü ile mütenasib ve onu hakkıyla tanıtacak bir inceleme bugüne kadar yapılmış değildir.Toplumları, içine saplandıkları bataklık ve sıkıntılardan kurtaran, bilgili, faziletli ve üstün zekâlı insanlardır.
Bu yaradılış vekabiliyette olan kişiler, bazan yıllar hatta yüzyıllarca beklenir durur. Umudun kaybolduğu anda kaybolup da yâd ellere giden ve dönüşünden umut kesilen bir insanın ansızın çıkıp kendini göstermesi gibi, büyük atılımlara hazır âlim ve düşünürlerin ortaya çıkmasıyla durgun, hareketsiz, şaşkın ve ne yapacağını bilmeyen toplum, o andan itibaren birdenbire canlanmaya başlayarak ayağa kalkar.
Doğu Anadolu’nun önemli kültür merkezlerinden biri ve belkide en önemlisi olan Erzurum’a yakın Horasan şehrinden Hasankale’ye göç eden bir aileye mensup olan bu büyük düşünürün dedesi, Molla Bekir isminde çevresinde hayli şöhret temin eden ve cömertliği dillere destan olan bir ailenin çocuğudur. Azak seferine giderek orada şehit düşmüş bir daha Hasankale’ye dönmemiştir.
İbrahim Hakkı’nın babası ise, Derviş Osman Haseni isminde yumuşak huylu, çekingen, halim selim ve çelebi-meşreb bir zattır. İbrahim Hakkı’nın «hilm ü haya madeni» dediği babası Derviş Osman, yirmi yaşına kadar Erzurum’lu bilgin Karaşeyhoğlu Seyyid İbrahim isminde bir zattan zamanın okunması mutad dinî ilimlerini öğrenmiştir.
1701 yılında geçirdiği buhran üzerine kendisini eğitecek ve şifaya kavuşturacak bir mürşid-i kâmil bulmak arzusuyla yanına Erzurum’lu Eyyup Efendi’yi de alarak seyahata çıkar. O esnada çevresinde haklı bir şöhrete ulaşmış ve Siirt’in on kilometre kadar kufcey doğusunda yer alan Tillo’da (Bugünkü ismiyle Aydınlar Bucağı) ikamet eden Şeyh İsmail Fakirullah isminde bir bilgine bağlanmıştır.
Doğumu ve Çocukluk Yılla
rı
İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703 yılında Muharrem ayının ilk Cuma sabahı, Erzurum’a aşağı yukarı kırk kilometre uzaklıkta bulunan Haşan kale (Pasinler) kasabasında dünyaya gelmiştir. Dokuz yaşına kadar amcalarının yanında kalan Erzurum'lu İbrahim Hakkı, geceli gündüzlü okur ve çok az insana nasib olacak bilgi elde eder.
Daha sonra Siirt’in Tillo (Aydınlar) Bucağına giderek Şeyh İsmail Fakirullah'a bağlanmış olan babasının yanında kalır. İlkel tabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata kendi itabiriyle «babamdan daha biliş ve tanış idi» dediği bu zata kendisi de bağlanır. Kuvvetli bir tahsil ve terbiye ile yetişen bu ünlü bilgin ve düşünür, arapça, farsça ve türkçe’ye lâyıkıyla hâkim olmuş ve bu üç dilde şiir yazacak bir mertebeye ulaşmıştır.
Derviş Osman Efendi Tillo’da oğlunu, büyük bir şefkat ve sevgi ile büyütmüş ve birlikte kaldıkları Şeyh İsmail-Fakirullah dergâhı onlar için âdeta bir eğitim ve kültür merkezi olmuştur. Onyedi yaşında babasını kaybeden İbrahim Hakkı, tekrar doğum yeri olan Erzurum’a dönmüştür.
Okuma imkânları bakımından Erzurum’u tercih ettiği anlaşılan bu mütefekkir ve şâirin gönül bakımından Tillo’ya bağlı olduğu ve küçüklük yıllarının verdiği mutluluğu tadmak için (1140-1728) tekrar oraya dönmüş, Şeyh İsmail Fakifullah’tan tasavvuf, tarikat ve dini bilgiler almıştır. Tillo’ya gidişinden yedi sene kadar gibi bir zaman geçtikten sonra Şeyh İsmail Fakirullah’m ölümü üzerine tekrar doğum yeri olan Hasankale’ye dönmüş, oradan da Erzurum’a gidip Yukarı Habib Efendi Camii’nde İmam ve hatip olarak görev yapmış, bunun yanında başka camilerde de vaazü nasihatlarla halkı aydınlatmaya çalışmıştır.
Hayatının gençlik ve olgunluk dönemlerine rastlayan bu yaşlarda daha çok şifahî bilgi ve kültüre önem vererek ileride kaleme alacağı eserlere hazırlık yapmıştır. Otuzüç yaşına bastığında Firdevs isminde Erzurum’lu bir hanımla evlenir. 1738 senesinde ilk defa hacca gider. Dönüşünde büyük İslâm şâir ve düşünürlerenin eserlerinden seçmeler yaparak «Lübbü’l-Kütüb» isminde 7 ciltten müteşekkil gayet kıymetli bir antoloji meydana getirir.
Bu antolojinin beş cildi halen torunlarından Mesih İbrahim Hakkıoğlu’nun elinde, iki cildi ise Erzurum Atatürk Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. 1742 yılında zengin bir ailenin kızı olein Fatime isminde ikinci bir kadınla evlenir. Bunu üçüncü ve dördüncü evlilikleri takip ederek Belkis ve Züleyha isminde iki hanımla daha evlenir. Böylece dört hanımla evliliğini büyük bir huzur ve mutluluk içinde devam ettirir.
Hasankale’de saçaklı ve eyvanlı bir ev yaptırarak zaman zaman oraya gitmeyi tercih eder. İstanbul Seyahatlan İbrahim Hakkı, 1747 yılında, Sultan 1. Mahmud’un tahtta olduğu bir dönemde İstanbul’a gelir ve Padişah tarafından Saray’a davet edilerek yakın bir ilgi ve alâka görür. İbrahim Hakkı’nın Saray’a davet edilmesinin gâye ve maksadı üzerinde duran kaynaklar, bu davetin ilim ve kitap sevgisinden doğduğunu ve bu büyük düşünürün eline geçen fırsatı değerlendirerek Saray kütüphanesinden oldukça fazla yararlandığını ileri sürmektedirler.
Marifetnâme isimli eserini yazmada büyük yararı olan bu ziyaret esnasında, sarayda bulunan ve başka yerlerde benzerine tesadüf edilmesi güç kitaplardan yararlandığı, ve not aldığı, kendisine gerekli olah malzeme ve bilgiyi topladığı muhakkaktır.
Ayrıca bu seyahat esnasında «ders okutmak şartıyla» Sultan I. Mahmut tarafından Erzurum’un Şigveler Dağı eteğinde bulunan Abdurrahman Gazi (Abdurrahman Dede) zaviyedârlığına tayin edilir.
Erzurum’a döndüğünde ufak tefek bir takım esercikler yazma denemelerine girişir. 1755 yılında ikinci defa İstanbul’a gelir. Buradan hanım ve çocuklarına yazdığı bir takım enteresan mektuplar günümüze kadar ulaşabilmiştir. İstanbul’dan döndükten sonra kendisini tamamiyle eserler yazmaya vererek Hasankale’ye çekilir. En büyük eseri olan Marifetnâme’yi tamamlamak için uğraşır.
Daha soma diğer eserlerini yazar. İbrahim Hakkı ne kadar seyahat yapmış bununla beraber gezileri çalışmalarına engel olmamış bilgin ve şâir nadirdir. Hasankale onun doğum yeri olmasına rağmen hayatında en çok sevdiği ve bir türlü ilgisini kesemediği, içinde mesut günler geçirdiği ve kendisine ikinci vatan olarak seçtiği yer şüphesiz Tillo’dur. Sıkıştıkça, huzur bulmak çin Tillo’ya yönelir.
Bu esnada, Fatime ismindeki eşinin ölümü üzerine Şeyh İsmail Fakirullah’ın torunu, Abdülkadir’in kızı Fatime Azize ile son evliliğini gerçekleştirir. Kayın biraderi Mustafa Fâni ile 2. defa hacca gitmeye kararverir. Çeşitli ilim merkezlerinde, bu arada Halep, Şam, Mekke, Medine, Kudüs ve benzeri tarihi ve kutsal şehirlerde devrin ünlü bilginleriyle temaslarını sürdürür, onlarla çeşitli konularda bilgi alış verişinde bulunur.
Hasankale kasabasında doğduğu halde daha çok, büyük bir merkez olan ve eskilerin «Erzen-i Rum» dedikleri şehre nisbetle anılan İbrahim Hakkı, hac dönüşünde Tillo’ya yerleşir ve Şeyh İsmail Fakirullah’m tekkesinde ders okutmak suretiyle talebeler yetiştirmeğe çalışır.
1768 yılında Erzurum Müftüsü Şeyh Mustafa ile üçüncü defa hacca giden İbrahim Hakkı, amcası oğlu Yusuf, Nesim’e yolladığı bir mektupta, kendi eserlerinin Şam ve civarında okunup beğenildiğini yazar. İbrahim Hakkı’nın, İsmail Fehim, Ahmed Naimi, Muhammed Şakir ve Osman Nedim adında dört erkek, Gülsün, Hanife ve Şemsi Aişe olmak üzere üç kızı olmuştur.
Son demlerini Tillo’da geçiren Erzurum’lu İbrahim Hakkı, 22Haziran 1780 yılında vefat etmiş ve daha önce şeyhi ve mürşidi İsmail Fakirullah için yaptırdığı türbenin içine gömülmüştür. Bugün de senenin hemen hemen her mevsiminde burası ziyaretçiler tarafından gezilmekte ve büyük bir ilgi toplamaktadır.
Eserleri:18. asır, insanlığın eğitim, bilim ve kültürde büyük atılım vehamlelere giriştiği, buluş ve icatlara yöneldiği bir çağdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı da bu keşif ve icatlara yabancı kalmadan,imkânları sınırlı olmasına rağmen aynı yolda yürümüş ve kendisini çevresine tanıtabilmlştir.
Müsbet (pozitif) ilimler alanında büyük bir başarı elde eden bu mutasavvıf-şâir, mensur ve manzum olmak üzere on beş kadar eser kaleme almıştır. Her ne kadar bu sayı kaynak ve tetkiklerde otuzdokuza çıkarılmakta ise de kendisinin bizzat verdiği rakam onbeştir.
1 — Divanı (İlahinâme) (1755)
2 — Marifetnâme (1756)
3 — İrfaniyye (1761)
4 — İnsaniyye (1763)
5 — Mecmuatü’l-Maâni (1765)
6 — Tuhfetü’l-Kiram (1767)
7 — Nuhbetü’ 1-Kelam (1768)
8 — Meşakiku’ 1 -Yûh (1771)
9 — Sefine-i Nûh (1773)
10 — Kenzü’l-Futûh (1774)
11 — Definetü’r-Rûh (1775)
12 — Ruhu’ş-Şurûh (1776)
13 — Ülfetü’l-Enâm (1776)
14 — Urvetü’l-lslâm (1777)
15 — Hey’etü’l-İslâm (1777)
Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere yazdığı eserlerinin ilk beşini Erzurum’da bulunduğu sıralarda tamamlamıştır. Geriye kalan eserlerini ise Siirt’e bağlı Tillo Bucağı’nda yazmıştır.
Marifetnâme: Hafif modernleşme hareketleri arasında eski usulde bir eser olan Marifetnâme, bu cins kitapların son turfandası sayılabilir.
İstanbul, Bulak ve Kazan’da değişik tarihlerde çeşitli baskılan ya pılan eser, Bir Mukaddime (Önsöz), Üç Fen ve bir Hatime (Sonsöz) olmak üzere üç kısımdan müteşekkildir.
Her fen, bölümlere, bölümler konulara, konular da kısımlara ayrılmıştır. İbrahim Hakkı, önsöze başlamadan önce âlem-i kebir dediği kâinatı ve onun sırlarını ele alır.
Daha sonra âlem-i sağir diye adlandırdığı insan vücudunu işler. Cenab-ı Hakk’ın birliğini kesin olarak öğrenmek ve masivâdan kurtulma yoluna girmesini tavsiye ederek bu kısımda menkul ve muteber olan tarzda kâinatınyaradılışım Arş’ı, melekleri, cennet ve cehennemi, Kürsi, Levh ve benzeri konulan açıklamaya çalışır.
Bundan sonra hesap (Matematik) ve hendeseye (geometri)dair basit fakat açık bilgiler verir. Alemin küre şeklinde olduğunu ispat ederken Kâtip Çelebi’nin Cihan-nümâ adlı eserinden çokça yararlanır. îmam-ı Gazali’nin «Tehafütü’I-Fclasife» sinden bu bahse dair fıkralan olduğu gibi Türkçe’ye çevirir. Bu aktarmayı yaparken yararlandığı kaynaklara değinir. Sudan bahsederken dünyanın evvelce, sularla örtülü olduğunu, bazı taşlar kırılınca içinden deniz hayvanlan (fosil) çıktığım Fahrettin-i Razi’nin bir sözüne dayanarak söyler.
İbrahim Hakkı’nın bu konudaki inancı, kendinden evvel yaşamış olan İslâm bilginlerinin düşüncelerinden ayrı değildir. Yine bu münasebetle Magella’mn seyahatinden bahsederken Amerika'nın keşfini haber verir. Erzurum’lu İbrahim Hakkı, bütün bu bilgilerden sonra astronomi ilmine geçer ve birtakım açıklamalarda bulunur. Yaratıkların eşrefi olan insana gelince anatomi ile konuya girer. Tıptan veilâçlardan bahsederken İbn-i Sina’dan yararlandığı görülür.Fenn-i saliste (üçüncü bahis), eserin büyük bir bölümünü teşkil eden ve bizim açımızdan pek de yeni addedilebilecek bilgiler ihtiva etmiyen dinî meseleleri ele alır.
Şeyhi ve mürşidi İsmail Fakirullah’ın hasep, nesep ve kerametlerinden bahseder, sonra âdap, ahlâk ve muamelâta dair bilgiverir. İnsanın hayatta takip etmekle yükümlü olduğu kurallar üzerinde durur.Anadolu’da yıllarca özel bir itina ve bilgiyle saklanıp okunanMarifetnâme’nin münevver çevrelerde de belli ölçülerde etkili olduğu söylenebilir.Toplum psikolojisini çok iyi bilen ve önce şarkta hakimiyeti-
ni sürdüren bilgilerle işe başlıyan mütefekkirimiz, İslâmî inanç vedüşünceye ters düşmeden yeni fikir ve teorilerin ortaya çıkmasınayardımcı olması ve bunları akli delillerle isbat etmesi küçümsen-miyecek bir anlayışın ifadesidir.
Bunalımlara Çare Arayan Şâir:İbrahim Hakkı, yakın tarihlere kadar sadece bir mutasavvufolarak bilinmekte idi. Oysa ki «Marifetnâme» isimli eseriyle şarkkültürünün en güçlü temsilcilerinden biri olduğu muhakkaktır.Bügün de Edirne’den Kars’a kadar birçok kişinin sıkıntıya düştüğüan tekrarladığı:
«Hak şerleri hayr eyler Zannetme ki ğayr eyler
Arif anı seyr eyler Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»
İbrahim Hakkı, çoğu kez insanlar için ustalığa dayalı bir şiirtekniği çerçevesinde canlandırdığı düsturlar yanında, bazı manzumeler kaleme almıştır ki bunlar akılda tutulmaya ve hatırlanmayadeğer niteliktedir.«Geçmişle geri kalmaMüstakbele hem dalmaHal ile dahi olmaMevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»gibi mısralar bu türdendir.
«Tefviznâme» adını alan ve dünya ile tarikat duygularının bi-ribirine karıştığı bu Şiirde, dini terbiye ile huzura kavuşmuş sakin bir ruhun parıltılarını sezer gibiyiz.Klasik edebiyatımızın şâirleri, sıkı bir kural ve disiplin içindeiken ve bu kuralların dışına çıkmaları oldukça güç bir iş iken İbrahim Hakkı, rahat söyleyiş ve ifadeleriyle' bu çerçeveyi zorlamışve kişinin rahatım temin yönünden bazı öğütlerde bulunmuştur.
«Az ye, az uyu, az içten mezbelesinden geç dil gülşenine göç
Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»
İbrahim Hakkı, görüş ve düşüncelerini insanlara zorla kabulettirmeye çalışan bir propagandacı değil, çoğu zaman yol gösterici, halim-selim bir bilgin, öğreticilik görevini akıl ve mantık çerçevesi içinde yürütmeye çalışan bir düşünür, insanlığın haynnıgönülden arzulayan bir şâir olarak karşımıza çıkmaktadır. Her nekadar Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî ve İktisadî hayatının oçağda bir gerileme, hatta çökmeğe doğru yöneldiği söylenmekte İsede, kültür ve edebiyatımız geçmişten aldığı hız sayesinde 18. asırdada bir dereceye kadar güç yetirebilmiştir.
Böyle bir ortamda gittikçe gerilemeye doğru yol alan İmparatorluğun, manevi koruyuculuğunu üstlenenler arasında İbrahimHakkı’nın önemli bir yeri vardır. O, sadece yaşadığı çağdaki konularla değil, kendisinden sonra da insanlığı ilgilendiren bazı meseleler üzerinde kafa yormuş özellikle kader, tevekkül, çalışma azmi,çağa ayak uydurma, İlâhî aşk ve sevgi gibi duygular karşısındainsanların alacağı tavır, biçim ve davranış üzerinde kafa yormuş;hemen hemen her asırda ortaya çıkması muhtemel sorunların halli için şür lisanıyla öğütlerde bulunmuştur. Kütüphanelerimizde büyük iftihar vesilesi nice eserler vardırki zeytinyağı, mum, gaz lâmbası ve hatta ay ışığında yazılmıştır. Marifetnâme sadece bunlardan bir tanesidir. Halbuki flöresans lâmbalarının ışıkları altında yazılan şimdiki eserlerin yüzde doksanı daha doğar doğmaz ölmeye mahkûmdurlar.
«Bir işi murad etme Olduysa inad etme Hak’tandır o,
reddetme Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.»
diyen şâir, her şeyi Allah (C.C.)’a havale eden bir tavır içinde dalma yeni ufuklara doğru yol almıştır.
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
Sonsuz hamd, şükr ve sena, var olacak her şeyi ezelî ilmi ile takdir ve tebyîn, kâinattaki her şeyi sonsuz feyzi ile tertîb ve tayin eden, gül bahçesi olan âlemi, âdem gülü ile süsleyip bezeyenVâhid, Ferd ve Ehad Allah (celle celâlüh) hazretlerine olsun! HakTeâlâ bütün cihâm insan için, insanı da kendini tanıması için yaratmıştır. İnsanda, yarattığı şeylerdeki bütün hakikatlan ve mâ’-na âleminin bütün inceliklerini bir araya toplıyarak açığa vurmuş, böylece sırların mahallî olan insanı Câmi’ ismine sûret, âlimleri, âlemdeki binlerce hikmetlere vâkıf, cihân kitâbımn herbir harfinden ma’rifet alâmetleri çıkaranları ârif ederek, gönül âlemine giren kullarım, Kâ’be huzûrunda âkif eylemiştir. Salâvatların en üstünü, tahiyyatların en ekmeli, selâmın engüzeli, kâinatın efendisi, mahlûkatın en şereflisi, mevcûdatın özü ve Allahü Teâlânın «Eğer sen olmasaydın cihâm yaratmazdım» hi-tâbına mazhar olan aleyhissalâtü vesselam hazretlerinin ism-ia’zâm ve en evvel olan kâmil rûhuna olsun.
Ayrıca bütün sözlerinde, işlerinde, îmân ve ahlâkta ona tâbî olan, gönülleri imân nûruve ma’rifet huzûru ile dolu Ashâbma da dualar olsun. (Rıdvanul-lahi aleyhim ecmaîn).Bu hakir kulun İbrâhim Hakkı, bu kitabı yazarken «AllahüTeâlâ seni iki cihânda aziz etsin» diye du âettiği, aziz ve şerif oğluSeyyid Ahmed Na’îmî’ye hitâb etmektedir.Önce bilinmelidir ki, Hak Teâlâ iki âlemi insan oğlu için, onları da ancak kendini tanımaları için yarattığını herkese duyur-
muştur. Nitekim iutf ve keremiyle (hadis-i kudside) : «Ben gizli bir hazîne idim.
Tanınmayı sevdiril. Beni tanımaları için mahlû-katı yarattım» buyurmuştur. O halde âlemin ve insanın yaratılmasında esas maksad, Cenab-ı Hakk’ı tanımaktır. Fakat bu her-şeyden üstün olan Rabbi tanımak, nefsi tanımağa bağlıdır. Nefsitanımak da bedeni tanımağa, bu da âlemi tanımağa bağlıdır. Âlemi tanımak için bir miktar astronomi ve fizik, bir miktar astronomi ve ruh bilimi seçip, biraz da kalb ve ma’rifet ilimlerinden (tasavvuf) alarak Türkçeye terceme ile bu kitâbımı bir mukaddime,üç fen ve bir hâtime olmak üzere tertib ettim.
Mukaddimede İslâm dinine göre kâinatı tanımayı ve dünyaile âhiretin hallerini bildirdim. Birinci fende, âlemdeki varlıklarıye bunların yaratılmasındaki hikmetleri, ikinci fende insan bedeninin yapısını etraflıca açıkladım.
Üçüncü fende ma’rifete (Al-lah-ü Teâlâ’yı tanımaya) kavuşmanın nasıl olduğunu, hâtimedeise dost, akraba ve komşularla bir arada yaşamanın şartlarını veedeblerini bildirdim.Böylece, önce mukaddimede, Kur’an-ı Kerîm ve hadls-i şeriflerle sâbit olan dünya ve âhiretteki olayların akıl almaz inceliklerine vâkıf olup, tam bir inanç ile her varlığın yaratıcısını bilip azamet ve kudretini düşüneceksin.
Sonra birinci fende, kâinattaki ince sanatları birer birer görüp, cihânın sırlarına vakıf olunca .insanın âlem, âlemin özünün de insan olduğunu anlıyarak herşey-den feragat edip kendine döneceksin. Sonra ikinci fende, beden verûhunda Allahü Teâlâ’nm kudretinin akıl almaz büyüklüğünü,âlem-i kebîrdeki herşeyin misâlini vücûdunda görerek, vücûdun küçük bir âlem olduğunu anlıyacak kendi nefsinde, Hak Teâlâ’mnaçık alâmetlerini müşahede edeceksin. Vücudun sultânı olanrûhun kıymetini anlayıp ma’rifet4 nefs mertebesini bularak kendi âleminde sultan olacaksın.
Üçüncü fende, kalbleri çeviren Allahü Teâlâ’nm aklın ermediği ilhâm ve tasarruflarını, Zâtının vesıfatlarının kalblere yakınlığını, âlem-i ekber olan kalbinde ilm-ülyakin ile bilerek, Hak Teâlâ’dan başka .her şeyi unutup yalnız O’nunher işi yapan ve tasarrufunda bulunduran olduğunu anladığındaâlem-i vahdete erip, Vâhid ve Ferd olan, Hak Teâlâ’nın varlığını ve birliğini basiretinle ayn-ül yakîn ile görerek marifetullah devletineerecek, bu yakınlık seâdetini hakk-ül yakîn ile bilip, devamlı onun-
la kalacaksın. En sonunda hâtime bölümünü de okuyarak, kesretâleminde mevcûd olan hükümleri de öğrenip, şartlanna riayet ederek Hak Teâlâ’nm mahlûklannm yumuşaklık ve idare ile gönüllerini alıp, kolayca cemiyet içinde aziz ve hâtm sayılır olacaksın.
Bu kitabdaki konuların sırası, yukarıda anlattığımız lâtif üs-lûb ile tamamlanacaktır. Basiret gözü ile okuyanlan Mevlânmaçık alâmetlerinin hakîkatına eriştirecektir. (Mârifetnâme) ismini verdiğimiz bu kitab, hicri 1170 (M. 1756) senesinde tamamlanmıştır.
Bismillâhirrahmaııirrahîm
MUKADDİMEAyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere dayanılarak, İslâm âlimlerinin tefsirlerine göre, Arş, Kürsî, Cennetler, Gökler, yer ve Cehennemin yaradılışım, kıyâmetin alâmetlerini, o günün hallerini vedehşetini ,cihânın harab ve yok olmasını, Allahü Teâlâ’yı görmeâlemi olan âhiretin sonsuzluğunu dört konu ile anlatır.
KONU: 1 ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 Cihâm yaratan Allahü Teâlâ’nm âlemde olan bediî san’atlâ-rrnı düşünmeğe ve hatırlamağa vesile olan âyet-i kerîmeler:Ey aziz:Hak Teâlâ bu âlemi, varlığına ve birliğine delil olarak yaratıp, bütün eşyada, keskin görüşlü olanlara san’atını göstererek hikmetini duyurmuştur. Aşağıdaki mealleri alınan âyeti kerimeler, Kur’-ân-ı Kerîm’deki sıra iledir. Hak Teâlâ, bu âyet-i kerîmelerle kulla-
nnı kendini tanımağa teşvik buyurmuştur. (Biz bunların bir kısmına yer vereceğiz) : Fatiha sûresi, 1. âyet-i kerîmesi:«Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her hamd ve senâ, âlemlerin rabbi, yaratıcı, besleyici ve işlerini tertib edicisi olan Allahüazîm-üşşan içindir.»Bakara sûresinin 107. âyeti çelilesi der ki:«Bilmez misin ki, semâvât ve Arz’ın mülkü Allah-ü Teâlâ’nın-dır ve sizin için Allah-ü Teâlâ’dan başka, size fayda veren bir dostve zararları gideren bir yardımcı yoktur.»
Bakara sûresinin 255. âyet-i çelilesi (Ayet-el Kürsî) der kİ:«Allah-ü Teâlâ mahlûkata hak olarak ma’bûddur. Ondan başka ibâdete müstehak yoktur. Devamlı hayât ile bâkî, mahlûklarıntedbirinde kâimdir. Dalgınlıktan ve uyumaktan münezzehtir. Göklerde ve yerlerde onlann hepsi O’nun içindir. O’nun mülküdür. Kı-yâmette hiç kimse O’nun katında, O’nun izni olmadan şefâat edemez. Gök ve yer ehlinin önlerinde olanı (Dünya işlerinde) ve arkalarında olam (Ahiret işlerinde) bilir. Mahlûklar O’nun ilminden, bildirmesini irâde ettiğinden başka bir şeyi kavrayamazlaf. O’nunKürsîsi gökleri ve yeri içine alır. Gökleri ve yeri muhafaza etmekona meşakkat vermez. O düşünceden yüksek, idrâkin dışındadır.»Âl-i İmrân sûresinin 5. âyeti çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâya yerde ve gökte gizli bir şey yoktur.
O, rahm-lerde çocuğa erkek ve dişi, güzel ve çirkin dilediği gibi şekil verir.Ondan başka ilâh yoktur. Aziz ve hâkîm’dir.»Al-i îmrân sûresinin 190. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün uzayıp kısalmasında akıl sahihlerine, varlıkları yaratanın birliğine vekudretinin kemâline açık işaretler vardır.»itfisâ sûresinin 124. âyet-i çelilesi der ki:«Semâvât ve Arzda olan bütün eşyanın yaratması ve mülküAllah-ü Teâlâ’ya mahsustur.
O’nun ilmi ve kudreti, herşeyi kapsamıştır.»Mâide sûresinin 123. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin ve onlarda olan mahlûkların mâliki Allah-âazîmüşşandır. O Allah-üTe âlâ yokdan var etmeğe kadirdir.»En’âm sûresinin 13. âyet-i çelilesi der ki:
«Gcce ve gündüzde sükûn ve harekette olanlar O’nun içindir.Yani zaman ve mekânın mâliki O’dur. Allah-ü Teâlâ herkesin sözünü işitici ve hallerini bilicidir.»£n’am sûresinin 59. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ’nın gayb hazîneleri O’nun katindadır. Onlanancak Allah-ü Teâlâ bilir.
Karada olan bitki ve hayvan, denizde olan cevher ,hayvan ve diğerlerini bilir. Ağaçlardan düşen yaprakların ve geriye kalanların sayısını bilir. Karanlık zemine düşendânenin biteceğini veyâ çürüyeceğini biür. Yaş vc kuru, az ve çokölü ve diri hepsi Levh-i Mahfuzda yazılıdır.»En’âm sûresinin 75. âyet-i çelilesi der ki:«Biz İbrâhim’e, Azer’in ve kavminin sapıklığım gösterdiğimizgibi, tevhidde yakim olması için göklerin ve yerin melckûtunu da gösterdik.»A’râf sûresinin 53. âyet-i çelilesi der ki:«Rabbınız o Allah-ü Teâlâ’dır ki, gökleri vc yerleri altı gündeyarattı. Sonra Arş-ı a'lâyı yaratmayı kasd eyledi. Gündüzü gece ile örter. Sür’atle gcce gündüzü ve gündüz geceyi taleb eder (birbirini ta’kîb eder). Güneş, ay ve yıldızlan emrine boyun eğer şekildeyarattı. Biliniz kİ, yaratmanın ve emrin tümü Allah-ü Teâlâmndır. Bütün mahlûkatlar O’nun tasarruf undadır. Ulûhiyyet ve rubûbiy-yette, vahdaniyyet ve ferdâniyyet ile âlî ve a’zâm, bütün âlemlerinyaratıcısı ve rabbidir.»
Tevbe sûresinin 117. âyet-i çelilesi der ki:«Göklerin ve yerin mâliki Allah-ü Teâlâ’dır. Dünyâda diriltmek ve öldürmek O’nun emrindedir. Sizin için Allah-ü Teâlâ’dan başka işlerinize bakan ve yardım eden yoktur.»Yûnus sûresinin 101. âyet-i çelilesi der ki:«Delil isteyen müşriklere de ki: Göklerde ve yerdeki akıl almaz san’ata bakınız ki, ne incelikler vardır. İlm-i ezelîde îmân etmeden ölecekler için delil ve mucize görmek, korkutmak fayda vermez.»Enbiyâ sûresinin 22. âyet-i çelilesi der ki:«Eğer semâvât ve arzda AUah’dan başka ilâhlar olsaydı, semâ-vat, arz ve içindekiler bozulurdu. Arş’m sâhibi olan Allah-ü Teâlâ,müşriklerin, O’na lâyık olmayan vasıflarından münezzehtir.»Fürkân sûresinin 45. âyet-i çelilesi der ki:
«Rabbinin san atına bakmaz inisin ki, fecrin başlangıcı ile güneşin doğuşu arasındaki zamanda gölgeyi uzun kıldı.
Allah-ü Teâlâ dilerse o gölgeyi sabit bırakıp, güneş ile gidermezdi. Sonra gölgenin bilinmesi için güneşi delil kıldık.» Nemi sûresinin 88. âyet-i çelilesi der ki:«Sûr’a üfürüldüğü sırada dağlan yerinde duruyor görürsün.Halbuki bulutlann gitmesi gibi havada sür’atle giderler. Allah-üTeâlâ herşeyi ilim ve hikmeti üzere mülıkem ve sabit yarattı. O yaptıklarınızı bilir.»Rûm sûresinin 48. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ, rüzgân gönderip bullutu kaldırır. Onu gökdedilediği gibi bazen açar, bazen parça parça eder. İlâhî hüküm ileyağmurun bulutların arasından çıktığım görürsün. Yağmuru kul-lanndan dilediğinin şehir ve arâzisine isabet ettirerek onlan bolluk ile sevindirir.»
Rûm sûresinin 50. âyet-i çelilesi der ki:«Allah’ın rahmetine bak ki, o yağmur ile kurumuş toprağı nasıl canlandırıp ağaç, meyve ve ekin bitirir. Buna kadir olan HakTeâlâ kıyâmette ölüleri diriltmeye de diriltmeye kadirdir. O her şeye gücü yetendir.»Secde sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ gökleri, yerleri ve onlann arasmda olanlan altı günde yarattı.
Sonra O’nun hükmü Arş üzere müstevî ve müstevli oldu. Hak Teâlâ’dan başka size yardım ve şefâat eden yoktur.Acaba siz Kur’an-ı Kerimin nasihatlannı hiç dinlemez misiniz.»Sebe sûresinin İ. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, semâvât ve arzda olan eşyâve ni’metler, O’nun mülkü ve mahlûkudur. Dünyada hamd etmekvâcib olduğu gibi, âhirette de O’nun kudret ve ni’metine hamd olunur. O, hâkîm ve habir’dir.»
Sebe’ sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«Zemine girenleri (yağmur suyu, hayvan, hazine gibi), zeminden çıkanları (kaynak sulan, bitkiler ve madenler gibi), gökten inenleri (yağmur, kar, melekler gibi) hep bilir. O Allah-ü Teâlâ(mahlûklara ni’met vermesi ile) rahim, (günahları afv etmesi ile)gâf urdur.»Yâsin sûresinin 36. âyet-i çelilesi der ki:
«Allah-ü Teâlâ ,lâyık olmayan sıfatlardan münezzehtir ve herşeyi yaratmasında büyük kudreti vardır. Yerden bitirdiği ağaç, ne bat ve hubûbâtm çeşitlerini ve nefs-i insandan erkek ve kadını yarattı.
Onların bilmediği ve bilemiyecekleri şeyleri de yarattı.»' Yasin sûresinin 37. âyet-i çelilesi der ki:«Vahdâniyyet ve kudretimize diğer bir delil dc gecedir ki bizondan gündüzü giderip, geceyi getirdiğimizde karanlıkta kalırlar.»Yâsin sûresinin 40. âyet-i çelilesi der ki:«Seyir (hareket) esnasında güneş aya erişemez. (Çünkü ayhızb, güneş yavaş ve farkb felekler de seyr ederler.) Gece de gündüzün önüne geçemez. Her biri feleklerinde seyr ederler.»Yâsin sûresinin 41. ve 42. âyet-i ceiileleri der ki:«Kudretimize bir alâmet olarak babalarını ve diğer canlıları Nûh aleyhisselâmm dolmuş gemisine yüklettik veya ticaretle gönderdikleri evlâdlannı yahud bir yere gitmeğe güçleri yetmeyen çocuklarım gemilere yüklettik.
Ve onlara, binmeleri için kayık ve develer yarattık.»Yâsin sûresinin 82. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ bütün noksanlıklardan münezzeh ve kudret sahibidir. Her şey O’nun kudret elindedir, öldükten sonra O’na döner,hayr ve şer amelleriniz ile cezâ olunursunuz.»Zümer sûresinin 68. âyet-i çelilesi der ki:«Birinci surâ üförüldüğünde yerde ve gökte olan mahlûklarınhepsi ölü veya baygın olur. Ancak Allah-ü Teâlâ'mn diledikleri kalır. Sûr’a ikinci defa üfürüldüğünde bütün ölüler kabirlerindenkalkıp acaba ne olacak diye beklerler.»
Zümer sûresinin 69. âyet-i çelilesi ise şöyle der :«Mahşer yeri Rabbinin, nûru ile aydınlanır. Herkesin ameldefteri sağ ve sol taraflarından ellerine verilir. Peygamberlerle ümmetlerin, zâlimlerle mazlumların arası adaletle hükm olunur. Onlar sevablanmn noksanı ve azablannın fazlası ile zulm olunmazlar.»Zümer sûresinin 71-74 âyet-i çelilesi der ki:«Kâfirler Cehenneme grup grup sevkolunurlar. Onlar Cehenneme geldiklerinde yedi kapısı açılır. Zebâniler kâfirlere; size kendicinsinizden peygamber gelip Rabbinizin âyetlerini okumadı mı, bugüne kavuşursunuz diye sizi korkutmadı mı? derler.
Kâfirler,
evet geldi, okudu vc korkuttu, fakat Allah-ü Teâlâ’nm ezelî ilmindekâfirler üzerine kelime-i azâb vâcib olmuşdu, derler.Kâfirlere ,orada devamlı kalmak üzere Cehennem kapılarınagirin denilir. Cehennem böbürlenenlere ne çirkin yerdir.Allah'dan korkarak şirk ve günâhdan sakınanlar grup grupCennete sevk olunurlar. Cennete geldikleri zaman kapılan açılır.Cennet melekleri onlara, selâmet ve emniyet size olsun! Dünyadagünahlardan arınmıştınız. Şimdi ebedî kalmak üzere Cennete girin!derler. Mü'minlcr: Allah-ü Teâlâ’ya hamd olsun ki, bize peygamberlerle bildirdiği va'dini yerine getirdi. Cennetten bize bir yer mirasverdi. Dilediğimiz yerde konaklarız. Amel-i sâlih işleyenlere Cennetne güzel yerdir, derler.»
Mü’min sûresinin 64. âyet-i çelilesi der ki:«Allah-ü Teâlâ arz’ı (yer yüzünü) size karargâh ve semâyı üstünüzde yüksekte bina kıldı. Sizin organlanmzı uygun, şekillerinizi güzel kıldı. Halâl, temiz ve leziz yiyeceklerle sizi nzıklândırdı.Sizi bu güzel şekillerde yaratıp temiz nzıklar veren, Rabbinlz Allah-ü Teâlâ’dır. O bütün hareket ve bereketlerin sâhibi ve âlemlerin rabbidir.»
Zuhruf sûresinin 84. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ gökte meleklerin, yerde insanların ve cinnî-lerin ma’bûdudur.»Duhân sûresinin 38. âyet-i çelilesi der ki:«Biz semâvâtı, arzı ve arasındakileri, kullarımız onlan varlığımıza ve birliğimize delil getirmeleri, ihtiyaçlarım gidermeleri içinyarattık, boş'yere yaratmadık.»Rahmân sûresinin 29 ve 30. âyet-i celileleri der ki:«Semâvât ve arzda olan bütün mahlûklar, Allah-ü Teâlâ’yamuhtaç oldukları için ihiyaçlanm O’ndan isterler. Hak Teâlâ heran iradesi mucibince kudretini icra etmektedir.» ve «Ey insan vecin! Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlarsınız.»
Mücâdele sûresinin 7. âyet-i çelilesi der ki:«Yâ Muhammed! Bilmez raisin ki Allah-ü Teâlâ gökte ve yerdeolan mahlûkların hepsini bilir. Üç kişi gizli konuştuklarında Allah-ü Teâlâ dördüncü, beş kimse konuşsalar, O altıncı olur. Gizlikonuşanlar mezkûr sayılardan az veya çok ve nerede olurlarsa olsunlar Allah-ü Teâlâ onların sırlarına vakıf olur. Kıyamette onlan
rezil etmek ve lâyık oldukları cezayı takrir için işledikleri kötüamelleri kendilerine haber verir. Allah-ü Teâlâ gizli, açık, her şeyi bilir.»
Mülk sûresinin 2. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ dünyada ölümü, âhirette hayatı yarattı. Sizden meydana gelecek amelleri ezelde bildiği halde, hanginizin dahagüzel amellerde bulunduğunu sizin de bilmeniz için sizi imtihanatâbi tuttu. AUah-ü Teâlâ’ iyi işleri yapmaktan kaçınanlardan intikam ahr, gâlibdir ve iyi amel işleyenlerin hatâlarım veya iyi işlerden kaçtıktan sonra tevbe edenleri afv eder.»Mülk sûresinin 3. âyet-i çelilesi der ki:«O Allah-ü Teâlâ yedi semâyı birbirinin üzerinde ayrı tabakalar halinde yarattı. Hak Teâlâmn yaratmasmda uygunsuzluk, noksan ve bozukluk görmezsin. Gözünü semaya tekrar çevir ki ondayanlma, çatlama görebilir misin.»
Mülk sûresinin 5. âyet-i çelilesi der ki:«Biz dünyaya yakın olan semâyı kandiller gibi yıldızlarla süsledik. Bu yıldızların parçalan ile, semâya çıkıp haber çalmak isteyen şeytanlan meleklerin kovmasını emr eyledik. Şeytanlar içindünyada yıldızlann alevli parçaları ile yakılmalarından başka âhirette Cehennem azâbı hazırladık.» Nûh sûresinin 15. ve 16. âyet-i celîleleri der ki:«Görmez misiniz ki, Allah-ü Teâlâ yedi semâyı tabaka tabakanasıl yarattı. Ve ay’ı dünya semâsında ve diğer semâlarda nûr, güneşi yeryüzünden karanlığı gideren ışıklı çırağ kıLdı.» Nûh sûresinin 17. ve 18. âyet-i celîleleri de şöyle der:«Ve Allah-ü Teâlâ sizin aslınız olan Adem Aleyhisselâmı nebatgibi topraktan yarattı. Sonra öldüğünüzde toprağa iâde ederve kıyamette sizi ondan çıkanr.»
KISIM : 2 KÂİNATIN YARATILIŞI
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Allah, ehadiyyet mertebesinde bir gizli hazine iken,
bilinmeyi istemiş ve sevdiği için ruhlar ve cisimler âlemini yaratıpkendi merhametinin cemâlini, kudretinin kemâlini, azametinin celâlimi, nimetlerinin bolluğunu, sanatının çeşitlerini, hikmetlerininsırlarını göstermeği dilemiş. Bütün mahlûkattan evvel, yoktan çoknurlu, yeşil bir cevher yarattı. Bazı rivâyetlere göre; kendi nûrun-dan, lâtif ve azîm bir cevher var edip, ondan bütün kâinatı bir tertip içinde tedricî olarak yarattı. Buna, ilk cevher, Nur-ı Muham-med, Levh-ı mahfuz ,akl-i kül, izâfî ruh adlarım verirler ki, bütünruhların ve cisimlerin başlangıcı ve esası bu cevherdir.
Çünkü Ce-nab-ı Allah ( muhabbetiyle o cevhere bakınca, cevher, utancındano anda eriyip su gibi akmış, özü su yüzüne çıkınca ondan önce külli nefsi yaratmış, sonra sırasıyla meleklerin, peygamberin, velilerin, âriflerin, âbidlerin, mü’minlerin, kâfirlerin, cinlerin, şeytanların, hayvanların, bitkilerin her birisi için, mertebelerine göre belli makamlar göstermiş ve her sınıf kendi makâmına girmiştir. Herruh, kendi cinsini bulmuş, her toplum kendi makamında kalmıştır. Melekût âlemi, bu 14 çeşit ruhlarla tamamlanmıştır. Bu âlemin en yükseğine ve en lâtifine Gâyb âlemi = Lahût âlemi veya Ceberrut âlemi denir.
Bu âlemin ortancasına ruhlar âlemi = manââlemi veya emir âlemi adı verilir. Bu âlemin aşağısına ve cisimlereyakın olanına mücerret âlem = Berzâh âlemi veya Misâl âlemidenir.Cenab-ı Allah, bunları yarattıktan iki bin yıl sonra, ezelî iradesiyle, adını ve şanım belirtmek için cisimler âlemini yaratmıştır.Sonra yine o ilk cevhere sevgiyle bakmış, o cevher utancından eriyip akmış, özünden de arş-ı âzami yaratmıştır. Altındaki yağlardan da kürsi, Cennet, Cehennem, 7 kat gök ve 4 unsur yaratılmıştır. Arş-ı alâdan esfel-i-sâfiline (aşağılıkların aşağısına) kadar buâlem, bu tertip üzere düzenlenmiş ve bu 15 çeşitle Mülk âlemininyaradılışı tamamlanmıştır. Bu âlemin de yükseğine ulvî âlem=ba-kâ âlemi denir. Ortancasına yıldızlar âlemi = felekler âlemi veyagökler âlemi denir. Aşağısına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlarâlemi,
Kevn ve fesad âlemi ve dünya âlemi denir.İşte melekût âleminin müfredatıyla mülk âleminin toplamı,yani çeşitli ruhlarla basit cisimlerin sınıflarının hepsi 29 olaraktamamlanmıştır. Her iki âlemin sayıları kısımlarında üç çeşit bir-
leşim, cisim var olmuştur kİ, bunlar hayvan, bitki ve madenlerdir.Tıpkı harflerin birleşiminden heceler, isim ve fiillerle çeşitli kelimelerden kurulu bir lisanın meydana gelmesi ve bunlardan Cihankitabının sonsuz mânalar kazanması gibi... İbret gözü ile bu âleme bakan Arifler, her birinde birçok hikmetler görürler. Böylece evliya, Cenab-ı Hak'ın san’atınm sırlarım idrak eder ve içindeki derinmânayı anlayarak onun yüksek huzurunu bulurlar.
KISIM: 3 ARŞI ÂZAM VE HAMLESİ:
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir:Cenab-ı Hakk’ın kâinatı bir anda yaratmaya kudreti olduğuhalde 6 günde yaratması, yani kâinatı yaratmasını pazardan başlayıp Cuma günü tamamlaması; kullarına her iş ve hareketlerindesabırlı ve temkinli olmalarını, acele etmemelerini bildirmek ve anlatmak içindir. Cenab-ı Allah, yeşil cevherden arş-ı âzami yaratmıştır ki, onun nur ve azametini vasıflandırmak imkânsızdır. Arş’-ın çevresi .kırmızı yakuttandır ki, bütün yaratıkların sıfat ve sû-retleri onda nakşolunmuştur.Göklerin üstünde meleklerin kıblesi olan Allah’ın arşı vardır. Nasıl ki yeryüzünde insanların kıblesi Kâbe’dir.Arş-ı âzamin 70 bin dili vardır ki, her dili başka bir lügat ileAllah’ı teşbih eder. Arş-ı âzamin dört direği vardır ki bunlar, yerin dibine kadar inerler. Arş-ı âzam, su üzerinde, su hava üzerinde iken Cenâb-ı Allah, 4 büyük melek yarattı. Bunlar ,arş’ı taşırlar.Bunlara Hamele-i arş (arş’ı taşıyanlar) denir.
Bu 4 Melekten her birinin 4 yüzü vardır. Bir yüzleri insan, bir yüzleri arslan, bir yüzleri öküz, bir yüzleri de kartal sûretinde tasvir edilmiştir. Bu yüzlerin her biri yeryüzünde kendine benziyen yaratıklar için Allah’tan nzık istemektedirler. Hamele-i arş melekleri daima ayaktadırve arş’ı boyunları üzerinde taşırlar. Bunlar, Allah’ın katında bütün meleklerden daha faziletlidirler. Bunlardan biri de İsrafil (a .s)dır. Arş’ın bir direği onun boynu üzerinde kuvvetli ve muhkemdurur. Bu melek, Allah’ın katında diğer üç melekten daha değer-
lidir. Çünkü suru taşıyan bu melektir. Sur’a üfürmek için Levh-lmahfuzdan gelecek emri, kıyamete kadar beklemekte ve Cenab-ıAllah’ın Cebrail, Mikâil ve Azrail (a.s.)’e verdiği emirleri kendilerine bildirmektedir.
Hamele-i arş meleklerinin her birinin 4 kanadı vardır. Bu kanatlar 4 yana yayılmıştır. Bu meleklerin vücutları yansı ateşten yansı kardan yaratılmıştır. Buna rağmen biridiğerim söndürmez. Yıldız böceği gibi birbiriyle kaynaşmışlardır.O kadar büyüktürler ki kulaklarıyla boyunlarımı* arası, kuşun 700 yıllık uçuş mesafesidir. Hamele-i arş meleklerine Kerrübiyyun dadenilir.
KISIM: 4ARŞ-I ÂZAMİN ÇEVRESİNDEKİ BÜYÜK NEHİRLER VE MELÂİKE-İ KİRAM
Ey azizi Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Hak Teâlâ, arş-ı âzamin çevresinde 8 büyük nehir yaratmıştır. Dördü kardan daha beyaz ve soğuk. Dördü de baldan daha tatlı ve lezzetlidir. Bu nehirler, devamlı olarak Arş’ın etrafında akar ve onutavaf ederler. Cenab-ı Hak, Herkâil adında bir melek yaratmıştırki, bütün eşyanın sırlarını ona vermiştir. Bu melek, Allah’tan arşıtavaf için izin istemiş. Allah’dan izin alınca ycla çıkmış, 8 bin kanadıyla 3 bin yıl uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. Üç bin sene daha Arş’ın etrafında uçmuş, yorulunca Allah ona kuvvet vermiş ve uçmasını emretmiştir. 3 bin yıldaha uçmuş ve yorulunca bakmış ki 9 bin senede ancak arş’ın birdireğinden diğerine gidebilmiştir. O hayretler içinde seyrederkenAllah’tan ona nidâ gelmiş: Ya Herkâil! Kıyamete kadar uçsan yinede arşımı tavaf edemezsin.Bu 8 nehrin arkasında, arş-ı âzamin etrafında nurdan ve karanlıktan biner perde yaratılmıştır. Bu perdeler nurun şiddeti, arş’-ın etrafında bulunan melekleri yakmasın diye, onlara karşı gerilmiştir.
Bu perdelerin arkasında da 70 bin melâike yaratılmıştır.Bunlar arş’a dönük, devamlı olarak Allah'ı teşbih ederler. Arş’ı tavaf etmek için etrafında dönerler ve günde iki defa hamele-i arşmeleklerine selâm verirler. Bunlara Saffun ve Haffun melekleri de
nir. Bunların arkasında da 70 bin saf melâike yaratılmıştır. Bunlar daima ayakta durur ve «Sübhan-Allah velhamd-ü-lillah ve lâilahe illallah vallah-ü ekber ve lâ lıav’le velâ kuvvete illa billah-ilaliy-yılazîm» diye zikrederler. Bunların arkasında da büyük bir yılan yaratılmış ki, Arş-ı âzami çevirmiş, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızıyakuttan yaratılmıştır. Yüz bin kanadı vardır ,her püskülü yanında bir melek olup Allah’ı teşbih eder.
Bu san yılanın teşbih sesinden bütün melekler dehşet duyar, teşbih sesi bütün meleklerinkini bastırır. Ağzı, açtığı zaman gök ve yeri bir lokmada yutacak kadar büyüktür, eğer bu yılana teşbih yaptığı zaman yavaş emri veril-meseydi, sesinden bütün melekler helâk olurdu.Cenab-ı Hak, melekleri çeşitli renkteki nurlardan yaratmıştır.Arş’a yakın olan meleklerin nurları beyaz ve şiddetlidir. Bütün melekler, Cenab-ı Hakk’m emirlerine göre hareket ederler, insanlargibi Allah’a isyan etmezler. Onlar için, yemek, içmek, cinsî münasebet yoktur.
Gıdaları Allah’ı teşbihtir. Çoğu insan suretindedir.Lâtif cisimler oldukları için çeşitli suretlere bürünürler ye Cenab-ıHakk’ın emriyle şimşek hızıyla giderler. Herbirinin vazifesi ayrıdır.Kimi arş’ın etrafında teşbih ve tavafla meşguldür, kimi kürsüde,kimi Sidre’de, kimi Cennette, kimi Cehennemde, kimi gökte, kimiyerde, kimi ayakta, kimi oturuşta, kimi rükûda, kimi sücûdda devamlı olarak Allah’ı teşbih ederler. Kimi insanların hizmetindeolup gece-gündüz onları korur, amellerini yazar. Bunlara kiramenkâtibin ve koruyucu melekler denir. Meleklerin de kendilerinden Peygamberleri vardır.
Bunlardan biri, Sur sahibi İsrâfil (A.S.) dır. Biri Cebrail (A.S.) dır. 600 kanadıvardır. Hera kanadının yüz püskülü vardır ki her püskülün uzunluğu batıdan doğuya kadardır. Bütün kanadları .renkli nurlardandır. Büyük vücudu kardan daha beyazdır. Öyle kuvvetlidir ki kanadının bir püskülü ile dağları yerinden oynatır. Bu melek, yeryü-zündeki peygamberlere Allah’ın selâm ve emirlerini getirir. Şekilve büyüklüğü İsrâfil (A.S.) gibidir. Meleklerin bir peygamberi deMikâil (A.S.) dir ki kanatlarının sayısını ancak Allah bilir.
O, kızgın denizlerdeki meleklerin gözcüsüdür. Yer ve gökteki meleklerinher biri, yağmurun yağışını idare etmek gibi bir çok ilşleri yapmaya emir alırlar. Yağmurların her damlasını bir melek yere indirir
ve kıyamete kadar o meleğe bir daha sıra gelmez. Yere yağan yağmurlar Mikâil (A.S.)’in emir ve tedbiriyle yağar. Bu, onun vazifesidir. Bir peygamber de Azrail (A.S.)’dır. Bunun vazifesi ruhlarıalmaktır. Bütün yer, önünde duran bir sofraya benzer. Rahmet vegazab meleklerinden nice yüzbin yardımcıları vardır. İsrâfil, Cebrail, Mikâil ve Azrail (A.S.), bütün meleklerin başı ve peygamberidirler ki yer ve gökteki bütün melekler bunların emrindedirler.
KISIM: 5 ARŞ-I ÂZAMİN ALTINDA OLAN KÜRSİ,
LEVH, KALEM, SİDRETÜL-MÜNTEHA,
TUBA AĞACI İLE İSRAFİLSURU VE BERZAH ÂLEMİ
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis âlimleri ittifakla şöyle demişlerdir: Cenab-ı Allah, kürsi’yi 4 direk üzerinde, Arş-ı âzamin nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde Arş’ın bir direğine bitişip olarak yaratmıştır. Onun direkleri, yerin dibine kadar uzanır. Bütün gökler ve yer, Kürsi’nin ortasında, sahradaki bir halkakadardır. Kürsi de arş-ı âzamin altında sahradaki bir sofraya benzer. Lâkin bu çeşit benzetişlerden maksat miktarları belirtmek değil, belki büyüklüklerini ifade edebilmek içindir. Çünkü onlann büyüklüklerini ve sayılarım ancak onları yaratan Cenab-ı Allah bilir.Arş’tan murad’m taht mülkü, Kürsiden murad’m Allah’ın ilmi olduğunu iddia edenler hatâ etmişlerdir. Çünkü bu görüş, âyet vehadîslere aykırıdır.Cenab-ı Allah ,arş-ı âzamin altında ve onun nurundan yeşilzeberced renkte büyük bir Lehv yaratmıştır.
Çevresi .kırmızı yakuttandır. Zümrüd renginde de yeşil bir kalem yaratmıştır ki,uzunluğu yüz yıllık mesafedir. Onun mürekkebi beyaz nurdandır.Çünkü Cenab-ı Hak, kaleme yaz diye emrettiğinde kalem sarsılmış,üzüntü duyarak yıldırım sesi gibi bir sesle teşbihe başlamış ve ilâhıemirleri, kıyamete kadar olup bitecekleri Levh-i mahfuzda yazmıştır. Böylece Levh-i mahfuzu yazıyla doldurmuş vazifesini bitirdikten sonra mürekkebi kurumuş, artık mutlu olan mutlu, mutsuzolan mutsuz olmuştur. Lâkin Cenab-ı Allah, her gece ve gündüzLevh-ı mahfuza 360 defa bakar, her bakışta bir şeyler siler, yerinde
başka bir şey tesbit eder. Cenab-ı Allah, yer ve gök halkının bilmesi ve bütün mahlûkatının kaderlerinin yazıya göre cereyan etmesi için kullarının başından geçecek bütün işleri Levh-i mahfuza yazdırmıştır.
Levh ve kalemi inkâr eden münafıktır. Cenab-ı Hak, arş-ı azanım altında ve onun nurundan, Kürsî’-nin karşısında, Cennetlerin üstünde beyaz inci gibi bir feza yaratmıştır ki bu Sidret’il münteha’dır. Burası Cebrail (A.S.) ile mukar-reb meleklerin mekânıdır.Cenab-i Allah, Sidre-tül-münteha’da san altından büyük birağaç yaratmıştır ki, buna Tuba ağacı derler. Gövdesi altından, dallan kırmızı mercandan, yaprakları yeşil zümrütten, meyveleri şekerdendir. Nihayetsiz dallan, Cennet köşkleri üzerine sarkmıştırki, sayısız meyvelerini Cennet ehli toplar. Sidre-tül-münteha ileArş-ı âzam arasında 70 bin perde yaratılmıştır ki Sidrede bulunanmelekler, Arştaki nurdan yanmasınlar.Yine Cenab-ı Allah, Arş-ı âzamin altmda ve onun nurundan,Arş’m direğine bitişik, kırmızı mercan renginde bir boynuz biçiminde, büyük ve çok uzun, içi boş bir şey yaratmıştır ki onun boşluğunda birinci ve ikinci Berzah’ı yapmıştır. İnsan bedenine girecek ruhlar ile gelmiş ve gitmiş olan bütün ruhlann yeri burasıdır.Gök ve yer kürreleri, daireler gibi hiç biri diğerine dokunmadan bu boşlukta dizilmiştir. Bu boş yer İsrafil surudur ki onun iç düzeyine bir mum yuvarlağına açılan çukur gibi çukurlar kazılmıştır. Birinci Berzah âleminde, bedene girecek ruhlarla, bedendençıkıp Haşre kadar ikinci Berzahta bekliyecek ruhlar için o düzeyinçukurlan mesken olmuştur. Uçan ruhların her biri, mertebelerinegöre o çukurlarda kendi makamlarında yaşarlar .
KISIM: 6 SİDRE-TÜL-MÜNTEHADA OLAN MELEKLERİN VASIFLARI,DURUMLARI ve ARŞ’IN HOROZU OLAN TAVUS’UN RENGİ VE ZİKİRLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-ıHak, Sidre-tül-münteha’da vekil tayin ettiği meleği,büyük ve acayip bir cüssede yaratmıştır. Bu meleğin 70 yüzü vardır. Her yüzün
de 70 ağzı, her ağzında 70 dili vardır. Her dili başka bir lügatla Ce-nab-ı Allah’ı devamlı olarak teşbih eder. Sidre de ayrıca 4 bin safmelâike yaratmıştır. Her saffın sayısı 10 bin melektir. Birinci saftaki melekler, daimi secdededir ve «Süphanallah» diye teşbih ederler. İkinci saftaki melekler de daimi oturarak «Elhamdü-lillah» diye teşbih ederler. Üçüncü saftaki melekler de daima rükûda olup«Lâ ilâhe illallah» diye teşbih ederler. Dördüncü saftaki meleklerde devamlı olarak ayakta «Allah-u Ekber» diye teşbih ederler.Cenâb-ı Hak, Sidre’de yeşil zümrütten minare biçiminde büyük bir direk yaratmıştır. Bu direğin Sidreden yüksekliği 70 bin fersahmesafededir. O direğin başında beyaz inciden, büyük bir kubbeyaratmıştır ve o kubbenin üzerinde Tavus kuşu şeklinde çeşitlirenkteki cevherlerden acayip bir melek yaratmıştır.
Bu meleğin1500 kanadı ve her kanadında 100 bin püskül vardır. Her püskülüzerinde, yeşil yazıyla yazılmış üç satır vardır. Birinci satırda: -«Bismil-lahir-rahmânir-râhîm» ikinci satırda: «Lâ ilâhe-illal-lahMuhammedün-Resûlullah» üçüncü satırda ise: «Küllü-sev'in hâli-kün-illâ-veche hû» yazılmıştır. Buna Arş’m horozu derler. Bu, kanatlarını gerince, püsküllerinden Cennet halkı üzerine, Allah'ınizniyle, yağmur gibi rahmet iner.Beş farz namazın her birinin vakti gelince o arş horozu, kanatlarını birbirine çarpar. Bağırarak ve kanadının her püskülünden başka bir sada çıkararak seslenir.
Bu ses, Cennet ağaçlarının dallarım bir rüzgâr gibi sallar ve o sesten sevmen Cennetteki huri vegılman; «Muhammed ümmetinin namaz vakti gelmiş ve şimdihepsi namazla meşgul olacaklar» diye birbirlerine müjde vermeye başlarlar. Cenab-ı Hak, Arş horozuna seslenir ki: «Ya kuş! Niçin böyle bağırırsın?» O melek de der ki: «Ey Allah’ım, mü’min kulların ,ibadet için sana yöneldikçe ben de onlar için senden rahmetve mağfiret isterim.» O zaman Allah-u Teâlâ ona yine şöyle hitab buyurur: «Ya kuş: Ben de, dünyada beş vakit namazım kılan kullarıma rahmet edip onlan Cehennem ateşinden korur, Naim Cennetleriyle sevindiririm.» Bu İlâhî hitab, horozu sevindirir, Allah'adua ve niyazlarım tekrarlar.
KONU:24 KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 CENNETLERİN İSİM VE VASIFLARI, NEHİRLERİ, MEYVELİ AĞAÇLARI, YÜKSEK KÖŞKLERİ VE DEĞERLİ GİYSİLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadîs âlimleri ittifakla diyorlar ki: Hak Teâlâ kudretiyle yedi kat göklerin üstünde Arş ve kürsî’nin altında,Arş’m nuruyla 8 Cennet yaratmıştır. Biri diğerinden üstün olan bu cennetlerin en yücesi Eden Cennetidir. Cenab-ı Hakk’m görmekonusudur.Birinci Cennetin ismi Darül-Celâl’dir. Bu cennet beyaz incidendir. İkincisinin adı Darüs-selâmdır. Bu cennet kırmızı yakuttandır. Üçüncüsünün ismi, Cennet-ül-me’vâ’dır. Bu cennet yeşilZeberceddendir. Dördüncüsünün adı, Cennet-ül-Huld’dur. Bu cennet sarı mercandandır. Beşincisinin adı, Cennet-ün-naim’dir. Bucennet beyaz gümüştendir. Altmcısmm adı Cennet-ül-firdevs’tir,kırmızı altındandır. Yedincisinin adı Cennet-ül-karar’dır, sarı misktendir. Sekizincisinin adı, Aden Cenneti’dir, en güzel Lü’luden’dir.Aden Cenneti, büyük bir şehrin ortasmda ve yüksek bir dağ üzerinde bulunan bir iç kale gibi bütün cennetlerin içerisinde ve ortalarında bulunmakla yeri, hepsinden daha güzel ve daha üstündür. Cennetlerdeki nehirlerin çoğunun kaynağı buradadır. Sıddık-larm ve Kur’an hafızlarının yeri burasıdır. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın tecelli ettiği (göründüğü) yerdir.Her cennetin eni ve uzunluğu yüz yıllık yol olan bir kapısıvardır.
Her kapının san altmdan olan iki kanadı vardır. Rengârenkçeşitli mücevherlerle süslenmiştir. Birinci cennetin kapısı üzerinde«Lâ ilâhe illallah Muhammed’ün Resûlullah» yazılıdır. Diğer kapı-
lan üzerinde «Ene la a’zap men kale La ilahe illallah» (Ben, La ilahe illallah diyene azap vermem) yazılıdır. Bütün Cennetlerin toprağı misk, taşları mücevherdir. Bitkileri çeşitli renkte, çiçeklerikırmızı Za’ferran’dır. Binalarının bir taşı altın, bir taşı gümüş,toprağı ise amberdir. Köşkleri, en güzel lü’lü’den ve sarı yakuttandır, hepsinin kapılan mücevherdir. Her köşkün önünde dört nehirakar. Bu nehirlerin, biri hayat suyu, biri halis yoğurt, biri temizşarab, biri süzülmüş baldır. Nehirlerin çevresi, meyveli ağaçlarladolu ve süslüdür.
Bu ağaçların ebediyyen dalları kurumaz, yaprakları çürümez, dökülmez, meyveleri tükenmez. Birbirinden güzel veüstün olan bu sekiz cennette akan daha bir çok nehirler vardır. Bunehirlerden biri Rahman nehridir. Suyu bütün nehirlerden saf, tadı baldan tatlı olan bu nehrin rengi kardan beyazdır. Kumu inciden üstündür. Cennet nehirlerinden bir de kevser nehridir. Ce-nab-ı Hak, onu habibi Peygamber (SA.) Efendimize vermiştir. Bunehrin eni 900 mildir, kaynağı Arş’m altında olup orada Sidreyegelir. Oradan da Firdevs Cennetine dökülür. Yaydan atılmış ok gi bi, süratli bir şekilde Firdevs-i âlâ ile diğer cennetlerden akar. Kevser nehrinin kokusu amberden hoştur, ondan bir kez içen hastalık görmez, tadını asla unutmaz. Birinci cennetin kapısı yamndave kesver nehrinin kenarında renkli cevherlerden sayılan yıldızlardan daha çok olan kâseler vardır.
Haşır olmadan, Sırat köprüsünü geçmeden ve Peygamber (S.A.V.) Cennete girmeden önce, ümmetiyle bu nehirden su içeceklerdir. Kevser nehrinin bütün çevresi engüzel Lü’lü ve kırmızı yakuttan saf saf yüksek ağaçlar ile donanmıştır. Dallannın çoğu çeşitli güzel sesler çıkarır. Dallanmn üstünde başka türlerden kuşlar vardır ki çeşitli lügatlarla Allah’ıteşbih ederler. Cennet nehirlerinin biri kâfur, biri nesim, biri sel-sebil, biri rahik-ı mahtum’dur. Bu saydığımız nehirlerden başkayüksek Cennetler içinde akan binlerce nehir vardır ki, çevrelerinde 100 binlerce ağaçlar, güzel meyveler vardır.Cennetlikler için Sündüs ve istibrak gibi binbir renkte değerligiysiler, türlü lezzetli yemekler ve tatlı içkiler vardır ki, sayısınıancak Allah-u Teâlâ bilir. Cennetlerin eni, yâni sekiz surundan heriki surun arasmdaki mesafe, gökle yerin eni kadar, uzunluğu isenihayetsizdir. Bütün cennetlerin derecelerinin toplamı, Kur’an-ıKerim’in âyetlerinin toplamı kadardır. Yani 6666 derecedir. Her
iki derecenin arası 500 yıllık mesafedir. Çünkü Cennet ehli, ezberledikleri Kur’an âyetleri kadar dereceler nail olurlar. Bu nedenleKur’an hafızlan Cennet derecelerinin en üstününe nail olmuş veyerleri Aden Cennetinin ortası olmuştur.
KISIM: 2 CENNET NİMETLERİNİN ÇEŞİTLERİ, CENNET HURİLERİ VE GILMANLARI, CENNET EHLİNİN ALLAH’I NASIL GÖRECEKLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cennet ehlinin arzuladığı, özlediği nimetler derhal önlerine gelir. Yüksek ağaçlann dallanndan sarkmış meyveleri, bir işaretleellerine gelir, istedikleri çeşitli meyvelerin lezzetini alırlar. İstedikleri her yemek ve içkiyi anmda önlerinde hazır bulurlar. Uğraşmave pişirme derdi yoktur. Çünkü Cennette zahmet ve ateş olmaz.Cennet ağaçlanmn çoğu Tuba ağacıdır. Kökü Sidre’de, dal ve yapraklan ise bütün Cennet köşklerinin içine yayılmıştır. Tıpkı güneşin kendisi çok yüksekte olduğu halde ışığının dünya evlerinegirmesi gibi. Cennet halkı, bu ağacm çeşitli meyvelerinden her anlezzet almaktadır. Mü’minler için rengârenk süslenmiş ve döşenmiş köşkler ve bu köşklerdeki tahtlar üzerinde saçlan amber kokulu, hilâl kaşlı, kara gözlü, güneş gibi parlak yüzlü, tatlı sözlü,nazlı, işveli, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu,güzel huylu, gülden taze ve körpe huri kızları vardır. Onlar Cennetteki erkeklere mahsusdur. Bu hurilerin her biri 70 kat, çeşitli renklerde gayet ince ve hafif değerli elbiseler giyer. Başlarındarenkli nurlarla nurlanmış taçlar vardır. Çeşitli mücevherlerle süslenmiş, tahtlar üzerinde yaslanmış, ait oldukları mü’min erkekleri beklerler. Karşılarında, hizmetleri için binlerce gılman (cennetdelikanlıları) saf halinde ayakta dururlar.
Cennete giren mü'minler, hiç çıkmamak üzere ebediyyen orada kalırlar. Birbirlerine selâm vererek tatlı konuşur, dedikodu gi bi kötü huylardan arındıkları için kimse kimseden usanmaz. Cennet ehli için ihtiyarlık ve ölüm yoktur, elbiseleri eskimez. Gönüllerizengin, gözleri toktur. İstediklerini yer, içer, buna rağmen tuvaletihtiyaçlan olmaz. Yiyip içtikleri, güzel kokulu bir ter halinde gülsuyu gibi bedenlerinden yayılır.
Cennetteki huriler, hayızdan, nifasdan ve kötü huylardanannmışlardır. Cennet halkı, her zaman emniyet ve huzur içinde,tedbirden, kazanma külfetinden, keder ve üzüntülerden uzak, hastalıklardan selâmettedir. Sıhhat ve afiyetleri, sevinç ve mutlulukları ebedidir. Görevli melekler, haftada bir defa, mücevherdeneğerlerle süslenmiş Burakları mü’minlere getirir, Allah’ın selâm veçağrışım iletir, müjde verirler.
Onlar da buraklanna binip Aden Cennetine yükselip giderler ve Cenab-ı Hakk’ın misafirhanesinevanp ikram ve izzetlerini görür, çeşitli nimetlerini yer, sözlerini işitip Cemalini görürler. Allah’ın hitabından o kadar zevk duyarlarki, Cennetteki bütün nimetleri unuturlar. Sonra, yine Allah’ın izniyle eski yerlerine dönerler. Bütün cennetlerin hakimi ve hâzinelerinin bekçisi olan büyük bir melek vardır. Adı Rıdvan olan bu meleğin Cennetlerde gece-gündüz diye bir zaman kavramı yoktur. Cennetler, bir an bile ışıksız kalmaz. Çünkü Cennetlerin tavanı, Cenab-ı Hakk’ın arş’ıdır. Arş’m nurları, daimi olarak orada parlar.
KISIM: 3 CENNET NİMETLERİ VE O SAADETE NAİL OLAN
Ey aziz! Bil ki Cenab-ı Hak, kutsi hadîsinde şöyle buyuruyor:«Ey Ademoğlu! Dünyaya nasıl değer verir ve bağlanırsın?Halbuki dünya fani, nimetleri ve hayatı geçicidir. Muhakkak ki benim katımda bana itaatli olan kullarım için 8 cennet hazırladım.Sekiz kapısı olan bu cennetlerin her birinde Zağferandan 70 bin bahçe vardır. Ki her bahçede inci ve mercandan yapılı 70 bin şehir her şehirde de kırmızı yakuttan yapılmış 70 bin köşk, her köşkte Zebercedden yapılmış 70 bin ev, her evde sarı altından 70 binoda ve her odada san yakuttan 70 bin taht, her tahtın üzerindeipekten işlenmiş 70 bin yatak ve her yatak üzerinde bir huri kızı,her hurinin önünde san altmdan bir tepsi, her tepside renkli mü-.cevherlerden 70 bin tabak, her tabakta ise başka bir çeşit yemekvardır. Her köşkün altmda dört nehir akar. Bu nehirlerden biri su, biri süt, biri temiz şarap ,biri de süzülmüş baldır. Her nehrin kenarında 70 bin ağaç vardır. Her ağacın 70 bin çeşit meyvesi ve 70
bin renkte yapraklan vardır. Her ağaç üzerinde rengârenk kuşlardan 70 bin kuş vardır ki her kuş 70 bin çeşit sesle Allah’ı teşbiheder.
Cenab-ı Allah buyuruyor ki:«Bana itaat etmiş olan kullanma, bunlardan başka her saat başında gözlerin görmediği, kulaklann İşitmediği, gönüllerin duymadığı 70 bin hediye bağışlanın. Cennet halkının elbiseleri 70 kathülledir ,o kadar incedir ki birbirini kapamaz, altındakinin rengiüstündekine vurup birbirinin güzelliğini arttırır. Bunlar ebediy-yen cennetten çıkmaz, ihtiyarlamaz, ölmez, üzülmez, ağlamaz, namaz kılmaz, oruç tutmaz, hastalanmaz, tuvalete gitmez, tuvaletihtiyaçlarını gülsuyu gibi terle dökerler, kadınlar hayız ve nifasgörmezler. O halde benim nzamı ve Cennetimi isteyen, dünyadakanaatkAr olsun. Dünyanın fani ve geçici olan izzet ve lezzetlerine bağlanmasın, sadece habibim Muhammed (S.A.)’e bağlanıp onuiçten sevsin ve onun izinden gitsin.»
KISIM : 4 LİVA-I MUHAMMED VE BEYT-İ MAMUR
Ey aziz! Tefsir ve hadis âlimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Allah Habibi Peygamber (S.A.) Efendimize Liva-ül-Hamd adlı sancağını verecektir. Mahşer gününde Hz. Muhammed’-in ümmeti bunun altında toplanacak ve peygamberimizin makamına geçip ümmetine şefaatte bulunacaktır. Liva-ül-Hamd, halenCennette olup, sonsuz bir sahrada, Hamd dağı üzerinde dikilmiş bin yülık yol uzunluğunda çok büyük bir sancaktır. Kabzası beyazgümüşten ve yeşU zebercedden, ucu kırmızı yakuttandır. Onun üçköşesi vardır. İki köşesinin arası 500 yıllık mesafedir. Sancağınüzerinde her birinin uzunluğu 500 yıllık mesafe olan üç satır yazılıdır. Birinci satır: «Bismillahir-rahmanir-rahimn, ikinci satır «Lâilâhe İllallah», üçüncü satır, «uElhamdü-illâhi-rabbil-alemin» yazılıdır. Bu büyük sancağın altında 70 bin sancak ve her sancağın altında 70 bin saf melâike vardır. Her safta 70 bin melâike durupCenab-ı Hakk’ı teşbih ederler. Bir de Beyt-ül-mamur vardır. Rah-metül flrdevs’te kırmızı yakuttan yüksek bir kubbedir. Cenab-ı Al
lah, Adem (A.S.)’ı, Cennetten yeryüzüne indirdiğinde tövbesini ka bul etmiş ve ona ikram olarak Beyt-ül-mamuru Cennetten yeryüzüne indirip bugünkü Kabe’nin yerine koymuştur ki, Adem (A.S.)için, Cennetin bir yadigârı olup tavaf ve ziyaret etsin. Onun, doğuya ve batıya açılan iki kapısı vardır. İçinde de nurdan iki kandil vardı ki, aydınlatabildikleri yerin tamamı, bugün Kâbe olmuştur.
Cenab-ı Hak’kın emriyle 7 kat göklerdeki melekler, nöbetlerini Adem (A.S.) ile birlikte Beyt-ül-mamuru tavaf ederlerdi. Beyt-ül-mamur, Adem (A.S.)’den sonra Nuh (A.S.)’a kadar yeryüzündeidi. Tufandan önce dünya semasına çıkarılmıştır. Kıyamet gününe kadar burada kalacak, sonra yine Cennetteki eski yerine alınacaktır. Bugün onun dünyadaki yerinde İbrahim (A.S.)’ın Cenab-ıAllah’ın emriyle inşa ettiği beyt-i-şerif vardır. Eğer Beyt-ül-mamurgökten düşse,'yine Kâbe’nin üzerine konar, ikisinin arasmda kalanyer de Harem-i-şerif olurdu. Bugün Kâbe duvarının bir köşesinde bulunup öpülen Hacer-i-Esved, Beyt-ül-mamurdan yadigâr kalmıştır. O taş, kırmızı yakutken, tufanda Allah’ın emriyle siyah olmuştur. Dünya semasındaki Beyt-ül-mamura her gün 70 bin melekgirip orda namaz kılarlar. Bunlar bir sınıf meleklerdir. İblis onlardan çıktığından cin olarak da adlandırılırlar. Sayılan o kadar çoktur ki, Beyt-ül-mamura bir kere girene, kıyamete kadar bir dahasıra gelmez.
KONU: 32 KISIMDAN İBARETTİR.
KISIM: 1 YÜKSEK CENNETLERİN ALTINDA OLAN MELEKLERİN ÇEŞİTLİ PERDELERİ İLE ALLAH’IN DENİZ VE HÂZİNELERİNİ VE HALLERİNİ, 7 KAT SEMAYI VE HER BİRİNDE OTURAN MELEKLERİN ŞEKİLLERİVE TEŞBİHLERİ
Ey aziz! Tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki : Cenab-ıAllah, yüksek Cennetlerin altında, güneş ışığından 70 bin perde yaratmıştır. Bunlann altında da karanlıktan 70 bin perde yaratmıştır. Bu perdelerde çeşitli melekler vardır. Onların altında kızgm-ateşli deniz, onun altmda Rakkı-menşur denilen deniz, onun altında da Kumkan denizi, onun altmda da hayvan denizi vardır. Budenizlerin adları, Allah'ın hazînelerinden kinayedir. Bu denizlerinaltmda 7 kat sema vardır. Parlak nurdan olup adı Ariban’dır. Burası erkek suretinde olan meleklerle doludur. Teşbihleri «Süpha-nallah ve bi-hamdihi, adede halkıhi vezneti arşîhi ve midâdi keli-mâtihiodir. Bunlar, Allah’tan gayrisini bilmezler, birbirlerine dahibakmazlar. Allah’ın korkusundan kıyamete kadar ayakta ağlarlar.Bu melekler, mukarreb melekler olup Ruhiyyin olarak
isimlendi-
rilir.Başkanlanmn ismi Rukyaîl olup 7. kat semamn bekçisidir.Onun altmdaki göğün adı Ruka’dır ,en güzel Lü’lü’den yaratılmış-
— 36 —
MARİFETNAME
tır. Melekleri genç oğlanlar suretindedir. Yüzleri gülden tazedir vehepsi de Allah’ın korkusundan rukü’a gitmişlerdir. Teşbihleri «Süp-hane rabbi’külle şey»dir. Başları ,adı Kemhail olup Altıncı semanın bekçisidir. Bunun altında adı Dinka olan beşinci gök vardır ki,kırmızı altından yaratılmıştır. Melekleri huriler suretinde olup hepsi de Allah’ın korkusundan oturmuştur. Teşbihleri: «Süphanel ha-likün-nur ve bihamdihi»dir. Başları, adı Semhail olup beşinci semanın bekçisidir. Onun altında ismi Erkulun olan beyaz gümüşten yapılı dördüncü gök vardır. Melekleri süvari şeklinde olup teşbihleri : «Süphanel-melik-il-kuddus rabbuna ve rabbül melaiketi ver-ruh»’tur. Başlarının adı Kâkâil olup dördüncü semanın bekçisidir.Onun altında adı Maun olan sarı yakuttan yapılmış üçüncü gökvardır. Melekleri, kartal suretinde olup, teşbihleri: «Süphanel-me-lik-ül hayyillezi lâ yemut»dur. Başlarının adı Safdail olup, üçüncüsemanın bekçisidir. Onun altmda kırmızı yahuttan yapılmış ikincigök vardır ki Adı Kadyum’dur. Melekleri, deve suretinde olup teşbihleri : «Süphane zil-izzeti vel ceberut»’tur. Başlarının adı Mikail’-dir. İkinci semanın bekçisidir. Onun altında da adı Berkia olan yeşil zebercedden yapılmış birinci gök vardır. Melekleri inek suretinde olup teşbihleri: «Süphane zil-mülkivel-meleküt» ’tür. Başlanİsmail’dir. Dünya semasının bekçisidir. Bu melek, çok büyük veçok güzeldir. Vekili, yağmurları her yere ayırıp gönderen Mikaü’-dir. Yağmur damlaları, onun hesabına göre dünyaya iner. Bulutlar ,onun sürdüğü yere gider. Bu 7 kat semanın kırmızı altındansayısız kapıları vardır ki kapalıdır. Anahtarları, «Allahu-ekber»ism-i-celilidir. Her semanın kapıları, reislerinin izniyle bekçileritarafından açılırlar.Bu 7 kat semanın her birinin kalınlığı beş yüzyıllık mesafedir.İki sema arasındaki mesafe de beşyüz yıldır. Bu yedi kat semanınbüyüklük ve mesafelerini belirtmekten maksat, rakamlarım göstermek değil, Cenab-ı Hak’km kudret ve azametine işaret etmek içindir. Çünkü onun kudreti, sonsuzdur. Bu 7 kat sema, şekil bakımından 7 çadıra benzerler, Dünyanın etrafında bulunan 8 Kaf dağından 7’si üzerine konmuşlardır. Sekizinci Kafdağı da dünya semasının içinde dünyamızı çevrelemiştir. Bu göklerin çevresi, bu dağlarla son bulmuştur.
— 37 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HZ.
KISIM: 27 KAT SEMANIN ALTINDA DÜNYA SEMASINA BİTİŞİK OLANDENİZLE BUNUN İÇİNDE BULUNAN GÜNEŞ, AY VEYILDIZLARIN DOĞUŞ VE BATIŞI VE BAZI HALLERİ :Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimlerinin bazıları diyorlar ki: Ce-nab-ı. Hak, dünya semasınm altmda ve ona bitişik bir su denizi yaratmıştır. O deniz, semanın içini bütün çevresiyle kaplamış olupdalgalarıyla birlikte, Allah-u Taâlâ’mn emir ve kudretiyle havadadurmakta, bir damlası dahi havaya düşmemektedir. Kendi arşınınnurundan yarattığı güneş, ay ve yıldızlar, adı geçen denizin içindebalık gibi yüzmektedirler.Cenab-ı Allah, önce bütün kürelerin en büyüğü ve parlağıolan güneşi, sonra ayı yaratmıştır. Daha sonra Cebrail (A.S.) Ce-nab-ı Hak’kın emriyle Ayın yüzünü kanadıyla silerek ışığını yoketmiştir. Böylece aydınlığı sönüp gece ile gündüz ayırdedilsin veonunla sene ile ayların hesabı bilinsin. Ay yüzünde çizgiler gibi görünen siyahlıklar, sönmüş olan ışığının izleridir. Cenab-ı Allah, adıgeçen deniz içinde Güneş için 360 ilikli elmas cevherinden bir vasıta yaratıp güneşi onun üzerine yerleştirmiş, her iliğini tutmakiçin de bir melek tayin etmiştir ki güneşi, o vasıtasıyla o denizdedoğudan batıya çekip götürsünler.Cenab-ı Allah, Ay için de 300 ilikli, san yakuttan bir vasıta yaratıp ayı onun üzerine koymuş, her iliğini tutmak için de bir melek tayin etmiştir ki Ayı, vasıtasıyla o deniz içinde doğudan batı ya çekip götürsünler. Ayrıca yine Ay için Lahür cevherinden 60ilikli bir kılıf yaratmıştır ki ona da 60 melek tayin etmiştir. Sonraaym vasıtasını çeken melekler, onu güneşten gün be gün uzaklaştırdıkça, kılıfına tayin olunan melekler.de Aydan, azar azar kılıfını uzaklaştınrlar. Böylece ay güneşe karşı tam geldiği zaman,kılıfı da tamamen çıkmış olur ki, o zaman Ay tam Bedir halindegörünür. Melekler güneşi, aya yavaş yavaş yaklaştırdıkça öbür taraftan da kıbfını aynı oranda yaklaştırırlar. Ay, güneşe yaklaşınca kılıfım da ona tamamen giydirirler. Bu durum kıyamete kadarböylece devam edecektir. Bunun için Ay, bazen hilâl, bazen yarımay, bazen de Bedir halinde görünür. Diğer küre ve yıldızların en
— 38 —
MARİFETNAME
büyüklerine onar, en küçüklerine birer melek tayin edilmiştir. Böy-lece, Cenabı Allah’ın emir ve takdirine göre o denizde onlan yü-rütür, belli zamanlarda doğuş ve batışlarını sağlar ve Kaf dağının
arkasında, adı geçen denizden gezegenlerle yıldızların her birini
yine kendi doğuş yerlerine götürürler.Yıldızlardan çıkan ateş parçalan Allah’ın emirlerine karşı ge-len şeytanları döver ve yakarlar. Hak Taâlâ’nm kudretiyle güneş,
ay ve bütün yıldızların yalnız beş tanesi için dünyanın iki tarafın-da çok sayıda doğuş ve batışlar yaratmıştır. Onun için bunlara 7
gezegen derler ki her gün her biri başka bir yerden doğar ve baş-ka bir yere batar.Cenabı Allah, güneş için doğu tarafından, siyah topraktan
kaynayan 180 pınarı, doğurmakta ve yine batı tarafından siyah
balçıktan çıkan 180 pınarı batırmaktadır ki, bunlar şiddetli ateş
üzerinde fıkır fıkır kaynayan kazanlar gibi kaynamaktadır. Sonra
güneş, Allah'ın takdir ve bilgisiyle altı ay kadar her gün yeni bir
yerden doğup başka bir yerde batmaktadır. 6 ay bitince yine doğuş
ve batış yerlerine döner, sene tamamlanınca yine eski yerine dön-mekte ve böylece kuzeyden güneye, güneyden kuzeye doğru daimî
hareket halindedir. Bu sebepten kış mevsiminde güneşin doğuş ve
batışı güney yönünden olmakta, yaz aylarında ise kuzey yönünde
olmaktadır. Bu hal, kıyamete kadar böyle devam eder. Eğer güneş,
adı geçen denizde batık olmayıp havaya gelseydi o, bize çok yakın
olacak ve yerdeki bütün yaratıkları yakıp kavuracaktı. Eğer aym
güzel ve ışıklı yüzü o deniz vasıtasıyla örtülmeyip olduğu gibi gö
rünseydi dünya halkının ayın güzelliğine hayran kalıp onu kendi-lerine ilâh edineceği söylenmektedir.
KONU:44 KISIMDAN İBARETTİR.KISIM: 1CEHENNEMİN YARADILIŞI VE HALLERİ :Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Cenab-iAllah, yerin 7 kat altmda yedi tabaka Cehennem yaratmıştır kiher tabakası birbirinden aşağıdadır. Bu tabakalardan herbirininarası ise beşyüz yıllık mesafededir. Cehennemin 7 kapısı vardır.Herbirinin içinde ateşten 70 bin dağ vardır. Her dağda ateşten 70bin dere, her derede ateşten 70 bin kale, her kalede ateşten 70 binev, her evin içihde, kızgın yağlar, kelepçeler, zincirler, sandıklar,köpekler, yılanlar, akrepler, zehirler, kaynar sular, buzlar ve zakkum gibi bin türlü azab verici şeyler vardır. Cehennemde kara yüzlü, gök gözlü Zebani denilen, merhametsiz ve sayıları hesapsızmelekler vardır. Cenab-ı Allah, zebanilere Mâlik adında korkunçbir başkan tayin etmiştir. 7 kat cehennemin hâkimi budur. Her Cehennemin azabı, bir altındakinden daha hafiftir. Birinci kat cehennem Ümmet-i Muhammed’in asileri içindir. İkinci Cehenneminadı, Sâîr olup Hıristiyanlar içindir. Üçüncüsünün adı Sakar’dır.Yahudiler içindir. Dördüncüsünün adı, Cehim’dir, dinden dönenler ve şeytanlar içindir. Bunun azabı elimdir. Beşincisinin adı Hut-ma olup, dipsiz kuyuları vardır. Yecuc - Mecuc kâfirler içindir. Altıncı Cehennemin adı, Lazza’dır. Puta ve ateşe tapanlar ile sihirbazlar içindir. Yedinci Cehennemi adı Haviye’dir. Zındıklar (dinsizler) ve münafıklar içindir. Bu cehennemin azabı, hepsinden şiddetlidir. Bütün cehennemlerin 7 binden fazla basamakları vardır.
— 40 —
MARİFETNAMEKISIM : 2
ADEM (A.S.)’IN YARADILIŞI, CENNETE GİRMESİ, SONRA
ORADAN ÇIKMASI, ZÜRRİYETİYLE YERYÜZÜNÜŞENLENDİRMESİ, PEYGAMBER (S A V.) EFENDİMİZİN
DOĞUMU, VEFATI, YÜCELİĞİ VE ŞERİATI :
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Hakta-âlâ, ruhlar âlemini yarttıktan 2 bin yıl sonra cisimler âlemini yarattı. 6 günde Arş-ı-âlâdan karanlık perdelere varıncaya kadar,hepsinin düzenini tamamladı. Sonra Kerrübiyyün meleklerine arş-ı-âzamı, Hafun ve Saffun meleklerine Arşın yanını mesken yaptı.Diğer meleklerin de herbirine bir makam tayin etti. Bir sınıfımKürside, bir sınıfını Sidre’de, bir sınıfım livaül-hamd altında, birçok sınıflarını da Cennette huriler ve gılmanlar ile yerleştirdi, meleklerin binlerce sınıfını da göklerde, yerde, denizlerde, Cehennemde doldurmuş ve buradaki yaratıklarının hizmetine vermiştir. Cehennemdeki melekler Zebanidir. .Kâinatın her tarafım meleklerle dolduran Cenab-ı Allah yer yüzünü de çeşitli yaratıklarla doldurdu. Yeryüzünün her yanındadan bitirdi ve bir Tavus kuşunu yaratıp bütün o darılan kendisine rızık yaptı. Kuş, zamanla bütün o darılan yemiş, yalnız on derede kalan taneleri, biter korkusuyla, günde her dereden onar tane yemeye başlamış. Bir zaman sonra bir tek derede darı kalmış. Sonra o kuş, günde yalnız on tane yemeğe başlamış ve ona takdir edilmiş olan rızık taneleri bitince ölmüş. Bir düşünün ki, bu dünya, nekadar zamandan beri bugünkü düzenini bulmuş ve nelerden gerikalmış?...Sonra Hak Taâlâ, yeryüzünde hikmetiyle renksiz, dumansız
ve
hararetsiz ateşten Cân’ı yarattı, adını Maric koydu. Sonra
karısını
yarattı, ona da Marice adını verdi. Onların izdivacından Cin taifesi üremiştir. İblis, bunlardandır. Zamanla bu Cin taifesi öyle
ço-
ğalmış ki yeryüzünü doldurmuş. Onların asıl sureti
insanlarınkine
benzer. Fakat bedenleri, meleklerinki gibi lâtif olduğu
için diledik-
leri şekillere girerler. Nihayet dünyaya sığamayacâk
kadar
çoğalan cinler, Allah’ın emriyle dünya semasına
çıkmış ve orada
yaşamaya başlamışlar. Bütün Cinler, gece-gündüz
Allah’a ibadet
eder,
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
HZ
emirlerine asla karşı gelmezler. Fakat' 7 bin sene sonra, cinlerin yeryüzünde kalanları kötülük yapmaya ve kan dökmeye başladılar,ibadeti terk edip Allah’a isyan ettiler. Cenab-ı Allah’ın her yüzyılda bir kendilerine gönderdiği Peygamberi öldürdüler. Böylece 12bin
senede 120
Peygamberi katlettiler.Sonra Cenab-ı Allah onlara gazap edip dünya semasında yaşayan iblis ile çocuklarını yeryüzüne göndermiş ve dünyadaki cinlerle birlikte toplandıkları yerde, tümünü ateşle yakmış. Sonrabaşka bir gökten gönderdiği İblisin torunlarını, bir denizin adalarına yerleştirmiş. O zaman İblis, Allah’a çok itaat ve ibadette bulunduğundan Hak Taâlâ, onu yedinci kat
göğe
çıkarmış, nihayetondan razı olmanın karşılığı olarak Cennete sokmuştur. Yeryüzünü de boş kalmasın diye dünya semasından gönderdiği meleklerledoldurmuş. Bunlar da bin yıl Allah’a ibadet etmişler, böylece Cinlerin yaradılışının üzerinden yirmi bin yıl geçmiş. Sonra Cenab-ıAllah, Adem (A.S.)’ı yaratmak istemiş, bunun için de Azrail (A.-S.) ’ı gönderip o kuru toprağı yoğurup hamur haline getirmesiniemretmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak, buhamura Numan vadisinde ,en güzel şekilde suret vermiş ve kendiruhundan başına üfürerek diriltmiş. Adem (A.S.) ’a secde etmeleriiçin meleklerine emretmiş. Bütün melekler Adem (A.S.)’â secde etmiş. Yalnız İblis, ona secde etmemiş, onun için de lanetlenmiştir.O da bütün zürriyetiyle Adem oğullarına musallat olmuştur. Bunlar, insanın vücudundan girer, kan gibi damarlarında akar ve vesvese vererek kötülüklere sürükler. Fakat hiç kimseyi zorla isyanave kötülüğe yöneltmezler. Ancak ibadetleri, iyilikleri güç, kötülükleri güzel bir eğlence, sefahati tatlı gösterir, bu yolla insanları is yana sürükler. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı yaradılışından 40 yılsonra göklere çıkarmış ve Fiıdevs Cennetine sokarak ona her çeşit nimeti ihsan etmiştir. Sonra onun sol böğründen Havva anamızı yaratmıştır. O zaman Adem (A.S.), çok sevinmiş, bu nimetindendolayı Allah’a sonsuz hamd ve şükürler etmiştir. Cenab-ı Hak onlara : «Cennetimde kalın, her çeşit nimetimden faydalanın, yalnızşu ağaca sakm yaklaşmayın, ondan yiyip bana asi olmayın» diyebuyurmuştur.Onlar da Allah’ın bu emrini dinlemiş ve tam bin yıl Cennettenimet ve zevk içinde yaşamışlardır. Fakat bu zaman akabinde
— 42 —
MARİFETNÂME
Adem atamız, Havva anamızın sözüne uyup yasak ağacından yi yince ikisi de Cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilmişlerdir. Adem(A.S.) Hindistan, Havva anamız da Cidde’de iki yüz yıl gözyaşı döküp pişmanlık içinde yaşadıktan sonra, Cenab-ı Allah tövbelerinikabul edip onları Arafat dağında birbirlerine kavuşturmuştur.Adem atamız ile Havva anamız bundan sonra Şam taraflarına gitmiş, beşyüz yıl oralarda yaşamışlar. Habil ve Kabil’in doğumundan sonra yine Hindistan’a gitmişlerdir. Ömürleri iki bin oluncaAdem (A.S.) Serendip adasında, 40 yıl sonra da Havva anamız Cidde’de vefat etmişlerdir. Sonra evlâtları yeryüzünde çoğalıp dünyayışenlendirmişlerdir. Adem (A.S.)’dan altı bin yıl soma Mekke’de,Hz. İsmail (A.S.)’ın soyundan, Kureyş kabilisine mensup Haşimoğullarından olan Abdullah ile Amine’nin evlenmelerinden Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed40 yaşma gelince Peygamber olmuş, Kureyş kabilesi halkındangördüğü kötülükler ve çektiği eziyetlerden dolayı Medine’yi göçmüş ve İslâmiyeti yaymış. 63 yaşında iken orada vefat etmiştir.Hz. Muhammed (S.A.V.), son Peygamber’dir. Şeriatı Kıyamete kadar bâkidir.KISIM: 3KIYAMETİN ZAMANI VE ALAMETLERİ, SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ,ZELZELE VE YARATIKLARIN HELÂKI,GÖKLERİN YIKILIŞI:Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Kıyametzamanı ve alâmetleri; biri gizli, diğeri açık olmak üzere ikidir.1 — kıyametin gizli alâmetleri: İnsanda, izzet-i nefis, saygı,sevgi, şefkat ve merhamet, haya ve edep, cömertlik, sözünde durma, vefalı olma, doğruluk, koruyuculuk, dostluk, din, takva ve şeriata bağlılık kalmayacak, şehirlerde cami çok, fakat cemaatları azolacak, her tarafta binalar yükselecek, ince elbiseler giyilecek, kadın ve gençler fazla süslenecek ,kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara giyim, kuşam, davranış ve diğer şeylerde benziyecek, erkekler kadın, kadınlar erkek işlerini yapacak, hayır ve bereketazalacak, doğum kısılacak, ahkâm satılacak, kötü insanlar beğe-
— 43 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ
nilip övülecek, faziletli ve iyi insanlar hakaret görecek, zinalar vegayrı meşru doğumlar artacak, fısk, fücur ve sefahat çok fazlaolacak, mezarlar süslenecektir.2 — Kıyametin açık alâmetleri: Deccal’m çıkışı, Ay tutulmalarının artması, üç yıl boyunca kıtlık olması, yoğurt bir dumanınortalığı kaplaması, İsa (A.S.)’nm, Şam’daki beyaz minareye inipDeccal’ı öldürmesi ve İslâm şeriatini yayması, Hz. MuhammedHz. İsa (A.S.) ile buluşması, Dabbet’ül ard’ın ortaya çıkması, Ye-(S.A.V.) soyundan Mehdi’nin çıkması, 40 yıl adaletle hüküm sürüpcuc ve Mecuc’un İskender şeddini aşarak yeryüzüne dağılması, Hz.İsa (A.S.)’nm Mekke’ye gitmesi ve orada vefat etmesi ve Allah’ınevi olan Kâbe’nin yıkılması, sonra güneşin batıdan doğup yineoradan batması.Bu alâmetlerin hepsi olup bittikten sonra misk ve amber ko*kuşuna benzer güzel ve serin bir rüzgâr esecek, bununla müminlerin ruhları şenlenecektir. Bundan sonra Kur’ân’ın hükümleri yer yüzünden kalkacak, bütün insanlar cehalette kalacaktır. Bu durum yüz yıl sürecek ondan sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e suraüfürme emrini verir. Surdan çıkan sesin şiddetinden o anda 7 katgökte bulunan melekler ve dünyadaki bütün yaratıklar, kıyametinkoptuğunu sanarak yüzüstü düşüp bayılırlar. Göklerle yer sarsılır, yıldızlar dökülür, insanların saçı sakalı bir anda ağarır, gebe kadınlar çocuklarını düşürür, insanlar şuurunu yitirmiş sarhoşlaradöner, bu şekilde birinci sur üfürüşünün korkusu 40 yıl sürer. Sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e ikinci defa sura üfürmesini emreder. O da ikinci üfürüşü öyle şiddetli yapar ki bütün dağlar yerinden kopar, tıpkı havaya savrulan pamuk hallacı gibi dağılır. 7 katgök, parçalanarak su gibi eriyip yeryüzüne dökülür. Bütün denizler kurur. Güneş ve ayın ışıkları yok olur, bütün dünya karanlığabürünür. Kainattaki bütün yaratıklar bir anda mahvolup yok olur.Yalnız Allah’a mukarreb olan 8 melek sağ kalır. Sonra Azrâil, bu7 meleğin de ruhunu alır. En sonra kendi ruhunu alırken öyle birhaykırışla bağırır ki yer ve gökler sarsılır. Böylece bütün âlemdehiçbir canlı kalmaz, yer yıkık ve boş olarak böyle devam eder. İşte o zaman Cenab-ı Allah, bu mülk kimindir? sorusunu sorar, fakat kendisinden başka bir canlı olmadığı için yine kendi kendine;Bu mülk yalnız ve yalnız kahhar olan Allah’ındır, cevabım verir.
— 44 —
MARİFETNÂME
KISIM : 4ÜÇÜNCÜ SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ, ÖLÜLERİN DİRİLİŞİ VEMAHŞERDE TOPLANMALARI, AMEL DEFTERİNİN VERİLİŞİ,HESAP VE TARTI İŞİ, SIRAT KÖPRÜSÜ VE ÂRÂF :Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki:Cenab-ı Hak, yeryüzünü şiddetli bir rüzgârla dümdüz edip Mahşer yerini Dımeşk sahrasının bir yerinde, bu yeryüzünden yüzbin defadaha geniş yapar. Sonra Arşın altında olduğu bildirilen denizden40 gün erkek menisi gibi bir yağmuru yeryüzüne indirir ve bütündünyayı deniz gibi su ile doldurur. Yerde bulunan ve toprak olmuşolan bütün insan ve hayvan vücutları o yağmuru çeker ve sonrabedenin bütün kısımları bir araya gelip her cesed eskisi gibi yerdebakla gibi biter ve evvelki haline gelir. Sonra Cenab-ı Allah, 8 mu-karreb meleğini tekrar yaratır ve İsrafil (A.S.)’e, sura üçüncü defaüfürmesini emreder. O da bu üçüncü üfürüşü, öyle yavaş ve şefkatle üfürür ki, surun içinde bulunan bütün ruhlar etrafa yayılır veher ruh kendi bedenini bulur. Tıpkı, bir sürü içinde kendi anasınıbulan kuzu gibi. Bütün melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar ve hayvanlar bir anda dirilir ve Mahşer yerinde toplanırlar.Bütün Peygamberler, veliler, âlim ve salihlere, cennetten giyecekve burak (binek) gelir. Hepsi giyinir ve buraka binip gider, Arşıngölgesindeki minber ve kürsilerde rahat ve selâmetle otururlar.Geri kalan bütün yaratıklar ise aç, susuz, başları açık, vücutlarıçıplak, yalın ayak yürüyerek bitkin ve yorgun bir halde mahşeralanında toplanırlar, sıklaşıp ayakta dururlar. Kendilerine çok yakın olan güneşin hararetiyle ter döküp dururlar. Günahına göre,kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar terin içine gömülürler. 700 bin Zebani, Cehennemi, yer altındanmahşere götürürler ve halkı çepçevre sararlar. Mahşer ehli, elli bin yıl kadar o halde hesaplarının görülmesini beklerler. Dünyadaiken her insanın sağ ve sol omuzunda bulunan ve Kiramen, kâtibin denilen iki meleğin tuttuğu amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlere ve İyilere sağdan, kâfirlere ve kötü insanlara soldanverirler.Sonra Cenab-ı Hak, insanlarla vasıtasız konuşur. Hesaplarım
— 45 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
görerek mazlumun hakkım zalimden alıp, onun iyilikleri varsaalır mazluma verir, yoksa mazlumun günahlarını zâlimlere yükler.Hesap görüldükten sonra Cenab-ı Hak, hayvanları tekrar toprakeder. O zaman kâfirler .hayvanlan kıskanıp; «keşke biz de toprakolsaydık» derler. Sonra Mahşerde iki direk üzerinde çok büyük birterazi konur ki, her direğin uzunluğu beş yüz yıllık yoldur. Bu terazinin her kefesi dünyanın büyüklüğü kadardır. Bu teraziyle mahşer gününde insanların iyilikleriyle kötülükleri tartılır. İyiliklerigünahlarından ağır olanlar Cennete, hafif olanlar da Cehennemegönderilir. Cenab-ı Hakkın kerem ve. merhametine veya peygamberler, veliler, âlim ve salihlerin şefaatine uğrayanlar müstesna.Ancak bunlarm da imanla ölmeleri şarttır. Çünkü dünyadan imansız gidenlere, mağfiret, şefaat ve Cennet yoktur, ebediyyen Cehennemden çıkmazlar. İmanla ölüp, kötülükleri ağır gelenlere, eğerAllah mağfiret eder ve peygamberlerin, velilerin şefaati nail olmuşsa, kötülükleri kadar Cehennemde yanacak ve sonra Cennete gireceklerdir. Zerre kadar dahi olsa imanla gidenler, muhakkak Cehennemden çıkıp Cennete gireceklerdir.Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskin, uzunluğu üç bin yıllık yoldur. Bunun bin yılı yokuş, bin yılı düz, bin yılı da inişdir.Bu köprü, Cehennem üzerine kurulur ve bütün Mahşer halkı bunun üzerinden geçerler. Kimi şimşek hızıyla, kimi ok hızıyla, kimide atm koşması hızıyla geçip giderken, kimi de kötülüklerini yüklenmiş olarak yürür. Kimi Cehenneme düşüp yanar. Cehennemise şöyle bağırır; «Ey mümin, çabuk geç! Çünkü senin nurun muhakkak benim ateşimi söndürür.» Sonra bütün müminler, Sıratköprüsünü selâmetle geçerler. Kevser havuzundan su içer ve onda yıkanarak ayıp ve kusurlanndan temizlenirler. Ondan sonra Cennete girerler. Herkes orada rütbe ve makamım bulur ve onda ebediyyen zevk-u safa içinde kalır. Çünkü Cennet ehli her an oramnçeşitli nimetlerinden zevk ve lezzet alır, her hafta Cenab-ı Hak’kıgörme şerefine ererek, kendilerinden geçerler, gözlerin görmediği,kulakların işitmediği, akla ve hayale gelmiyen mutluluklar içinde yaşarlar.Cennetle Cehennem arasında kale duvarı gibi gayet büyük birsur vardır ki .yüksekliği tam beş yüz yıl, mesafe uzunluğu ise nihayetsizdir. Parlak ve renkli cevherlerden yapılmışta. Ona Araf
— 46 —
MARİFETNÂME
derler ki deliler ve kâfirlerin çocukları bu surun üstünde kalırlar.Cennet ehline bakıp içinde bulundukları nimetleri gördükleri zaman üzülürler. Cehennem tarafına bakıp halkım azap içinde gördükleri zaman da sevinir, Cenab-ı Hak’ka şükrederler. Bunlarınebedî hayatları da böyle geçer. Tenbih:Biliniz ki, bu anlattıklarımız dinin emir ve bilgileridir. Bu bilgilere inanmak ve güvenmek lüzumludur ve şarttır. Çünkü hepside Ayet-i Kerim ve hadîs-i şeriflere dayanır. Bunları, akim delilleriyle kıyaslamak ve üzerlerinde mantıkî fikirler yürütmek caiz değildir. Çünkü insan aklı, bunları idrakten acizdir. Ancak bizim enbüyük arzumuz, Cenab-ı Allah’a kavuşmak, O’nun kudret ve azameti üzerinde düşünmek, bize yol gösteren Kur’an ve hadîse bağlanıp bu yolda yürüyerek her iki dünya saadetine nail olmaktır.
— 47 —
FEN: 2ANATOMİ (TEŞBİH) İLMİ, BEDENİN MUHAFAZASI,CANIN KIYMETİ, DUYGULAR, BİTKİ VE HAYVANLARINCANLI OLUŞU, İNSAN RUHU VE RUHUN BAZI HALLERİBEŞ BÖLÜMDEN İBARETTİRBÖLÜM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI, BEDEN VECANIN BAŞLANGIÇ VE SONU, HAYVANİ RUH’UN BEDENDEKİBAZI TASARRUFLARI, İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGIÇ VESONU, BEDEN VE CANIN DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞ HALLERİ,BEDENİN DEĞİŞMESİ, RUH’UN DEVAMLILIĞI,ANNE MİSALİ OLAN DÜNYA TERBİYESİALTI KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1 TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARIEy Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Bedenin terkibinin neleri ihtiva ettiğini inceleyen ilme, teşrih ilmi denir.İmam-ı Şafiî Hz.’leri diyor ki:
«İlim ikiye ayrılır:
1 — Bedenî ilimler.2 — Din ilimleri.»
MARİFETNÂME
Onun bu sözleri, bedenî ilimlerin en önemli ilimlerden biri olduğunu bildiriyor. Şu halde anatomi, yani teşrih ilmi çok kıymetli ve leziz bir ilimdir. Çünkü anatdftü; hakikate erenlerin hikmetlerinin sonucu; işinin ehli doktorların sermayesi, ehl-i yâkîn’innimeti, dinin ve dünyanın kazanılmasının vesilesi, Allah’ı bilme vetanıma âletidir.Doktorlar, sırf mesleklerine yardımcı olması için bu ilmi öğrenirler. Onu bilmeyenler, ne tıbbı, ne de hikmeti bilemezler. Hemkendilerini ve hem de kendilerini yaratan Allah’ı tanımaktan gafil ve uzaktırlar. İnsanların birçoğu O’nu bilmek hususunda al-danmışlardır. Öğretim görenler varsa da bu öğretimlerim tıp ilminde ihtisas için yaparlar. Allah’ı tanımak, bilmek için öğrenen,onunla metanet bulur. Kendini tanıyacağı gibi, sonra da kendisini yaratan Allah’ı tanır.Şu halde anatomi ilmine gereken önemi veren, bu husustaaraştırmalar yapar. Cenabı Hakk’ın kudretini müşahede edenbir kul olursan, senin istifade edeceğin üç türlü fayda sana ulaşır ki, bu faydalar şunlardır:1 — Bedenî seyredersen aklın hayrete düşer. Şaşırır kalırsınve görürsün ki, eşyamn benzerini taşıyan bu bina ve bu süslü şekil, kemâl düzeni, en güzel yaradılış üzeredir. Cenabı Hakk, onun yaradılışım böyle yapmıştır. Onun için âcizlik ve noksanlık düşünmek mümkün değildir. Onu gören yüce yaratıcı, karşısında ne derece âciz olduğunu görür. Sen de aynı durumdasın. Bedenim gör,o zaman Allah’ın kudreti ne derece sonsuz olur. Bunu ilmelyakînüe ancak böyle bilebilirsin.2 — Bu eşsiz, anlayışlı, faydalı ve süslü eseri yoktan varedenve onu süsleyen yaratıcının ne derece âlim ve ne derece hâkim olduğunu görür ve bu hususta en küçük bir şüpheye düşmezsin. Bunun için de Hakk-ı Bâri olan Cenabı Hakk ay-ı yâkın ile, yani yapının şehadetiyle görerek anlarsın.3 — Bu ilmi öğrenmekle Allah’ın sana verdiği türlü lütuf veihsanlarını, yardımlarını, merhametini ve şefkatinin olgunluğunuanlar, böylece de Rabbinin seni her an için terbiye etmekte olduğunu inanarak Hakkel yâkln ile idrak edersin.Çünkü Cenabı Hak, vücut binasını öyle hassas bir temeleoturtmuş ve yapım ve çalışmasında en ufak bir noksanlık bırak--
W-
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
mamış ve bu binayı çok mükemmel bir şekilde kurmuştur. Cenabı Hakk’ın zikrettiğimiz bu ihsanı lütfü, merhameti ve yardımısadece insanlara mahsus değildir.Onun lütfü ve inşam
sınırlı
olmayıp 18.000 (on sekiz bin)âlemi kaplamıştır. Atları, kedileri, yırtıcı hayvanları, kuşları, sinekleri, anları ,yılan ve karıncaları yaratan, nesillerinin devamını sağlıyan, süslerine ve gıdalanmalarma temel sebep teşkil edenhallerinde ve tavırlarında hiç bir noksanlık bırakmıyan ve hepsinikendi cinslerine ait vasıfta kemâl üzere yaratan O’dur.
İmamı Gâzâli diyor ki:
«Mahlûkattaki mevcut açık halden (Allahını varlığını isbat.eden) daha açık bir hal olamaz.»Demek oluyor ki, anatomi (teşrih) ilmi, insanın kendini bilmesinin ve tanımasının anahtarı olup, bu da (kendini bilmekte)Rabbini tanımanın anahtarıdır. Ancak ikisi arasında büyük farkvardır. Allah’ı bilmek ve tanımanın, kendini bilmek ve tanımaktan farkı, güneşten bir zerre, denizden bir damla gibidir. Ancakbeden, ruhun bineği durumundadır. Esas gaye, Allah’ı bilmek vetanımak olup ,beden bineğinin süvarisi de nefistir.Kendini bilmeyen ve tanımayan kimsenin Allah'ı tanımak vebilmek iddiasına kalkışması, kendisinin yemeye birşeyi olmıyan,fakat buna rağmen şehrin fakirlerini ziyafete davet eden kimsenin haline benzer ki, bua çık bir iflâstan başka birşey değildir. Herinsan, önce kendini bilmesi ve ondan sonra da Rabbini tanımagayret, şefkat ve iddiasına girmesi, böylece sevgiye ermesi, sevki-liye kavuşmasının husule gelmesi icabeder. Çünkü kendini tanımak, Hakk’m tanınmasını icabettirir. Hakk’ı tanımak ta, O’nunsevgisini k&anmay ıicabettirir. Meselâ güzel bir yazıyı veya fasîhbir şiiri görüp okursan, yazanını ve söyliyeninin tanıyıp onu sevmesi ve görmeği candan istersin. O da seni sevip muvafakat eder.Yarabbi, bize kendimizi tammayı, seni bilmeyi ve sevmeyi na-sib buyur. Ya vedûd, ya Allah, ya Rahim!..
marifetnâme
KISIM: 2İNSAN BEDENİNDE OLAN ALLAHÜ TEALA’NIN BAZIGARİB SAN’ATLARI VE HAKKIN EMRİ İLE HAYVANİRUHUN BAZI TASARRUFLARI VE BEDENİN BAZIUZUVLARININ ÖZELLİKLERİEy Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki;İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden,kalbin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âleminözüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,Beyt-i Rahmandır. Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’at-lar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetlervardır.Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardırki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyâri hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için yaratılmıştır. Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrâr edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyorve nasıl olduklarından gâfil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadarbilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabakaolup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ettenizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatlerini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini veruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâiç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer veböbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, İşe yaramıyam dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi .hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır. Her biri kendi işini
— 51 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
yapmakta ve hiç gafil olmamaktadır. Zira hayat kaynağı olan yürek, her an bu organlara çeşit çeşit hareket ve kuvvet göndermektedir. Sonra midede olan çekme kuvveti, çeşit çeşit yiyecekleri mideye çekmekte; tutma kuvveti tutmakta, sindirim kuvveti pişirmektedir. Sonra ayırıcı kuvvet, pişmiş gıdaların kalınım incesinden ayırmakta, dışarı atıcı kuvvet, o kalınları mideden barsak-lara itmektedir. Ondan midede kalan latif ve inceleri, karaciğerkendine çeker. Ciğerde olan musavvire kuvveti onu kan rengineboyamaktadır. Onun üzerinde meydana gelen siyah köpük —kiona sevda derler— onu dalak çekip .kendine tebdil etmektedir. Kalan san köpük —ki ona safra derler— onu öd kesesi kendine çekip,değiştirmektedir. Onda olan balgamı da .akciğer çekip nefesle boğaza çıkarmaktadır. Sonra bunlardan süzülüp ayrılan kan, ciğerde su ile karışıp kıvam bulmadığından, kandaki o fazla suyu böbrek çekip süzmekte ve ayırmaktadır. Böbreklerde kalan artık, sidikolup mesaneye gider. Kalan kan, kıvamında olup, damarlarla bütün vücuda yayılmaktadır. Besleyici kuvvet, oluşan bu kandan,organlara ihtiyaçlarına göre büyüme ve beslenme kuvveti verir. Buda bedende et ve yağların oluşmasına, kişinin kuvvet ve hudret temin edip hayat bulmasına sebep olmaktadır.Damarlarda dolaşan kandan erkekte insanların üremelerinitemin eden meni, kadında da yumurta ve süt meydana getirir. Bütün bunlar kendilerine ayrılan depovari yerlerde toplanmakta,meselâ süt göğüslere gelmektedir.Bedende arıza olur mu? Olursa ne olur?Evet. Meselâ, diyelim ki; Dalakta bir arıza olsa durum neolur? Bu durumda dalak, kandan sevda adı verilen siyah köpüğüayıramaz. Kan onunla beraber kalır ve bedene öylece yayılırsa budurumda hamma, cüzzam, delilik gibi hastalıklar meydana gelir.Öd kesesinde bir rahatsızlık olması halinde, öd kesesi kandan ayırması gereken safrayı ayıramaz ve bundan da sarılık, siroz, su toplanması ve safra gibi hastalıklar meydana gelir. Bedendeki mevcut azalardan herbiri kendi yerinde ve kendine ait görevleri ve hizmetleri yerine getirirler. Bunda bir aksilik olması ve azalardan birinin görevini yerine getirememesi halinde çeşitli hastalıklar olacağı gbi, bu hastalıklar insanların bedenini mahveder.
— 52 —
MARİFETNAME
KISIM: 3
İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGICI VE SONU
Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:İnsan bedeninin başlangıcı da sonu da topraktır.Cenabı Hak buyuruyor ki:«Sizi ondan (topraktan) yarattık. Ölümünüzden sonra da sizi yine ona döndüreceğiz.»(Ta’ha sûresi, âyet: 55)Yukarıda anlatıldığı gibi, yıldızların ışınlarının etkisiyleAnâsır-ı Erbâa (dört unsur) birieşir, kanşır ve belirli bir ortamoluşturunca toprak artık aslından döner. Yani, toprak olduğu halde sonradan bitkiye döner, bitki suretine girdikten soma da yaekmek ,ya da hayvanlara yem olur. Et ve hayvan da insanlara gıda olur. Böyle olunca da yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, cazibeadını verdiğimiz çekici kuvvet —iştiha da denilmektedir— gıdayıkendine doğru çeker. Tutucu kuvvet ise onu midede muhafaza altına alır. Sindirici kuvvet ise sindirim (hazım) ini yapar. Ayıncıkuvvet, kalın ve incesini ayırarak kana dönüşecek kısmı diğerle-rindenç ıkarır. İtici kuvvet ise geride kalan kanın haricindeki yoğun kısmı baısaklar yoluyla dışarıya atar.Bu durumda midede tabii sıcaklığın zayıf veya kuvvetli oluşuna göre 2-3, ya da 4 saatte bir meydana gelir ki, buna Birincisindirim adı verilir. Sözünü ettiğimiz süzülen lâtif sıvıyı karaciğerkendisine doğru çeker ve midede meydana gelen olayların aynısıburada da meydana gelir. Orada yoğunlaşan bu sıvı, dört kısmaayrılır:1 — Dalağa giden kısım ki, bu karasevda adını verdiğimizsıvıdır.2 — Ödkesesine giden kısım ki, bu da safra olur.3 — Böbreklere giden kısım ki, orada idrar olur.4 — Akciğere giden kısım ki, o da göğüste balgama dönüşür.Bu hallerin oluşu da kuvvet ve zayıflığa göre 2-3 veya 4 saat
53 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
te meydana gelir ki, buna da İkinci sindirim adı verilmektedir.Ciğerde kalan lâtif ve temiz kan, damarlar ile başı ve bütünbedeni dolaşır. Kanın bütün bedeni dolaşıp dolanımını tamamlamasına da Üçüncü sindirim adı verilmiştir.Bu sindirim sonucunda kalan yoğun kısmı, deliklerden çıkar,kulaklarda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, kıllarda ve tırnaklarda ter ve bedende de kir olur. Yoğun kısım bu yollardan dışarı ya çıkmadığı takdirde bu durumda bedende nezle, verem, yara,çıban, cerahat gibi şeyler meydana gelir. Sonra damarların içindekalan ve dolaşan temiz kan, bütün organları dolamr; organlarınherbirine görevlerini yapma, güç ve kuvvetini verir. Buna daDördüncü sindirim denilir.Bu sindirimin yoğun kısmı bedenden noksan kalan uzuvların eksiklerini tamamlar. Bedende et ve yağ yaparak bedeni topluve şişman yaparak güzelleştirir. Sıvının kalan lâtif ve temiz kısmıise, insanın soyunun devamına sebep olan mani olur. Bu sır; erkeklerde meni, kadınlarda ise hem meni, hem de süt olur.Gıdamn özü durumunda olan meni, bir nutfedir. Erkeğin kadınla cinsî münasebette bulunması anında kadının döl yumurta-larıyle birleşerek ana rahmine gider. Orada yerleşen nutfe, 40günlük bir müddet içinde şekil değiştirir ve kan pıhtısı haline döner ki buna alaka denilir. 40 gün daha geçtiğinde, yani menininana rahmine girmesinden 80 gün sonra çiğnenmiş et haline gelirki ,buna da müdga adı verilmektedir.40 gün daha geçince (yani 120 gün sonra) sözünü ettiğimizmüdga içinde kemik, sinir, damar, uzuv, et, yağ, tüy, tırnak gibişeyler meydana gelir. Şu halde 4 ayın sonunda cenin kemâlineerer ve Cenabı Hak, ona ruh verir ve o da göbek yolu vasıtasıylagıdasmı kandan temin eder. Beslenen çocuk eğer sekizinci aydadünyaya gelirse ölür. Ancak 7. ve 9. aylarda dünyaya gelirse yaşar.Bu hususta Kur’an da bize bilgi veriyor:Cenabı Hak buyuruyor ki:«Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık.Sonra Adem neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe yaptık.
— 54 —
MARİFETNÂME
Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Derken, o kanpıhtısını bir çiğnem et yaptık. O et parçasını da kemiklere çevirdik de o kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaradılış(can) verdik. Şekil verenlerin en güzeli olan Cenabı Hakk’ın şanı ne yücedir.»(Mü’minün sûresi, âyet: 12-13-14)Şu halde, söylediklerimizi hülâsa edecek olursak, insan bedeninin esasının toprak olduğunu hemen zikredelim.Önce bitkilere dönüşen toprak, ekmek veya hayvanlara yemolur. Sonra o ekmek ve hayvanda insanlara gıda, erkeklerde meni, kadınlarda da süt ve üreme yumurtaları olur. Erkek-kadın birleşmesi sonucu sıra ile nutfe, alaka, müdga, cenin olur ve sonrada et, kemik ve damarlar dolar. Sonra Allah’ın takdiri ile ya kadın, ya da erkek olarak kendilerine can verilerek dünyaya gelirler.Dünyaya gelen insan, ya ömrü uzun olur ve uzun seneler yaşar, yahut da gençliğinde, çocukluğunda vefat eder. Göklerin felekleri ve yıldızların ışınlarından müsait kıvamını bulan toprak unsurlarının bin parçasından da ancak binde biri ekmek ve hayvan,hayvanın da ancak bin parçasından biri insan gıdası olur. Gıdanın da ancak bin parçasından biri meni olur. Bir damla menidenrahime giden sperma ise sadece birdir.Rahme düşen nutfeleıden ancak binde biri çocuk olarak dün yaya gelir. Doğanlar için de yaşayanların sayısı da binde birdir.Yaşayanlardan ancak binde biri büluğ çağına kadar yaşar.Yine yaşayanlardan da binlercesinden ancak biri gerçek mü’min olur. Mü’minlerin nice binlerinden ancak biri âlim olabilmekte, binlerce âlimden de ancak biri hakikati bulan olmakta ve nice hakikati bulan âlimden de ancak biri arif olmakta, onlarınnice bininden de ancak biri insan-ı kâmil derecesine erebilmek-tedir.Şu halde, gök feleklerinin hareketleri ve unsurların birleşmesi sonucu canlılar meydana gelir. Görünen kâinattan gayemiz, yalnızca insan-ı kâmilin var oluşudur. Çünkü, onun haricindekiherşey onun hizmetinde ve ona tabidir. İnsanlar içinde en kâmil
—55 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI IIZ.
olanı O’nun sevgilisi olan Resulüllalı S.A.V.’dir. Cenabı Hak, onunhakkındaki bir hadis-i kutside:«Habibim, Sen olmasaydın,
eğer Sen
olmasaydın, Ben bu âlemi yaratmazdım.» buyurdu.BEYT:Her bin senede bir gönül burcunaSemâ-ı aşktan böyle bir yıldız gelir.Verilen bu kadarcık bilgi ile insanın başlangıcı hakkında bilgi edinilmiş oldu. Herşey aslına döndüğüne göre, topraktan gelen insanın yine toprağa döneceğini bilmek herhalde zor olmasagerek.KISIM : 4BEDEN VE CAN (RUH’UN) DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞİ, BEDENİNDEĞİŞMESİ, İNSAN RUHU VE RUH’UN DEVAMLILIĞI.Ey Aziz!Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Eğer bir insan, kendisinin hangi devrelerden geçerek kemâlbulduğunu ve âkıbetinin de ne olacağını bilmek ister ve bunuaraştırmaya ve bundaki mevcut konakların esasına ermeyi arzuederse, baştan şunu bilsin ki .ihtiyarlamadan evvel genç idi, ondan evvel çocuk idi, ondan önce de geriye doğru sıra ile alaka,rahimde toplanan nutfe, babasımn sulbünde meni, annesiningöğsünde süt, döl yatağında yumurtalık idi. Yine ondan önce degeriye doğru sıra ile, damarda kan, anne-babasına gıda, hayvanve bitki, dört unsurun birleşimi olan toprak, mutlak cisim, küllîtabiat ve nihayet en evvelinde mücerred (soyut) cevher idi. Kendinde çeşitli değişiklikler meydana gelerek dünyaya gelen insan,cisim ve ruha ait bütün yollan geçmiş ve bugünkü hale gelmiştir.Artık karanlık ve aydınlık perdelerini tamamıyle ortadan kaldırmış, kendini tanımış ve idrak etmiş, sonra da kendini yaratanbaşlangıcının ne olduğunu, sonunun ne olacağını, nereden geldiğini ve tekrar nereye gideceğini bilmiş ve böylece ârif vasfına lâ yık olmuştur. Bu ruhî ve İnsanî yükseliş onun bütün güçlük ve
— 56 —
MARİFETNAME
zorluklarını çözmüş ve onu bütün arzularına ve muradına nailetmiştir.Evet, yaptığımız bu kısa izahtan da anlaşılacağı üzere, insanruhu hemekadar bedenle beraber ve ona yakın görünüyor ise de,esasen ruh, zâtı itibariyle bedenden ayrıdır. Beden geçici ve heran değişmeye müsait olup, bilfasıla değişikliğe uğramaktadır. Ruh,bedenden bu cihetten ayrılır, bedenin bütün konaklarını, uğradığıdeğişiklikleri seyrederek konakları birbirinden ayırır. Şu halde ruh,kalıcı, yani bâkidir. Ruh, bedenin değişim hallerini seyreder vebaşlangıç ve sonunu teşkil eden yollarını tefekkürle geçip, tezekkürle sonuna varmıştır.Ruh, gerek araştırma ve gerekse yakîn ile hallerin hakikatine vasıl olmuştur. Eğer bir insan, birşey hakkında bir fikir yürütmüş ve hakkında takdir etme yoluna gitmişse, bu o kimseninölçtüğü ve düşünüp takdir ettiği şeyin haricinde olduğunu gösterir. Hikmet kitaplannda ruh’un bedenden ayn olduğunu isbateden birçok deliller vardır. Bu hususta delillerin hepsini zikretmeksözü uzatır. Ancak buna uygun gelen bir delili buraya almakta fayda umut edilmiştir.(Meselâ, 50 yaşında bir insanı ele alalım. Bu insan, hem ruha ve hem de bedene sahiptir.) Bu insanın 5 yaşındayken ruhunasıl idiyse bugün de aynıdır. Ruhta cismî hiçbir değişiklik olmamıştır. Ama beden öyle mi? Elbette değil, çeşitli değişikliklereuğramış ve hâlden hâle girmiştir. Şekil değişmiş, sıfatlar değişmiş, boy, en ve hareketlerinde çeşitli değişiklikler görülmüştür.Önceleri genç ve kuvvetli iken şimdi yaşlandı ve zayıf düştü. Önceleri çok güzeldi, fakat şimdi eski cevvaliyetini kaybetti.Bu yaşlı bedenin geneç bedenden başka birşey olduğunu gösterir.Yine genç beden de çocukluk haldeki bedenden başkadır. Bedende bu ve buna benzer çeşitli değinmeler oluyorsa da ruh ayneneski halindedir, ölüm anında terkettiği bedenle mahşer yerindetekrar buluşur. Sonra da bedenle birlikte ya cennete erip mes’utve bahtiyar olur, yahut da cehennem azabıyla azaplanan bir bedbaht olur.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HZ.
KISIM: 5BEDENİN DEĞİŞİKLİĞE UĞRAMASI VE RUHUNBAKİ KALIŞIEy AziziHikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:İnsan ruhunda herhangi bir değişiklik olmayışının, buna
karşılık
bedeninin çeşitli değişikliklere maruz kalmasının sebebi,ruh’un yüksek âlemden (Alem-i Ulvî) gelmiş olmasındandır. Ruh, yüksek âlemin bir parçasıdır. Yüksek âlemde bir değişme olmadığına göre, onda da olmaz.Bedenin parçaları, yani bedeni meydana getiren bölümler iseaşağı âlem (Alem-i süfli) dendir. Bu âlem, değişmekte ve bozulmakta olduğuna göre, bedende de çeşitli değişmeler olur. Bu âlem4 unsurdan yaratıldığından, bu terkibden oluşan insan da bu bozulan ve değişen âlemin bir parçası olmuştur. Parçalar daimakendilerini meydana getiren asla bağlıdırlar. Bu sebeple külünde cüz’üne meyilli olduğu bilinmiştir. İnsan yaşlanınca can âlemine döner. Cenab-ı Hakk’m Kur’an’da:«Biz Allah için var olduk ve tekrar O’na döneceğiz.» âyetininsırn budur.İlâhî fazlın feyzinin mülk âlemine gelişi akl-î kül vasıtasiyleolur. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’mda:«Alemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun.» buyurması bunadelildir. Şu halde kül cüz’e eğimli olduğu gibi, cüz de kül’e eğimlive ona dönücüdür. Bu hususta diğer bir delil de şudur :Normal hayatını yaşayan insan acıkıp susar ve bu sebeplede yemek ve içmek ihtiyacını duyar. Çünkü her zaman için cüzler kül tarafına döner. Bu, bedene noksanlık ve zayıflık verir. İnsanın yemesi ve içmesi, onun bu husustaki noksanlığını giderir.Bu demektir ki, unsurlar tarafına yönelen beden, cüzlerinin yerine, gıda vasıtasıyla bedene girer ve bedene ihtiyacı olan kuvveti verir. Çünkü bedenin gıdası unsurlara dahil olan bitki vehayvanlar vasıtasıyla temin edilir.Gerçekten de 5 yılda bir insan bedeni bütünüyle erimekte veküle dönmektedir. Meselâ, 55 yaşma girdiğimiz zaman, bedeni
— 58 —
MARİFETNÂME
mizin mevcut cüzleri, 50 yaşına girdiğimiz zamanki bedenimizincüzlerinden tamamen farklıdır. Eski cüzler (hücreler) gider veonların yerine yenileri gelir. Bedene giren cüzler bedenin kendilerine ayrılan kısmına girer ve bedenin durumuna göre şekil alır.Bu durumdan haberi olmayanlar, bedenin de ruh gibi sabit birhalde olduğunu zannederler.Meselâ, bir kimse herhangi bir çölde siyah direk ve iplerlebir çadır kursa, bu kimse her hafta o siyah direk ve halatlı çadırıdeğiştirip yerine beyaz kazık ve halat koysa, bu duruma bir sene devam etse, sonunda da tamamen beyaz kazık ve halatlankoysa, bu durumdan haberi olmıyanlar bütün sene o çadırın be yaz kazık ve halatlarla kurulu olduğunu zannederler. Bilmezlerki, o çadırın ip ve kazıklan değiştirilmiştir. İnsanın bedenindekihücreler de aynı şekilde, hem içte ve hem de dışta değişmektedir.Eskiler gider, yerini yenileri doldurul- ki, bu da alınan gıdalardanmeydana gelir. Hücreler 5 yılda bir bütünüyle değişir ve başka birşekil alır.Cüz’ün külle ve külün de cüz’e eğilimi işte böyle olmaktadır.Her şeyi bütün hakikatiyle bilen yalnız Allah’tır.KISIM: 6CİHANIN BİZLERİ BİR ANNE MİSALİ TERBİYE ETMESİEy Aziz! Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:Üzerinde yaşadığımız bu âlem, âdeta bizim için şefkatli birannedir. Meselâ, bir anne, dünyaya gelen çocuğunu hem büyütürve hem de terbiye eder. Çocuğun alamadığı gıdaları annesi yi yip içer ve bu gıdalardan da süt olur. Bu çocuğa gıda olacak duruma gelir ve göğsüne çıkar, bunu emen çocuk, büyümesi içingerekli gıdayı alır. Çocuk nasıl böyle büyüyor ise, ve annesininşefkatine ihtiyaç duyuyor ise, âlem de aynı şekilde bizler içinşefkatli bir annedir. Anne diye ad verilen bu âlemin diğer annelere nisbetle büyük bir değişikliği vardır. Çünkü bütün anneler, yüzlerini dışlarına çevirdikleri halde, âlem yüzünü batınına çevirmiştir. Bu durumda bizler esasta kendi annemizin (dünyanın)karnında yaşamaktayız.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Peygamberimiz buyuruyor ki;«Saki, annesinin kanunda Said olan kimsedir. Şaki de anne*sinin kanunda iken şaki olan kimsedir.»Şu bir hakikattir ki, anadan doğma âmâ olan kimsenin gözlerinin görmesi imkânsızdır. Bu da gösteriyor ki, hem dünya vehem de âhiret saadetinin dünyadayken kazanma imkânı vardır.Zira biz, daha ana kamında bir çocuk gibi, yani bu dünya âle-mindeyiz. Bundan gaflete düşmek, insanın kendini tanımamasıve görmemesi olduğu gibi, Rabbini bilmemesi ve tanımamasıdır.Bu durumdaki insan, hem dünyada ve hem de âhirette kör olur.Allah tarafından Peygamberlerin, Velîlerin ve Alimlerin gönderilmelerinin sebebi, insanlara Allah'ın varlığım haber veripO'nun yoluna çağırmaktır. Bu davete kulak veren insanlar, Allah'ın sevgilisi olurlar.
— 60 —
KONU: 2BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ), GÖRÜNEN VE GÖRÜNMİYENAZALARIN MAHİYETİ, İNSANIN HAKİKATİ, DÖRT RÜKNÜNKARIŞMASI VE BUNUN SEBEP OLDUĞU DOĞUM.KISIM: 1BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ).Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Basit cisimler 4 tanedir. Bu cisimler insan ve diğer canlıvarlıkların bedenlerinin temelini teşkil ederler. Çünkü birleşik cisimlerin değişik türleri bu madenlerin birleşmeleri sonucu meydana gelir. Bunların esası dörttür. Bunlardan ikisi hafif, ikisi de ağırdır.Hafif olan cisimler:1 — Ateş, 2 — Hava.Ağır olan cisimler:1 — Su, 2 — Toprak.Ateş, havanın kendisini etkilemesiyle diğer cisimlere karışırve hararetiyle soğuk ve ağır olan iki unsurun soğukluk derecelerini azaltır. Onlar da unsur oluş özelliklerini değiştirir ve mizacey- ye mertebesine girerler. Bu ağır unsurlar, uzuvların kısalmalarının ve sakinleşmelerinin esası olur. İki tane olan hafif unsur daazalann hareket ve canlılığına sebep olur.Unsurların tamamına esas teşkil eden 4 unsur vardır. Bunlar:
— 61 —
MARÎFETNAME
1 — Sıcaklık (ısı), 2 — Soğukluk, 3 — Nem (yaşlık), 4 — Kuruluktur.Bu dört unsur esas olup, esas maddelerde mevcuttur. Bunlartabiî suretler üzerinde tesir icra ederler. Çünkü onlar, sıcaklık vesoğukluk hallerinde değişikliğe uğrarlar. Esasen tabiî suretler zat-lanyle kâimdirler. Dört keyfiyet şayet tabiî suretler olsalardı, onlar da hareket eder ve sabit kalmaları mümkün olmazdı.Basit maddeler dediğimiz bu dört esas küçülseler ve bir arayatoplansalar, maden, bitki, hayvan, yani mevâlidi selâse gibi tambirleşik cisünlerle temas kurup .birbirlerinin kemiyetlerinin zıtlıklarıyla birbirlerini etkileseler, o basit cisimler onun keyfiyetşiddetini kırsa, o birbirine zıt kemiyet (nicelik) 1er arasında herbirinde veya hepsinde eşit ve birbirine benzer müşterek bir keyfi yet meydana gelir. İşte bu ortak mizaca, tabiat derler ki, mevâlid-iselâse onunla meydana gelir.Ancak noksan cisimler, bulut ve kayan yıldız v.s. gibi şeylergök boşluğunda bu unsurlarla birleşme temin edemedikleri için,derhal yok olur giderler.KISIM: 2UZUVLARIN ADLARI VE KUVVETLERİEy Aziz!Anatomi (teşrih) ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Her şeyi yoktan var eden Cenab-ı Hak, âlemde var olan her-şeyi yerinde ve güzel bir mekânda yaratmıştır. Canlıların herbiri-ne kendilerine yaraşan ve uygun olan, her uzvun mizacına ve tabiatına uygun gelen yapıyı vermiştir. Alem içindeki tabiat ve mizaçların en güzelini, en mükemmelini insana ihsan buyurmuştur.Uzuvların herbirine en uygun gelen ve ona en faydalı gelen tabiatı vermiştir. Bir kısım organları çok sıcak, diğer bir kısmını dakuru yapmıştır.Bedende mevcut en sıcak kısım ruhtur. Ruh, lâtif bir buhardır. Ondan sonra da gönül (yürek) gelir. Sonra kalbe giden kan,ondan sonra da uyuşmuş kana benzer halde olan karaciğerdir ki,kanın oluşması orada olur. Ondan sonra saf et ve et ile sinirin bir
MARİFETNÂME
leşmiş han olan adale (kas) dir. Adaleden sonra dalak gelir ki,onda da kan 'fardır. Ondan sonra da sıra ile kanı az olan böbrek,atardamarlar, toplardamarlar
ve
^1 r.yasıdır.Bedende mevcut en soğuk şey, balgamdır. Ondan sonra soğukluk derecesine göre, Saçlar, kemikler, kıkırdak kemiği de denilenkulak kemiği, kemik uçîcrında birbirine geçen bölümler, kirişler,zarlar, sinirler, murdar olan, ilik, beyin, ilik, içyağı ve deridir.Bedende mevcut en nemti şeyler sırasıyla, balgam, kan, yağ,içyağı, beyin, murdar olan ilik, kadınların göğüs etleri, nefes alınan yer olan akciğer, karaciğer, dalak, böbrekler ve deridir.Bedende mevcut en kuru yer, saçirrdır. Duman buharındaolan saçlardan sonra kuruluk sırasına göre, ezaların temeli olankemik, kıkırdak, kemik başları, kirişler, perde ve zarlar, damarlar,toplardamarlar, hareket sinirleri, yürek sinirler ve deri gelir.KISIM: 3İNSANIN YAŞIEy Aziz!Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:İnsanın yaşını dört devrede incelemek mümkündür:1 — Büyüme devresi: Bu, 30 yaşına kadar devam eden devredir.2 — Durgunluk devresi: Bu da, 40 yaşına kadar devam eder.3 — Hafif çöküş devresi: 660 yaşma kadar devam eder.4 — Tam çöküş .devresi: Ki, bu da hayatın sonuna kadar devam eder.Büyüme devresi de kendi içinde ikiye ayrılır:1 — Çocukluk Devresi: 15 yaşma kadar devam eder.2 — Gençlik Devresi: 15 yaşından 30 yaşma kadar olan devredir ki, buna aynı zamanda, cömertlik devresi de denir. Delikanlılık devresini de içine alan bu devrede genç çok sıcak ve nemli birtabiate sahiptir. Bu tabiatı taşıyan gençler, çok sinirli ve öfkeliolurlar.30 yaşından sonra sıcaklık maddesi olan tabii nem hava ta
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
rafından çekilir ve böylece sıcaklık düşmeye başlar. Geçen bölümde de kısaca anlatıldığı gibi, bedenin bütün cüzlerinin bir sonuvardır. Harcanan kuvvet ile alınan gıda birbirini karşıladığı süre içinde beden dinç kalır. Ancak, bozulma her geçen gün dahada fazlalaştığı için, gelen gidenin yerini tam mânâsıyla doldurmaz.Bu durumda gelen harcanan kısmı karşılayamadığı için bedendeki mevcut nem yokoluı* ve sözünü ettiğimiz sıcaklık da günün birinde ölür ki, işte ölüm budur.Demek oluyor ki; her insanın nemini muhafaza kuvveti nederece ise tabiî eceli de o kadardır. Hariçten bir kazaya maruz kalmazsa ömrünün müddeti o kadardır. Çünkü, Cenab-ı Hakk’ın emriyle, yüksek âlemin aşağı âleme olan etkileri neticesinde ana rahme düşen nutfeye mesut, ya da talihsiz, cemâl veya kemâl, akıllıveya akılsız, hırslı veya kanaatkâr, fakir veya zengin, cömert ve ya cimri, rahat veya kederli, sevimli veya düşman ,güzel veya çirkin, cahil veya bilgili, sıhhatli veya hastalıklı, kısaca hangi suretve şekilde olacaksa o yazılır. Zira o nutfe, ceninin levhi mahfuzudurumundadır. Levh-i mahfuz da bu âlemin aynasıdır.Bu demektir ki, Said olan saadete daha anne karnında iken,şaki olan da şakiliğini yine anne karnmda iken bulmuştur. Bu husustaki hadisi Kısım: 6’da zikretmiştik.İnsanların şekilleri, suret ve sıfatları, feleklerdeki durumlarınagöre rahimlerde başka olunca, kendilerine takdir olunan ecel-imüsemmalan da aynı şekilde mizaçlarına göre çeşitli olmuştur.İnsan bedeni çocukluk devresinde sıcak ve nemli, delikanlılıkta sıcak ve hiddetli, durgunluk ve ihtiyarlık devrelerinde ise soğuk vekurudur. Kadınlanh vücutlarının erkeklere oranla daha soğuk venemli olduğu tecrübe ile sabit olmuştur.KISIM: 4BEDENİN 4 KARIŞIK MADDESİ, DOĞUŞU VE İNCELİĞİEy AziziAnatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Bedenin temelini teşkil eden 4 akıcı cisim vardır :1 — Kan, 2 — Safra, 3 — Sevda, 4 — Balgam.
— 64 —
MARİFETNAME
Gıdalar önce nemli olan bu cisimlere dönüşür. Bunların her-biri ya normal, ya da anormal bir halde bulunur. Tabiî kan: Normal kan da denilen bu kan, sıcak ve nemli olup,rengi kırmızı, tadı tatlıdır. Sağladığı fayda bedende et, içyağı veuzuvlara besin olmaktır. Tabii olmıyan kan : Buna anormal kan da denilir ki, soğukturRengi de bulanıktır. Tadı acı ve sağlıyacağı bir fayda da yoktur.Normal (tabiî) balgam: Soğukça olup, yumurta akı rengindeve tatlıdır. Bağlıyacağı fayda, kan veyahut da kanın yerinde uzuvlara gıda olmaktır.Normal olmıyan (gayri tabiî) balgam: Bu, kuru ve değişikrenklidir. Tadı acı olup, tuzlu ve asitli bir halde olur.Normal (tabiî) safra: Sıcak, turuncu renkte ve yapışkandır.Bağlıyacağı fayda kana kanşıp ona yardımcı olmak ve bedenin cüzleri olmaktır.Normal olmıyan (gayri tabiî) safra: Bu, yakıcı zehirdir.Normal (tabiî) sevda: Kanın dibindeki tortulu kısmıdır. Tadıtatlıya yakın olup, dalağın yakınındadır. Sağlıyacağı fayda açlığı ve şehevî duygulan harekete geçirmektir.Normal olmıyan (gayri tabiî) sevda: Buna acı sevda adı verilmektedir.SORU: Bu dört sıvının meydana gelişi nasü olur?CEVAP: Hariçten alınan gıda, önce çiğnenir, yutulur ve sindirilir kİ, bu ağız ve midede olan bir faaliyettir. Şu halde sindirimkuvvetinin ağızda ve midede olduğunu söyliyebiliriz. Çünkü çiğnenen bir şeyin bu sindirim sonucu başlangıçtaki tadı ve kokusukaybolur. Çiğnendikten sonra yutulan gıda, mideye vardığı zamanmidenin üst kapağı kapanır ve orada bütünüyle sindinlir.Bu, sadece midenin faaliyeti ile olan birşeydir demek doğruolmaz. Bunda sağ yanda karaciğerin, sol yanda dalağın ve onda-ki mevcut atardamarın, sıcaklık kabiliyeti olan içyağının mideninüst yanında bulunan perde, sonrasındaki yürek sıcaklığının da tesirleri vardır. Böyle bir faaliyet sonunda 2-3 saatlik bir zamandabirinci sindirim tamamlanmış olur.Midede sindirimin kolay olmasını temin edecek asit bezleri(herire suyu) vardır. Sonra kaba olan kısmı mideden bağırsaklara.gider ve oradan da dışarıya çıkar. Midede bilindiği gibi ince lâtif
— 65 —
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
kısmı kalmıştı. Bu kısım damarlar vasıtasiyle karaciğere gider veoradaki mevcut ince damarlarda sünger misâli süzülerek toplanırve belli bir süre içinde orada pişer ki, bu da ikinci sindirimin tamamlanması demektir.İkinci sindirimin tamamlanması sırasında pişen madde kırmızı renge boyanır. Bu sırada onun üzerinde kaymağa benzer birmadde oluşur ki, buna da safra denilmektedir. Dibinde de tortuhalinde kalın bir kısım kalır ki, buna da sevda denilmektedir. Eğekaraciğerde meydana gelen pişirme hareket fazlalığından çok olursa, bunun sonucunda da oluşan safra ve sevda sıvıları anormal hale gelir. Ayrıca orada yakıcı birşey meydana gelir.Hind kavunu tabiî (normal) balgam demektir. Bunlar için detemiz olanı kandır. Fakat bu kanın suyu fazladır. Bu fazla su kanın ciğerden ayrılmasından evvel, böbreklere giden damarlar vasıtasıyla çekilir. Böbrekler kendileri için lâzım gelen kan tfe yağıalır. Artakalan san su da sidik torbasma iner ve sonra da dışarıatılır. Kıvamına erişen kan, ciğerin üst kısmından çıkan büyükdamar tarafından çekilir ve o damardan bütün bedene dağılan damarlar vasıtasiyle yüreğe ve oradan da bütün vücuda yayılır. Buda kanın bütün aza ve hücrelere gıda olması demektir.Herşeye hâkim ve herşeyin yapıcısı olan Allah her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.KISIM: 5DÖRT KARIŞIMIN TABİAT VE FAYDALARI, HAREKETSEBEPLERİ VE BUHARLARINDAN HASIL OLAN TABİİ RUHEy Aziz!Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki: Tabiî kanm meydana gelişine sebep, alman gıda ile normalhaldeki sıcaklıktır. Şu halde kanın oluşmasının asıl sebebi, bedenin beslenmiş olmasıdır. Tabü safranın oluşmasının sebebi, normal bir sıcaklık, maddî bakımdan sebebi ise sıcak, lâtif, tatlı ve yağlı gıdanın alınmasıdır. Şekil olarak sebebi ise, alınan gıdanın çok pişmesidir. Tam sebebi ise kan ve bedenin gıdalarının karışmasıdır.
— 66 —
MARİFETNAMK
Yakıcı (anormal) safranın sebebi de, ciğerin normalindenfazla olan sıcaklık ve pişmedir.Normal (tabii) sevdanın yapıcı sebebi, normal sıcaklık, haddisebebi az nemli sıcaklık ve sert yiyeceklerdir. Şeklen sebebi akıcılığı ve bozulması olmıyan tortudur. Tam sebebi ise, kanı kuvvetlendirmesi ve bedeni beslemesidir.Anormal (gayri tabiî) sevdanın sebebi, normali aşan sıcaklıktır.Anormal maddi yönden sebebi, nemin az oluşu, gıdanın sıcaklığının noksan oluşu ,az pişmesidir. Tam sebebi de, kan ve bedengıdalarının karışmış olmasıdır.Demek oluyor ki, normal sıcaklıktan kan, fazla sıcaklıktansafra, çok şiddetli sıcaklıktan sevda ve soğuktan da balgam meydana gelir. Kan ve damarda dolaşan sözünü ettiğimiz dört tabiat damar içinde 2-3 saat kaldıktan sonra üçüncü sindirim meydana gelir. Azalara dağılması, her azanın kendine ayrılan mikdarı almasıaynı zaman içerisindedir ki buna, dördüncü sindirim adı verilmektedir.Damarlardaki üçüncü sindirim ile azalarda olan dördüncü sindirimden artakalan artıklar, bundan önce de ifade ettiğimiz gibi,kulak yolunda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, bedende kıl vetırnak şekline girer ve böylece dışarıya atılırlar.Bu dört tabiatin nasıl oluş sebepleri var ise, aynı şekilde hareket etme sebepleri de vardır. Çünkü bedenin hareketi kana ve safraya da hareket verir. Bazen sevdanın da harekete geçtiği, tahrikedildiği olur. Ancak bedenin hareketsiz kalışı, balgamı kuvvetlendirir. Bu dört tabiat vasıtasiyle oluşan yoğun (kesif) bir maddemeydana gelir ki, buna uzuv, ya da uzvun bir parçası denilir. Yinebu 4 tabiatın buharlarından lâtif bir cevher meydana gelir ki buna da Tabii ıulı adı verilmektedir. Buna hayvani ruh da denilmektedir ki, nefse kuvvetini veren de bu ruhtur.Şayet bedenin bir organı nefsâni ve hayvani kuvvetlerden kesilse, tabiî ruhla olan irtibatı kalmasa ,o organ yine hayattadır. Buorgan, hernekadar uyuşmuş, felç olmuş, his ve hareket kuvvetindenmahrum kalmış ise de, hayatı son bulmamıştır. Bilâkis yaşamasınadevam etmektedir. Eğer ölseydi, çürümesi ve kokması icabederdi.Organın çürümesini ve kokmasını engelliyen görünmez bir kuvvetvardır ki, o da tabiî ruhtur.
— 67 —
KONU:3ORGANLARIN KEYFİYET, MAHİYET VE FAYDALARI,İSİM VE KÜVVETLERİ OLUŞ VE ÖZELLİKLERİKISIM: IORGANLARIN KEYFİYET VE MAHİYETİEy AziziAnatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Dört tabiatın karışımı sonucu oluşan organların bir kısmı tek,bir kısmı da birleşiktir. Tek organ; hangi parçasını alırsan al, yine bütünün, yani küllün adını taşıyan organlardır. Kemikler, etler ve sinirler, damarlar buna örnektir. Bunlara parçalan birbirine benziyenler di ye de isim verilmektedir.Birleşik organ; hangi parçasını alırsan al, ne isimde ve ne deparçasında bütüne (küle) ortak olmıyan organdır. Meselâ, yüz, el,ayak buna misâldir. Çünkü yüzün bir kısmı yüz değildir. Onlar, gerek hareket ve gerekse yaptıkları işlerde nefsin âletleri durumundadırlar.Gözleri, parçalan birbirine benzeyen organlara misâl olarakkemiği vermiştik. Kemiğin yaratılışı serttir. Çünkü o, bedenin çatısıdır, arazların temelidir, bedenin direğidir.Kemikten sonra kıkırdak gelir. Bu, kemikten biraz daha yumuşak, diğer organlardan da serttir. Kıkırdak kemiği yumuşak aza-lara bağlamak gibi önemli bir vazife görür. Kıkırdak yumuşak organlar ile sert organlar arasında bağ vazifesi görür. Herhangi birdüşme, çarpma veya dövülme anında yumuşak azalannın sert kemiklerden acı duymamasını sağlar.
— 68 —
MARİFETNÂME
Daha sonra sinirler gelir ki, bunlar beyin ve omurilikten çıkarlar. Bunlar katlanacak şekilde esnek, gerilecek şekilde sağlamve beyaz maddelerdir. Duyu ve hareket için azalann tamam oluşu, ancak sinirler vasıtasıyledir.Sonra kirişler gelir ki, bunlar kasların çevresinde ve sinirlerebenzeyen cisimlerdir. Hareket halindeki azalara bitişiktirler. Bazenaraya kas girer, kirişlerde çekilir ve bu da hareket eden uzvun çekilmesine sebep olur. Kasın açılıp kendi haline avdet (dönüşü) iy-le .kirişler rahatlar ve azayı da kendi durumuna bırakır.Sonra kemiklerden çıkan sinire benzer cisimler gelir ki, bunların bir bölümü kasa uzanır, diğer bir bölümü de kemik ve diğeruzuvları birbirine bağlar. Bunlar histen yoksun oldukları için debedenin hareketi halinde acı vermezler. Bunlardan mafsalları, eklemleri ve diğer azalan birbirine bağlıyanlara «ribat-ı akab» adıverilmektedir.Sonra kalbden çıkan atardamarlar gelir ki, bunlar, hem uzunve hem de içleri boştur. Uzun oluşlan sinirlere benzer. Bunlar açılan ve yumulan can damarlarıdır. Bunların yaratılmış olmalarınasebep de, yürekten duman buharını çıkararak, ona rahat vermekve bütün bedenin uzuvlarına ruhu dağıtmaktır.Sonra ciğerlere bağlı olan damarlar gelir ki, bunlar da hepsihareketsiz ve can damarlarına benziyen cisimlerdir. Bunlara kandamarları denir. Çünkü bunlar, kanı bütün bedene dağıtmak için yaratılmışlardır.Sonra duyuları olmıyan ve lâtif bir haldeki perdeler gelir kibunlar da diğer cisimlerin yüzlerini örter ve daha başka birçokfaydalar temin ederler. Azalann bütününü hey’et ve suretleri üzere örter, korur ve birbirleriyle olan temaslarım sağlarlar. Bir diğer faydası da, sinir ve bağlar vasıtasiyle, azayı birbirine bağlarlar. Sağladığı birdiğer fayda da, karaciğer, akciğer, dalak ve böbrek gibi duyusu olmıyan azalan sarar ve bunlara yakından uzn-tılrla teması temin eder.Sonra et gelir ki; et, bütün organlar arasındaki boşlukları doldurur ve kuvvet meydana getirirler. Cenabı Hakk’ın izni ile vasıtaolan uzuvlan bundan sonra izaha çalışacağız.
KISIM : 2 ORGAN (AZA)LARIN İSİM VE KUVVETLERİEy Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Bedendeki bütün azaların kendilerinde tabiî bir kuvvetlerimevcuttur. O organın beslenmesi de ancak kendisindeki kuvvetsayesinde olur. Gıdayı çeken, tutan, emen ve işe yaramayan kısmım atan şey hep o kuvvettir. Organlar içinde en kuvvetli olanı,beyin ve karaciğer kuvvetini, tabiî sıcaklığı ve ruh’u kabul ederler.Beyin bütün hislerin toplandığı merkez, karaciğer de bütünuzuvları besliyen bir merkezdir.Kalb, göğüs kısmında, sol memenin altmda ve karaciğerinrengine yakın bir renkte olup, fincan şeklinde, çok kıymetli veçok şerefli bir azadır. Büyüklüğü ise herkesin kendi yumruğu kadardır. Sivri ucu aşağıya doğru dönük olup, orta kısmında gözbebeği gibi siyah bir nokta vardır. Buna sevda da denilmektedir.Süveydâ adı verilen bu organ, çok kıymetlidir. Ruh ve bütün kuvvetlerin kaynağı odur. Gönül hayvani ruhun, insanı nefsin mekânı ,İlâhi ilhamın menzili Yüce Allah’ın cemâlinin görüldüğü yerdir. Bütün organları harekete geçiren, onlara hayat veren, gıda-landıran ve terbiye eden odur.Organların ve kuvvetlerin hepsi onun emri altındadırlar.Amir, yani reis olan odur. Bu da demek oluyor ki, bedendeki organların bir kısmı âmir (reis), diğer bir kısmı da memur, yaniâmire hizmetçidir. Bazıları da ne âmir, ne de memurdur. Amirolanlar, bedendeki mevcut ilk kuvvetin merkezi durumundadırlar.Kişinin hayatını devam ettirmesi de onlara bağlıdır. Kişinin bekâsını temin eden âmir uzuvlar 3 tanedir.1 — Hayatî kuvvetin başı olan yürek.2 — His ve hareketlerin merkezi durumundaki beyin.3 — Beslenme kuvvetinin merkezi durumunda olan karaciğerdir.Çeşidin üreme ve neslinin devamını sağlıyan âmir organlarda 3’tür.1 — Meniyi toplayan organlar.
— 70 —
MARİFETNÂME
2 — Muhafaza eden organlar.3 — Akıtan organlar.Tenasül uzuvları neslin devamını temin ettikleri gibi,
hey’e-
tin tamamını erkeklik ve dişilik olan hali de ifade ederler.Hizmetçi organlar da kendi aralarında sınıflara ayrılır. Bun-lar :1 — Hazırlayıcı organlar.2 — Yerine getiren organlar, diye isimlendirilirler ki, vazife-leri de isimlerine uygundur.Hazırlayıcı hizmet demek, âmirin fiilinden evvel, edâ edici
hizmet ise, âmirin fiilinden sonraki hizmet demektir. Meselâ, kal-bin hazırlayıcı hizmet gören organı akciğer, yerine ge-tiren hizmeti gören organı ise can damarlarıdır. Aynı şekilde bey-nin hazırlayıcı hizmet gören organı karaciğerdir. Karaciğerin yar-dımcıları, mide ve atardamarlardır.Ünseyeynin yardımcıları, onlardan evvel meniyi tevlid eden
organlar ile erkeklerde zeker’in (erkeklik organı) deliği ve
onunla
ünseyeyn arasındaki damarlar, kadında yumurtayı ileten
damar
lardır. Burası rahim olarak kabul edilebilir. Zira orası, meninin
ihtiyacının tamam olup, ceninin oluşacağı yerdir.
KISIM : 3CENİNİN ORGANLARININ ANA RAHMİNDE OLUŞMASI
Ey Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Cüzleri birbirine benziyen beden organlarının tamamınınoluşması iki menidendir.
Et
ve yağ buna dahil olmaz. Çünkü bunlar, kandan meydana gelir. Şu halde, et ve yağların haricindekicüzleri birbirine benzeyen organlar .babanın menisinden meydanagelir. Bu organik, mayalanan sütün yoğut veya peynir olması gibi, anne yumurtasından meydana gelirler. Sütün nasıl kendisindenmeydana gelen peynir veya yoğurdun tamamından bir cüz olduğu açıksa, bunun gibi, menilerden heıbiri rahimdeki ceninin, gevherinin tamamından birer cüzdür.Yağ ile kanın sulu ve yağlı kısmından oluşur. Sıcaklık ile eri- — Tl —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
meşinin sebebi de budur. İki meniden meydana gelen organlar*dan biri bedenden ayrılacak olsa, diğerinin tam olarak oluşmasımümkün olmaz. Noksan parçanın karşılığında birşey olmaz ve yeri tamamlanmaz. Kemik gibi. Bazı organların bu gibi noksanlıkları özellikle gençlik devresinde aynen eski haline gelerek tamamlanır. Et böyledir.KISIM
i
4BEDEN ORGANLARININ ÖZELLİK VE FAYDALARIEy AziziAnatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki;Duyan ve hareket ettiren azalann hissetme ve h&reKet etmelerinin başlangıcı bir sebebe bağlı olabileceği gibi, birkaç sebebde bağlı olabilir.Etli organlar ya lifli, yahut da lifsiz olurlar,
bitil
olanlara Örnek kaslardaki etler, lifsiz olanlara örnek de karaciğerdir. Bedenin hareket etmesi lif ile olduğu gibi, tabi! ve iradeye bağlı olanhareketler de böyledir. Ancak isteğe, iradeye bağlı olan hareketler kasların lifleri ile olur. Tabii hareketlere gelince :Et ve damarların hareketleri tabiî hareketlerdir. İsteğe bağlıhareketler ile, tabiî hareketlerden oluşan iki hareket. Uzunluklagenişlik arasındaki bir hey’ete ait Uf ite olur. Bu demek oluyor ki,uzun lifler çekmek, genişler itmek görevini ifa eder. İkisi arasında kalan lif ise, tutma görevini görür,Kan damarları gibi bir tabakalı azalann üç bölüm lifleriyleörülü haldedir. Gelen lifler ile iten lifler birbirleri ile birleşmezler,ancak çekici ve tutucu özelliği olan birleşebillr. Ancak bu durum?bağırsaklarda değişiktir. Çünkü bağırsaklar tutmaya ihtiyaçduymazlar. Ancak çekme ve itme kuvvetine ihtiyaç duyarlar, Damarların bir bölümü bir ,bir bölümü de iki tabakalıdır, İHI tabakalı.olmanın sağladığı faydalar vardır ki, bunlar :I — İçlerindeki mevcut maddelerin yayılmasını önlerler, Kandamarlan böyledir.
— 72
MARİFETNAME
2 — İçlerindeki saklı maddelerin çıkmalarım önler. Kan damadan içindeki kan böyledir.3 — Organ çekme ve itme hususunda kuvvetli hareket etmekihtiyacım duyarsa ,itici âlet bir tabakada çekici âleti de diğer tabakada ve değişik bir halde bulunurlar. Mide ve barsak gibi.4 — Organın iç kısmı sinir olup, saklamak, dış tabakası daet olup sindirim içindir. Çünkü sindiren sindirilenle karşılaşmadankendisindeki mevcut kuvvetle onu etkiler. Ancak bazı organlarıntabiatı kana yakındır. Bunun için de kanm o organa gıda olmasıiçin büyük değişikliklere uğraması gerekmez* Et gibi.Bunun için de gıda ete vardığı zaman bir müddet kaldıktansonra ete dönüşür. Bazı organlar
da
tabiatı itibariyle kandan uzakolur. Bunun için de kan o organın halini almak için çok değişikhallere girmek ihtiyacım duyar. Kemik gibi,Bu sebeple, gırası bir süre onda kalacak şekilde ya boşlukbulunur, tıpkı baldır ve kol kemikleri gibi, veya değişik değişikboşluklar vardır. Alt çene kemikleri buna misâldir. Bu durumdaolan organ gıdasını alırken ihtiyacından fazlasını alarak çeker vekendi durumuna döndürür.. Fakat kuvvetli organ kendisinin ihti yacı olan gıdadan fapla kalan kısmım ihtiyacı olan zayıf komşusunun tarafına doğru iter.Yüreğin karma, iç organlara, beynin kulak arkasına, karaciğerin böbreklere fazla gıda göndermesi böyledir.
—
73
—
BÖLÜM: 2İNSAN BEDENİNDEKİ KEMİKLERİN BİRLEŞİMİ,İSİMLERİ VE ÖZELLİKLERİKONU: 1KAFA KEMİKLERİNİN BİRLEŞİMİ,ÖZELLİKLERİ VE İSİMLERİ* \ KISIM: 1BEDENDEKİ ORGANLARIN FAYDALARIEy AziziAnatomi (teşrih) ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Bedende öylek emikler vardır ki, binanm temeli olduğu gibi,bunlar da bedenin temelidir. Omurga kemikleri buna örnektir.Çünkü bütün uzuvlar onun üzerine kurulmuş ve ona dayanmıştır.Bir kemiğin her tarafı nasıl bir omurga üzerine kuruluyorsa, organların hepsi de aynı şekilde omurga üzerinde kurulur ve insanın bedeni böylece düzene girer. Bazı organlar vardır ki, bedendeki varlığı geçicidir. Meselâ ,küçük çocukların başlarındaki bıngıldak böyledir. Bazı kemikler vardır ki, onlar bedenin maruz kaldığı sadmeleri karşılayan bir kalkan gibidir Omurgalar üzerindeki omurlar bunun misâlidir.Bir kısım kemikler vardır ki, onlar da mafsallar arasında bulunur. Parmak kemikleri arasında kalan karınca kemikleri bunaörnektir. Bazı kemikler vardır ki, ilgiye muhtaç cisimlere bağlıdır. Hançere kemiği, dil kemiği ve lam’a benzer diğer kemikler buna örnek teşkil eder. Kemiklerin birçok faydaları vardır.
— 74 —
MARİFETNÂME
Bedenin direği olan kemikler, aynı zamanda bedenin temelive koruyucusu olurlar. İçleri boş olup yapılan serttir. İçindeki boşluklarda ilik vardır.Kemiklerin içindeki ilik, onun gıda ihtiyacım karşılar. Ayrıca, kemiklerin içindeki boşlukların bulunmasının başka bir faydası vardır ki, o da hafifliktir. İçi boş olunca daha hafif olur. Kemikler bilindiği gibi, serttir. Bunun da sağladığı faydalar vardır. Sertolması zorlu anlarda kırılmamasını temin eder. Az önce belirttiğimiz gibi, ilik kemiğin gıdasını teminettiği gib, aynı zamandakemiği yaş tutar. Kemiğin tahammül gücüne göre boşluğu azdır.Meselâ, baldır kemiklerinin yaratılışı öyledir.Bedenin organları onlara yüklenmiş durumdadır. Kemiktehafiflik ihtiyacı hasıl olduysa, boşluğu daha fazla olur ki, burunkemikleri buna örnektir. Burun kemiklerinin öyle yaratılmasınasebep .gıdalanmak, hava ve kokuyu kolayca almak ve beynin artıklarını dışarıya atmak içindir.Vücut kemkleri birbirlerine yakın ve karşılıklıdır. Aralarında var olan kısa uzaklık, kıkırdakların menfaati için halkedl-len »kıkırdak bağlarıyle doldurulmuş vaziyettedir. Bu faydaya ihtiyaç duyulmıyan yerlerdeki kemiklerin arası boştur. Alt çene kemiği buna örnektir.Kemiklerin aralıklı olmalarının çeşitli şekilleri vardır. Bazenkemiğin biri hareket etmediği halde diğeri hareket eder. Bilekmafsalları buna örnektir. Bazıları da var ki, bunlar zor hareketeden mafsallarda bulunan kemiklerden olduklarından .birinin diğeri olmadan hareket etmesi çok zor ve çok azdır. Parmak mafsalları buna örnektir. Bazen öyle olur ki, birbirine komşu iki kemiğin mafsalları kuvvetli olur ve onlardan birinin hareketi öbürünün hareketiyle ilgili ve ona bağlıdır. Kısa kemik mafsalları bunaörnektir.Bazı kemikler var ki, dişli olur ve iki dişliden birinin dişleridiğerinin boşluğunu doldurur. Kafa kemiği buna örnektir.Sübhanel halıkul bâri.KISIM: 2KAFA KEMİKLERİNİN TERKİBİEy Aziz!
75 —
■I
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki :Şüphesiz kafa kemiklerinin çok faydaları vardır. Çünkü on-lar beyni her türlü tehlikelerden korurlar. Kafatası kemiklerininsayılan çoktur. Çok olmasının da çeşitli faydalan vardır. Bu faydalan maddeler halinde şöyle ifade edebiliriz:1 — Kafatasının herhangi bir yerinin kırılmış olması, diğertarafı etkilemez. Ancak kafatası şayet bir kemik olsaydı, tamamının etkilenmesi icabeder ve tamamı zarar görürdü.2 — Sertlikte, yumuşaklıkta, ince ve kalın olmakta bir kemiğin başka başka parçaları olmaz.3 — Beyni, beyne zarar verecek durumda olan buharlardantemizler. Eğer kafatası bir kemik şeklinde teşekkül etmiş olsaydıbu zararlı buharlar dışarıya çıkamaz ve bunun için de beyin kokar, küflenir ve bozulurdu.4 — Kemiklerin sayısının çok olması başa giren damarlarageçit teşkil eder.Kafatasının yuvarlak olmasının da ayıı sebepleri ve faydaları vardır ve bu sebepler de iki tanedir:1 — Dairevî şeklin alanı, düz ölçüye göre daha fazladır.2 — Değirmi, yani yuvarlak şeklin kendisine dokunacak şeylerden korunması düz şekillere göre daha kolaydır. Kafatası, kendisine zarar veren şeylerden ne derece korunursa, o derece sağlamolur. Kafatasının yuvarlak olmasına sebep, bunlardır. Beyin organlarının başları beyne uzunluğuna konulmuştur. Bu kemiğinön ve arkasından çıkan yuvarlaklar, iki taraftan inen sinirlerinkorunması içindir. Yuvarlakta üç tane yank mevcuttur.Birincisi yay şeklinde olup, alınla ortaktır ki, buna iklil denilmektedir.' İkincisi düz olup, baş uzunluğunu ikiye ayırır. Alın yarığınabitişik olan bu yarığa da, sehmî yank denilir.Üçüncüsü ise, başın arka tarafıyle kaidesi arasmda ortak olup,dik açı şeklindedir. Bu köşeden sehmî diye adlandırılan ikinci ya-nğa bitişiktir. Bu, lâmi yarık diye adlandınlmaktadır.KISIM: 3İNSAN BAŞININ KAİDE VE DUVARI DURUMUNDAOLAN BEŞ KEMİKEy Azizi
—76
~
MARİFETNÂME
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:İnsan başının sözünü ettiğimiz kemiklerinin haricinde 5 kemik daha vardır ki, bunlann dördü duvar gibi geriye, kalan biriise kaide gibidir. Bu dört duvarın yaratılışı alın kemiğinden deserttir. Çünkü çarpma ve düşme daha çok onlar üzerine olur, ön-duvar dediğimiz kısım alın kemiğidir. Alın kemiğinin sonu üst taraftan iklîl yarığına vasıl olur. Alt kısmı ise kaşın yan tarafındangözün ise üst tarafından geçer. Sonu aynı kemiğin ikinci yanınabirleşen yivlerdir. Fakat sağ ve soldaki ikinci duvar 12 kemiktir.Kulaklar bu kemiklerdendir. Duyma hissini muhafaza eden sert yapıh iki küçük odacık mevcuttur. Bu adı geçen odacıkların deliklerinin arasmda inciye benzer yuvarlak iki kıkırdak bulunur.Bunlar hava aracılığıyle gelen sesleri toplıyarak kulak deliklerinden içeriye verir. Bu odacıkların üst tarafının ağzı kabak yarığıdır. Alt tarafının ağzı ise ayırıcı yarıktır. Bu iklîl yarığında sonaerer. Bunlann ön kısmındaki, iklîlin, arka taraftaki de leminin birer parçasıdır.Geri kalan duvarm hududu, üstten lemi yarığının, alttan dabaş ile kaide arasmda müşterek (ortak) yarıktır ki, bu lemi yangının iki yanını birleştirir. Beynin oturduğu bir kaide kemik vardırki, sert olan bu kemiğe veter denilir. Bunun sert oluşunun sağladığı 2 fayda vardır:1 — Sertlik, dayanıklı olmaya yardımcı olur.2 — Sert olduğu için boşuboşuna bozulmaz, küflenmez veçürümez.Şakaklann iki tarafında, şakaklara geçen sinirleri örten ikisağlam kemik vardır.KISIM: 4ÜST ÇENENİN YAPILIŞI VE KEMİKLERİNİN BİRLEŞİMİEy Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Üst çenenin sının kendisi ile yüz arasmda bulunan müşterek(ortak) yivdir. Bu yiv, kaşların alt kısmından geçerek bir şakaktan diğerine gider. j»
— 77 -
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Alt çenenin sının, dişlerin sona erdiği yere kadardır. Çeneniniki taraftan sının, dişlerin arka kısmında kalan sivri kemikler ile,kendi arasındaki ortak yivdir. Bu kulak yönünden gelen bir yarıktır. Diğer tarafının son sının, çeneyi uzunlamasına kesen yivinarasını ayıran bir yarıktır.Üst çenenin içindeki yivlerden biri kaşların arasından iki dudak arasına inmiştir. Biri sağa doğru eğilmiş olup, dişler arasınadoğru uzamış, biri de sola doğru eğilmiştir.Orta yank üçgen kemik arasında bulunur. Fakat bu üçgenkemik dişleri bitirmeyip, daha önce burun deliklerine gelen bir yunğı keser. Çünkü bu üç yiv, kesen yivi geçerek mezkûr yerlerevanrlar. İki üçgenin haricinde hasıl olan iki kemik daha vardırki, oniaıı iki üçgen kaideleri ile dişlerin sona erdiği yerler ve yivler tarafından iki kısım kuşatmıştır. Orta yivden inen kısım buiki kemiğin arasını birbirinden ayırır.Üst çenenin yanklanndan biri ortak yarıktan inerek gözedoğru gider ve göz çukuruna vardığı zaman da üç kısma aynlır.Biri alın ile ortak olan yivin altında ve göz çukurunun üst kısmından geçip kaşa ulaşır.Diğer bir dalı göz çukuruna girmez, yivin üçüncü kısmına girer ve girdikten soma birleşir.Üçüncüsü de çukura girmesinden sonra birleşir.
Birincinin
ayırdığı ilk kemiği İkincisinden, ikinci kemik de
üçüncü kemikten
daha büyük görünür.
KISIM: 5
BURUN;
FAYDALARI, KEMİKLERİNİN YAPISI VE ALT ÇENE
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:İnsanın yüz kısmında yaratılan burnun birçok faydalan vardır. Bu faydalan şöyle sıralayabiliriz :1 — Mevcut boşluk ile burun su çekmeye yardımcı olur.2 — Başlangıçta burna çok hava girer. Fakat burun bu havayı düzenliyerek ılık hale getirir. Burna çekilen havanın bir kısmı beyine gider, diğer büyük kısmı da akciğerlere iner. 3 — Burun koklama organıdır. Havadaki türlü kokulan alır.4 — Harflerin doğru çıkanlmasma, kesilmesine ve güzel söylenmelerine yardımcı olur.5 — Baştan atılan işe yaramıyan şeyleri toplar ve sümük haline sokarak dışarıya atar.
BURUN KEMİĞİ
Burun kemiği üçgen iki kemikten meydana gelmiş olup, üsttarafında birer açıları birleşir. Tabanlan bir açı ile birbirine dokunur ve iki açı ile de birbirinden ayrılırlar. Bu kemikler, yüz kemik-lernin izahında da ifade edildiği gibi, iki taraftan gelen yivlerdenbirine gelir. Kemiklerin alt tarafında yumuşakça iki kıkırdakmevcuttur. İkisi arasmda orta yivin uzunluğu kadar bir uzunlukta kıkırdak vardır. Bu kıkırdağın üstü altından daha serttir.Orta kıkırdağın sağlıyacağı fayda, beyinden süzülen işe ya-ramıyan maddeleri toplayıp dışarıya atarak ruha huzur ve rahatvermektir. Çünkü bu fiilini, ruhu rahatlatan havanın girmesininengellenmemesi için yapar. Beyinden inen artıklar daha çok burundeliklerinden birinde toplanır ve ruhu rahatlatan havanın beynegidişi engellenmez. Çünkü burun deliklerinin biri ekseriyetle açıkkalır.İki yanda bulunan mevcut kıkırdakların sağladığı bellibaşlıfaydalar üç tanedir:1 — Kemiklerin çevresindeki kıkırdaklarla işbirliği halindedir.2 — Fazla nefes alma veya su çekme ihtiyacı duyulunca genişler.3 — Burundan nefes alınırken titreme yaparak buhan saçmaya yardımcı olur.Burunun iki kemiği hafif ve incedir. Böyle olmasına sebep de,bu halinde daha çok faydalı olacağı içindir.Alt Çenenin Yapısı:Alt çene büyük bir nizam üzere yaratılmıştır.
Çünkü alt çene
yi meydana getiren iki çene kemiği olup, sağlam bir
eklem onlan
çene altında birleştirmiştir. Arkaları yüksek
ve eğri vaziyettedir. ki, iki kemiğin yanında yükselmiş, birbirlerine bağlarla bağlanmış,lardır.Ağzın alt çene hareketiyle açılıp kapanması, konuşmak, lokmaların çiğnenmesi v.s. gibi birçok faydalan vardıı\
KISIM: 6 DİŞLERİN YAPISI, İSİM VE ŞEKİLLERİ VE
TEŞEKKÜL SIRLARI
Ey Azizi Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar kİ:Bir insanda
32
diş vardır. Bazı kimselerin
yan taraftarından
4 diş yok olur (azı dişleri) ki, bu durumda dişlerin
sayısı 28’e İner»
Ortadaki dişlerin üst çeneden
4,
alt çeneden de
4 tanesi kesmek
içindir, yani kesici dişlerdir. Yine üst çeneden
2, alt çeneden de 2
tane sivri diş kırmak içindir. Bunlardan sonra
gelen 4’er diş de
öğütmek içindir. Onlardan sonra gelenler çiğnemek «ondan sonragelenler de çiğneme işini tamamlamak içindir.Şu halde diyebiliriz ki:Kesici dişler 8 tane.Kinci dişler 4 tane.öğütücü dişler 8 tane.Çiğneyici dişler 8 tane. Tamamlayıcı dişler 4 tane. Toplam olarak 32 tanedir.
Çoğu
kimsenin sondaki tamamlayıcı dişleri büluğdan veyadaha sonra çıkarlar. (Bunlara halk arasında 20 yaş dişleri de denilmektedir).Dişler; kök, baş ve ayrıntı olmak üzere üç kısımdan ibarettir»Bunlar çene kemiklerinin boşluklarına yerleşmiş vaziyettedirler.Deliklerin çevresinde gayet sert etler bitmiş olup, üzerinde küçükbir kemik bulunur. Bu, dişi sarmış ve kuvvetli bağlarla bağlanmıştır. Çiğneyicilerin haricindeki dişlerin sadece bir başı vardırAlt çenedeki çiğneyicilerin 2, ya da 3 başı vardır. Sondaki tamam-layıcı dişlerin başı 4, üst çenedeki çiğneyici dişlerin 3, ya da
4
’erbaşlan vardır. Bu başlardan kasıt, dişlerdeki çıkıntılardır. Son
—
80
—
MARİFETNAME
dişlerde bilhassa 4’er baş (çıkıntı) vardır. Bunlann fazla oluşuna sebep ise, büyük olmalan ve fazla iş yapmış olmalarındandır.Üst dişlerdeki çıkıntıların fazla olmasına sebep ve hikmet ise,çıkmtılann aşağı tarafa olması, ağırlıklan ile çıkıntıların zıddınameyledebilme özelliklerinin olmasındandır. Alt çenedeki azı dişlerinin ağırlıkları olduklan yerde olduğu için, bir aykırılık sözko-'.nusu değildir.Bedendeki kemikler esasen duyarsızdırlar. Ancak diş etleriböyle değildir. Onlar beyine bağlı olduklanndan, duyucudurlar.Bunun için de sıcak ve soğuğu, tatlı ve ekşiyi v.s. gibi şeyleri ayır-dedebilirler.
KONU:2 OMURGA, BOYUN, GÖĞÜS VE BEL KEMİKLERİ
BEŞ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 OMURGANIN YAPI VE TEŞEKKÜLÜ
Ey Azizi Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Omurganın insan bedenine
sağladığı faydalar pek çoktur.
Birinci faydası: İnsan
hayatının devamını sağlamak husu-
sunda çok büyük bir
önemi olan omurilik organını kendisinde bu-
lundurmasıdır.Eğer bütün sinirler beyinde sona ermiş olsaydı,
insan kafası-
nın bugünkü bildiğimiz şeklinden çok daha
büyük olması gereke-
cekti. Bu da bedene büyük bir yük olurdu. Sinirler
uzak yerlerde-
ki organlara kadar gitmek için uzun olmak
ihtiyacında olur ve
bazı tehlikeler ve hattâ kırılma ve kopmalara maruz
kalır, bunun
için de ağırlığı olan uzvu esasına çekmek kuvvetinden
mahrum
kalırdı.İşte heışeyi yoktan vareden Yüce Allah,
sonsuz hikmeti ve
yardımıyle beyinden bir parça olan murdar iliğini
aynen bir ma-
den sıvısı gibi akıtmış ve onun üzerine de omurgayı
kılıf yapmış-
tır ki, bu kılıf çok sağlamdır. Böylece omurga
çevresinde, sinirlerin
dağıtım merkezi olması daha uygun görülmüştür.İkinci faydası: Omurga önünde bulunan organları
kalkanın
sahibini koruması gibi tehlikelerden korur.
Boğumlarının ve ek
yerlerinin olmasına sebep budur.Üçüncü faydası: Bedendeki kemiklere temel olmuştur. Binanın temeli ne kadar sağlam olursa, bina da o derece sağlam olur.
Omurga da aynı şekilde çok sağlam ve kuvvetli bir şekilde yara-tılmıştır.
Dördüncü faydası : İnsanın ayakta durmasını ve kolayca ha-reket etmesini temin eder. Zaten omurganın sağlam omurlardan
meydana gelmiş olmasına sebep de budur. Omurga bir bütün ha-linde ve büyük olmayıp, birbirini tutan bağlardan ibarettir ki,
bu bağlarda çok gevşek olmayıp, güzelce dizilmiş ve en güzel bir
surette yaratılmıştır. Mafsallar çok yumuşak olmadıkları gibi, sert
de değildirler. Bunun için de kırılmak, ya da katlanmak gibi bir
durum meydana gelmez.Omurlar ortasında omurilik nüfuz edecek şekilde delikleri
olan içi boş kemiklerdir. Omurların bazılarının sağ ve solunda de-liklerin yan taraflarından çıkan dört uzantı vardır. Bunların bir
kısmı yukarıya bir kısmı da aşağıya aittir. Bu uzantılar bazı omur-larda 6 adet olup, 4’ü bir yanda, 2’si bir yandadır. Bazı omurlarda
8 uzantının olduğu da olur. Bu uzantıların sağladıkları birtakım
faydalar vardır.Bu faydalardan biıi; aralarındaki mevcut bağ ile omurlar
muntazam bir halde dizilmiş, birinin uzantısının ucu diğer uzan-tıya girmiş ve böylece icabeden sağlamlık temin edilmiştir. Omur-larda bu sözünü ettiğimiz uzantıların dışında daha başka uzan-tılar da vardır. Bunlar çarpmalarda sağlamlıklarıyle koruma va-zifesi görür ve bir kalkan gibi korurlar. Bunlann yönü omurların
yönüyle aynı istikamettedir. Bunlann arka taraflanndan olanla-rına şevk, sağ ve sol tarafta olanlarına da «kanatlar» adı verilir ki,
bunların vazifesi de bedendeki sinir, damar ve kasları korumak-tır.Kaburga kemiğinin yakınında olan kanatlann faydası, ka-burga kemiklerinin yumru başları onlara geçmiş halde olup, çu
kurlarıyle ona bağlanırlar. Çünkü kanatlardan herbirinin iki boş-luğu ve her kaburganın da iki yumru uzantısı vardır. Bu omurla-rın orta deliklerinin haricinde daha başka kendilerinden sinirle-rin çıktığı ve damarların girdiği birçok delikler vardır. Çünkü
giren ve çıkan damarların korunmaya ihtiyaçları yoktur. Şayet
bu damar ve sinirler omurganın ön tarafında olsaydı, bedenin
normal kendi ağırlığı ile ve isteğe dayanan hareketi ile eğimli yerlerde zayıf kalır ve bağlantı kuramazlardı. Bu koruma vazifesi olan uzantılarda sinir ve nem (yaşlılık) bulunur ki, onusarmış ve örterek kaypak bir hale getirmiştir. Bunun sebebi de,dokunduğu yerleri acıtmamak içindir. Yani, ona dokunan et acımaz.Mafsallarda bulunan uzantılar da aynı durumdadır. Onlarbirbirlerini ard arda takip ederek kuvvetle tutar ve her taraftanbir başkasına bağlanırlar. Fakat ön taraftan gelenler çok kuvvetli, arkadan gelenler ise kaypaktır. Çünkü, öne eğilmek ihtiyacıgeriye eğilme ihtiyacından daha çoktur. Şu halde, birbirlerini ta-kibeden ve birbirlerine kuvvetle bağlanan omurlar, âdeta bir kemik kadar sağlam olmuşlardır. Eğiliş ,bükülüş ve esneklikleri sebebiyledir ki, kemiklerin çoğu hareket için ve esneklik temini içinolmuştur. Bunun içindir ki, tek kemik gibi hareket edebilen bel-kemiğinin eğilmesi ve bükülmesi kolay olmaktadır.Yapıcı Hâkim olan Yüce Allah her türlü noksan sıfatlardanuzaktır.
KISIM: 2BOYUN KEMİKLERİNİN TEŞEKKÜLÜ
Ey Azizi Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Boyun kemiğinin yaradılışı akciğer için .akciğerin yaradılışıise birçok faydaları temin içindir. Boyun omurları ile .omurganınomurları üst üstedir. Bunun için de omurlardan herbiri kendinitaşıyan omurdan daha hafif ve daha küçük olmuştur. Organınhareketleri bu sayede belirli bir düzen içindedir. Omurganın enalt, yani en son omuru omurların hepsinden hem daha büyük vehem daha serttir. Kuyruk sokumu kemiği de denilen bu omur, anarahminde kemiklerin dizilişinden önce yaratılmıştır. Yine bu ke
mik
mezarda da bütün kemiklerin çürümesinden sonra çürür ve
toprak
olur.Omuriliğin üstü fazlaca ve sertçe olduğu için, boyun omurlarının delikleri daha geniştir. Zira, yukarıya ait sinirlerin sayısı aşağıya ait sinirlerin sayısından daha fazladır. Şu halde boyun omurlarının küçük ve deliklerinin de geniş
olduğunu söyliyebiliriz. Bunun için de hepsinden daha sağlam
ve dişleri küçük, kanatlar ıise büyük ve iki başlıdır. Omurların
hareket etmeye duydukları ihtiyaç, hareketsiz halde durmaya duy-dukları ihtiyaçtan daha fazladır. Bunun için de omur mafsalları
aşağıdaki mafsallara nisbetle daha kaypak ve daha yumuşaktır.
Çünkü bunların sağlam ve kuvvetli olmaya duydukları ihtiyaç az-dır. Boyun omurlarının 7 tane oluşuna sebep de, normal bir uzun-lukta olmaları içindir. Bu omurların herbirinde ll’er uzantı var-dır. Ancak birinci omur değişiktir.Onbir uzantıdan başka sl’er diş.2’şer kol.2’şer kanat ve üstünün ve altının4’er mafsal çıkıntısı vardır.Sinirlerin çıkışındaki mevcut yuvarlak delikli daire yarıya bö-lünmüş durumdadır. Bir ve ikinci omurun diğer omurlarda bulun-mayan değişik çeşitli hususiyetleri vardır. Çünkü sağa sola olan
hareketi kendisi ile ilk omur arasında kalan mafsal ile birleşmiş-tir. Başın öne ve arka tarafa hareket etmesi kendisi ile 2. omur
arasında kalan mafsal ile olmuştur. Ancak ilk, yani birinci mafsal
birinci omurun uzantısında sabit durmaktadır. Bu omurun üst
tarafında baş kemiklerin uzantılarının girdiği iki boşluğu vardır.
Bu uzantılardan biri boşlukta yükselse, diğeri de boşluğuna iyice
gömülmüş olsa, baş o tarafa eğilir.Ancak ikinci mafsal, ikinci omurda olmuş ve onun ön kısmın-da bir uzantı yaratılmıştır. Birinci omurun ön tarafındaki delik-ten geçerek kafa kemiğindeki omura vanr. Bu uzantı sözünü etti-ğimiz omurdan geçerek o omura girecek olursa bu durumda baş
ayağa taraf, yani öne eğilir.Şayet uzantı gömüldüğü çukurdan çıkacak olursa, baş düz
olur. Şayet uzantı deliğinden de çıkacak olursa baş arka tarafa
eğilir.İkinci omurun arka kısmında kısa bir uzantı daha vardır.
Fakat bu uzantı birinci omurdaki çukurunda hareket eder ve onu
geçmez. Birinci omurun bir özelliği de dişlerinin
olmayışıdır. Bunun
faydası da, ağır olmaz, çevresindeki sinir ve
damarlara eziyet et-
mez. Sözü edilen çukur, kafatasında
âdeta gömülmüş bir lıalde
olduğundan, kanatlan da yoktur.
Çünkü sinirlerin başlangıç kıs-
mına yakın ve yerleri de dar olduğu için,
kanatlarının olmaması
Allah’ın bir hikmetidir.Bu omurun bir özelliği de, sinirlerin ondan çıkmış olmasıdır.Öbür omurlar gibi iki yandan ve ortak delikten doğmazlar. Fakatarka tarafının üstünde bulunan iki delikten lif gibi ince bir şekilde hepsi çıkarlar. Uzadıkça da yavaş yavaş kalınlaşır ve durumagöre de sert ve kuvvetli olurlar.Ancak ikinci omurun kısa uzantısı üst tarafta ve arka kısmında bulunur. Onda-sinir çıkışları imkânsız olduğundan bunun delikleri dişli tarafmdadır. Bunun uzantıları birinci omura kuvvetlibağlarla bağlanmıştır.Başın mafsalı selis, yani yumuşak haldedir. Bu ikinci omur vediğer omurların mafsallarından daha yumuşaktır. Çünkü bu ikimafsalla oluşan baş hareketlerine çok ihtiyaç vardır. Bu, Yüce Allah’ın sanatının büyüklüğünü gösterir.
KISIM: 3GÖĞÜS KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi (teşrih) ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Göğüs kemiği (buna göğüs omurgası da diyebiliriz) kaburgalara bitişmiş bir halde olup göğüsteki nefes alıp verme gibi en kıymetli organları- korumaktadır. Bunlar oniki kemikten oluşmuşolup, ll’inde diş ve kanatlar vardır. Sadece birinin dişi yoktur vekanatlan da birbirine eşit değildir. Çünkü bu çok şerefli ve kıy
-
metli organımız olan kalbe yakın ve bitişik halde olup, diğerlerinden daha büyük ve sağlamdır.Göğüs omurlannm kanatlan diğer birinin
kanatlarından da
ha serttir v6 kaburga kemikleri de onlara
vasıl
olmaz.Göğüsten 7 üst omurgalarının dişleri büyük ve
kanatları sert,
sağlam ve dayanıklıdır. Bütün organlann
Meliki durumundaki kalbi ancak bu kuvveti sayesinde korur ve muhafaza ederler. Çünkü bu omurların bünyesi kendisini senâsin, yani diş ve kanatlaragetirmiştir. Bu sebepledir ki, bunların mafsallarında uzantılarkısa ve geniştir.Onuncu omurun üstündeki uzantı mafsallarında, dilimli boşluklar vardır. Uzantıların aşağıya inen yumru başlan o boşluklara girer ki, bu durumda dişleri aşağıya tutunmuştur. Onuncuomurun dişlileri kubbe gibi yapılmıştır. Mafsal uzantılarının yanlarındaki çukurları dilimli değildir. Çünkü üstü altıyla birliktelimlenmiş değildir. Zira, üstü, altı ile birlikte dilimlidir. Onuncu-nun altındaki dilimler üste, çukurları da alta meyilli olup, dişleride üste doğru yumru bir hal almıştır.Onikinci omur kanatsızdır. Çünkü onda kaburga vardır vebunun içinde kanatlara ihtiyaç duymaz. Ancak mide zarıbuna (12’ omura) bitişiktir. Bunun üstünün yapısı küçük olduğundan, çok mafsal bulunmaz.
Göğüs omurları boyununkilerden daha büyük olduğu için, müşterek delikleri iki bağ arasında bölünmemiş, yükseldikçe artmış, aşağıya doğru inildikçe noksanolup, sinir delikleri bütünüyle onuncu omuru bulmuştur.Göğüs omurlarının geri kalan diğer parçaları ve iki oyluk arası bel bölgesinin bütün dikişleri ve delikleri bütünüyle içine aldığıiçin sinirlerin çıkabilmesi için bu omurların sağ ve sol tarafında yaratılan birer delik vardır. Bel bölgesi omurlarında dişler ve geniş kanatlar mevcuttur.Bel bölgesinde beş t<=>ne omur bulunur. Bunlar, kuyruk sokumu ve bel kemiğine bir kaide gibi oturmuş ,onun taşıyıcısı, kasığın tutucusu ve ayak sinirlerinin sonu, yani bitiş yeri olmuştur.Kuyruk sokumu bölgesinde 3 tane kemik vardır.
Bunlann
mafsalları daha kuvvetli ve daha sert, kanatlan da daha
geniştir.
Ön ve arka kısımda sinirler için delikler mevcuttur.
Bu oyluk maf-
salının kendilerine engel olmaması ve eziyet etmemesi
içindir.
Kuyruk sokumu kemikleri, yukarıda sözünü ettiğimiz
bel bölgesi
kemiklerine benzer.Kuyruk kemiği, üç kıkırdak omurdan meydana
gelmiş olup,
uzantıları yoktur. Küçük oldukları için, boyun
omurları gibi, sinir-
leri ,ortak deliklerden doğmuştur. Sadece üçüncü
omurun
yazımdan çıkan bir sinir mevcuttur. Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan görüleceği üzere,
omurganın ,belkemiğinin tamamı birşey gibidir. Şekli, daire şek-lindedir Çünkü bunlar, herhangi bir çarpma veya tehlike anında,
bunlan kabulden en uzak şekil dairedir. Bel kemiklerinin omur
başlanmn aşağıya, alttakilerin de yukanya dönük olmasının se-bebi budur.Onuncu omur, bel kemiğinin, omurganm uzunluğu sebebiyle
senâsin (çıkıntı) lerin ortalaması olup, iki taraftan birine dönük-tür. Bunun sebebi de, iki taraftaki 9 omur, bu onuncu üzerine top-lanıp düzen ve intizam içinde olması içindir. Boyunda ve omurgadaki omurların tamamı 26’dır.
KISIM: 4
KABURGA KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Kaburga kemiğinin yaratılması, yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi, solunum ve sindirim organları olan nefes borusu ile yemek
borusu v.s. gibi organları muhafaza etmek içindir. Bu organlar
herhangi bir yükün binmemesi ve birine gelen zararın diğerlerine
de dokunmaması, alınan gıdanın ve kişinin muhtaç olduğu hava-nın dışarıdan alınabilmesi, solunum, yani nefes alıp verme organ-ları olan göğüs kaslarının rahat çalışabilmeleri ve bu çalışmaları-nın sekteye uğramamas ıiçin kaburga kemiklerinin yaptıkları gö-reve büyük ihtiyaç vardır. Bu vazifenin rahat ifa edilebilmesi için
büyük ve tek kemik halinde değil, ayrı ayrı olmuştur.Kaburga kemikleri, organların Meliki durumunda olan, kalbi
ve onun yanında olan organlan içine alıp, muhafaza etmiştir. Bun-lan çok dikkatle korumak gerekir. Çünkü, bu organlarda meydana
gelecek bir zararın, bedene vereceği zarar diğer organlara nisbet
le daha büyük olur. Kaburgalar muhafaza altına aldıkları bu
önemi büyük organlan düz değil, kavisli bir şekil almış ve bu or-ganlan her taraftan sararak çember içine almışlardır.Aşağıdaki kaburgalar .sindirim organlanna yakın olduğun-dan, karaciğer, dalak ve diğer organları arkadan korurlar. Bunlar birbirinden ayrı, yani bitişik olmayıp, tedrici olarak uzunla-masına birbirlerinden ayrılmışlardır. Yukarıda bulunanların uç-ları birbirine yakın olduğu halde, aşağıdakilerin uçlan birbirine
uzaktır. Midenin yeri bu sayede genişlemiş, gıda ve hava ile dolsa
bile ,insana zahmet vermiyen ve acımayan bir duruma gelmiştir.
Üst tarafta bulunan yedi kaburga kemiğine aynı zamanda göğüs
kaburga kemikleri de denilir.Bunlardan ortada bulunan iki kaburga kemiği daha uzun,
bunun çevresinde kalan diğer kemikler ise daha kısadır. Çünkü
kemiklerin böyle olması göğüsteki muhafaza edilen organların
daha güzel sarılmalarını sağlar. Kaburga kemikleri önce aşağıya
doğru eğilir, sonra da yukarıya döner ve ortada tekrar birleşirler
ki, bu da göğüs kafesinin daha geniş olmasını sağlar.Kaburgalardan herbirinden çıkan iki uzantı, bel kemiğinin
kanatlanndaki mevcut iki omur çukuruna girerek çift bir eklem
meydana gelmiştir. Bu kaburga kemiklerinin göğüs kemiği ile olan
birleşmeleri aynen omurga ile olan birleşmeleri gibidir.Bu iki kaburga kemiğinin haricinde kalan 5 kaburga kemiği
arka taraftadırlar. Bunların uçlan kıkırdakla örtülmüş ve muha-faza altına alınmış olup, kendilerine gelecek çarpma, darb ve kırıl-ma tehlikelerinden uzaktır. Kıkırdak maddesi ne fazla yumuşak
ve ne de fazla serttir. Kaburga kemkleri bu kıkırdakla yumuşak
organlarla birleşme temin etmektedir.Göğüs kemiği 7 kemikten meydana gelmiştir. Yumuşak kıkır-dakla bağlanmış olup, eklemleri sağlam ve kuvvetlidir. Bu nefes
alıp verme işini gören solunum organlarının kabarmalanna ve ra-hat hareket etmelerine sebep olur. Bu kemiklerin sayısı kendile-rine bitişik haldeki kaburgaların sayısına eşittir. Yani, 7 tanedir.
Bu kemiğin alt tarafına geniş denecek kadar bir kıkırdak bitişmiş
tir ki, bunun alt tarafı da daire şeklinde olup, hançere benzer. Bu
sebepledir ki, buna hançer kemiği denilmiştir.Hançer kemiği, mideyi korur, göğüs kemiği ile diğer organlar
arasında geçit temin eder. Sert ve yumuşak arasında, yani bunla-nn birleşmesinde uygun zemin hazırlar ki, bu da hançer kemiğinin
önemli vazifeler gördüğünü gösterir.
KISIM: 5
EYE (KÖPRÜCÜK) KEMİĞİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki :Köprücük (eye) kemiği, göğüs kemiğinin üstünün iki tarafın-dan çıkar ve göğüs kemikleri üzerinde bulunur. Onun boğazın ya-nında kalan derin ve boş bir yeri vardır. Beyne inip çıkan damar-lar ve sinirler onun bulunduğu yerden geçiş temin ederler.Sağ ve sola eğimli halde olan bu kemik, omuz tarafıyle bitişik
haldedir. Omuz bu kemikle bağlanmıştır. Bunların ikisi beraberce
kol kemiğine bağlanmışlardır. Köprücük (eye) kemiğinin bedene sağladığı birçok faydala-rı vardır ki, önemlileri şunlardır:1 — El ve kol kemikleri ona bitişmiş olup, göğse yapışmış
değildirler. Böylelikle eller kolayca ve zorlukla karşılaşmadan ha-reket eder.2 — Omuz kaburgadan uzak olunca kolların hareket açıla-rı daha geniş ve daha rahat olur.3 — Bu kemik, göğüse mahsus en şerefli organları muhafa-za eden bir kalkan vazifesi görür. Omurların diş ve kanatları sa-bit durur ve göğsü de çeşitli zarar ve tehlikelerden muhafaza eder.
Bu kemiğin bir tarafı ince olup diğeri kalındır. Omuz kısmında,
yani kalın tarafında çok derin olmayan bir boşluk vardır ki, kol
kemiğinin yuvarlak kısmı araya girmiştir. Bunun iki uzantısı var-dır ki, biri yukarı diğeri de arka tarafa dönmüş haldedir. Onunla
omuz köprücük kemiğine bağlanmıştır.Uzantı kol kemiğinin başının yukarı doğru eğilmesine mani
olur. Diğer uzantı ise aşağıya ön tarafa doğru gelmiştir ki, bu da
kol kemik başının çıkmasını engeller. İnce taraftan uzaklaştıkça
daha da genişlemiştir. Bu uzantmın dışında üçgen şeklinde bir
uzantı daha vardır. Bunun kaidesi omuzdan taraf, geniş açısı ise
göğüsten taraftır. Arka düzlüğünün şeklinin bozulmaması için
omurganın dişlerini muhafaza etmiş, bu uzantıya bitişik haldeki
kıkırdağın daireye benzer yanıyla, omuz genişliği son bulmuştur.
Bu kıkırdağın bitişmesi aynen öbür kıkırdakların bağlanmasına
benzer şekilde olur.
KONU: 3 EL VE AYAK KEMİKLERİ, İSİM VE HUSUSİYETLERİ
YEDİ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1
PAZU KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Pazu kemiğinin şekli yuvarlak olup, buna kol kemikleri de
denilmektedir. Yuvarlak oluşu kendisinden zarar isabet etme ihti-malini uzaklaştırmıştır. Üstü yumru ve omuz kemiğinin boşluğu-na rahatça girecek şekildedir. Rahat durması onun sık sık bulun-duğu yerden çıkmasına yol açar. Fakat böyle olmasının sağladığı
iki fayda vardır: 1 — İhtiyaç. 2 — Emniyet ve selâmet. İhtiyaç »dilediği yöne hareket etme serbestisidir. Emniyet ve
selâmet ise, sabit kalmaktır. Çünkü kol kemiği, gerçi her yönden
hareket etme ihtiyacım hissederse de, yapacağı hareketler çok ve
sürekli değildir. Bağlarının kopma tehlikesi ortadan kalkmış olur.
Kol ekseriyetle yakın ve diğer eklemlerle hareket eder halde oldu-ğundan, o mafsallar, kolun mafsalından daha kuvvetli olarak ya-ratılmıştır. Kol mafsalını tutan 4 mafsal olup, biri genişliğine per-de olup diğerleri gibi çevresini sarmıştır.Bağlardan ikisi arkadan iner, birinin tarafı genişçe olup, pa
zuyu sarar. Birinin yanı enli olup büyüklüğü de fazladır.
Diğer
biri de vardır ki, o da içlerinde en büyük ve en sert olanıdır.
Uzantı çukurundan dördüncü rabıta üe uzantı teşkü eden kargabur-nundan iner. Şekilleri genişçe olup pazuya dokunmuş haldedir.Kol kemiği, göğüs tarafmdan çukur olup, arka tarafa doğru yumrudur. Bunun faydası, üzeri, kas, sinir ve damarlarla örtülüolur, kucağma aldığı şeyi rahatça ve kolayca alır. Eller birbirinekolayca yetişir ve kenetlenir.Ancak kol kemiğinin alt kısmında bitişik halde iki uzantı vardır ki, bunların içte olam hem daha uzun ve hem daha incedir. Bubirşeye ayrıntılı değildir. Görevi sinirleri ve damarları muhafazaetmektir. Dış çevredeki uzantı ve dirsekteki çukur ve ondaki lokma ile dirsek eklemi tamamlanmıştır. Bunlar arasında bir boyunve bu boynun iki tarafında da çukurumsu iki oyuk vardır. Üsttekiönde »alttaki de arkadadır. Üst dış oyuğun engeli yoktur. Gayetdüzgündür. Bu karşılık diğer oyuk daha büyük, yeri ön kol kemiğine yakın bir yer olup, düz değildir. Oyuğu da yuvarlak değildir.Duvar misâli dik bir halde olduğundan arkaya doğru hareket edildiğinde aniden durur. Bu eklemlere eşikler adı da verilmiştir.
KISIM:
2
KOL KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Kol kemikleri iki kemikten meydana gelmiş olup, bunlaraçift bilek de denir. Bu kemiklerden başparmağa yakın olanı, yaniüstteki incedir ki, buna ön kol denilir. Alt tarafta, yani küçük parmağa 'yakın olam ise daha kalın oı> p, ona da arka kol denilir ki,bu aynı zamanda taşıyıcı görevini yapar. Kol onun sayesinde eğikve bükük olarak hareket eder. Arka kol kemiğinin faydası ise; kolun açılması ve kapanması bunun sayesindedir.Bu kemiklerin orta kısımları ince ve lâtif olup kalın kaslar tarafmdan satılmışlardır. Çevreleri et ve kaslardan sıyrık ve bağlarla gizlendikleri ve mafsalların hareketleriyle yıkıcı ve sert çarpmalara maruz kaldıkları için sağlam ve kuvvetli bir yapıya sahiptirler. Üstte olanı eğridir. Fakat eğri hareketleri yapmaya uygunolduğundan, faydalıdır. Altta olan ise düzdür ve bu da açılıp kapanmaya yarar. Dirsek eklemi ,pazu, ön ve arka kolların eklemlerinden ha-sıl olmuş olur, üst kol kemiğinin üstünde küçükçe bir çukur var-dır. Pazunun arkasındaki lokma ona bağlıdır. Bu lokmanın o çu-kurda dönmesi eğik hareketin meydana gelmesini sağlar. Alt kol
kemiğinin iki uzantısı vardır. Bunlar arasmda sin şekline benzer
bir hal mevcuttur. İçindeki yüzü yumrudur. Girintiler ve çıkıntılar
alt tarafa ve arkaya hareket edecek olsa, bu durumda el açılır. Gi-rinti duvarı lokmayı tutmakta olan çukurdan ayrılsa, bu durum
elin çok açılmasını engeller.Pazu ve kollar aynı yönde dururlar. Eğer sözünü ettiğimiz bu
iki boyun birbiri üzerinde ön ve yukarıya doğru hareket edecek ol-salar, bu durumda el kapanır. İki uzantının alt yanlan birleşse
tek parça halinde birşey olur vs bunlardan da genişçe bir çukur
meydana gelir.Uzantıların ekserisi alttakinde bulunur. Bu çukur geride ka-lan tehlikelerden korunması için yumru ve kaygan bir şekilde ya-ratılmıştır. Alt kol kemiğin arka tarafında uzunca bir uzantı var-dır. Bunun görevi, saklama ve muhafazadır.
KISIM: 3
EL BİLEK KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Bilekte mevcut birçok kemikler vardır ki, bunlardan bir kıs-mına gelen zarar, diğerlerini etkilemez. El yumulduğu zaman bu
kemikler sayesinde et çukurlaşır ve sıvı maddeleri dahi tutabilir.
Kemik eklemleri birbirine bağlı bir haldedir ki, bu da onlann da-ğılmalarını ve avucun tuttuğu şeyleri kuvvetlice tutmasını temin
içindir. Şayet elin iç kısım derisi soğulsa bu kemiklerin tamamının
birbirine bitişen tek kemik halinde olduğu görülür.Kemiklerin böyle bir birleşme ile birbirine bağlanmalan çok
sağlam olduğu gibi, biraz da uygunluk kabiliyeti kazanmıştır. Bu
da avu çiçi çukurunun meydana gelişini temin etmiştir. Bilekte 7
kemik ile 1 uzantı vardır.Mevcut yedi kemik, belirli iki sıra üzeredir. Bu sıra kola taraftır ki, bu kemikler 3 tane olup, narin ve ince yapılıdırlar. İkinci
sıradaki kemikler, parmakların tarak kemiklerinin tarafında ve
geniştirler ki, bunların sayıları da 4 tanedir.İlk sıradaki sözünü ettiğimiz üç kemik, sarılı bir halde ve bi-leğe yakın yanlan ince ve uzantısı ile bitişmiştir. Öbür sıraya ya-kın olan yanlan geniş ve birleşmeleri de azdır. Sekizinci kemik bi-lekteki iki sıra gemiği sağlamlaştırmak için olmayıp, el ayasına
yakın bir yerdeki siniri korumak içindir. Üçüncü sıra kemik, ke-mik başlarının birleşmesiyle bir tek baş meydana gelir. İki kol ke-miği uçlarından meydana gelen geniş çukura girmesiyle eklemler
açılıp kapanır. Alt bilek kemik uzantılarına yakın olan kemiğin
çukuruna giren eklem, onunla yapışmış ve sarılmıştır.Tarak kemikleri dört tanedir ve bunlar 4 parmağın karşısın-da bulunurlar. Bileğe yakın olan kısımda birbirlerine yaklaşmış-lardır. Yapışık bir durum aızeden bu kemiğin bileğe birleşen kıs-mı küçük olmuştur. Parmaklara doğru olan kısımlan ise biraz da-ha açık olup ,açık kemiklerle birleşmeleri daha güzel ve daha uy-gun olmaktadır. İç taraftan ise biraz çukurlaşmıştı ki ,buna sebep
de genişliğine yardımc lolmasıdır. Bilek eklemleri ve tarak kemik-leri çevresindeki çukurlara kıkırdaklar ıile tarak kemiklerinin par
çalannın girmesiyle kurulu bir halde yaratılmışlardır.
KISIM: 4
EL PARMAK KEMİKLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanla diyorlar ki:El parmaklan eşyaların tutulmasına yardımcı olan çok önemli âletlerdir. Parmak etleri kemiklerden boş olarak yaratılmış değildir. Eğer kemikli olarak yaıatılmasaydı çeşitli hareketleri yapamaz, tıpkı solucan ve balık gibi olurdu.Evet, parmaklar titrek bir el gibi zayıf değildir. Bilâkis, sağlam, kuvvetli ve içleri kemikle doldurulmuştur. Parmaklar sadecebir kemikten yaratılmamış olup, birkaç kemikten meydana gelmiştir. Böyle olması onun zor işini kolaylaştırmıştır. Parmaklardakikemikler 3 boğumdan meydana gelmiştir. Eğer daha fazla olsadı, ağır şeyleri kaldırmakta zorluk çeker veya kuvveti kâfi gelmezdi. Boğumlar 3’ten az olsaydı o zaman da parmakların hareketi noksan olurdu. Parmak kemikleri sıra iledir. Yani dipten itibaren uca doğru incelir. Uçtaki kemik ince, ondan sonraki birazkalın, en sondaki ise diğer ikisinden daha kalındır. Yani, en uçtaolanı en küçük, en dipte olanı en büyük olmuş oluyor. Bu durum,taşıyan ile taşınan arasındaki münasebetin güzel olmasını temineder.Parmak kemikleri şekil itibariyle yuvarlaktır ki, bu da onların tehlikelere karşı korunmalarına yarar.
Parmakların içi boş ve ilikli yaratılmamıştır. Bu sebep de hareket etmede, tutmada, çekmede sağlam ve kuvvetli olmaları içindir. Tutmak ve oğmanın kolay temini için de parmakların içleri oyuk, dışları yumrudur. Dıştarafları baş ve küçük parmak gibi parmak olmıyan yerleri yumrudur. Bu da onların tehlkelerden ikorunması için dairevî bir şekil almalarım sağlamıştır. Parmakların içinde çok et vardır. Bunun faydası da, tutma yı kolaylaştırdığı gibi, tutulan şey ile kemik arasında perde teşkileder. Parmak dışları etsiz olup, hafifliğin temini içindir. Parmakların ucunda tırnaklar vardır ki .bunlar gerektiğindesilâh ve gerektiği zamanda daha başka işler yaparlar. Sağlamlıkve eşitlik bakımından hepsi birdir. Şayet baş parmak bulunduğu yerden başka bir yerde olsaydı, hiçbir fayda temin etmediği gibi,diğ
e
r parmakların yapacağı işlere mani olurdu. Meselâ, elin içkısmında olsaydı el içi ile yapılan işlerin hemen hemen hepsi olmazdı. Şayet küçük parmağa yakın bir yerde olsaydı, iki elin birlikte kaldırdıkları birşeyde aralarında uygunluk ve denge sağlanamaz ve eller birbirinin yardımcıları olamazlardı.Baş parmak eğer elin üzerinde olsaydı, çok uzak olacağından,sağlıyacağı hiçbir fayda olmazdı. Baş parmak avuç tarağına bağlanmamıştır. Buna sebep de, baş parmakla diğer dört parmak arasındaki uzaklığın kısa ve dar olmaması içindir. Şu halde, 4 parmakherhangi birşeyi kavrar, baş parmak da tam onların karşısına gelir ve kavranan şeyin tutulmasmı sağlar.
Böylece büyük birşeyintutulması, alınması, ya da kaldırılması mümkün olur. Eklemlerini kuvvetli bağlar tutmuş olup, birbirine kıkırdak perdeleri ile dokunmuşlardır. Bu da kuvvetli ve sağlamlığı artınr. Parmakların daha kuvvetli ve daha sağlam olabilmeleri içineklemlerindeki boşluklar küçük kemiklerle doldurulmuş ve böylecedaha sağlat» ve daha kuvvetli olmalan sağlanmıştır. Tırnakların yaratılış sebepleri 4 faydanın temini İçindir ki bufaydalar şunlardır:1 — Herhangi birşeyin bağlanması ya da iliklenmesinde parmağın dayanağı olur.2 — Ufak şeylerin kaldırılması ve toplanmasmi temin eder.3 — Kanşmayı, kazanmayı ve temizlemeyi kolaylaştım.4 — Kendisine iş düştüğü takdirde ,âdeta silâh gibi kullanılır ve'düşmandan intikam alır.Saldırılardan korunmak daha kolay olacağı için, tırnaklarınuçlan yuvarlak yapılmıştır. Tırnaklar yuvarlak kemikten yapılmış olup, herhangi bir zorluk karşısında eğilmeleri ve bükülmelerimümkün olmaktadır. Aynca mukavemet anında yarılıp kırılmaktan uzak dururlar. Tırnaklan koruma ve kazıma mevkiinde olup, devamlı bü yürler. Buna sebep de, kırılanların yerine daha düzgün olan tırnakların çıkmasıdır. Normal seyrinde zaman zaman tırnaklarınkesilmesi, yani kısaltılması gereklidir.
KISIM: 5 KASIK VE BALDIR KEMİKLERİ
Ey AziziAnatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Vücuttaki mevcut kemiklerden biri de kuyruk sokumu yanındaki sağlı sollu iki kemikten meydana gelen kasık kemiğidir. Kasık
kemiğini meydana getiren kemikler kasık ortasındaki sağlambir ekletale birbirlerine geçmiş haldedirler. Bunlar, yukarıdaki kebir eklemle birbirlerine geçmiş haldedirler. Bunlar .yukarıdaki kemiklerin de taşıyıcısı durumundadırlar.Bu iki kemik 4'er bölüme ayrılmış vaziyettedir. Dış kısımda olanlara kalça kemiği, ön kısımda olanlara da kasık kemiğiadım vermişlerdir. Arkada kalan parçalarına ise, oyluk kemiği,altta ve iç tarafta olanlanna da baldır kemiği denilmiştir. Çünkü bunlarda
oyluk kemiklerinin yumru şekildeki başlarının gireceğibiçimde çukurlar vardır.Bu kemikler üzerinde bulunan organlar şunlardır: 1 — Meni âleti. 2— Rahim. 3 — Mak’ad (oturak). 4 — Sidik torbası (mesane).Bunlardan başka çok önemli başka organlar da bulunmaktadır.Ayakların iki faydası vardır ki, onlar da:1 — Ayağa kalkmak, düzgün bir şekilde ayakta durmak ve,2 — İniş, çıkış ve düz hallerde geçiş, yani yürümektir. Bunlar da ancak iki baldır gemiği ile ayak kemikleri sayesinde olabilmektedir. Çünkü ayağa herhangi bir zarar isabet etse veya ayakiş yapamaz duruma gelse, ayakta durmak zorlaşır. Yürümek isedurmaya nisbetle daha kolay olur. Eğer oyluk veya baldırlara herhangi bir âfet gelse, hu durumda ayakta durmak kolay olur, fakat yürümek güçleşir.Ayak kemiklerinin ilki bedendeki kemiklerin en büyüğü durumunda olan oyluk kemikleridir ki, bunlar iki tanedir. Bu kemikler üstteki organları yüklenmiş olup, alttakilerini de çekmektedirler. Bunların üstü kubbe gibi yumrudur ve oyluk kemiği istikametindeki bir çukura girmiş durumdadır. Bu kemikler, dıştan ve önden yumru ,içten ve arka taraftan çukurumsu ve kesiktirler. Böyle olmalarına sebep de .birçok sinirlerin ve damarların korunmasının güzel olması, hepsinde düzgün birşey meydana gelerek buşekille en güzel oturma şeklinin bulunması içindir. Eğer kalça kemiğinin üst tarafı beraber olsaydı, oylukların (2 oyluk) arası uygun olmıyan bir şekilde geniş ve yamuk olurdu.Bu kemiklerin alt taraflarında diz eklemleri için herbirindençıkan iki uzantı vardır. Biz diz ekleminden önce baldır kemiklerinianlatalım. Bunları anlatırsak diz kemiklerinin anlatılması ve anlaşılması daha kolay olur.
KISIM: 6 BALDIR KEMİKLERİ VE DİZ
KEMİKLERİ
Ey Aziz! Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Baldır kemiği de 'aynen kol kemiği gibi iki kemikten meydanagelmiştir .Bu kemiklerden biri hem daha büyük ve daha uzun,diğeri de buna karşılık daha küçük ve daha kısadır. İkinci kemiğinüstü oyluk kemiğine kadar varmaz. Buna, kaval kemiği adı verilmektedir.Baldır kemiğinin dış kısmı aynen oyluk kemiğinde olduğu gibi yumru olmuştur. Hareketinin hafifletilmesi için baldır kemiğioyluk kemiğinden daha kısa olmuştur. Bu öyle bir ölçüdedir ki,üstündekini taşıyamadığı zaman olmadığı gibi, hareketinde zorluk çektiği de olmaz. Buna bir de küçük kemikle yapılan bir takviye vardır. Bu küçük kemiğin faydası, hem büyük kemikle arasında olan kas, damar ve sinirleri korur ve hem de ayak eklemindebüyük kemiğin ortağı ve yardımcısı' olur.DİZ EKLEMİDiz eklemi, oyluk kemiğinin altındaki iki uzantının, baldırkemiğinin üstündeki iki girintiye ulaşmasıyle meydana gelmiştir.Bunlar, sarılmış birer lifle bağlanmış ve iki yanından iki kuvvetlive sağlam kirişle birbirlerine bağlanmışlardır. Ön kısımları dizkapağında birleşmiştir.Dizkapağı yuvarlak bir kemik olması dolayısıyle, aynürreke-he adı verilmiştir. Bunun sayesinde, dizin üzerine oturtulduğu zaman, diz eklemi ayrılmaktan kurtulmaktadır. Bu, ağır vücudu taşıyan eklemlerin hareketiyle kuvvetlendirip ,ona direk olmaktır.Bu kemik eklemin ön kısmmdadır. Zira bu ekleme vaki saldırı vetehlikeler ekseriyetle ön taraftan gelir. Zorlansa bile arkaya eğilmesi mümkün olmaz. Sağa ve sola eğilmesi ise çok az olur. Bu durumda, aniden yerden kalkış ve oturuşta diz eklemine önden zorluk gelmektedir.
KISIM: 7AYAK KEMİKLERİ
Ey Aziz! Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Ayak, bedenin ayakta durmasına yarayan bir âlet olarak yaratılmıştır. Biçimi öne doğru olup, uzundur. Üzerine dayanmak vedurmak böylece mümkün olmuş olur. İçi ortaya doğru incelir. Buna sebep de, ayağa kalkıldığı zaman ön tarafın ayağa eş olmasıve yürürken inecek ayağın eşi üzerine emin olup adımlan güvenle atması, ayağa dikenin girmemesi için dikene dikkatli basması,merdiven v.s. gibi şeylere basarken sağlam basması ve ayağın kaymaması içindir.Ayakta birçok kemiklerin olması çeşitli faydalar sağlamıştır.1 — Faydaların biri, ayak üzerine bastığı şeyi, elin birşeyisağlamca tutması gibi sağlam bir şekilde durur.2 — Diğer faydası da, aynen diğer kemiği çok organlann faydaları gibidir.Bir ayaktaki mevcut kemiklerin sayısı 26’dır.Kemiklerden biri, kendisiyle baldır kemiğinin eklemi tamamlanan topuk kemiğidir.Kemiklerden bir diğeri ökçe kemiğidir ki, ayakta durmak esa-se nona bağlıdır.Ayak kemiklerinin bir diğeri, kayık kemiğidir ki ,ayak ortasıonunla yükselir ,ön tarafı da onunla yere konar.Ayak bileğinde 4 kemik bulunur ki, ayak, tarağına bunlarla yetişir.Kemiklerden biri 6 gen şeklindeki merdiven kemiğidir. Ayak dışardan bunun üzerine konulmuş vaziyettedir. Tarafın yer üzerindeki sebatı küçük olur.
Baş kemik de ayak tarağının olduğu kısımdadır. Topuk kemiğinin çıkıntısı insanlarda hayvanlardan dahafazladır. Bu bakımdan insanın ayağı küp şeklinde olup, ön tarafından yürümede en büyük rol de onundur. Ayakta dururken debu kemiğin büyük önemi vardır. Topuk, sözü edilen iki baldır kemiğinin alt tarafında yuvarlak kısımları arasında bulunur ki, onu üst, arka sağ ve solundansarmışlardır. Onun iki yanı topuk kemiğinin iki çukuruna girmiştir. Topuk kemiği baldır ile topuk arasında bir geçit teşkil ettiğigibi, onları güzelce birbirine bağlıyarak aralarında kuvvetli bireklem meydana getirir. Ancak topuk ortada ve önden kayık kemiği eklem bağları ile ona bağlanmış haldedir. Kasık kemiği arkadan ökçe kemiğine önden bilek kemiklerinin üstüne, dıştan baldır genliğine yapışmış vaziyettedir.ökçe kemiği, topuk kemiğinin alt kısmında ve sert bir kemiktir. Arkası yuvarlak olup, tehlikelere böylece karşı koyar. Kendisine şiddetle çarpan şeyleri yana atar ve darbenin fazla olmasını engeller. ökçe kemiğinin altı düz olup, düzgün basmaya yarar. Bastığında rahatça durur. Biçimi itibariyle büyük bir kemiktir.
Bu haliyle bütün bedeni taşıyacak güçtedir. Üçgen şeklinde olup yavaş yavaş incelir. Ayağın ortasına vardığında sona erer. Ayak ucuortaya doğru tedrici olarak genişler.Ayak bileğinin durumu el bileğine uymaz, tamamen elin tersidir. Ayak bileğine ait kemikler bir sıra ,el bileğine ait kemiklerise iki sıradır. Ayak bileğindeki kemik sayısı daha azdır. Çünkütutmak ve almak ihtiyacına el daha çok muhtaçtır. Ayağın gayesibedeni sağlamca ayakta tutmaktır. Eğer kemikler ve eklemler fazla olur», ayağın bedeni ayakta sağlamca tutmasına zararlı olur.Hiç olmamış olsalar bu durumda aynı şekilde zararlı olur. CenabıHak Jıerşeyin hayırlısını bildiği için ayağın şeklini böyle yarattı.Ayak tarağı 5 kemikten meydana gelir. Böyle olmasına sebep,herbirine ayak parmaklarının bitişmesi ve dizilişlerinin düz olması içindir. Ayak parmaklan el parmaklarından daha kısadır. Çünkü ayaktan kasıt .ayakta durmak; elden kasıt, yani gaye ise tutmaktır. Baş parmağın haricindeki parmaklar 3 boğum, baş parmak ise 2 boğum olur. Bu, yürümenin daha düzenli şekilde olmasını temin eder. İnsan bedenindeki kemikler direk ve dayanakolan kemiklerle toplam 300 tanedir. Bu kemikleri, dizilişlerini vebüyük bir âtıenk içerisindeki çalışmalan görebilen gözler için, birhayret ve şaşkınlık vesilesi ve ibret dersidir. Onların noksansız vegarip çalışmalanndaki Allah’ın yüce sanat ve kudretini düşünenler hayretle riçerisinde kalırlar. Buna hayret edenler ise, bu yücesanata bakıp onun yapıcısını tanımak ve bilmekten zevk alırlar.Sübhâne Hâlik il-Bari.
BÖLÜM: 2 ORGANLARIN HAREKETLERİ , KASLARIN MAHİYETİ VE
CÜZLERİ, SAĞLAMLIK VE HUSUSİYETLERİ ÜÇ KONUDAN İBARETTİR
KONU: 1 KASLARIN BİR ARAYA GELİŞİ İLE BAŞ VE BOYUNDA
OLAN HAREKETLERİ YEDİ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 KASLARIN OLUŞMASI VE ONLARCA MEYDANA
GELEN HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:İnsan bedenindeki mevcut 420 tane irade ve isteğe bağlı olan
hareketlerin tam ve noksansız olması sinirler aracılığı İle yürek-ten beyine ve oradan da diğer organlara geçen kuvvetle meydana
gelir. Hareket halindeki organlarm temeli durumundaki kemik-lerle ,ince ve yumucak sinirler arasında bir birleşmenin meydana
gelmesi uygun görülmediğinden, Cenabı Hak yardım ve. inayetiy-le lütfederek organlardaki kemiklerden, sinirlere benzeyen bağ-lantılar çıkarmış ,ikisini birşey gibi biraraya getirmiştir.Bağ ve sinirlerin birleşimiyle oluşan cisim, baş, beyin ve omur-ilik, hacimlerine uymak suretiyle buralarda incelmiş,
özellikle organlara bölünüp dallara ayrıldığı zaman her kemiğe düşen birpay, çok İnce ve zayıf olup esas çıkış yerinden uzaklaştıkça, bozulma tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Cenabı Hak yüce hikmetiyle bunun tedbirini almış, sinir ve bağlardan oluşan kasları gayet güzelkalınlaştırmış ve aralarını etle doldurmak suretiyle zorla perdelemiş ve sinir cevherinden olan direğin orta kısmında muhafaza etmiştir.Şu halde, sözünü ettiğimiz bu organ bütünüyle sinir, lif, et,perde ve zardan oluşan bir organ olmuş oluyor ki, burada kas(adale) adı verilmiştir. Kas toplanıp kısalınca organ tarafına geçen lifi çeker ki, bu durumda o organ büzülür ve çekilir. Bu kaskendi açılma mikdarmca açılıp uzayınca, o lif gevşer. Bu durumda da o organ açılır ve uzaklaşır. Bütün istekli hareketlerin meydana gelişi böyledir. Yani, türlü ve değişik durumlarda ve değişik yerlerde değişik şekillerde meydana gelir.
KISIM: 2 BAZI YÜZ KASLARI VE ONLARLA MEYDANAGELEN HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Yüzdeki kaslann sayısı, yüzdeki hareket halinde olan organ-lann sayısına eşit, yani onlar kadardır.Yüzün hareket eden organları :1 — Alın, 2 — Göz, 3 — Göz kapakları, 4 — Yanaklar, 5 —Burun uçları, 6 — Alt çene, 7 — Dudaklardır.Alın hareketi, ince geniş ve örtülü bir kasla meydana gelir.Bu kas, alnın derisi altına öyle yayılmış ve orasıyla öyle kaynaşmıştı ki, âdeta alın derisinin bir parçası haline gelmiş ve ondanayrılması imkânsızlaşmıştır. Alm derisi hareketini kastan alan organa kiriş olur ve bu kasın toplanması kaşların yukanya doğrukalkmasını temin eder. Rahat bırakılmasıyla kaşlar yine eski haline döner. Bu derinin gözün yumulmasına yardımcı olduğu da bilinmektedir.Göze hareket veren 6 kas vardır. 4 kas gözün 4
yanındadır. ve herbiri de gözü kendine doğru çekmek ve hareket ettirmek ister.Kaslardan ikisi gözün arka kısmında bulunur ve gözün daireyebenzer hareketinin meydana gelmesine yardım eder. Gözün arka tarafındaki bir kas sonra anlatılacak olan çukurumsu bir sinire dayanak olmuş ve ona kendi perdeleriyle da yanıklılık vermiştir. Bu hal, onun geçmemesini engellemiştir. Üstgözkapağınm harekete geçmesiyle gözleri kapama işi tamamlanır.Bu durumda ilk göz kapaklarının hareket etmesine ihtiyaç kalmaz. Allah’ın inayet ve yardımı mümkün mertebe az âlete harcanmıştır. Çünkü âletlerin sayısı ne kadar çok olursa isabet edecek âfet ve tehlikeler de o kadar çok olur.Üst göz kapaklarının hareketi yerme alt göz kapaklan hareket edebilir ve üst göz kapakları sabit kalabilirdi. Fakat üst kapaksinirlerin çıktığı yere yakın olduğu içinğ sinirlerin ona kavuştuğuanda katlanmaya veya değişmeye hitiyaç duymadığı bilinen bir-şeydir. Üst göz kapakları için gözün açılması anındaki hareket yu-kanya doğru yumması anındaki hareketle aşağı doğru olmayıicabettirir.Gözün yumulması için aşağıya çeken adalelere ihtiyaç olduğuiçin, gözün iki tarafında iki kas vardır ve bu kaslar göz kapağımaşağıya taraf çeker. Göz kapaklarının açılması için ortadan bir sinirin inmesine gerek vardır. Kirişin yanı göz kapağının yanına taraf açılınca o büzülüp toplandığı sürece göz açüır. Bu iş için yaratılan bir sinir vardır ki, bu doğruca aşağıya iner, göz kapağınınperdeleri arasında kıkırdak gibi genişçe bir cisimdir. Bu cisim gözkirpiklerinin bittiği yerin alt kısmına yayılmıştır.Göz kapağının görevi, gözü korumak, kirpiklerin görevi deisabet edecek tozlardan gözleri korumaktır ve zaten yaratılış sebepleri de budur. Şu halde bedenin bütün parçalan çeşitli ve türlühikmet ve faydalar için yaratılmıştır.
KISIM: 3 YANAK, DUDAK VE BURUN UÇLARINDA HAREKETE SEBEP OLAN KASLAR
Ey Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki: Yanağın
iki çeşit hareketi vardır :1 — Alt çeneye bağlı olan hareket.2 — Dudağa ortak başka bir organın hareketine tabi olan
kendi hareketidir. Bu sebeple yanaklar o organın müşterek bir si-nirleri vardır. Bu sinir her yanakta geniş olup, bu isimle bilin-miştir.Bu hareketlerin iki sinirinin herbiri dört cüzden meydana gel-miştir. Çünkü herbirine dört yerden gelen lif vardır. Bir sürü bo-yun kemiğinden çıkmış olup, sonları aşağıdan dudak kenarlarına
bitişmiştir ki, bu durumda ağzı aşağıya ve yana çeker.Diğer cüzü, iki yanda göğüs ve boyun kemiğinden çıkıp lifleri
dudak yanlarına kadar gitmiştir. Sağdan çıkan, soldan çıkanla ke
şişmekte ve öyle gitmektedir. Bu durumda sağ taraftan çıkan lif
dudağın soluna, sol taraftan çıkan da sağ tarafın üst kısmına var-mıştır. Ağız iki lifin birleşmeleriyle daralır ve dudaklar öne doğru
gelir. Kesenin ipi sıkıldığında kesenin ağzım nasıl bir araya toplu
yorsa, ağız da aynı şekilde toplanır.Üçüncüsü, omuzda bulunan göğüs kemiğinin yan tarafından
çıkar ve o kasın bitiştiği yerin üstüne varır ve orada birleşerek du-dağı iki tarafa eşit bir şekilde eğer.Dördüncüsü, boyundaki dişli çıkıntılardan çıkar, kulakların
yamndan geçerek yanaklara varır. Yanağın öyle hareketi vardır
ki, bu harekete dudak bile uyar. Fakat önceden izahını yaptığımız
gibi dudak kaslarının biri yanakla ortak olan kastır.
Dudaklara ait 4 kas vardır. Bunlardan ikisi adına elmacık de-nilen göz altıdaki kısmın üstünden gelerek dudağın iki tarafına
varmıştır. Diğer iki kas ise, aşağıdan gelerek dudağa kavuşur. Bu
dört kas dudakların hareketleri için kâfidir. Çünkü bu kaslar ken-di kendilerine hareket ettikleri takdirde, dudağı kendi taraflarına
çekerler. İkisi bir taraftan diğer ikisi öbür taraftan çektiği takdir-de dudak iki tarafa ayrılır. Dördü birlikte hareketederlerse duda-ğın 4 tarafa doğru olan hareketi tamamlanır ve herhangi bir nok-sanlık olmaz. Bunun haricinde de zaten dudağın hareketi olmaz.
Ortak kasların uçlan dudak ile öyle kaynaşmıştır ki, onun ana
cevheri olan etten ayırdedilemez.Burun kanatlan küçük iki sağlam kasın birleşmesi sonucu
meydana gelmiştir. Küçük oldukları için çok hareket eden dudak ve yanak kaslarının yerlerinin geniş olmaları icabeder. Bu kaslar
elmacık kemiklerinin yanından çıkarlar. Çünkü. elmacık lifine ka-rışarak burcun uç kapaklarını o tarafa doğru kımıldatır. Burun
kanatları ve diğer bütün organların yerli yerine konmaları Allah’
m hikmetiyle olmuştur.
KISIM: 4 ALT ÇENENİN HAREKETLERİ, FAYDALARI VE
KASLARI
Ey Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Üst çene hareketsizdir, yani yerinden oynamaz. Fakat alt çe-ne hareket halindedir ki, böyle oluşunun sağladığı birçok fayda-lar vardır ki, bu faydaların başlıcaları şunlardır :1 — Hafif olan şeyin hareketi daha uygun ve hem de daha
kolay olur.2 — Hareket etmesi doğru olmayan organları taşıyan hare-ket ettirmek hatalı olacağı gibi, bu azalan taşımayan hareket et-tirmek daha uygun ve daha doğru olur.3 — Sabit duran üst çene eklemiyle baş eklemini kuvvetli
ve sağlam tutar.Hareket halinde olan alt çenenin 3 çeşit hareketi vardır :1 — Ağzı açmak.2 — Ağzı kapamak.3 — Çiğnemek ve öğütmek.Ağzın açılması halinde çene aşağıya iner. Kapanınca yuka-rıya çıkar. Çiğneme ve öğütme hareketi ise çeneyi sağa ve sola
doğru hareket ettirir. Çenenin kapanmasını temin eden iki kas
vardır.
Bu kaslar yukarıdan inerek çeneyi aşağıdan yukarıya doğ-ru çekerler.insan çenesi hafif ve hayvanlarda olduğu gibi sertçe kopar-ma ve kesmeye muhtaç olmadığından, bu kaslann mikdan kü-çük şekilde yaratılmıştır. Çok yumuşak bir cisim olan beyin, bun-ların başlangıcıdır. Beyine yakın olduklarından bunlar da yumuşaktırlar.
Çünkü bu kaslarla beyin arasında sadece bir kemik var
dır.
Beyinden çıktıkları zaman iki kemik Allah tarafından çiftolarak gömülmüş ve perdeden geçirilmiştir. Böylece kemiklerinboyu, çıkış yerlerinden uzak kalır ve yapılarında biraz sertleşmeolur.Sözünü ettiğimiz bu iki kasın herbirinde birer büyük kirişleri. vardır ki, bunlar alt çeneyi çevrelemişlerdir. Bir araya geldiklerinde çenenin önünü kaldırır ve üst çene ile birleştirirler. Bu ikikasa yardımcı durumda olan iki kas daha vardır. Onlar ağızdangelerek alt çene boşluğuna inerler. Ağızdan gelen kaslardan çıkankirişlerin sağlam olmaları için ortalarından çıkmaları gerekmiştir.Ağzın açılmasıyle çenenin inmesini temin eden kasların lifleri kulak arkasındaki etlerden inmek suretiyle toplanır ve tek kashaline gelir. Bu kastan çıkan bir kısım kiriş, çene kemiğine katlanacak yere gelir. O kasa eklendiğinde çeneyi alt tarafa çekerekaşağıya iner. Çünkü çenenin tabiî şekli onun aşağıya kolaycainmesini temin etmiştir. Bunun içindir ki, ona iki kas yeterli olmuş ve başka bir yardımcıya gerek kalmamıştır.Ancak çiğneme ve emme işini görmek üzere yaratılan iki kasvardır ki, bunlar her tarafa birer üçgen kaş şeklindedirler. Kapalıköşeleri olan tarafı elmacık kemiğine girince gövdeleri uzar ve birialt çeneye iner, diğeri de karşı tarafa geçer. Üçgenin tabanı aralarında düz olarak yerleşir ve her köşe kendine ait olan yere gider.Böylece sözü edilen üçgen kasın toplanmasıyle çeşitli yönleri meydana çıkar, çiğneme ve öğütme ihtiyacı giderilmiş olur.Subhanellah-i ve bihamdihi.
KISIM: 5
BAŞ
VE BOYNUN HAREKETLERİ VE KASLARI
'Ey Aziz!
Anatomi
(teşrih) ile meşgul olanlar diyorlar ki:Başın kendine has bazı hareketleri vardır. Meselâ, başın eğil'
meşine
boynun eğilmesi de ilâve olunur. Bu iki ortak hareket, ya
öne,
ya arkaya, ya sağa, yahut da sol tarafa dönük olur. Bazan bu hareketlerin birleştiği görülür ki, bu durumda hareket dairevîbir şekil alır. Başa ait olan hareketin başın yan tarafından çıkaniki kası vardır. Çünkü lifleriyle yukarıda kulak ardından, aşağıdagöğüs kemiklerinden çıkıp, birleşmiş ve bu şekilde başa çıkmıştır.Şayet biri hareket edecek olursa baş o tarafa meyleder (eğilir,) ikisi beraberce hareket edecek olurlarsa o zaman baş normalolarak ön tarafa eğilir. Baş ve boynu birlikte ön tarafa eğdirenkaslar yemek borusunun altmda olup, bir çifttir. Bunlar, 1. ve 2.omura kavuşmuş ve onlarla birleşmiş ve kaynaşmıştır. Bu durumda şayet yemek borusuna yakın cüzleri topladıysa, sadece baş eğilir, boyun eğilmez. Şayet omurlara karışan cüzleri de topladıysa ozaman boyun da öne doğru eğilir.Başı arka tarafa doğru eğen kaslar 4 çifttir. Bunlar izahım yaptığımız bir çift kasın altında saklıdırlar. Bunların bitiş noktaları eklemin üstündedir. Bu çiftlerden biri .omurun iki kanadınagelmiş vaziyettedir. Diğer bir çift de .omurun dişlisine bitişiktir.Bunun hususiyeti, başın arka tarafa eğildiği anda başı dik tutmak ve eski normal haline getirmektir.Dördüncü çiftin çıkış yeri, onların üstü olup, 3. çiftin altında, dıştan yana doğru geçmiş ve 1. omurun kanadına varmıştır.Önceki iki çift, başı sağa ve sola eğmeden arkaya çevirir. Ancakhemen ifade edelim ki, başı boyunla birlikte arkaya çeviren kasların sayısı dört çifttir.
Bunlardan 3 çifti 4. çift kasın altında gizlenmiş olup, dördüncü çift durumunda olan kas bunları çepeçevresarmıştır. Dördüncünün heıbiri üçgen şeklindedir ve tabam dabeynin arka kemiğidir. Öndeki boyuna iner. Bunun altında yaygın olan üç çiftin birisi boyun omurunun iki yanıyla aşağıya iner.Çiftlerden biri de, sağ kanatlara eğilip gider. Bir çifti de omurun yanla rıyle kanatların uçlarını birleştirir.Başı iki yana eğen kaslar kafa eklemine bitişmiş olup, iki çifttir. Çiftlerden birinin yeri ön taraftır. Onun biri baş ile ikinci omurun arasım sağdan, öbürü de soldan bitiştiımiştir.İkinci çiftin yeri arka taraftır. Kasların biri baş ile omur arasını sağdan, diğeri de soldan birleştirmiştir. Söaü edilen bu
kas-
lardan biri kısalır veya büzülürse baş onun tarafına doğru
eğilir.
Eğer bunlardan ikisi bir tarafta ise ve ikisi birlikte kısalırsa
bu du-
rumda bazı onların tarafına doğruca, yani dik olarak
döner.
Kasların, hepsi birlikte hareket ettiği takdirde baş olduğu gibi durur
ve hiç bir tarafa hareket etmez. Bu kaslar öbür kaslardan küçük
oldukları halde yerleri yakın ve diziliş itibariyle diğer kasların al-tmda bulunduklarından, büyük kasların yaptığı görevi yapmakta-dırlar.
KISIM: 6 HANÇERE (GIRTLAK KIKIRDAĞI) NİN KAS VE
HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olan âlimler diyorlar ki:Hançere, kıkırdaktan meydana gelen bir organ olup, ses çı-karma vazifesini görmek için yaratılmıştır. Hançere 3 kıkırdaktan
meydana gelir.Bunlann biri, boğazın ön kısmında ve çenenin de altında bu
lunur ki ,el ile yoklanıp tutulması mümkündür. İç kısmı çukurum-su, dış kısmı yumru şekilde olduğu için, ona durkî (kalkan mânâ-sına gelir ki, burada gırtlak kapağı demektir) denir.İkinci kıkırdak ise onun arka tarafında ve boyna yakın bir
yerde olup, boyna bağlanmış haldedir.Üçüncü kıkırdak, ikinci kıkırdağın üzerine tas misâli kapan-mış ve onunla birleşmiş halde olup, birincisiyle birleşme yapma-mıştır. 3. kıkırdak ile 2. kıkırdak arasında iki çukurlu bir mafsal
mevcuttur. 2. kıkırdaktan çıkan iki uzantı sözünü ettiğimiz çuku-ra girer ve gırtlak borusu genişleyip sonra da daralınca hançere
nin genişliğine göre birbirinden uzaklaşır ve aynhrlar.Hançere (gırtlağın) nin daralması ve açılması 2. kıkırdağın Ü
kıkırdak üzerine eğilmesi, ona yaklaşması ve uzaklaşmasıyle olur.
Böylece hançere açılır ve kapamr.Gırtlağın ön kısmında üçgen biçiminde bir kemik vardır. Bu-nun şekli Lâtince L harfine benzediğinden/ ona L ya da «lam»
kemiği adı verilmiştir. Bu kemik, hançereye dayanak olur.
Kasla-rın lifleri buradan çıkar. Birinci kıkırdağa 2. kıkırdağı ilâve etmek, 3. kıkırdağın diğer
ikisi ile uyum sağlamasını temin için, 3. yü diğer iki kıkırdaktan uzaklaştırarak hançerenin açılmasını temin için daha başka birçok kaslara ihtiyaç vardır. Zaten bu görevleri ifâ eden birçok kasvardır. Gırtlağın önüne gelmiş ve onun üzerine yayılarak ona yapışmıştır. Büzülerek toplandığında, eğik halde olan 3. kıkırdak,önde olur ve yukarıya çıkarsa, gırtlak açılır ve genişler.Bir çift kas, boğazı aşağı doğru çeken kaslarla ortaktır. Bunların başlangıç yeri .birinci kıkırdağın tarafındaki görüş kemiğinin içidir. Ondan çıkan iki çift kas vardır ki, bir çifti iki kastır. Onlar 3. kıkırdağa gelerek arkadan onunla birleşmişlerdir. Büzülmekle bir araya gelseler de, 3. kıkırdağı kaldırarak arkaya çekse, bağlar birinciden uzaklaşır ve gırtlak genişler .2. çiftin iki kası 3. kıkırdağın iki yanına gelerek açılmıştır.
Bunlar büzüldükleri zaman 3. çifti birinciden yere doğru çekerekgırtlağın genişlemesine yardım eder. Gırtlağı daraltan kaslannbir çifti lam kemiğinden gelerek, birinci kıkırdağa bitişir. Sonragenişleyerek ikinci kıkırdağa sarılarak arka kısmında iki adaleniniki tarafı bitişir. Bu kaslar büzüldüğünde hançere daralır ve 4 kası da 1. ve 2. kıkırdağın yanlarının arasını birbirine bitiştirir. Sonra büzüldükçe de hançerenin altı daralır. Hançereyi örten ve uyumunu sağlıyan bir çift kas vardır. Bu kıkırdağın aslına eğilir ve3. kıkırdağın sağ ve soluyla bitişir. Kalktıklarında eklemi bağlar vegırtlağı öyle sararlar ki, nefesi tutar ve bu hususta göğüs kaslanile göğüs perdesine karşı dururlar. Bu küçük kaslann yaratılışısağlam ve kuvvetlidir. Böyle yaratılmalarına sebep de, hançeredenzorlukla karşılaşmadan kuvvetle hançereyi kapatıp nefesi tutmaları içindir. Bu kasların sapmaları gayet azdır ve doğru olarak yükselmişlerdir. 1. ve 2. kıkırdağın arasını birleştirmeye giden buiki kası büzülen 3. kıkırdağın altındaki küçük kaslara yardım etmekle görevlendirilmişlerdir.Bu kasların yaratılmasında da çeşitli ve nice san’atlar vardır.Subhanellah ve bihamdihi.
KISIM: 7 BOĞAZ, LAM KEMİĞİ, BOYUN KASLARI VE HAREKETLERİ
Ey Aziz! Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Boğaz bir bütün halindedir.
Onun kendisini aşağıya çeken
iki çift kası vardır.
Bu
kasların bir
çifti hançerede anlatılanlardır.
Diğer çifti ise, göğüs tahta kemiğinden
çıkar ve yukarı çıkarak
lam gemiğine, oradan da boğaza
kavuşup, onu aşağıya çekerler.
Boğaz kasları, boğaz İçindeki iki
ettir. Bunların görevi yutmaya
yardımcı olmaktır. Lam kemiğinin kendine
ait ve diğer bir kas ile
ortak kasları vardır. Kendine
ait olan kasları 3 çifttir. Bunlardan
1 çifti çenenin iki tarafından
gelerek bu kemik üzerindeki düz hat
ta bitişmiş ve kemiği çeneden
tarafa çekmiştir.
Diğer bir
çifti de, çene altından çıkmış olup, dilin altından
geçmiş ve bu kemiğin
üst kısmına varmıştır. Bu da aynı şekilde
kemiği çeneden tarafa
çekmiştir.
Diğer bir çifti de,
kulakların yanındaki uzantılardan çıkarak
bu kemiğin üzerindeki
doğru hattın altına bitişmiş ve onu aşağı
ya çekmiştir.Dile hareket veren kasların sayısı dokuzdur.Bu kaslann ikisi uzantılardan
çıkmış ve genişlemesine gide
rek iki tarafında birleşmişlerdir.Diğer iki kas
lam kemiğinin üstünden çıkar, uzun olup dilin
orta kısmına bitmiştir.Diğer ikisi de, lam
kemiğinin altından çıkar. Geniştir, uzun
kaslann arasından dile varır ve
onu bükmek suretiyle hareket ettirir.
Diğer iki kas ise
dili açar. Bunların yeri anlattıklarımızın alt
kısmındadıı* ve lifleri
dilin altında genişlemesine yayılmıştır. Bu
İki kas aynı zamanda at
çene kemiğinin alt tarafına yayılmıştır.
Biri de dil ile lam kemiğini
birleştirmiş ve birbirine çekmştr.
Bu izahtan insanın
sadece başında ve boynunda Cenabı
Hakk’m eşsiz sanatından
örnekler görmenin mümkün olduğu an
laşılıyor. Artık bunu düşünmeli
ve her kul, yaratanını iyice tanımalıdır.
KONU: 2GÖĞÜS KEMİĞİ, OMUZLAR, EL VE PARMAKLARDAKİKASLAR VE HAREKETLERİALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 GÖĞÜS SIKAN VE AÇAN KASLAR
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Göğsü hareket ettiren kasların bir kısmı sadece göğsü açargöğsü sıkmaz. Solunum, (nefes alıp verme) organlan ile, yeme içme organları perde görevini gören kısımdaki kaslar bunlardandır. Ayrıca* boyun kemiğinin altmda da bir çift kas vardır ki, bu kaslar omuz başlarmdan çıkarlar. Bunlar, sağ ve soldan göğsün birinci kaburgasına bitişip kaburgayı çekmek içindirler.Bir çift adalenin her birinin iki cüzünün üst kısmı boyun kısmına bitişik halde olup, ona hareket vermektedir. Aşağılan da gö-ğüse hareket verirler.
Göğüsün 5. ve 6. kaburgasına bitişik olanbir kasa kanşıp gitmiştir ki, ilerde bu kas hakkında izahat verilecektir.Kaslardan bir çifti de, omuzun biraz derininden gitmiş ve birinci omurdan omuza inmekte olan bir çift kasa gelmiştir. Bunların ikisi arka kaburgalara gitmiş olup, âdeta bir kas haline gelmişlerdir.Dördüncü çift kası da boyunun yedinci omuru ile göğsün ilkiki omurundan çıkıp göğüs kemiğine gitmiştir ki, bunlar göğsüaçan kaslardır. Göğsü tutan, yani sıkan ve daraltan kaslardan biri genişliğine sıkan perdeden ve bizzat tutan kaslardan bir çift kas-dır. Bunlar üst kasların altında uzanıp göğsü bir araya toplamıştır.Bu kaslardan bir çifti de, kaburga uçlarına yakın boyun kemiği ile gırtlak arasındaki yere bitişmiş bir haldedir ve düzgün içkaslara kanşmıştır.Kaslardan iki çifti de, bu çifte yardımcı olmak üzere yaratılmıştır. Göğsü hem daraltan ve hem sıkan kaslar, kaburgaların arasım birleştiren kaslardır.Kaburga kemiklerinin herbirinin arasında 4 kas vardır. Bazı lifler kaburgaların dışına, bazıları da içine bitişmiş haldedir.İki kas boyun kemiğinden geçerek omura doğru gelir, sağ ve soldanbirinci köprücük kemiği ile birleşir. Bitiştiği köprücük kemiğini yukarıya kaldırarak göğüsün genişlemesine yardımcı olur.
Bu durumda göğüsteki mevcut kasların sayısı doksana çıkmıştır.Omuza hareket veren kaslar yedi çifttir. Bu çiftlerden ikisibaşın arka kısmından gelir. Diğer bir çifti, omuzun üstünden eyekemiğine kadar gider ve baş tarafına eğilmesiyle, omuzu kaldırır.Çiftlerden diğer biri de, esas omuz köküne birleşerek onu başın hizasma kaldırır.Kaslarm diğer bir çifti de, birinci omurdan gelerek, omuzun yukan kısmına bitişir ve omuzun boyuna yaklaşmasını temin eder.4. çift kas, lam kemiğinden çıkar ve tekrar omuzun yukarı kısmına bitişir ve omuzun boyuna yaklaşmasını temin eder. 4. çift kas,lam kemiğinden çıkar ve tekrar omuzun yukarı kısmına giderekonu yukarı kaldırır.Kaslardan diğer iki çifti ise, göğüs ve boyun omurlarındakiuzantılardan çıkar. Bunların faydası da, omuzu arka ve aşağıyadoğru hareket ettirmektir.Yedinci çift kas ise, bel bölgesinden çıkar ve yalnızca omuzuaşağıya ve öne çekme işini görür. Bir de omuzu damarlarla beraber yukarıya kaldırır ki, bu da onların göğsün gerilip açılmasına yardımcı olduklarını gösterir.La havle ve lâ kuvvete illa billahil aliyyil azim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder