12 Aralık 2021 Pazar

NEFSİN 19 AFETİ

 

NEFSİN 19 AFETİ

NEFSİN 19 AFETİ

1.Cehalet  2.Cimrilik  3. Dedikodu  4.Fitne fesat  5. Haset  6. Hırs  7. İsyan  8.Kötü alışkanlıklar  9. Kin ve nefret  10. Kibir  11.Küfür  12.Mürayilik  13. Nankörlük  14. Öfke ve geyz  15.Sabırsızlık  16.Vefasızlık  17.Yalan  18.Zan  19. Zulüm

NEFSİN 19 AFETİ

Nefs 19 kötü afet taşımaktadır.
74 / MUDDESSİR - 30: Aleyhâ tis'ate aşer(aşare). Onun üzerinde 19 vardır. 
Bu afetlerden herbiri şeytan için bir sığınaktır. Şeytan bu sığınaklara ulaşarak insanı dalâlete düşürmek için tesirlerini yani telkinlerini gönderir. 
Bu nefsani telkinler insana hangi ölçüde tesir ederse, o ölçüde idlâle veya iğvaya düşer. 
Nefsani talep, ruhun talebiyle paralel olabilir. 
Bu noktada insan ihlâsta yani velâyetin 6. kademesindedir. 
Nefsani talep, ruhun talebinden farklı olarak tezahür edebilir. 
İnsan bu farklı tezahür eden talebe uyarak bir amel işlerse derecat kaybeder. 
Derecat kaybetmek ise, nefse ve ruha yapılmış bir zulümdür.
4 / NİSÂ - 78: Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin 
muşeyyedeh (muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah'tandır.” derler. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah'ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar? 4 / NİSÂ - 79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin 
fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana kötülükten 
(seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter. Bir peygamberin kendisinden sâdır olan davranışlarının hiçbirisi nefsani değildir. Çünkü peygamber Allah’ın tasarrufundadır.
Nefste mevcut olan, 19 şerr odağı sebebiyle insan bir talebin sahibi ise bu talebin sonunda şer kazanması mutlaktır. Bu nedenledir ki insana isabet eden her kötülük nefste mevcut olan bu 19 şerr kaynağın, herhangi birisinin sebebiyledir. 
2 / BAKARA - 186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ 
deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. 
Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. 
O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). 
Bu âyet-i kerime ile insan neyi dilerse, Allah ona icabet etmeye söz vermiştir. Dilenen şey ise bazen hayırdır. Ruhun talebine uymuş, Allah’ın emrini yerine getirmek istemişdir. Bazen de şerr olabilir. Bu durumda, nefs şerri dilediği için “şerr” nefsten kaynaklanmaktadır. 
Yani şerr 
insanın nefsindendir. Ruhun talebi, Allah’ın talebiyle, çakıştığı için, Allahû Tealâ, “hayır 
bizdendir” buyuruyor.
Allah’a doğru yola çıkınca nefs üzerindeki insanın iradi kontrolü artar. Tezkiyeye ulaşıldığı zaman nefs aşağıda belirtilen 19 afet itibariyle iradi kontrol altına alınmış olur.

1. KİN VE NEFRET
Kin ve nefret nefsin yenilmesi güç afetlerindendir. 
5 / MÂİDE - 8: Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bil kıstı ve lâ 
yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu lit takva 
vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah için kavvâmîn olun 
(hakkı ayakta tutun)! Adaletli şâhidler olun! Ve bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi 
adaletten saptırmasın. Adil davranın! O takvaya en yakın olandır. Allah'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır. 
5 / MÂİDE - 62: Ve terâ kesîran minhum yusâriûne fîl ismi vel udvâni ve eklihimus 
suht(suhti) lebi’se mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve onlardan bir çoğunun günahda, düşmanlıkta ve haram yemekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötü. 
5 / MÂİDE - 64: Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Yahudi'ler: "Allah'ın eli bağlıdır (Allah cimridir)" dediler. Onların elleri bağlandı. Ve bu 
sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilakis! O'nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infâk eder (verir). Ve Rabb'inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik (ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve onlar yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez. 
5 / MÂİDE - 14: Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî fe agraynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) ve sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn(yasnaûne).
Ve muhakkak ki biz “nasârâyız” diyenlerden misaklarını aldık, gene de uyarıldıkları 
hususlardan (kendilerine hatırlatılan şeyden) bir pay almayı (nasiplerini) unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık, kin ve nefret saldık. Allah yakında, onlara yapmış olduklarını haber verecek. 
3 / ÂLİ İMRÂN - 118: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ 
ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey âmenû olanlar! Kendinizden (mü'minlerden) başkalarını sırdaş edinmeyin. Onlar sizi 
fesada düşürmekten geri kalmazlar ve size sıkıntı verecek şeyleri temenni ettiler. Kin ve öfkeleri ağızlarından (sözlerinden) belli olmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şey (kinleri) daha da büyüktür. Akıl etmiş olsaydınız, size âyetleri açıklamıştık. 
Allah’ın yardımıyla nefs başlangıçta tezkiye edilip kontrol altına alınarak, bu şerr kaynağı nefsin tasfiyesiyle tamamen ortadan kaldırılır. 
9 / TEVBE - 15: Ve yuzhib gayza kulûbihim, ve yetûbullâhu alâ men yeşâu, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun). Ve onların kalplerindeki öfkeyi giderir. Ve Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Ve Allah; Alîm'dir (bilen), Hakîm'dir (hikmet sahibi, hüküm sahibi). Tövbenin kabulü, ancak Tövbe-i Nasuh'a davet ile mümkündür. Çünkü tövbenin esası bir daha günah işlememek üzere Allah’a verilen bir Ahd'dir. Fakat, şerr kaynaklar nefste durdukça bu mümkün değildir. 
Bu 19 şerr kaynak, ihlâsla temizlenince Allah kişiyi Tövbe-i Nasuh'a davet eder. 
59 / HAŞR - 10: Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm (rahîmun).
Ve onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz bizi ve bizden önce îmân ile geçmiş (göç etmiş) olan kardeşlerimizi mağfiret et. Ve kalplerimizde âmenû olanlara karşı kin bırakma. Rabbimiz, muhakkak ki Sen; Rauf'sun, Rahîm'sin.” derler. 

2. KÜFÜR
Küfür nefsin bünyesindeki afetlerden en korkuncudur. Kişi kâfirse ameli boşa gitiği için 
sevapları mizana kabul edilmez. Sevap tarafında sadece başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle kazandığı pozitif dereceler vardır. Başkalarının kendisine yaptığı zulüm sebebiyle kazandığı pozitif dereceler hiçbir zaman kendi serbest iradesiyle kazandığı negatif derecelerden fazla olamaz. Negatif derecelerin pozitif derecelerden fazla olması hasebiyle sonsuza kadar cehennemde azap çeker. Kâfirlerin mizanında günah tarafında kendisinin kazandığı negatif dereceler vardır. Kıyâmet günü kendisi için mizan tutulmayanlar Allahû Tealâ’nın âyetleriyle ve resûlleriyle alay edenlerdir.
18 / KEHF - 105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen). İşte onlar, Rab'lerinin âyetlerini ve O'na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
18 / KEHF - 106: Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî 
huzuvâ(huzuven).
(Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle, onların cezası işte bu cehennemdir. 
14 / İBRÂHÎM - 34: Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh(se’eltumûhu), ve in teuddû 
ni’metallâhi lâ tuhsûhâ,innel insâne le zalûmûn keffâr(keffârun).
Ve ondan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer Allah'ın ni'metini saysanız onu 
sayamazsınız. Muhakkak insan, gerçekten çok zalim ve çok nankördür (inkârcıdır). 
3 / ÂLİ İMRÂN - 136: Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min 
tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
İşte onların mükâfatları, Rab'lerinden mağfiret ve altlarından nehirler akan, içlerinde devamlı kalacakları cennetlerdir. (Böyle) amel edenlerin mükâfatları ne güzel! 
76 / İNSÂN (DEHR) - 24: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tutı’minhum âsimen ev 
kefûrâ(kefûren). Artık Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan kâfir veya günahkâr olanlara itaat etme. 
50 / KAF - 24: Elkıyâ fî cehenneme kulle keffârin anîdin.“Bütün inatçı kâfirleri cehenneme atın!” 
2 / BAKARA - 257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne). 
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. 
İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır. 
49 / HUCURÂT - 7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne). Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. 

3. YALAN, TEKZİB
43 / ZUHRÛF - 25: Fentekamnâ minhum fanzur keyfe kâne âkıbetul 
mukezzibîn(mukezzibîne). Bunun üzerine onlardan intikam aldık. İşte bak, yalanlayanların akıbeti (sonu) nasıl oldu! 61 / SAFF - 2: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lime tekûlûne mâ lâ tef’alûn(tef’alûne).
Ey âmenû olanlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? 
61 / SAFF - 3: Kebure makten indallâhi en tekûlû mâ lâ tef’alûn(tef’alûne).
Yapmayacağınız bir şeyi söylemeniz Allah'ın katında, büyük suç oldu. 
4 / NİSÂ - 112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir suçsuzun üzerine 
atarsa, o taktirde o, iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş olur. 

4. ZULÜM
Zulüm zalime derecat kaybettirir, mazluma ise derecat kazandırır.
4 / NİSÂ - 30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nârâ(nâran). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır. 
33 / AHZÂB - 72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en 
yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen 
cehûlâ(cehûlen). Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir. 
14 / İBRÂHÎM - 34: Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh(se’eltumûhu), ve in teuddû 
ni’metallâhi lâ tuhsûhâ,innel insâne le zalûmûn keffâr(keffârun).
Ve ondan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer Allah'ın ni'metini saysanız onu 
sayamazsınız. Muhakkak insan, gerçekten çok zalim ve çok nankördür (inkârcıdır). 

5. HASED VE DÜŞMANLIK
İnsanların fırkalara ayrılması, birleşmemesi, tevhidi gerçekleştir-memesi hep hased ve 
düşmanlık sebebiyledir. 60 / MUMTEHİNE - 4: Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tû’minû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’İn, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr(masîru).
Hz. İbrâhîm ve onunla beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah'tan başka taptığınız şeylerden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Ve siz, Allah'ın tek oluşuna inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen düşmanlık ve öfke başladı.” Hz. İbrâhîm'in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim (mağfiret dileyeceğim). (Ancak) Allah'tan sana gelecek bir şeyi önlemeye malik değilim, sözü (demesi) hariç. Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş, ulaşma), Sana'dır.” 
4 / NİSÂ - 54: Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, fe kad âteynâ âle 
ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).
Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere haset mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna) kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik. 
2 / BAKARA - 109: Vedde kesîrun min ehlil kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum kuffârâ(kuffâran), haseden min indi enfusihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hakk(hakku), fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih(emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). Ehli kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık beyan olduktan sonra, nefslerindeki hasetten dolayı, sizi îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. Artık, Allah (bu husustaki) emrini getirinceye kadar bağışlayın ve hoşgörün. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.

6. CEHALET
İnsanın Allah yolunda yükselmemesi cehaleti sebebiyledir. 33 / AHZÂB - 72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu 
yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir. 2 / BAKARA - 80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne). Ve (emaniyeye tâbî olanlar): “Ateş bize, sayılı günlerden başka asla dokunmayacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah'ın katından bir ahd mi edindiniz?” O taktirde (Eğer böyle bir ahd almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez. Yoksa 
Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? 
2 / BAKARA - 169: İnnemâ ye’murukum bis sûi vel fahşâi ve en tekûlû alâllâhi mâ lâ 
ta’lemûn(ta’lemûne). O size sadece kötülüşü, fuhşu (hayasızlığı) ve Allah'a karşı (Allah hakkında) bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. 

7. CİMRİLİK
Cimrilik Allahû Tealâ’nın zekât, birr ve sadaka emirlerini yerine getirmeye en büyük 
engeldir.17 / İSRÂ - 100: Kul lev entum temlikûne hazâine rahmeti rabbî izen le emsektum haşyetel infâk(infâkı), ve kânel insânu katûrâ(katûren). 
De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazineleri(ne) malik (sahip) olsaydınız, o zaman infâk (harcanıp tükenecek) korkusu ile (onu) mutlaka (elinizde) tutardınız.” İnsan çok cimridir. 
57 / HADÎD - 24: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhl(buhli), ve men yetevelle feinnellâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu). Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Ve kim dönerse, o taktirde muhakkak ki Allah; O, Ganî'dir (zengindir), Hamid'dir (hamdedilendir). 
47 / MUHAMMED - 38: Hâ entum hâulâi tud’avne li tunfikû fî sebîlillâh (sebîlillâhi), fe 
minkum men yebhal(yebhalu), ve men yebhal fe innemâ yebhalu an nefsih(nefsihî), vallâhul ganiyyu ve entumul fukarâu, ve in tetevellev yestebdil kavmen gayrekum summe lâ yekûnû emsâlekum. İşte siz böylesiniz. Allah yolunda infâk etmeye davet edilirsiniz, buna rağmen sizden bir kısmınız cimrilik yapar. Ve kim cimrilik yaparsa o taktirde sadece kendi nefsi için cimrilik yapar. Ve Allah Gani'dir (zengindir). Ve sizler fakirsiniz. Ve eğer siz (haktan) dönerseniz, (sizi) sizden başka bir kavimle değiştirir. Sonra onlar sizin gibi (cimri) olmazlar. 

8. ÖFKE, GAYZ
Öfke ve gayz, her an yanlış adımlar atmaya sebep olan afetlerdir.
3 / ÂLİ İMRÂN - 118: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ 
ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne). Ey âmenû olanlar! Kendinizden (mü'minlerden) başkalarını sırdaş edinmeyin. Onlar sizi fesada düşürmekten geri kalmazlar ve size sıkıntı verecek şeyleri temenni ettiler. Kin ve öfkeleri ağızlarından (sözlerinden) belli olmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şey (kinleri) daha da büyüktür. Akıl etmiş olsaydınız, size âyetleri açıklamıştık. 
3 / ÂLİ İMRÂN - 119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil 
kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). 
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir. 
3 / ÂLİ İMRÂN - 120: İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît(muhîtun). Şayet size bir hasenat (güzellik) dokunursa onları hüzünlendirir. Ve şayet size bir seyyiat (kötülük) isabet ederse, onunla ferahlanırlar (ona sevinirler). Ve eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız, onların hileleri size hiçbir şeyle zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını (ilmi ile) kuşatandır (bilendir). 

9. İSYAN
İsyan Allah’ın emirlerine itaat etmeye mani olan afettir.
19 / MERYEM - 44: Yâ ebeti lâ ta’budiş şeytân(şeytâne), inneş şeytâne kâne lir rahmâni 
asıyyâ (asıyyen).
Ey babacığım, şeytana kul olma! Muhakkak ki şeytan, Rahmân'a asi oldu. 
73 / MUZZEMMİL - 15: İnnâ erselnâ ileykum resûlen şâhiden aleykum kemâ erselnâ ilâ 
fir'avne resûlâ(resûlen). Muhakkak ki Biz, size, üzerinize şahit olacak bir resûl gönderdik. Firavuna resûl gönderdiğimiz gibi. 
73 / MUZZEMMİL - 16: Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ(vebîlen). 
Fakat firavun resûle asi oldu. Bunun üzerine onu çok ağır bir yakalayışla ahzettik (tutup aldık). 
19 / MERYEM - 14: Ve berren bi vâlideyhi ve lem yekun cebbâren asıyyâ(asıyyen).
Anne ve babasına karşı birr sahibiydi. Ve o, asi, cebbar değildi. 
49 / HUCURÂT - 7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne). Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. 

10. SABIRSIZLIK
Herşeyin vakti gelecektir. Sabırsızlık göstermeden hedefe doğru gayretle yürümek gerekir. Sabırsızlık nefsimizdeki önemli afetlerdendir.
21 / ENBİYÂ - 37: Hulikal insânu min acel(acelin), seurîkum âyâtî fe lâ 
testa’cilûn(testa’cilûni). İnsan aceleci olarak yaratıldı. Size âyetlerimi göstereceğim. Artık Benden acele istemeyin. 
19 / MERYEM - 84: Fe lâ ta’cel aleyhim, innemâ neuddu lehum addâ(adden).
Artık onlar için acele etme. Biz, sadece onlara (günlerini) saydıkça sayıyoruz. 
20 / TÂHÂ - 114: Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en 
yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen). 
İşte Hakk ve Melik olan Allah, Yüce'dir. Ve Kur'ân'ın tamamlanması hususunda O'nun vahyi, sana kada edilmeden (tamamlanmadan) önce acele etme. Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de. 
17 / İSRÂ - 11: Ve yed’ul insânu biş şerri duâehu bil hayr(hayri), ve kânel insânu 
acûlâ(acûlen).
İnsan, (sanki) onun duası hayırmış (gibi) şerre dua eder. İnsan, çok aceleci olmuştur. 

11. GURUR, KİBİR
İnsanların büyük bir kısmı gurur ve kibirleri yüzünden hem ahiret mükâfatını hem de dünya saadetini kaybederler, çünkü onlara gök kapıları açılmaz.
40 / MU'MİN - 56: İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî 
sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr(basîru). Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sinelerinde sadece (Allah'a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık Allah'a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir. 
11 / HÛD - 10: Ve le in ezaknâhu na'mâe ba'de darrâe messethu le yekûlenne zehebes 
seyyiâtu annî, innehu le ferihun fahûr(fahûrun).
Ve eğer ona darlık isabet ettikten sonra, ona ni'met tattırırsak, mutlaka: “Kötülükler benden gitti.” der. Muhakkak ki o, şımarık bir övünen (böbürlenen)dir. 
2 / BAKARA - 206: Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu 
cehennem(cehennemu), ve le bi’sel mihâd(mihâdu).
Ve ona: “Allah'a karşı takva sahibi ol.” denildiği zaman, izzet (nefsin gururu) onu günahla tutar (mani olup onu günaha sokar). Artık ona cehennem yeter ve elbette (o) kötü bir döşektir. 
7 / A'RÂF - 40: İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti) ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîne). 
Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah'a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız. 

12. HIRS, ŞEHVET
Hırs ve şehvet insana Allah’ın yolunda çok derecat kaybettiren ve çok pişmanlık çektiren iki afettir.
70 / MEÂRİC - 19: İnnel insâne hulika helûâ(helûan). Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı. 
64 / TEGÂBUN - 16: Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Artık Allah'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir. 

13. NANKÖRLÜK
Allah'ın insana olan ihsanlarını görmezliğe gelmek veya hiçe saymak nankörlüktür.
11 / HÛD - 9: Ve le in ezaknal insâne minnâ rahmeten summe neza'nâhâ minh(minhu), 
innehu le yeûsun kefûr(kefûrun).
Ve insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonra onu ondan çekip alsak, muhakkak ki o, tamamen ümitsiz bir nankör (kâfir) olur. 
22 / HACC - 66: Ve huvellezî ahyâkum summe yumîtukum summe yuhyîkum, innel insâne le kefûr(kefûrun).
Ve size hayat veren, sonra sizi öldürecek olan, sonra da sizi diriltecek olan, O'dur. Muhakkak ki insan, gerçekten nankördür. 
35 / FÂTIR - 36: Vellezîne keferû lehum nâru cehennem(cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr(kefûrin).
Ve inkâr edenler (Allah'a ulaşmayı dilemeyenler). Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar için karar verilmez ki böylece (bu karar gereğince) ölsünler ve onun azabı, onlardan hafifletilmez. İşte Biz, bütün inkâr edenleri böyle cezalandırırız. 
43 / ZUHRÛF - 15: Ve cealû lehu min ibâdihî cuz’â(cuz’en), innel insâne le kefûrun 
mubîn(mubînun). Ve O'na, kullarından bir kısmını isnad ettiler. Muhakkak ki insan, mutlaka apaçık inkâr edicidir. 
17 / İSRÂ - 67: Ve izâ messekumud durru fîl bahri dalle men ted’ûne illâ iyyâh(iyyâhu), fe lemmâ neccâkum ilel berri a’radtum, ve kânel insânu kefûrâ(kefûren).
Ve size, denizde bir darlık (tehlike) dokunduğu zaman, sadece o hariç, dua ettikleriniz sapıp gider. Fakat sizi, karaya çıkarınca (kurtarınca) yüz çevirirsiniz. Ve insan çok nankördür. 

14. DEDİKODU, GIYBET, İFTİRA
Allahû Tealâ biraraya gelen kullarının Allah'tan bahsetmesini ve böylece zikir yaptıkları için Allah’ın salâvât nuru ile ferahlanmalarını ister. İnsanlar ise dedikodu ve gıybetle Allâh'tan değil, insanlardan bahsederek ve nefslerinden de birşeyler katarak derecat kaybetmektedirler.
49 / HUCURÂT - 12: Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz 
zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu), vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs 
etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin 
dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah'a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, 
tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır. 
68 / KALEM - 10: Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin). Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme. 
68 / KALEM - 11: Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin). Devamlı kusur arayanlara, lâf taşıyanlara (itaat etme). 
68 / KALEM - 12: Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin). Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme). 
24 / NÛR - 15: İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm(azîmun).
Onu (iftirayı) dillerinizle anlatıyordunuz (soruyordunuz) ve hakkında sizin bilginiz olmayan 
bir şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz. Ve o, Allah'ın katında büyük (bir suç) olduğu halde siz, onu önemsiz sandınız. 
24 / NÛR - 16: Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ 
subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun). Ve onu işittiğiniz zaman: “Bizim bunu konuşmamız olmaz (bize yakışmaz), sen Sübhan'sın (Allah'ım Sana sığınırız). Bu büyük bir bühtan (uydurulmuş bir iftira)dır.” deseydiniz olmaz mıydı (demeniz gerekmez miydi)? 
4 / NİSÂ - 112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen). Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o taktirde o, iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş olur. 

15. ZAN
Başkaları hakkında onların belki de yapmadıkları birşeyi onlar yapmış gibi düşünmek zandır. Bu düşünce, o kişiyi görmediğimiz halde bir suç işliyormuş gibi bir hükme sürüklerse o zaman bu zan büyük bir günahtır.
53 / NECM - 23: İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus(enfusu), ve lekad câehum min rabbihimul hudâ.
Onlar (bu isimler) ancak sizin ve babalarınızın onları isimlendirdiğiniz isimlerdir. Allah 
onlara hiçbir sultan (delil) indirmedi. Onlar sadece zanna ve nefslerinin arzuladığı şeylere tâbî oluyorlar. Ve andolsun ki, onlara Rab'lerinden hidayet geldi. 
49 / HUCURÂT - 12: Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’daz 
zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu), vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs 
etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin 
dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? 
Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah'a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, 
tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır. 
53 / NECM - 28: Ve mâ lehum bihî min ilm(ilmin), in yettebiûne illez zann(zanne), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey’en).
Ve onların (melekler konusunda) bir ilmi yoktur. Onlar sadece zanna tâbî olurlar. Ve 
muhakkak ki zan, Hak'tan yana hiçbir şeye fayda sağlamaz. 
38 / SÂD - 27: Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ bâtıla(bâtılen), zâlike 
zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nâr(nâri).
Ve gökyüzünü, arzı ve ikisi arasındaki şeyleri bâtıl (boşuna) yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Artık ateş sebebiyle (azap edilecekleri için) inkâr edenlerin vay haline. 
10 / YÛNUS - 66: E lâ inne lillâhi men fîs semâvâti ve men fîl ard(ardı), ve mâ yettebiullezîne yed'ûne min dûnillâhi şûrekâ(şûrekâe), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne). 
Semalarda ve yeryüzünde olan kimseler muhakkak Allah'ındır, öyle değil mi? Allah'tan başka ortaklara dua edenler (ibadet edenler) neye tâbî oluyorlar? Ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece tahmin ederler (yalan uydururlar). 
10 / YÛNUS - 36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â (şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne). 
Ve onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir. 
7 / A'RÂF - 30: Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş 
şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki onlar, Allah'tan başka şeytanları dostlar edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini zannediyorlar. 
6 / EN'ÂM - 148: Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ 
harremnâ min şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ 
tahrusûn(tahrusûne). 
Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda ilimden bir şey var mı? Öyleyse (varsa) onu bize çıkarın. Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” 
6 / EN'ÂM - 116: Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi), in 
yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalan uydururlar. 

16. İPTİL 
Allah’ın yasak ettiği şeylere olan aşırı ilgi ve bunun sonunda doğan vazgeçilmesi çok zor olan alışkanlıklar iptilâdır.
5 / MÂİDE - 90: Yâ eyyuhâllezîne âmenû innemel hamru vel meysiru vel ensâbu vel ezlâmu ricsun min ameliş şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! Ancak şarap, kumar, (tapınmak için konulan) dikili taşlar (putlar) ve fal okları, şeytanın işlerinden pis şeylerdir. Artık bunlardan kaçının. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz. 
5 / MÂİDE - 91: İnnemâ yurîduş şeytânu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh(salâti), fe hel entum 
muntehûn(muntehûne).
Oysa ki şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve, sizi Allah'ı 
zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Siz artık (bunlara) son verdiniz mi? 

17. VEFASIZLIK
Bir söz veya bir yeminin İslâm’da mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Kim sözlerini veya 
yeminlerini yerine getirmiyorsa ahde vefa etmemiş oluyor. Vefasızlık ise nefsimizin ciddi bir afetidir.
17 / İSRÂ - 34: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga 
eşuddeh(eşuddehu), ve evfû bil ahd(ahdi), innel ahde kâne mes’ûlâ(mes’ûlen).
En kuvvetli çağına (bulûğa) erişinceye kadar, yetimin malına en güzel şekilde olmadıkça yaklaşmayın! Ve ahdi ifa ediniz (yerine getiriniz)! Muhakkak ki ahd, mes'ul (sorumlu) kılar. 
6 / EN'ÂM - 152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga 
eşuddeh (eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça 
yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti. 
16 / NAHL - 91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ(kefîlen), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
(Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman Allah'ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah'a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah'ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir. 
4 / NİSÂ - 155: Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimul enbiyâe bi gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf(gulfun). Bel tabaallâhu aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Bu, onların misaklarını nakzetmeleri (bozmaları) ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, 
peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve onların “kalplerimiz örtülü” sözleri sebebiyledir. 
Hayır (tam aksi), Allah, küfürlerinden dolayı onların (kalplerinin) üzerini mühürledi, böylece onların pek azı hariç îmân etmezler (edemezler). 
13 / RA'D - 20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 
2 / BAKARA - 27: Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh(mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard(ardı) ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Onlar (fâsıklar), (kâlû belâ günü Allah'a verdikleri) misaklarından sonra Allah'ın Ahdi`ni 
bozarlar. Ve Allah'ın, O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. Ve (başka 
insanların, ruhlarını Allah'a ulaştırmalarına da mani olurlar. Ve bu sebeple) yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar (kazandıkları pozitif dereceler negatif derecelerden az olup) hüsranda olanlardır. 
36 / YÂSÎN - 60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). 
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? 
Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 
36 / YÂSÎN - 61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). 
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır. 
36 / YÂSÎN - 62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû 
ta’kılûn(ta’kılûne). 
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz? 
20 / TÂHÂ - 115: Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu 
azmâ(azmen).
Ve andolsun ki Âdem (A.S)'a ahd verdik, fakat o unuttu. Ve onu, azîmli bulmadık. 

18. MÜRAYİLİK
Halk arasında iki yüzlülük olarak anılan mürayilik insanın, kalbi ile yaptıklarının farklı 
olmasıdır. Allah ise kalbimiz ile davranışlarımızın eşit olmasını ister.
2 / BAKARA - 264: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel ezâ, kellezî yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), fe meseluhu ke meseli safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ(salden), lâ yakdirûne alâ şey’in mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve yevm'il âhire inanmayarak, malını insanlara riya (gösteriş) için infâk eden (veren) kişi gibi, sadakalarınızı minnetle (başa kakarak) ve eza ile bâtıl etmeyin (boşa çıkartmayın). ışte onun durumu, üzerinde toprak bulunan sert bir kayaya benzer ki, ona kuvvetli bir yağmur isabet edince, böylece (üzerindeki toprağın gidip), onu (tekrar) sert (verimsiz) bir kaya halinde bırakması gibidir. Onlar kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah, kâfirler kavmini hidayete erdirmez. 
4 / NİSÂ - 142: İnnel munâfikîne yuhâdiûnallahe ve huve hâdiuhum, ve izâ kâmû ilâs salâti kâmû kusâlâ yurâunen nâse ve lâ yezkurûnallâhe illâ kalîlâ(kalîlen).
Muhakkak ki münafıklar, Allah'a hile yaparlar. Oysa O (Allah), onlara hile yapandır. Ve 
onlar, namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı pek az zikrederler. 
8 / ENFÂL - 47: Ve lâ tekûnû kellezîne haracû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve 
yasuddûne an sebîlillâh (sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya'melûne muhît(muhîtun).
Ve siz, diyarlarından (yurtlarından) kibirle (gururla, çalımla) ve insanlara gösteriş yaparak çıkan kimseler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Ve Allah, yaptığımız şeyleri (ilmiyle, hakimiyetiyle, hükmüyle) kuşatandır. 
4 / NİSÂ - 38: Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil 
yevmil âhir(âhiri). Ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fe sâe karînâ(karînen).
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah'a ve ahiret gününe (insan 
ruhunun hayatta iken Allah'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır. 

19. FİTNE, FESAD
İnsanların tevhid akidesinin gereği olarak Sıratı Mustakîm üzerinde bulunmaları ve tek bir fırka oluşturmaları Allah’ın emridir. İnsanların arasına fit sokarak onları birbirine düşman yapmak veya bu istikamette çalışmak fitne çıkarmaktır. Fesad da benzer anlamdadır. 
5 / MÂİDE - 64: Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Yahudi'ler: "Allah'ın eli bağlıdır (Allah cimridir)" dediler. Onların elleri bağlandı. Ve bu 
sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilakis! O'nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infâk eder (verir). Ve Rabb'inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik (ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve onlar yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez. 
2 / BAKARA - 60: Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnâdrib bi asâkel hacer(hacere) 
fenfeceret minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum kulû veşrebû min rızkıllâhi ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Musa (a.s), kavmi için su istemişti. Bunun üzerine: “Asânla taşa (kayaya) vur.” dedik. Böylece ondan (kayadan) on iki pınar fışkırdı. İnsanların hepsi kendi içeceği yeri (pınarını) bilmişti. Allah'ın rızkından yeyin, için ve sakın azıp yeryüzünde fesat çıkaranlar olmayın. 
2 / BAKARA - 191: Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh(fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn(kâfirîne).
Onları (size savaş açanları), bulduğunuz (yakaladığınız) yerde öldürün. Sizi çıkardıkları 
yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Fitne (çıkarmak), (adam) öldürmekten daha 
şiddetlidir (kötüdür). Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat eğer (orada) sizinle savaşırlarsa (sizi öldürmeye kalkarlarsa), o taktirde (siz de) onlarla savaşın (onları öldürün). Kâfirlerin cezası işte böyledir. 
2 / BAKARA - 217: Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh(fîhi), kul kıtâlun fîhi 
kebîr(kebîrun), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu indallâh(indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl(katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh(âhireti), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Sana haram (hürmetli) aydan ve onun içinde yapılan savaştan soruyorlar. De ki: “Onun içinde (o ayda) savaş büyük (günahtır). (Fakat insanları) Allah yolundan saptırmak (alıkoymak) ve O'nu inkâr etmek, (mü'minlere) Mescid-i Haram'ı (yasaklamak) ve onun halkını oradan (Mekke'den sürüp) çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür (büyük günahtır). Ve fitne, (adam) öldürmekten de daha büyüktür (bir suç ve günahtır). Eğer onların güçleri yetse (yapabilseler), sizi dîninizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Sizden kim dîninden dönerse, o taktirde o, kâfir olarak ölür. Bu sebeple işte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve işte onlar, ateş ehlidir. ve onlar, orada ebediyyen kalacak olanlardır.” 
2 / BAKARA - 193: Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu lillâh(lillâhi), fe inintehev fe lâ udvâne illâ alez zâlimîn(zâlimîne).
Ve fitne kalmayıncaya ve dîn, Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın (onları öldürün). 
Bundan sonra eğer vazgeçerlerse o zaman zâlimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur. 
8 / ENFÂL - 39: Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe 
inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr(basîrun).
Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun (savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir. 
8 / ENFÂL - 73: Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'dın, illâ tef'alûhu tekun fitnetun fîl 
ardı ve fesâdun kebîr (kebîrun).
Kâfir olan kimseler birbirinin dostlarıdır. Onu yapmazsanız (birbirinizle dost olmazsanız) yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion