RUHUN 19 HASLETİ
RUHUN 19 HASLETİ
1 .ilim 2. Cömertlik 3. Ketumiyet 4.Tevhit 5. Edep 6. Kanaat 7.İtaat 8. Faziletler 9.Sevgi 10.Tevazu 11.İman 12.İhlas 13.Sakin 14.Sukünet 15.Sabır 16.Vefa 17. Doğruluk 18. Hakikat 19.Adalaet
1.SEVGİ
Sevgi, Allah’ın insana verdiği hasletlerin en üst seviyesinde olandır. Allahû Tealâ’dan nasıl
insana sonsuz bir sevgi akımı varsa insandan da başkalarına sonsuz bir sevgi akışını
öngörmektedir.
3 / ÂLİ İMRÂN - 119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil
kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel
gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın
tamamına îmân edersiniz.
Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları
zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak
ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Bizi sevmeyenleri bile sevmek Allah’ın temel görüşüdür. Bundan 14 asır önce hayra ulaşan
ve saadeti yaşayan bir toplum oluşmuştur. Bu sebeple o devre Asr-ı Saadet denmiştir.
Saadetin esasının, kitabın bütününe îmân etmek, yani sadece İslâm'ın 5 şartıyla değil, ruhun,
fizik vücudun nefsin ve iradenin teslimlerini tamamlayarak, amel etmek olduğu da açıklık
kazanmaktadır.
48 / FETİH - 29: Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri
ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen
sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve
meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî
yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti
minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen).
Allah'ın Resûl'ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O'nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok
şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve
Allah'dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte
bunlar, onların Tevrat'taki ve İncil'deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren,
böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir.
Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı
dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti.
60 / MUMTEHİNE - 8: Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni ve lem
yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbul
muksitîn(muksitîne).
Allah, dîn konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere
iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak
ki Allah, adaletli olanları (adaletle davrananları) sever.
59 / HAŞR - 9: Vellezîne tebevveûd dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere
ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne
bihim hasâsah(hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Ve onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalplerinde îmân yerleşmiş olanlar,
kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden)
dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve
onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o
taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir.
2.İMÂN
Îmân olmadan yolâ çıkmak mümkün değildir.
32 / SECDE - 15: İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve
sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).
Fakat Bizim âyetlerimize îmân edenler (âmenû olanlar) onlardır ki, (âyetlerimiz) zikredildiği
zaman (hemen) secde ederek yere kapanırlar. Ve Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve onlar
kibirlenmezler.
32 / SECDE - 18: E fe men kâne mu’minen ke men kâne fâsikâ(fâsikan), lâ
yestevun(yestevune).
Öyleyse mü'min olan kimse, fasık olan kimse gibi midir? Onlar müsavi (eşit) olmazlar.
3.DOĞRULUK
Doğruluk, her hatanın işlenmesine mani olacak en sağlam haslettir. Yalan, işlenen hatanın
örtülmesi için, gizlenmesi için başvurulan bir yanlış davranıştır.
9 / TEVBE - 43: Afâllâhu anke, lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve
ta'lemel kâzibîn(kâzibîne).
Allah seni affetti, sadık olanlar sana belli oluncaya ve yalancıları bilinceye (öğreninceye)
kadar niçin (beklemeyip) onlara izin verdin?
12 / YÛSUF - 26: Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne
kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
(Yusuf şöyle) dedi: "O beni elde etmek istedi. Onun (kadının) ailesinden bir şahit, şahitlik etti.
Eğer onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, o (bayan) doğru söylemiştir ve o (erkek)
yalancılardandır."
33 / AHZÂB - 70: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ(sedîden).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olun ve sedîd (doğru) söz söyleyin!
36 / YÂSÎN - 52: Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve
sadakal murselûn(murselûne).
"Eyvahlar olsun bize, mezarlarımızdan bizi kim beas etti (kaldırdı)? Bu, Rahmân'ın vaadettiği
şeydir. Ve resûller doğru söylemişler." dediler.
27 / NEML - 27: Kâle se nenzuru e sadakte em kunte minel kâzibîn(kâzibîne).
(Süleyman A.S): "Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın (yalancılardan mı oldun)
bakacağız." dedi.
4.ADÂLET
İnsanlar nefsleri dolayısıyla hata yaparlar. Bu hata başkalarına zarar verebilir. Böyle bir
durumda zarara uğrayanın zararının giderilmesi gerekir ki bu tatbikata, yani hakkın sahibine
teslimine adâlet denir.
3 / ÂLİ İMRÂN - 18: Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen
bil kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim
sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir,
Hakîm'dir.
5 / MÂİDE - 8: Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bil kıstı ve lâ
yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu lit takva
vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah için kavvâmîn olun
(hakkı ayakta tutun)! Adaletli şâhidler olun! Ve bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi
adaletten saptırmasın. Adil davranın! O takvaya en yakın olandır. Allah'a karşı takva sahibi
olun. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
5 / MÂİDE - 42: Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht(suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev
a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â(şey’en) ve in hakemte fahkum
beynehum bil kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn(muksıtîne).
Yalan söylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat'ın hükmüne razı
olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir.
Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve
şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki Allah
muksıtîn (âdil) olanları sever.
7 / A'RÂF - 29: Kul emere rabbî bil kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin
ved’ûhu muhlisîne lehud dîn(dîne), kemâ bedeekum teûdûn(teûdûne).
De ki: “Rabbim, adaletle davranmanızı ve bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza
ikame etmenizi emretti. Ve dînde ihlâsla O'na (Allah'a) dua edin. Sizi yarattığı gibi (O'na)
dönersiniz.”
10 / YÛNUS - 47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil
kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle
hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
7 / A'RÂF - 159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar).
Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
7 / A'RÂF - 181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle
hükmederler.
5.EDEB
Edeb, insanın kendi içinde, diğer insanlarla, mürşidiyle ve özellikle Allah ile ilişkilerinde en
saygılı davranış biçimini sergilemesidir. Bir kişinin makamının altında davranışı tevazu,
makamı seviyesinde davranışı vakar, makamından ötede davranışı kibirdir.
4 / NİSÂ - 148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime). Ve
kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).
Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin (söylemesi)
hariç. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
4 / NİSÂ - 149: İn tubdû hayran ev tuhfûhu ev ta’fû an sûin fe innallâhe kâne afuvven
kadîrâ(kadîran).
Şayet bir hayrı açıklarsanız ya da gizlerseniz veya bir kötülüğü affederseniz, o zaman
muhakkak ki Allah da affedicidir, (her şeye) kaadirdir.
25 / FURKÂN - 63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul
câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı)
zaman “selâm” derler.
25 / FURKÂN - 64: Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
Ve onlar, geceyi Rab'lerine secde ve kıyam ederek (ayakta durarak) geçirirler.
6.KEMALÂT
Kemalât, kişinin kemâle ermesi, insanı kâmil olmasıdır. Kâmil insanın en alt mertebesi
ihlâstır. Salâh ise başkalarına kemâl öğretecek mürşidlerin derecesidir. Hiç kimse irşad
olmadan ihlâsa ulaşamaz.
49 / HUCURÂT - 7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel
emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve
kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka
sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı.
Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
7. CÖMERTLİK
İnsanın elindeki imkânı isteyerek, hoşlanarak başkalarına vermesi hali cömertliktir. İnsanı
yücelten bir haslettir. Çünkü Allah çok infâk edenleri velâyetin en üst 2 seviyesine lâyık
görüyor. İhlâs ve salâh.
3 / ÂLİ İMRÂN - 134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne
anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini
yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.
49 / HUCURÂT - 15: İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem
yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus
sâdikûn(sâdikûne).
Mü'minler ancak onlardır ki, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye
düşmediler. Ve malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.
61 / SAFF - 11: Tû'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve
enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).
Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân edersiniz ve Allah'ın yolunda canlarınızla ve mallarınızla
cihad edersiniz. İşte bu, sizin için hayırdır. Keşke bilseniz.
8.SÜKÛNET
Sükûnet, insanın iç dünyasında nefsi ile ruhu arasındaki kavganın, savaşın bitmesi halidir.
Harp bitmiş yerine sulh ve sükûn gelmiştir.
48 / FETİH - 4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû îmânen mea
îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü'minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O'dur. Göklerin
ve yerin orduları Allah'ındır. Ve Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.
48 / FETİH - 26: İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul hamiyyete hamiyyetel câhiliyyeti fe
enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve alel mû’minîne ve elzemehum kelimetet takvâ ve kânû e
hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Kâfirler hamiyeti, cahiliye taassubunu kalplerine yerleştirince, Allah da Resûl'ünün ve
mü'minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve takva sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu
(takva sahibi olmayı), en çok onlar hakettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve Allah, herşeyi en
iyi bilendir.
9.İTAAT
Toplumun dünya üzerinde düzenle yaşaması emirlere itaati gerektirir. Bu emir verme
mertebesinde olanın emri yerine getirilmezse kaos olur, kargaşa olur. Allah ile ilişkilerimizde
de asıl olan Allah’ın bütün emirlerinin yerine getirilmesidir. Yani Allah'a itaattir.
4 / NİSÂ - 64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz
zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben
rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için
göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan
mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da)
tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak
bulurlardı.
4 / NİSÂ - 80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke
aleyhim hafîzâ(hafîzen).
Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o
taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.
8 / ENFÂL - 46: Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû,
innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin, niza etmeyin (anlaşmazlığa düşmeyin), yoksa zayıf
düşersiniz ve kuvvetiniz (elinizden) gider. Sabredin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir.
48 / FETİH - 10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi
fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede
aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde
(Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın
eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar
(Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim
de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman
ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
49 / HUCURÂT - 7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel
emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve
kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka
sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı.
Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
10.SABIR
Sabır, tahammül ederek beklemektir. Bir zulüm karşısında, hemen intikam almaya teşebbüs
etmemek, acıya katlanmak ve beklemektir. Allah sabredene mutlaka bir kurtuluş kapısı açar.
42 / ŞÛRÂ - 43: Ve le men sabere ve gafere inne zâlike le min azmil umûr(umûri).
Ve elbette kim sabreder ve bağışlarsa muhakkak ki bu, gerçekten azîm (büyük) işlerdendir.
25 / FURKÂN - 20: Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme
ve yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve
kâne rabbuke basîrâ(basîren).
Ve senden önce (de), gerçekten yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan resûllerden başka (farklı
bir) resûl göndermedik. Ve sizin bir kısmınızı bir kısmınıza “sabrediyor musunuz” diye fitne
(imtihan) kıldık. Ve Rabbin, en iyi görendir.
2 / BAKARA - 155: Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli
vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve
sabredenleri müjdele.
5 / MÂİDE - 54: Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu
bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne),
yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men
yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar (Allâh'a ulaşmayı dileyenler)!
Sizden kim dîninden dönerse, o zaman Allah
onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allah) onları sever ve onlar da O'nu
(Allah'ı) severler. Mü'minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler
(başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allah'ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip) verir. Allah
Vâsi'dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).
11.TEVAZU
Tevazu bir insanın sahip olduğu makamın altında davranışıdır. “Derviş gönülsüz gerek” sözü
Yunus tarafından tevazuyu da kapsayacak biçimde söylenmiştir.
17 / İSRÂ - 37: Ve lâ temşi fîl ardı merehâ(merehan), inneke len tahrikal arda ve len teblugal
cibâle tûlâ(tûlen).
Ve yeryüzünde azametle (gururla) yürüme! Muhakkak ki sen, yeryüzünü asla tahrik
edemezsin (hareket ettiremezsin). Ve asla dağların boyuna erişemezsin (dağ kadar yüksek
olamazsın).
25 / FURKÂN - 63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul
câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı)
zaman “selâm” derler.
12.KANAAT
Muhakkak ki Allah'ın bir kula ihsan ettiği herşey optimaldir. En uygun seviyededir. İşte
Allah’ın verdiği ile yetinmek kanaattir ve Allah’tan razı olmak ancak bununla mümkündür.
15 / HİCR - 9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
17 / İSRÂ - 35: Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi), zâlike
hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ve ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)! Doğru olarak ve adaletle (doğru
ölçü ile) tartın! İşte bu, daha hayırlı ve tevîl (yorum) bakımından daha güzeldir.
13.ŞÜKÜR
Allah’ın bize verdiği fizik ni’metlere şükretmek asıldır. Şükür kuru kuruya Allah’a
şükranlarını sunmak değildir. Allah bir para verdiyse o paradan zekâtımızı ve birrimizi
verecek ondan sonra Allah’a şükredeceğiz. O zaman şükür geçerli olur.
Hamd ise Allah’ın ihsan ettiği fizik ötesi ni’metler içindir. Bu ni’metler lâyık olanlara
öğretilerek hamd edilir.
17 / İSRÂ - 3: Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
(Ey) Nuh (A.S) ile beraber taşıdıklarımızın zürriyyeti (onların soyundan olanlar)! Muhakkak
ki O (Nuh A.S), çok şükreden bir kul idi.
34 / SEBE - 13: Ya’melûne lehu mâ yeşâu min mehârîbe ve temâsîle ve cifânin kel cevâbi ve
kudûrin râsiyât(râsiyâtin), i’melû âle dâvûde şukrâ(şukren), ve kalîlun min ibâdiyeş
şekûr(şekûru).
Ona dilediği şeyleri, mihraplar (mescidler, saraylar, yüksek binalar), heykeller, havuz gibi
büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlar(dı). Ey Dâvud ailesi, şükrederek çalışın! Ve
kullarımdan, çok şükredenler azdır.
14 / İBRÂHÎM - 5: Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ en ahric kavmeke minez zulumâti ilen
nûri, ve zekkirhum bi eyyâmillâh(eyyâmillâhi), inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin
şekûr(şekûrin).
Andolsun ki; Biz Musa (A.S)'ı: “Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın
günlerini hatırlat (onlara Allah'ın günleri boyunca zikrettir).” diye âyetlerimizle
(delillerimizle, mucizelerimizle) gönderdik. Muhakkak ki; bunda şükredip, sabredenlerin
hepsi için âyetler (deliller) vardır.
31 / LOKMÂN - 12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur
fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman'a hikmet verdik ki, Allah'a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde
sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki
Allah; Gani'dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid'dir (hamdedilen).
7 / A'RÂF - 144: Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ
âteytuke ve kun mineş şâkirîn(şâkirîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Musa! Muhakkak ki; Ben, risaletimle ve kelâmımla seni
insanların üzerine seçtim. Artık sana verdiğim şeyleri al. Ve şükredenlerden ol.”
4 / NİSÂ - 147: Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran
alîmâ(alîmen).
Eğer siz şükrederseniz ve âmenû olursanız (yaşarken Allah'a ulaşmayı dilerseniz ve
mürşidinize ulaşıp tâbî olursanız, böylece kalbinizin içine îmân yazılıp mü'min olursanız),
Allah size azap etmez. Ve Allah Şâkir'dir (şükrün karşılığını verendir), Alîm'dir (en iyi
bilendir).
14 / İBRÂHÎM - 7: Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum
inne azâbî le şedîd(şedîdun).
Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer şükrederseniz (ni'metlerinizi) artırırız, eğer
küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetlidir.
14.KETUMİYET
Ketumiyet, ketm'etmek, saklamak, sır saklamak anlamına gelir. İnsanlar kendilerine emniyet
edilerek, güvenerek açıklanan sırları saklamak zorundadırlar.
4 / NİSÂ - 83: Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bihî.Ve lev reddûhu ilâr resûli
ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum. Ve lev lâ fadlullâhi
aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu açıklarlar (yayarlar). Ve eğer, onu (o
haberi) Resûl'e ve kendilerinden olan ulûl emre iletselerdi (herkese açıklamasalardı),
onlardan, onun (o haberin) iç yüzünü araştıranlar mutlaka (gerçeği) bilirlerdi.Ve Allah'ın fazlı
ve rahmeti üzerinize olmasaydı, pek azınız hariç mutlaka şeytana uyardınız.
4 / NİSÂ - 148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime). Ve
kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).
Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin (söylemesi)
hariç. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
15.HAKİKAT
Hak Allah'tır. Allah’ın bir ismidir. Bu sebeple Allah’a ulaşmak Hakka ulaşmak ve hakikati
öğrenmek anlamına kullanılır. Hakikate ulaşılamazsa dalâlet söz konusudur. Ruhun
programlandığı haslet, hakikate yani Allah'a ulaşma hasletidir. Hakikat bir de gerçek
anlamına gelir. Allah’ın indirdikleri ile alâkalıdır.
78 / NEBE - 39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk
günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı
Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
7 / A'RÂF - 159: Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar).
Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
6 / EN'ÂM - 66: Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakk(hakku),kul lestu aleykum bi
vekîl(vekîlin).
Ve o hak olduğu halde, senin kavmin onu yalanladı. "Ben sizin üzerinize vekil değilim.” de.
10 / YÛNUS - 32: Fe zâlikumullâhu rabbukumul hakk(hakku), fe mâzâ ba'del hakkı illed
dalâl(dalâlu), fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Öyleyse işte O, Allah'tır. Sizin Rabbiniz Hakk'tır. O halde Hakk'tan sonrası dalâletten başka
nedir? Artık nasıl çevriliyorsunuz (Hakk'tan dalâlete döndürülüyorsunuz)?
10 / YÛNUS - 35: Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil
hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe
mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki:
“Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî
olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi
hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
10 / YÛNUS - 36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel
hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).
Ve onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz.
Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
13 / RA'D - 19: E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ,
innemâ yetezekkeru ûlul elbâb(elbâbi).
Öyleyse sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, âmâ olan (görmeyen) kimse
gibi midir? Fakat ulul'elbab (Allah'ın sırlarının ve daimî zikrin sahipleri), tezekkür eder.
16.MEZİYET
Meziyet ruhun hasletlerinden kullanma alanına girmiş olanlardır. Yani hangi hasletleri
kullanabilirse o seviyedeki meziyetin sahibi olunur.
25 / FURKÂN - 64: Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
Ve onlar, geceyi Rab'lerine secde ve kıyam ederek (ayakta durarak) geçirirler.
25 / FURKÂN - 72: Vellezîne lâ yeşhedûnez zûra ve izâ merrû bil lagvi merrû
kirâmâ(kirâmen).
Ve onlar yalancı şahitlik yapmazlar. Ve boş sözle karşılaştıkları zaman vakarla (kerim olarak)
geçip giderler.
49 / HUCURÂT - 7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel
emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve
kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka
sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı.
Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
17.VEFA
Vefa verilen bir söz, bir ahd, bir misak veya bir yeminin yerine getirilmesi, ifa edilmesi
halidir. Ahde vefasızlık ise sorumluluğu gerektirir. Tabii bu husus Allah ile olan ahdlerde
daha da önem kazanır.
13 / RA'D - 20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim
ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah'a teslim edeceklerine
dair misaklerini) bozmazlar.
48 / FETİH - 10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi
fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede
aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde
(Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın
eli vardır.
Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar
(Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim
de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman
ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
17 / İSRÂ - 34: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga
eşuddeh(eşuddehu), ve evfû bil ahd(ahdi), innel ahde kâne mes’ûlâ(mes’ûlen).
En kuvvetli çağına (bulûğa) erişinceye kadar, yetimin malına en güzel şekilde olmadıkça
yaklaşmayın! Ve ahdi ifa ediniz (yerine getiriniz)! Muhakkak ki ahd, mes'ul (sorumlu) kılar.
33 / AHZÂB - 15: Ve lekad kânû âhedûllâhe min kablu lâ yuvellûnel edbâr(edbâre), ve kâne
ahdullâhi mes’ûlâ(mes’ûlen).
Ve andolsun ki onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a ahd vermişlerdi.
Ve Allah'ın ahdi bir mesuliyettir (sorumluluktur).
33 / AHZÂB - 23: Minel mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe aleyh(aleyhi), fe minhum
men kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû tebdîlâ(tebdîlan).
Mü'minlerden bir kısım erkekler, Allah'a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat
edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü
yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir
şey değiştirmediler.
18.SAMİMİYET
İnsanın Allah’ın emrettiği gibi olması hali samimiyettir. İnsan kalben böyle olmadığı halde
başkalarına öyle bir görüntü veriyor ise bu samimiyetin olmadığını gösterir.
2 / BAKARA - 262: Ellezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfekû
mennen ve lâ ezen lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum
yahzenûn(yahzenûne).
Mallarını Allah yolunda infâk ettikten (verdikten) sonra verdikleri şeyin arkasından minnet
ettirmeyenlerin (başa kakmayanların) ve onlara eza etmeyenlerin ecirleri (mükâfatları),
Rab'lerinin katındadır. Ve onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
2 / BAKARA - 263: Kavlun ma’rûfun ve magfiretun, hayrun min sadakatin yetbeuhâ
ezâ(ezen), vallâhu ganiyyun halîm(halîmun).
Güzel bir söz ve mağfiret (bağışlayıp iyi davranma), arkasından eza gelen (başa kakılan) bir
sadakadan daha hayırlıdır. Allah Gani'dir, Halîm'dir.
2 / BAKARA - 264: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel ezâ, kellezî
yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), fe meseluhu ke meseli
safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ(salden), lâ yakdirûne alâ şey’in
mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve yevm'il âhire inanmayarak, malını insanlara riya (gösteriş) için
infâk eden (veren) kişi gibi, sadakalarınızı minnetle (başa kakarak) ve eza ile bâtıl etmeyin
(boşa çıkartmayın). ışte onun durumu, üzerinde toprak bulunan sert bir kayaya benzer ki, ona
kuvvetli bir yağmur isabet edince, böylece (üzerindeki toprağın gidip), onu (tekrar) sert
(verimsiz) bir kaya halinde bırakması gibidir. Onlar kazandıklarından bir şey elde edemezler.
Allah, kâfirler kavmini hidayete erdirmez.
11 / HÛD - 112: Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ
ta’melûne basîr(basîrun).
Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve
azgınlık yapmayın (aşırı gitmeyin). Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.
19.TEVHİD
Tevhid Allah’ın tek olduğuna îmân etmektir. Tevhid aynı zamanda insanların tek bir fırka
oluşturması, Sıratı Mustakîm üzerinde olmaları, Hizbullâh olmalarıdır. Sadece Allah’ın ahdini
yerine getirmek üzere Sıratı Mustakîm’e (Allah'a ulaştıran yola) vasıl olanlar tevhid emrine
itaat edenlerdir.
8 / ENFÂL - 73: Vellezîne keferû ba'duhum evliyâu ba'dın, illâ tef'alûhu tekun fitnetun fîl
ardı ve fesâdun kebîr (kebîrun).
Kâfir olan kimseler birbirinin dostlarıdır. Onu yapmazsanız (birbirinizle dost olmazsanız)
yeryüzünde fitne ve büyük fesat olur.
8 / ENFÂL - 39: Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe
inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr(basîrun).
Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun
(savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki Allah, yaptığınız
şeyleri en iyi görendir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder