MARİFETNAME
KISIM : 2 OMUZ EKLEMİNİ PAZU İLE HAREKET ETTİREN KASLAR
Ey Aziz! Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Omuz eklemini hareket ettiren kaslar uçlan göğüsten çıkanpazu kaslarıdır. Bu kaslar pazuyu aşağıya doğru çekerler Kaslar
3 tane olup, bir memenin altından çıkar ve pazuyu yakından omuzun önünde, pazunun ön kısmına bitişir. Omuzun altma geldiği için de pazuyu göğüse yaklaştırır.Kasların diğer biri ve en büyüğü, bütün göğüs kemiğinden çıkmış ve pazunun ön aşağı kısmına bitişmiştir. Üst parçanın lifiyle amel etmesi halinde pazuyu yukarıdan aşağıya doğru bir hareketle göğse getirir. Eğer iki parça ile iş görmesi halinde pazuyu göğüse düz olarak getirir. Pazunun iki kası koltuk altından çıkarve sözü edilen büyük kasın bağlanışından sıkıca bağlanır. Bu bü yük kaslann biri koltuk altı kemiğinden ve arka kaburgadan gelerek pazuyu düz olarak bu kaburgalara taraf çeker.
İkinci ince kasda ,koltuk altı derisinden eğili olarak ortaya gelir ve memenin yanından yukarıya çıkan kasın kirişi ile birleşir ve arkaya dönerekiçe gömülür, yani kaybolur. Bu kas da önceki kasa yardımcı olmuştur.Bu pazunun hepsi omuz kemiğinden çıkan 5 kası vardır. Bu kaslardan biri ,omuzun üst kemiği ile aralığı doldurmuş olup başı,pazudan dış kısmının üstüne geçer gider. Yine bu kaslardan ikisinin çıkış yeri omuzun üst dili, yani köprücük kemiğidir. Bu kaslalarla (diyafram) alt kaburga arasındaki kısmı doldurmuştur. Kasın biri büyük olup, lifini kasların üst cüzlerine göndermiş ve Pazunun ucuna, dışının son kısmında bitişmiş ve pazuyu dıştan eğerek uzaklaştırmıştır.İkinci kas kendisinden evvel olan birinci kasa bitişmiş olup,birlikte onun işini görür olmuşlardır. Fakat ikinci kas, omuzun üstüne bağlanıp pazunun dışına eğri olarak bitişmiş olup, onu dışarıya doğru eğdirmiştir.Dördüncü kas omuz kemiğinin iç kısmını doldurmuş, kirişi pazu başının iç tarafından giren kasın parçalarına bitişmiş ve böylece pazuyu arkaya doğru bükmüştür.
Beşinci kasın çıkış yeri omuzun alt köprücük (eye) kemiğinin alt kısmıdır. Kirişi, koltuk altının üstünden yükselen büyükkasın birleştiği yerin üstünde pazu ile birleşir.
Bu kasın işi kol kemiğini, yani pazu ucunu yukarıya doğru çekmektir.Pazunun iki başı olan bir kası daha vardır ki, bu boynun altından ve boyundan gelen pazuyu sarma işini görmektir. Bu kasm başlarından biri pazunun içinde ve dolaşık halde bulunur. Diğer başı ise dışardan omuzun alt kısmından çıkmış olup, biraz bükülmüş ve eğiktir. İki cüz ile iş görmesi halinde kolu düz olarakkaldırır.Pazunun biri meme üzerinden gelen iki küçük kas daha vardır ki, diğeri de omuz eklemi içine gömülmüş haldedir.La havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil azîm.
KISIM: 3 KOL KASLARI VE HAREKETLERİ
Ey
Azizi Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Kolu açan ve kapayan kaslar, pazu üzerinde bulunur. Kasların bir kısmı açma bir kısmı da kapama vazifesi görür. Kaslarınbazısı pazuyu yüzüstü kapadığı gibi, bazısı da açar. Ancak bu kaslar pazu üzerinde değildirler. Kolun açılmasını temin eden kaslar bir çifttir. Bu kaslardan biri içeriye doğru kıvrılarak kolu açar. Çünkü bu pazunun ön kısmının aşağısından omuzun alt kaburgasından çıkar ve iç parçalan ile dirseğe bitişir. Diğer kas ise dışa dönük olup, bileği açar.Çünkü bu kas, pazunun arka tarafından gelerek dirsekten çıkan cüzlere bitişir. Bu kaslar bu işi görmek üzere birleştikleri zaman kolu düz olarak açarlar.
Kolu kapayan kaslar, bir çift kastan ibarettir. Bunlardan bü yük olanı kolu içe doğru eğerek kapatır. Çünkü bu kas, omuzunalt uzantısından ve karga burnundan meydana gelerek, pazu içineeğilerek, dirseğin ön üst kirişine bitişmiştir. İkinci kas ise bileği dışa doğru eğerek tutar. Çünkü bu kasın çıkış yeri, dış pazunun arka tarafıdır. Bu öyle bir kasdır ki, etli iki başı vardır. Bu başlardan biri, pazunun arkasından, diğeri de önünden geçerlerve dış tarafa meylederek tutan alt dirseğin ön altına ve içine meylederek tutan kasın üstüne bitişmiştir ki, bunun sebebi de kuvvetle çekmelerini temin içindir.Bu iki kas, bu iki işi beraberce yapmak için bir araya geldikleri zaman kolu düz olarak tutarlar. Bu basit kasların içinde pazukemiğini kuşatan ve tutan bir kas daha vardır. Kolu yüzüstü olarak tutan bir çift kas vardır ki, bunlar dışarıdan görülebilirler. Bukasların biri pazu başının iç yanının üstünden çıkmış ve üst direğe bitişerek bileğin mafsalı olmuştur.İkinci kas birinciden daha kısa, lifi geni, uçları sinirlidir. Budirseğin alt kısmından çıkmış ve bilek mafsalının yanında üst kısma çıkmıştır. Fakat kolu dıştan açan kaslar bir çifttir. Bu kasların biri iki eklemin dışmda olup, üst direğe kirişsiz olarak birleştirilmiştir. Diğer kasın çıkış yeri ise pazu başımn dışından ve sadeceüstünden uzanan ince kemiktendir. Koldan geçerek içerisine girmiş ve bilek mafsalına yaklaşana kadar gitmiştir. Bu suretle bileğin üstünden iç kısma gelerek kiriş perdeleri ile bu kasa bitişmiştir.
KISIM : 4 BİLEK KASLARI VE HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Bilek eklemini hareket ettiren kasların bir kısmı basit, yani açıcı ve yayıcı, bir kısmı kapatıcı ve birleştirici, bir kısmı arkaya açıcı, bir kısmı da temeli üzerine kapatıcıdır. Bileği aşan kaslarınbir kısmı birbirine bitişmiş haldedir. Bunlardan biri, bileğin alt ortasından çıkar ki, bunun kirişi baş parmağa bitişik olup böyleceişaret parmağından uzak durması temin edilmiş olur. Diğeri de,üst mafsaldan çıkar ve kirişi de, bilek kemiğinden itibaren başparmak hizasındaki evvelki kemikle birleşir.Bu iki kas aynı işi görmek için birlikte hareket edince bileği az
bükülmüş olacak şekilde açarlar. Eğer beraberce değil de, sade
ce
pazu hareket ederse, hem bileği büker ve hem de baş parmakla
işaret
parmağını birbirinden ayırır. Bir kas, pazu ucunun alt kısmından çıkar, üst direğin dış yanında allıyarak iki ucu olan birkirişini uzatır. Bunun bir ucu işaret parmağı ile orta parmağınönündeki tarağın ortasına bitişir. Diğer baş ise bileğin yanındakiüst dirseğe dayanarak bileği kavrar ve açar. Ancak bileği tutankaslardan bir çift kas, bileğin dış tarafı üzerinde bulunur. Onunaltmda bulunan tek kas, pazunun ucunun içinden çıkar ve küçükparmağın önündeki tarağa bitişir.Üstteki ise, onun üst kısmından çıkmış ve yine sözünü ettiğimiz tarağa bağlanmıştır. Onunla bir kası pazunun alttaki cüzlerinden çıkmış ve açıklanan iki kasın yerlerini ortalamıştır. Bununbirbirine çaprazlamasına gelen iki başı vardır ki, bunlar işaret parmağı ile orta parmak arasında kalan kısma bağlanmışlardır. Bu İkisi aynı işi görmek üzere hareket ettikleri takdirde bileği tutarlar. Yukarıda izahı yapılan açan ve kapayan kaslar, bileği bizzateğer ve bükerler.Şayet küçük parmağın önündeki tarak kemiğine bitişmiş durumda olan kas yalnız başına hareket etse, eli biraz da olsa sırtüstü döndürür. Şayet baş parmağın izahını sonra yapacağımız kası bu sözünü ettiğimiz kasa yardımcı olursa, eli tamamen döndürebilir. Şayet baş parmak önündeki bileğe bitişmiş vaziyetteki kastek bir hareket ettirici bir halde olsa ,eli biraz yüz üstü katlar. Şa yet küçük parmağın izahını yapacağımız kası buna yardımcı olursa el bütünüyle kapanmış olur.
KISIM: 5 PARMAKLARIN KAS VE HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:El parmaklarına hareket veren kasların bir kısmı el ayası kemiklerinin üzerinde meydana gelmekte, diğer bir kısmı da kol kemiklerine bitişik halde bulunmaktadır. Şayet bunların hepsi avuç içinde toplansalardı, avuç fazla et sebebiyle büyük ve ağır olur,hafifliği gider ve kendisinden hiç bir lâtif özellik kalmazdı. Bilek kasları parmaklara uzun olmaları sebebiyle, kirişleri yuvarlak, sağlam ve uzun olup, her taraftan gelen zarları ile kuvvetlenmişlerdir. Hareket halindeki organlarla birleşme temin edebilmeleri için geniş ve kaplayıcı liflere sahiptirler. Parmaklan arala yıp, onları aşağı doğru hareket ettiren kasların hepsi kol kemiğin-dedir. Öyle ise, parmakları aşağıya doğru hareket ettirerek açankasların biri kolun dış yüzünün ortasındadır.Bu kas ,pazunun alt ucunun dış yüzünden çıkmış, kirişlerle.dört parmağa gönderilmiş ve o da parmaklara aşağıya doğru hareket vererek onları açmıştır. Bu açan kaslann hepsi bir taraftave birbirine bitişmiş bir haldedirler. Bunlardan biri, pazunun dıştaki başının iki uzantısı arasında ve ortadan çıkar, küçük parmakile onun yanındaki parmağa iki kiriş gönderir.îki katlı olan bu kasların birincisi pazu kemiğinin iki uzantısının altından ve alt dirseğin yanından çıkmış ve ortasından ortaparmak ile işaret parmaklarına iki kiriş göndermiştir.Üçüncü kas, üst dirseğin yukarı kısmından çıkmış olup, başparmağa bir kiriş göndermiştir. Bu kasın yanında bir kas dahavardır ki, onun hakkında gerekli bilgi bilek kasları anlatılırkenverilmişti. Bu kasın çıkış yeri alt dirseğin ortasıdır ve bu kasın kirişi baş parmağı işaret parmağından ayırmıştır. Parmaklan toplayan ve yuman kasların bir kısmı kol kemiği üzerinde, diğer birkısmı da avuç içindedir. Kol üzerindekiler 3 kastan ibarettir. Kolun ortasında ve birbirinin üzerinde sıra halinde düzenli olarakkoyulmuşlardır. En kıymetlileri altta ve içte olup, bileğin alt oynak kısmının kemiğine bitişmiş durumundaki kastır. Gördüğü işçok önsnıli ve kendisi de kıymetli olduğu için yeri de korunmuştur.Bu alt kas, pazunun dış uzantısının ortasından çıkar. Kirişteoradan genişler. Beşe ayrılan kirişin her bir parçası baş parmağa gider. Dört parmaktaki eklemlerin 1, 2.ve 3. lcrini tutar. Baş parmağın kirişi ise 2. ve 3. eklemleri tutar. İkinci kas bunun hem üzerinde bulunur ve hem de ondan daha küçüktür. Bu kasın çıkış yeri pazu kemiğinin içidir. Alttaki dirseğe bitişmesi pek nadirdir. Üst dirseğin üst yüzü iç ve dış yüzlerin birleştiği ortak çzgidir. Onun üstünden geçerek beş parmak yanına geldiğinde, içi eğilmiş, kirişlerini dört parmağın
eklemlerine göndermiştir. Buna sebep de parmak
eklemlerinin
tutma ve yummalarını temin içindir.
Üçüncü
kas, tutmak ya da yummak için değildir. Fakat ki
rişiyle, avucun
içine girerek avuç ayası içinde genişlemiş ve ya
yılmıştır.
Böylece avuç içine dokunma hissi verilmiştir. Tüy çık
masına
engel olmuş, alma ve vermede kuvvetli olmasını sağla*
mıştır.
La havle eveiâ kuvvete illa billahil aliyyil azîm.
KISIM: 6 EL AYASINDAKİ KASLAR VE FAYDALARI
Ey Aziz!Anatomi Ue meşgul olan âlimler diyorlar ki:El kaslarından baş parmağın tutmak için sadece bir kası vardır. Geriye kalan dört parmağın ikişer kas ile kapanmalarının hikmeti şudur':Dört parmağın yapacağı en önemli iş, yumulmak ve tutmaktır. Baş parmağın en önemli işi ise ,açılmak ve şahadet parmağı dediğimiz parmaktan uzaklaşmaktır.Avucun kendisinde 18 kas mevcuttur. Birbiri üzerine iki sırahalinde düzenli olaraks ıralanmışlardır. İlk sıra el ayasının altındadır. Bu elin dış yüzünün en yakınında olan sıradır. İlk sırada sıralanmış halde bulunan 7 kas vardır. Bu kasların beşi eli yukarı ya çeker ve bükerler. Baş parmak kasının çıkış yeri bilek kemik
leridir.
Altıncı kas, kısa ve genişçedir ve lifi de düz değildir. Fakat kuvvetlidir. Başı ortası hizasında elin tarağına bitişmiştir. Kirişi baş parmağa varmış ve onu aşağı yollamıştır.Yedinci kas, küçük parmağın yakınındaki tarak kemiğindençıkmış ve küçük parmağı aşağıya indirmiştir. Bu yedi kasın hiçbi
ri
elin parmaklannın yumulması için değildir. Ancak 5 tanesi kaldırmak için, 2 tanesi de indirmek içindir.
İkinci sırada,
yani üstte sıralanan 11 kas vardır. Bu kasların
sekizinden her ikisi, dört
parmağın eklemlerinin birinci eklemle
rine ve birbirinin
üstüne bitişik haldedirler. Bu durumda ilk eklemlerini sağlamca yumarlar. Bu kaslann geriye kalan 3’ü de
baş
parmağa ait olup ,biri ilk eklemini, ikisi ikinci eklemini tutarlar.Sonra baş parmak ile serçe parmak ile serçe parmağa üçer kas koruyucu ve indirici olarak
görevlendirilmiş
olup, diğer üç parmağın birbirine de ikişer kas, indirici ve koruyucu olarak verilmiştirHer parmak için dört tutucu ve. bird e kaldırıcı kas yaratılmıştır.Sübhane men hüvel-hâlik.
BÖLÜM: 3 BEL KEMİĞİ, KARIN, TENASÜL (ERKEKLİK VE KADINLIK)ORGANLARI, AYAK VE PARMAKLAR, KAS, HAREKETVE FAYDALARI.YEDİ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 BEL KASLARI
Ey Aziz Anatomi âiimleri diyorlar ki:Beli hareket ettirmekte olan kaslarm bir kısmı, beli ön tarafa, diğer bir kısmı da arka tarafa eğerler. Belin öbür hareketleride bu iki hareketten doğar. Beli bu tarafa eğen kaslar iki çifttir.Bunlann bir kısmı üst tarafta olup, boynun ucuna hareket verenkaslardandır. Bunlar yemek borusunun iki yanından geçerek, aşağısı göğsün üst omuzlarından beş omurla birleşir. Üstü ise boyunave başa gelmiştir.Bunun alt kısmında bir çift kas daha vardır ki, ikisi de göğsün 10 ve 11. omurlarından çıkarak aşağıya iner ve bel kemiğinifazlaca öne doğru eğer. Belin arkaya eğilmesini sağlıyan iKi kasvardır ki, bunlara bel kaslan denir.
Bu kaslardan herbiri 23 kastan meydana gelir. Çünkü bunlann herbirine birinci omurun haricinde her omurdan bir kas gelmiştir ki, bunlar tam ve birleştiriciliflerdir.Bu kaslarm hepsi normal şekilde uzasalar, bel kemiği düz olur.Çok uzayacak olurlarsa, bel kemiğini arkaya eğer ve bükerler. Şa yet bir taraftaki mevcut kaslar, hareket etse ve uzansalar bu durumda bel kemiği diğer tarafa eğilir. Bu kaslar bel kemiğinin diğer normal hareketlerinin yapılması için yeterlidir. Zira, bel kemiğinin her yöne eğilmesi ve bükülmesinde ön tarafa ve arka tarafaolan hareketlere bağlılığının esas olduğu bilinmiştir.
KISIM: 2 KARIN KASLARI
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Karın kasları 8 tanedir. Bunların birçok ortak faydalan vardır ki, bazıları şunlardır:
1 — Sidik torbasındaki sidiği, rahimdeki cenin, yani küçük çocuğu tutup korumaya yardım eder.
2 — Zar (perde) a dayanak olur ve ona kuvvet verir. Yellenme ve kabızlık hallerinde yardımcı olur.
3 — Sıcaklığı ile mide ve barsakları ısıtır.Bu sekiz kastan bir çift düz kas gırtlak kıkırdağının yanından inip lifi, kasığa ulaşıncaya kadar uzunlamasına giderek uçları kasıkların çevresini sarmıştır.Bu çiftin temeli, başlangıcından itibaren sonuna kadar etten oluşmuştur.İki kas daha vardır ki, bunlar da kasm üzerindeki uzayanperdenin üzerinden çıkar ve sözü edilen iki uzun kas ile genişlemesine ve dikine kesişerek aşağıya iner. Kaslann iki çifti de bahsedilen kaslarm uzvunda olup herbiri bir yanda, sağda ve soldadır.Çiftlerin herbiri iki kas olup, köprücü kemiğinin yumuşak kısmından kasığa kadar ve böğürden gırtlağa kadar bel kemiğini kolaycakeserek ikisinin iki yanından; sağdan ve soldan kasığın yanındanbirbirleri ile karşılaşırlar.öbür iki kasın iki tarafı da gırtlağın yanında karşılaşırlar. Bu ikisi her yönden genişlemesine iki kasın et cüzlerine konulmuştur. Bu iki çift kasın esasları da, düz kaslara kadar ve zarlar gibi geniş kirişlerle dokununcaya kadar ettendir. Bunların üzerine konulan iki uzun kas daha vardır. Bunlar da Cenabı Hakkın yüce sanatının açık delilleridir.Sübhane-sâni-ül-Hakîm.
KISIM: 3 TENASÜL ORGANLARI VE KASLARI
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Erkeklerin yumurtalık (husye) kasları dört tanedir.
Bu
kaslar, yani yumurtalıklar erkeklerdeki yumurtaları korumak ve
yu
karı çıkarmak (uyandırmak) için yaratılmışlardır. Böylece yumurtalıklar aşağıya uzamaz ve maruz kalacakları tehlikelerden uzakkalırlar. Her bir husye için bir kas görevlendirilmiştir. Yumurtalıklardaki yumurtalar katıdır. Bunlann tabiatleri sıcak olduğu için,duman çıkarmakta ve bu da erkeklerin yüzünde sakalların ve bı yıkların çıkmasına sebep olmaktadır. Çünkü, yumurtası olmayanveya yumurtası olup da sıcak olmayan kimsenin sakallan çıkmaz.Bir kimsenin yumurtaları kesilip alınacak olsa mevcut sakallarda dökülür. Kadınlar için bir çift kas yeterli olmuştur. Çünkü, onların yumurtalan erkeklerde olduğu gibi dışarıda asılı vaziyette değil,iç kısımda ve yapışık haldedir. Yumurtaların herbirine bu sebeple bir kas görevlendirilmiştir. Rahmin ağzında lifi çok geniş olup rahmin ağzım bütünüyle kaplayan bir kas vardır. Bu kasın görevi, kadının âdet göreceği zamana kadar rahmin ağzını sıkıca tutmak veorada hayız kanım muhafaza etmektir. Bu kas âdet halinde açılır ve âdet kanının dışarıya çıkmasına izin verir. Böylece rahimdeki pis ve kirli kan âdet kanı olarak dışanya çıkar.Bu kasın diğer bir.faydası da, cinsi münasebet anında gevşe yip rahmin ağzım açmak ve rahme bırakılan erkekten gelen nutfe (meni) yi içeriye almaktır. Nutfenin rahme
alınmasından
sonra rahmin ağzın üyice kapatır ve cenini orada koruma altına alır.Artık çocuk dünyaya gelinceye kadar açılmaz. Çocuk dünyaya gelirken tamamen yayılarak iyice açılır.Sidik torbası (mesane) mn ağzı üzerinde lifi genişlemesine olan bir kas vardır. Bu kas, sidik torbasını ve ağzım sarmıştır.Bu kasın faydası, küçük abdest bozana kadar geçen saman içinde sidiki tutmaktır. İnsan küçük abdest bozmak istediğinde, bu kas sıkışık halden çıkarak gevşer. Karın kasları da sidik torbasını sıkar ve itici kuvvetin de yardımıyle sidik dışanya atılır.Zekeri (erkeklik organı) hareket ettiren kaslar iki çift olup,bunlardan biri kasık kemiğinden çıkarak zekerin iki yanından geçer. Bu kaslar gevşeyince gerek sidik ve gerekse meni zekerden kolayca akarak dışarıya çıkar.Diğer kas da aym şekilde kasık kemiğinden çıkar ve esas zeker âletine bitişir. Bu kaslann ikisi bir iş için ortak hareket edecek olsalar ,âlet doğru olarak uzar. Eğer kalbden şehvet rüzgângelit de damarlara dolarsa âlet uyanır, damarlara dolan şehvetrüzgârı şiddetli olursa âlet hem büyür ve hem de sertleşir ve aynı zamanda kasığa taraf eğilir.Şayet bu uzama bir kas üzerinde olursa âlet bu durumda o tarafa eğilir.Mak’ad, yani oturak (kıç, anüs) kaslarma gelince, bunlar 4 tanedir. Bu kaslardan biri mak’ad deliğinin ağzım sarmış olupete de fazla mikdarda karışmıştır. Bu kas bir ipin kesenin ağzı büzmesi gibi mak’adı büzer ve bir araya toplar. Mak’adı sıkmaksuretiyle ağzındaki işe yaramıyan pislikleri dışanya atar.Mak’adda bir kas daha vardır ki, zikredilen kasın üstünde,mak’adın iç kısmında olup erkeklerde âlete bitişir, kadınlarda isekadınlık organı (fere) nin çevresini sarar.Bu kasların üzerinde bir çift kas daha vardır ki bunlar inak’attaki eti çekmek ve içeri almak vazifesini görürler. Bu kaslarmgevşemesi halinde mak’ad dışarıya çıkar.Sübhanellahi ve bi hamdihi.
KISIM : 4 OYLUK KASLARI VE HAREKETLERİ
Ey Aziz!Anatomi ilmi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Oyluğa hareket veren kasların en büyüğü, onun eklemini açankaslardır. Sonra eklemini kapayan kaslar gelir. Çünkü oyluk hareketlerinin en kıymetlisi .oyluğun açılıp kapanmasıdır. Ayakta durmak ancak açılmakla mümkün olabildiğinden ,açılması kapanmasından daha önemli ve daha üstündür. Oturma kasları da çok büyük kaslardır. Bunlardan sonra oy-lukları birbirine yaklaştıran kaslar ile oyluğu arkaya eğen kaslar
gelir.Oyluk eklemini açan kasların en büyüğü aynı zamanda be-dendeki kaslarm da en büyüğüdür. Bu kas, oyluk ve kasık kemikle-rini içine alacak şekilde oyluğun arkasına ve iç kısımlarına dön-müş, ta dize kadar inmiştir. Bu kasın liflerinin başlangıç kısımla-rı değişik olduğu için gördüğü işler de başka başka olmuştur.Çünkü bazı liflerin çıkış yerleri kasık kemiğinin alt kısmı ol-duğundan, oyluğu dışarıya doğru eğerek açar. Bir kısım liflerin
çıkış yerleri, bunun biraz daha üstünde olup, sadece oyluğu yu-karıya kaldırır. Bir kısım liflerin bitiş yeri de oyluk kemiğinden
olup »oyluğu dış tarafa eğmek suretiyle açar. Bir kas da oyluk ek-lemini arkadan sarmıştır. Bu kasın iki ucu ve genişlemesine de üç
kirişi vardır. Bu kirişlerin çıkış yerleri leğen (böğür) kemiği, kal-ça kemiği ve kuyruk sokumunun yanındaki kemiktir.Kirişlerin ikisi etten birisi de zardan yapılmıştır. İki tarafı
oyluğun ucundan başka tarafa bitişiktir. Şayet bu kas bir yan yo-la çekecek olursa, oyluğu kendi tarafına eğerek açar. İki tarafıy
le çekecek olursa oyluğu düz olarak açar.Kaslardan birinin çıkışı böğür (leğen) kemiğinin tamamen
dışarıdan olup, en büyük uzantısının üstüne bitişir ve onu biraz
öne çekerken oyluğu da içe eğer ve böylece açar. Böyle kaslar ev-velâ küçük uzantının altına bitişmek suretiyle oradan iner ve ev-velki kasların yaptıklarını yaparlar. Bu kasın diğerlerinden bir
farkı vardır ki, o da eğilmesinin çok ve açılmasının az olmasıdır.
Çıkış yeri böğür (leğen) kemiğinin alt kısmıdır.Kaslarından biri de, oyluk kemiğinin alt kısmından halkaya
doğru eğimli olarak çıkıp oyluğu o yöne doğru, biraz dışa doğru
ise çok eğerek açar. Oyluk eklemini yuman kaslardan biri, oyluğu
dış tarafa hafifçe meylettirerek yumar. Bu kas böğür (leğen) ke-miğinden çıkar ve oradan merek iki kirişinin biri oturak kemiği-nin sonuna diğeri de küçük uzantıya bitişir.Kaslarından biri kasık kemiğinden çıkarak küçük uzantının
altına yapışır.Kaslarından biri de, bu ikinci kasının yanma eğri bir şekilde
uzar
ve büyük uzantının bir kısmıymış gibi olur.
Kaslann dördüncüsü de, leğen kemiğindeki mevcut uzantıdan çıkar ve oyluğu yumarak baldırı da geçer.Oyluğu içeriye doğru eğen kaslardan bir kısmı, açma ve kapa-ma kısmında açıklanmıştır. Bu tür bir hareketin kendine mahsus
bir kası vardır ve bu kasın çıkış yeri de kasık kemiğidir. Bunun
boyu çok uzundur, ta dize kadar iner. Oyluğu dışa doğru eğen kas
da bu iş için yaratılan hususi bir kasdîr ve bunun çıkışı da enli
kemiktendir.Oyluğu arkaya doğru eğen iki kas vardır ki, biri kasık kemi-ğinin dış kısmından .diğeri de iç kısmından çıkar. Bu kaslar bü-yük uzantının sonuna yakından girintili çukur yerde karşılaşmış
ve birbirine kanşmışlardır. Bu kasların hangisi yalnız başına hareket eder de oyluğu kendisine çekerse oyluk biraz o tarafa doğru
eğilir. Eğer iki kas ortak hareket ederlerse bu durumda kas düz
olarak arka tarafa eğilir. .T" Yapılan bu izahları düşünen ve ibret alan kimse, Allah'ın yü-ce sanatındaki akıl ve sırrın ermediği işleri görür. Bâki ve Kâim
olan Allah her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.
KISIM: 5 DİZ EKLEMİNİN KAS VE HAREKETLERİ
Ey Aziz! Anatomi ilmiyle meşgul olan âlîmler divorlar ki:Diz eklemini hareket ettirmekte olan kasların 3 tanesi ön kısımdadır. Bunlar, oyluktaki mevcut kasların en büyük ve kıymet-lileridir. Çünkü dizleri açmak onların işidir. Bu kaslardan biri,
sanki iki kat imiş gibi görünür. Bunun biri büyük uzantıdan, di-ğeri de oyluğun ön kısmından biten iki ucu vardır. Bu uçlardan
biri etli olup birinci kirişten önce dizkapağının önüne bitişmiştir.
Diğer ucu da zardır ki, bu da oyluğun iç kısmında sona erer. Ge-riye kalan kaslardan biri, oyluğu tutan kaslarla birlikte anlatıl-mıştı. Bu böğür (leğen) kemiğinden olan ayırıcıdan çıkmıştır.İkinci kas ise dış uzantıdan çıkmış ve dizkapağı kemiğini sar-mış ve altındaki kısımlara dayanıklık vermiştir. Oradan baldır ke-miğine gitmiş ve dizi açarak uzamasını temin etmiştir. Geniş bir
12S
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
kası, kasık kemiğinin birleşme mahallinden çıkar ve eğri olarakoyluğun iç kısmından iner gider ve baldır kemiğinin yukarısındaki derin yere varır. Baldın içe doğru eğerek açan başka büyük birkas ise oyluktan gelerek yan tarafından dolaşık bir şekilde iner
ve
sözü edilen kasın karşısına gelir. Oradan da geçerek batma mahalline gider ve baldırı dışanya doğru eğdirerek açar.Şayet bu kaslarm ikisi ortak hareket edecek olsalar, ayak düzbir şekilde açılır. Baldın tutan kaslann biri ince
ve
uzun bir kasolup, bitişi leğen ve kasık kemiğindendir. Geniş olan iç kasın çıkış yerine ve leğen kemiğinin ortasındaki köprünün yakınına gider.Daha sonra dizin yanlarına bükük bir şekilde girmiş
ve
sonradanoradan da çıkarak dizin batış yerinde nihayete ermiş
ve
oraya bi-tişmiştir. Böylece baldır, yukarıya çekilmiş olup ayağı ucuna taraf eğmiştir.Daha başka mevcut 3 kas vardır ki, biri dış yüzde, biri içte vebiri de orta yüzdedir.Dışta ve ortada olan kas, baldırı dışanya doğru eğmiş ve kapamıştır. Fakat iç yüzde olan ise baldırı kendinedoğru çeker ve tutar. İçe bakan kasın çıkış yeri oyluk kemiğininarkasına geçerek ta iç kısımdaki çukura giderek ona bitişir. Rengi yeşile yakın bir renktir.Dışa bakan ile ortada olan çıkış yerleri oyluk kemiğinin da yanak yeridir. Ancak bu ikisi çukur yere vardıklan zaman dışadoğru eğilir. Diz ekleminde bir de gömülü haldeki bir kas daha vardır ki, bu ortada olana yardımcıdır.Allah'ın bu eşsiz sanatlarını seyreden ve düşünen kimse, dehşet ve hayrette kalır. Allah'ın yarattığı hikmetin acayiplikleriniseyreder. Bedenini tanıyan insan, kendini de tanır. Kendini tanıyanın Rabbini tanıması ve bilmesi elbette gereklidir.
KISIM: 6 AYAK EKLEMİNİ HAREKET ETTİREN KASLAR
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul
olan âlimler diyorlar ki
Ayağı
hareket ettiren kaslarm bir kısmı ayağı yukanya kal
dırdığı
gibi, diğer bir kısmı da yere indirir. Ayağı kaldıran kasların içinde büyük bir kas vardır ki, ayağın dış kısmında bulunur.Bitişi, baldırın başının dış tarafı olup, baş parmağa taraf geçerek baldıra meyilli olarak varmış ve baş parmağın' kökünün yakınında bitirerek ayağı yukarıya kaldırmıştır.Bir başka kas da yine dış kısımdan çıkmış ve ondan da birkiriş bitmiştir. Bu kasda küçük parmak köküne yakın bitişir veayağı kaldırır .Eğer birinci kas onunla uyum sağlarsa ikisi birlikte ayağı düz olarak kaldırırlar.Ayağı yere indiren kasların bir çifti oyluk başından çıkarve sonra da birleşir. Baldırın arkasına doğru ete giderek et olur.Bunlar büyük bir kiriş çıkar ve ökçe kemiğine bitişir. Bu kirişe,«ökçe kirişi» adı verilir, Bu kiriş, ökçeyi dışarıya doğru çekme işini görür ki, ayak da
böylece
yerde sabit halde durur.Buna yardımcı olan bu^yı:T3aha vardır ki, bu kas dış uçtanbitmiş etten bir kiriş olduğu halde iner ve ökçenin arka tarafındaki ilk kasın birleştiği yerin üst kısmında birleşmiştir. Bu kaslaraveya bunların kirişlerine bir zarar isabet edecek olsa, ayak kötürüm olur.Kaslardan biri de, baldırın iç kısmından çıkarak aşağıya inerki, ondan da ayrılan iki kiriş vardır. Kirişlerin biri baş parmağınönünden bileğin altı ile birleşmiştir. Ayak bu kiriş sayesinde toplanır ve aşağıya iner. İkinci kiriş, öncekini çekerek baş parmağınilk eklemine gider ve onu içeriye doğru dolaşık olarak sarar.Oyluğun dış başından bir kas çıkmış olup, bu iki kastan birine varır. Ancak baldırın içine geçtiğinde yine ondan ayrılır. Nasılkirişi ayak altına geçen kas ayağın iç yüzüne yayılıyorsa, bu daaynı şekilde ayağın altına tamamen yayılmış ve her tarafını sararak ayağı rahat ettirmiştir. Böylece el ayasmda sağlanan faydave rahatlığın aynısı ayakta da sağlanmıştır.Bu sanatlar sayesinde bilinen nice hikmetler vardır. Allah’ın yüce kudreti kullarına alınacak birçok ibretler bahşeder. Yaratıcıve Hâkim olan Allah’ü Zülcelâl her türlü kusur, ayıp ve noksandan uzaktır. Bunlardan ibret alan bir kyl, Allah'ın şanının
yüceliği karşısında huşû içinde kendinden geçer ve O’nun azametine boyun eğer.
UZ.
KISIM: 7.AYAK PARMAKLARININ KASLARI
Ey Aziz!Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:Ayak parmaklarını hareket ettiren kaslarm ekserisi yumu-cu kaslardır.Bu kaslardan biri kaval kemiğinin dış yüzünden çıkar ve üzerinde uzanır gider. Bu kastan bir kiriş çıkar ki bu kiriş te ikiye ayrılır. Bu kirişin parçalarından biri orta parmağı, diğeri de onun yanındaki parmağı kapatır.Kaslardan biri de anlattığunız kastan daha büyük olup, baldırın arka tarafından gelerek ayağın arka tarafına bir kiriş uzatır.İkiye ayrılan-bu kiriş te 3. ve 4. parmağı yumar.Bu iki kısımdan birer kiriş daha çıkar ve diğerinden çıkan kirişe bağlanır. Bunlann ikisi tek kiriş haline gelerek baş parmağagelir ve baş parmağı kapatır (yumar). önceden izahı yapılan 3.kas .bacağın dış kısmından çıkar ve baldır kemiklerinin arasındanaşağıya uzanır. Bunun bir bölümü ayağı, diğer bölümü de baş parmağı yummak ve ona hareket vermek içindir. Bir de topuğa indirilen kaslar vardır ki, bunlar baldır kemiğinde bulunur ve parmaklan kapamak ve hareket ettirmek işini görürler.Ayak altında bulunan kasların 10 tanesi 5 parmağa gelir, sağdan ve soldan onların lıerbirine bilişir. Bu kaslardan ikisi birliktehareket edecek olurlarsa parmaklan düz olarak yumarlar. Kaslardan biri yalnız başına hareket edecek olursa ayağı kendi tarafına
eğmek
suretiyle yumar.Kaslardan 4 tanesi bilek üzerine konmuş haldedir. Bunlardanherbiri ayn bir parmağa bitişir ve parmağı yumar.Kaslardan 2 tanesi de baş paraıakla küçük parmağa ait olup,onları kapatmaya ve tutmaya yarar. Ayağı kaplayan kasların çokolmasının sebebi ve hikmeti, parmaklann kuvvetli oluşundandır.
Böyle
oldukları içindir ki, otururken, kalkarken, yürürken, çalışır
ken bedenin
ağırlığına tahammül ederler. Güzel yürümenin sağ
lanması
ayaklann kuvvetli oluşu sayesindedir.Ayak parmaklarının kaslarından 5 tanesi ayak üzerinde bulünur ki ,bunlar parmakları dışa eğerler. Kaslardan 5 tanesi de
ayağın
altmda vardır. Bunlar iç yarıktan kendilerine yakın olanparmağa gider ve onu içeri tarafa çeker.İşte insan bedenindeki 420 tane isteğe ve içgüdüye bağlı hareketin tam ve mükemmel olarak yapılmasına âlet olan kaslanntamamı anlatıldığı gibi 530 tanedir.Hâlik, Bâri ve Musavvir olan Allah her türlü ayıp ve kusurdan uzaktır. Bu, akıllara durgunluk veren ve büyük bir sıra ve dü-aen üzere olan yüce bir sanattır. Bunu düşünüp tefekkür edenkimseler bundan çok ibretler almışlar ve bu sanatın yapıcısı olanAllah’ı bilmişlerdir.Ey Kerim Mevlâ,Bizleri de Senin yüce sanatından ibretler alan bahtiyar kullarından eyle!
BÖLÜM: 1 SİNİRLER, ATAR VE TOPLAR DAMARLAR, BEDENİN KUVVETİ İLE KALBİN ÇEŞİTLİ HALLERİ, İNSANLARIN
SIFATLARI, ORGANLARIN ÇEKME VE SEĞİRMELERİ BEŞ KONUDAN İBARETTİR
KONU: 1 SİNİRLERİN ÇIKIŞI VE FAYDALARI BEŞ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1 SİNİRLERİN
HAL VE ŞEKİLLERİ
Ey Aziz!
Anatomi ilmi ile meşgul ulan âlimler diyorlar ki:Vücudumuzda bulunan sinirlerin bir kısmı direkt
olarak,
bir
kısmı da dolaylı yollardan bedenimize fayda temin ederler.Sinirlerin sağladıkları zâti, yani direkt fayda, beyinin
organ
lara verdiği duyu ve hareketin sinirler vasıtasiyle olmasıdır.
Dolay
lı olarak sağladığı fayda ise, etin sağlam bedeninde kuvvetli
olma
sını sağlamasıdır. Sinirlerin kökü, yaııi başlangıç merkezleri
beyin,
bitiş noktaları ise deridir. Beyinin sinirlerin doğuş merkezi
oluşu
iki yöndendir.Çünkü beyin, bazı sinirlerin bizzat çıkış noktasıdır. Diğer bir
kısım sinirlere ise kendinden omurgaya akan omurilik vasıtasıy
le başlangıç yeri olmuştur. Beyinden doğan sinirler içinde hareket
edenler ve hissedenler sadece baş, yüz ve iç organlar olmuştur. Bunlar haricindeki organların hareket ve
hisleri omurilik vasıta
siyle olmakladır. Şanı yüce olan Allahü Zülcelâl
lütlu ve ihsaniy
le beyinden iç organlara İnen duyu ve hareket sinirlerini
koruma-
ya büyük önem vermiş ve çok dikkalli davranmıştır.
Çünkü çıkış
noktalarından çok uzaklara gittikleri için
çok sağlam olmaları
icabelmektedir. Bunun için de, üç yerde kıkırdak ile sinirler
ara-
sında dayanıklığı orla kıvamda olan şeylerle perdelemiştir.
Bunlar da sıra ile:
1 — Nefes borusu.
2 — Kaburga kökleri.
3 — Göğsün alt kısmıdır.
Beyinden .çıktıktan sonra bedene yayılan sinirlerin en mühim vazifeleri .organlara his ve hareket etme hassasını vermektir.İlk baştaki tesirin kuvvetli olması için bu sinir maksudu olan organa en yakın yerden geçer ve onunla birleşme temin eder.
Bu dugyusal (hissi) sinirler ne kadar yumuşak olurlarsa duyu kuvvetleride o kadar fazlalaşır. Bunlar sağlam olma ihtiyacında olmadıklarından, hareket sinirleri kadar sert ve sağlam değil, bilâkis lâtif, yumuşak ve narindirler. Beynin ön kısmı arkasından daha duyarlı (hassas) olduğundan, ön taraftan duyu sinirleri .arkadan dahareket sinirleri yaratılmıştır.Cenabı Hakkın bu şaşırtıcı sanatından alınacak birçok ibretler vardır.
KISIM : 2
BEYİNDEN ÇIKAN SİNİRLER
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki :Beyinden çıkan sinirlerin tamamı yedi çifttir.1. çift sinir koklama âletinin merkezi olan
ve
meme
ucuna
benziyen iki uzantıya yakın, beyinin ön iç kısmındaki
boşluktan
çıkarlar. Bu çiftin soldan doğan siniri sağa, sağdan çıkan
siniri de
sola gelerek birbirleıiyle karşılaşmış ve birbirlerini lıaç
misâli kes-
mişlerdir. Sonra sağ taraftan çıkan sağ
göze, soldan çıkan sol göze gider. Bu sinirlerin ağızları sırça denilen rutubetliliği sarmakiçin geniştir.
1 — İki gözden birine akan rüzgâr (ruh), diğer göze de geçer.Biri herhangi bir âfete maruz kalacak olursa, diğeri onun yerinitutabilir. Gözün birinin yumulması halinde diğer gözün görmesinin kuvvetlenmesinin sebebi budur. Çünkü yumulan gözün nurudiğerine geçer.2 — Gözlerin ikisinin görmesi bir noktada kesişerek bir görme halini alır. Bakılan şey ortak boyutlarla ve tek olarak görülür.Bunun içindir ki, şaşı olan kimse birşeyi iki taneymiş gibi görür.Çünkü birşeye bakarken bir gözü aşağıya ve diğeri de yukarıya ka yar, böylece görüntünün kesişme noktasında sağlaması gerekendenge bozulur. Sinirlerin doğru kesişmeleri mümkün olamaz. Ortak sinirde damar kırılması yeni bir sinir meydana getirmiştir.3 — Sözünü ettiğimiz sinirler birbirlerine destek olur ve böylece kuvvetli olurlar. Aynı zamanda çıkıntıları göze yakın olur.2. çift sinir açıklanan 1. çiftin çıkış mahallinin aksi yönündençıkar ve gözü saran çukurun deliğinden çıkıp göz sinirlerine bölünür. Bu sinirler çok serttir. Sert oluşu .çıkış yerine yakın oluşundan ileri gelen yumuşaklığı giderir. Onunla kuvvet kazanır ve gözü hareket ettirir.Gözün 10 tabakasının izahı uzun sürer. Kısa yaptığımız buizah bile Allahü Zülcelâl’in kudret ve kuvvetinin kemâline kâfigelir kanaatindeyim. O ne güzel vekil ve O ne güzel ihsan sahibidir.Süzhane-el-halikul bâri.
KISIM: 3 BEYİNDEN ÇIKAN SİNİRLERİN GERİ KALAN BEŞ ÇİFTİ
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Beyin sinirlerinin 3. çifti, ön, arka ve tabam arkasından çıkar.Evvelâ dördüncü çifte biraz karışır. Sonra ondan uzaklaşır ve dörde ayrılır, dört kol halinde dağılır.
1. kol, izahım yapacağımız boyun damarının aralığından çıkar ve boyundan iner. Mide perdesini aşarak onun altındaki organ-lara (mide, barsak v.s.) dağılır.
2. kol; elmacık kemiğinin çukurundan çıkar. Oradan ayrılın-ca izah edeceğimiz 5. çiftten ayrılan sinirle birleşir.
3. kol’un gayesi, yüzün ön tarafındaki sinirler olup, 2. çiftin
çıktığı delikten en kıymetli sinir olan 1. çift sinirin giriş yerinden
geçip onun çukurumsu haline zorlukla uyar ve onun boşluğunu
kapatır. Bu kol, o delikten uzaklaştığı zaman üçe bölünür :1. kısmı, göz köşesine (pınar) meyleder ve 2 elmacık kemiği,
iki göz pınarı, gözkapakları .kaşlar ile alın sinirlerine birleşir.2. kısım : Göz ucu yanındaki deliklerden burna girer ve burun
içinde gömülür.3. kısım; büyüktür. Elmacık kemiğindeki mevcut çukura iner
ve ikiye ayrılır. Bu parçalar ağzın iç çukuruna girer. Oradan
üst dişlere ve dişlerin etlerine ayrılarak yayılır. 2. parçası elmacık
kemiği ile burun deliklerinin ve dudak derileri gibi görünen azalara dağılır. Bunlar 3. çift sinirin 3. kolunun üç kısmıdır. 4. kolu üst
çene deliğinden dile geçer ve dış yüzünde dağılır. DU de onun sa-yesinde tat alma özelliğini bulur. Ondan geriye kalan alt çenede-ki dişlerde ve onların köklerindeki etlere ve alt dudağın içine ya-yılır, Dile ulaşan kolu, gözbebeği sinirinden daha ince olduğu için
bu ondan daha sert olmuştur.Bu sertlik kalınlığına göre aynı ve dengelidir.4. çiftin çıkış vc sona eriş yeri 3. çiftin ardından olup, beynin
oturduğu yere meyillidir ve 3. çiftile biraz karıştıktan sonra çene-ye geçer ki damak da bundan duyarlı olmuştur. 4. çift 3. den hem
daha küçük ve hem de daha serttir.5. çiftin herbiri yeniden bir çift haline gelir ve beynin iki tara-fından çıkar. Bu çiftlerden herbirinin birinci kısmı, kulağın iç za-rına dayanak olup, onun içinde dağılmış ve kulağın duyması onun
sayesinde olmuştur.2. si 1. den daha küçük olup gırtlak kemiğinde kör diye isim-lendirilen delikten geçer. Çıktığında 3. çift siniri ile karışır ve iki-sinin fazlası, elmacık kemiğine taraf gelmiştir. Diğerleri göz ile
kulak arasına ulaşmış ve yayılmışlardır.6. çift ise beynin arkasında, 5. çifte bitişik yerden çıkmış ve
yivinin sonundaki delikten çıkmış ve sonra da üçe ayrılmıştır.
1. kısım. 7. çiftin hareketine yardım içiıı boğaz kaslarına ve
oradan da dile kadar gelmiştir.
2. kısım, omuz kaslarına bölünmüştür.
3. kısım, diğer ikisinden daha büyük olup, uyku damarının
yüksekliği noktada ona bağlanmıştır. Oradan iç organlara inişi
anında gırtlak hizasına geldiğinde, kollara ayrılır ve gırtlağı kıkır
daklarıyle kaldıran uçları üzerindeki kaslara bağlar. Gırtlaktan
geçince yine kollara ayrılır ve gırtlağın üçüncü kıkırdağım kapatıp
açan uçları aşağıya kıvrılan kaslara gelir. Tabipler buna dönen si-nir adım vermişlerdir. Sinir beyinden inmiş ve omurilikten çık-mış değildir. Düz olan bu sinirin çekilmesi kuvvetli olur. Bu sinir6. çifttendir, yoksa 5 .ve 7. çiftten değildir. Çünkü bunun çıkışı
yumuşak sonu da eğri olduğu için bunun gibi sert ve doğru olarak
inmezler. Bu sebeple de dayanıklılık bulup çıkmak ve inmek gibi
kuvvetten mahrum olurlar. Şu halde geri dönen kolların ,çıkış
noktalarından uzaklaştırılmasının hikmeti sertlik ve kuvvet vas-fım kazanmasını temindir. Dönen sinirlerin içinde en kuvvetli olan
gırtlağı kapayan kaslara ayrılmış olan sinirlerdir. Sonra bu sinirin
fazla kısmı ondan aşağı iner, dalları diyafram ve göğsün perde-leri ile kaslarına ulaşır. Oradan da kalb, akciğer, kırmızı ve siyah
kan damarlarına dağılır. Artakalanları 3. ciltten inen kolla birleş-me temin ederek iç organların zarlarına yayılarak taze kemikle ni-hayet bulur.Yedinci çift beyinle omuriliğin birleşmesinden çıkar ve ekse-risi dile hareket veren kaslara gelir.
Oradan kollara ayrılıp kalkan
kemiği ile lami kemiğinin oılak kaslarına yayılır ve çok az kısmı
da bunlara komşu olan sinirlere dağılır.İnsanı dehşet ve hayrette bırakacak sıralanış ve acayip birleş-me, Hâlık ve Bâri olan Cenabı Hakkın kudreti ve hikmetiyle düze-ne girmiştir.KISIM : IBOYUN OMURLARINDAKİ OMURİLİKTEN
ÇIKAN SİNİRLER
Ey
Azizf Anatomi âlimleri diyorlar ki
MARİFETNAME
Boyundaki omurilikten çıkan ve omurlarda ilerliyen sinirlerin hepsi 8 çifttir.1. çift: Bunlar 1. omurun iki deliğinden çıkar. Bunlar sadecebaş kaslarına yayılmış olup, ince ve küçüktürler. Zira menşeinin,çıkış yerinin dar olması ve omurganın dayanıklılığının bozulmaması gerekmektedir.2. çift: Bunların çıkış yeri birinci qmur ile ikinci omur arasındaki ortak deliklerdir. Bu çiftin büyük kısmından, baş organları dokunma duyusunu alır. Başııı üzerine karışık bir halde çıkarak ön kısmına eğilir ve kulakların dış tabakalarına yerleşerek yukarıda kendisinden söz ettiğimiz küçük çiftin noksanım tamamlar.Geriye kalan bölümü ise boynun arkasındaki kaslara ve bilhassageniş kasa gelmiş ve onlarla hareket etme imkânı bulmuştur.8. çift: Bu çiftin çıkış yeri ikinci omur ile üçüncü omur arasındaki müşterek deliklerdir. Bunların herbiri iki kola ayrılmışolup, kollardan biri oradaki kaslara dağılmıştır. Bu kolun dallanbilhassa başı boyna bağlıyan kaslara gelmiş olup, oradaki omurların uzantılarından çıkmış ve köklerine, yani parçalarına yapışmıştır. Yine oıdan da onların başlarına çıkmış ve dikenvari uzantıdan çıkan zar bağları ile karışmış ve orayı da geçerek kulakların çevrelerine eğilmiştir. Hayvanların kulaklarım hareket ettirebilmeleri için onların iki kulağına varmış, ikinci dalı öne meylederek geniş kasa ulaşmıştır.Yukarıya çıkmaya başladığı anda ona damarlar ve kaslartesadüf eder. Damar ve sinirlerle birleşme temin ettiği için dekuvvet bulup dayanıklı hale gelmiştir. Sözünü ettiğimiz bu ikinci kol hayvanlarda şakakla kulak arasına ve kulak kaslarına karışmıştır.4. cü çift: Bu sinirlerin çıkış yeri, üçüncü omur ile dördüncü omur arasında kalan ortak deliklerdendir. Üzerindeki gibi birbölümü öne, bir bölümü de arkaya bölünmüş ve öne bölünen daha küçük olduğu için de 5. ei çiftle birleşmiştir. Arkaya bölünengeriye dönerek oradaki kaslara gitmiş ve dikenvari uzantılaraulaşmıştır. Kollarını baş ve boyun arasında kalan ortak kaslaragöndermiş, oradan bele inerek nihayete ermiştir.5. H çift: Dört ve beşinci omurlar arasmda müşterek olandeliklerden çıkar ve yukarıda anlatıldığı şekilde iki kola ayrılır.
135
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI IIZ.
ön
kısmı küçük olduğa İçin yüz kaslarına gelmiş, başın öne eğilmesini sağlayan kaslar İle boyun kaslarının ucuyla ortak olankaslara yayılmıştır.2. d
kısım
olan arka
kısmı
ise, ikiye bölünmüş ve bir koluön kolla İki kol arasmda ortaktır. Bu omuzun üst kısımlarına gelerek altı ve yedinci çiftlerin bir bölümüyle kanşmıştır. İkinci kolise 6 ve 7. d çiftlerin kollanna karışarak karın zarının ortasındangeçmiştir.6. a ve 7. d çiftlerin menşeleri yukarıda izahını yaptığımızdeliklerin sırasına göre alttaki deliklerden oluşmuştur.8. d çift: Bu çiftin çıkış yeri boyun omurlarının bölümlerive bel kemiği omurunun 1. cisi arasındaki müşterek deliklerdendir. Bu çiftlerin kolları birbirlerine kanşmış vaziyettedir. 6. cı çiftin büyük kısmı omuz düzlüğüne gelmiş vaziyettedir. Geride kalan az kısmı da 4 ve 5. ci çiftin az kısımlarıyla birlikte kann zarına inmiştir.7. d çiftin çok kısmı kola gelir. Azı ise 5. d çiftin azıyla birlikte baş, boyun ve bel kasları ile oradan da kann zarına gider.8. d çiftin azı omuza gelir. Çoğu ise kaslara ve kola gider.Kann zan sözünü ettiğimiz bu sinirlerden kendisine düşen payıalır. Bunun hikmeti de, yukarıdan kann zarına inenlerin bölünmesinin kolay olması içindir. Çünkü kann zarının gördüğü işönemli olduğu için, sinirlerinin geliş yerleri çeşitlidir. Böyle olunca da maruz kaldığı herhangi bir âfet karşısında kendini korurve yapacağı iş aksamaz.İ3übhanellâh-i ve bihamdihi Halik ve Bâri olan Cenab-ı Hakher türlü noksan sıfatlardan uzaktır.KISIM: 5GÖĞÜS İLE BEL OMURLARINDAN ÇIKAN SİNİRLEREy Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olan âlimler diyorlar ki:Göğüs omurlarından 12 çift sinir çıkar.1. d çift: Bu çiftin çıkış yeri, göğüs omurlarının ilki ile 1. ve2. d omur arasındaki ortak deliklerden olup bunlarda büyük ve
136
MARİFETNAME
küçük olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Büyük kısım sert kas vekaburgalara yayümiştır. Küçük kısmı, başlangıçtaki kaburga kemiklerinin ilk ikisine uzanır ve boyun sinirlerinden 8. ci çift sinirlere eş olarak ellerin tarafına gelir ve kollar ile bileklere varmıştır.2. ci çift: Bunlann çıkış yeri izahı yapılan ortak deliklerdirve bunlar da ikiye ayrılmıştır. Bir cüzü pazu kemiğinin dış kısmına nüfuz ederek ona dokunma hassasını vermiştir. Diğer cüzüde geriye kalanlarla birleşerek omuz eklemini ve bele hareket veren kaslara gider. Bel omurlarından çıktığı halde omuza ulaşmı-. yan sinirlerin kolları, bel kaslanyle kaburga kaslarına gelir. Kaburga omurlarından çıkan sinirler sadece kaburgalar arasındakikaslar ile karın kaslarına gider. Bu sinirlerin kollanyle birlikteatar ve toplar damarlara girerek izahı yukarıda yapılan sinirlerinçıkış yerlerine girer.
•
Kasık kemiği: Bunlar, karm, bel sinirleriyle ortaktır. Çünkükasık sinirleri ikiye bölünmüş durumdadır. Bunlardan bir cüzükaslardaki gibi 3 çifttir. Diğer cüzü ise iki çift olup, kann kaslarına ulaşmış ve onlarla birleşmişlerdir. Beyinden inen sinir, birinci cüz ile birleşmiştir. Karından gelen iki çift kas da, ikincicüzü meydana getirir. Bunlar bacaklara büyük kollar göndermişolup, birinci cüzün ikinci çiftinden de onlara kollar gelmiştir.Bir kol da kuyruk sokumu sinirlerinin ilkinden gelir ki bunlannhepsi birbirine karışmış vaziyettedir.Bunların bir kısmı kasıkta kalmış olup, diğer kısmı da baldıra inmiştir. Ancak bedenin arka tarafında ve oyluklarda kas vedamarlar çok olduğu için, kasık kemiğinin yanından biten kaslann arka taraftan ve oyluktan ayakla yol bulamıyacaklan için,ayakların kaslarma ait sinirden bir kol ayrılı rve iki torbanın içine inerek sidiğin akış yerme gider. Bu kasık kaslarına yönelmesive oradan da dizlerin kaslarına yönelmesi içindir.Kasık kemiğinin sinirleri 6 çifttir. Bu sinirlerden bir çiftikasık kemiğinin kasıyla karışmıştır. Geriye kalan 5 çift sinir ilekasık kemiğinin yanından biten tek sinir, yani bunların tamamı,makad, zeker (erkeklik âleti), sidik torbası (mesâne) ve kadın
137
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
daki rahmin kaslarına, karın zarına, kasık kemiğinin iç kısmındaki dışa bakan kısımlar ile kuyruk sokumundan gelen kaslara dağılmışlardır.Bu konuda anlatılan sinirlerin sayısı daha evvel anlatılankaslann sayısı gibi 530’a kadar çıkmıştır. İzahına çalıştığımız bedendeki incelik ve çalışmasındaki yüce sanat, Allahü Zülcelâl’inkudretine delildir. Bu, Allah’ın yaratıklar içinde insana ne derece önem verdiğini, O’na olan nimetinin sonsuzluğunu gösterir ki,zaten insan bedeninin her uzvu bunun en açık şahididir.Bu eşsiz ve ince sanatı Seyreden, kalb
gözü açık bir kimse,
kendisinin yapıcısı ve yaratıcısı olan Allah’ı
bilir ve tanır. Ken
disinin O’nun yardımı denizine garkedilmiş olduğunu
görür. Mev-
lâsını kalbden, içten gelen ve tarifi imkânsız bir
sevgi ile sever,
Her işinde, her hareketinde O’na dayanır,
O’na uyar ve O’nun
emirlerine baş eğer.Ne mutlu böyle kullara!Ey Kerîm Mevlâ, bizleri de onlardan eyle!
KONU: 2ATAR DAMARLARIN BİTTİĞİ YERLER VE FAYDALARIBEŞ KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1ATARDAMARLAREy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Atardamarlar, bedende hareket halinde olan can damarlarıdır. Atardamarların birinin haricinde hepsi hareket halindedir.İçindekilerini koruyabilmeleri için de bütün damarlardan dahasert yaratılmışlardır. Zira bunlar, ruh cevherinin kuvvetli olanhareketlerinin çoğalmasına yardımcı olurlar. Çıkış yerleri kalbinsol karıncığıdır. Çünkü, sağ karıncık, karaciğerin yakımnda olduğu için besinini içeriye çekmek ve sindirmekle uğraşır.Akciğere giden damarlara atardamarlar denir ki, bunlar bütün kan damarlarından önce gelir ve damarların da en küçükleridir. Kalbin sol karıncığından çıkmış olup, akciğerde solunum yeriolan ciğerin iç kısmına girmiştir. Bu damarlar akciğerlere gıdaolan kanı kalbden akciğerlere götürürler. Çünkü akciğer gıdasınıkalbden sağlamaktadır.Bu atardamarların bittiği yer kalbin boyun kısmında olup, budamara girecek yerdedir. Atardamar, öbür damarlara zıt olarakbir tabakadan oluşmuştur. Açılması ve kapanması daha yumuşakve daha kaygandır. Akciğer cevherine bağlı lâtif kan, kalbden ciğerlerin içine doğru yayıldıkça o saçılma ondan evvel ve daha kolay olur. Sonra izahı yapılacağı gibi .toplardamar içinde akan ka-
ıao
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
nin pişmesine ihtiyaç vardır, fakat atardamarda kanın pişmesineİhtiyaç yoktur. Toplardamarın yeri kalbe yakın olup, iki perdesi vardır. Da yanıldı olmaya İhtiyacı olmadığı için iki zar (perde) kâfi gelmiştir. Bu durum karbondioksit dumanının sıcaklığı ile pişen kanınciğer tarafına gönderilmesinin daha kolay olmasını sağlar. Sonradan izahı yapılacak olan siyah kan daman hernekadar akciğere yakın ise de, omurgaya yakın ve ciğerin arka kısmından gelmiştir,ön tarafından kollara aynlmış ve kolları akciğerin içine kadar girmiştir.Bunlann hepsi Allahü Zülcelâlin kudretinin delilleri ve lüt-funun ve inayetinin açık şahitleridir.KISIM: 2BÜYÜK DAMARLAREy AziziAnatomi ilmi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:Büyük atardamar kalbin sol kanncığındançıkar ve sonra daikiye bölünür. Büyük kol yüreğin çevresini dolaşır ve bir kısmı yürek cüzleriyle karışır. Küçük kol da kalbin arka tarafından geçerek biraz kısmı sağ karıncığa ayrılır. Bu iki kolun ekseri kısımları\ tekrar ikiye ayrılmıştır. Bu kısımlardan büyüğü aşağıya inerkenküçüğü yukarıya çıkar. İnen kısmın yukanya çıkan kısımdan fazla olmasının hikmeti, aşağıya inen büyük kısmın kalbin altındabulunan büyük-küçük birçok uzuvları sıcaklığıyle yetiştirip bü yütmesi ve onlara hayat vermesidir.Kalbin üzerinde bulunan kıymetli uzuvların hem kendileriküçük ve hem de sayılan azdır. Bu sebepledir ki, onlan terbiye görevi küçük atardamara verilmiştir. Büyük atardamarın çıktığı yerde 3 tane sağlam damar zan bulunur. Bunlar büyük atardamarlabirlikte kalbin içinden çıkmış, ona dayanak ve kuvvet olmuştur.Bu İki kısımdan üste çıkanlar kalbin üstünde aynca iki kısma ayrılmışlardır. Bu kısımlardan büyük olanı boyuna yakın bir yerdençıkmış vie oradan sağa meylederek dönmüş ve oradaki bol miktardaki ete vannca bu da kendi içinde üçe aynlmıştır. Bu üç kısım
140
MARİFETNÂME
dan ikisi iki çatal olmuş ve izahı ilerde yapılacak olan şahdamar-larla birlikte boynun sağından ve solundan başa çıkmalarında vebölünmelerinde onlara eş olmuştur.Üçüncü kısmı ise göğüs kemiğine, ilk iki kaburga kemiğine,boyun omurlarının üzerindeki altısına ve boyun halkasının kemiğine ayrılır ve omuzun üzerine varır. Oradan ellerin organlarınainerek dağılır ve sona erer.Yukarıya çıkan kısmın küçüğü, omuzun sol içine doğru çıkarve büyük kısmın üçüncüsü gibi ayrılır. İşte bedendeki organlar buatardamarlar sayesinde hayat buluyor. Her organın can damarlarından hayat, kan damarlarından gıda veren ve bunu belirli bir sıra dahilinde yapan. Cenabı Hakk’m kudreti ne yücedir ve O nebüyük bir yaratıcıdır.KISIM: 3BAŞA GİDEN DAMARLAREy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki;Büyük atardamarın yukarı kısmı, can madan, şahdaman adıile iki kısma ayrılır ki, bunların birine ön, diğerine arka damar ismi verilir. Ön kısım adını alan damar da kendi içerisinde bölünerek ikiye ayrılmış, bir kısmı içeriden dik gelmiştir. Kalan kısmıda alt çenenin iç kaslarına dağılmıştır. Birazı üstten kulak kaslarıyla yanaklara gelmiş ve çok miktardaki kollanyle başın yukan-sına çıkarak sağdan gelen kolların uçlan, soldan gelen kollarınuçlanyla başın ortasında bütünüyle birleşmişlerdir. Fakat geridekalan kısmı da kendi içinde ikiye bölünmüş, ve biri küçük, diğeride büyük adım almıştır.Küçüğünün çoğu arka tarafa çıkarak baş eklemini saran kaslara yayılmıştır. Artakalanlar beynin arka tabanına yönelmiş lam yivine yakın büyük delikten içeriye girmiştir. Büyük kısmı da direk olarak çıkıp önde bulunan büyük delikteki gırtlak deliğindensinir şebekesine girer. Orada kat kat olmuş, tabaka halindeki yapışık damarlara şebeke gibi dokununca ön, arka, sağ ve sola ayn-lır ve böylece esas şebekeden aynlır. Sözünü ettiğimiz bu ağdan
141
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
ayrıca önce olduğu gibi bir çift atardamar bu dokunuş sebebiyle
toplanır ve zardan beyine girer. Evvelâ, beynin zar içinde bulunan
kısımlarına dağılır, sonra da beynin içine ulaşmaya kadar bunun
yukan çıkan dallarının daralan ve toplanan ağızlan başın için-den inen toplardamarların dallarının geni şve eğilmiş olan ağızla-rına girmiş ve onlara uyum sağlamıştır.Ruhu ifade eden can damarları ruhu taşırlar. Esasen ruhun
lâtif ve hareket edici vasfı olmadığından, kabı çevresinin büzül-müş olmasına ihtiyaç yoktur. Ancak, ruhun kabı şayet aşağıya
doğru çevrilmiş olsaydı içindeki kanın haddinden fazla boşalması-na ve ruhun ondaki hareketinin zorlaşmasına sebep olurdu. Çün-kü ruhun yukarıya doğru hareketi daha kolay olur. Beyine gerek-li olan sıcaklık v.s. gibi faydaların beyne çıkıp oradan ayrılmaları
için ruhtaki mevcut hareket ve letafet yeterli olmuştur.Bu sebepledir ki, sözünü ettiğimiz ağ, beyinin altında yayıl-mış ve önce atardamarların kanı ondan geçmiş, ruh ile ısınmış
ve pişmiş, böylece beynin mizacına benzetmiştir. Sonra da kade-meli olarak kemik ile zar arasında uzanmış ve beyne girerek on-daki uzuvlar ile duyu organlarına dağılmıştır.Bu sırayı ve bu birleşmeyi aklına getiren ve bundan ibretler
alanlar için bpnlar büyük birer ibrettir. İbret sahipleri bu sanatın
yapıcısının herşeye kadir olduğunu anlamış ve böylece şekil ve-ren Allah’hm kendine olan yardım ve lütfunu bilmiş ve Mevlâsı
na kalbden bir sevgi ile yönelerek O’nun varlığı karşısında ken-di varlıklarını yok saymış ve kendilerinden geçmişlerdir.KISIM: 4
KALBDEN İNEN BÜYÜK DAMAREy Aziz!Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:Kalbden organlara dağılan atardamarın açıklanan büyük kıs-mı evvelâ kalbden dümdüz olarak aşağıya inmiş ölüp, beşinci omu-ra dayanmıştır. Çünkü onun yeıi kalbin aşağıya bükülmüş, omur-ga üzerinden aşağıya inmiş ve kııyıuk sokumu kemiğine varmıştır.
Büyük kısmın inişi anında kalbin sağ karıncığında dağılan atar-
142
MARİFETNÂME
damar, göğüs hizasına geldiğinde küçük bir kol gönderir ki, bu ak-ciğerin göğüsten tarafına yayılmış, ciğerin nefes borusu çevre-sine varmıştır. Bu kısım sonradan göğüse inenlerin yanındaki
omurlara geldiğinde, bu omuıiarm hepsine bir kol gönderir. Gön-derilen bu kollar göğüs ve omurilik arasında dağılmış vaziyettedir.Göğsü geçtiği andan itibaren ondan iki atardamar çıkar. Sağ
ve soldan karın zarına giderek onun cüzlerine dağılır. Daha sonra
bu inen kısımdan bir atardamar uzar ki o da üç kola aynlır. Bu
kolların biri karaciğere, biri dalağa, biri de mak’ad (oturak)’a
varır. Karaciğere giden kol, karaciğeri geçer ve sidik torbasına ge-lir. Sonra bu inen kısımdan bir atardamar çıkar ki, barsakların
çevresindeki ince kanalları bulur. Sonra bu inen kısımdan da tek-rar üç atardamar daha çıkar ki, bunların en küçük olanı hasseten
sol böbreğe gelmiş ve böbreğin yaşamasını temin etmiştir. Bu atar-damar o böbreğin tellerine ve onu saranlara dağılmıştır.Geriye kalan diğer iki büyük atardamar, böbreklerin içine gir-miştir. İki böbrekten ayrıca iki atardamar çıkmış olup, gerek er-keklerde ve gerekse kadınlarda yumurtalara kadar inmiştir. Sağ
böbrekten çıkan atardamar sağ yumurtayı, sol böbrekten çıkan
atardamar da sol yumurtayı bulmuştur.Daha sonra bu inen kısımdan da birçok atardamarlar çıkmış
ve düz barsak çevresindeki damar kanalcıklarına bölünür ve kol-lan omur aralıklarından omuriliğe girer ve hepsi onun İçinde da-ğılır.Sonra bu inen kısımdan iiç atardamar çıkar ki, bunlarm ikisi
kasıktaki leğen kemiğine diğeri de gerek kadın ve gerekse erkek
tenasül organ ciltlerine varır ve oraya dallanarak kılcal damarla-ra ayrılır.Sonra inen bu asıldan küçük bir çift atardamar çıkmış ve hem
erkekte ve hem de kadında ön kısma gelerek oradaki damarlara
karışmıştır.Sonra en büyük olarak inen asıl kısım omurganın sonuna ge-lince açıklaması yapılacak olan damarlarla birlikte iki kısım olur.
Bunlardan bir kısmı sağa ,diğer kısmı da sola uzanarak kuyruk
sokumu kemiğini çepeçevre sarar ve oradan da iki oyluğa inerler.
Yine bunların herbirinden de kuyruk sokumu kemiğinin altındaki
143
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ »HZ.
kısımdan
bir kol ayrılır ve bu kollardan biri sidik torbasına, öbürüde göbeğe gider.Bu kollar göbekte birbirleri ile karşılaştıkları gibi, bunlardanbirçok kollar da ayrılır. Bu kollardan bazıları kasık kemiği üzerindeki kaslara dağılır ve bazısının uçlan da sidik torbası yoluyla direk olarak erkekte âlete gider. Bu, kadınlarda ön kısımlarının ucuna gelmiş ve katlanmış haldedir. Ondan kalan küçük bir çift vardır ki, o da rahime gelmiş ve içeri girmiştir.Sanatında, yaratmasında akıllara hayret veren, kalbleri dehşete düşüren, insanlardan bazısını erkek, bazısını kadın olarak yaratan, yorulmaktan, âciz kalmaktan, unutkanlıktan »gevşekliktenuzak olan Cenabı Hak her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.KISIM: 5OYLUK BALDIR VE AYAKLARA İNEN ATARDAMARLAREy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Ayaklara inen damarlann herbiri ikişer büyük kol halindebulunur. Bu kollardan biri dış, diğeri de iç kol olarak bilinir. Oyluktaki kaslara gönderilen kollar mevcut olup, baldırlara inerekÖn tarafta bulunan baş parmak ile onun yanında bulunan parmakarasına saldığı büyük bir kol vardır. Kalan kollan ayak cüzlerinegirmiş durumdadır. İzahı yapılacak olan toplardamarların alt kısmından geçmiş ve diğer parmaklar^ ulaşmıştır. Açıklamasını yaptığımız ve can damarlan adlannı verdiğimiz atardamarlar ki,bunlann' bazısı atardamar kollan gibi, beşinci omura giren atardamarlar gibi ve gerdanlığa çıkan atardamarlar gibi, kol altınaeğilmiş vaziyetteki atardamar gibi ağ (şebeke) da yayılan iki delik ve rahimde çocuğun gıdalanmasmı sağlayan meşime ve bar-saklara inen atardamarlar gibi, mide, karaciğer, dalak ve barsak-lara inen atardamarlar gibi, iç organlardaki atardamarlar, damarlar ile eş olmayıp tek kalmışlardır.Fakat geride kalan dış organlardaki atardamarlar herhangibir çarpma ye âfetten korunmak için damarların altmda saklanmış ve toplardamarlarda bu damarlan koruyan bir nevi kalkanvazifesi görmüşlerdir.
144
A
MARİFETNAME
Bu damarlann birbirlerine yakın olmalan şu iki faydanın temini* içindir.1 — Kan damanna bağlamşı parlak bir zar ile olup, onlaratemas eden uzuvlar kan ve can olarak faydalanırlar.2 — Atrdamarlar ile kan damarları birbirlerinden hem kanve hem de can alırlar.İnsan vücudundaki mevcut can damarları bunlardan ibarettir. Bunların toplamı 200 tanedir.İnsanı ahsen-i takvim (en güzel şekilde) üzere yaratan Cenabı Hak, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.
145
KONU: 3SAKİN DAMARLARIN ÇAKIŞI VE FAYDALARI
ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1KARACİĞERDEN DOĞAN BAB DAMARLARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Duran damarların tamamı karaciğerden doğar. Karaciğerden
ilk önce meydana gelen iki damar vardır :1. si: Karaciğerin dip kısmında bulunur. Sağladığı en önem-li fayda, gıdayı mideden alıp karaciğere götürmektir ki, tabipler
buna, bab adını veriyorlar.2. si de : Karaciğerin kürevi yerinden çıkmış olup, sağladığı
en önemli fayda, karaciğere gelen besinleri oradan alıp organlara
taşımak ve paylaştırmaktır ki, buna evcef damarı denilmektedir.Bab adı verilen damarın ciğer boşluğuna giren kısmı evvelâ
beş kısma varmış ve kürevi kısma gelince de kollara ayrılmıştır.
Bu kollardan biri öd kesesine gider. Bunun kolları karaciğerin içi-ne ,ağaç köklerinin toprak altındaki yayılması gibi yayılmıştır.
Fakat bab damarının ciğer dibiyle birleşen kısmı, ondan ayrılınca
sekiz kısma ayrılmıştır. Bu kısımlardan altısı büyük olup, geri
kalan ikisi küçüktür. Küçük kısımlardan biri, oniki parmak bar
sağına bitişmiş olup ,ondan gıdasını çekmektedir. Diğer ikinci kıs-mın altlan mideye iner ve midenin alt ağzı olan kısmında dağılır
ve orada gıdayı emerler.Geri kalan alt ıkısımdan biri .midenin düz kısmına gelmiştir.
148
MARtFETNAME
Bunun dış yüzü besinini ondan alır. Zira, midenin işi .gıdalar ve
besinlerle uğraşmak olduğundan, gıdasmı almaktadır.Altı kısımdan 2. si dalağa inmiş olup, dalak gıdasını ondan
almaktadır. Dalağa varmazdan evvel ondan daha başka kollar ay-rılmış ve bu kollar pankreasa gelerek ona ihtiyacı olan gıdayı ver-mişlerdir. Dalağa gittiği zaman ondan çıkan bir kol, geriye döne-rek midenin ön kısmıyla bölünmüştür ki, o tarafta muhtaç oldu-ğu besini ondan alır.Dalağa giren kol, dalağın da yardımıyla ortaya gelince ikiye
bölünür ve kollardan biri yukarıya çıkar, diğeri ise aşağıya iner.
Yukarıya çıkan kısım ikiye bölünür ve o yarının gıdası ondan ge-lir. Diğer cüz ise dış kısımda kalır ve midenin kürevi kısmının so-nuna ulaşarak arada ikiye ayrılmış, parçalardan biri midenin sol
dış tarafına yayılmıştır ki, o taraf muhtaç olduğu besini ondan
alır. Diğer kısmı da midenin ağız kısmma yayılmıştır. Şehevi ar-zuları ve iştahı artıran da budur. Dalak ortasındaki koldan inen
cüzü de ikiye bölünmüştür.Birisinin kolları dalağın alt yarısına yayılmış olup, o kısım
gıdasını ondan almaktadır. İkincisi de içyağından (şehm) çıkmış
ve onda dağılmış olup içyağı gıdasını ondan almaktadır.Altı kısımdan 3. sü, öne doğru giderek düz barsağın çevre-sindeki damarların ince kanallarına dağılmış olup, o kısım gıda-sını ondan almışlardır.Altı kısımdan 4. sü kıl misâli incecik kollara ayrılmış olup, bir
kısmı, midenin kürevi kısmının dış ve sağında olup, dalağa yakın-dır. Midenin kuzey tarafına, yani önüne gelen cüze karşı olduğu
halde yayılmıştır. Bir kısmı da rahmin soluna dönerek dalak da-marlarının kollarından ve midenin solundan sağına gelen cüze
karşı geldiği halde yayılmıştır.— Altı kısımdan 5. si, kalın barsaklar çevresindeki ince kanalla-ra dağılmıştır. İhtiyaçları olan besinleri ondan alırlar.Altıncı kısmın ekseri kısmı, yukarıya çıkmakta ve dağılmak-tadır.Bütün insanları yoktan vareden ve onları rızklandıran Cena-bı Hak, her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.
147
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
KISIM: 2ECVEF (İÇİ ÇUKUR) DAMARLAR VE FAYDALARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Esasen ecvef (içi çukur) damar öncelikle karaciğerde kılcaldamarlar halinde dağılmış ve kılcal damarlar halinde bölünmüşolan bab damar kollarından gıdaları emeı* ve böylelikle çekerler.Bu damarın kollan karaciğerin dış yumru yüzünden kann boşluğuna gelmişlerdir. Bab damarımn kolları ise karaciğerin yumrudış yüzünün yanından çıkmış ve ikiye ayrılmıştır ki, bunların biribüyük, diğeri ise küçüktür. Küçük kısmı yukarıya çıkmış, buna zıtolarak da büyük kısmı aşağıya inmiştir.Yukarıya çıkan küçük kısım karın zarına geçmiş ve ona ikidamar vererek onda yayılmış ve gıdasını temin etmiştir. Yukarıyaçıkan kısım, kann zarına geldiği zaman ona birçok kollar salmışolup, onda kılcal damarlar halinde dağılmıştır. Karın zarının gıdası ondan sağlanmaktadır. Yukarıya çıkan kısım sonradan ikiyebölünmüş olup, cüzlerden biri küçük, diğeri de büyüktür. Büyükparçası sağ kulakçığa gelmiş ve oradan içeriye girmiştir.Bu damarın yürek damarlarının en büyüğü olmasının sebebive hikmeti: Öbür damarlar hava taşımak vazifesi gördükleri halde bu gıda taşıma vazifesi görmektedir. Gıda malum olduğu üzerehavadan daha sert ve daha kabadır. Bu sebeplede geçiş yerinindaha geniş ve kabının da daha büyük olması gereklidir.Adı geçen bu büyük damar, kalbe girdiğinde ona 3 zar verirki, bunlarm faydalan dışandan içeriye girmiş olmasıdır. Bu zarlardiğer zarlardan daha serttirler. Uzama anında kalb onlardan besini çeker ve genişlediği anda besin artık yayılarak dışarıya çıkmaz.Küçük cüzü de birlikte çıktığı zaman ona üç damar gönderilir ki, bunlardan biri akciğere doğru gider. Bu damarın doğuş yeri ise, yüreğin soluna yakın bir yerdir ki, burası aynı zamanda atardamarın bitiş yeridir. Sağ boşluktan akciğer tarafına dönmüş gibi»iki zan vardır. Doktorlar bu özelliği için ona şiryân daman demişlerdir. Bunun şöyle bir faydası vardır:
148
MARİFETNAME
Bundan sızan kan, çok ince ve yufka olup, akciğer cevherinebenzemektedir. Çünkü bu sözünü ettiğimiz kan ,kalbde az bir zaman kalmış olduğundan, burada pişmez, atardamara döküldüğüzaman oradaki mevcut sıcaklıkla pişer.2. damar kalb çevresinde dolaşmış ve içinde dağılmıştır. Kalbin gıdası ondan gelir.3. damar özellikle insanda sola eğilerek göğüs omurlarından5. omura gitmiş ve onu kendisine dayanak yapmış, alttaki 8 kaburgaya ve onlara yakın kaburgalara taksim olmuştur.Üste çıkan kesimi kalp çevresini geçtiğinde göğsü ikiye bölenzar ile kılıfın üstüne’ ve tev’e adı verilen yumuşak etlere çekincedamarlar halinde dağılmıştır.Üste çıkan kısım boyun kemiğinin halkasına geldiğinde ikiyebölünmüş ve parçalar birbirlerinden uzaklaşarak boyun kemiğininbölgesine gelmişlerdir. Her iki kol da kendi içinde ikiye bölünmüştür. Bu kolların biri sağdan, diğeri soldan göğüs kemiği üzerine inmişler ve gırtlağa gelmişlerdir. Üste çıkan kısım sonradan 3 kolaayrılmış olup, bunlardan ikisi göğüs kemikleri arasmda bulunankaslara dağılmış olup ,ağızları onlardaki atardamarlarına tesadüfederek onlarla uygunluk sağlamıştır. Bu iki kollardan birçok damarlar çıkmış olup, göğüsten çıkan kaslara dağılmış ve gırtlağıntamamlanmasından sonra birçok damarlarda düz kasların alt kısmına inmiş ve kollar ıonlara dağılmıştır.Uçları —izahı ileride yapılacak— kuyruk sokumu olan yukarı çıkan kaslara ve atardamarlara ulaşarak onlarla bitişmiştir.Yukarıya çıkan üst kısmın üç üncüsü kol ve omuzlara besin vermiştir.Herşeyi yoktn yaratan, böyle yüce san’at ve hakikatle, şekilve hikmetlerle biz insanları hayrete düşüren Cenabı Hakk’ın şanıne yücedir.KISIM : 3ECVEF DAMARININ GÖĞÜS VE GÖĞÜS ÜSTÜNDEKİORGANLARDA BULUNAN KOLLARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:
149
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Göğüs ve omuz kaslarına dağılan iki kolun geri kalan kısmıbir çift daldır ki, bunlar da kendi içlerinde beşer kola ayrılmışlardır. Bunlardan herbirinin bir kolu göğüste yayılmış halde olup,göğüs kemiklerinin dört üst kemiği besinlerini onlardan alır.Bunlann 2. kollan omuzda dağılmıştır ve orada bulunan kaslar da besinlerini oradan temin ederler.Üçüncü kolları iki yandan boyunda dağılmış haldeki kaslara yayılmış ve onlara muhtaç oldukları besini temin etmişlerdir.Dördüncü kollan boyun üstünde bulunan altı omur deliklerine aynlmış iki yandan bu omurlara girdikten sonra başa geçmiştir. Oradaki kaslar, muhtaç oldukları gıdayı buradan alırlar.Beşinci kolları bütün kollardan büyüktür. Bunlar çift taraftanonun içine gelmiş ve herbiri dört kola ayrılmıştır. Kolların herbiri-sine ait bir kol göğüs kemiğinde omuz eklemine hareket veren kaslara bölünmüşlerdir.İkinci kolları gerçek ete ve koltuk altındaki damarlara dağılmışlardır.Üçüncü kolları göğüs üzerinden geçer ve yumuşak yere iner.Dördüncü kolları büyüktür ve kollardan herbiri üçer bölümeayrılır. Bu üç kısmın ikisi omuz diplerine gelmiş ve oradaki bü- yük-küçük kaslar ile omuz kemik altlarındaki büyük kaslara dağılmışlardır. Geri kalan üçüncü kısmı ise, büyüktür ve herbiri. kendiiçinde iki kola ayrılır. Göğsün üzerinden ellere gelir ve ellerdekikaslara dağılır. Doktorlar buna ıbtî derler.Üste doğru yükselen kısmın 3. kolu boyuna yükseldiği sıradaikiye bölünmüş ve bunlardan biri dış boyun damarı, diğeri de şah-damar şeklini almıştır.Boyun dış damarı boyun halka kemiğine gelince ikiye ayrılır.Bunlardan biri ondan aynldığı zaman yükselerek öne gelmiş, diğeri ise önce öne doğru inmiş, sonra da yukarıya çıkarak boynundış kısmına varmış, önceki kısımla buluşmuş ve onunla birleşmeyitemin etmiştir. Bu sözünü ettiğimiz iki kısım, meşhur şahdamarımeydana getirmiştir.İkinci kısmın evvelki kısımla karışma temin etmesinden evvel, bundan iki kol çıkar, birisi genişlemesine gidip, çukur yerdeköprücük kemiklerinin birbirleriyle karşılaştıkları yerde yine birleşir ,İkincisi boynun dışında eğilmiş durumda bulunur ve sonradan iki ferdinden aynlarak yalnız kalır.
150
MARİFETNAME
Sözünü ettiğimiz bu damarlardan 2. çifti örümcek ağma benzer kollara ayrılır. Bu kollar, omuzlara doğru uzandıklarında herbiri omuz damarı ismiyle anılır. Bu omuz damarlarının yanlarından iki damar omuzun üst kısmına kadar ona arkadaşlık eder. Fakat bir tanesi orada tutulur ve dağılır. Ancak omuz daman herikisini de geçer ve elin sonuna ulaşır. O da boyun dış damarınınkanşmasından sonra ikiye ayrılır. Bir kısmı içten olup küçük küçük dalları vardır ve dağılışı da üst çenedir. Bu kollardan da dahabaşka aynlan büyük kollar olup, bunlar da alt çenede dağılmış vaziyettedirler.Beyan ettiğimiz bu iki sınıf koldan çıkan çok miktardaki ince• damarlar dil çevresine dağılmış vaziyettedir. İkinci kısım belirlenmiş olup, kulaklar ile başa yakın yerlere dağılmış haldedir. Fakatşahdamarı yemek borusuna yukarıya çıkarken arkdaşlık etmiş veonunla yukarıya doğru kollar göndermiştir. Bu kollar dış şahda-marmdan gelen kollarla birleşmiştir. Sonra bu damarların tümü yemek borusuna, gırtlağa ve iç kaslara aynlmış olup, nihayet lam yivine varmıştır. Daha sonra ondan da çok miktarda kollar çıkmışbir ve ikinci omurdan sinirlere dağılmıştır. Oradan da çok incekılcal damarlar halinde baş ile boyun eklemlerine gelmiştir.Yine oradan da daha başka kollar çıkmış ve beyin üzerindekikafa kemik zarına gelerek iki tarafın birleştiği noktaya çıkmış veoradan da kafa kemiğine inmişlerdir. Bu kolların gönderilmesinden sonra geride kalan damar lam yivinin nihayetinde kafa boşluğuna girer ve ondan beynin iki perdesine ayrılan kollar bulunur ki,bu perdeler muhtaç oldukları besinleri bu kollardan alırlar.Sert perdeler çevrelerindeki kısımlarla bu kollan bağlamış veondan uzaklaştırmışlardır. Kafatası perdelerine gelen gıdalar on-lardandır. Bunlann dağılışı ince zardan beyne inen atardamarların dağılmasına benzer. Atardamarları sağlamca bağlamış ve geniş yerde de karşılamıştır ki, buna sebep de ağızların kanın dökülmesi ve orada pişip yanması içindir.Sonra da iki tek arasına dağılmış ve 1. musıva adım almıştır. Oradaki kanın aktığı kollardan kam emdiği sırada örter ve önkanna uzanmış ve oraya kadar uzanan atardamarlarla birleşmiştir. Bu zar meşime ,yani ana rahmindeki çocuğu besleyen kan torbası ağıyle örülmüştür.ısı
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HZ.
Bütün bunlar Allahü Zülcelâlin kudret ve azametini gösterenbirer delil olmuştur.KISIM : 4ECVEF DAMARININ KOLLARI VE FAYDALARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Ana toplardamar (kıfal)m esasını omuz damarı oluşturur.Ondan çıkan ve çoğalan kolların başlangıcı ana toplardamardırki buna kıfal denilmektedir. Pazuda kol boyuna uzanan bu damar,aynca pazu dışına ve derisine dağılan kollar gönderir. Dirsek eklemine yaklaştığında üç kola ayrılır. Bu kolların birine kol ipi mânâsına gelen Habluz-zırâ’ adı verilmektedir. Bu kısım üst dirsekoynağının dışı üzerinden uzamıştır. Oradan dışa ve aşağıya, yanidirsek altının yumru dışına bükülerek eğilmiş ve alt oynağın cüzlerine yayılmıştır.İkinci kısmı bilek dışından meylederek dirseğe taraf dönmüşve koltuk altındaki bir kolla birleşmek üzere gitmiş ve bu iki kemikten ehhâl, yani baş ve gövde damarı meydana gelmiştir.Geride kalan üçüncü kısmı ise derinden gidip tekarr ibtîdengelen bir kolla birleşmiştir. İbtînin, koltuk altının evvelki kolları pazunun içine inmiş ve oradaki kaslara yayılmışlardır. Bu kollardan biri, kol kemiğine kadar uzanmıştır. Adı geçen ibtî dirsekeklemine yaklaştığında ikiye bölünür. Bunlardan bir kısmı içeriyegirmiş ve ana toplardamardan kifâlden de geçer ve kol ile birazbirleştikten sonra ondan ayrılır. Bu kolun bir kısmı içe doğru inmiş, küçük parmak ile yanındakinin tamamına ve orta parmağında yarısına kadar inmiştir. İkinci ekleme çıkıp kemiğe dokunanelin cüzlerine ayrılmıştır.İbtinin, yani koltuk altının. 2. kısmı bilek içinde dörde ayrılmıştır. Bu kollardan biri de bilek altında ve bileğe ulaşıncaya kadar yayılmıştır. Diğer bir kolu da birinci kolun üzerinde olup, ya yılışı onun gibi olmuştur. Üçüncü kol, kol ortasında ve yine bilekten türemiş olup, çeşitli kollara ayrılmıştır.Kolların içinde en büyüğü 4. sü olup, hem yüksek ve hem de
152
MARİFETNAME
açıktır. Bir kolu ana atardamarın koluyla birleşmiş ve bunlardanda baş ve gövde damarı denilen ekhal hasıl olmuştur. Geri kalanıda derine gidip gömülmüştür.Ekhal damarı içten doğar, üst dirseğe kadar çıkarak dışanyagider ve L şeklinde iki kola bölünür. Üst kolu üst bilek oynağınadoğru inmiş ve bileğe dönmüştür. Baş parmağın arkasında ve başparmak ile şehâdet parmağının arasında ve şehâdet parmağında, yani bizzat kendisinde yayılır.Alt kolu ise dirseğin alt kısmına inerek üçe ayrılmıştır. Bukollardan biri, şehâdet parmağı ile orta parmak arasına gelir veüstten şehâdet parmağına gelen bir damar koluna yapışarak onunla bir damar oluşturur. İkinci kol sağlam ve kuvvetli olup ortaparmak ile onun yanmda bulunan parmak arasmda yayılır.Bu kollann tamamı kolların eklemlerine bölünmüştür.Ellerin parmakları Cenabı Hakk’ın inâyet ve yardımıyle hareketini bunlar sayesinde yapıyor. İnsanı yaratıklann en üstünüve en güzeli kılan Allahü Zülcelâl her türlü noksan sıfatlardanuzaktır.KISIM: 5ECVEF DAMARININ BEDENİN AŞAĞISINDAKİBÜYÜK KISMI VE KOLLARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Ecvef damarının aşağı inen büyük kısmı, karaciğerden çıktığı zaman daha bel kemiğine dayanmadan önce kendisinden bü yük bir damar ayrılır ve bu damar da kıl misâli incecik damarlaraayrılır. Sağ böbrek liflerine giderek böbrekte ve onun yakınındakalan yerlerde yayılır ve onların hepsini sıcak gıda ile gıdalandı-rır. İnen kısmından daha sonra büyük bir damar aynlır ve kıl damarlara bölünerek dağılır. Sol böbreğe gelerek onun liflerini bulur, onların civarında kalan yerlerde dağılır.Bunların tamamının gıda ihtiyacı bu koldan sağlanır. Sonrainen bu kısımdan ayrılan iki damar var ki bunlara Talûn adı ve-
153
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
rilmiştir. Bu damarlar gıda vermek gayesiyle böbreklerin içine kadar girmişlerdir. Çünkü izahı yapılan atardamarlarda olduğu gibi,bu talûnlar da böbreklerin besinini çekerler. Bu talûn’ün sol tarafından çıkmış olup, hem erkek ve hem de kadınlarda sol yumurtaya kadar inmiştir. Çıkan bu damar da ayrıca sağdan kollara ayrılarak sağ yumurtaya varmıştır. Bu damar iki böbrektengerek kadınların ve gerekse erkeklerin cinsiyet organlarına doğrumeyleder. Bunların daireye benzer şekilleri olduğundan, böbreklerden yumurtalara akan saf kan, onlarda pişer ve kırmızı kanşeklinden beyaz meniye dönüşür.Yine bel kemiği (omurga) nden yumurtalara ulaşan iki damar vardır ki, bu erkek cinsiyet organında kaybolur. Sonra inenbu kısım, omurgaya dayanarak inerken her omurun yanında odamardan daha başka kollar ayrılır. Ayrılan bu kolların bir kısmıgirmiş ve omurilikte sona ermiştir. Diğer bir kısmı ise, yanlarındaki kaslara dağılmışlardır. Yine bir kısmı da leğen kemiklerine gelmiş ve karın kaslarında sona ermişlerdir.Bu inen kesim izah edildiği şekilde omurga omurunun sonunageldiği zaman orada ikiye bölünmüş olup ,biri sağ, diğeri de sol oyluğa varmıştır. Sözünü ettiğimiz bu iki kısım henüz oyluklara varmadan evvel herbirinden on tabaka damar ayrılmıştır. Birinci tabakaları sert bir yere gelmiş, ikinci tabakaları ise kılcal damarlarolarak ortaya gelmiş.4. tabakaları mak’ad kaslarına ve kuyruk sokumunun dışınaayrümış.5. tabakaları kadınlarda ana rahmi boyunca uzanmış ve birkısmı orada ana rahmine bitişik halde kısımlara ayrılmışlardır.Bunlardan biri,sidik torbasına ayrılmış, diğeri ise sidik torbasınınboyun kısmına gelmiştir. Bu 5. tabaka genellikle erkeklerde dahaçok bulunur. Bu sebeple hem sidik torbasını sarmış ve hem de erkeklik âleti olmuştur.6. tabakaları kasık kemiği üzerindeki mevcut kaslara gitmişve orada dağılmıştır.7. tabakaları, karın üezrinde bedenin yukarısına doğru çıkankaslara yükselmiştir. Bu esas damarlardan ayrıca kadınlarda 4 damar daha çıkar ve dört yandan an rhmine iner. Yine onlrdan çıkan 8 damar göğüs üzerindeki memelere çıkar.
154
MARİFETNÂME
8. tabakaları erkeklerde cinsiyet organına, kadınlarda ise öntarafa gelir ve oralarda dağılır.9. tabakaları oyluğun iç kaslarına inmiş ve bu kaslarda dağılmıştır.10. tabakaları baldır yanlarından leğen kemiklerine çıkmışve ellerin tarafından inen damarların çevresine ulaşmış ve hepsinden çıkan büyük cüz’ü bacaklarda inmiş ve onda başka kollara bölünmüş ve böylece 20 tabakaya ulaşmışlardır. Damarlardakibu sınıflandırma ve dağıtım, bilginleri hayret içine düşürmüş ve yaratıcılarını bilmek hususunda büyük ibret olmuştur.Damarlardaki kanı nehir suları misâli akıtan bir ve kahrediciolan Allah’ın sanı ne yücedir!KISIM: 6ECVEF (BOŞ) DAMARIN UYLUK AŞAĞISINA İNENDALLARI VE FAYDALARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki :Açıklaması yukarıda yapılan tabakalardan geri kalanları, oyluğun içine inmiş ve her kısım bir oyluğun içinde 15 dal meydanagetirmiştir. Bunlardan;Biri oyluk önündeki kaslara bölünmüştür.Biri dışarıdan içeriye doğru kaslara taksim olunmuştur.Biri dış yüzdeki odalara dağılmıştır.Biri dıştaki kaslara varmıştır.Dördü bacak içine doğru gömülmüş ve kaybolmuştur.İkisi bacak altında bulunan kaslara varmıştır.İkisi diz mafsallarına kadar varmıştır.Geri kalan üç daldan dış yüzde olanları akciğere giren solukborusundan topuk mafsalına kadar uzar. Orta dal, dizin sonundanbaldır içindeki kaslara bırakır ve kendisi de aşağıya iner. Ondankalan iki daldan biri baldırın iç kısımlarına gömülerek kaybolmuştur.Birisi İse, iki kemik arasında uzar ve
ayak önüne inerken
aynı dış yüzden bir kol ile karışır.
Dallardan 3. cüsünün iç yüzü
bal
155
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
dır içine eğilmiş büyük bir ciğer borusunun bombeli tarafındantopuğa gider ve ayağın iç kısmına gelir.Sözünü ettiğimiz 3. dal, orada dört kola ayrılır, bunlardan ikisi aşağı dış kısımdan ve küçük kemik yanından ayağa girmiş, ikisiise yukan iç kısmındadır ve birisi hariçten gelen ile birleşme temineder. Ayağın üst yüzüne çıkarak yayılmıştır. İç yüzdekinin dışabakan kolu İkincisiyle birleşmiş ve ayağın alt tarafında dağılaraksona erer.İnsan bedenindeki mevcut kan damarları bunlardan İbarettir. Hepsinin toplamı 360 damar eder. Şekil veren ve Hâkim olanYüce Mevlâ'nın en güzel surette yaratmış olduğu insan vücudundaki yüce, bedii ve sanatının ne derece yüksek olduğunu düşünme ye ve anmaya vesile olması için insan vücudundaki cüzleri veuzuvlan kısca da olsa burada ifade etmeye çalıştık.Aıtık bundan sonra duyu, kuvvet ve hikmetli şeyle rile, or-ganlann diğer şekillerini de iki konu başlığı altmda izaha geçiyoruz. Bedendeki mevcut ince sanatlar sayısızdır. Biz bu kadarını anlatmayı yeterli gördük. Çünkü, insan vücudundaki organların bozulan kısımlan hakkında âlimler yüzlerce, binlerce eser yazmış ve yine de bitirememişlerdir.
KONU:4İNSAN BEDENİNDEKİ KUVVETLERALTI KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1İNSANDAKİ KUVVETLER VE ORGANLARIN HAREKETİEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Kuvvetler ve fiiller birbirleriyle bilinebilen ve birbirine bağlıolan iki kavramdır. Çünkü kuvvetlerden herbiri ayn bir iş, ve fiildir. Yani, her fülin mutlaka bir kuvveti vardır. Şu halde fiiller nasıl iki çeşit ise, kuvvetler de aynı şekilde iki çeşittir.1 — Tabii kuvvetler.2 — Nefse ait (nefsanî) kuvvetler.Bu kuvvetlere başkanlık eden ve onları idaresi altında bulunduran bir uzuv vardır ki, kuvvetlerin kaynağı (madeni) nı o organ teşkil eder. Fiillerin meydana gelişi de organlar sayesindedir.Nefsî nebatî olan tabi! cins, iki kısma ayrılır.Bir kısmının gayesi, bedeni gelecek tehlikelerden korumaktırki, bu ‘kısım bedeni gıdalandırmak ve böylece büyümesini ve yaşamasını temin etmek hususunda tasarruf sahibidir. Hayatının sonuna kadar ona tazelik verir ki, bu kısmın yeri ve hareket merkezikaraciğerdir.Diğer kısmın gayesi ise, bedenin soyunu, yani neslini
devam
ettirmek vazifesini görmektir ki, bu da kadın ile erkeğin
cinsi
münasebette bulunmasıyle olur. Bu ise bedendeki karışımlarınoluşturduğu meni cevherinin kadının rahmine düşmesiyle,
Allah'
m muradıyle ve can vermesiyle mümkün olur.
Bu kısmın yeri ve
hareket alanı kadın ve erkek cinsiyet organlarıdır.
187
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
'Nefsani (hayvani) cinse gelince; bu da iki kısmı içine alır :1 — İdrak edici (müdrike) kuvvet.2 — Hareket edici kuvvet.İdrak edici kuvvet de kendi içinde 2’ye ayrılır :1 — Dış kuvvet.2 — İç kuvvet.Bedenin dışında görülebilen beş kuvvet vardır :1 — Duyma kuvveti.2 — Görme kuvveti.3 — Koklama kuvveti4 — Tad alma kuvveti.5 —Dokunma kuvvetidir.Bedenin içinde bulunan idrak edici kuvvetler de beşe ayrılır :1 — Ortak duyucu kuvvet.2 — Hayal kuvveti.3 *— Fikir (düşünce) kuvveti4 — Vehim kuvveti.5 Hafıza kuvveti.İç idrak edici kuvvetlerin merkezi ve hareket alanı beyindir.Hareket edici kuvvet icra ettiği iş ve fiillere (gördüğü iş) göre kısımlara ayrılmıştır. Çünkü her kasın yaratılış şekli ve tabiatıbaşka başkadır. Bunun bir kısmı, beden damarlarını ve kirişlerinihareket ettirip titreterek, tutarak, salarak açan ve kapıyan birkuvvet görevini ifâ eder. Bunlar sayesinde eklemler açılıp organlarhareket eder. Bu kuvvetlerin yeri, hareket alanları kaslara bitişensinirlerdir. Hareket ettiren kuvvetin bir kısmı gadab, diğeri deşehvet kuvvetidir.Kızma hali, hayvanı kuvvete arız olan sıkma ve daralmadır.Şehvet ise, hayvani kuvvetteki genişlemedir. Kızgınlığın ve şehevîkuvvetin yeri ve hareket sahası yürektir. Esasen bütün kuvvetlerin başlangıcı kalbdendir. Fakat bildirilen yer ve hareket merkezleri, sözü edilen kuvvetlerin harekete, yani füle dönüştükleri yerolduğu için herbirine başlangıç ve merkez denilmiştir.Meselâ, duyuların merkezi beyin olduğu halde, her duyu içinde aynca bir organ tayin edilmiştir. Çünkü o duyunun, özel fiili oorgan tarafından yapılmıştır. Fakat yemeklerin sindirilmesi bazıbasit işler his kuvvetle tamamlanabilmiştir. Bazıları da yemek ye
138
MARİFETNÂME
meye iştahı olma ve yemek yeme gibi çift hareketle tamamlanırlarÇünkü bu iş bir çekici kuvvet ile bir de midenin ağzındaki his kuvvetiyle tamamlanmıştır. Fakat çekici kuvveti uzun ve nemli olanlif tellerini harekete geçirir. Duyucu kuvvet ise bu hareket sayesinde iştahı çeker ve kişide yemek yemeye istek uyamr. Eğer du yucu kuvvete herhangi bir hastalık ya da âfet anz olursa, yemek yemeye olan istek, iştiha kaybolur.Sübhane musebbi bul esbâb.KISIM:
2
İNSAN VÜCUDUNDAKİ TABİİ NEFS, NEBATİNEFS VE YARDIMCILARIEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Ana rahminden şehâdet âlemi olan dünyaya gelen çocuk dörtcan ile hayat bulmuş olarak doğar. Bunlar:1 — Tabiî nefs.2 — Nebati nefs.3 — Hayvani nefs.4— İnsanî nefstir.1— Tabiî nefs : Bedenin parçalarım muhafaza eden ve birbirinden ayrılıp dağılmalarım önliyen bir kuvvettir. Bu kuvvetin yeri bütün bedendir. Bu kuvvetin iki ayrı hizmetçisi vardır ki bunlara da hafiflik ve ağırlık denilmiştir. Hafiflik bedenin dış muhitine ağırlık ise içine, yani merkeze doğru eğimlidir.2 — Nebatî nefs: Bedenin uzunluk, genişlik ve derinliğine yayılan ve bedenin cismini büyüten kuvvettir. Bu nefsin bulunduğu yer karaciğerdir. Az evvel izahım yaptığımız tabiî nefs ve onahizmetçi vazifesini görenler, hepsi birlikte nebatî nefs’in hizmetinde bulunurlar. Nebatî nefsin bunların haricinde ayrıca kendisineait 9 hizmetçisi vardır ki bunlar:1 •— Çekici kuvvet.2 — Tutucu kuvvet.3 — Sindirme kuvveti.4 — Ayıran (mümeyyiz) kuvvet.5 — Dışarı atan kuvvet.
199
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
6 — Üreten kuvvet.7 — Şekil verici (musavvir) kuvvet.8 — Besleyici kuvvet.9 — Büyütücü kuvvettir.Şimdi bunlar üzerinde kısa izahlar yapalım :1 — Çekici kuvvet (cazibe) : Bedene fayda temin edecek gıdaları hariçten bedenin içine çekme görevini yapan kuvvettir. Buişi kendi yeri olan mide ile ve onun ağız lifleriyle yapar.2 — Tutucu kuvvet: Midede gıdayı tutan kuvvettir ki ,buişi midenin aşağısındaki genişlemesine olan eğik bir lif ile yapar.3 — Sindirme kuvveti: Çekici ve tutucu kuvvetlerin saklamış oldukları faydalı gıdayı yoğurarak hasıl eder, besleyici veartırıcı (doğurucu) kuvvetlerin işine hazır hale getirir. Geriye kalan kısmı kanşır ve gıda haline getirerek organlara dağılır. Bu yapılan işe sindirim denilmektedir ki, bu kuvvet, pişirmek ve karışmak işi kendi bölgesi olan mide, karaciğer ve damarlarda onlarınmevcut sıcaklıklanyle olur.4 — Ayıran kuvvet: Gıda piştiğinde kalım ile incesini birbirinden ayıran kuvvettir ki, bu kuvvet işini kendi yeri olan midenin iç yüzünde yapar.5 — Dışarı atan kuvvet: Gıdalar içindeki fazlalıkları ve işe yaramayan kısımları veya kâfi miktardan fazlasını yollarından ve ya kendisine ait deliklerden çıkararak atar.Meselâ, ağacın zamkını dışarı atması veya bu kuvvetin fazlalığı kıymetli organdan kıymetsiz organa aktarması buna misâldir.Bu kuvvet, işlerini midenin altındaki sıkan ve genişlemesine olanlifin kirişiyle yapar.6 — Üreten (doğurucu) kuvvet: Bu besinlerin en incesi ve yufkasını toplar ki, bu gıdalardan da o cismin bir benzeri meydana gelir. Bu toplanan gıdalann en ince kısmına bitkilerde tohum,hayvanlarda da nutfe (meni) adı verilir. Bu kuvvet iki çeşit olup,biri erkek ve dişideki meniyi meydana getirir. Diğeri de rahim içine gelen menideki kuvveti ayırır ve her organa ait olan tabiatınmeydana gelişine kadar birleştirir. Bu kuvvetin çalışma sahası dakendi yeri olan vücut damarlan olup, işlerini orada yapar.7 — Şekil veren (musavvir) kuvvet: Allahü Zülcelalin kudretiyle bütün azalann şekil, biçim, karışım, girinti, çıkıntı, boşluk
100
MARİFETNÂME
ve deliklerinin sonuna kadar olan her türlü işlerini görür. Muhafaza içinde besinlerin çeşitleri üzerinde çalışamalar yapar ve onucisme benzer hale getirir. Bu kuvvetin çalışma yeri de kendi sahası olan atardamarların içidir.8 — Besleyen kuvvet: Gıdayı gıda alacak organa faydalıolacak hale getirir. Bedendeki alacağı vaziyeti aldırır. Bu kuvvetçalışmasını bütün organlarda yapar.9 — Büyüten kuvvet: Bedenin her tarafmı uygun bir şekilde büyümesini ve gelişmesini sağlıyan bir kuvvettir. Bedene girengıdalarla bedenin büyümesine yardım eder. Bedene giren besinlerle hayat bulmasına hizmet eder. Bu kuvvet işlerini kendi yerleriolan bedenin tamamında'yapar.Anlatmaya çalıştığımız bu iki nefis, kendisine yardımcı olanlarla birlikte hayvani nefse hizmet eder ve ona itaatten dışarı çıkmazlar ve onun isteğine ram olurlar. Hayvani nefs, konuşan nefsebinek olmuştur. Bizi ona hâkim, onu da bize memur kılan CenabıHâk, her türlü noksanlıktan uzaktır.
KISIM: 3İNSAN BEDENİNDEKİ HAYVANİ NEFS VE
ONUN HİZMETÇİLERİ OLAN DUYULAR
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Hayvani nefis, bütün bedeni saran bir kuvvettir. Bedenin hareketi onun isteğine göre olur. Duyusu ile eşyayı bilir, tanır, öğrenir. Hayvani nefsin yukarda izahını yaptığımız hizmetçilerindenbaşka 12 tane hizmetçisi vardır ki, 40 tanesi his, diğer ikisi de hiddet ve şehvettir. Duyuların beşi beden dışında olup, bunlar, göz,kulak, burun, dil ve deridir. Geri kalan beşi de bedenin içinde vebeyin boşluğundadır ki bunlar da:1 — Ortak duyu.2 — Hayal.3 — Vehim.4— Fikir (düşünme).5 — Hafızadır.Bu duyuların hepsi için tesbit edilen ayn bir iş vardır ve her
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
duyu
kendi işini yapmakla meşgul olur. Beden dışındaki duyulardan biri, işitme duyusu olup görevi sesleri ve harfleri duyarak birbirinden ayırmaktır. Sesleri ve sözleri duyup anlamamız ancak buduyu sayesindedir. Bu özellik sadece bu duyuya mahsus olup, diğerleri bundan mahrumdur. İşitmenin meydana geldiği yer iç kulakta nohut tanesi kadar büyüklüğü olan ve içi sıvı ile doldurulmuş bir yerdir.Görme duyusunun görevi, şekilleri ve renkleri görmek ve anlamaktır. Beyaz-siyah, uzun-kısa, büyük-küçük, uzak-yakm, güzel-çirkin ,aydınlık-karanlık v.s. gibi birbirine zıt vasıflar ile bunungibi şeyleri birbirinden ayırır ki, bu vasıf da ancak gözde, yanigörme duyusunda vardır ve diğer duyularda bu yoktur. Bu kuvvetin çahşma sahası gözdür.Koklama kuvvetinin görevi, güzel ve çirkin kokuları algıla
mak
ve birbirinden ayırmaktır. Bu işte ancak koklama duyusuna
has
birşey olup, diğerlerinde yoktur. Bu kuvvetin çalışması beynin
ön
tarafındaki meme uçlarına benziyen iki küçük et parçasıdır. Tatma kuvvetinin görevi, ağza alman gıda v.s. gibi tatlı-acı,ekşi-tuzlu v.s. gibi tatları almaktır. Acıyı tatlıdan, ekşiyi tuzludan ayırmak ile her türlü yemeğin ve meyvelerin tatlarını almakancak bunun sayesinde mümkün olur. Bu işi yapma hususiyetiancak bu kuvvetin olup, diğer duyularda yoktur. Bu kuvvetin yeri, boğazın aşağı kısmı ile dil üzerinde yayılan kastır.Dokunma kuvvetinin görevi, yumuşak ile serti ,sıcak ile soğuğu, yaş ile kuruyu, hafif ile ağırı birbirinden ayırmaktır.
Yine
bu
işi
görme vasfı da ancak dokunma kuvvetine ait olup,
diğer
duyular bundan yoksundur. Bu Kuvvetin yerin bütün bede
nin dış
yüzüdür. Fakat el ayasıyla parmaklar arasında bu his çok
daha açık
olup, orta parmak üzerinden zirve noktasına çıkmıştır.Gerek bu durum ve gerekse bu sıra, Yaratıcı ve Bari olan Allahü Zülcelâlin kudret ve kemâlini, nimetlerini, çokluğunu ayanbeyan ortaya koymuştur. Bu yüce sanat, âlimler için büyük ibret
olmuştur.
İnşam varlıkların en güzeli olarak yaratan Sâni ve Ha
kim
olan Allahü Zülcelâl her türlü ayıp ve noksanlardan uzaktır.O yüce Mevlâ bize lütfü ve inamıyle göz, kulak ve kalb ver
di. Keşke
O’na lâyık olabilsek ve hakikî bir kul olabilsek!
162
MARİl'ETNAME
KISIM : 4HAYVANİ NEFSİN BEŞ İÇ DUYUSU
Ey Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Beş iç duyu kuvveti beynin üç boşluğunda olup; ortak duyu,
hayal kuvveti, düşünme kuvveti, vehim kuvveti ve hafıza kuvveti-dir. Şimdi bunları izaha gayret edelim :1 — Ortak duyu kuvveti :Bu, hizmetçi duyuların ilkidir. Buna bu ismin verilmesine se-bep iki mânâdır.1. mânâ : Gözlerin idrak ettiği birşey in şekli ortak duyu saye-sinde birşeymiş gibi görünür. Çünkü bir kimsenin gözü ile ortak
duyu arasında herhangi bir arıza olması halinde ,o kimsenin göz-leri şaşı olur ve birşeyi iki taneymiş gibi görür.2. mânâ : Ortak duyu, dış duyuların arkasında ve iç duyuların
önünde başlangıç kısmında olduğundan, dış duyularla algılanan
şeyler önce ortak duyuya gelir. Nehire benzeyen bu duyular, ortak
duyu denizinde birleşir ve sonra da iç duyulara karışır. Kalbe gelen
fikir ve düşünceler evvelâ beyne çıkar ve oradaki duyuları geçerek
ortak hisse gelir. Bu nehirler ve çeşmeler ortak duyu denizine dol-duğunda oradan da bedenin dışındaki duyulara gider.Bu kuvvete ortak duyu kuvveti denilmesinin sebebi budur.
Onun işi yazılan birşeyin tercümesini yapmaya benzer. Şanında
duyulara tercümanlık olan ortak kuvvetin bu vasfı diğer kuvvet-lerde yoktur.Bu kuvvetin çalışma merkezi önce de açıkladığımız gibi, üç
boşluktan ilkinin ön tarafıdır.2 — Hayal kuvveti :Bu kuvvetin iş ve sanatı dış duyulara olan herhangi birşeyin
algılanması (idrak) halinde. Meselâ, bir kimse .gördüğü bir tanı-dığını veya başka birini görse de, önceden onu göreceğini kendisi-ne gösterebiliyor. Yani, adamın kendisi olmadığı halde hayalinde
görebiliyor.Veya bir kimse herhangi bir şehri görse ve sonra da başka bir
yere gitse ve önceki gördüğü şehri tekrar görmeyi arzulasa o
şe
hir orada olmasa bile o kimse hayalinde o şehri görebiliyor.
Haya
lin gördüğü iş, hayal kuvvetiyle mânâları idrak etmektir.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Esasen hayal, bir kâtibe benzer. Çünkü mânânın şekildenuzak kalmamasını temin kâtibin işidir. Yani, bir kelime söylenişle şekil haline gelmedikçe mânâsı meydana gelmez ve hiçbir kimseye telâffuzu ulaşmaz. Fakat kâtip, şekil ve ses halinde olmıyanmânâyı başkasına ulaştırabiliyor. Aynen kâtibin yaptığı iş gibi ha yal de şekil halinde olmıyan şeyleri diğer duyulara gösteriyor. Bugibi mânâların algılanması bu kuvvete mahsus olup, diğer kuvvetler bundan yoksun kalmışlardır.Bu kuvvetin yeri ve iş merkezi ortak duygunun arkasında onabitişik haldeki ilk boşluğun arkasıdır.3 — Düşünme kuvveti:Şayet bu kuvvet bir insamn konuşma kuvveti ve kendi faydasına kullandığı bir kuvvet olarak kabul edilirse bu durumdaona, düşünen, hatırlayan, istediğini yapan kuvvet denilir.Şayet hayvani vehim kuvveti bunu kullanır da bu kuvvet- deonun için hazı rolursa, onun ihtiyaçlarını görürse bu halde kuvvete hayal gücü denilir.Düşünme kuvvetinin işi budur. İç ve dış duyulardan hafızakuvvetinde yazılan ne varsa düşünme kuvveti o şekillerin hepsinigörür ve okur. Bu kuvvetle diğer kuvvetler arasındaki fark şudur:Diğer duyu organları algılananlardan kendilerine gelenlerinsadece birini benimser ve toplar. Diğeri de o toplanan şekilleri muhafaza eder. Fakat üçüncü kuvvet dediğimiz düşünme kuvveti,ikinci kuvvetteki suretleri istediği şekilde kullandıktan başka, osuretlere uygun olan ya da olmıyan mahalleri de hazırlayabilir.Bunun içindir ki, bu düşünme kuvveti vehime kuvvetinin bir âleti. gibidir. Bu anlayış sadece buna aittir. Halbuki diğer kuvvetlerde bu vasıf yoktur.Bu kuvvetin yeri ve hareket merkezi beynin orta boşluğununön tarafıdır.4 —• Vehim kuvveti:Bu kuvvetin gördüğü iş .görülen, görülmeyen şeyler ile doğruile yanlış gibi şeylerden nefsi haberdar etmek ve dış âlemde suretiolan ve olmayan mânâ ve suretleri idrak etmektir.Meselâ, âlemde yüzbin güneşin varlığı vehmediliyor. Fakatâlemdeki güneş sadece bir tanedir. Yahut da yüzbin cıva denizi bu*lunduğu vehmedilebilinir. Fakat dünyada bir tane cıva denizi bilemevcut değildir.Yahut da, altın ve gümüşten ya da diğer cevherlerden mey
164
MARİFETNÂME
dana gelen birçok dağlar ve tepeler düşünülebilir. Fakat dünyadabunun tek bir benzeri yoktur.Vehim kuvveti, konuşamıyan hayvanlarda insanlardan çokdaha kuvvetlidir. Zaten onlar bu sayede, hayatlarını devam ettire-bilmekteler. Meselâ, küçük bir kuzu binlerco annesine benziyen ko yun içindeki annesini bu duygu ile kolayca bulabiliyor ve tanıyabiliyor. Çobamn kendisine sadık bir dost, kurdun ise amansız birdüşman olduğunu bu kuvvet sayesinde bilebiliyor. Yani demek olu yor ki, hayvanlardaki vehim kuvveti insanlardaki akim gördüğüişi görüyor. Çünkü hayvan, dostunu ve düşmanım bu kuvvet sa yesinde bilir.Bu kuvvetin tesiri altmda kalan insan, bazen hayvanların yaptığını yapar. Vehim kuvveti hayal kuvvetlerini kullanıp olması mümkün, olağan, alelâde şeylere uymayan, gerçeğe aykırı nice yollara sapar. Türlü sapık ,yalan, yanlış hayaller ortaya koyar kibunların hepsi boş, yanlış ve olmaları da mümkün değildir. Akılbunları kabul etmez. Bu sebepledir ki, vehim kuvvetine bedeninşeytanı adı verilir. Çünkü, bedenin kuvvetlerinin tamamı insanakimın hâkimiyeti altmda ve hareketleri onun emrine göredir. Ancak vehim kuvveti insana bağlı olmadığı gibi onun emri altmda dadeğildir.Meselâ, bilindiği gibi, bütün melekler Hz. Adem’e secde etmişti de Şeytan etmemişti.Peygamberimiz buyuruyor ki:«Dünyaya gelen çocuk, şeytanı ile birlikte doğar.»Bu hadiste vehim kuvvetinin varlığına işaret etmektedir.Çünkü vehim kuvveti öyle bir kuvvettir ki, hiçbir zaman boş durmaz. Daima yalan söyletir. Eşyayı olduğu şekilden başka gösterir.Daima hile ve aldatmada ısrar eder. Vehim kuvveti insana hücumettiğinde aklın hâkimiyeti ortadan kalkar. Bu kuvvetin yeri beyin,işinin başlangıç yeri ise orta boşluğun arka tarafıdır.5 — Hafıza kuvveti .*Bu levhaya benzer bir kuvvettir ki, Levh-i mahfuz’un insanâlemi olması mümkündür. Çünkü iç ve dış duygulardan buna negibi bir şekil gelirse gelsin, onun resmi aynen bu levha üzerindesabit olur ve görünür.Meselâ, iki adam birbirini bir defa görmüş olsalar, başka zaman bir kez daha karşılaşsalar, tabii ki birbirlerini hatırlar ve tanırlar. Çünkü ilk defa olan karşılaşmalarında birbirlerinin simaları hafızalarında yer etmiştir. Önceki görüşmelerinde hafızaya
165
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
yerleşen nakış, sonraki görüşmelerinde hafızaya yerleşen (yazılan)
nakışa tatbik olunduğu zaman bu nakışlar uygun hale gelir ve
birleşirler. Bundan da bu adamların daha önce görüşmüş oldukla-rı meydana çıkar. Hafıza kuvveti, duyulabilen ve duyulamıyan su
retlerden vehim kuvvetine gelen anlamların hâzinesidir. Aynı şe-kilde duyulan suretlerin ortak duyularına gelen anlamların hâzi-nesi hayaldir.Muhafaza, hıfz kuvveti sadece bu kuvvete aittir ve öbür kuv-vetlerde bu yoktur. Hafıza kuvvetinin yeri ve başlangıç yeri .beyi-nin üçüncü boşluğu ile, son boşluğunun ön tarafıdır. Şu halde de-mek oluyor ki, gerçekte bu kuvvet yazılan bir levhaya benzer. Dü-şünme kuvveti ise bu levhayı okuyan âlime benzer. Hayal kuvveti
ise önce de zikrettiğimiz gibi, kâtip gibidir. Vehime kuvveti de söy
değimiz gibi şeytana benzer.Ortak duyu bir denize benzer ki, burası dış nehirlerin ve ır-makların toplandığı ve dağıldığı yerdir. Beden şehrinin sultam ve
hükümdarı İnsanî ruh olup, diğer kuvvet ve nefisler onun yar-dımcısı durumundadırlar.MANZUMETain şehri oldu canın padişahı
Gönül, arş ve beyinin taht yeri
Hayalin kâtip, hıfzın ise defter
Fikir ilimleri o defterde musavver.KISIM : 5HAYVANİ NEFSİN HİZMETÇİLERİNDEN
HİDDET VE ŞEHVETEy Aziz!Anatomi âlimleri diyorlar ki:Herhangi bir zararın savuşturulması veya başkasına galip gel-mek için yapılan bütün hareketler, yürekte meydana gelmiş olup,
hayvani nefstedir. Bu kuvvete hiddet, gadab, kırgınlık adı veril-miştir. Hiddet, başkasını yenmeyi veya gelecek herhangi bir zararı
defetmeyi kendisine meslek bilmiştir. Bunun yeri ve hareket mer-kezi yürektir.Sözünü ettiğimiz hiddet, kızgınlığın orta derecesi şecaattir
ki,
yüreklilik, gayretlilik ve atılganlık demektir. Bu duygu,
yapılacak
l^te sebatkâr olmayı ve işi tamama erdirmeyi temin eder. Bu, be
ğenilen bir huy ve övünmeye lâyık bir ahlâkî vasıftır. Bu duygu-168
MARİFETNÂME
nun ifratı ise tehevvürdür ki, çok aşın gitmek ve kudurmak demektir. Bu duyguya sahip olan kimse, yapamıyacağı işleri yapma ya kalkar. Bu insanı kötülüklere duçar eden fena bir huydur vedaima yerilmiş ve kötü görülmüştür. Ancak bunun da haddindenfazla noksan olması da bir nevi aptallık olup, hoş görülmemiştir.Çünkü bu durumda olan bir kimse, yapabileceği bir işi yapmaktanda kaçar ki bu da evvelki gibi kötü bir vasıftır.Şehvet, hayvanı nefis tarafından bir faydayı kazanmak yahutda bir tat almak için yürekte meydana gelen harekete denir. Şeh*vet kuvvetinin isteği ve sanatı adı geçen faydayı temin etmek vearzusuna nail olmaktır. Bunun yeri ve çalışma sahası ise yürektir. Bunun orta ayarı iffettir. Bu vasıfla dine ve insanlığa yakışan istek ve işlere girişilmiş olur. îffet güzel ahlâkın şubelerinden-dir.Şehvetin aşırısına şeref denilir ki, onunla dine ve insanlığaaykırı iş ve isteklere girişilir, bu da kötü huylardan biri sayılır.Şehvetin normalden aşağısına da amûd denir ki, istenen şehevî arzu ve istekler bununla yapılamıyacağı için, bu da bir evvelkigibi hoş görülmemiş .beğenilmemiş, bilâkis zemmolunmuştur. Öfke ve şehvet kuvvetleri izahı yapılacak olan İnsanî nefsin (ruhun)emrine girer ve ona kölenin efendisine itaat etmesi gibi itaat ederlerse ikisi de ortayı, yani itidali bulur ve insan iki güzel huyun sahibi olur ki,bu huylar da şecaat ve iffettir.Gerek öfkeye ve gerek şehvete üstün durumda olan imannefsi hür ve kâmil (olgun) dir. Eğer durum aksine olur da öfke(hiddet) ve şehvet ruha galip gelirse ve ona hâkim olarak emri altına alırsa ve onu köle gibi kendine hizmet etmeye mecbur ederse,artık öfke ve şehvet normal halinden çıkar ve bu husus kişide dörtfena huyun yerleşmesine sebep olur ki, bu huylar şunlardır :1 — Tehevvür (aşırı gitme, kudurma).2 — Cûbu (pısırıklık, aptallık).3 — Şeref (kötülük yapmak).4 — Hamud (haksızlığa maruz kaldığı anlarda
susmak.)
Bunlardan başka, daha birçok kötü ahlâk ve huy
sözünü et
tiğimiz bu huylardan çoğalır. Öfkeye ve şehvete yenilen
ve onla
ra mahkûm olan ruh, noksan ve esirdir. Çünkü kendini
bilmekten
âciz kalır. Kendisini yaratan Mevlâyı bilmekten ve
tanımaktan
gafildir. Ya Rabbi, bizi gaflete düşen kullarından eyleme!
187
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
KISIM: 6
İNSANİ NEFS (RUH) VE YARDIMCILARI
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:Emri Rabbani ve konuşan bir nefs olan İnsanî nefs öyle bircevherdir ki, kendisinde bütün maddelerden arınmış uzak kalmışiken, büyük bir aşk ile bağlandığı bedenin işlerini görmek için hayvani nefsin mekânı olan kalbin ortasındaki karasevda noktasında —ki ona suveyda denilir— hayvani nefs ile yakınlık teşkil etmiş ve onunla sarılmışlardır. Hayvanı nefsin âlet olmasıyle bütünbedenin organlarında idareci olma ve onlara hükmetme imkânıbulmuştur. Çünkü toprak maddesi çok kaba, buna karşılık ruh iseçok lâtiftir. Hayvani nefs, kıymetli ile kıymetsiz arasında bir yerde olduğundan, onlar arasında münasebet kurulmalarına âlet olmuştur. Hayvani ruhun geçit oluşu, kaba bedene meyilli olan lâtif ruha münasebet kazandırmıştır.Hayvani ruh ile beraber bulunması sebebiyle bu ulvî ruha Gönül adı verilmiştir. Bunun bir tarafını hayvani nefsin yoğunluğukaranlık hale getirmiştir. Bunun için de güzelliğin aynası ve Allahü Zülcelâlin nazargâhı olmuştur. Bu noktada şeref kazanmış,izzetli ve aziz olmuştur. Fakat şu var ki ,bu adı geçen ayna, hayvani sıfatlarla tozlanır, ben ve egoizm perdesiyle örtülürse, budurumda ruh artık kendisinden habersiz olduğu gibi, Mevlâsmıbilmekten de gaflete düşer. Kendi âlemine yüz çevirmiş ve hayvani nefsin emrine girmiş ve onun emirlerine itaat eder olmuş ve ondan ayırdedUemez olmuştur. Kendisine hizmet edene hizmet ederken ona esir olmuştur.Esasen anlatüan üç nefis, hizmetçileriyle birlikte İnsanî nefshükümdarının beden ülkesine hizmetçi ve çoban olmuştur. Bedenhükümdarının bu hizmetçilerin haricinde üç özel hizmetçisi dahavardır ki bunlar da :1 — Nutk.2 — Nazarî (teorik) akıl.3 — Amelî (pratik) akıl.Şimdi bunlan kısaca izaha çalışalım :1 — Nutk: öyle bir idrak kuvvettir ki, ince mânâlar onunvasıtasiyle birbirinden farkedillr. Nutk kuvvetinin orta derecesihikmettir. Hikmetin sayesinde doğru ile yanlış birbirinden aynlır.Nutk’un aşın derecesi cerbere (beceriklilik) dir. Anlaşılması imkânsız mânâlar onun sayesinde anlaşılabilmesi arzu edilmiştir.
MARİFETNAME
Nutk’un yetersiz derecesi belâdet (izansızlık) tir ki, hayır veşer, iyi ile kötü ayrılamaz. İkisi de aynı olarak bilinir. Şu haldenutk’un hâl ve şanı mânâların idrak olunmasıdır.2 — Nazarî (teorik) akıl: Bunun işi ve sanatı ,kurulacak düzenin nasıl olacağını ve işlerin nasıl görüleceğini tasarlamaktır.Meselâ; yapılacak olan bir binayı bu nazarî akıl evvelce tasarlar ki buna da kaç oda, kaç pencere gereklidir. Nazarî akıl bunlarıuygun gelecek şekilde düşünür ki, bütün işi odur.Ameli aklın iş ve mesleği ise nutk kuvvetinin idraki ile nazarîaklın tasarılarını tasavvurdan kuvveye ve kuvveden de füle çıkararak âmel, yani yapılan iş haline getirmesidir. Cihandaki mevcutbütün şehirlerde ve köylerdeki yapılan bina ve inşaatlar, sanat vezenginlikler, süsler, lügatler, yiyecek ve giyecekler, kitaplar, ilimler, nakış ve resimler ,bağ ve bahçeler, dünyadaki özel ve genelâdetlerin hepsi, nutk kuvvetiyle nazarî ve âmelî kuvvetin nazarîve âmelî olarak yaptıkları çalışmalarla meydana gelmişlerdir. Yinebu halk âlemi, o emir âleminden meydana gelmiştir.Şu halde, âmeli akim, nutuk kuvveti ile nazarî akıl kuvvetininhizmetçisi olduğunu söyliyebiliriz. Onların her emrini yerine getirir ki bu üç kuvvetin tamamı insan ruhuna hizmetçi olmuştur.Hürmete lâyık ve hizmet edilmeye değer olan insan ruhunun bedendeki mevcut hizmetçilerinin sayısı 28 tanedir. Bunlann izahışimdiye kadarki açıklamalarımızda yapıldı.İnsanî nefsin hizmetinde olan ve onun emirlerini yerine getiren akıl, Allahü Zülcelâlin nurundan varolmuştur. Küllî akıl denilen bu akıla, izrafî ruh ve İlâhî aşk denilmiştir. İradî bir ölümlehayvanî nefsinden fena bulan o ruh ile hayat bulmuştur. Alemdeki varolan herşeyi kendi bedeninde bulur. Gönlündeki benlik perdesi ortadan kalkar. Kendini ve Rabbini bilir ve tanır. Ruhu ayınondördü gibi batmıyan güneşe karşı gelmiş gönlü nur ile, huzurve sevinç ile dolmuştur.Dünyanın bu resim ve suretleri ile cisim ve candan geçerekgönül âlemine göçmüş ve gerçek vatanına dönmüştür. Nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmiş, muradını ve isteğini alıp ölmedenönce sonsuz bir hayatı bulur ve dünya adındaki düşmanından kurtulur ve gerçek dostu olan Allah'ına kavuşur. İnsan vücudu birduvara benzer. Bu duvarın bir yüzü mücerred (soyut) gayb âlemi, öbür yüzü de şehâdet (görülen) âlemdir. Bu duvann sağlamkalması ve tamiri; yemek, içmek ve uyumaktır ve bu iş her güniçin âdet haline gelmiştir. Onun kahnlığı içinde bine yakın boş,seyrek köşeler vardır ki, bunlar kemik ve damarların boşluklarınaişaret teşkil eder.
169
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Bu sözü edilen duvarın arkasına konulan bir ayna vardır ki,bu gönül aynasıdır. Onun nurlu ve parlak yüzü bilinmiyen gaybâlemine taraf dönüktür. Bu yüz, insanın ruhî hali olup arkası duvar içindeki karanlıktır kİ, onlar da öfke ve şehvet kuvvetleridir.Kalbin arka kısmı aydınlatan lâmbanın yeridir. Bu da hayvanîruha örnek teşkil eder. Bu lâmbanın kalıcı oluşu fitilin
yağ
ilebuluşmasına bağlıdır. O da, câmn rutubetliliği ve sıcaklığıdır. Okandilin nuru hisler ve kuvvetler olup, duvarın, yani bedenin
ya-
rıkları ve köşeleri bu ışıkla aydınlanır. Bütün organlar onunla, yani o ışıkla hayat bulur ve varlıklarını onunla devam ettirebilir.Bu duvarın görünen dış yüzünde beş tane açık pencere vardır ki, bunlar malum olan duyu organlarıdır. Aynanm yüzü tozludur ve bu tozlar da kendisine kötü ahlâktan gelen lekeler ve dumanlardır. Bu kendi kılıfında örtülmüştür ki, buna sebep de kendi benliğinde utangaç ve şaşkın olmasıdır. Öfke ve şehvet kuvvetine mağlup olan ve benliğinde mahçubiyet olan gönlün kendini bilmemesinin sebebi budur. Böylg gönül kendini bilemediği gibi, Mev-lâsmı da tanıyamaz.Kendisini duvar, yahut dâ lamba zannetmesi boş ve batıl birhayaldir. O, sadece görünen 5 pencereden görünenlere meyillidir.Görünen zahir âlemin halleri ise devamlı olarak vaki olan bir uyku ve gölgedir. Çünkü aynanın kılıfı kendisiyle bilinmiyen gaybâlemi arasında bir perde, bir engel teşkil eder. Beş duyu penceresiUe o âlemden bütünüyle yüz çevirmiş ve yaratılanların tarafınadönmüş, görülen şehâdet âlemine tam olarak yönelmiş olanlardıro âleme meyletmiş ve ona bağlanmışlardır.Zira bu hal içindeki gönül geçici olan bu dünya hayatını asıl,ayrılığı kavuşma, bulanıklığı saf ve duru, alman gıdayı yeterli,bu el memleketini vatan, bu çöplük diyeceğimiz yeri ev, bu ayrılıktan doğan şansızlığı şans .noksanlığı olgunluk, yokluk ve mahrumiyeti nimet, dünya hapishanesini âdeta bir cennet zanneder vealdatıcı dünya hayatına kanarak onunla mağrur olur. Artık o kimse, hayvanî nefsine esir olmuş ve ruhu kötü ahlâk Ue dolmuştur.İki âlemde kör kalmış ve âdeta insan suretinde hayvan olmuştur.Benlik perdesi altında cehâlete dalmış ve böylece başı dönmüş, Allah’ı anmaktan uzak kalmış ve nefsindeki vesvese ve kuruntularile belâsını bulmuştur. Birleşme, topluluk ve cemiyet nimetindenuzak kalmış ve yalnızlığın, tefrikanın dayanılmaz azabına düşmüştür.Hülâsa, Cenabı Hakkın huzurundan uzaklaşmış, dünyanın iş,dert ve düşüncelerine dalmıştır. Hayatının paha biçilmez kıymetli
170
MARİFETNAME
vakitlerini boşuna harcamış ve kendini âdeta yüksek bir tepeden
aşağıya atmıştır. Çünkü Allah’ın huzurundan uzak kalmış düş-man eline düşmüştür. Dünya nimetine karşılık en çok lezzetli ve
paha biçilmez kıymetli nimetlerden vazgeçmiştir.Artık böyleleıinin hâli Allah’ın lütfuna ve hidâyet etmesine
kalmıştır.MANZUMERuhanî zevkten ol kim, meyli zevki cism eder.Saltanattan eylemiştir, irtikâbı zülli dâr.İzzet ve câhı fâniyi bil zülli akl ve şâhı cânEy azizim zillet şâhmdan uzak dur, kıl zinhâr.Eğer bir gönül, nefsin öfkesine ve şehvetine galip gelir, ciha-nın nimetlerinden uzak durup kendi âlemine kaçar, Mevlâsım
arar, bulur ve tanırsa, artık o> benlik perdesini yırtmış, hem ken-dini ve hem de Rabbini müşahede etmiş ve her türlü halin sırrına
ermiştir. Gayb semasının nur ve aydınlığı o aynaya varmış olup,
kendisini Allah’ın güneşi karşısında olan bir ay bilir. Küllî aklın
ışık ve nurunu kendisinde bulur. Bu bütün âleme yayılan bir hal-dir.Küllî akıl (aklı küll) ruhlara vatan, cesetlere de kavşak ol-muştur ki, onu bulan kimse, dünyada ârif olur ve onun sayesin-de her türlü muradına erer .Bu gönül, kendi âleminde bu devlete
nail olmuş, sözü edilen o daman, kandili ve aynayı geçmiş ve tam
ayın ondördü haline girmiştir.
171
KONU: 5BEDEN ORGANLARININ ŞEKİLLERİNDEKİ HİKMETLER
SEKİZ KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1BAŞTAKİ ORGANLARIN ŞEKİLLERİNDEKİ HİKMET
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:Cihanın yaratıcısı olan Cenabı Hak, insanın bedenini en güzel ve en lâtif bir şekilde yaratmıştır. İnsan bedenindeki uzuvlarıöyle yerleşmiş ve birbirleri ile öyle uyum sağlamışlardır ve organlar öyle nazik yaratılmıştır ki, onu diller anlatamaz .akıllar tefekkür edemez. Onun tertemiz ruhu anlamak ile ve feraset ile, ilimile ve hikmet ile öyle güzel doldurulmuştur ki artık ucu bucağı ol-mıyan bir derya haline gelmiştir.Yüzündeki güzellik, içindeki temizlik ve olgunluk, huyundaki itidâl ve yumuşaklık, tabiatının iyi oluşu, pürüzsüz ve teklemeden konuşması onu dünyada eşsiz bir yaratık haline getirmiştir.Edalı yürümesi, güzel ve şirin sözler söylemesi, mütebessim güler yüzlü olması, güzel hareket etmesi ve hoş sedasıyle âlemin aklımalmış, güzelliği ve tatlı canı ile cihanın sevgilisi, irfan ehlinin derağbet ettiği bir varlık olmuştur.Aşıklara onun sebebiyle nice haller gelmiştir, insana, en güzel şekli veren Cenabı Hak, insan bedenindeki mevcut 4 karışım(kan, balgam, safra, sevda) dumanıyle onun şerefli başında lâtifve güzel saçlar ihsan buyurmuş, yumurta dumanlarından erkeklerin göğüslerinde ve yüzlerinde kıllar halketmiştir. Kadınlar saç-lanyle süslenirken, erkekler de sakal ve bıyıklarıyle süslenirler.Dumanların fazla oluşu, saçların siyah olmasına sebep, balgamın fazla oluşu ise saçları sarı olmasına sebeptir. Saçların beyazoluşu, sıcaklığın az oluşundandır. Sıcaklığın azlığının sebebi çok
17
a
MARIFETNAME
inzalin vaki olmasından, çok cinsi münasebette bulunmaktan veçok üzülmektendir.Almn nuru kalblerin sevincidir. Kaşlar gözlerin muhafızı olup,onlara gölgelik yapar, gözleri tehlikelerden korurlar. Kaşlar başaâdeta iki ay hilâli gibi yerleşmişlerdir.Gözlerin burun ile kaşlar arasmda bir bölgeye yerleşmiş olmaları kendilerini çarpmalardan ve darbelerden korumak içindir. Yüzün ön yüzünde yerleşmiş olmalan ise bedene her türlü işlerinde yol gösterici olmalan sebebiyledir.Gözkapaklarımn yaratılmasının sebep ve hikmeti, gözü dinlendirmek, gözün bakılması haram olan şeylere bakmasım engellemek ve uyku halinde kapanıp göze perde olmaktır. Kirpikler deaynen kaşlar gibi gözleri süslemek ve korumak için yaratılmışlardır. Gözbebeğinin siyah oluşu, göz akının da beyaz olması, gözlerinsüslü ve güzel görünmeleri içindir. Göz nurunun siyah noktadatoplanmış olması .organın en lâtif olması sebebiyledir. Gözün ortakısmında bulunmuş olması sözü edilen tabakalar sebebiyledir.Göz organının yuvarlak şekilde olması, görme aydınlığınınçevresine bakabilmesinin kolay olmas ıiçindir. İnsan başının da yuvarlak olması, çarpmave darbelerden korunmasının kolay olması ve beynin alanının geniş olması içindir. Büyüklüğünün şekliise bedene uygunluk sağlamak için bilinen şekilde olmuştur.Yüzün yuvarlak olması, güzellik yönünden ay ve güneşe benzemesi içindir. Dudakların kırmızı ve dişlerin de beyaz oluşu yüzün güzelliğine uygun bir süs ve güzellik katması içindir. Burunorganımn .kıkırdaktan ve çift delikli olarak yaratılmış olması, yumuşak olması ve çarpmalara karşı dikkatli olması içindir. Burundeliklerinin genişçe oluşu koku alma işini kolaylaştırmak ve çokkoku almak içindir. Görünüşünün bilindiği şekilde oluşu, haricîmaddelerin kolayca, atılabilmesi ve nezle içindir.Bir kısım dişlerin dar ve uzun olması, kırmak ve kesmekiçindir. Geniş olan dişlerin görevi ise çiğnemek ve öğütmektir. Sıra halinde dizilmiş olmaları sesin çıkmasını sağlamak içindir. Dilkemiksiz olarak yaratümıştır. Bunun sebebi de, harflerin kolaycaçıkması ve lokmaların hareket ettirilmesini temin etmek içindir.Ses, sözlerin bildirilmesini sağlamak için, dilin dudaklar Uedişle rarasında mahpus edilmesi, fazla konuşmamas ûçindir. Dilin bir tane buna karşılık kulak ve gözlerin çifter yaratılmış olmalan daha çok duymak ve daha çok görmek içindir. Kulaklann başın yan taraflannda olmalar ıher yönden gelen sesleri kolaycaduymaları içindir. Kulak kepçesinin bilindiği şekilde oluşu, sesleri
173
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
almakta hassas olması, kıkırdaktan olması ise hem hafif ve lâtifve hem de çarpmalardan korunmak içindir. Boynun hem uzun vehem de geniş olması baş ile uygunluk sağlamak ve başı taşıyacakgüçte olmasını temin içindir.Boyunun bir kemikten değil de yedi omur oluşu, her tarafadönecek özelliğe sahip olması içindir. Başın, bedenin en üst kısmında bulunması şan ve görünüşünün büyük olması ve akıl cevherinin kıymetinin takdir olunması içindir.On duyu merkezinin başta olması, ona verilen değer ve kıymetin daha fazla olması içindir. Bu kadar çok organların ve kuvvetlerin bir yere toplanmış bulunmaları onları yaratan Hâlikîinve Hakimin kudret ve sanatını ispat etmeye ve açığa vurmaya delil olmaz mı?KISIM: 2BEDENDEKİ DİĞER ORGANLARIN ŞEKİL VEHKMETLERİEy Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:İnsanın iki ayak üzerinde rahatça durabilmesi ve edâ ile sallanarak yürüyebilmesi, onun şerefli ve diğer yaratıklardan üstünolduğunu ispat içindir. Omuzlarının ve kollarının şekli sevdiğinive dostlarım kucaklaması ve sevmesi içindir. El, parmak ve tırnakların bu şekilde oluşlarının binlerce faydayı temin etmesi vesanatlarını icra etmesi içindir. Baş parmağın diğer parmaklaraoranla daha kalın ve daha kısa olması, dört parmağın karşısınagelerek tutmakta ve kaldırmakta kuvvetli olması içindir. Tırnakların kıkırdaktan ve yumuşak olarak yaratılmış olmalan derinin kaşınması ve düğümlerin çözülmesinde kullanılmasıiçindir. Tırnağın eğme ve bükmeye yarayan daha nice faydalarıvardır.Gümüş gibi beyaz bir sine ve bunun üzerindeki memeler .erkekler için bir ziynet, kadınlar için ise hem süs ve hem de çocukemzirme vasıtasıdır. Memelerin göğüste yerleşmiş olmaları, çocuğun kolayca emzirilebilmesi içindir.Cildin ince ve lâti folması, kolay terlemek ve böylece ruhunrahatlığını sağlamaktır. Derinin diğer görevleri gerek iç organların örtülmesi ve gerekse dış organlann süslenmesi gibi önemli iş-lerdir.Memelerin ve göbek deliklerinin görevi, vücuda havanın gir-
174
MARİFETNAME
meşini sağlamak ve ruhu
ıa
hata kavuşturmaktır. Koltuk ve ka-sıklarda sık sık kılların büyünesi bedende varolan pis kokuların
dışarıya atılması ve onların beyusç çıkmalarını önlemek içindir.Aksırmak ve öksürmek ,genize ka^n birşeyin dışarıya atılma-sını sağlamak ve kalbden balgamın soğukluğunu uzaklaştırmak
içindir. Gülüş, kalbde olan sevinç ve hayretin dışanya aksetmesini
sağlar.Ağlamak ise, kalbde olan bir acının, derdin ve üzüntünün de
aynı şekilde dışanya vurulmasıdır. Titremek, sinirlerin gevşeme-sinden meydana gelir ki ,bedenin nizam ve intizam içinde olması-nı arzulamaktır.Uyku, bedenin rahatı, alman gıdaların sindirilmesi ve bütün
beden uzuvlarının huzura kavuşmasının teminidir.Omurganın bir kemikten meydana gelmeyip bir dizi kemik
halinde olması, bedenin her tarafa kolayca eğilmesini temin etmek
içindir. Erkeklerin cinsiye torganlarının yuvarlak, silindir şeklinde
olması, gerek yürürken ve gerekse otururken oylukların arasına
geldiğinde zararlardan ve darbelerden kurtulması içindir. Temeli-ni kemiklerin değil de sinirlerin oluşturması, yürekten çıkan atar-damarlar ile gelen şehvet rüzgârıyle büyümesi, dolması ve rahim
ağzına geldiği zaman da nutfesini ona bırakarak boşalması ve bu
olay vuku bulduktan sonra yeniden eski haline dönerek kılıfına
çekilmesi, kişinin ve bedenin rahata ermesi içindir. Cinsiyet orga-nının uç kısmının çok yumuşak bir etten meydana gelmesi, kadı-nın fercine girdiğini hissetmesi ve cinsî münasebet duygusunun
zevkinin devamlı olması içindir. Yine erkeğin cinsiyet organının
kertik olması, kendinde ve kadının ferci içindeki can damarlarının
sürtülmesiyle meninin inzal olması ve bundan erkeğin büyük bir
zevk duyması içindir.Yemek yemeye duyulan istek, cinsî münasebete istek duyma-yı temin, bu da çocuk olmasını temin içindir. Şayet Cenabı Hak,
çocuğun dünyaya gelişini böyle bir şehvet ve lezzete bağlı kılma
saydı, bu istek ve lezzetlerin sonucu çocuk olmasaydı, hiç kimse
kendi isteği ve arzusuyla bu fitnesi ve belâsı olan işlere girmez ve
çeşitli dert ve sıkıntılara katlanmazdı. Bu da insan nesli kesilirdi.Kadının fercinin bacaklarının arasına gelmiş olması, zorla
cimada bulunmaktan kurtulması ve emin olması içindir. İç kısmı-nın nemli oluşu, erkek âletinin hareketini kolayca yapabilmesi
içindir. Sıcak ve hararetli oluşu, erkeğe cima isteğini uyandırması
ve birleşme zevkini tattırması ve cana can katması içindir. İleri
geri gidip gelmekte zevke zevk katmak için ayrı bir sebeptir. Ka
175
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
dinin fercinin uzun olması erkek organındaki meninin kolaycaakması içindir. Kadın tenasül organının sinirlen ve damarları oturak yanına gelir ve oradan tekrar geriye döner. Böyle olmasına sebep de, âletin yumru hale gelmesini ve kadının menisinin soğuktan etkilenmeden erkek menisiyle birleşme temin etmesi ve rahme kolayca girmesini temin içindir.Rahim ağzı, iki yol ağzındadır ki ,buna sebep de rahimdeki çocuğun doğumunun kolayca olması içindir.Erkeklerde yumurta (testis)ların dışarda oluşu hem büyük vehem de sert olmalan içindir. Büyük oluşları sahibine cesaret vekahramanlık vermek içindir. Sert oluşları nutfeye sertlik vermeleri ve kırmızı halde iken beyaz yapmaları içindir. Nitekim memelerkendilerine kırmızı olarak gelen kanı beyaza dönüştürmektedirler.Kadınlann yumurtalan hem küçük ve hem de yumuşaktır.Bunun için de nutfeleri hem küçük ve hem de suya benzer şekilde olmuştur. Erkeklerde yumurtaların iki tane oluşu, tenasülişinin ne derece önemli olduğunu bildirmek içindir. Bu yumurtalardan birine herhangi bir âfet anz olsa, diğeri sağlam kalır veneslin devamını sağlar. Yumurta torbalanmn bacaklar arasmdaolması, geniş ve rahat olduğu yerlerde tehlikelerden kendini koruması içindir. Kadın yumurtalarının küçük san ve yumuşakolması yüzünün ve göğüslerinin tüysüz, parlak ve yumuşak olmasıkadınlann sevilmeye, öpülmeye lâyık olmaları içindir. Kadınlarınderilerinin ince, parlak ve tüysüz olması, erkeklerin kendilerinisevmesi ve meyletmeleri içindir.Oylukların çift ve etli oluşu, oturma amnda yatak vazifesigörüp, oturak (mak’ad) halkasını muhafaza etmek içindir.Yellenmek, midedeki mevcut gıdalardan meydana geldiği gibikalbi ve kamı rahatsız eden pis kokulu havamn çıkmasını da temin eder .Oyluk kaslarının kaim oluşu, ayakların sağlam olarakbasmalarım temin edip yavaş yavaş yumuşayıp üst ve altında bulunan organlan münasip kılmak içindir.Dizlerin ve topukların malum şekilde oluşlaıı her
çeşit yü
rüyüşün ve oturuşun rahatlıkla yapılması içindir.
Ayaklann ile
riye doğru uzanması ve ayak parmaklarının bildiğimiz
şekilde ya
ratılmış olması ,dört ayaklı hayvanlar gibi ayakta durmak
ve yürü
menin de rahat bir şekilde olmasını temin içindir.Buraya kadar açıklaması yapılan insan bedenindeki azalann yaradılış hikmet ve faydaları esasen insan bedenindeki organlarınçok az bir kısmını teşkil eder. Bu organların ve bunların dışındaki diğer organların daha başka nice faydaları vardır.
178
MARİFETNÂME
Yaratıklar içinde en dayanıklı, en sağlam, en güzel ve en mükemmel olanı insan bedenidir ki, bu İlâhî sanatın şaheseridir. Buna delil de Resûlüllah S.A.V.’in şu hadisidir:«İnsan, Rabbinin binasıdır ,o (binayı) nu yıkan lânete uğramıştır.»Cenabı Hak buyuruyor ki:«Gerçekten Biz, Adem olgunu (diğer hayvanlar üzerine) üstün kıldık. Onlara karada, denizde taşıyacak vasıtalar verdik, güzel nzıklarla nzıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üs*tün kıldık-»(İsrâ sûresi, âyet: 70)İnsan, âlemin efendisi ve yaratılmışların en üstünüdür. İnsanı yaratıkların en üstünü kılan ve onu en güzel şeküde yaratanAllahü Zülcelâl her türlü ayıptan ve noksan sıfatlardan uzaktır.MANZUMEMuin etti bu mânâyı kıldı hüccet ve burkân (delil)İki cihanın zübdesidir Hazreti insan.Bu sözü sana bin defa söyledim inanKendi kıymetini bil, ey hülasay-ı devrân.Meşreb-i irfan bilinse hayat-ı can bulurKi hayat suyunun gözü oldu meşreb-i irfân.KISIM: 3İNSAN ORGANLARINA BAKMANIN KALBE VECANA VERDİĞİ GÜVEN VE SELAMET Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:Alemi böyle bir şekil ve görünüşte yaratan Allahü Zülcelâl,ona benzer olan insanlık âlemini en güzel bir şekilde ve en hoşagiden bir şekilde tasvir ettikten ve ona gereken şekli verdikten sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve onu süsliyerek nurlandırmıştır.Hayvan cinsinden olan insanlık âlemini güzellikle ve muhabbetlesüslemiş ve ona konuşma vasfım vererek ,beyân Ue onu varlıkların en üstünü ve en mükemmeli yapmıştır.İnsan cinsine bu vasıfları veren Cenabı Hak, hernekadar tıynet ve yaradılışta hepsini bir yaratmış ise de, fertlerini suret ve
177
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
sîret bakımından, değişik yaratmıştır. Bu sebeple insanlar, şekil
yönünden birbirlerine benzemezler.Cenabı Hak, lütf ve inayetiyle hikmetinin icabını ve ince sa-natını insan âleminde açıklamış ve meydana çıkarmış, yüzünü,
şeklini ve organlarının biçimini ahlâkına ve karakterine alâmet
yapmıştır. Böylece insan kendi suret ve yapısından kendi vasfını
bilmiş ve ona göre ahlâk, huy ve hareketlerindeki kusurlarını ve
hatalarını düzeltme yoluna gitmiştir. İnsan daha sonra arkadaş-larının ve dostlarının şekil ve kıyafetlerine bakarak düşünce, an-lama ve karakterlerini, huylarını ve tabiatlerini zekâ ve ferâsetiy
le bildir veya onların ahlâkına göre kıymet verir, yahut da onları
sevgi ve muhabbetle bağrına basar veya kendisine göre bir plân
kurar ve onlarla elinden geldiğince güzel geçinmeye çalışır.Böyle yapabileceği gibi, onların hepsinden uzaklaşır ve ken-disince emin ve sâlim olan, izzete, rahat ve huzura kavuşur. Ken-disi kimseyi darıltmadığı gibi, kimse de kendisini darıltmaz. Gö-nül huzuru içinde yalnız başına hayatını yaşar.B E Y TCihan bağında ey âkil, budur nıakbûlı insûcin
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin.Peygamberimiz buyuruyor ki:«İyiliği yüzü güzellerin yanında arayın.»Bu hadis gösteriyor ki, iyi insanlar güler yüzlü, tatlı sözlü
olurlar, onların kendileri de güzel, söz ve hareketleri de güzeldir.
Onlar daima iyi işler yapar ve hayırlı sözler söylerler.B E Y TKim insana hikmetle kıldı nazarHer işi zâtı gereğince sezer.Cenabı Hak, Kur’ân’ında vâ’dini ve kereminin çokluğunu bil-dirmiş ve şöyle buyurmuştur:«Dc ki: Herkes yaradılışına göre hareket eder.»(İrsâ sûresi, âyet: 84)Şu halde Cenabı Hak herşeye karşı gafur, hâlîm, cömert, ke-rim, rahim olduğunu lütfuyla bildirmiştir.
MARtFETNAME
KISIM : 4
BAŞ VE IJOYUN ORGANLARIEy Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki :MANZUMEKim boyudur tevil (uzun) sâde (kalb) olur cemîl
Kim ki boyudur kasîr (kısa). Hilesi vardır kesîr (çok)Kim orta boyludur, akıl ve hoş huyludur.Kim ki saçı sarıdır kibr ü gadab kâr (işi) ıdır.Kim ki saçıdır kara sabrı var onu ara
Kumral ise saç güzel sahibidir bîbedel (eşsiz)Saçı az olan latif oldu nazik ve zarif.Saçı uzun olsa kadının, anlayışı az olur onun
Başı küçük aklı az, olsa ona deme raz
Başı büyük olanın aklı çok olur anın.Başının tepesi yassı ise, sahibi çekmez keder
Başının derisi ince olan hayır yapar etmez ziyanKel adama olma yakın, kötü huylu olur ondan sakın
Alnı dar olanın içi de dar ve sıkıntılı olur anın
Yumru olursa alnı, sahibi çiıkin ve kötü olur.Alnı olan arız (geniş) kötü huylu olur çimmariz (hasta)
Normal olsa alnı, emin bil sahibini
Alnı kırışıksız olan, tembel olur bigümân (şüphesiz)
Uzun olandır fehîm (anlayışlı), az ise olmuş kerim (cömert)
Kaş arası buruşuk olan,'gam yüküdür ol hemânKulağı büyük olsa bol (çok) cahil ve tembeldir ol
Kulağı küçük olan eğridir, orta boy olan doğrudur.Kaş ucu kimin incedir, onun işi gücü fitnedir
Kimin kaşında var çok kıl, çok olur üzüntü hem de kederi
Kaşı açık doğrudur. Çatma ise uğurdur (eğri)Kaşı ince olan güzel olur, uzun ise kibirli oluşa delildir.
Kaş yay gibi olan güzel olur her zaman
Gözü çukur olsa kelil (az) olur o kibre delilSiyah gözlüler itaatli olur, kızıl gözlüler cesur olur
Gök gözlü olan zeki olur ,elâ gözlü olan edebli olur.
Çeşmi küçüktür hafif çeşmi (gözü) büyüktür zarif
Yumru gözlü olan hasûd, orta olan da dost olur.
179
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Göz kırpak oldu şeyn (ayıp) bakışı gevşek oldu bundanKöre yakın olma, çok bakan güvenli olmazŞaşıya eyleme nazar, çünkü o sana eğri bakarGüler yüzlü olan güzel, kirpiği sık olan bîbedelYüzü büyük olandır âlîl (illetli) küçük yüzdür kibre delilİnce yüzlü olur muhil (sevimli) kalın yüzlü olur sakil(sevimsiz)Yüzü pek uzun olan lâf ile söyler yalanKimin ki eksidir yüzü acı olur onun çoğu sözüYüzü yuvarlak olan aydan daha nurlu olsa gerekBöylesi çok güleç olur, onu gören kâm (nasib) alır.Benzi kızıl olandır edib (terbiyeli) esmer olandır lebib (zeki)Benzi sarıdır alîl (hasta) siyaha meyleden olur muhilKimin gözleri oldu kızıl ve çok, durasın ondan uzakBurun olursa dirâz (uzun) sahibidir fehmi (anlayışı) azEğer burnu olursa top sahibi olur turûb (neşeli)Kimin ki burnu ağza yakın, o adamdan sen sakın.Burun delikleri olsa bol (geniş), kibir ve hased dolmuş olOlsa kulkul-i kanad, onda toplana küsme ve inadBurnu kimindir arız (geniş) şehvet iledir narîzKimin burnu eğridir himmet onun fikridir.Ağzı küçük olur güzel, fakat olur pür vecel (korkak)Ağzı büyük olur (olan) şeci (cesur) eğri ağızlı olan birşeni (kötü)Kadının tenasül uzvu kendi ağzı gibidir.Genizden konuşmalar kibrin alâmetidir.İnçe sesli erin işi, kadına şehvettir anın işiErkek sesli kadınlar, hemen hepsi yalancıdırlar.Kim ki konuşur seri (hızlı) fehimdir anın refîKimin sesidir kaba .gayreti var merhabaSesi çatal olsa o can, halka eder bed gümân (kötü zan)Gülmesi çok olsa ha, sakın ondan umma hâyâYufka ve kırmızı dudak, sahibi (kolay) anlar sebâk (ders ilim)Dudakları kalın olsa bil .sahibinin kızgınlığıdır sakil (ağır)Dişleri iri olan, işlerin çoğu olur yamanMu’tedil olan dişi, hoş ve doğrudur işi.Kokusu hoş olanın, huyu da hoştur anınÇene kemiği ince olanın aklı da hafif olur anınKimin çenesi geniş olur, ol sahibi çok kaba olurKimin çenesi normal olur, ol sahibi akıllı ve güzel olur.
100
M ARİFETN AME
Cihyesi (sakalı) sıktır sakîl sohbeti eyler tavil (uzatır)
Uzun sakallı olsa eğer, o kimse olur bi hünerKim ki sakalı siyah ve azdır, onlar zekâsına ‘olur delilBir kimse ki sakalsız kösedir, o ada'mın hilesi çok olur.Olsa değirmi sakal, sahibidir pür kemâlOlsa kafası arız (geniş), ahmaklık ile ol marîz (hasta)Boynu olan'çok.dırâz, rüşdü olur anın azİnce ki gerdâri ölür sahibi nâ’dân (bilgisiz) olur.Boynu kalın olan ol, gece-gündüz yeyici (obuf) olurBoynu olursa kasîr (kısa) hilesi olur kesir (çok)Boynu mu’tedil olan, odur hayırla uğraşanHet yeri orta kararda olan, dilber olur bi güman (şüphesiz)
RUBAİ
Çalış bir bilgin ârifi bulYa bir senem-i lâtif ü ra’nayı bul;Eğer bunlardan biri kısmet olmazsaVakitlerin boşuna harcama tenhayı bul.KISIM: 5BEDENİN DİĞER ORGANLARIEy Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:Omuzu sivri olan hırsız olur çok yamanEğri omuzlu kişi, eğrilik olur hep işiKısa omuzlu eblehin, düşkün omuz esfelin (en aşağı)Mu’tedil olsa omuz, sahibi anlar rumuz.Sâidi eğri ve kesir olsa olur ol şerirEğer küçük olsa el, bi bedel olur güzelParmakları olan uzun, ehli hüner züfünûn (bilgili)Parmakları yumuşak olan ,zeki olur bigüman. Tırnağı geniş olmıyanı, gece gündüz sev anı Tırnağı yumru çizik olsa o bilmez yazık.Göğsü açık olanın tabiatı da kötüdür anınGöğsü eğer olsa dar, gam yer o leylâü nahar (gece - gündüz)Göğsü geniş olanın, gece-gündüzü üzüntü olur anınGöğüs ve omuzdaki kıl atılanlığa olur delilKadın memeleri olsa kebîr (büyük) şehveti olur kesir (çok)Memesi olsa tâvîl (uzun), anda olur süt kalîl (az)
181
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Memeleri
olsa sağır (küçük) süt olur anda kesîr (çok)Sütlü memeli velûd (doğurucu), kocasınadır ol vedûd (sevgisi)Olsa mu'tedil meme, kocası hem anı emeYumuşak etli olan tende olur lâtif ve cânHoş ve lâtif etli olan, odur ince ve nazik olanEti olan çok katı oldu kavi gilzatı (kabalığı)Arkası yassı olan kişi, olur safahat anın işiSırtı geniş olanın, kuvveti çoktur anınEğer beli ince olur, şekli yerince olurArkada bittiyse kıl, şehveti olmuş delilKarnı büyük olan az kavrayışlı, karnı küçük olan titiz olur.Karm büyük ve kesîr (kısa) huyu kötü olur hem de asîrKasığında bitmezse kıl, huyu vahşi olur anın bilOyluğu geniş olan tembel olur bigüman (şüphesiz)Aleti olan sağir (küçük) oldu reşid ve habîrAleti olan tavıl (büyük) sahibidir pek leim (alçak, pinti)Yumurtaları büyük olan, sahibi olur pehlivanOlsa küçük ünsiyan (tenasül uzvu) sahibi olmuş cebân(korkak)Bıd’ı eğer olsa sağır, sahibesidir lıatîrOlsa âleti etli ve kebir, şehvetli kadındır kesîr (çok)Bacağı olan pek tâvıl şehveti olur kalîl (az) Topal olan bir kıçı, kibir ve hasettir işiDizi olan büyük yüklenir bir hayli yükBaldın kaim olanın, olmaya lütfü anınÖkçesi etli olan kadını, güzel huylu say anıÖkçesi yufka olan, güzel olur bigümanÖkçesi kalın erkek .oldu şecaatle fert.Ayağı geniş kişi cevrû cefâdır işiEğer uzun olursa pâ (ayak) sahibidir pür hâyâParmakları uzun olanın f elimi ve anlayışı çok olurAdımları kısa olanın, yürüyüş ve hareketi hoştur anın.Çünkü salınarak yürür, akıl olan hayran olurO çeşit yürüyüş adam öldürür, sözleri konuşanı canlandırır.KISIM: 6KADINLARIN GÜZELLİKLERİ VE BUNUN DELİLLERİEy Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:
182
MAltİFETNAME
Kadının güzelliklerine delil, otuz iki resim vardır bilDört yeri lâzım siyah, saç ü kaç kirpik ve göz ah'.Dört yeri ak ola zeyri (süs), yüz, diş, tırnak, ve gözüDört yeri lâzım siyah, saç ü kaş kirpik ve göz ah\Dört yeri ak ola zeyn (süs), yüz, diş, tırnak ve gözüDört yeri dar olsa gerek, burun, kulak, koltuk altı ve tenasülDört yeri büyük olmalı, meme, kasık, kadınlık organı ve dizDört küçük olmalı, burun, ağız, ayak ve e\\.Sesi, beli ince hem, şekli de bir nice hemBedeni tavlı ve taze .olmalı kıldan beriBöyle kıyafetli ten, olsa güzeldir o zen (kadın)Böyle kadın sevilir, ahlâkı da hem sevimli olur.Hamdi-i Şirin beyan kadınların güzelliklerini anlatırken
Hz.
Zâliha’yı şöyle vasfetmiştir:
Gerçi güzelliği beyana sığmaz idi
Nitekim aşkı cânâ sığmaz idi
Lik bir harf duy kitabından
Diye ben bir zerreyim güneşinden
Kameti Rahmet bağının serv-i idi
Dal ve meyve safa ve lezzet idi.
Lütuf suyu ile çünkü buldu nema
Hil’at olmuş idi letafet ona
Aklın tuzağı idi başının mûy (kıl, saç)u
8yırd edilemezdi miskten bûy (koku)u,İnce kıl yardı sone sa’y ile cûst
Fark-ı nâzın kodu miyâne dürüst.
İnce kıl yardı sâne sa’y ile cust
Gece içinde gündüz maeeyni (arası)Alnını nurun levlıi edip Allah
Ondan güzel ders alırdı Mâlı (hy).Gözleri tuzak ehlinin ellisidir
Ay gibi yüzünün güneş zavallısıdır.Lâle haddinde amber gibi hâli
Guyıya gülistandır Ufl-ı habeş.
Burnun elifi ve saler nokta-ı hâl
Toplanıp bir iken on oldu cemâl
Yanağı cennete nümune idi
Ondaki gülleri çeşit çeşit idi.Ağzı sığmadı onun sözüne
Bir göz sığmaz iken ol ağzına
183
ERZURUMLU İBRAHİM IlAKKI HZ.
Gülse akıtır nuru SüreyyâdanSözü lezzetli kand ve helvâdanLütfiyle gülse Lâl’i handanıDil düğümünü açardı den dânıDürr-i dendanı lâl-ı handandanGörünür Hakk’m nuru gibi candanHak çenesin kıldı şekerden sebepGüzelliği iki bayrama verdi süs ve reybElman-ın şekeri iken zenahdânıÇah-ı âsib olurdu zindanıNice dili can verirdi ol sîbeDüşerdi o lâh-ı asibeZeynâhı sîbinin halâveti can, gadab-ı siminin zekâtı cihanBoynu olmuş idi zûlile mesrur, birisi kâfir, birisi kâfûrGün gebi doğdu çün o simin ber, eksiğini bildi kul oldu kanierGöğüs bir gümüş levh idi ol hemân, ol gümüş levh’e nakşibendicihanİM resmetmiş o turunca gibi, bir gül üstündeki iki gonca gibiKollan olmuş iki sütun-ı sim, ondan umar, zeâtı durr-i yetimHüsnü icâzena onun bürhanYedi beyzâsı kâfi idi hemanKefi uşşaka raha ül revah (ruhlar)Parmağı dil kilidine mitfah (anahtar)O dilberin güzelliğini kim eder iyânKi açıklamasında aciz kaldı beyyân (açıklayıcı)Lâkin ondan yazılsa bir parmakKaleme şu kadar gelir ancakKim onun parmağını gören âdem,öldü divana kaldırıldı kalemGüher sardı kollarım hemânİnce belin kamer kuçardı hemânöyle güzel idi ki beli kim anıKılca olurdu görenin canıO huma kuşunu seyreden takındanBir güvercin sanırdı sâkmdanAlem-i güzellik emrinde idiGüneş ve ay hizmetçi ve cariye idi.Olmaz iken zib u zivere hacet oEyledi meyl-i zlver ti ziynetNe yazık ki zamanın kadınlan mennânedir, hannâne değildir.Onlara tatlı kavuşmaktan ise hayaliyle yaşamak bin defa dahaiyidir.
184
MARİFETNAME
KISIM: 7ORGANLARIN ŞEKİLLERİNİN ZIT DELİLLERLE TA’DİLİ VE NEFSLERİN DEĞİŞİKLİĞİNEGÖRE OLAN HÜKÜMLERİEy Aziz! Hikmet ehli diyorlar ki:Organların şekilleriyle alâkalı olarak anlatılan zıt deliller, birşahıs üzerinde toplansalar hepsi o adama normallik verir ve onuâbâd eyler.Meselâ, köse bir adamın şayet boyu uzun olmuş olsa, o kimsekösedir diye ayıplanmaz. Çünkü boyu normal olmuştur. Şayet yüzünde Hakkın nurunda alâmet var ise kalb gözü açık olan mü’min-ler ondaki nuru görebilirler. Bu demektir ki bir kimsede hangi tarafın delilleri daha çok ise, o kimse o tarafla, bilinir ve tanınırEğer bir insanda Cenabı Hakk’ın nuru görülse artık onun sahip olacağı feraset ile başka delillere ihtiyaç duymaz.Peygamberimiz buyuruyor ki:«Mü’min’in ferasetinden sakının, çünkü o, Allah’ın nuruylabakar.»Çünkü sözü edilen alâmetlerin hepsi İnsanî nefsin ahlâk vevasıflarının alâmetleridir.Eğer insandaki nefsi emmâre ise, o hayvanî nefsin hâkimiyetialtında ve onun emirlerine memur olduğundan, ona tabi olmuştur.Karanlık, zulmet, cehalet ve bulanıklıktan sıyrılamamış ve temiz-lenememiştir. Bunun için de bazen bir şeytan, bazen vahşi bir hayvan, bazen canavar ruhlu, bazen de hayvanî vasıflı olur. Fakat şekil olarak insanlığım muhafaza eder.Eğer insandaki nefsi nevvâme (kınayan nefs) ise, hayvaninefse karşı bazen galip, bazen mağlup olduğu için, bu nefs bazenhayvan sıfatlı olabileceği gibi, bazen de insan sıfatlı olabilir.Eğer insandaki nefs, ilham alan nefs (nefs-i mülhime) ise,devamlı olarak hayvanî nefse galip gelir.Eğer insandaki nefs tatmin olan (nefs-i mutmaine) olursa,savaşı barışa, kavgayı da razı olmaya döndürür. Onda her türlükötülükler hayra döner. Bu hayır ve şerler onu bağlamaz. Nefsigerçek bir ruh olur ve bütün varından, yoğundan vazgeçer. Bununiçin de ona düşman olanlar düşmanlığı bırakır ve ona dost olur.Onda benlik namına birşey kalmaz. Mertebesi bu derece âli, yüksek olanlann durumlarım anlatmak .mümkün değildir.
1AS
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Ey Hakkı Gel! Halkı unut. Benlikten vazgeç. Kendisini toprakeyle, Allah’ın nazargâhı olan kalbini maddeye esir olmaktankurtar. Allah’ın kalblere teselli olduğunu idrak eyle. O’na olanaşk ve sevginle düşmanlarını çatlat!Kalb gözüyle Allah'ı görmek isteyen kimse, kalbini dünyamnistek ve heveslerinden temizlesin.
KISIM: 8
DAMARLARDAKİ KANLARIN AKIŞI
Ey Aziz!Hikmet ehli diyorlar ki:(NOT: Aşağıda yazacağımız manzumede ihtilâç kelimesi çokgeçmekledir. İhtilâç : Titreme, seğirme ve hareket etmek demektir.)
MANZUME
İhtilâc-ı fark-ı ser (başın tepesinin titremesi) makamdan verirhaberİhtilâc-ı piş-i ser oldu devlete eserİhtilâc-ı cenb-i ser sağ ve solu hayrederİhtilâc-i sebhe ter sağı ıyş (yaşama) ve solu haberİhtilâc-ı hâcib ol dostluk oldu sağ ve solOrtası ederse ger sağı zevk ve solu keder.İhtilâç etse zenb,Sağı hüzn ve solu tareb.İhtilâc-ı beyt-i nurSağı renk ve sol sürmeİhtilâc-ı zir-ı çeşmSağda mihr ve solda haşiniİhtilâc-ı ruhda dalSağda hayır solda malİhtilâc-ı enf-i rahSağda kahr, solda câhİhtilâc-ı favk-ı lebSağda zevk, solda tarabİhtilâc-ı küc-i lebSağ zarar,so 1da tarebİhtilâc-ı eden zekanSağda İş, solda hasen
186
MARİFETNAME
intilâc-ı gûş
ederSağ ve solda hoş haber,
İhtilâc-ı
boğaz hemSağda mal ve solda da gam
İhtilâc-ı
düş ederSağda üzüntü, solda keder
İhtilâc-ı
pazu
el
Sağda rızık, solda mal
Bilek ihtilâç eyler
Sağ ve solda hoş haber
İhtilâcı saideyn
Sağda lağv, solda şîn
İhtilâcı zahrı kef
Sağda hüzün, solda şeref.İhtilâcı kefden al
Sağda ve solda rızık mal.İhtilâcı ebhâm
Sağda hami (yük), solda kâm
Titrer ise sebabe
Sağda solda esbâba
İhtilâcı vusta hep
Sağda vusûli taıab
İhtilâcı bınsır hem
Sağda mevki, solda gam
İhtilâcı hınsır el
Solda hayır, sağda mal
İhtilâcı sadr olur
Sağ hüzün, solda sürür.
İhtilâc-ı sedi hepSağda üzüntü, solda larabİhlilâc-ı batına tamSağda vasi, solda kâmIhlilâc-ı naf (göbek) olurSağda keder, solda sürürIhtilâc-ı peklü (bedenin yanı) alSağı dert ve sol mal.İhtilâc-ı tekigâhSolu rızık, sağı câhİhtilâç-ı oyluk olSağı mehr, solu oğul.
187
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
İhtilâc-ı âne birSağ clmâ ,sol sefer.İhtilâc-ı husye hemSağda çocuk, solda ganiİhtilâc-ı mak’ad elSolda yol, sağda malİhtilâc-ı fehz (bacak) eder, •Sağda lyş, solda sefer.İhtilâc-ı rekbe (diz altı) olurSağda keder, solda sürür.Diz altı kılsa eğerSağda yol, solda keder.İhtilâc-ı saka (baldır) rahSağda mal, solda câh.İhtilâc-ı vech-i sâk (baldır yüzü)Sağda râh, solda erzakİhtilâc-ı batn-ı sakSağda mal, solda firakİhtilâc-ı ka’b ederSağda vasi, solda seferİhtilâc-ı püsşt-i pâ (ayak sırtı)Sağda keder, solda cefâİhtilâc-ı kâb-ı elSağda avuç, solda malEğer titrerse kefSağda yol, solda şerefİhtilâc-ı ebham (başparmak)Sağda mal, solda kâmİkinci parmak ederSağda ve solda hoş haber.Orta parmaklardan al,Sağ ve solda var cidâlOlsa muhteliç eğerBir yerin eyle nazar.Bunda kıl ahkâmıŞüphesiz et itimâdKim damar oynar edenHakdır onu depreten.Anla işaratım (İşaretleri)Bekle beşaratını (müjdelerini).însan bedeninin anatomi ve fizyoloji yönünden organlann-
188
MARÎFETNAME
daki kuvvetler esasen çok daha fazladır. Bunlann anlatılması çokuzun sürer. Bizim bunları kısaca anlatmış olmaktan gayemiz; Yaratan ve Hakim olan Allahü Zülcelâli tanımak ve bilmek hususunda deliller ve yardımcı bilgiler vermektir. Artık yaratıkların engüzeli olan ve iki cihanı kendi nefsinde toplayan insan bedenindeAllah’ın ince sanatını ibret ve hayret gözü ile görmeyi ve bu hususta tefekkür etmeyi, anlayış, idrâk hususunda akıl ve ilmin âcizve noksan olduğunu kabul ederek konuyu değiştiriyoruz. Çünküakıl ve ilim, bunu vasfetmekten ve açıklamaktan âciz kalmıştır.Aklın bundan aciz kaldığım idrak edip Allah'ın varlığı karşısında eğilmek ve secdeye varmak gerçek mü’minlerin vasfıdır.
189
BÖLÜM:
5 İNSANI
ALEME TATBİK VE ENFÜSÜ AFAKA UYGULAYIPEMSALİ Cİ1IAN ECZA VE MANALARINI BU İNSANVÜCUDUNDA BULUP BEDENİNDE OLANUZUV VE KUVVETLERİDÖRT KONUDAN İBARETTİRKONU:1
İNSAN
BEDENİNİN ZAMAN VE MEKANLARA BENZEYİŞİSEKİZ KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1ALEM İNSAN İÇİN YARATILMIŞTIR.
Ey Aziz!
Marifet ehli diyorlar ki:Cenabı Hak iki cihanı ve onlar içinde bulunan herşeyi insanlar için yaratmıştır. Bunu insanlar için yaratmasına sebep de, insanlar, âlemde bulunan ilâhi sanatlara baksınlar da eşyada varolan hikmetlerini bilsinler. Eşyada varolanlardan hepsinden bir örneği kendi nefislerinde bulduklarında nefislerini tanısınlar vebundan hareketle de Allah’ı tanısınlar. Çünkü:Cenab-ı Hak buyuruyor ki:«Ben, cinlcri vc insanları, ancak bana kulluk yapmaları için yarattım.» (Zâriyât sûresi, âyet: 56)Yine bir hadisi kudside, insana hitabeden Cenab-ı Hak şöylebuyuruyor:«Ey insan, beni bilmen için önce kendini bil.»Bu hadis gösteriyor ki, kişinin kendini bilmesi Allah’ı bilmesine ve tanımasına vesiledir. Zira, Cenab-ı Hak, insanı kendisini bilmesi ve tanıması için yaratmış ve buna da insanın kendisini tanımasını şart koşmuştur. Şu halde insan, kendisini tanıyacak ve bilecek kabiliyette yaratılmıştır. Bu kabiliyetiyle önce kendini, sonra da kendisini yoktan vareden Rabbini tanır.
190
MARİFETNAME
Haberde geldi ki:
«Nefsini bileıı Rabbini bilir.»Bu demek oluyor ki, kişinin kendisini bilmesi Rabbini bilmesine anahtar olur. Nefsin bilinmesi ise de, âlemin bilinmesi demek, Allah’ın seyrine doyum olmıyan eşsiz ve ince sanatlarımgörmek ve bunlardaki gizli sırları sezebilen bir anlayış kuvvetininkendinde mevcut olduğunu bilip bir insan için dilek ve isteklerinen yücesi olan Allah’ı bilmenin çok yüce bir sır olduğunu ve busırra ermenin büyük bir nimet olduğunu bilmenin idrakine varmaktır.Zira, insanın yüksek dağlara çıkması, denizlerin derinliğineinmesi ve arz içindeki aşağı âlemin herşeyini görmesi, incelemesive araştırması ve hepsinde bulunan halleri ve sırları anlamasımümkün değildir. Feleklerdeki ve yıldızlardaki hakikatleri ve incelikleri, bütünüyle bilmek ve ulvi âlemin hal ve sırlarını gerektiği şekilde anlaması için göklere çıkması gerekir ki, bu da imkânsızdır.Ruhlar âlemindeki hal ve sırlarını olduğu gibi bilmesi ve felekler âleminde olanları gözleyebilmesi için de göklerin bilinmeyen(melekût) âlemine girmesidir. Bu bilgilerle Allahü Zülcelâl’in buderece büyük kâinatı yaratmasından ve âlemin bütün zerreleriniher an için değiştirmesi ve terbiye etmesinden fiillerini seyretmekle, görmekle sıfatlarını ve isimlerini anlayıp zatını tanımaya yolbulması da mümkün olmaz. Ancak Rahman, Rauf ve Rahim olanAllahü Zülcelâl, lütfü ve inayetiyle, âlemin hem içinde hem dışında aşağılık ve yüksek şeylerden birçok şey halketmiş, insan bedeninin içini ve dışını da aynı şekilde ve en güzel surette yaratmışve ona şekil vermiş, onu kâinatın bir nümunesi yapmıştır.Allahü Zülcelâl, insanın ruhunu zatındaki bütün İlâhi ve ulvi vasıflarla süslemiştir. Bütün zerreleriyle âlemi ona itaatkâr kılmış ve onun emrine vermiş ise, insan bedenini bütün âzalanylaaynı şekilde temiz ve ulvi bir yaratık olan ruhunun emrine vermişve ona itaatkâr kılmıştır. Bu vesile ile kendisine bakan insan, organlarının birleşiminden ve kuvvetlerinin teıkibedilmesinden ba yağı ve ulvî âlemlerde bulunan benzerleri ve alâmetleri bulupkendisini âlemde bir örnek görür ve kendisindeki mevcut ruhu,bedeninde olan türlü türlü tasarruf ve tedbirlerini görür ve bundan ibretler alır. Ondan da Cenab-ı Hakk’m fiil ve sıfatlarını anlar ve yüce zatını sever ve bu sevgi ile O'nun varlığı ve azametikarşısında secdeye vararak ona ibadet eder. Bu hal ise onun bil
101
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
gili olmasını temin edeceği gibi, ibadetin kendine bahşettiği saadete erer ve böylece marifet ehlinden bir kul olur.Mevlâ cümlemize nasibeyleye!KISIM : 2İNSAN ALEMİNİN BÜYÜK ALEME BENZEMESİ,BAZI ORGANLARIN ARZA BENZETİLMESİEy Aziz! İrfan ehli diyorlar ki:İnsan bedeni küçük bir âlem, fakat ruhu ise büyük bir âlemdir. Çünkü âlemde varolan herşeyin bir benzeri insan bedenindevardır. Bu demektir ki, insanın bedeni ve ruhu, âdeta bir kopyası halindedir. İki âlem böylece bir insan bedeni üzerinde var edilmiştir.Meselâ; bütün hissolunan cansızların örneği insandaki organlardır. Bütün hayvanlara örnek insanm ahlâkı ve huyudur. Mevsimlerin örneği insandaki dişlerdir. Adet ve sanatların örneği, insandaki his ve kuvvetlerdir. Alem-i berzah’a örnek insandaki düşünce ve akılda kalan hatıralardır. Bilinmeyen (melekût) âlemineörnek de insanın kalbi ve ruhudur. Bu benzetmeler devam ettikçeuzar gider. Bu hakkıyla açıklanacak olsa böyle bir kitap değil, yüztane kitap az gelir. Anlatmakla bitmeyen bu bilgiler arif bir kulun küçücük kalbine sığabilir.Bizim buradaki açıklamamız, güneşten bir zerre ve denizdenbir damla kadardır. Bu da gösteriyor ki, insan bedeni kişinin kendisini tanımaya yeterli delil olan bir âlemdir. Bununla kişinin Allah’ı tanıması daha kolay olur. Aleme bir nümune, bir örnek olan insan bedeni çok şerefli bir varlık olup, yer ve gök yerinde bulunur ki bu da cihan adım verdiğimiz dünyadır. Ay ve seneye örnektir ki, bu da zamandır. Şehire örnektir ki, bu da mekândır.İnsanın bedeninin yeryüzüne benzemesi:Yeryüzünde nasıl dağlar var ise, insan bedeninde de kemikler vardır. Yeryüzünde ağaçlar ve bitkiler vardır. Buna karşılıkinsan bedeninde de saçlar ve kıllar vardır.Arzda çeşitli kıtalar vardır, buna karşılık insan bedeninde deçeşitli âzalar vardır. Yeryüzünde deprem v.s. gibi sallantılar olduğu gibi, insan bedeninde de titremeler ve aksırmalar vardır. Arzda çeşitli vadiler ve akarsular olduğu gibi, insan bedenindeki damarlarda kan bulunur.
MARİFETNÂME
Yeryüzünde çeşitli kaynaklar ve ırmaklar olduğu gibi, insanbedeninde de çeşitli kaynaklar vardır. Meselâ, kulaktan gelen kir,gözden gelen yaş, burundan akan sümük v.s. böyledir.Kulak kirinin acı olmasının sebep ve hikmeti şudur: Uyuyanbir kimsenin kulağına bir haşere girecek olsa, kulak kirinin acılı-ğını görünce derhal geriye döner ki bu da onun kulak içinde öl-memesini temin eder. Böylece uyuyan kimse, haşerelerin şerrin-den emin olur.Gözden çıkan gözyaşlarının tuzlu oluşu, göz yağından olmak-tadır ki, yağ da tuzlu olmazsa bozulur. Gözyaşının tuzlu oluşunasebep de budur. Bu hal gözün devamlı olarak taze ve aydınlık ol-masını sağlar.Burundan gelen sıvının hoş olmamasına sebep, koku alma or-ganı olmasındandır. Bilindiği gibi, herşey zıddıyla değer kazanır.Burna gelen güzel kokular böylece anlaşılır. Eğer burundan gelensıvının kokusu güzel olsaydı burna gelen kokular farkedilemezdi.Ağız suyunun hoş oluşu, dilin tatma organı olması ve tatmaduyusunun devamlı tatlı kalması içindir.İnsan
bedenindeki mevcut hikmetlerin
sayısı sayılmayacak
kadar çoktur. Burada sadece iki âlemin birbirleri ile
uyuşmalarına
ve benzeşmelerine dikkat çekilmiştir. Harici âlemde
herşey insan
âleminde olan şeylerden bir örnektir.KISIM : 3İNSAN ALEMİNİN FELEKLERE BENZEYİŞİEy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:İnsan bedeninin göklere benzeyişini şöyle gösterebiliriz:Meselâ; göklerde 12 burç vardır. İnsan bedeninde de aym şekilde dıştan içe doğru 12 yol vardır ki 2 kulak, 2 göz, 2 burun deliği, ağız, 2 meme, göbek küçük ve büyük abdest yollandır.İnsan bedeni ile gökler arasındaki diğer bir benzerlik de şudur: Gökte yedi büyük gezegen vardır, buna karşılık bedende de yedi büyük organ vardır. Bunlardan:Akciğer Ay’aMide Utarid gezegenineBöbrek Zühre gezegenineYürek Güneş’eSafra Merih’eKaraciğer Müşteri’yeDalak Zühal’e benzer kabul edilmiştir.
193
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Semada birçok sabit yıldızların olması gibi bedende de bir çoksinirler vardır. Felekte 28 ünlü konak olduğu gibi, insan bedenin-de de 28 tane duyu ve kuvvetler bulunur. Semada 360 derece var-dır. Buna karşılık insan bedeninde de 360 tane kan daman vardır.Evvelki derslerde anlattığımız gibi, göklerin gerek küllî ve gereksecüz’i feleklerinin gezegenler ile sabit yıldızların tabii ve mecburîhareketleri vardır. Buna karşılık bedenin de isteğe bağlı ve istekdışı mecburi hareketleri vardır.Bilindiği gibi gökler, hava, su, toprak ve ateşten meydana gel-miştir. Dört unsuru içine aldığı gibi, bedenin de içine aldığı dört un-sur vardır. Havanın dört unsuru ile bedenin dört unsuru arasında-ki benzerlik şöyledir :Kan havayaSafra ateşeBalgam suyaSevda toprağa benzer.Bu unsurlar üç oluşumu meydana getirdiği gibi ,insan bede-nindeki karışımlar da organları meydana getirmiştir.İnsanın neşesi ve sevinci gündüze, üzüntüsü ise geceye örnekteşkil eder. Ferahlığı açık havaya, sıkıntısı da buluta örnektir. Sesigök gürültüsüne, gülmesi şimşek çakmasına, ağlaması, gözyaşı dök-mesi yağmur yağmasına, nefes alışverişi rüzgâr esmesine, konuş-ması oluşa ve bozuluşa, yay gibi kaşları gök kuşağına, kulağı hilâl’eyuvarlak yüzü dolunaya ,siyah saçları gece karanlığına, alnı sabaholuşuna, yani aydınlığa örnek teşkil eder.Saymaya çalıştığımız bu benzerliklerinden başka, insanın be-denindeki dış âl^me benzer tarafları pek çoktur. Fakat düşünenleriçin uzatmaya lüzum yok, bir işaret kâfi gelir ki, biz de bu işaretiverdik.KISIM: 4İNSAN BEDENİNİN ZAMAN VE MEKAN RUHUNDASULTANA BENZETİLMESİ
Ey Aziz!Marifet ehli diyorlar ki:
İnsan bedeninin ay’a ve yıl’a (zaman’a) benzetilişi şöy-ledir :
Senede dört mevsim olduğu gibi, bedende de 4 esas vardır :Balgam; ilkbahar misâli hem yaş ve hem de soğuktur.Safra; yaz misâli hem sıcak hem de kurudur. '
İYIARİFETNAME
Kan; sonbahar misâli hem sıcak ve hem de yaştır.Sevda; kış misâli lıem kuru ve hem de soğuktur.Yine insan bedeni ile mevsimler arasında diğer bir benzerlikvardır ki o da şudur :İnsanın çocukluğu ilkbahara.Gençliği yaza.Olgunluğu sonbahara.İhtiyarlık devresi
dc kış mevsimine
benzer.Bir diğer benzerlik de şudur : Senede 12 ay olduğu gibi, insanbedeninde de 12 delik, haftada yedi gün olduğu gibi, bedende de 7aza, senede 360 gün olduğu gibi, bedende de 360 tane damar vardır. Bedenin bir şehire, ya da bir ülkeye benzemesi ise şöyledir ;Bir ülkenin ya da şehrin bir hükümdarı olur. Ondan sonra dasıra ile vezir, emniyet müdürü, maliye müdürü, mâliyesi olur. Bunlardan başka, hükümdara mahsus saray, ülke, binek, tab’a (halkı),hazine müdürü, elçiler .bekçiler, polisler, hakimler, doktorları, sanatkârları olur. Şehirde çeşitli işler yapan sanatkâr ve mühendislerolduğu gibi, tüccar, değirmenci, fırıncı, kasap, bakkal, temizlikçiv.s.’ler de vardır. Şehrin ya da ülkenin idaresini ve imarını gören bugibi kimselerin bir benzerleri de bedende vardır ki onları da şöyleizah edebiliriz :Bedenin hükümdarı ruh, başveziri ise akıldır. Emniyet amiriöfke kuvveti, maliyecisi şehevî kuvvettir. Hükümdar sarayı yürekte bulunan süveyda, ülke ise bedenin kendisidir. Bedenin bineğinefs, halkı ise bedenin organlarıdır. Hazine müdürü, tutucu kuvvet,bekçileri de gözler »elçileri ise kulaklardır.Eller polis, koku hissi casus, tatma kuvveti de hâkim mevkiindedir. Bedendeki sanatkârları da şöyle sıralayabiliriz :Amelî akıl mimar, tabiati bina, çekici kuvveti marangoz, dişlerdeğirmen, sindirim kuvveti fırıncı, ayırıcı kuvvet doktor, musavvirkuvveti kasap, büyütücü kuvvet kuyumcudur ki, bunların hepsibeden ülkesine hayat verirler.Beden ülkesinin temizlikçisi i vi ve fazlalıkları dışarıya atankuvvettir. Bedenin diğer kuvvetleri de, beden ülkesinin diğer sanatkârlarıdır. Bu açıklamamızdan da m'aşılacağı üzere ,ruh insan bedenindeki hükümdar ve Allah’ın beden ülkesindeki hafiyesidir.MANZUMEİnsan âlemin efendisidir, başkasından sevdayı kesZâhid’in vehmi gerçi ıraktan sevk eyler feres (atı sürer)
105
ERZURUMLU İBRAHİM IİAKKI HZ.
Gönülde taşınan dost misâli içinde yör der.Bu beraberlikten habersiz figân eyler ceres (can).KISIM: 5İNSAN KALBİNDEKİ KÖTÜ AHLAKIN HAYVANSURETLERİNE BENZEMESİHECE HARFLERİYLE OLAYLARIN VE RÜYALARIN TABİRİEy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:Alemde yaratılan bütün hayvanların şekil ve suretlerinin benzerleri, insanda da mevcuttur. İnsandaki kötü huylar ve ahlâk, hayvanlara benzemesinin alâmetidir. Bunlara şöyle misâl vererek daha kolay anlaşılmasını temin etmeye çalışabiliriz :Kibir kaplana benzer, saldırgan olan bir adamın sureti aslana, kıskanç olan bir adamın sureti de kurda benzer. Bunun açıkmisâli, Hz. Yakub’un gördüğü rüyadır. Hz. Yakub, çok sevdiği oğlu Hz. Yusuf’u sevmesini çekemiyen diğer oğulları tarafından kendisinden uzaklaştırılmasından evvel, onların oğlu Yusuf’a bir kurtmisâli saldırdıklarım rüyasında görmüştü. Bunun içindir ki, çocukları kardeşleri Yusuf için: jfc- Onu bizimle gönder, dediklerinde, onlara : — Onu kurdun yemesinden korkuyorum, demiş ve onu götürmelerine engel olmayı arzulamıştı.(NOT : Bu kıssa ile ilgili olarak Kur’an’da Yusuf sûresinde geniş
açıklama vardır.)
Kalbinde öfke ve kini olanın sureti köpeğe, hilekâr olamnkitilkiye, aldatıcınınki tavşana, fere (kadınlık organı) e aşırı şehvetduyanınki merkebe, arkadan cima’da bulunanınki domuza, kadınşehvetininki koyuna, çok yiyenin, yani obur olamnki ineğe, ta-mahkâr olamnki karıncaya, cimri olamnki fareye, kindar olamnkideveye, zevk halindeki olamnki kırmızı devenin suretine benzer.Düşmanlık edenin sureti yılana, üzen ve inciteninki akrebe, ves-veseninki de san anya benzer.Bu husus daha çok devam eder ve diğer huyların suretleri dediğer hayvanların suretlerine benzer. Kötü huylardan birinegalip gelen gönül, kendisini rüyada o hayvanın suretine galip görür. Meselâ, kadınlık organı olan ferce fazla şehvet duyan gönül,rüyada kendisini merkebe binmiş halde görür. Eğer bu şehvetemağlup olursa rüyasında kendisini merkebin altında imiş gibi görür.
196
MARIFETNAME
Bu ve buna benzer diğer huylar da bununla kıyaslanabilir
ve
anlaşılabilir. Kâianttaki mevcut varlıkların hepsi
insanın
dışında
ve içinde şekil bulmuş ve duruma göre keyfiyet kazanmıştır. Ah-lâkım güzelleştiren bir kalp, saf ve tertemiz bir ayna olur ve herşeyi kendisinde bulur, saf ve temiz olmayan gönül ise uyku halin-de bütün geçmişini ve geleceğim, herşeyini rüyasında görür.Derin olan rüyanın tabiri hususunda şu manzumeyi yazmakuygun görüldü:MANZUME
Çûn gıdanın buharı beyine gelirÖnce burun duyusuna engel olur.Hayvani ruh ol zaman ne derBedeni bırakır içine döner.O zaman burun duyusu işlemez olurBeden uyku halini onunla bulur.Çünkü beyinin duyusu kalbe inerKalb o zaman ruhun içme döner.Kalbe ilham olur işaretlerAsıldan ahr kalb müjdeler.Vasıtasız bulursa faydalıdırAynı vak’â olur ki olaydır.Şayet kalb vasıtasıyla öîsa habirSonra gelir kalbe gördüğü rüyaYa işaret veya beşaret ona.Arabî ismin evveli alınırRüyanın ne olduğu o harflerle bilinir.Elif ululuğa işaret olurYüce kıymetine müjde olur.Gördüğü rüyadır tabîr olunur. Ta ise o husûl-ı hacettir.S ise düşman üzre nusrettirCim olduktan fersat ve ganimettir.Ha izzet ve saadettirHı her murada vuslattır.Dal zahmet hem meşakkattirZâl ise mal, mülk ve devlettir.Ra dahi devlete delâlet ederLa kalbi sağlam itikâda yeder.Sin emin olmaya alâmettirŞin yaptığına pişmanlıktır
107
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Sad kâm almaya müjdedirDâd mal bulmaya işarettir. Tı ise düşman helâk olacakZı ise kalbi hüzün dolacak.Ayn gönülde bulacak teşvişi (şaşkınlık)Gayn ise zulm-ı nefs olur işi.Fe ise rütbesi olur âlîKaf bula devlet ve malıGaf ise gaibi gelir hurremLâm ol emîn olur hoş-demMim muradını alacakNun hatırı melûl olacak.Vay ise işleri olur asanHa hüzünle olur giryân.Ya taata muvaffak olurBu tabirler muhakkak olur.KISIM: GALEM İLE NEFSİN BİBBİRİNE UYGULANMASI İNSANALEMİNİN BÜYÜK ALEMİN SURETİNDEN AYRI OLMASIEy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:Nefis âlemi her yönden görünen âleme uymuştur. Çünkü bütün âlemin cüzlerinden bir kısmı açık, bir kısmı da gizlidir. Açıkolanlar dokuz felekler, dört unsur ve üç oluştur. Kapalı olanlar iseon akıl ile dokuz nefistir. Aynen bunlann açık, kapalı olması gibiinsanın da içi ve dışı vardır. Bütün beden uzuvları dış kısmını, bütün eşyayı idrak eden on duygu ise içini meydana getirir. Bu halinsanın bütün âlemin bir kitabı durumundadır.Alemdeki herşeyin bir benzeri insanda da vardır. Şu halde insan küçük bir âlemdir ve büyük âlemdeki felekler ve unsurlarınörnekleri onda mevcuttur. Bu husus birçok kez açıklanmıştır. Ancak insan demlen küçük âlem, hey’et yönünden büyük âlemin zıd-dıdır. Çünkü büyük âlemin dış yüzü her tarafı saran Atlas Feleğidir ki, buna dinî terimlerde Arş-ı A’zam, yani en büyük arş denilir.Onun içinde bulunan Burçlar Feleğine de Kürsî denilmektedir. Onun içinde Zühal gezegeninin feleği ve sonra da sıra ile birbirinin içinde olmak üzere Müşteri, Merih feleği vardır. Merih feleğinin alt kısmında Güneş ve onun altmda da sıra ile Zühre, Uta-rid vardır. Utarid’in içinde Ay, onun içinde hava küre, onun için
108
MARIFETNAME
de su küre, onun içinde de toprak küre, yani arz vardır.îşte büyük âlemin kuruluşu, düzen ve sureti böyledir. Ancakinsan âleminin kuruluşu düzen ve sureti ona uymayıp tamamenonun zıddıdır. Çünkü insan bedeninin dış çemberi toprak olup, bedenin cildini meydana getirir. Cildin altında (iç kısmında) su vardır ki bu da kandır.Kanın içinde de hava vardır ki bu da insanın yaşamasını temin eden can buharıdır. Bu havanın iç kısmında ateş vardır ki buda yürekteki hayvanî ruhtur. Bu ruhun içinde yedi kat sema vardır ki bu da kalbin yedi türlü hareketi ve tavrıdır. Kalb içerisindeki mevcut ruh da insanı ruhtur ki, bunun dışı Küraî, içi Rahmanolan Allah’ın arşıdır. Çünkü marifet ehlinin kalbi Allah-u Zülce-lâl’in evi durumundadır. Nitekim bununla ilgili olarak bir hadisikudside :Cenabı Hak buyuruyor ki :«Ben yerlere sığmanı, göklere sığmam, fakat takva sahibi mü’-miıı kulumun kalbine sığanın.»Bu hadis insan ruhunun âlemlerin en büyüğü olduğunu göstermeye yetmez mi? Bu demektir ki insan ruhu manevi yöndenbüyük bir âlemdir. Hernekadar insan görünüşte küçük bir âlemise de mânâ yönüyle büyük bir âlemdir. Kendisi beden yönündenHz. Adem’in evlâdı ise de ruhi yönden âlemin babası sayılır.Hernekadar dünyaya gelişi diğer varlıklardan sonra ise de Huzuru İlâhide bulunması bütün varlıklardan daha evveldir. Büyükâlem kollan ve cüzleri ile büyük ağaç durumundadır ki insanâlemi ondan meydana gelmiş bir meyvedir. Alemdon kasıt, yaniâlemin yaratılışının gayesi, insanlık âlemi olup, inssm büyük âlemin meydana gelişinde bir çekirdek (tohum)tir. Ağaçların küçücük bir çekirdeğinde o ağacın bütünü küçültülmüş halde mevcutolması buna örnek değil midir? Aynı şekilde bütün âlemde insanruhunda küçültülmüş bir halde bulunur.Meyvenin varolması ağaç dallarının büyümesi, ve olgunlaşması sonucudur. însan bedeni de aynı şekilde bütün organ veuzuvların birleşmesi sonucu meydana gelir. Nasıl meyve ağacınbütün dallarında oluşuyor ve tepesinde meydana geliyorsa, insanda bu âlemin yüksek ve bayağı cüzlerinden oluşarak ve hepsindenbir fayda, bir zarar, bir huy ve tabiat almış ve bımların hepsinikendi nefsinde toplıyarak varolmuştur. İlâhî Feyz İkabul etme kabiliyetine sahip olması ve bu kabiliyetin kendisine fjağladığı derece
130
ERZURUMLU İBRAHİM
HAKKI JI2.
İle diğer varlıklardan üstün olmuş ve en güzel bir surette yaratılarak bu yüce derece ve mertebeyi kazanmıştır.Cihanın esası ve başlangıcı bu insan ruhu olduğu gibi, cihanın aslına dönecek olan da yine bu insan ruhudur. Çünkü insanruhu İlâhî bir feyizdir. İlâhî aşk ise Akl-ı küll ve ruh-i İzafîdir.Akl-ı kül ise bütün cihanın cüzlerini sarmış olup, her an ve mekânda onun bütün işlerinin idarecisi durumundadır.Nefsim böyle gören ve bilen arif bir kul, Mevlâsını bildiği gibi,cihana da can olmuş ve sonsuz bir hayata ermiştir. Gönlünde bü-tük âlemi görmüş ve âlemlerin en büyüğü olmuştur.KISIM: 7İNSANIN İÇ VE DIŞININ CİHANIN İÇ VE DIŞINAOLAN UYGUNLUĞUEy Aziz! Hikmet ehli diyorlar ki:İnsana düşen önce kendi nefsini bilmesidir. Kendi nefsini bilsin ki iç ve dışındaki hakikati, nasıl yaratıldığını ve nasıl bir hususiyetinin olduğunu bilsin ve bundan hareketle kendisini yoktan vareden Allah’ı ,ismini ve fiillerinin âlemin içinde ve dışındaki tecellilerini bilebilsin ve bulabilsin. İnsanın Rabbine gitmesigönül yolundan olur. Eşyanın hakikati ile derin mânâların nelerolduğu onunla açığa çıkar. Artık bu kemâli kazanan bir mü’minhuzuru İlâhide sonsuza dek kalır. Büyük âlemde var olan her şe yin küçük bir benzeri, suret itibariyle küçük bir âlem olan insanda vardır.Meselâ, büyük âlemde 4 büyük deniz olduğu gibi, insanlıkâleminde de 4 deniz vardır. Büyük âlemin denizleri şunlardır :1 — Sevgi hâzinesi.2 — Sır (gizlilik).3 — İlk cevher.4 — Bilinen ve bilinmiyen âlemdir.İnsan âleminin denizleri ise,1 — Babamn sulbündeki meni.2 — Ana rahmindeki nutfe.3 — Görünmiyen ruh.4 — Görünen bedendir.Cenabı Hak, sevginin âlemin yaradılışına maya olduğunu bildirmek üzere,
«Ben saldı bir hazine idim, bilinmemi sevdim»
buyurmuştur.
Bu demektir ki,
âlemin yaratılmasında esas, sevgidir. İlâhî âle-
200
MARİFETNAME
min ilk denizinin sevgi olduğu böylece anlaşılmış oluyor.Sevgi denizinde hareket olmuş ve onun feyzinden cevherin ilki olmuş ve büyük âlemin 2. denizi olmuştur. O denizin içi ve dışıolup .içinden felekler ile unsurların hayatı oluşmuştur. Melekûtâlemi, büyük âlemin 3. denizi olmuştur. O cevherin içinden felekler ile unsurlar olan cisimler olmuştur. Mülk âlemi, Alem*i Kebîr’in dördüncü denizi olmuş ve böylece dört deniz tamamlanmıştır.Gezici feleklerin yedi büyüğüne yüksek babalar, unsurlara daaşağı analar adı verilmiştir. Babalar ve anneler devamlı olarakhareket halindedir. Üç oluşum (Mevâlid-i Selase) bunlardan meydana gelmiştir. Cenabı Hak ,Nûn sûresinin baş tarafında bu hususa işaret ediyor. Nûn, sevgiden gizli hazine .Kalem ,ilk cevher,Vemâ yesturun ile de mülk âleminin fertleri ve melekût âlemininmücerretleri olduğunu haber vermiştir. Fertler ve mücerretler enefe ene kitabında yazılmaktadır. Eğer o yazmasa mürekkeb cisimler meydana gelmez. Mürekkeb cisimler aynen kitaptaki kelimelergibi hikmetle düzene konulmuştur. Cenabı Hak, lütfü ve keremiyle ilâhi kelimelerin ebedi olduğunu bize bildirmiştir. Kur’ân’da : «Rabbinin kelimeleri tükenmez» buyurulmuştur.İnsan âleminin yaradılışının mayasını oluşturan şey, babanınsulbünde bulunan menidir ki, bu onun ilk denizini oluşturur. İkinci denizi ise, ana rahminde bulunan nutfedir. Nutfenin melekûtâlemi ile mülk âlemine uyan nutfenin içi ve dışı vardır. Nutfeniniçinden cenin durumunda olan meninin duyu ve kuvvetleri meydana gelir ki, bu da 3. denizini oluşturur. Nutfenin dışında da çocuğun cüzleri ve organları meydana gelir ki, bu da onun dördüncüdenizi olur. İnsan âleminin sözünü ettiğimiz dört denizi de böylecenihayete erer. Çünkü baba sulbünde gizlenen meni .mücerret (so yut) bir sevgi durumundaydı. Bir hareketle ondan zahir olmuş,ana rahminde ilk cevher oldu, içi ve dışı çocuğun bedeni ve ruhuoldu. İnsanlık âlemi de böylece vücuda geldi .Büyük âlem ise, insan âlemine boyun eğen bir hizmetçi olmuştur.KISIM: 8
İNSAN ALEMİNİN AIIİRET ALEMİNE BENZEMESİ VEORTAK TARAFLARI
Ey Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:İnsan âlemiyle ebedî âlem arasındaki benzerlik ve ortak tarafları şöyle izah edebiliriz :Ebedî âlemin giriş kapısı durumunda olan ölüme örnek insan
201
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
Ut.
âlemidir. Birinci sindirim gıdadır. Bedenin geçici oluşunun örneği ise ikinci sindirimdir. İkinci neşeye ferahlanmaya örnek 3. sindirimdir ki artık 3. sindirim sonunda saf kan meydana gelir. Cesetlerin öldükten sonra tekrar dirileceklerine örnek dördüncü sindirim olup ,ondan da meni meydana gelir. Mahşer yerinin misâli,babanın sulbü olup, insanların mahşerde toplanmaları gibi menide babanın sulbünde toplanır.Hesaba kitaba ve mizana misâl, nutfe cevherinde meydanagelen etkilerdir. Sırat köprüsünün misâli, babanın sidik yolu, Cehennemin misâli, fercin içi, Kevser’in misâli, annedeki nutfe, Cennetin misâli, ana rahmidir. Onda türlü türlü nimet olan duyularve kuvvetler canlanarak hayat bulur. Allah’a kavuşmaya ve O’nugörmeye misâl, ondan olmuş olmaktır. İnsanın güzelliğini görüpdostun güzel yüzüne hayran olur.İnsan âlemi ile âhiret âlemi arasındaki bir benzerlik de şöy-ledir:Ölüme misâl uyku .şeytana misâl vehim ve kuruntular, Ber-zâh âlemine misâl rüya, meleküta misâl de vakıadır. Mezarın misâli göğüs içi, inkâr etmeye kötülüklere misâl tedbirdir. Kabir karanlığına misâl Allah’tan gafil olmak, kabir azabının misâli denefsini bilmemek ve tanımamaktır. Kabirdeki aydınlığa misâlgönlün huzur içinde olması, kabirdeki nimetlerin misâli de nefsibilmek ve tanımaktır.İsrafil'in misâli İlâhi aşk ,İsrâfil’in sûrûnun misâli insanın yaratılmış olması, mahşer yerinin misâli ortak duygu, amel defterinin misâli de hafıza kuvvetidir. Mizâmn misâli nazarî (teorik)akıl, Sırat’m misâli düşünme kuvveti, cehennemin misâli ruhî sıkıntı, zebanilerin misâli kötü huy ve ahlâk, şiddetli azabın misâlîAllah’a ortak koşmak ve şehevî arzulara tabi olmak ve sadece dün yevî işlerle meşgul olmaktır. Her zaman için halinden şikâyetçi olmak ve daima itiraz etmektir. Kevser havuzunun misâli sevgi şarabı, Yüce ve âli cennetin misâli arif kulların kalbi, hurilerin vegılmanların misâli, güzel ahlâktır.Dört nehrin misâli de şunlardır :1 — İlim suyu, 2 — Merhamet sütü, 3 — Rıza balı, 4 — Aşkınşarabı.Sonsuz nimette kalışın misâli, çoklukta birliğe ermek ve yalnızlığa çekilmektir.Mevlâyı görmenin ve O’na kavuşmamn misâli fakirliği bulmakve yok olmaktır. Sidrenin misâli insanın yüzü ve başı, Tuba ağacı-
202
MARİFETNÂME
nin misâli kadınların saçları, süslü Tubanın misâli ise bedenin ölçülü ve düzenli azalardır.Çünkü eller, ayaklar, parmaklar tıpkı Tuba dallarında olduğu gibi, aşağıya dönüktür. Levh-i mahfuz’un misâli hafıza kuvveti, kalem-i a’lânın misâli hayal kuvveti, Kürsî’nin misâli beynintamamıdır ki, ondaki mevcut olan yerdeki ve gökteki meleklerinmisâli bedenin hisleri ve kuvvetleridir. Arş’ın misâli olguninsanın kalbidir ki o Hakka kavuşan bir yaratıktır. Allah’ın eşi vebenzeri olmadığına göre, O’nun insan bedenindeki bir benzeri debulunmaz. Bu hususla ilgili olarak;Cenabı Hak buyuruyor ki:«Yerde ve gökte O’na benzer birşey yoktur.»(Şûra sûresi, âyet: 9)
KONU:2İNSANIN KENDİ VÜCUDUNDAN IIALİK’İN VÜCUDUNU, KENDİSIFATLARINDAN SANİ’NİN SIFATLARINI VE KENDİ BEDENİALEMİNDE BULUNAN TASARRUFLARI ANLAMASI.ALTI KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1İNSANIN KENDİ BEDENİNDEN YARATICININVARLIĞINI ANLAMASIEy Azizi Marifet ehli diyorlar ki:İnsan kendi bedenine dikkatle baksa ve tefekkür etse, bedenini nasıl idare ettiğini ve ona nasıl hükmettiğini düşünse, yaratanın varolduğunu bilen bir arif kul olur. Çünkü insan, ruhun bedeni nasü idare ettiğini düşünse, kendi bedeninden daha bir haberve eser olmadığı halde, şu anki bedenini görse ve yaradılışına dikkatle baksa, kendisinin evvelki halinin iki damla meni olduğunakesin olarak inanır. Meni halindeyken et, yağ, kemik, damar ve kannamına kendisinde birşey olmadığı gibi, canı ,aklı ve fikri de yoktur. Fakat Allah’ın kendisini halketmesi ile hem içte ve hem de dışta çok acayip haller meydana gelmiş ve iki damla halinde olanmeni çok güzel ve maharetli organlarla süslenmiştir.Bütün bunları düşünen insan, kendini yoktan vareden birkuvvetin olduğunu, bu kuvvetinde Allahü Zülcelâl olduğunu, O’nun cihanın zerresinden kürresine varıncaya kadar herşeyde O’nun tasarruf sahibi olduğunu ve herşeyde O’nun etkileyen ve yanan (fail) olduğunu, herşeyin dışını ve içini bildiğini ve lıerşe- yi çepeçevre sardığım bilir. Yine bilir ki, O’nun kudreti, hikmet verahmeti bütün cisim ve uzuvlarda sari ve kâmil olup cereyen ederolduğunu ,insan kendi bedeninin mükemmelliğine ve organlarınınkendisine ne kadar çok faydalar sağladığına ne kadar çok bakarsa,
204
MARİFETNÂME
kendini yaratan Allah’ını tanıması ve sevmesi de o derece artarve böylece bu ince ve nazik yapılmış makinenin duyu organ vekuvvetleri ilim ve tekniği ile Allahü Zülcelâl’in lütfunun ve rahmetinin eseri olduğunu bilir. Bu insanlara Allah'ın bir lütfü ve inayetidir. Bu hususla ilgili olarak;
Peygamberimiz buyuruyor ki:
KAUahü Zülcelâi’in kuluna olan merhameti ve
acıması, çocu-
ğunu emziren annenin çocuğuna olan şefkatinden daha
şefkatli-
dir.»Vücudun bu şekildeki incelenmesi Hayy ve Kayyum olan Allah’ı bilmenin ve tanımamn anahtarıdır.MANZUMEVücud-ı ilâhi, hayat bahş-ı KerîmNefs-i atıyye-i rahmet, Kelâm-ı fadl-ı kadîm.Beden Hakkın binası, ruh nefha-i kerîmKuva vadia kudret, havas hakim •Bu kârhânede neyim bilsem, neyim var benimBu kârhânede başka bir kâr ve bârım yok benim.Cihana gelip gitmede ihtiyarım yokBen neyim diyecek elde medânm yok.Etti beni âdemden kudretli berâverdeGıdamı hazır eyledi rahm-ı maderde.KISIM:
2
KENDİ RUHUNUN VASIFLARINI BİLEN İNSAN, BİR OLANALLAH’IN BİRLİĞİNİ İDRAK EDEREy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:İnsan bedeninde varolan azalar, nasıl cisimler âlemine benzi yorsa insan ruhunun vasıflan da Rahmanın sıfatlarına ve güzelisimlerine benzer.Cenabı Hakkın sıfatlan içinde :Hayat (diri olmak), ilim, şemî (duyucu), basar, kelâm, kadir,irade ,tasarruf sıfatlan vardır. Bu sıfatların benzeri insanda davardır. Fakat insan ruhu bu vasıflar ıkazanabilmesi İçin bedene ih-vardır. Fakat insan ruhu bu vasıflan kazanabilmesi için bedene ihtiyaç duyar. Ailahı’ın sıfatları ise böyle bir eşyanın âlet olmasına ih-
205
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
muttasıf olması
gibi insan /uhu da muttasıf olabilir. Fakat insan
azarlananm âlet
oluşunog .ihtiyaç hisseder. Fakat hâşâ Allah’ın
böyle âletlere
ihtiyacı yoktur. Şayet O’nun dilemesi olmasa felek
ler hareket
edemediği gibi, O’nun tesiri olmaksızın zerreler birleşe-
mez, yıldızlar
ve lıikmeler meydana gelemez.Aynı şekilde insanın ruhu istemedikçe de dil konuşamaz, kulak duymaz, el'tutmaz, göz görmez, ayak gitmez ve organlar hiçbir
iş
yapmazlar. İnsan ruhu nasıl beden üzerine hakim ve tasarrufsahibi ise, Cenabı Hak da aynı şekilde âleme hâkim ve onda tasarruf sahibidir. İnsanın bedeni nasıl ruhu sayesinde ayakta durabiliyorsa, âlemin varlığı da ancak Allahü Zülcelâl ile mümkündür.Aleme bakıldığında, onu meydana getiren unsurların feleklerin, oluşumların şekil, hal ve renkleri, Kudretli ve Hakim olanbir Yaratıcının eseri, O’nun emri ve idaresi altında olduğu kolayca anlaşılır. Tıpkı bunun gibi, bedenin cüzlerine, kemik ,damarve sinirleri ile onların şekil, hal ve sayısı çok olan fiillerinin de birruh tarafından idare edildiği ve O’nun emirlerine tâbi olduğu kolayca anlaşılır. İşte bu his, kuvvet ve organların ruhun hâkimiyeti altmda olduğunu gösterir.Şayet sana Allah’ın hidâyeti ulaşır da bu mânâlara vakıf olanbir kul olursan, sıfatların çokluğu içindeki Zâtın, yani Allah’ın varlığım ve birliğini bulursun .Böylece kalb gözünle Hz. İbrahim A.S.gibi göklerin ve yerlerin bilinmiyen yönlerini görürsün. Çünkünefsini bilmek ve Rabbini tammak yalnızca kalb âleminde mümkün olur. Nefsini tanıyacak kadar idrâki olan, Hakkı bilmek şerefine nail olur. «Nefsini tanıyan, Rabbini de tanır» sözleri bu hususuçok güzel anlatıyor. Çünkü, cilâlı bir ayna kadar parlak olan insanruhu, Hakkın tecelligâhı olur.Sende şayet bedenin acılarından geçer de kalbin zevkine erer,aşk nuru üe dolar vahdet âlemine gelirsen Allah’a dost olur veO’na kavuşursun. Ey kerim Mevlâ, bizi de kendine dost kıldığın mü’minlerden eyle!KISIM: 3İNSAN KENDİ BEDENİNİ NASIL İDARE ETTİĞİNİ BİLİRSEALLAH’IN ALEMİ NASIL İDARE ETTİĞİNİ ANLAREy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:İnsan kendi bedenindeki saltanatım, hükmünü, hareket vetasarrufunu bilebilirse buna benzetmek suretiyle Allahü Zülcelâ-
206
MARÎFETNAME
lin mülk âlemindeki saltanatını, hükmetmesini, bütün eşyayı tesiri altında bırakmasını, âlemdeki zerreleri terbiye ve tasarruf etmesinin nasıl ve ne şekilde olduğunu bilebilir. Çünkü âlemdeki herzerrenin Allah’ın emirlerine nasıl boyun eğdiği herkes tarafındanbilinmektedir. Ancak kendi nefsindeki hâkimiyetini ve tasarrufunubilemiyen insan, Allah’ın âlem üzerindeki hâkimiyet ve tasarrufunu elbette bilemez.Meselâ, herhangi bir kâğıt üzerine besmele yazmayı arzu edenkimse, önce besmele yazmayı kalben ister, sonra beyine ulaşan buistek hafızadaki Bismillah sözünün sureti meydana gelir. Sonra busuret bir sinir tarafından parmakların uç kısmına iner. Sonra parmaklar bedendeki irade kuvveti ve öbür organların da yardımcı ol-masıyle kâğıt üzerine, «Bismillah» ibaresini yazar. Aynen bu şekilde Cenabı Hak da birşeyin olmasını murad ettiği zaman, bu irâdenin eseri önce Arş’ta hasıl olur, sonra bu eser iik akıl vasıtasiy-le Kürsîye inerek Levh-i Mahfuz’da zahir olur. Sonra Rûh’ul Küds,akl-ı esîr, onu feleklerden unsurlara indirir. Sonra feleklerin hareket etmesi, güneşin ve yıldızların ışık saçmalanyle, istenen madde, yani olması murad olunan şey tabiatın ısı, nem, soğukluk vekuruluğundan hasıl olur. Kâğıt üzerine yazılan harfleri nasıl muhafaza ediyorsa, tabiat da o şekilleri öylece muhafaza eder. Şuhalde Allahü Zülcelâl, Arştaki mânâlan aşağ, âleme göndermesi vecisimleri 4 unsurdan dilediği ve istediği şekilde yapması bu yollaoluyor. Demek oluyor ki, insan ruhunun birşeye meylederek arzuduyması ve bu arzunun gönülde belirmesi nasıl oluyorsa .CenabıHakkın bir eserinin Arştan belirmesi de öylece olur.însan bedenindeki hayvanî ruh, cihanda ilk akla benzer. Hafıza kuvveti Levh-i Mahfuz’un mahallindedir. Sinirler, meleklerin yerinde, parmaklar anâsırın yerinde, duyu organlan güneşin ve yıldızların, yazı âletleri tabiat yerinde, yazılan satırlar bitki, hayvan ve madenlerin mahallindedir. Bu misâller bize gösteriyor ki,Cenabı Hak, kendisinin bu âlemi nasıl idrak ettiğini bilebilmesiiçin ruha bedeni idare etme ,ona hükmetme ve kendini bilme kudretini verdi.öyle ise, Cenabı Hakka binlerce şükür olsun ki sana bu bedeni vermiş ve seni de ona sultan yapmıştır. Çünkö sultanı ancaksultan tanıyabilir ve sultanlığın kıymetini de ancak sultan bilir.Seni eğer bedene sultan kılmasaydı ve bütün organlan senin emrine âmâde kılmasaydı sen bu âlemin Yaratıcısını nasıl tanıyacaktın? Allahü Zülcelâl, senin kalbini Arş, beynini Kürsi,
hafızanı
Levh-i mahfuz, damar ve duyu organlarım feleklere ve
yıldızlara,
207
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
diğer organlarını da unsurlara benzetmiş ve ruhun emrine vermiş,tir.Artık seni kendi bedeninde sultan kılan ve bedeni senin emrine veren Allah’a nasıl olur da yüzbinlerce şükretmezsin? Seni yaratıkların en güzeli ve en mükemmeli olarak yaratmış, seni bütünkâinattan üstün tutmuş ve seni ona hakim ,kendine de kul kılmıştır. Sana, Kendisini bilmek ve sevmek gibi yüce bir nimeti ihsanetmiştir.Şu halde sen de kalbinden, bedeninden, saltanatından gafletedüşmemelisin. Allah’tan uzaklaşma, Rabbini unutma. Şayet herşe- yi bütünüyle normal görür, kibirlenmez ve beğenmemezlik etmezisen huzura ve rahata erersin. Çünkü zerreden kürreye varıncayakadar varlıkların tamamı Allah’ın yüce sanatının ve kudret elininaçık bir eseridir. Eğer bu eserleri beğenmez isen onların Yaratıcısıve Sani’i olan Allah’ı da beğenmiyorsun demektir.Eğer huzur ve saadet istiyorsan, unutma ki, her zulümde biradalet ve şerde de bir hayır vardır. Çünkü insanların kendi haklarında hayırlı gördükleri şey şer, şer gördükleri şeyler de hayırolabilir.MANZUMEHakkı, Hak’dan gaflet etme, hazır olHer işinde hikmetine nâzır ol,Şer cüz’ünün zimmnda küll-i hayrı bulKazasına razı olmakta mâhir ol.KISIM: 4v İNSAN, KENDİNİ TENZİHTEN HAKKI TENZİHİNYOLUNU BULABİLİR.Ey Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:İnsanın kendi nefsini tenzih etmesinden Hakkı tenzih yolunubulabileceğini şöyle misâllendirebiliriz:İnsan ruhu bütün organlann hâkimi ve idarecisidir. Halbukio, diğer yandan Rabbani bir emir olup, hakikatinin bilinmesi mümkün değildir. Ruh her türlü şekilden, renkten, ölçüden, hayal vesuretten uzaktır. Yani, bu saydıklarımızın hiçbirine uyması nerengi, ne şekli, ne ölçüsü, ve ne de sureti vardır. Aynı şekilde Cenabı Hak da her türlü şeküden, renkten, ölçüden ve hayale sığmak-
208
MARİFETNAME
can uzaktır. Ancak O’nun tecelli ve tasarrufları, zaman ve mekândan uzak değildir. îman bedeninde bulunan sevgi, rahat, sıkıntı,tat, lezzet ,keder, sevinç, huzur, safa, zevk, duyma, görme, koklama, ses ve diğer his ve kuvvetler sayesinde bir ruhun mevcudiyetive sıfatlarının varlığı anlaşılabilir. Fakat onun nasıl birşey olduğu, mahiyetinin ne olduğu bilinemez. Allahü Zülcelâl’in sıfatlan,isim ve fiilleri de aynı şekilde, âlemde açığa çıkmış herşey O’nunsıfat, fiil ve isimlerinin ajoıası olmuştur. Fakat O’nun fiillerinin,sıfatlarının nasıl olduğu ve mahiyetinin ne olduğu asla bilinemez.Meselâ, gözün, kulağın duymasından, burnun yemeklerin tadım bilmekten haberi olabilir mi? Elbette olmaz. Aynı şeküde, haricî duyulann da akıl tarafından bilinebilen şeylerden haberi olmaz.
Akıl
da ruhî hallerden haberdar olmaz. Çünkü insan ruhuRabban-i emr olup, bağlantısı gönül iledir ki, onun hakikatinin vemahiyetinin ne olduğu bilinemez ve ona hiçbir vasfa ve surete girmez. însan ruhunun bütün bedende tasarruf hakkı olduğunu söylemiştik. Ancak insan aklı bunun nasıl meydana geldiğini anlıya-maz. Alemlerin Rabbi olan Allah da kâinattaki herşey üzerinde tasarruf sahibidir. Beden, ruhun hizmetçisidir. Beden bölünmeyi kabul eder, fakat ruh asla kabul etmez. Allah’ın nuru da bütün kâinata yayılmış olup her zerre O’nun kudretiyle varolmaktadır. Bütün eşya O’na muhtaçtır.Herşey O’nu teşbih eyler. Herşey O’na ibadet ve hizmet eder.O’nun lütfü ve keremi sonsuz olup, kimseye muhtaç değUdir. Bazıâlimler, insan ruhunun bedenden.ayrı olduğu, bazıları ise bedenleberaber olduğunu söylemişlerdir ki, onun bedenden sayanların sa yısı daha çoktur.KISIM: 5ÎNSAN RUHUNUN ÖLDÜKTEN SONRA DA BAKİ KALMASI,BEDENİN YOK OLMASIEy Aziz! Hikmet sahipleri diyorlar ki:însan ruhu, bedenden ayrıdır. Çünkü devamlı olarak kendi zatım bilir. Yani sen kendi zatından sonsuza kadar gaflette kalamazsın. Uyurken ve gözünü yı ı uğun zaman bile kendini unutamazsın. Geçici olarak beden uzuvlarından birini unutabilirsin. A-ma küll’ün anlaşılması tek ile değil, bütün kısımlanyledlr.Eğer sen bedenden, yahut da omur kısımlarından olan bir parça olsaydın, kendini unutur ve devamlı olarak kendini büemezdiıu
209
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Şu halde sen bedenden ve cüzlerinden ayıırsın. Tabiî sıcaklığın bedenin yaşlığında tasarrufu sebebiyle vücudun devamlı olarak çözülmekte ve akmaktadır. Alınan gıdaların eskisi eriyip gitmekteve yenileri ise bedeni yenilemektedir. Eğer böyle olmasaydı bedenin şimdiki halinden çok daha büyük olurdu. Alman gıdalar .eri yen gıdaların karşılığı olduğundan, beden cüsse itibariyle çok bü yümemiş ve bu haliyle kalmıştır. Sen bedene gelen cüzlerden biriolsaydın gıdaların cüzleri gibi sen de değişir ve zamanla yokolur-dun. Şu halde, sana ,sen diye hitabedilince beden olarak sen değilsin. Sayılamazsın, çünkü bedenin değişikliğe uğramasından, çökmesinden haberin olmaz. Sen kendi zatından gafil olmadığına göre, bu şeylerden ayrısın. Cenabı Hakkın âlemden münezzeh olmasıda böyledir. Küllî akıldan bir cüz olan insan ruhu da kendini bildiği gibi,eşya ya tasarrufta bulunur ve bedenin yaşaması ve korunması için bütün tedbirleri alır.Şu halde konuşan nefis dediğimiz nefsi- natıka, hislerle işareti tasavvur olunamıyan bir cevherdir. Çünkü bu küllî aklın açığa çıkışından meydana gelen küllî nefistir. Nefs, onun yarımdafer’i, yani ikinci derecede olup, gölge durumundadır ki varlığı gerekli olan Allah’ın feyzi ondan buna geçer. Eşyanın tartılması, cismin korunması v.s. gibi işlerin düzenlenmesi bunun şanındandır.Mahiyeti kudsi olan bu varlığın cisim oluşunu düşünmek aslamümkün olmaz. Hattâ denilir ki:Nefs-i natıka ,bir yerde mevcut olmadığı halde vardır ki, o Allah'ın nurlarından bir nur olup, zuhur etmesi Allah’tan, batmasıda Allah’adır. İnsan ruhu bu cesetle kaplı olduğuna göre, bedeninpisliklerinden kendini temizleyebilen yüksek ruhlar, İlahî sırlan bilerek Allah’ı tanıyan Arif kul olur ve yüce makamlara ererler.Ancak bizim bu suretimizi terbiye eden ve güzellik nurları ilegüzel hale getiren ruhlarımızı bedenlerimize indiren ilmî ve amelîolgunluklar ile mükemmelleştiren şey akl-ı küldür. Bizim başlangıcımız da sonumuz da Allah’a kavuşmak hususunda vasıtamız daodur. Bizim terbiyemizi yapan ve bizi lâhi nurla temas ettiren şeydini tabirle, Ruh-u Muhammed’dir. O âlemin babasının bizi terbi ye etmesi ve kemâl haline getirerek tamamlaması, fe’al aklı vası-tasıyle olur.Beden hernekadar bozulursa da ruh bakidir ve asla bozulmaz.Çünkü onun başlangıcı akl-ı'küldür. Bunun içindir ki, o yokolmaz.Olgun bir kalbe sahip olan kimse, bunu kendi nefsinde idrak ederve bilir ki, bütün bedenin organlan dağılsa, çürüse ve yokolsa, ruhu asla yokolmaz. Hatta ruh, bedeni kuvvetler kendisinden gittiği
210
MARİFETNÂME
için nefs-i natıkanın nazarî (teorik) kuvveti ve şerefi tamam olurve asla yokolmaz. Çünkü mücerred nura yokluk gelmiyeceği içininsan nefsi, yani ruhu da asla yokluğu kabul etmez.Bu izahlardan anlaşılıyor ki, beden bozulup yokolması halinde, nefs-i küllün o naksanlık özelliği yokolmaz. Eğer o hey’etler kalıcı olmsaydı, nefs-i küllün bu benlikleri de kalmaz, yok olur ve güneşin ışıkları gibi esas haline dönüp nefisler ,enfüz) olmazdı. Ruhile beden arasındaki alâka geçicidir. Bu alâkanın bitmiş olmasımücerret varlık olan ruhun yokolması anlamına kemâlleri kadarolur.Kuvvetlerin kemâl derecesi kendine lâyık olam bulmak veeksikliği de lâyığından yoksun kalmak olunca ,bu durumda nefs-inatıkanın kemâli bedene ait kuvvetlerden uzak kalmakla olur. Başlangıç ve sonunu bilmek, kendi hakikatini bilmek ve Hakkı bulmaktır. Bedenden uzaklaşan ruh, hakikati idrakte mesafe katettik-çe Allah’a yaklaşır ve kalbi marifet nuruyla dolarak büyük bir haziçinde kalır. Kalbin üzüntü ve elem içinde kalması bilgisizliği vegaflet karanlığına dalmasıyle olur. Fakat insan ruhu nefsin isteklerine tabi olursa, adı geçen manevî haz ve zevklerden yoksun kalır. Ruhanî faziletlerin hazzını duyamaz. Çünkü o, nefsin tabiatiy-le kendinden geçmiş ve maddî zevklerle sarhoş olmuştur. .însan ruhu bedenden ayrılınca o da düştüğü maddî sarhoşlukve gafletten uyanır. Ancak nefsinin isteklerine boyun eğmiyen,uyanık ve zeki insanlardan ise ilmi kuvveti ve ahlâk güzelliği ileCenabı Hakk’ın nurlarını müşahede eder ve gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kalblerin hissetmediği manevî lezzetlere ve nimetlere erer. Mücerred nurlar ile ülfet eder ve her muradına nailolur. Sonsuz bir devlet ile yeniden hayat bularak ebedî saadeteerer. Başlangıç ile yetinmiyerek insanlar içindeki seçilmişlere nev’iolarak bağlanır ve onlara yardımcı olursa bizden daha üstün birmertebeye sahip olan cinniler zümresinden olur.Eğer kötü ruhlardan ise .bedenden ayrılış vakti geldiğindebilgisizlik, karanlıkları içinde ve hayvanî huyları dolayısıyle reddedebilir ve büyük acı ve ızdıraplar içinde kalır. Bu his âlemindenkoptuğu zaman kudsî âleme gidemez .berzah karanlığında (kabirazabında) kalır ki oradaki korkusu, pişmanlığı, keder ve ümitsizliği dayamlmaz dereceye varır ve bu hal kıyamete kadar devam ediciinsanların kötülerine bağlanır ve onlara yardımcı olursa (bozgunculuk ve kötülük hususunda) hepsinden daha kötü olan şeytanlarsınıfından olur. Esasen ruh, melekût cevheri idi, bu bedeni kuvvet
211
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
ler ve şehevi arzular onu kendi yerinden almış, aşağı âleme çekerekkaranlıklara düşürmüştür.Eğer ruh (nefs-i natıka) yüksek ahlâk ile vasıflanmış ve marifet kuvvetleri ile kuvvetlenirse ve yavaş yavaş uykuyu ve yemeyiazaltırsa, hiddet ve şehvetine mahkûm olmayıp onlara galip gelirsebu durumda kendi âlemini ister, aradan perdeler kalkar ve kendisine ilâhî sırlar açılır. Çok acayip ve garip şeyler görür .Çok hoşkimseler görür ve seslerini duyarak onlarla konuşur. Veya hiç kimseyi görmeyip manzum halinde söylenen sözler, ölçülü nağme vegüzel sesler duyar .Bu hal rüyasında meydana gelirse sadık rüyadır. Uyku Ue uyanık hali arasmda gördüyse bu bir vakıadır.Eğer nefis uyurken başlangıcı (mebdein)na karşı gelmeksizin, bir âletle bu hallere vakıf olursa bu hoş bir rüya olup, hayalve kuruntudan başka birşey değildir. Hernekadar bilinmeyen âlemin nurlan bu nurlan alacak kabiliyette olan nefislere şualar halinde gelmektedir. Ancak bu kapının açılması, kapıyı Allah’ın adını anarak çalanlara olmaktadır. Bu cihandaki mevcut mânevi tat,lezzet ve zevkleri inkâr eden ve bunlann bir boş hayalden ibaretolduğunu iddia eden kalb gözü körler, cima’ iktidan olmayanıncima’ lezzetini inkâr etmesine benzerler ve hayvanları meleklerdenüstün görmüş olurlar.Ya Rabbi, bizi hiddet ve şehvetine esir olanlardan değil, İlâhirahmetine nail olan kullarından eyle.MANZUMEKalbinde nefs-i nâtıkayı bil özün özüViranede hazine misâli saklanmış yüzüBedenin pınan odur ,kendini iyi bilÇünkü bu benlik ondan serabdır, o değilNefs-i natıka herkese hayat veren denizdirİnsan hakikati ona, intisab edicidirFiili kemâl-i hikmet, sözü dosdoğruHubbu vefa-i daim, hüsnü (güzelliği) hayat yoluMirac-ı vasıl-ı nâtıkayı dilde taleb kılYoksa misâl diye yakar bedeni her şehâbEy Hakkı, kim Hakkı bildiyse bildi nefsiniZahmet yok, taklid için ihtiyarı, gencini.
212
MARİFETNAME
KISIM: 6ALEMİN ÖZÜNÜN İNSAN-I KAMİL OLDUĞU VE İNSANINİBADETLE RIZA MAKAMINI BULABİLECEĞİEy Aziz! Marifet ehli diyorlar ki:Dokuz felek ve üç unsur »toplam 12 perde .hurma çekirdeğindebulunan etli kısım gibi toprak noktasım her yandan sarmışlardır.Bu 12 kat perde, toprağın elbisesi gibidirler. Kıymet itibariyle toprak onlardan hem üstün ve hem kıymetlidir. Toprak maden vebitkiye ,bitki de hayvana örtü ve elbise olmuştur. Hayvan, insanvücudunun, vücut kalbin elbisesi olup .insanın kalbi de Allah’ı bilmenin ve tanımanın yeri ve sevginin temelidir. Demek oluyor ki,cihanın özü Allah’ı bilen ve tanıyan insandır.Bu kâmil insanın ne derece şan sahibi olduğunu, ne derecebüyük olduğunu bir kez düşünsene. O şanlı ve kâmil insan 15 katelbise giymiş, şeriat sancağı ve sevgi tacıyla yaratıklar içinde enbüyük sultan olmuştur. Zira bütün kâinat ona yardımcı ve hizmetçi kılınmıştır. Şeriat, onun şahsında kemâle ermiştir. Onun sözleride güzel, işleri de güzel, ahlâkı da güzeldir. Çünkü o, ResûlüllahSA.V.’in :«Şeriat sözlerim, tarikat hareketlerim, hakikat de ahvalimdir.»hadisine uymuşlardır.Demek oluyor ki, hadiste geçen bu üç alâmet kimde var ise o,hem mü’min, hem ârif ve hem de kâmil bir insandır. Alâmetlerinikisi bulunursa mü’min ve ariftir. Bir tanesi var olursa mü’min vegafil, hiçbiri olmazsa bilgisiz ve cahildir. Alem bir insan olarak kabul edlmiş ,onun nurlu kalbi olarak da insani kâmil olmuştur.FARSÇA BEYİT Ne felekte olur ne de melekte varİnsanların kalbinde bulunanlar.Bu izahlardan anlaşılıyor ki, insamn kendi dilediği şekilde birŞey yapma kudreti yoktur. Bunun için de kendi isteklerini terket-miştir. Hernekadar insan yaratılmışların kâmili ve marifet yönünden mâhiri ise de .istediğini elde etmek yönünden âcizdir. Meselâ,peygamberlerin, velilerin, nice sultan, abid ve zenginlerin binlerevaran istekleri gerçekleşmemiş ve nice binlere varan işleri de İstemedikleri halde, kendiliğinden meydana gelmiştir. Demek ki, İnsanların hepsi âlim, cahil, tebaası olan sultan da olsa istediklerini
213
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
elde etme hususunda âcizdir ve işlerinin düzene konulması hususunda ise şaşkındır. İsteği olmayan ise rahat ve huzur içindedir.Kâmil insan, hakikate ve sırra erdiği için bilir ki kimse kendidilediğini elde edemez. Ne kadar çok çalışsa da bir dereceden ileriyegidemez. Öyle ise isteği ve tedbiri terkedip Allah’a tevekkül etmekgerek. İki dünyanın saadeti ancak böyle dünyevî zevkleri terket-mekle her çeşit korku ve kederden uzak kalmakla temin olunur.Cenabı Hak buyuruyor ki:
«Ey mü’minler,
hoşunuza gitmemesine rağmen, din düşman-
lanyle savaşmak
üzerimize farz kılındı. Hoşunuza gitmediği halde
hakkınızda hayırlı
olan, hoşunuza gittiği halde hakkınızda sır olannice
şeyler vardır.
Siz bunları bilmezsiniz, Allah bilir.»(Bakara sûresi, âyet: 216)Bu âyetten anlaşıldığı gibi »insanlar neyin hayır ve neyin şerolduğunu bilmekten âcizdirler. Kâmil insan bu sırra erdiğine göre, onun bütün işleri Hakkın nzasına uygun olmuş demektir.Kâmil insan kendini Allah’a teslim etmiş, O’nun huzurunadurmuş, hükümlerine razı olmuş olup, tercih, azm, tedbir ve seçme namına birşeyi kalmamıştır. Bütün isteğini, ümidini, dua ve yakarışım kaldırmış ve isteklerinden vazgeçmekle her türlü arzuve isteğine nail olmuştur. Nefsiyle ölmüş, aşkıyla dirilmiş, huzurve mutluluğa ermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder