27 Nisan 2019 Cumartesi

TÜRK EDEBĐYATINDA KIYÂFET-NÂMELER DÖRT

129 Leptosomlar, hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarında kuvvetle öne çıkarlarken, şiddet ve genel adap aleyhine karşı suçlarda nispeten geridirler. Atletikler, şiddet suçlarında ağırlıklıdırlar; hem şiddet kullanılan mala yönelik suçlarda, hem de genel adaba karşı suçlarda diğer gruplara göre öne çıkarlar; dolandırıcılıkta çok azdırlar. Dayplastikler, genel adaba karşı suçlarda açık bir fazlalığa erişirler; mala karşı işlenen suçlarda da uygun bir sıklıkla temsil edilirler. Piknik tipler, bütün gruplarda, nüfus ortalamasının altındadırlar. Nispi sıklıkla dolandırıcılığa ve çok az derecede şiddet grubuna katılırlar. Amerikalı Sheldon, beden yapısı ve kişilik ilişkisini farklı bir şekilde incelemiştir: Döllenme ile başlayan gelişimin ilk iki haftası germinal dönemdir ve bu süre içerisinde, sperm ile yumurtanın birleşmesinden ortalama dört-beş santim çapında bir disk meydana gelir. Bu dönemde, organizmanın çeşitli organlarının gelişeceği üç temel doku belirgin hale gelir: En içteki endoderm tabakasından sindirim, solunum ve kan dolaşımı gibi iç organlar; Ortadaki mezoderm tabakasından iskelet ve kas sistemleri; Ektoderm tabakasından ise, deri, beyin ve sinir sistemi meydana gelir. Sheldon a göre, embriyonun gelişimi seyri içinde, bu üç dokudan birisini belirleyici duruma geçerek, ona ilişkin kısımlarının belirgin olduğu vücut yapısı ortaya çıkar: Ekdomorfik beden yapısı, iç organları gelişmiş, yuvarlak ve kare şekline yaklaşık şişmen bir yapı; Mezomorfik beden yapısı, iskelet ve kas sistemi gelişmiş, geniş omuzlu, ince belli, atletik ve güçlü bir yapı; Ektomorfik beden yapısı, ince uzun, dikine oturtulmuş dikdörtgen şeklinde, uzun boylu ve zayıf bir yapı. Her beden tipinin ayrı bir karakteri bulunur: Endomorflar eğlenmeden hoşlanan, neşeli ve arkadaş canlısı; mezomorflar saldırgan, cüretli ve dinç; ektomorflar ise, içe dönük, duygusal ve sinirli tiplerdir. Sheldon, Kretschmer den farklı olarak, bu üç tip arasında kesin bir çizgi çizmemiştir. Her insanda, bunlardan bir miktar bulunabileceğini ve yedi birimli bir ölçek ile belirtilirse; uç örneklerin örneğin endomorfik tiplerin 7 1 1, mezomorfik tiplerin 1-7-1, ektomorfik tiplerin 1-1-7 olacağını, dengeli tiplerin ise, bunların 4-4-4 olacağını iddia etmişti. Sheldon, 200 suçlu ve 200 suçlu olmayan kişi üzerinde yaptığı araştırma sonunda, mezomorfik tiplerin suç işlemeye daha elverişli olduklarını saptamış ve bunun nedeni olarak da, mezomorfik tipin saldırganlığı ile kendisini kontrolden yoksun oluşunu göstermişti. Ancak Sheldon, çevre etkilerinin önemini de belirtmiştir. 237 237 Demirbaş, agy. 128

130 Kretschmer ve Sheldon un ortaya koyduğu beden tiplerinin karşılaştırılması şu benzerlikleri ortaya koymuştu: Sheldon un endomormifik tipi > Kretschmer in piknik tipine, ektomorfik tipi > leptosomik tipine, mezomorfik tipi > atletik tipine aşağı yukarı uyuyordu. Sheldon un görüşleri de, Kretschmer in ki gibi, tüm kişiliği beden yapısı ile bazı kişilik özelliklerinin muhtemel ilişkilerine bağlanması ve eğitim ile çevre etkilerini dikkate almaması nedeniyle yetersizdir. Mani-depresif psikoz, genellikle orta yaşlarda ve tabii olarak vücudun yuvarlaklaşmaya başladığı zamanlarda ortaya çıkar. Şizofreni ise, daha çok gençlik çağlarının bir hastalığıdır. Kapsamlı bir araştırma karı-koca Glueck lar tarafından yapıldı ve aşağıdaki sonucu verdi: Suç Đşleyenler % Suç Đşlemeyenler Endomorfik (piknik) yapının 11,8 15 hâkimiyeti Mezomorfik (atletik) yapının 60,1 30,7 hâkimiyeti Ectomorfik (leptosom) yapının 14,4 39,6 hâkimiyeti Belirli bir yapının hâkimiyeti yok 13,5 14,7 Yapılan araştırmalardaki görüntü, atletik tipin daha yüksek suç işlediği şeklindeydi: Atletiklerin suç oranı, piknik ve leptosomlara göre iki misli daha yüksekti 1965 yılında Almanya da 193 olay üzerine yapılan bir kolektif araştırmada şu sonuç ortaya çıkmıştı: 238 Beden Tipleri ve Suçlar Piknik Leptosom Atletik Dolandırıcılık 27 42 31 Genel adap 19 61 19 Şiddet 19 31 50 Hırsızlık 16 43 42 Đhtiras ve diğerleri 11 55 33 238 Demirbaş, agy. 129

131 Yukarıda da belirttiğimiz gibi fizyonomi ilmi hemen hemen hayatın her alanında kendini göstermiş ve bu ilim birçok alanda uygulanmıştır. Fizyonominin etkilerini modern sanatın birçok alanında da görmemiz mümkündür. Sanatta insan anlatılırken ve insanların ruhsal tahlilleri yapılırken fizyonominin belirlemiş olduğu bazı kıstasların kullanıldığı görülür. 7. 6. Sanat ve Edebiyat: Sanat insanların bilinçli eylemler sonucu meydana çıkmış ve bu bilinçli eylemleri anlatmak da sanatın temel gayesi olmuştur. Bu yüzden sanatın-bu sanatın hangi alanı olursa olsun - temeli gayesi insanı anlatmak olmuştur. Sanatta insanlar ele alınırken bütün vücut özellikleriyle ortaya konulması ve onların bu yapılarına değişik anlamlar yüklemesi bu ilmin etkisinin bir göstergesidir. Örneğin güzel sanatların bir dalı olan sinemada karakterler belirlenirken bu karakterlerin vücut yapılarıyla kişilikleri arasında çok sağlam ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Đçe kapanık, şapşal olan tipler genellikle sıska, yüz hatlar pek uyumlu olmayan ve aynı zamanda uzun boylu olan tiplerden seçildiği, suçlu tiplerin yüzlerinde nefret okunan biraz dolgun, kaslı ve vücut yapıları, yüz hatları uyumsuz, aşırı çirkin olduğu gözlenir. Buna karşın film kahramanlarının oldukça mahsum ve temiz bir yüzleri, vücut yapıları uyumlu olduğu ve bedensel kusurlarının olmadığı gözlenir.yukarıda verdiğimiz örnekler tiyatro ve edebiyat için de geçerlidir. Öteden beri oyun, öykü ve roman yazarları tiplerini seçerken, onların beden ve yüz yapıları, giyim kuşamlarıyla karakterleri ve zekalarına arasında ilişki kurdukları hepimizce bilinen bir gerçektir. Örneğin roman, öykü ve tiyatroda cadı gibi olumsuz kadın tiplerinin aşırı derecede çirkin, yaşlı, yüzleri kırış kırış ve uzun bir burna sahip oldukları; entrikacı tiplerin kambur ve cüce; şişman tiplerin ise iyi yürekli bir aptallığın izleri olduğu görülür. 239 Yukarıda edebiyatımızın üç şubesinde de bu ilmin etkilerini ve sanatçıları bu ilmin unsurlarını nasıl kullandıklarını yukarıda teferruatlarıyla ele almıştık. Bu yüzden burada tekrar bu konudan bahsetmemiz gerekmemektedir. Bu ilim Batı edebiyatının kendini tekrar hissettirdiği dönemde sanatçılar tarafından tekrar kullanılmaya başlanması ilmin kendini yeniden hissettirmesine yol açar. Örneğin Türk edebiyatının en velut sanatçılarından biri olan Hüseyin Rahmi, eserlerini oluştururken kahramanlarının fiziki özelliklerinden yararlandığını söyler. Ona göre insanların kişilik özellikleri onların yüz ve 239 Mine Mengi, Kıyâfet-nâmeler Üzerine, Belleten 1977, s. 300. 130

132 vücut hatlarına yansır. Hastalıklı olan, sıkıntı çeken insan dış hatlarından onun bu durumunun anlaşılabileceğini savunur. Ortaçağda görülen deforme tiplerin toplumdan dışlanması ve uğursuzluk sebebi sayılmaları, bu kişilerin toplum dışına itilmelerine ve suçlu muamelesi görmelerine sebep olmuştur. Bu anlayış sonraki dönemlerde kendisini edebiyatta da göstermeye başlamıştır. 1660 Akımı olarak da bilinen klasisizm akımının sanatçıları, bu anlayışı benimsemiş ve deforme tipleri eserlerinden tamamen soyutlamışlardır. Bu akımı benimseyen sanatçılar, eserlerinde kör, sakat, kel, deli vb. gibi bedensel ve akli sorunları olan kişilere yer vermemeye çok dikkat etmişlerdir ve genellikle eserlerinde olgun ve seçkin tiplere yer vermişlerdir. 240 Victor Hugo nu Notre Dame Kamburu nu bu anlayışa isyan nitelikte bir eserdir. Klasisizmin deforme ve kusurlu tiplere karşı açmış olduğu savaşa Hugo karşı bu romanındaki kusurlu ve deforme bir tip olan Quasimodo ile karşı çıkar. Quasimodo, oldukça çirkin bir yüz hattına sahiptir. Kambur, bir gözü kör, topaldır; ama oldukça kuvvetli ve iyi yüreklidir. Quasimodo, dış yapışındaki tüm aksaklıklara karşın pırıl pırıl bir kalbe sahiptir. Hugo, bu eserinde çok sefil bir hayat süren, dış yapılar pek iğrenç olan insanların bu özelliklerine bakılarak değerlendirmemeleri gerektiği, bu yapıya sahip olan insanların içinde çok güzel sevgilerin, yüksek duyguların var olabileceğini ortaya koymaya çalışmıştır. 241 Tasvir kavramı modern bir buluş olmamakla beraber edebiyatta kendini ciddi bir şekilde hissettirdiği dönem romantizm dönemidir. Romantizm döneminde ciddi bir uğraş olarak başlayan tasvir kavramı nesnel bir yapı taşımamakla beraber daha çok sübjektif bir özellik taşırdı. Yazar tasvirlerinde amaçladığı kişinin ruh halini ortaya koymaktan ziyade, tasvirde temel amacı sanatlı bir anlatım yakalamak, okuyucuya hoş bir manzara oluşturmaktır. Tasviri ilk kez nesnel bir şekilde edebiyata taşıyan yazarlar realistlerdir. Bu akıma bağlı sanatçılar, kahramanlarının ruh halleri üzerinde çok durmuş, kahramanlarını anlatırken onların ayrıntılı ruh tahlillerini yapmıştır. Yazarlar ruh tahlillerini yaparken de tasvirlerden yararlanmış ve tasvirle kişilik yapısı arasında sağlam bir bağ kurmaya dikkat etmiştir. Bu yüzden fizyonomi roman sanatı için temel kaynaklardan biri olmuş ve birçok yazarı etkilemiştir. Realizmin ve Fransız edebiyatının en güçlü yazarlarından bir olan Balzac ın eserlerinde de bu ilmin etkilerini görmek mümkündür. Balzac, roman kahramanlarını meydana getirirken onların beden yapısıyla kişilikleri arasında sıkı bir bağ kurmakta ve kişileri tiplerine göre tahlile gitmektedir. Balzac a göre insanın yüz hatları insanın yazgısını, derin varlığını, gizli öyküsünü belirttir, gösterir, ele verir, dile getirir, kesinler ve önceden 240 Đsmail Çetişli, Batı Edebiyatında Edebi Akımlar, Akçağ Yayınları, Ankara 2004 s. 61. 241 Victor Hugo, Notre Dame nîn Kamburu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1997 s. 5. 131

133 sezdirir. 242 Bu yüzden yazar, eserlerinde insan bedeni ve yüz hatları üzerine yoğunlaşır, onları en ince ayrıntısına kadar verir. Sadece bu ilme dair özellikler Balzac a özgü bir özellik olmayıp diğer birçok Batılı yazarda var olan bir özelliktir. Örneğin Rus edebiyatının en büyük iki yazarı olan Tolstoy ve Dostoyevski nîn eserlerinde de bu ilmin etkilerini görmek mümkündür. 7. 7. Resim Bu ilim sanatın bir diğer şubesi olan resimde de kullanılmıştır. Ressam insanların dış yapıları tuvale geçirirken sadece somut bir insan kopyasını tuvale geçirmek istemez ve tuvale geçirdiği insanın vücut hatlarına kişinin kişiliğiyle ilgili bazı ayrıntıları da geçirmeye çalışır. Da Vinci meşhur Mona Liza tablosunu çizerken çizdiği bayanın güzlerine yüklediği anlam tabloyu ölümsüzleştirmiştir. Ya da ressam çizdiği tablodaki bir kadın veya erkeğin yüz hatlarına, bakışlarına yükledi bazı anlamlarla bu insanların nasıl bir ruh hali içinde olduklarını bize anlatabilir. Örneğin Fatih Sultan Mehmet in portresini çizen Sinan Bey, Fatih'i bu portrede otururken ve yüzü hafif dönük olarak ele almıştır. Vücut oranları başarılı değilse de hacim kazandıran üç boyuta yaklaşmıştır Sultan burada, sanatçı tarafından fizyonomik özellikleri kadar ifade bakımından da tam bir portre anlayışı ile resimlendirilmiştir. onun büyük kumandan oluşu değil güzel sanatlara ve kültüre ilgi gösteren duygulu, barışçı yanı elindeki çiçeği tutuşu, gözlerinin ileriye bakarken dalışı ile ifade edilmiştir. 243 Osmanlı sahasında yetişmiş ve ressam olan bir diğer şahsiyet de Nigari dir. Nigari de tıpkı Sinan Bey gibi portre çizerken resmini çizdiği şahsın fiziki özelliklerini tabloda görmek mümkündür. Aslında bir denizci olan ve nakkaş olarak Nigarî mahlasını kullanan Haydar Reis'in (1494 1574), Barbaros ve Kanunî Sultan Süleyman portreleri, Sultan Il. Selim i gösteren eseri, portre sahiplerinin fizyonomik özellikleri yanında içinde bulundukları psikolojik durumlarını da canlandırır. Kanunî nîn portresinde sultan artık yaşlanmış, yılların yıpratmış haliyle gösterilmiştir. 244 Görüldüğü gibi fizyonomi insan hayatının bütün alanlarında derin tesir bırakmış olan bir ilimdir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu ilim bilimsel araştırmalara dayalı olabildiği gibi halk arasında tamamen genel bir kanı da olabilir. Buraya kadar anlatmış olduğumuz kısım fizyonomi ilminin daha çok Batı toplumlarındaki gelişimi, bu toplumlar üzerindeki etkilerini ve kullanım alanlarını ortaya koymaktı. Bizim konumuz için asıl önemli olan Đslâmiyet öncesi 242 Tahsin Yücel, Đnsanlık Güldürüsünde Yüzler ve Bildiriler, Yapı Kredi Yayınları, Đstanbul 1997 s. 23. 243 Atasoy, agy. 244 A. yer. 132

134 ve-đslâmiyet sonrası Doğu toplumlarında gelişimidir. Ama temel gayemiz bu ilmin Divan edebiyatındaki işlenişi, buna bağlı olarak da Osmanlıdaki kullanım alanlarını belirlemektir. Đlerideki bölümlerde bu ilmin halk yaşamındaki yerinden ve Halk edebiyatına yansımalarını da inceleyeceğiz. 8. Đlmin Muzdaripleri: Bu ilmin, insanları tanıma konusunda faydası olduğu kadar insanların seçme gibi bir şansları olmadığı tiplerinden dolayı dışlanmalarına sebep olmuş ve bu insanların toplumdan destek görecekleri yerde bunlara vehimle yaklaşılmasına neden olmuştur. Çirkinlik Allâh ın insana verdiği bir fizyolojik olgu olmakla beraber toplumsal bir boyut da taşır. Đnsanların güzellik anlayışları, insan azalarına yüklemiş oldukları anlamlar ve toplum tarafından kabul görmüş güzellik anlayışı çirkinliğin sınırlarını da belirlemiştir. Çirkinlik bir fiziksel olgu olması yanı sıra halkın çirkinlik kavramına kendi anlayışlarınca anlamlar yüklemiş olması çirkinliğin farklı boyutlara taşınmasına neden olmuştur. Örneğin çirkin ve deforme tiplerin toplumda uğursuzluk olarak kabul edilmesi ve çirkinin iç dünyasının dışına yansıdığından dolayı, tüm fiillerinin de kendi gibi çirkin olduğuna inanılması; güzelin ise Hak Teala nın güzelliğini simasında taşıdığının ve güzel insanın her türlü özelliğinin güzel olduğunun kabul edilmesi toplumun güzel ve çirkine yüklediği anlamların bir sonucudur. Kaynaklarda edindiğimiz kadarıyla birçok insan sırf çirkin oldukları için önleri kesilmiş, devlet kademelerinde yükselmelerine hatta bu kademelerde yer almalarına bile izin verilmemiştir. Çirkinliği kendisine bela olan ve bir ömür yakasını bırakmadığı gibi öldükten sonra da kendisiyle anılan şahsiyetlerden biri Arap şairlerden Cahız dır. Kaynaklara göre Cahız yüzüne bakılamayacak kadar çirkin biridir. Çirkinliğinden dolayı muzdarip olmuş, kendisine birçok hikâye atfedilmiştir. Bu şairle ilgili hikâyelerden biri Mola Cami nîn Baharistan adlı eserinde yer almakta. Hikâye şöyledir: Cahız der ki: ömrümde şu hadiseden utandığım kadar hiçbir şeyden utanmadım. Bir gün kadının biri beni yakaladı ve bir dökmeci ustasının dükkânına götürdü. Ben buraya getirilmekten duyduğum şaşkınlıkla ustadan sordum: Beni niçin çağırdınız? Usta bana şu cevabı verdi: Bu kadıncağız bana bir şeytan örneği yapmamı emretti. Ben de şeytanın ne kılıkta olduğunu bilmem, dedim. Seni buraya getirdi ki, sana bakıp örnek alayım. 245 Đlm-i kıyâfet Osmanlılar döneminde oldukça rağbet görmüş ve bu alanda çok sayıda eser yazılmıştır. Osmanlı döneminde özellikle bu ilim saraya alınan hizmetkârların ve devlet 245 Molla Cami, Baharistan, MEB Yayınları Đstanbul 1990, s. 170 71. 133

135 memurlarının seçiminde etkili olur ve bu ilme başvurulduğu bilinmektedir. Çirkin deforme tiplerin devlet memurluğu için alınmadığı ve seçilen memurların göze hitap etmelerine dikkat edilmiştir. Örneğin XVI. yüzyıl şairlerinden Köse Meali, çirkinliği yüzünden müderrisliği zamanın kazaskerlerince sürekli engellenen, ilmiye mesleğine mensup zeki bir adammış. Köse lakabını da çirkinliği yüzünden taşımak zorunda kalan zavallı şair, Hasan Çelebi Tezkiresi'nde, çirkin, şekilsiz, onu bunu sürekli hicveden, güvenilmez, sakalının seyrekliği yüzünden ciddiyetini kaybetmiş biri olarak tarif edilir. 246 Görüldüğü gibi şairin çirkin olması onun memurluk yapması için engel teşkil etmiştir. Tıpkı Meali gibi, çirkinliği yüzünden devlet kademelerinde büyük güçlüklerle karşılaşanlardan biri de, Abdülhamit-i Evvel devrinin reisülküttaplarından Bahir Abdürrezzak Efendi'dir. Koca Ragıp Paşa'nın yakın dostlarından Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi nîn oğlu olan Abdürrezzak Efendi, kara kuru, çirkin, kısa boylu, fakat son derece zeki, bilgili ve becerikli bir adamdır. Koca Ragıp Paşa'nın sadrazam olduktan sonra, liyakatini çok iyi bildiği Abdürrezzak Efendi'yi görmezlikten gelmesi, Sadaret Kethüdası'nın dikkatini çeker. Bir gün bu genç ve zeki adamın meziyetlerinden söz açarak tezkirecilik göreviyle taltif edilip edilemeyeceğini sorar. Tarihçi Vasir in anlattığına göre, Koca Ragıp Paşa'nın şaşırtıcı cevabı şöyledir: "Filhakika pederiyle dost idik. Abdürrezzak Efendi nîn de ehliyetli olduğu malumdur. Ancak insana mevki ve makam için boy bos lazımdır, öyle bodur ve kasirü'l kame çelebiyi mahall-i heybet olan divan-ı âleme hizmete getirmekle erbab-ı mesalihe maskara oluruz. Koca Ragıp Paşa'yı tereddüde düşüren, herhalde, sadece Abdürrezzak Efendi' nin kısa boyu yüzünden devletin mehabetini zedeleyeceği saplantısı değil, aynı zamanda kısa boylular hakkında ilm-i kıyâfet'in yerleştirdiği olumsuz yargılardır. Bütün Kıyâfet-nâmelerde boy kısalığı kibrin, kindarlığın ve hilekârlığın işâreti olarak gösterilmiştir. Meali nîn yükselmesini önleyen köseliğinin de hilekârlığa, düzenbazlığa işâret sayılmış olmasına bağlanmıştır. 247 Son yüzyılda hayatı kendine zindan eden ve çirkinlikleri yüzünden insanlardan kaçan iki ünlü edebiyatçımız bu ilmin ve toplumun yanlış kanılarının muzdaripidir. Bunlar hayatları boyunca yalnızlığın sahrasında yola almış ve çirkinlikleri hayatlarının sonuna kadar yakalarını bırakmamıştır. Hayatı boyunca aynalarla barışamamış Ahmet Haşim kendisindeki çirkinlik kompleksini bir türlü atamamış ve hayatı boyunca dışlanmış, insanlardan kaçmıştır. Ahmet Haşim aslen Arap kökenlidir. Küçük yaşta annesini kaybetmesi onun dünyasını altüst ederken, bu yetmiyormuş gibi okulda kendisine Arap diye seslenilip aşağılanması onun insanlardan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Haşim in başı düzensiz ve vücuduna göre 246 Beşir Ayvazoğlu, Çirkin, Aksiyon, Sayı: 53-09. 12. 1995. 247 Ayvazoğlu, agm. 134

136 uyumsuzdur. Yüzünde büyük bir Halep çıbanı vardır. Haşim in sürekli çirkinlikle anılması onu karşı cinse karşı çekingen ve içe kapanık olmasına neden olmuştur. Ya Galatasaray Lisesi`nde öğrenci iken çirkinliğinden muzdarip her hafta sözüm ona bir kızdan geliyormuşçasına kendi kendine aşk mektupları yollayan Cahit Sıtkı Tarancı ya ne denmeli. Sırf çirkinlik kompleksini kendi özerinden atmak için giriştiği bu yol toplumun amansız değer yargılarına yenik düşmüş ve sonraları o da Haşim gibi kendini yalnızlığın kucağına bırakmıştır. 248 Çirkinlik kadar toplum tarafından kabul görmeyen bir diğer kusur ise köseliktir. Toplum ve kıyâfet yazarları tarafından köse insanlar hakkında verilen hükümler, köselerin toplum tarafından dışlanmalarına ve bu insanların güvenilmez kişiler olarak algılanmalarına sebep olmuştur. Osmanlı toplumunda insanlar, erkeğin sakalsız ve bıyıksızını ciddiye almazlardı. Erkekliğe geçişin ilk adımı sünnet, ikinci adımı ise bıyık ve sakal bırakmaktı. Ve sakalın sık, seyrek, kısa, uzun vb. oluşuna bakarak karakter tahlilleri yaparlardı. Kıyâfet-nâme kitaplarına inanmak gerekirse, köseler hilekâr ve düzenbazdı; seyrek sakallıları ise ciddiye almamak gerekirdi. XVI. yüzyıl şairlerinden Köse Meâlî, Şuara tezkirelerindeki kayıtlara göre, sakal bıyık fukarası olduğu için müderrisliğe lâyık görülmedi, halbuki ilim irfan sahibi bir adamdı. Tuhfetü l-hattatin müellifi Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi nîn sakalı da seyrekliği (hiffet-i lihye) yüzünden liyâkatine rağmen, girdiği rüus imtihanında başarısız sayıldı. Sakal kurbanlarından biri de, Tanzimat devrinin ünlü isimlerinden Şinasi idi. Ahmet Cevdet Paşa nın Tezâkir de anlattığına göre, Meclis-i maârif azasından Şinasi Efendi sakalını tıraş etmiş olduğu halde meclise gelmiş olduğundan rütbesi ref ile meclis âzâlığından tard olunmuştu. 249 Yukarıda verdiğimiz ve herkesçe tanınan sanatçıların toplumun değer yargılarından nasıl muzdarip olduğunu kaynaklar bize göstermektedir. Fakat kaynaklarda yer almayan ve toplumda hepimizin sıkça rastladığı buna benzer çok sayıda vaka yaşanmaktadır. Ve bu vakalar, vücut yapılarını uyumsuzluğundan sıkıntı çeken birçok insanın kendi iç dünyalarına kapanmalarına sebep olup bu yapıdaki insanlara hayatı zindan etmektedir. 248 Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Đlm-i Kıyâfet Her Zaman Haklı mı? www. yenisafak. com. tr / arsiv / 2002 / subat / 08 /. 249 Beşir Ayvazoğlu, Sakal ve Bıyığa Dair, Aksiyon Sayı: 280-15. 04. 2000. 135

137 9. Değerlendirme: Her ne kadar bu ilim, günümüzde geçerliliğini yitirmişse de bir zamanlar bu ilme aşırı itibar edildiğini bu alanda yazılmış eserlerin çokluğundan anlıyoruz. Bu ilimle ilgilenenler ilmin haklılığını kanıtlamak için kendi görüşlerini belli bir kaynağa dayandırmaya çalışıp mantıklı deliler sunarlarken bu ilmin ortaya koyduğu kıstasları eleştirenler ise kişinin karakterini sadece dış yapısına bağlanamayacağını savunur ve kendilerince deliller sunarlar. Her insan yaratılış itibarıyla bir birinden farklı yaratılmış bu yaratılış simada ve vücut azalarında olduğu gibi kişinin mizacına ve ahlaki yapısına da yansımıştır.bu ilimle uğraşan kişiler Allâh ın bu farklı yaratılışlarından yola çıkarak kişinin iç dünyasını tanıma yoluna gitmişlerdir. Đnsanın yaratılış farklılığına dikkat çeken Hamdullâh Hamdi: Hak yarattı çü nev-i insanın Kıldı efradını muhalif anın Gerçi birdir kamusu surette Bir değüldür ve lik hilkatte Lütfunu âleme ıyan itti Sureti sırete nişan etti (Tanrı insan türünü yarattığında / Kişilerin farklı kıldı / Gerçi hepsi görünüşte benzer / Ama yaradılışları ayrıdır / Tanrı iyiliğini dünyaya açıklamak için / Görünüşü ahlaka işâret olarak yarattı) diyerek hem eserinin yazılış gerekçesini hem de yukarıda işâret ettiğimiz yaratılış farklılığını açıklamış ve verdiği bilgilerle eserini belli bir temele dayandırmak istemiştir. Dış görünüşten kişilik tespiti, bütün falcılık ve diğer gayrı Đslâmî ilimler gibi, kutsal bir kaynağa, Kuran a ve hadislere ya da doğrudan peygamberin bu alandaki uygulamalarına veya bu ilme karşı tutumuna dayandırma yoluna gitmişler. Öncelikle bu ilmin erbapları kendilerine dayanak olarak Kuran da geçen bazı ayetti gösterirler ve bu ayetlerden yola çıkarak Allâh ın her insanı değişik şekilde yaratmış ve her şekle de uygun bir kişilik vermiştir. Onlara göre beden ruha geçirilen bir kılıftır ve beden, ruha göre şekil alır. Firâset kabiliyetinin iman nuru ile yakından alakalı olduğunu destekleyen ve kâiflerin, Kuran dan kendine delil gösterdikleri şu ayeti burada hatırlatmak gerekir. "Ey iman edenler! Şayet Allâh tan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir" (el-enfâl, 8/29) 250 Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allâh ın, kendini züht ve takvaya adamış olan bazı insanların gönül gözünü açtığı ve doğruyu ve yanlışı bir birinden ayırabilme gücü verdiğidir. Şer i kıyâfet konusu içinde verdiğimiz ve 250 Elmalı Hamdi Yazır, Kur ân-ı Kerim ve Meâl-i Şerifi, Đşâret Yayınları Đstanbul, 2000. 136

138 değerlendirdiğimiz bu tür firâset Allâh ın tamamen kuluna bahşından ibâret olan bir şeydir. Nitekim bazı kaynaklar Hz.Ömer in Đran fethi esnasında Medine de hutbe verirken Đslâm orduları komutanına seslenmesini bu tür firâsete bir delil olarak gösterir. A raf suresi 48. ayeti birçok kıyâfet-nâmede kıyâfet ilminin halklılığını desteklemek amacıyla delil olarak sunulur. A raftakiler simâlarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenirler. 251 ayetinde geçen simalarından tanıma kelimesi ile neyin kastedildiğine dair bazı görüşler vardır. Đbn-i Abbas a göre burada anlatılmak istenen müminin yüzündeki beyazlıktır. Nitekim Allâh: O gün bazı yüzler beyaz bazı yüzlerde siyah olur. buyurmuştur. Onların yüzünün parlak, sevinçli, aydınlık ve süslü olması bunların dünyada aldıkları abdestin belirtisidir. Kafirlerin alameti ise yüzlerinin siyahlığı, üzerlerinin tozlu ve karanlıklarla bürülü olmasıdır. 252 Diğer bir görüşe göre ise simalarından kelimesi a raftakiler, müminleri dünyadayken kendilerinde görülen taat ve iman izleri ile kafirleri de küfür ve günah lekeleriyle bilmekteler. Đşte bu alametlerden yola çıkan a raftakiler oradakilerin yüz hatlarına baktığında onların cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduklarını anlıyorlar. 253 Kıyâfet-nâmelerde bu ayette geçen simalarından tanıma tabirini kıyâfet ilmine bir delil olarak sunarlar ve insanları simâlarından tanımanın mümkün olduğunu, insanların iç dünyalarındaki duygu ve düşüncelerinin, kişiliklerinin, günahlarının onların yüz hatlarına ve vücut yapısına yansıdığını savunarak kıyâfet ilminin hak bir ilim olduğunu ispat yoluna gitmişler. Kıyâfet-nâme yazarları Hicr suresi 75. ayeti de kıyâfet ilminin haklı olduğunu ispat amacıyla kullanırlar. Bu ayet: Şüphesiz ki bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır. 254 şeklindedir. Bu ayette geçen el-mütevassimîn sözcüğüyle anlatılmak istenenin firâset sahibi olanlar olduğudur. Öyleyse firâset sahibi kimse olaylar ve kişiler karşısında düşünen, görebilen ve hükümlere varabilen kimsedir. Kur ân-ı Kerim de kıyâfet-nâme yazarların kendilerine delil olarak gösterdikleri ayetlerden birkaçı ise şunlardır: Đsra Suresi nîn 84. ayeti: De ki: Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz en doğru yolda olanı daha iyi bilir. Diğer bir ayet ise Bakara suresi 273. ayettir. Bu ayet fakirlerin durumlarını izah etmek için inmiştir ve ayet şöyledir: Ey Resûlüm sen onları simalarından tanırsın. Bir diğer dayanak gösterilen ayet Rahman suresi 41. ayettir. Bu ayet müşriklerin yapısı hakkında olup onların simalarından tanındığını 251 Halil Altuntaş, Kur ân-i Kerim Meâli, DĐ. Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006, s. 155. 252 Çavuşoğlu, age. s. 17-18. 253 A. yer. 254 Altuntaş, age. s. 265. 137

139 bildirir. Bu ayet şöyledir: Mücrimler simalarından tanınır da perçemleriyle ayaklarından yakalanırlar. Đslâm inancını temel kıstaslarından biri kadere inanmaktır. Đnsanın yapacağı her şey önceden yazılmış ve insan yaptıklarıyla sadece kendi hakkında yazılmış olanı yerine getirmektedir. Ancak bu yazılma, insanın yapacakları önceden bilindiği içindir. Yoksa insanı zorlayıcı bir güç ve kuvvet değildir. Kur ân- Kerim de geçen Her insanın amelini boynuna doladık. (Đsra, 17/13) ayeti insanın tüm hareketlerinin kaderi tarafından önceden belirlendiği gerçeğini ortaya koyar. Đnsanın boynuna asılan bu defterle, insanın fiillerinin melekler tarafından yazıldığı defter yan yana getirildiğinde görülecektir ki, insan teker teker kendisi için daha önce yazılandan başka bir şey yapmamıştır. Sonra Cenâb-ı Hak, bu defteri insana okutacak ve hesabı da bu deftere göre görecektir. Allâh her şeye hakim ve kadir olandır. Allâh ın ilmi her şeyi kuşatır ve Allâh nezdinde önce, sonra gibi kavramışlar yoktur. Đşte kader, Allâh yanında yazılı olan ve bir kişinin hayatına dair tüm gaybî ve zahîri halleri içerir. Đnsanın yaşadığı bu kaderi, hayat tarzını, vücut yapısını, karakterini oluşturan en önemli etmenlerden biridir. Bu yüzden ruh meselesiyle ciddî meşgul olan kimseler, ruhun aynı zamanda insan dublesi olduğunu söylerler. Yani misâlî bedenin yanı başında, insanın sergüzeşt-i hayatına dair takdir ve tayinlerin yazıldığı ikinci bir yönü bulunduğuna dikkat çekerler. Dolayısıyla ruhun belli mahiyet ve fonksiyonlarına muttali olunduğu zaman, başından geçenlere de belirli oranda vâkıf olunabileceğini ileri sürmektedirler. Zâten, ilm-i kıyâfet ile, yani, maddî yapının ifade ettiği mânâlarla uğraşanlar, bu ayetinden yola çıkarak bu ilmin bu yününe işâret etmeye çalışırlar. Nitekim elin içindeki çizgilerden, kaderin cisme aksedişinin bir ifadesi olarak kişinin başından geçecek şeyleri kısmen de olsa söyleyebilmektedirler. Hatta basiret ve firâseti açık kimseler, çehresine baktıkları insanın simasında, onun bir kısım mukadderatını sezebilirler. Bunlar gaybı bilmek değildir. Çünkü onlara göre kadere ait sırlar, işâretler şeklinde insan vücudunda şekillenmiş durumdadır. Bu işâretleri bilmeyenlere göre söylenenler gaybî olsa dahi, hakiki mânâda gayb bu kabil malûmatla sınırlı tutulamaz. Yâni bu söylediklerimiz, Gaybı ancak Allâh bilir hükmüne zıt değildir. 255 Kâiflerin kendilerine dayanak olarak kabul ettikleri bir diğer kaynak ise hadislerdir. Bu tecrûbî ve rasyonel izahın da hadislerde izahını bulmak mümkündür. Zira Hz. Peygamber mümini akıllı, zeki ve ince görüşlü olarak tavsif etmekte iman ve takva sâyesinde elde ettiği firâseti sâyesinde her türlü hile, tuzak ve entrikaya da düşmemesi gerektiğini de şu hadisleri 255 Fethullâh Gülen, Kader Đlim Nevindendir, www. fgülen. com. 138

140 ile işâret etmişlerdir: Mümin bir kovuktan iki defa ısırılmaz. Allâh Resûlü (s.a.s) başka bir hadisinde ise: Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o Allâh ın nuru ile bakar. sözleri bu ilimle ilgilenenler için en önemli dayanaklardan biridir. Onlara göre mümin bir insan gönül gözünü açtığı zaman eşyanın hakikatine varabilecek ve zahirden batına ulaşabilecektir. Ayrıca başka bir hadiste de Resûlullâh : Hayrı, güzel yüzlüden talep edin. buyurarak buna farklı bir açıdan işâret eder. Allâh Resûlü başka bir hadisinde de gerçeği elde etmenin vahi dışında yollar da olduğunu şu şekilde aktarmaktadır: Sizden önceki ümmetlerde muhaddesler, ilhama mahzar olanlar vardı, bunlar peygamber olmadıkları halde hakkı dile getirirlerdi, Eğer ümmetimden biri varsa o da Ömer dir. Bu hadis de ilhamın ve firâsetin gerçeğe ulaşmada ve eşyanın hakikatini öğrenmede önemli bir araç olduğuna delil olarak kabul edilmiştir. Peygamber Efendimizin özellikle bu ilimden yararlandığını ve dedikodulara son vermek için ve Zeyid i temize çıkarmak için kâif çağırdığını yukarıda belirtmiştik. Bu tür hadiseler bu ilmin geçerliliğini perçinlemiş ve bu ilme olan güvenin artmasını sağlamıştır. Şa bân-ı Sivrihisârî, eserinde bu ilmin hakikatine delil olarak Arapların meşhur şairlerinden A şa nın bir beytine yer vererek bu beyti delil olarak sunar. A şa, beytinde bir kişinin birine kötülük yapmak istemesinin bir şey değiştirmeyeceğini, çünkü kişinin elindeki hatlar onun hakkında bilgi verir. A şa kendisine zarar vermekle tehdit eden birine seslenerek: Sen bana zarar vermek için vaade bulunuyorsun ama bana zarar veremezsin; çünkü benim avuç içimde devlet ve şecaat hattı var. Diyerek insanın başına gelen her şeyin ve talihinin avuçlarındaki hatlarda gizli olduğunu aktarmıştır. 256 Bazı âlimlere göre iç dünyasındaki birçok olgu kişinin dış dünyasına yansır ve kişinin dış dünyasına yani vücut yapısına bakılarak kişinin karakterinin çözülebileceğini söyler. Bunlara göre işlenen günahlar ruhumuzda kirlilik meydana getirir. Sağlık durumu ve hissiyatımız yüzümüze yansır. Bu görüşte olanlardan biri de Molla Cami dir. Cami şöyle der: Gönlüm senin çirkin yüzünü görünce günahlarda ısrar etme huyundan vazgeçtim. Korktum ki Allâh bana günahlarımdan dolayı azap eder ve yüzümü seninki gibi değişmiş bir şekle sokar. 257 Son dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda bu ilmin isabetli kararlar vermede yardımcı olduğu ve dış yapıya bakılarak tespitlerin yapılabileceğini göstermiştir. Birçok dile de yansıdığı gibi, dar kafalılar, kalın kafalılar, nurlu yüzlerin olup olmadığı konusunda çeşitli fikirler öne sürülmektedir. Meselâ Duisburglu Psikolog Prof. Siegfried Frey, fizyonomi 256 Sivrihisârî, age. v. 9b 257 Molla Cami, age. s. 169. 139

141 yorumlarını, yorumcunun ön yargıları ve ruh haletine bağlarken, diğer uzmanlar tam zıddı görüşe sahiptirler. Meselâ Harvard psikologlarından Nalini Ambady ve Robert Rosenthal, tanımadıkları yüzü doğru yorumladıklarından sık sık bahsederler. Özellikle bir kişinin hoşsohbet mi, yoksa içine kapanık mı olduğunda tam isabet kaydetmişler. Bir öğretmenin pedagojik kabiliyetini, sadece fotoğrafa bakarak tahmin etmede de başarı notu iyidir. Yapılan tahminler, ilgili öğretmenin öğrencilerinin ifadeleriyle karşılaştırıldığında, üçte ikiyi aşan nispette bir uyuşma olduğu görülmüştür 258 Bu ilmi savunanlar olduğu gibi bu ilme karşı çıkıp asıl olan insanların dış yapıları olmadığı ve insanların kişilikleriyle tanınması gerektiğini savunanlar vardı. Bu görüşte olanlardan biri Mevlana dır. Mevlana ya göre insanın beden ve duyuları arasında insanı manevi yüksek hakikatlere götüren bir alan vardır; ama bu alan derin anlamı olmayan bir kılıftan ibârettir. Bu böyle olmasaydı, Peygamber ve onunla aynı Arap kabilesinden olan, renk vücut yapısı bakımından benzer özellikler taşıyan ve Peygamber in azılı düşmanı olan Ebu Cehil le aynı olması gerekirdi. Oysa her ikisi de farklı tabiatlara sahiptir. Ebu Cehil, cehalettin ve zillettin temsilcisi iken ve kötü bir isimle anılırken Peygamber, seçkin bir insan olarak tarihe ismini yazmış ve binlerce insana örnek teşkil etmiştir. Bu yüzden Mevlana insanların, insanın dış yapılarına bakarak onun kişiliği hakkında fikir edinmeye çalışmasına karşı çıkar ve şöyle der: Daha ne kadar dış görünüşe bakacaksın? Dut ağacının arkasında latif bir ipek var! (Divan,2649) 259 Mevlana ile aynı fikirde olan bir diğer tanınmış mutasavvıf da Molla Cami dir. Cami, şöyle der: Çirkin kıllığımdan dolayı beni ayıplama, ey faziletten ve insaftan mahrum adam! Ten, bir kın ve can da tenin içindeki kılıçtır. Đşi kın değil kılıç görür. Böylece Molla Cami, asıl olan görünüşün değil görünüşün içindeki ruhun olduğunu söyler ve ruhu ön plana çıkarır. 260 Kıyâfet yazarları içinden meşhur olanlardan Hamdullâh Hamdi, eserinin son bölümünde Şikayet başlığıyla bu ilmin zamane insanlara uygulamanın çok zor olduğunu, kimi insanların Hz. Yusuf gibi temiz ve saf bir yüze sahip olmalarına rağmen huyunun hiç de onun yüzündeki güzelliği yansıtmadığını huy bakımından çok fena olduğunu aktarır. 261 258 Demirbaş, agy. 259 Đsmet Kayaoğlu, Mevlana ve Mevlevilik, Konya 2002, s. 20. 260 Molla Cami, age. s. 48. 261 Çelebioğlu, age. s. 249. 140

142 Bu ilimin ortaya koydukları kıstasların genel geçer değildir ve kıyâfet-nâmelerde bazı kişilere uygulanırken yapılan tespitin yanlış olduğu görülür. Ya da bazı kişilerin bu ilmin dışında tutulması gerekmiştir. Bu itibarla ilm- i kıyâfetle meşgul olanlar, bazı şeylere şerh koyma ve yeni hükümler icat etme mecburiyetini hissetmiş, istisnalara büyük yer vermişlerdir. Meselâ, uzun boylular hakkında hüküm verirken Hz. Ömer gibileri istisna etme lüzumunu duymuş ve: Bütün uzun boylular ahmaktır, Ömer müstesna; kısa boylular da fitnedir, Ali müstesna. şerhini düşmüşlerdir. Aslında Hz. Ömer le birlikte Hz. Halid, Hz. Abbas gibi dünya kadar uzun boylu sahabe olduğu gibi, Đbn Mes ud, Enes, Ebû Mûsâ gibi bir hayli de kısa boylu sahabe vardır. Kaldı ki günümüzde bir hayli uzun boylu ahmak olmayan, kısa boylu fitne olmayan insan vardır. 262 Ayrıca Seyyid Lokman kıyâfet-nâmesini oluştururken bu ilmi Osmanlı padişahlarına uygulamaktan şiddetle kaçınmış ve padişahların uzuvlarıyla kişilikleri arasında bağ kurmamıştır. 1900 lü yılların başlarından başlayarak fizyonomi ilminin hızlı bir şekilde gelişmesi ve her alana uygulanması bu ilme olan itibarın bir anda artmasına neden olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ortaya çıkan bu yaklaşımlar, insanları tip yapılarına göre kategorize etmiş ve bunlara yeni bir kişilik bulma yoluna gidilmiştir. Bunlara göre aynı vücut hatlarına sahip insanlar aynı karaktere sahip olur ve aynı davranışlarda bulunurlar. Ne var ki, bu tiplerin çoğu kez aynı karakteri sergilemedikleri de bir gerçektir. Hatta araştırıldığında bu tip insanların çok iyi bir terbiyecinin tezgâhından geçtikleri ve kendi özel duygularını baskı altına aldıkları sürece çok iyi birer örnek sergiledikleri de görülmüştür. Bir zamanlar çok fazla revaçta olan ve her alanda kendisinden faydalanma yoluna gidilen ve Özellikle Amerika da yoğun ilgi gören tip tasnifçilerden biri olan Sheldon un tasnifi yapılan bilimsel araştırmalar sonunda geçerliliğini yitirmiştir. Bu gün Sheldon un görüşleri ile büyük ölçüde alay edilmekte, örnekleme metotları eleştirilmektedir. 263 Eskiden beri deforme tiplerin toplum tarafından suçlu olarak görüldüğünü yukarıda belirtmiştik. Özellikle 19.yüzyılın başından başlayarak fizyonominin hukuka uygulanmasıyla belli bir suçlu profilinin ortaya konduğunu da yukarıda belirtmiştik. Genel olarak bu anlayışlara göre suçlu,vücut yapısı uyumlu olmayan ve vücut kusurları bulunan tiplerdir.ama günümüzde genel suçlu tipine baktığımızda suçluların hiç de bu profile uymadıklarını görürüz.hatta bazı olaylar fizyonominin belirlemiş olduğu bu kıstasları tamamıyla boş çıkaracak niteliktedir.örneğin 1929 da işlenen bir dizi cinayet Dusseldorfluları dehşet ve korku içinde bırakır.polis muhtemel fâili takdim ettiğinde, kimsenin bundan şüphesi yoktur: 262 Gülen, Đlm-kıyâfet. 263 Demirbaş, agy. 141

143 21 yaşındaki zekâ özürlü Hans Stausberg suçlu imajına uymaktadır. Ancak bir cinayet daha işlendiğinde, Dusseldorf' un gerçek vampiri bulunur. Adı, Peter Kürten'dir. Yüzü iyi niyetli, zararsız, şüphe uyandırmayan bir tiptir. Bu bir şoktur. Hemen hemen herkes, onu görme fırsatını bulur. Kürten in fotoğrafı bütün gazetelerde yayımlanır. 264 Đlm-i kıyâfet, her ne kadar bazı âlimler ve sanatçılar tarafından savunulup ve bu ilmin tutarlılığı ispatlanmaya çalışılmışsa da bu ilim hiçbir şekilde bilimsel bir temele dayanmamış ve günümüzde çok sınırlı alanda kullanılmaktadır. Kıyâfet-nâmelerde belirtilen birçok özellik günümüzde bilimsel çalışmaların ışığında geçerliliğini yitirmiş ve artık bilimsel hiçbir dayanağı kalmamıştır. Örneğin kıyâfet-nâmelerde yer alan seğirme sebeplerini Đbrahim Hakkı, damarlardaki kan dolaşımının engellenmesine bağlarken günümüzde bu konuda tıpta belirlenen neden ise başkadır. Tıbba göre seğirme güç durumda kalmış kişinin bir nevi boşalmasıdır. Tıbba göre bir diğer sebep ise, beyinde seğirme görülen yerde kasa gelen sinirlerin aşırı derecede uyarılmasıdır. 265 Görüldüğü gibi kıyâfet-nâmeler ile modern tıbbın bu konudaki görüşleri tamamen farklılık arz etmekte ve kıyâfet-nâmelerin verdiği hükümler hiç de tıp ile uyuşmamaktadır. Toplumun gelişen ve değişen estetik anlayışları; bilimsel gelişmeler bu ilmin belirlemiş olduğu temel yargıları temelden sarsmıştır Artık mavi gözlü insanların hayasız oldukları görüşü veya uzunların saf ve aptal, kısalarınsa hilekar oldukları tezi çürütülmüştür. Bilim çağında insanın kişiliğini oluşturan unsurların beden yapısı değil de kişinin içinde yaşadığı çevre ve zekanın etkileşimi olduğu, çocuğun almış olduğu eğitimin onun kişiliğini şekillendirdiği görüşü benimsemiştir. Hatta yapılan deneylerde aynı yumurta ikizlerinin farklı çevrelerde yetiştiklerinde zeka düzeylerinin, zevklerinin, hayata bakış açılarının farklı olduğu görülmüştür. Ayrıca insanların vücut kusurlarının olması onların sanıldığı gibi suçlu, günahkâr, uğursuz olmadıklarını bugün gayet iyi bilmekteyiz. Vücut kusurları olan insanlara yardım etmek yerine onlara potansiyel suçlu gözüyle bakmak bu insanlara haksızlık yapmaktan başka bir şey olmayacaktır. 264 Deniz, agm. 265 Mengi, Kıyâfet-nâmeler Üzerine, Belleten, s. 308. 142

144 III. BÖLÜM 143

145 ŞA BÂN-I SĐVRĐHĐSÂRÎ NĐN KIYÂFET-NÂMESĐ 10. ŞA BÂN-I SĐVRĐHĐSÂRÎ NĐN HAYATI Şa bân-ı Sivrihisârî, 16. yüzyılda yaşamış, Divan edebiyatının zirve şairleri olan Bâkî, Hayâli Bey, Necâti Bey, Zatî, Fuzûlî, Bağdâtlı Ruhî ile muasırdır. 16. yüzyıl Osmanlı imparatorluğunun her alanda yükselişte olduğu bir dönemdir. Đmparatorluk doğal sınırlarına ulaşmış, doğuda ve batıda en geniş sınırlara sahip olmuştur. Đmparatorluğun bu yükselişi bilim ve sanata da yansımış, nitekim bu dönemde kendinden söz ettirecek ve verdiği eserlerle ölümsüzleşecek nice sanatçı ve bilim adamı yetişmiştir. Bir önceki dönemlerde görülen Đran edebiyatı etkisi devam etmekle beraber bu edebiyat eski etkinliğini yitirmiş, Đranlı şairlerle boy ölçüşebilecek Fuzûlî, Bâkî gibi çok büyük şairler yetişmiş ve bu şairler Osmanlı edebiyatına yeni bir yön vermişlerdir. Şa bân-ı Sivrihisârî, böyle parlak bir dönemde yaşamış olmasına rağmen hakkında, kendi döneminde ve sonraki dönemlerde yazılan kaynaklarda bilgiye yer verilmemiş ve yazarın hayatı birçoğununki gibi karanlıkta kalmıştır. Şa bân-ı Sivrihisârî nîn doğum tarihi, nerede doğduğu ve nerede öldüğü kesin olarak bilinmemektedir. Yazar hakkındaki sınırlı bazı bilgilere ancak eserinden yola çıkarak ulaşabilmekteyiz. Eserinin bazı bölümlerinde yazarın yer verdiği birkaç ayrıntı bize hayatı hakkında ipucular vermektedir. Buna göre: Şa bân-i Sivrihisârî, künyesinden anladığımız kadarıyla Sivrihisârlıdır. Ama sanatçının orada mı doğduğu yoksa babası oralı olduğu için mi kendisine bu şekilde bir künye verildiğini bilmemekteyiz. Eserde yazarın kullandığı dil özelliklerinden yola çıkmak gerekirse yazarın eserinde kullandığı bazı sözcükler, onun Sivrihisar da doğduğu ve ilk eğitimini orda aldığı kanaatini bizde güçlendirmektedir. Yazar, eğitimini tamamlamak amacıyla Đstanbul a gelmiş ve eğitimine burada devam etmiştir. Eserden yazarın, çok iyi bir medrese eğitimi aldığı, Arapça ve Farsçaya hakim olduğu anlaşılmaktadır. Eserinin Arapçadan tercüme olması 144

146 ve eserde yer yer Farsça beyitlerin de bulunması bu kanımızı destekler niteliktedir. Yazar eserini tamamladıktan sonra eserin sonunda yazdığı Arapça bitiriliş bölümde: Bu kitap büyük rehber, hatırlı insan, alemin alimlerinin reisi, zamânın efendisi, cihan müftüsü Kemal Paşa-zâde ye hizmet ettiğim zamân mütalaa ve çalışmalardan sonra derlediğim ve Türkçe yazdığım firâset risâlesinin sonudur. Allâh onu dünyada ve ahrette korusun. şeklindeki Arapça kısımdan anladığımız kadarıyla yazar, bir müddet dönemin tanınmış alimlerinden olan Kemal Paşa-zâde nîn 266 hizmetinde bulunmuş, ve dönemin meşhur sadrazamlarından maktul Damat Đbrahim Paşa nın 267 isteği üzerine eserini yazarak ona sunmuştur. Đbrahim Paşa nın kendisinden bir eser yazmak istediğine göre yazar, sadrazama yakın olmalı ya da onun hizmetinde bulunmalıdır. Yazar, eserini bütün şefaatlerin kaynağı olan şaban ayında sene hicri 938 de (miladi Mart- Nisan 1532) yazmıştır. Yazarın verdiği bu bilgiler dışında gerek çağdaşı olan tezkire yazarlar ve gerek sonraki dönemde yetişmiş tezkireciler sanatçı hakkında eserlerinde herhangi bir bilgiye yer vermiş değildir. Bu durum, sanatçının kendi döneminde pek de tanınmadığı ve kayda değer bir çalışma veyahut etki bırakmadığının göstergesidir. 11. Nüshanın Tanıtımı: Eser Nuruosmaniye Kütüphanesi yazma eserler bölümü 4099 numarada kayıtlıdır. Eser güzel bir nesih hattıyla kaleme alınmış ve oldukça okunaklı bir şekilde yazılmıştır. Eserin asıl açıklama bölümleri siyah mürekkeple, başlıklar ise kırmızı mürekkeple kaleme alınmıştır. Beyitte dizeleri ve ayetlerde ise bölümleri göstermek amacıyla yer yer açık yeşil renkli çemberimsi şekiller yer yer ise üçgen şeklinde üç kırmızı nokta kullanılmıştır. Eserin 266 Şeyhü l-đslâm Đbni Kemal (Kemal Paşa-zâde) Fakih, tarihçi, müfessir, kelâmcı, edip ve şair olan Şeyhü'l- Đslâm Đbn-i Kemal'in asıl adı Şemseddin Ahmed b. Süleyman'dır. Fatih devrinin ileri gelen devlet adamlarından Kemal Paşanın torunu olması sebebiyle, Đbn-i Kemal ismiyle şöhret bulmuştur.1 Đbn-i Kemal, en meşhur Osmanlı şeyhü l-đslâmlarındandır. 1468 veya 1469 yılında doğmuştur. Doğum yerinin Edirne veya Amasya olduğuna dair rivayetler bulunmakla beraber, Tokat'ta doğmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Babası, Fatih devri kumandanlarından Süleyman Beydir. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Bunlardan Türkçe Divan ı ve 10.000 beyitlik Yusufu Zeliha Mesnevisi ve Yavuz'un vefatı üzerine yazdığı mersiye; en meşhurlarındandır. Đbni Kemal'in şairliği ve sanatkârlığı ilminin yanında gölgede kalmıştır. Fakat o başarılı şiirler yazmıştır. Bak. Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi Ötüken Yayınları, Đstanbul 1994, c. 3, s. 40-50. 267 Pargalı Damat Đbrahim Paşa (1493-15 Mart 1536) Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 1523-1536 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. Bugün Yunanistan'da kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğdu. 6 yaşında Đstanbul'a getirildi. Kanuni nîn şehzadeliği sırasında Manisa'da onun maiyetinde bulundu. 13 sene sadrazamlık yapan ve Farsça, Rumca, Sırpça ve Đtalyanca bilen Đbrahim Paşa, bugün Türk ve Đslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılan Đbrahim Paşa Sarayından başka, Đstanbul Mekke Selanik, Hezergrad (Razgrad) Đbrahim Paşa Camii ve Kavala da cami mescit mektep medrese zaviye hamam ve çeşme gibi eserler inşa ettirmiş ve bunlara vakıflar tahsis ettirmiştir. Oldukça başarılı bir devlet adamı olan Đbrahim Paşa, Hürrem Sultan tarafından boğdurularak öldürülmüştür. Bak. Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi Ötüken Yayınları, Đstanbul 1994, c. 3, s. 8-13. 145

147 her varağında 13 satır yer almakta ve eserin tamamı 74 varaktan oluşmaktadır ve her varak yaldızlı olarak çerçevelendirilmiştir. Eserin ebadı 109 X 167 mm dir. Eser, miklepli, salbek, zincirekli, şirazeli vişne rengi deri bir cilt ile ciltlenmiş ve dönemin sadrazamına sunulduğu için kapak yaldızlanmış ve süslenmiştir. Eser, besmeleyle ve Nahmedu llâhi l-le8i ce ale 6âhirü l-insâni unvânü l-bâ+ıni fi lcüdi. eklinde Arapça bir girişle başlamış ve tekrar Fi-şehrü l-şabane el-le6i huve şehri membai ş-şefâ at fi seneti 3emani ve 3elâ3ine ve tis imiete mine s-sinin ve s-sa at temmet şeklinde Arapça bir bitişle bitirilmiştir. Ayrıca son varağın her iki yan kısmına kırmısı mürekkeple şöyle yazılmıştır: Bu âlem 2aloınuñ ilmine bi l-nisbe Ki bir 4a2râ-yı a 6imde bir dâne-yi -urde 12. Eserin Özellikleri: Yazarın eseri, Đslâm edebiyatında bu alanda oldukça tanınan ve şöhret sahibi olan Muhammed bin Ebi Bekr bin Ebû Tâlib El-Ensârî 268 nîn yurtiçindeki birçok kütüphanede yazma nüshası bulunan Kitabü l-adab ve s-siyase fi Đlmi n-nazari ve ve l-firase (telif:1349) adlı ilm-i firâsete dair yazdığı eserin tercümesidir. Ama yazar eseri tercüme ederken eseri olduğu gibi tercüme etmemiş, eseri kendince düzenleyerek ve esere eklemeler yaparak, telif bir eser ortaya koymuştur. Yazar, eserin bitiş bölümünde Bu kitap büyük rehber, hatırlı insan, alemin alimlerinin reisi, zamânın efendisi, cihan müftüsü Kemal Paşazâde ye hizmet ettiğim zamân mütalaa ve çalışmalardan sonra derlediğim ve Türkçe yazdığım firâset risâlesinin sonudur. şeklindeki açıklaması onun bu eseri sadece tercüme etmekle yetinmediği ve bu konuda çalışmalar yaptığı ve derlemelerde bulunduğunu göstermektedir. Yazarın, eserin bazı yerlerinde alıntılar yapması ve eser adlarını zikretmesi, özellikle son kısım olan manzum bölümde Yunan hekimlerinin insanla ilgili düşüncelerine yer vermesi, eserin tamamen derleme olduğu ve yazarın bu alanda eser veren birçok müellifin eserinden derleme yaparak eserini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Yazar yaptığı bu çalışmalar ve derlemeler sonrası elde ettiği bilgileri El-Ensari nîn eseriyle harmanlamıştır. Yazar, eserini oluştururken Aristo, Đflimun, Đplavus, Fahreddin-i Râzî, Muhammet Zekerya Râzî, Đmam Şafii gibi bu alanda ilk çalışmaları yapmış ve tanınmış kişilerin eserlerinden yararlanmış, hükümler verirken onların belirlediği kıstaslara bağlı kalmıştır. 268 Yazarın eserini tercüme ettiğini söylediği Muhammed bin Ebi Bekr bin Ebû Tâlib El-Ensârî nîn adına kaynaklarda Ebû Abdullâh ibni Muhammed bin Ebû Tâlib El-Ensârî el-dımışkî olarak rastlanmaktadır. 146

148 Ayrıca yazar, o dönemde halk arasında yaygın olan inançları, insan hakkındaki değer yargıları ve gelenekleri de göz önünde bulundurmuş, eserinde toplumun bakış açısını da yansıtmaya çaba göstermiştir. Bu yüzden yazar, semboller belirlerken sembollerden birini toplum için belirlemiş ve bunu ه (he) harfiyle göstermiştir. Yazar, dönemi itibariyle yaygın olmayan bir yöntem belirlemiş, bugünkü bilimsel yaklaşıma yakın bir tarzda eserini oluşturmuştur. Yazar, günümüzde bilimsel eserlerin yazımında uygulanan dipnot sistemine benzer bir sistem geliştirmiş, alıntı yaptığı veyahut düşüncesinden yararlandığı yazarları belli bir harf ile göstermeye çalışmıştır ve bu harfleri de eserin giriş kısmında Hurûf-i Mermuza bölümünde ne anlama geldiklerini ve kimlere karşılık kullandığını açıklamıştır. Bunları burada vermek gerekirse yazar bu harflerin, et-xı, ve n-nûn, ve s-sâd, ve l-mîm, ve s-sîn, ve l- ayın, ve l-he olduğunu açıklamış ve Xı (D)Aris+o ya 269 işâretdür. Nûn,(B) Đflimun a, %ad (ص) Man4urî ye, Mim م) )Đmâm a, 270 Sin cemâ ate işâretdür. şeklinde açıklayarak her harfin (ه) Şâfi î :(ع) 271 ye, ha, Đplâvûs a (س) Ayn kimi temsil ettiğini vermiştir. Bu yöntem eseri diğer kıyâfet-nâmelerden ayırmakta ve farklı kılmaktadır. Yazar, bu harfler dışında eserinin bazı yerlerinde Batlamyus, Nadir El-Hindi, 269 M.Ö. 384-322) Yunan filozofu. Aristoteles, yalnızca büyük Yunan filozoflarının en sonuncusu değil, Avrupa'nın da büyük biyologlarından ilki idi. Platon'un akademisinde 20 yıl öğrencilik yapan Aristoteles, bir süre sonra Atina'dan göçüp Büyük Đskender'in eğiticiliğine getirildi. M.Ö. 355'de Atina'ya dönerek ünlü okulu "Lykeion"u (Lise) kuran Aristoteles, Büyük Đskender ölünce yeniden Atina'dan göçmek zorunda kaldı (M.Ö. 323) ve ertesi yıl Eğriboz adasında öldü. 270 Horasan da yetişmiş, meşhur din ve fen âlimi. Đsmi, Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-teymî el-bekrî dir. Künyesi Ebû Abdullâh ve Ebü l-me âlî, lakabı Fahrüddîn dir. Allâme, Şeyhülislâm ve Fahr-i Râzî denilmiş, Đbn-i Hatîb-ir-Rey (Rey Hatîbi nîn oğlu) diye tanınmıştır. Soyu Kureyş Kabîlesine ulaşır. Aslen Taberistanlıdır. 1149 (H.544) senesinde Rey şehrinde doğdu. 1209 (H.606) senesinde Herat ta vefât etti. 271 Kendi adıyla anılan Şafiî mezhebinin öncüsü olan Đmam-ı Şafiî nîn asıl adı Ebu Abdullâh Muhammed bin Đdris eş-şafiî el- Kurayşi dir. Kaynakların belirttiğine göre Đmam-ı Şafiî, h.150/ m. 767 yılında Şam beldelerinden Gazze de doğmuş, yetim kalmış ve küçük yaşlarda soyunun Kureyş e dayanmasının avantajlarından faydalanmak ihtiyacıyla Mekke ye getirilmiş ve orada büyümüştür. Soylu bir aileden gelmiş olmakla birlikte yetimliğin ve fakirliğin getirdiği sıkıntılarla yetişen Đmam-ı Şafiî, içinde yaşadığı toplumu yakından tanıma fırsatı elde etmiştir. 147

149 Seyyid Hemedani, gibi müelliflerden alıntılar yapmış ve onların eserlerinin adlarını zikretmiştir. Eser, sadece insanları tanımak ya da genel bir karakter tahlili yapmak amacıyla kaleme alınmamıştır. Yazar, eserinde insanların karakterleriyle beden yapıları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışırken eserinin bir bölümünü hayvanlara ve milletlere de yer vermiştir. Yazar, eserde havanları beş başlık içinde ele almış ve bu hayvanları özelliklerine göre tabiatlarını açıklamaya çalışmıştır. Bu bölümde dikkat çeken bir husus şudur ki, yazar havanları tanıtırken onların beden yapısıyla hiç ilgilenmemiş, sadece onların tabiatları üzerine yoğunlaşmıştır. Yazar, bu tarzını milletleri tanıtırken de devam etmiş ve milletleri sadece karakter bakımından ele almıştır. Eserin bir diğer özelliği ise eserin birden çok özelliği kendi içinde barındırması ve yazarın tek konu üzerinde yoğunlaşmayıp birden çok alanla ilgili bilgiyi eserinde işlemesidir. Eser bir kıyâfetü l-beşer özelliği taşımanın yanı sıra, bir fal-name özelliği de taşımaktadır. Eserin son kısmında yer alan ilm-i hutûtla ilgili olan bölüm bu özelliği taşımaktadır. Yazar, bu son bölümde insanların ellerindeki çizgilere bakarak kişiliklerinin nasıl bilineceğini resimlerle anlatma yoluna gitmiştir. Yazarın resimlere yer vermesi eser için başlı başına bir farklılıktır. Yazar, bu yolla hem anlattıklarını somutlamış hem de esere bilimsel bir hava katmıştır. 13. Diğer Eserlerden Ayrılan Yönleri: Diğer kıyâfet-nâmelerde, kişinin beden yapısıyla kişiliği üzerinde yoğunlaşılıp tek tek bedenleri ele alınarak karakter tahlilleri yapılırken, yazar diğer kıyâfet-nâmelerden farklı bir yol izlemiş, beden yapısını ele almadan önce tek tek karakterleri ele almış ve bu tip insanlarının nasıl bir beden yapısına sahip olduğunu anlatmıştır. Yazar, bu bölümde El- Racilü l-mekkar (hileci kişiler) Er- Racülü z-zannî (zeka seviyesi yüksek olan erkekler), Er- Racülü z- \a îfü l-oalb (kalbi zayıf, kendisi düşkün kişiler), Er-Racülü f-feylesof (anlaması güzel ve nefsine hakim kimseler), Er-Racülü l-(ayre ddîn (kalbi sağlam ve kendisi hoşgörülü ve güvenilir şahıslar) El- Racülü l-şücâ (yiğit ve bahadır olan kimseler), Er-Racülü c- Cebbân (korkak olan erkekler), Er-Racülü l-gâlizü t- Xab (kaba ve kötü olan kimseler), Er- Racülü l- /arî4 (hırslı ve açgözlü erkekler), Er-Riclü l-keselân (tembel ve uyuşuk kişiler), Er-Racülü l-oalîlü l-ke3irü t-xişe (aklı az ama hilesi fazla insanlar), ile birlikte son olarak Er-Racülü l- Kelîlü f- Fehm (anlayışı az kişiler) Er-Râcülü l Bi-haya, (hayasız ve anlama yeteneği az olan kişiler) gibi on üç farklı karakteri ele almış ve bu karakterlerin ne tür bir 148

150 vücut yapısına sahip olduğu, göz, ağız, boy, burun, baş gibi uzuvlarının nasıl olduğunu anlatmıştır. Yazarın yapmış olduğu bu tarz bir ayrım diğer kıyâfet-nâme yazarlarının ayrımından farklıdır. Örneğin Hamdullâh Hamdi, Niğdeli Visâli, Đbrahim Hakkı, eserlerini oluştururken organları ele almış ve organlardan yola çıkarak bir tahlile ulaşmaya çalışmışlardır. Eseri diğer eserlerden ayıran bir diğer özellik de yazarın karakter tahlillerine geçmeden önce genel olarak milletlerin bir tahlilini yapmasıdır. Yazar, eserinin üçüncü makalesinde çeşitli milletleri (Ehl-i Mısır, Ehl-i Berberî, Ehl-i Şam, Ehl-i Hicaz, Ehl-i Rum, Ehl-i Irak, Ehl-i Hind, Ehl-i Sin (Çin), Ehl-i Yemen, Ehl-i Habeş, Ehl-i Nevb (Etiyopya, Afrika halkları), Ehl-i Sevahil, Ehl-i Magrib, Kavm-i Maşrık, Halk-ı Yunan) ele alır ve bu milletlerin tabiatı hakkında değerlendirmelerde bulunur. Yazar, yukarıda verdiğimiz bu milletlerin genel bir karakter tahlili yapması, dönemine göre oldukça önemlidir. Özellikle eserini Đbrahim Paşa gibi büyük bir sadrazama sunması, bu önemi daha da artırmaktadır. Çünkü Osmanlı imparatorluğu yukarıda da belirttiğimizi gibi dönemin süper gücüdür, geniş bir coğrafyaya hakim ve kendi tebaasında birçok milleti barındırmaktadır. Yazarın böyle bir bölüme yer vermesi, devlet adamlarının hem tebaasında yaşayan Türkler dışındaki diğer milletleri hem de kendileriyle komşu olan ya da olmayan milletleri tanımak istediğini gösterir. Günümüzde birçok süper gücün milletler üzerinde yaptığı incelemeler, sosyolojik ve psikolojik çalışmaların benzerini o dönemde ayrıntılı ve bilimsel olmasa da- dönemin Osmanlı aydınları da yapmıştır. Yazarın böyle bir bölüme eserinde yer vermesi, dönemin devlet adamlarının devleti idare ederken nelere dikkat ettiğini göstermesi bakımından son derece ehmmiyyete haizdir. Nitekim yüz-iki yüz yıl önce Avrupalılarca Ortadoğu coğrafyasında başlatılan bu tür çalışmaların Osmanlıda 16. yüzyılda ve belki daha önce yapıldığını göstermesi bakımından da bu bölümün eserde yer alması daha bir önem taşımaktadır. Eseri diğer eserlerden farklı kılan bir diğer özellik ise eserin sadece bir insan-name değil aynı zamanda hayvanların ahlakını tanıtan bir hayvan-name niteliği taşımasıdır. Nitekim yazar eserinin beşinci makalesini hayvanlara ayırmış ve bu bölümü de bölümlere ayırarak her bölümde gruplara ayırdığı hayvanları tanıtmaya çalışmıştır. Yazar, bu bölümde kuşları, suda yaşayan canlıları, insanların faydalandığı hayvanları, vahşi hayvanları ve bazı haşere ve sürüngenleri tanıtmış ve onların ahlakı hakkında bilgiler vermiştir. Eserde böyle bir bölümün yer alması eseri diğer bilinen kıyâfet-nâmelerden tamamen ayırmaktadır. Bu alanda yazılan diğer kıyâfet-nâmeler insan özerine yoğunlaşmış, insan dışındaki varlıklara pek yer vermemiştir. eser bu yönüyle diğer eserlerden ayrılmaktadır. 149

151 Eserin belki de en dikkat çekici yönü eserin bir fal-name özelliği taşımasıdır. Yazar eserinin son bölümünü bağımsız bir risâle olarak düzenlemiş ve bu bölümde el üzerinde durarak eldeki çizgilerden yola çıkıp kişinin talihini, kişiliğini ve bazı özelliklerini ortaya koymaya çalışmıştır. Yazar, bu bölümde anlatacağını daha somut kılmak amacıyla resimlere yer vermiş ve el resimleriyle eldeki hatların ve kişiliğin ilişkisini açıklamaya çalışmıştır. Eserin son kısmında yer alan bu risâle, diğer kıyâfetnamelerde yer almamakta, sadece kıyâfetnâmeler el üzerinde durarak kişiliği elin şekli, büyüklüğü-küçüklüğü, kalınlığı-inceliği, parmakların uzunluğu ve kısalığına göre belirlerler. Yazarın eserin sonunda böyle bir bölüme yer vermesi de eseri diğer kıyâfet-nâmelerden ayırır. Eserin son kısmı ise manzum olan bir kıyâfet-nâmedir. Yazar bu bölümü tamamen Yunan hekimlerinin görüşlerine göre düzenlemiş ve bu bölümde insanların uzuvlarını Yunan hekimlerinin anlayışına göre değerlendirmiştir. Yazarın eserinde böyle bir bölüme yer vermesi de eserini diğer eserlerden ayırmaktadır. 14. Eserin Dil ve Anlatım Özellikleri 16. yüzyıl Türk dili için bir çıkmazın yaşandığı yüzyıldır. Bir önceki dönemlerde görülen aşırı özenti ve hüner göstermenin bir sonucu olarak dil her geçen gün gittikçe ağırlaşmış, dile Arapça ve Farsçadan çok sayıda kelime ve terkip girmiştir. Başlangıçta şiirde şairler, Arapça ve Farsça kullanmayı bir zorunluluk olarak görmüşler. Zira Türkçe aruza uygun bir dil değildi ve Türkçede uzun ünlü yoktu. Şairler, şiirlerinde aruzu kusursuz kullanmak ve onları aruz hatalarından kurtarabilmek amacıyla başka dillerden sözcük almak zorunda kalmışlardı. Ama sonraki dönemlerde artık şairler bu zorunluluktan öte şiir ve yabancı dildeki maharetlerini göstermek amacıyla şiirlerinde yabancı kelime ve terkiplerle örülü ağır bir dil kullanmışlar. Hatta bazı şairlerin bütün bir beyit içinde birkaç sözcük dışında tüm kelimelerin Arapça ve Farsça olduğu da görülmüştür. Şiir dilinin bu şekilde anlaşılmaz olmasına tepki olarak bu dönemde bir grup şair Türkî-i Basit adlı bir akım başlatıp şiir dilinin sade, anlaşılır ve halkın konuştuğu Türkçe olmasını savunmuşsa da bu akım pek etkili olamamış ve sadece birkaç şair bu tarzda şiir yazmıştır. Bu dönemde düzyazıda da durum şiirden pek farklı değildir. Bu dönemde Türk nesri seslendiği çevrelerin eğitim durumuna göre sade, orta, süslü nesir olmak üzere üç koldan gelişme göstermiş ve seçilen nesir anlayışı ve seslenilen kitleye uygun olarak üslup kullanılmıştır. örneğin halk için yazılmış ve bilgi verme amaçlı olan eserler sade nesirle; iyi eğitim almış, yüksek zümreler için kaleme alınmış hüner gösterme kaygısı taşıyan eserler 150

152 süslü nesirle, orta derecede eğitim almış, Arapça ve Farsça bilen kimseler için yazılan eserler ise orta nesirle yazılırdı. Halk için yazılan eserlerin dili -yani sade nesrin- oldukça anlaşılır, basit ve yabancı terkiplerden arınmış bir dil kullanılırdı. Bu tür eserlerde öğreticilik ön planda olduğu için yazarlar, dolambaçlı ifadeler, süslü ve sanatlı anlatımlara yer vermeden okuyucuya sadece bilgi vermeyi amaçlarlardı. Süslü nesirde ise durum sade nesrin tam tersidir. Yazarın temel amacı okuyucuya bilgi vermek değil, aktarılan düşünceyi ya da bilgiyi okuyucuya sanatlı bir şekilde aktarmaktır. Bu yüzden yazar, cümleleri Arapça ve Farsça tamlamalarla uzatabildiği kadar uzatır, cümleleri seci denen iç kafiyeyle kafiyelendirmeye çalışır, onlara söz sanatlarıyla parlak bir söyleyiş özelliği kazandırır. Orta nesirde ise üslup yer yer sade nesrin özelliklerini taşıyarak sade, özentiden uzak doğal bir dil kullanılırken yer yer de süslü nesri hatırlatan süslü, sanatlı, secili ve ağır bir dil kullanıldığı olur. Şa bân-ı Sivrihisârî nîn Kıyâfet-nâmesi ni 16. yüzyılın dil anlayışına göre değerlendirmek gerekirse bu eser sade nesrin dil anlayışını taşımaktadır. Eserin bütünü göz önünde bulundurulduğunda öğretici eserlerin temel özelliği olan anlaşılırlık ve sadelik bu eserde de kendini göstermekle beraber eserin çok az bir yerinde ise dil bakımından daha ağır ve sanatlı olduğu ve süslü nesri hatırlatan cümlelerin olduğu da görülmektedir. Özellikle eserin ilk bölümlerinde yazarın Arapçaya yer verdiği ve kimi yerlerde ise ayetlerle düşüncesini desteklemeye çalıştığı ve bazı yerlerde ise Arapça ve Farsça beyit ve rubailere yer verdiği olmuştur. Bunun dışında eserin asıl bölümleri ise sade, herkesçe anlaşılan bir dil kullanıldığı görülmektedir. Eserde başlıklar ve organ adları ve bölümler genel olarak Arapça olarak verilmiş; ama açıklama kısımlarında ise organ isimlerinin Türkçe karşılıkları verdiği ve buna göre değerlendirildiği, özellikle hayvan adları ve temel karakterleri anlatırken bunların Arapça isimleri kullanıldığı görülmektedir. Örneğin yazar, at değil de feres, sığır değil de bakar, koyun değil de zan gibi hayvanların Arapça isimleri kullanmıştır. Ayrıca halk diline yerleşmiş, halkın anladığı Arapça ve Farsça kelimelerin de eserde kullanılmıştır. Bunların dışında ise genel olarak eserin dili halkın kullandığı dildir. Eserde aynı zamanda Türkçede pek yaygın olarak kullanılmayan ve daha çok bölgesel nitelik taşıyan tomalıç, yıncıklık, söbi, uğrı, tulun, değirmi, yumru gibi sözcükler de kullanılmıştır. Kelimelerin bazılarında yazım birliği yoktur. Mesela sarı sözcüğü bazı yerlerde 4arı şeklinde yazılırken bazılarında 4aru şeklinde yazılmıştır. Bazı sözcüklerde ise hal ekleri ve yapım ekleri eksik yazıldığı olmuş ve bu ekler tarafımızca parantez içinde gösterilmiştir. Olmak fili bazı yerlerde olup bazı yerlerde ise bolup şeklinde yazılmıştır. Metnin bazı 151

153 bölümlerinde hûy şeklinde yazılırken bazı bölümlerde hû şeklinde yazılmıştır. Avuç ve haç gibi ç ile biten sözcükler metinde c ile yazılmıştır. Ayrıca bazı sözcükler de metin içinde eksik ve yanlış yazılmıştır. Örneğin 49 vb de yer alan ve3âvi3in sözcüğü me3âvi3 şeklinde yanlış yazılmıştır. Ayrıca 50. varakta da 2arâ7at sözcüğü 2arâ2at şeklinde yazılmıştır. Mide kelimesi de mi îde şeklinde kaleme alınmıştır. 15. Biçim, Ölçü ve Kafiye: Eserin büyük bir bölümü mensur olarak kaleme alınmış, mensur kısımlar içinde yazar yeri geldikçe bazı Arapça, Türkçe ve Farsça beyitler de serpiştirmiştir. Eserin bu bölümünde bulunan nazım parçaları beyit ve mısralara yer vermiş, nazım biçimi olarak da kıta ve rubaiyi sadece kullanmıştır. Ölçü olarak da yazar, aruzu kullanmış ve metin içinde aruzun farklı kalıplarına yer vermiştir. Aruzu Türkçe yazdığı şiirlerde başarılı bir şekilde kullandığı pek söylenemez; zira şiirlerde çok sayıda imaleye yer vermesi şairin aruzu kullanmakta pek de başarılı olmadığını göstermektedir. Gerçi bu tür hataların bu dönemde görülmesi gayet doğaldır. Çünkü bu dönemde aruz daha Türkçeye tam uydurulamamış, bu yüzden de bu tür kusurlar büyük şairlerde de görülmüştür. Şair, ilk sayfadaki Arapça ve Farsça beyitlerde ölçü kullanmamıştır. Zira bu beyitlerin hiçbir aruz kalıbına uymaması bunu göstermektedir. Bu sayfadaki ilk Türkçe beyitte yazarın kullandığı aruz kalıbı fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün / fâilün dür. Aynı varakta yer alan kıtada ise müellif iki farklı aruz kalıbı kullandığı görülmektedir. Müellif ilk iki beyitte aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbını kullanırken üçüncü beytin ilk dizesinde ise fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıplarına yer vermiştir. Böyle bir kullanım aruz kalıplarına aykırıdır. Zira aruz kurallarına göre bir şiirin tüm dizeleri aruzun aynı kalıplarıyla yazılmalıdır. Bir şiir içinde farklı kalıplara yer verme anlayışı ancak Servet-i Fünûn edebiyatıyla edebiyatımızda kendini göstermiştir. Müellif, bir sonraki varaklarda yer alan Arapça rubaide ise aruzun mefâîlün / mefâîlün feîlün (fâ lün) kalıbını ve aynı kalıbı sonraki Farsça mısra ve Türkçe beyit için de kullanmıştır. Müellif Arapça bu rubaide aruzu Türkçe şiirlere göre daha başarılı kullandığı görülmektedir. Ama diğer Arapça ve Farsça beyit ve rubaier için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Zira müellifin verdiği bazı beyit ve rubaileri aruzun kalıplarına uydurmak mümkün değildir. Eser nazım-nesir şeklinde kaleme alınmış olduğu için eserin son kısmında 97 beyitten oluşan bir mesnevi bulunmaktadır. Bu mesnevi klasik mesnevi örgüsünü içinde barındırmasa da müellif sadece ilk birkaç beytini sebeb-i telifi andıran açıklamalara yer vermiş veasıl 152

154 konuya geçmiştir. Müellifin bu bölümde kullandığı kalıp mesnevilerde yaygın olarak kullanılan kısa kalıplardan olan mefâîlün / mefâîlün /feîlün kalıbı kullanmıştır. Bu bölümde de müellifin aruz kusurlarına pek sık olarak rastlanmaktadır. Kafiye olarak da müellif dönemin Divan şiiri kafiyeanlayışına bağlı kalmış ve genelde tam ve zengin kafiyeye yer vermiş, ayrıca rediflerden de sıkça yararlanmıştır. 16. Eserin Yapısı: Kıyâfet-nâme Arapça bir giriş kısmı ile başlamaktadır. Eserde aynı anlamı içeren bir Arapça, Farsça ve Türkçe beyit yer almaktadır. Yazar bu bölümde Allâh a niyazda bulunduktan sonra eseri Đbrahim Paşa ya sunduğunu aktarmakta ve Đbrahim Paşa için dua etmektedir. Yazar, bu bölümde eserini Muhammet bin Ebi Bekir bin Ebu Talib El-Ensari nîn ilm-i firâsete daire serinin tercümesi olduğunu aktarmaktadır. Bu bölümün sonunda bir rubai yer almakta, ayrıca yazar eserin içeri hakkında bilgi vermekte ve eserin bir mukaddime ile dokuz makaleden oluştuğunu bize bildirmektedir. Yazar, mukaddime ve makalelerin içeriğinden de kısa bir şekilde bahsettiğinden sonra, asıl bölümlere geçmektedir. Eseri oluşturan mukaddime ve makaleler içeriği şöyledir: Mu9addime: /urûf-i mermûze beyânındadur. Ma9âle-i ûlâ: Đlm-i ferâsetüñ ta rîfi beyânındadur. Ma9âle-i 3aniye: Delîl-i aolî vü nakil ile bu ilmüñ 0aoîoati beyânındadur. Ma9aled-i 3ali3e: E+râf-ı âlemde olan şehirlerüñ ehlinüñ a2lâ9ı vü ev4âfı beyânındadur. Ma9âle-i râbi e: Racülüñ a2lâ9ı vü ev4âfı beyânındadur. Ma9âle-i -amse: /ayvanâtıñ ahla9ı beyânındadur. Ma9âle-i sadise: Mizâca vü bedene müteallik-i câm e beyânındadur. Ma9âle-i sâbi e: Đnsânuñ başında olan a 7â-yı cüz iyyesi beyânındadur. Ma9âle-i 3âmane: Đnsânıñ elden iayrı a 7âsınuñ alametleri beyânındadur. 153

155 Ma9âle-i tasi yye: Elde olan emârât vü -u+û+ beyânındadur 17. Bölümlerin Değerlendirilmesi: Eserin Arapça bir bölüm ile başladığını söylemiştik. Kıyâfet-nâme de, daha sonra Mukaddime bölümü gelmektedir. Bu bölüm Hurûf-ı mermûza yani işâretlenmiş harfleri konu almaktadır. Yazar bu bölümde bazı Arap harflerine yüklediği bir takım anlamları belirtmekte ve eserin ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkacak bu harfleri anlamamızı sağlamaktadır. Bu bölümde kıyâfet ilminde ehil kişiler için birer harf tahsis edilmiştir. Metnin ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkacak hükümler öncesi bu harfler bazen tek olarak bazen ise ikili, üçlü kullanımlarla Kıyâfet-nâme de yer almıştır. Söz konusu olan harfler ve belirttikleri metinde şu şekilde geçmektedir: et-xı, ve n-nûn, ve s-sâd, ve l-mîm, ve s-sîn, ve l- ayın, ve l-he. Xı (D)Aris+o ya işâretdür. Nûn,(B) Đflimun a, %ad (ص) Man4urî ye, Mim cemâ ate işâretdür. Aristo, bilindiği (ه), Şâfi î ye :(ع) ha, Đplâvûs a (س) Ayn )Đmâm a, Sin م) gibi bu alanda ilk defa bilimsel ve sistemli çalışma yapan ve beden uzuvlarıyla kişilik arasında ilişkiyi ortaya koymaya çalışan kişidir. Aristo nun bu ilme dair eserlerinin tercümesiyle bu ilmin Đslâm aleminde farklı bir nitelik kazanıp yaygınlaştığını daha önce aktarmıştık. Yazar, eserinin bazı bölümlerinde Aristo nun kimi eserlerinden alıntı yaptığı da görülür. Kaynakların bildirdiğine göre Đflimûn un da Kitab-ı Firase adlı bir eseri vardır ve muhtemelen bu eser de Đslâm uleması tarafından Arapçaya tercüme edilmiştir. Đplâvûs ise kıyâfet ilmi ile ilgili bir takım görüşleri bulunan Yunan hekim ve filozofudur. Şâfî bilindiği üzere Đslâm Medeniyetinde kıyâfet ilmi ile ilgili ilk eseri yazan kişidir. Eseri elde bulunmasa da kaynaklar bu alanda ilk çalışmaların onun yaptığını aktarmaktadır. Mansûriyye olarak metne alınan ve kendisine bir harf işâret edilen ise yine Arap tıp bilginlerinden olan Muhammed ibni Zekeriya Râzî 272 olmalıdır. Zekeriya Râzî nîn tıp ilmine dair kitabı oldukça 272 Tam adı Ebu Bekir Muhammed Đbn Zekeriya El Razi'dir. Razi, 864 yılında Đran'ın Ray şehrinde doğdu. Yerleşik inançları sorgulayan felsefi düşünceleriyle tanınmış olan Razi, bilimle de ilgilenmiş ve kimya ve tıp gibi alanlarda yapmış olduğu çalışmalarla bilim tarihinde seçkin bir yer edinmiştir. Kimya biliminde Cabir'in açmış olduğu yoldan giderek yapısal dönüşüm kuramını benimsemiştir; ancak Cabir gibi Aristotelesçi değildir; maddenin oluşumunu dört unsurun birleşmesiyle değil, atomların birleşmesiyle açıklama eğilimindedir. Çalışmaları sırasında yeni kimyevi maddeler, yeni yöntemler ve yeni aletler geliştiren Razi nîn en önemli başarılarından birisi, farklı organik maddeleri damıtmak suretiyle çeşitli yağlar, tuzlar ve boyalar elde etmiş olmasıdır; ayrıca, demir gibi zor eriyen metallerin ergitme işlemleri ile ilgili araştırmalar da yapmıştır. Razi nîn kimya alanındaki çalışmalarının yanı sıra, tıp alanındaki çalışmaları da çok önemlidir.razi ilk defa 154

156 meşhur olup uzun süre Avrupa da ders kitabı olarak kullanılmıştır. Zira onun tıbba dair eserinin adı El-Mansûrî dir. Đmâm ile kasdedilen kişi ise Fahreddin-i Râzî olabilir. Nitekim Râzî için kaynaklarda Đmam lakabı kullanılır. Fahreddin-i Râzî, ilm-i kıyâfete dair yazdığı eseri Đslâm aleminde bu alanda yapılan en iyi çalışma olarak kabul edilir. Cemâat ın hangi kaynak olduğu konusunda ise bir tespit yapılamamıştır. Cemâat ile kastedilen genel toplum yargıları olsa gerektir.yazar, verdiği kişilik özellikleri bu şahısların fikirleri ışığında açıklamaya çalışıyor. Yazar, işâretlenmiş harfler ile kıyâfet ilminde ehil olan bu kişileri ve dolayısıyla onların görüşlerini işâret etmektedir. Bu da eserin birden çok kaynaktan beslenerek oluşturulduğunu göstermektedir. Kıyâfet-nâme de kullanılan bu sistem bize bir dipnot sistemi gibi görünmektedir. Nasıl ki günümüzde ilmî bir eser oluşturulurken metin içerisinde dipnotlar kullanılıp, konu ile ilgili kişilerin gerek kitaplarına gerek araştırmalarına veyahut sözlerine atıflar yapılıyor ise burada uygulanan sistem de bize bunu hatırlatmaktadır. Tek farkı, bu artık sayfa sonunda okuyucuyu konuyla ilgili bir diğer kaynağa yönlendiren dipnot olarak değil, cümle başında, görüşleri aynen alınan veyahut konuyla ilgili hükümlerine atıf yapılan kişinin bir harf ile işâretlenmesi şeklinde olmaktadır. Biz de metni incelerken bu kıstası göz önünde tutacağız. 273 Kıyâfet-nâme de Mukaddime bölümünden sonra eseri oluşturan ilk makale gelmektedir. Bu makalede ilm-i firâsetin açıklanması yapılmaktadır. Sivrihisârî, firâset ilmine lügatlerde zîreklik dendiğini, bu ilmin insanların zahirinden iç dünyalarını anlamaya yaradığını ve bu ilmin evliya ve enbiya marifeti olduğunu söyler. Ayrıca yazar bu ilmin hak olduğunu ve bunun haklığını ortaya koyan çok sayıda akli ve nakli delillerin olduğunu söyler. Yazar, ilm-i firâsetin, ilm-i kıyâfet, ilm-i riyâfet ve ilm-i siyafetti kapsadığını, ilm-i kıyâfetin insanlar için kullanıldığını ve bu ilme vakıf olan kimselere kâif denildiğini hatırlatır. Yazar daha sonra riyâfet ve siyâfet kavramlarını açılar. Yazara göre ilm-i riyâfet, çöllerde hapsolmuş suyu bilmek olduğunu ve bu ilmin sahibinin toprağı koklayarak suyun yakın mı uzak mı olduğunu tespit ettiğini aktarır. Siyafet ise, kâifin yerdeki ayak, tırnak ve çizme izlerinden yola çıkarak oradan geçen varlıklar hakkında bilgiler edindiklerini aktarır. Eserin yazarı, ilm-i firâseti etraflıca açıkladıktan sonra firâset ilminin haklılığını ortaya koymaya çalışır. Ortadoğu ülkelerinin çoğunda yaygın olarak görülen çocuk hastalıklarından çiçek ve kızamığın tanılarını vermiş ve bunlar arasındaki farkları belirlemiştir. Bu yapıttan edinmiş olduğumuz izlenime göre, Razi hastalıkların tedavisinde, ilaçla tedavi yöntemini tercih etmiştir. Böbrek taşlarının ve mesane taşlarının çıkarılması gibi, genellikle cerrahi müdahalenin beklendiği durumlarda bile, ilaçla tedaviyi yeğlediği görülmektedir; hatta bu konu ile ilgili olarak kaleme almış olduğu müstakil bir eserde de aynı şekilde ilaçla tedavi öngörülmüştür. 273 Gedik, agy. 155

157 Bu bölümde yazar, bu ilmin hak bir ilim olduğunu ve halklılığını savunan akli ve nakli delillerin olduğunu savunur. Ayrıca yazar bu ilmi inkar edenlerin ehl-i bid at olduğunu aktararak akli ve nakli deliller sunar. Đlmin hak olduğunu ispatlamak için yazar, ayet ve hadislere başvurur. Yazar kaynakların insan özelliklerinin öğrenilmesinde üç farklı yol olduğunu söyleyerek bunları örneklerle açıklar. Yazara göre ilk yol vahi-yi rabbaniye ile olduğunu söyler.yazar, Hz. Mûsâ ve Đsâ nın bu yolla Peygamber Efendimizin geleceğini bildiklerinden bahseder ve bu fikrini desteklemek amacıyla Saff suresi 6. ayeti delil olarak sunar. Ayrıca Veysel Karranî ile Selmân-ı Farsî nîn de Allâh ın onların kalplerine ilham etmesiyle Peygamber Efendimizi bulduğunu aktarır. Yazar ikinci yol alarak marifet olduğunu söyler. Yazar şöyle devam eder: Nitekim /ekim Camâsb, /a7reti Resûlüñ aleyhi 4elatu ve selâm oamer devrinde şah olup burc-i aoreb oırânında mâh olıcaiını vü şerî atınuñ keyfiyetin bilüp -aloa bildürdi. Vü Danyal Peyiamber aleyhi s-selâm nücûm a2kamıyla 2ükmidüp didiler ki seba -yı seyyâreden devr-i oamerde beşer cinsinden bir kâmil vücûd gele ne6îri gelmiş vü gelecek olmaya dir, -aber virüp Resûl üñ 4alallâhu aleyhi ve selem nübüvvetin bildürdiler. Yazar Hekim Camasb ve Danyal Peygamberin marifet yoluyla Hz. Peygamberin geleceğini haber verdiklerini aktarır. Üçüncüsü ise yazara göre firâset ilmidir. Firâset önceki bölümlerde de açıkladığımız üzere bir insanın dış uzuvlarına bakarak onun kişiliği hakkında bilgi edinme yoludur. Yazar, bu firâset ilmine delil olarak Hz. Muhammet in Mekke den Medine ye hicret ederken onu bir müşrik görür ve Hz. Muhammet in yüzüne baktığında, yalancı olmadığını yüzünden anlar ve imana geldiğini aktarır. Yazar, Kur ân-ı Kerimden ayetleri delil olarak sunup bu ilmin yanlış ve batıl bir ilim olmadığını ve Kur ân da bu ilme işâret eden ayetlerin olduğunu göstermeye çalışır. Yazar, Kur ân dan Muhammet 30., Hicr 75, Feth 29.ayetleri delil olarak sunar. Ayrıca yazar yer yer hadislere de yer verir. Örneğin Peygamber Efendimize atfedilen Kılı kırmızı olan melu ndur. hadisini aktarır. Yazar bu bölümde Đmam Şafii ye atfedilen bir hikaye aktararak bu ilmin isabetli olduğunu aktarmaya çalışır. Hikaye şöyledir: Rivâyet olınur ki ba 7ı seferlerinde bir şa24üñ -ânesine mihmân olup şa24ıñ kıyâfeti iâyet de tüylü olup ammâ Đmâm a eyü oonaolıo itmüş. Đmâm ha7retleri şa24ıñ sûret-i kıyâfetde ma8mûn görüp siret-i 7iyâfetde memdû2 bildüiüne eyü teş2i4 idemedüm 4anup tamâm-ı melûl olmuşlar. Çünki rı2let ider olmuşlar. Ol kişi ne -arc itdiyse 7a fın yazup Đmâm a sunup -arc +aleb itmiş. Fi l-2al Đmâm uñ melûlâtı zâil olmuş. A42âbı te acüb idüp 156

158 4ormuşlar ki, melâlet vaotinde şâdlık vü şâdlıo vaotinde melâlet nedendür? Buyurmuşlar ki firâsetde bu şa24uñ şeklinden bana bir şübhe 2â4ıl olmuşdu. Çünkü şübhem zâîl oldı. Melâletim dâ-î zâîl oldı. Yazar, bu hikayeyi aktardıktan sonra Arapların meşhur şairlerinden A şa nın bir beytini örnek vermekte ve insanın talihinin ellerindeki hatlarda gizli olduğunu aktarmaktadır. Yazar, bu kısımdan sonra dört akli delille bu ilmin hak olduğunu savunmaya gitmiştir. Birinci akli delilde yazar, insanların kişilik bakımından birbirine yakın olduklarını aktarır ve bir rubai aktarır. Sonra da Seyyid Ali Hemedânî nîn Zahirü l- Mülûk adlı eserinde geçen mavi gözlü, ince yanaklı ve uzun saçlı insanlardan sakınmak gerektiği sözünü aktarır. Đkinci akli delilde ise yazar, nasıl ki hayvanların iyisini ve kötüsün belirleyebilmek için kitaplar yazılıyorsa ve atların vasıflarını anlatan esb-nâmeler, doğanların vasıflarını anlatan baznâmeler yazılıyorsa mahlukların en şereflisi olan insanlar için de yazılan firâset-nâmeler de insanların uzuvlarından yola çıkarak karakterlerini aktardığından bu eserlerin de birer insânnâme olduğunu aktarır. Ayrıca yazar, bir insanın bir uzvu onun iyi olduğuna ve başka bir uzvu onun kötü olduğuna işâret ediyorsa onun iyi olduğuna kanaat getirilmelidir. Yazar bu kısımda insanların suretinden kişiliklerini tespit etmenin mümkün olduğunu göstermek amacıyla Zahirü l-mülûk da geçen ve Eflâtûn a atf edilen bir hikayeyi aktarır. Ayrıca yazar bu bölümde insanların kötü huylarının olabileceğini ama insanların değişebileceğini yoksa peygamberlerin ve evliyanın davetinin gereksiz olacağını, Allâh onların bu kötü huylarını güzellikle tebdil ettiğini aktarır ve bunu ayet ile destekler. Yazar sonraki akli delillerde de bu ilmin özelliklerini aktarırken son delilde bu ilmin iki bölüm üzere olduğu ve birinci bölümün Allâh ın kulun kalbine ilham suretiyle bazı şeyleri lham etmesi olduğunu aktarır. Kalbine takdir-i ilahi ile iham edilen kişi insanların zahirlerinden batınlarını anlayabilir. Đkinci bölüm ise tecrübe yoluyla elde edilenidir. Bu ilmin sahibi çeşitli tecrübeler sonucu bu ilme sahip olur ve tecrübelerinden yola çıkarak insanların sıfatları hakkında hükümlerde bulunur. Bu ilimlerin tarifinden sonra diğer makaleler, insan bedeni ve karakteri arasındaki ilişkiler konu alınmaktadır. Ama yazar insan bedeniyle karakterleri arasındaki ilişkiyi aktarmadan önce çeşitli milletlerin hakları hakkında hükümler vermeye gider. Ve görüşlerine belli bir dayanak oluşturmak amacıyla Aristo, Đflimun, Đplavus, gibi bu ilmin erbaplarının görüşlerinden yola çıkar. Yukarıda bahsettiğimiz isimlerin kısaltması olan harfleri Kıyâfetnâme nîn ilk olarak bu makalesinde görmekteyiz. Makale başında ط ن م س harfleri 157

159 bulunmakta ve bu harflerin işâret ettiği kişilerin görüşlerinin ittifakıyla makalenin Kıyâfetnâme içerisinde ne sebeple yer aldığı açıklanmaktadır. Bu bölüm metinde şu şekildedir. mu-âlifdür. didiler ki: Cemî şehirlerüñ ehlinüñ a2lâ9ı vü +abâyî i biribirine س م ن ط Hiçbir şehir bulmazsın ki anıñ ehlinüñ a-lâ9ı vü tabayi i â-ir şehrüñ ehlinüñ a-lâ9ına vü +abâyi ine muiayir vü mu-âlif olmaya. Makale içerisinde yukarıda ismini zikrettiğimiz Aristo, Đflimûn, Đplâvus gibi kişilerin kaynaklarda kıyâfet ile ilgili vardıkları kanaatlerin bir özeti verilmektedir.ayrıca yazar, ortaçağın en önemli coğrafyacılarından olan Batlamyus un görüşlerinden de yararlanmış ve bazı bölümlerde ondan alıntılar yapmıştır. Bu kişilerin görüşlerinin ittifakı ile, şehirlerin insan karakteri üzerinde etkili olduğunu savunan müellif, makaleyi bu sebepten ötürü Kıyâfetnâme ye aldığını açıklamakla beraber her bölge insanının ve her milletin kişilik bakımından birbirinden farklı olduğunu ve tek tip insan olmadığını aktarmak a istemiştir. Lâkin metinde belirtilen şehir kelimesini kent, yaşanılan yerleşim birimi yanında ırk, millet, kavim belirten bir unsur olarak ele almak doğru olacaktır. Çünkü metinde şehirler belirtilirken şehir ismi değil kavim ve coğrafya adları kullanılmıştır. Bu bölüm diğer kıyâfet-nâmelerde görülen bir özellik olmayıp sadece müellifin kıyâfetnamesinde mevcuttur. Yazar tasnifini bu esas üzerine yapmıştır. Makalemizde söz konusu olan on beş şehir veya kavim vardır. Bunlar: Ehli Mısır, Ehl-i Berberî, Ehl-i Şam, Ehl-i Hicaz, Ehl-i Rum, Ehl-i Irak, Ehl-i Hind, Ehl-i Sin (Çin), Ehl-i Yemen, Ehl-i Habeş, Ehl-i Nevb (Etiyopya, Afrika halkları), Ehl-i Sevahil, Ehl-i Magrib, Kavm-i Maşrık, Halk-ı Yunan. Kıyâfet-nâme yazarı bu saydığımız kavim ve şehir mensuplarının huy, tabiat ve karakterlerinin kısaca üzerinde durmuş, genel bazı özelliklerini vermiştir. Meselâ müellifimizin, Anadolu ehli için hükümlere varılan yerde, bu coğrafyada yaşayan insanlarda mal ve makam tutkusu olduğunu, kibirli olduklarını, yeme içmeye düşkün olup, insan ilişkilerinin şanlarında fazlaca bulunduğunu belirttiği görülür. Habeş ehlinin ise güvenilir, dindar ve vefalı olduklarını ama anlayışlarının az olduğunu aktarır ve çok az yaşadıklarını, ömürlerinin oldukça 9 olduğunu da ekler. Yazar, bu bölge insanlarının anlama ve idrak yeteneklerinin güçlü olduğunu ayrıca belirtir. Yukarıda bahsi geçen şehir ve kavme mensup kişilerin özelliklerinin buna benzer şekilde verildiği makalede bu bilgilerin bilinmesinde sonsuz fayda olduğunu belirtilmiştir: Va llâhu â lem mao4ûd-i a4liyeye bu ma9âlenüñ 8ikrinüñ fuydası bi-nihâyetdür, ehli ba4ireden olana ma-fi vü pûşide degildür. Ol ecelden taodim olındı. 158

160 Kıyâfet-nâme de çeşitli kavim ve ırka ait olan insanlar hakkında verilen bu hükümlerden sonra eserin bir diğer makalesi gelmektedir. Bu makalede erkeklerin fizikî yapılarından yola çıkarak söz konusu yapıya sahip olan kişilerin huy, tabiat, karakter özellikleri ile birlikte bunların iç dünyasına dair görüşlere yer verildiği görülmektedir. Kıyâfet-nâme nîn bu bölümü kendi içerisinde bir bütünlük teşkil etmektedir. Bu bölümde yazar on üç farklı insan tipinin vücut azalar hakkında bilgi vermektedir. Yazar bu bölümde diğer kıyâfetname yazarlarından farklı bir yol seçmiş, diğer kıyâfetnamelerde olduğu gibi tek tek uzuvlardan yola çıkarak karakter tahlili yapma yerine temel karakterlerin vücut yapısının nasıl olacağını aktarmıştır. Yazar, hakkında hüküm verilecek kişilerin ahlakî ve karakter özellikleri söylendikten sonra bu özelliklere sahip olan kişilerin genel beden görüntüsü hakkında bilgi verilmektedir. Bölüm içerisinde sırasıyla: El-Racilü l-mekkar (hileci kişiler) Er- Racülü z-zânî (zeka seviyesi yüksek olan erkekler), Er-Racülü z- \a îfü l-oalb (kalbi zayıf ve kendisi düşkün kişiler), Er-Racülü f-feylesof (anlaması güzel ve nefsine hakim kimseler), Er-Racülü l-(ayre ddîn (kalbi sağlam ve kendisi hoşgörülü ve güvenilir şahıslar) El- Racülü l-şücâ (yiğit ve bahadır olan kimseler), Er-Racülü c-cebbân (korkak olan erkekler), Er-Racülü l-gâlizü t- Xab (kaba ve kötü olan kimseler), Er-Racülü l- /arî4 (hırslı ve açgözlü erkekler) Er-Riclü l-keselân (tembel ve uyuşuk kişiler) Er-Racülü l-oalîlü l- Ke3irü t-xişe (aklı az ama hilesi fazla insanlar), ile birlikte son olarak Er-Racülü l- Kelîlü f- Fehm (anlayışı az kişiler) Er-Râcülü l Bi-haya, ( hayasız ve anlama yeteneği az olan kişiler ) gibi başlıklara bu tür insanların nasıl bir bedene sahip olacağı, bu bedenin tüm fizikî özellikleri üzerinde durularak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Eserin bu kısmında açıklanan karakter özelliği-beden ilişkisi dönemin genel toplum yargısını yansıtmaktadır. Bilindiği üzere ve diğer kıyâfet-nâme metinlerinden anladığımız kadarıyla insanın orta boylu olması, diğer uzuvlarının da bu itidal üzerine bulunması dönemin toplumsal yargılarınca olumlu düşüncelere yol açan kıstaslar idi. Bu gibi toplumsal görüşlerin kıyâfet-nâmeler dışında halkın kullandığı atasözü ve deyimlerde de eserimizdeki görüşlere paralellikle yer aldığını söyleyebiliriz. Eserimizde hileci kimseler için belirtilen özellikler halk inanışlarındaki yaygın bazı kanılar ile büyük oranda benzerlik göstermektedir. Örneğin yazar nefsine hakim ve anlama yeteneği güzel olan erkeklerin; düz orta boylu olup, diğer organlarının boyuna uygun bir şekilde bulunduğunu belirtir. Bu kimseler ne çok kilolu ne zayıf olurlar. Gözleri şehladır. Yüzlerinin rengi beyaz olup daima güler yüzlüdürler. Tüm organları bedenine göre ne büyük ne küçüktür. Başları ve kulakları ne büyük ne küçük, bedenine münasip bir şekildedir. Elleri 159

161 lâtif ve el parmakları uzundur. Tırnakları beyaz renktedir. Hileci kimselerin ise göz renginin mavi olduğunu ve parmaklarının beşten fazla olduğunu belirten yazarın bu görüşü bu konuda yapılmış halk inanışlarındaki yaygın bazı kanılar ile büyük oranda benzerdir. Sanatçı toplumun estetik değerlerinin yansıtıcısıdır. Dolayısıyla halk içinde yer alan yaygın kanaatlerin eserine yansıması gayet doğaldır. Yazar, genel bir karakter yaparken de sembolize ettiği harflerin bildirdiği şahısların görüşlerinden yola çıkarak karakter tahlilleri yapar. Örneğin El- Racülü l-şücâ yani cesur insanlar هbölümünde (He) harfiyle sembolize eden cemaatin görüşlerine yer verir. Buna göre cemaat cesur insanların yapısını şöyle tarif etmektedir: He Şeci vü oaviyy ü muoaddem vü bahâdür olan kimsenüñ 4ıfatında ittifâo idüp didiler ki: 9ılı iâyetde iri u oaviyy u -aşîn ola vü oameti +oirı olup bairı ya44ı ola vü kemikleri oatı vü iri olup eñleri yüvik ola. Eti ne iâyet oatı vü ne iâyet yumuşao ola belki vasa+ olup mu tedil ola vü alnı düz olup çuouri olmaya ammâ +amârları çoo ola. Oaşları iâyet uzun ola vü yüzünüñ rengi 9ızıl ya beyâ7 ya gendüm-gûn oızıla mâyil ola. Gögsünde vü omzunda 9ılı çoo ola vü kini vü ia7abı iâyet çoo ola vü baldırınuñ iç yüzünde et çoo olup aşaia 4ar9mış ola vü etinde vü derisinde yübûset ziyâde ola. Her kimsede bu 4ıfatıñ küllisi ya ek3eri bulınsa ol kimse oaviyy ü 3âbitü n-nefs vü şecî dür. Kıyâfet-nâme nîn bir diğer makalesi olan beşinci makalede diğer kıyâfetnamelerde görülmeyen ve yazarın kendi tasnifi olan hayvanların özellikleriyle ilgilidir. Bu bölümde yazar hayvanları kendi içinde bölümlere ayırarak onların ahlakı hakkında bilgi vermektedir. Yazar, bu bölüm için şöyle demektedir: Der ki 4uretlerinden vü şekillerinden vü fâ allerinden vü -ulolarından tecrübe ile bulup ahz itmişlerdür.ta kim buna oıyâs ile nâsuñ 6âhir a2vâli, a2vâli ma lûm ola. Xı- Nun Sin oolları üzerine bu ma9âle beş oısımdur. Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı gibi yazar bu bölümdeki görüşlerini Aristo, Đplavus ve Đfilimun un görüşleri ışığında belirlemiş ve onardan yola çıkarak hayvanlar hakkında bilgi vermiştir. Diğer sonraki bölümlerde de görüleceği gibi azar Aristo nun Kitab-ı Hayvanat adlı eserinden yararlanmıştır. Yazar bu makaleyi kendi içinde beş alt bölüme ayırarak hayvanların özelliklerini vermektedir. Kısm-i Evvel, vahşi hayvanlara ayırmıştır ve yazar, bu bölümde on beş vahşi hayvanın ahlakı hakkında bilgi vermiştir. Bu hayvanlar: Esed (aslan), nemir (kaplan) dübb (ayı) hınzır 160

162 (domuz), zi b (bozkurt), fehd (pars), kelb (köpek), sa leb(tilki), Kırd (maymun), sinnevr (kedi), zab (bir kurt türü), behşûr (bir kurt türü), erneb (tavşan), Kunfuz (kirpi), sincab.yazar bu hayvanları verdiğinde bunları insanlarda olduğu gibi beden yapılarıyla herhangi bir bağlantı kurarak anlatma yoluna gitmemiş ve sadece bunların karakter özelliklerini vermiştir. Örneğin aslan için yazar şöyle hüküm vermektedir: Se-i vü alî-himmet vü ehl-i kerem vü ehl-i 4abırdur vü ouvvetde vü şecâ atde nihâyet mertebededür vü 2ile vü -ud â ehlidür. /ilmi ile vü ia7âbı ile muta44ıf ammâ ia7âbı 2ilmine iâlibdür. Kısm-ı sani bölümünü adem ile me nûs olmuş cân-verler beyânındadur şeklinde bir ibareyle yazar bize tanıtır. Yazar bu bölümde insanların kendilerinden faydalandı ehlileştirilmiş hayvanların ahlakı üzerinde durmuş ve onlar hakkında bilgi vermiştir. Yazar bu bölümde on bir hayvana yer vermiştir. Bunlar: Cemel (deve), himâr (eşek), mehâ (yaban sığırı), bakar (sığır), zan ( koyun), fil, camûs (cammış), ma z (keçi), bagl (katır), feres (at), gazal (geyik). Yazar bu hayvanları verdikten sonra bunlar hakkında tek tek bilgiler vermekte ve bunların ahlakının nasıl olduğunu aktarmaktadır. Örneğin yazar cemel yani deve için şöyle bir değerlendirme yapmakta ve ahlakını şöyle açılamaktadır: Cahîl vü iâfil vü bî-iayret vü kin dutucudur. Ammâ ouvvetli vü perhîz-kâr vü 2alim vü kerim vü bî-2ile aşıo olup eşin sevici vü iâyetle 4usuzluia 4abredicidür. Efelâ yen6urune ile l-ibli keyfe -iloat tevsirinde Ka5ı Bey7evi Rahmetü l-bari ider /a9 Te ala devede niçe menâfi -alo itmiştir ki ol iayrı 2ayvanâtda yoodur. Evvel budur ki boynın uzun -alo itmişdür ki yük için çöker vü yük ile oaloar. ikinci budur ki her otu vü her dikeni yir, beslemek âsândur. Üçünci budur ki on gün mütevâliyen dâ-î artuo 4usuzluia 4abrider. Dördünci budur ki bir oilan yetse ona +âbî olur, mu-âlefet itmez. Kısm-ı saliste yazar, suda yaşayan canlıları ele almakta ve bunlar hakkında bilgiler vererek ahlaklarını açılamaktadır. Bu bölümde dört deniz canlısı ele alınmış ve açıklanmıştır. Yazar, bu bölümde şu hayvanları ele almaktadır: Timsâh, Seretân (yengeç), semek (balık), kars (balığa benzeyen bir canlı). Yazar bu bölümde bir önceki bölümlerde olduğu gibi varlıkların beden yapıları üzerinde hiç durmaz sadece onların ahlakları hakkında bilgi vermekle yetinir. Örneğin timsah için şöyle der: 161

163 Maoaddem u -ayin vü uiri vü bî-vefâ vü bî-2ayâ vü 2amlesi tîz vü 2areketi seri vü 2îlesi vü şenligi vü şâdlıiı çoodur. Iayrı 2ayvânlara mu-âlifdür. Üst çenesin oynatmaoda zîrâ cemi 2ayvânât alt çenesin mu-ârikdür vü ol üst çenesin. Kısm-ı rabia da ise yazar, kanatlı hayvanlar üzerinde durur. Bu bölümde yazar, sadece kuşları ele almaz kuşların yanı sıra sinek ve arılardan da söz eder ve on dokuz kanatlı hayvanın özelliklerini aktarır ve onların ahlakını tanıtmaya çalışır. Yazarın bu bölümde ele aldığı kanatlılar şunlardır: Baz (doğan), sakır (çakır), Nasr (kerkes), rahm (alaca bir kuş), zag (karga), aka ake (saksağan), gurabaü l-beyn (alaca karga), ivvez (yaban kazı), batt( kaz), dik (horoz), kürki (turna) hüdhüd, kata (bağırtlak), hemâm (güvercin), tavus, usfur (serçe), zenbur (sarı arı), nehl (bal arısı), zühâb (sinek). Yazar, bu hayvanları neden ele aldığını aktarmamaktadır. Ama o dönümde özellikle av kuşları hakkında baz-namelerin yazıldığı göz önünde bulundurduğumuzda yazarın bu havanları anlatmasının sebebini az çok anlayabiliyoruz. Yazarın bu hayvanları nasıl tanıttığını anlamak için baz yani doğan için yaptığı değerlendirme bize bilgi verecektir: Ouvveti var, bî-vefâ vü 6âlim vü -od-bîn ya nî kendüyi görici vü tekebbürlenici vü ögünici vü sükût sevici vü iâyet ırâodan bir şeyi göricidür. Kısm-hamis yani beşinci bölümde yazar haşere ve yılan üzerinde durur ve bunların ahlakını aktarmaya çalışır. Bu bölümde beş canlı ele alınmıştır. Bunlar: Hiyye (yılan), nemis (Mısır da yaşaya bir kurtçuk), akrep, nehl (karınca), cerâd (çekirge). Yazar bu bölümde bu varlıkların ahlaklarını tek tek aktarmaktadır. Örneğin yazar karınca hakkında şöyle demektedir: )arîs vü ba2îl vü şerîr vü şecî vü 9atl vü cebr idici. Kendü 7a îf himmet-i alî vü i9dâmı vü 0ilesi vü ittifâ9ı ziyâdedür. Yazar hayvanatın ahlakını verdikten sonra mizacın sıcaklığı ve soğukluğunu ve verilen hükümler bedenin rengi ve nasıl bir yapıda bulunduğu ile ilgilidir. Yazar bedenle ilgili birçok özelliği ele almakta ve mizacın sıcaklığına ve soğukluğuna delalet eden özellikleri açıklamaya çalışmaktadır. Đnsan bedenini; yumuşak, katı, soğuk, nemli, kuru gibi sınıflandıran yazar, bu sınıflandırmalar eşliğinde bir takım hükümler vermiştir. Yazarın bu bölümde ele aldığı ilk özellik renkle ilgilidir. Yazar, renk konusunun başında vereceği hükümleri bu konuda tanınmış müelliflere dayandırmakta ve burada Mansûrî ile Đmam ın yani Fahreddin-i Râzî nîn renk konusunda verdikleri hükümleri aktardığını bize işâret etmektedir. Bilindiği gibi 162

164 Mansûrî olarak bilinen Muhammed bin Zekerya Râzî, Đslâm aleminde ve Batı da oldukça tanınan meşhur bir tıp alimidir. Eseri yıllarca medreselerde ve Batı da okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur. Fahreddin-i Râzî ise firâset alanında Arap edebiyatında en tanınmış eserin yazarıdır. Yazar, bu iki yazardan renk konusunda aktarım yapması, onun eserini hem tıbbi hem de ilmi temellere dayandırdığını göstermekte ve esere bilimsel bir çalışama havası kazandırmaktadır. Yazar bu bölümde insanın vücut renginin kişiliğini nasıl etkilediğini ve renklerin ne tür bir kişiliğin işâreti olduğunu aktarır. Bu bölümde kısa bir alıntı yapmak konunun daha anlaşılır olmasını sağlayacaktır: (Mîm %ad) Didiler ki âdemüñ rengi beyâ7 olma9 ya 9alay renginde olma9 ya alıçı renginde olma9 mizâcüñ sovuoluiuna dâlldür. %âfî 9ızıl ya beyâ7a mâyil 9ızıl ya gendüm-gûn olma9 mizâcüñ 2arâretine dâlldür. Beyâ7 renk ki ince vü 4âfî 9ızıl renge 9arışmış ola. (27 B) mizâcüñ itidâline dâlldür. Eger 9ızıllı9 artu9 vü 4âfîlık az olursa 9anuñ iâlebesine dâlldür vü eger 9ızıllı9 eksik olursa 9an 9ılletine dâlldür. Eger 9ızıllı9 hiç olmayup alçı renginde olursa 9anuñ vü uruñ 9ılletine vü baliâmuñ iâlebesine dâlldür. Eger beyâ7 ya yaşıl rengiyle ma-lû+ olup 9alay renginde olursa 4afrânuñ vü 9anuñ 9ılletine vü sevdânuñ vü baliâmuñ iâlebesine dâlldür. Yazar El-Lems başlığı altında vücudun sıcaklığı, soğukluğu, yumuşaklığı ve sertliği üzerinde durmaktadır. Vücudun bu özelliklerinin kişilik üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu açıklamaktadır. Zannımızca yazarın burada sıcaklık ve soğuklukla anlatmak istediği kişinin kişilik bakımından sıcak kanlı, sevecen ve soğuk kanlı, itici olmasıdır. Yoksa mizaç sıcak ve soğuk olması söz konusu olamaz. Bilindiği bu tür özellikleri belirlemek ve bu konuda hüküm vermek biraz da tıbbın alanına girmektedir. Yazar da bir hekim gibi bu bölümde davranmakta ve vücudun bazı özelliklerini bu yönüyle değerlendirmektedir. Örneğin: Beden ıssı olma9 mizâcüñ 2arâretine dâlldür. Beden 4ovuo olma9 mizâcüñ bürudetine dâlldür. Beden yumuşa9 olma9 mizâcüñ ru+ûbetine dâlldür. Beden 9atı olma9 mizâcüñ yübûsetine dâlldür. Eger beden ıssı vü yumuşao olursa mizâcüñ 2arâretine vü ru+ûbetine dâlldür. Eger ıssı vü 9atı olursa mizâcüñ 2arâretine vü yübûsetine dâlldür. Eger beden 4ovuo olup yumuşa9 olursa mizâcüñ 4ovu9luiuna vü ru+ûbetine dâlldür. Eger beden 163

165 4ovuo vü 9atı olursa mizâcüñ sovu9luiuna vü yübûsetine dâlldür. Ammâ 4ovuo vü 9atı olma9 az va9î olur. Yazar bu bölümde üzerinde durduğu bir diğer özellik ise kişinin fiilleri yani hareketleridir. Yazar, fiil kavramıyla anlatmak istediğinin hazım ve iştaha olduğunu, bunların kişinin kişiliğiyle bağlantılı olduğunu aktarır. Yazar bunların hızlılık ve yavaşlık bakımından ele alır. yazara göre kişide iştaha ve hazım kuvvetli ve seri olursa bu onun mizaç bakımından hararetli bir kişiliğe sahip olduğunu, zayıf ve yavaş olursa da soğuk mizaçlı olduğunu gösterir. Bu bölümlerden sonra makale beden konusunu ele almakta ve bedenin yapısını işlemektedir. Beden bölümü de kendi içerisinde fasıl adı verilen bölümlere ayrılmaktadır. Yazar bu fasıllarda ise bedenlerin alametleri üzerinde durmaktadır. Bu bölüm şu fasıllardan oluşmaktadır: Alâmetü l-bedenü l- Mu tedil, Alâmetü l-bedenü l- /ârr, Alametü l- Bedenü l-bârid, Alâmetü l-bedenü r-ra+b, Alâmetü l-bedenü l-yâbis, Alâmetü l- /arrü l-yâbîs, Alâmetü l- Bedenü l- Bâridü r Ra+b. Bu bölümler hararet (sıcaklık), yübûseti (kuruluk), bürudeti (soğukluk), rutûbeti (nemlilik) gibi özelliklere göre ele alınmış ve bedenin bu özellikleri ile kişilik arasında ilişki kurulmuştur. Bu özelliklerin görüldüğü bedenler hakkında hükümler vermiştir. Bu kısım altı fasılla devam etmektedir. Bir örnek olması bakımından bahsettiğimiz fasıllardan birisini buraya almayı uygun gördük. Böylece müellifin bu bedenlere ait hükümlerini ne şekilde verdiğini anlamamız daha kolay olacaktır: Alâmetü l-bedenü l- Mu tedil /arâretde vü bürudetde vü yübûsetde itidâl üzerine olan bedeniñ alâmetleri oldur ki levni beyâ7 ola oızıla mâyil vü bedeni 4ovuo olmaia vü iâyetde ıssı dâ-î olmaia belki 2arâreti ru+ûbetine iâlib ola vü eti ne iâyet yumuşao vü ne iâyet oatı ola vü 9ılı ne yoiun vü ne ince vü ne 9ara ne 9ızıl ne 9ıvırcu9 ne uzunca ola. Xamarları ne +ar olup gizli ola vü ne gîñ olup âşkâre ola vü âvâzı ne bülend vü ne alçao ola vü 2areketi ne tîz ne giç ola. Bu umurlarda vasâ+ ola +abi at-ı fi llerinde vü nefs-i fi llerinde 8ikrolundu ki adâlet üzerine ola. Đnsan bedeninin sahip olduğu renkler ve özellikler ile ilgili bu gibi hükümler veren eserimizin müellifi, daha sonra bir diğer makale olan yedinci makaleye geçmektedir. Bu makale insanın kafa yapısı ve baş çevresinde bulunan organlar hakkındadır. Söz konusu makalede on altı fasıl bulunmaktadır.bunlar sırasıyla baş, başın beyin kısmı (kafatası), baş 164

166 kılları(saç), alın, kaş, göz, kulak, ağız, yüz, avaz(ses), gülmek, nefes almak, yüz rengi, sakal ve boyun hakkında olarak tasnif edilmiştir. Eserin yazarının diğer makalelere nazaran bu makale ve belirtilen uzuvlar üzerinde ayrıca durduğunu söylemek yerinde olacaktır. Yazar bu bölümde tüm başla ilgili olan uzuvları tek tek ele almakta ve önceki bölümlerde yaptığı gibi bu uzuvlarla ilgili yaptığı açıklamaları yukarda verdiğimiz kişilerin bu konuda yaptığı açıklamalara dayandırmaktadır. Yazar bazı bölümleri birden çok kişinin dgörüşü ışığında ele almış ve hatta uzuvların ayrı ayrı özelliklerini ayrı ayrı kişilerin düşünceleri ışığında aktarmıştır. Örneğin baş konusunda yazar, Xı, Nun, Sin, %ad, Ayın, Mîm harfleriyle sembolleştirilen kişilerin hükümlerinden yararlanmıştır. Diğer bir deyişle yazar Aristo, Đflimun, Mansûrî, Đmam, Đplâvûs, Đmam Şafîî nîn görüşleri ışığında baş konusunu ele almış ve hüküm verirken de onların o konudaki görüşlerini aktarmıştır. Bu bölümü -yani El-Fa4lü l- Evvel Fi-Er-Rü ûs- aşağıya almamız konunun anlaşılması bakımından iyi olacaktır: Ya nî başlar beyânındadur. Xı, Sîn: Büyük baş ammâ ifrâ+ıyla büyük olmasa himmet-i âlîye vü güzel fehme vü inoiyâda delîldür. Ammâ 4acınuñ iâfleti iâlib olur. Đfrâ+ıyla büyük baş eblehlige vü ı7+ırâba delîldür. Küçicek baş -ıffete ya nî 4acınuñ yinicikligine vü başınuñ kücücklügi miodârınca a9lınuñ dâ-î eksikligine (30 B) delîldür. Ya nî baş ne oadar küçicek olsa ol oadar aolı dâ-î eksik olur. Nun: Küçicek baş tehevvüre delîldür. Meger ki bedenine münâsib ola dâhî ru+ûbet çooluiuna vü şekl güzelligine delîldür. Nun Mîm %ad: Başuñ derisi münoabı7 olup bir yere cem olma9 9ıllet-i 2ayâya delîldür. Đme r-re s ya nî beyni yeri çu9ur olma9 2ır4a delîldür. Ayın: Tehevvüre vü nasa mu-alefete delîldür. Boynınuñ yerleri çuour olmao -abâ3ete vü abe3e delîldür. Nun: Baş sobî olmao yaramaz niyyete 2amâ9ate delîldür. Başuñ eñseden cânibi çoo olup eñsede bir sürü kemik olma9 aola vü cevdet-+ab e delîldür. Ammâ mu tedil vü memdû0 ola. Başuñ emâratı 2ükemânuñ ittifâoı biriyle va7 ı mi9dârı mu tedil olup büyüklüge mâyilrak vü kendü bünyesine münâsib olup müstedirü ş-şekl ola ki ne bir ki ennehû bir +obdur vü alnı üzerinde iki cânibinde bile birer barmao miodârı oıl bitmiş yir olup ana cânibinden içerüye (31 A) girmiş ola vü alnı eñseden azacuo büyük ola eñsede bir sürü 165

167 kemik ola vü eñse çuour olmamao şar+ıyla bu mi3lü baş aola vü fehme vü fikr-i 4â2î2e vü 4âli2 amâle vü 4âli2 düşe vü ziyâde 2ıf6a bir şeyi tîz añlamaia vü tîz añmaia delîldür. Bütün kıyâfet-nâmelerde olduğu gibi bu kıyâfet-nâmede de yüze çok büyük bir önem verilmiş ve yazar kıyâfet-nâmesinin önemli bir kısmını bu bölüme ayırmıştır. Çünkü ona göre insan karakterini anlamada yüz ve bilhassa el izleri çok önemlidir. Çünkü müellifimize göre yüz hatları ve görünümü, insanın iç dünyasını anlamada yüz önemli bir yere sahiptir. Aynı zamanda yüz Allâh cemalinin tecelli ettiği yer olarak kabul edilir. Yazarın bu konuda verdiği hükümler diğer kıyâfet-nâme yazarlarınınkiyle paralellik gösterir. Yazar, bu organları özelliklerine göre uzunluk-kısalık, incelik-kalınlık, küçüklük-büyüklük, sertlik-yumuşaklık, gibi hususlar bakımından ele alır. Yazar baş ve başa bağlı uzuvlar ile ilgili hükümler verdikten sonra sekizinci makaleye geçer ve vücudun diğer azalarından bahseder. Bu bölümde boy, bel, cinsel organ, göğüs, kol, ayak gibi uzuvlar yer almakta ve yazar her uzuv için bir fasıl düzenlemektedir. Bir önceki bölümde olduğu gibi yazar, bu uzuvlarla ilgili hükümler verirken yararlandığı kişilerin düşüncelerinden yola çıkmakta ve buna göre tespitlerde bulunmaktadır. Yazar, bu bölümde uzuvları aktarırken cemaatin bu konulardaki görüşlerine yer vermemiş; ama diğer tüm kişilerin görüşlerine yer vermiştir. Mesela göğüs konusunda görüşler şöyledir: Mîm, Sad: Gögüs büyük olup memeleri etlü olmao kâhil vü a2mao olmaia delîldür. Gögüs çıoıo olmao şâdlıia (41 A) vü bî-2ayâ vü sa-t-rûy olmaolıia delîldür. @îrek olup vasa+ü l hâl olmaia delîldür. Sin: Dûn-himmet olup mübâşeret itdügi işi başına çıomaia delîldür. Gögüs ne etlü vü ne uzun vü ne arıo belki vasa+ olup arıolıia mâyil olmao ma rifete vü hilme vü 4âbirlige vü ihsâna vü insâniyete vü cevdet-+ab a delîldür. Küçicek oarın âkla vü fehme vü firâsete delîldür. Büyük oarın nikâ2 çooluiuna delîldür. Yazar, diğer organların özelliklerini verdiğinde olduğu gibi bu bölümlerde de genelde aşırılığa karşı çıkmış ve aşırı küçüklük ve büyüklüğü olumsuzluk olarak kabul etmiştir. Tüm kıyâfet-nâmelerde olduğu gibi mutedil insan üzerinde durmuş ve uzuvların orta olmasını gereği üzerinde durmuştur. Örneğin boy konusunda uzun boyu gaflete, kısalığı ise kine ve hileye delalet olarak kabul etmiş, orta boyu ise zekiliğe ve güzel yaratılışa delil olarak kabul etmiştir. Kilolu ve zayıf olmayı da olumsuzluk olarak kabul eden yazar, kilolu insanların 166

168 ahmak olduğunu söyler. Yazar boy hakkında bunları dile getirirken bazı istisnalar olabileceğini söyler ve Đmam Şafii yi buna istisna olarak kabul eder. Çünkü Đmam Şafii kilolu olduğu halde oldukça zeki biriymiş ve yazara göre bu durum nadir bir haldir. Yazar, eserinin bu bölümünde cinsel organ üzerinde de durmuş ve cinsel organın bazı özelliğinden yola çıkarak kişilik tahlillerinde bulunmuştur. Bu uzuv bazı kıyâfet-nâmelerde yer alırken bazı kıyâfetnamelerde pek yer alamaz. Ama yazar bu uzvu oldukça ayrıntılı bir şekilde ele almış ve birçok yönden kişilikle olan ilişkiyi ortaya koymuştur. Yazar,cinsel organla ilgili hükümler verirken bu konuda yararlandığı müelliflerin görüşünden yararlanmış ve bunları şu şekilde açıklamıştır: Mîm, Sad, Nun, Ayın: @eker ince uzun olup +oirı olmao le+âfete, a9la vü oıllet-i cimâ a delîldür. Ayın, 6eker yoiun vü uzun olmao 2in-i cimâ da iâyetle le88ete vü 2emâoate vü cehle delîldür. /imâr ile müşâbih oldıiundan ötüri vü eger oı4a olup yoiun olursa şehvetperestlige vü iaflete vü a9la vü lâf urup özünüñ ayubuna mü++ali olmaia vü mu ânidlige delîldür. Eger oı4a olup ince olsa iâyet 8eki vü ehl-i in4âf olmasına dâlldür. Yazar, bu konuyu bu kişilerin görüşlerine bağlı olarak anlatırken de bu uzvu büyüklük- küçüklük, incelik-yoğunluk gibi özelliklerle ele alır ve bu özelliklerin kişiliğe ve diğer hususlara yansımasını işler. Sekizinci makaleden sonra yazar dokuzuncu makaleye geçer ama bu makale başlı başına bir risâle olup yazarın deyişiyle eserden bir parça değildir. Yazar bu bölümü bir mukaddime ve altı bab şeklinde düzenleyip el hatları hakkında bilgiler vermekte ve insanın avuç içlerindeki çizgilerden yola çıkarak onların talihleri hakkında yorumlar bildirmektedir. Bu makale insanın elinde olan çizgilerden ve bu çizgilerin durumuna bakılarak çıkarılan hükümlerden oluşmaktadır. Eserin bu makalesinde yazar anlatmak istediği hükümleri şekiller ile desteklemiş ve metni anlamada bizlere kolaylık sağlamıştır. Müellife göre insanın elinde olan çizgiler, onun iç dünyasını anlamada en iyi yol gösterici unsurlardır. Yazara göre el insanın en önemli uzvu olduğu için mutlaka ele alınması gereken uzuvdur ve yazar, bu bölümü oluşturma sebebini de şu şeklide açıklamaktadır: Bilgil ki sâir a7ânüñ 4ıfat-ı 2amidiye vü 8emîmeye delâletleründen keffüñ delâlet-i ef4a2 vü ev7ah oldıiı ecelden el içün müstâoil bir ma9âle 8ikridüp tafsîl üzerine şekiller ile - u+û+uñ vü sâir cüziyâtüñ a2vâlin beyân oıldıo ammâ elüñ ev4âfa delâlet sâir a7âdan ziyâde oldıiuna sebeb böyle buyurdular ki ibâdet vü cennât u 2ayr vü cihet-i mâ aş elsiz olmaz her 167

169 u7vuñ ele ihtiyâcı vardur vü göz sâir a7â her gâh ki göre +urmaz ammâ /ao te ala gözüñ müna6ırı oılmıştır ta kim Âdemoiulları elde olan emârâtı görüp 4ıfat-ı ma8mûme-yi ma2mûdiyeye tebdîl itsün içün vü da-ı birbirinüñ elün görüb yaramaz 4ıfatlü kişilerden i2tirâ4 itsünler içün elde alâmetler çoo eyledi. Biñ eli bir yere cem eylesüñ birindeki 2a+lar birine beñzemez. Zîrâ her bir kişi bir dürlü ev4âf vü a2vâl ile muta44ıfdur. Evvel zamânda oul vü cariye alur olsalar elin görürler idi. %ıfat-ı 2amide ile muta44ıf ise alurlar idi, degilse idi almazlar idi. Şimdik Zamânda: Şimdiki zamânda da-ı ol zamâne taolîd idüp görürler ammâ a4lı bilmezler /ak süb2ana vü te âla yedi kevâkeb-i seyâre cemi i ma-lûoa vü insânuñ iki yüz oıro sekiz ya da-ı artuo ya da-ı eksük i-tilâf üzerine a7âsına müyeser oılmıştır ki âdem vücûda geldügi -inde kevâkeb-i seyyârenüñ a2vâllerine yüzden bulunursa ana göre a7âlarınuñ a2vâlleri olur. Ammâ 2in-i velâdetde kevâkebin a2vâlin mailub olmayup kevkebi oanoı kevkebdür bilinmezse a7âsınuñ a2vâllerinden kevkebi oanoıdur bilinür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu bölüm bağımsız bir risâle olup bir mukaddime ve altı bab üzerine kurulmuştur. Yazar, eldeki her uzvun bir yıldız hükmü altında olduğunu bildirir ve bunları harflerle adlandırır. Müellif, makalenin mukaddime bölümünde elde bulunan parmakların isimlerini ve bu parmaklara tahsis ettiği harfleri açıklamaktadır. Ayrıca el içerisinde bulunan çizgilerin isimlerinin yine bu bölümde verildiği görülmektedir. Kıyâfetnâme de el içinde bulunan çizgilerin isimleri belirtildiği gibi bu çizgiler, yine önceki makalelerde gördüğümüz gibi bazı harfler aracılığı ile metin içerisinde yer almaktadır. Bu bölümde ayrıca her bir parmağın etkisinde olduğu yıldızın adı da zikredilmiştir. Parmaklara birer harf tahsis eden yazar, her parmağın bir yıldızın hükmünde olduğunu bildirmiştir. Örneğin baş parmak yüksek olması sebebiyle Zühal yıldızının, şahadet parmağı Müşteri yıldızının, orta parmak Mirrih in, yüzük parmağı Şems in ve serçe parmak diye adlandırılan son parmak Zühre nîn hükmündedir. Bilindiği üzere bu yıldızlar, Batlamyus un felekler sisteminde yer alır. Eski edebiyatımızda ve kültürümüzde önemli yere sahiptirler. Parmak sırasına هدجباgöre harfler belirlenmiştir. Yazar bunları şu şekilde aktarmaktadır: Bilgil ki baş barmao yüksekdür, yüksek kevkebe ya nî Zu-al e nisbet itmişdür. Buña elif barmao deyü ad virmişlerdür vü yanındaiı ki şâhâdet barmaodur Müşteri nüñ 2ükmündedür Be barmao deyü ad virmişlerdür vü bunuñ yanındaiı ki orta barmaodur. 168

170 Merri- iñ 2ükmündedür Cim barmao deyü ad virmişlerdür vü yanındaiı ki Arabca ana bin4ır dirler şimşek 2ükmündedür. Dal barmao deyü ad virmişlerdür vü yanındaiı ki serçe barmaodur Zühre nîñ 2ükmündedür. He barmao deyü ad virmişlerdür. Mukaddimede daha sonra el içi çizgilerinin isimleri açıklanmakta ve bu çizgiler için kullanılacak harfler belirtilmektedir. Yazar, metin içerisinde çizgilerin bu isimleri yerine bu harfleri kullanmaktadır. Örneğin, el içindeki en uzun çizgi olan ömür çizgisinin yerine metin سمiçerisinde harfleri tahsis edilmiş ve bu harfler kullanılmıştır. Elin kol ile birleştiği, bilek diye tabir ettiğimiz yerde bulunan ve birbirine paralel iki çizgi عاىتiçin harfler kullanılmış ve çizgiler şu şekilde aktarılmıştır: Avucunuñ a-irindeki küçürek -a+ ki ool +arafında yaña oolı arouru kesmişdür Iayın, Elif, Ye, Te: -a++ı deyü ad virmişlerdür. Elif, Be barmao aralıiından iki -a+ çıkar. Birisi Iayın, Elif, Ye, Te -a++ı +arafından yana varur. Bu -a++a yürek vü ömr -a++ı deyü ad virmişdür vü birisi He barmaodan yaña varır. Baş 2a++ı deyü ad virmişdür. Ool +arafından yañdan üçünci bir -a+ çıoar. Bir +arafı baş -a++ına vü bir +arafı ömr -a++ına ulaşup bunlaruñla mü3elle3 şekil bailarlar. Aña iıdâ -a++ı deyü ad virmişlerdür vü ömr 2a++ı indüii zâviyeye Mîm deyü ad virmişlerdür. Ömr vü iıdâ -a+ları indügi zâviyeye Lam deyü ad virmişlerdür. He barmaiın dibinden bir büyük -a+ biter. Be barmaiın +arafından yana varır. Cimâ -a++ı deyü ad virmişlerdür vü cimâ -a++ı vü -a++ ++-ı Mîm, Lam aralıgına elin mürabbâ deyü ad virmişlerdür. Iıdâ -a++ınuñ uzunluiuna olan +arafı U+arid 2ükmündedür vü ömr -a++ınuñ 4ai yanındaiı sa+ı2 Oâmer 2ükmündedür. Mukaddime bölümünde yapılan bu açıklamalardan sonra metne bir şekil ilave edilmiştir. Bu makale eserin en hacimli ve konu itibariyle en çok üzerinde durulan bölümüdür. Burada anlatılanlar diğer makalelerdekinden ziyade daha tahlilî bir şekildedir. Mukaddimeden sonraki bölümler ise belli el çizgilerinin vasıflarını bildirir. Bab ismi verilen bu bölümlerde bu çizgiler ve el üzerinde bulunan diğer şekiller üzerinde durulmaktadır. Bu bablar konularına göre şu şekilde sıralanmıştır: Bâbü l-evvel: Elüñ nişânların vü a0kâmların bildürür. 169

171 Babü s-&ani: Cimâ -a+larınuñ delâletlerin bildürür. Babü s- &ali3: Ömr -a+ınuñ delâletlerün bildürür. Babü r- Rabi : Baş -a+ınuñ delâletün bidürür. Babü l-(ams: Âdemuñ +âli in ya nî elünde olan -a+lardan yılduzunı bidürür. Babü s- Sadis: Ceziyât-ı delâletlerin bir nice sırlar bildürür ki ehli oatında ma lûmdur. Bu hükümlerini etraflıca genişleten yazar hemen her konuda el çizgilerinin bir anlamını verir ve bu çizgilerin durumuna göre çıkarımlar yapar. Yazar verdiği işâretler ile ilgili hükümlerin doğru anlaşılması içinse yine şekillere başvurur ve anlattıklarını şekiller ile destekler. El üzerinde bulunan bazı işâretleri yine şekiller üzerinde gösterip hemen yanına delil olduğu bazı olayları veyahut hastalıkları yazar: Eger U+ârid yerinde aşaia şekilde mersüm olan nişânlardan birisi bulınsa aiır -astalıolara böireklerüñ yeline vü yâ-ûd öksürüie delâlet ider. Eger Meri- yerinde aşaia şekilde mersüm olan nişânlardan birisi bulınsa müteiayır 2âllere vü -astalıolara uiraduiına delâlet ider. Eger yerinde aşaia şekilde mersüm olan nişâlardan birsi bulunursa tîz tîz oaoımaolıia delâlet ider vü da-ı her nesnelerde kâmîl oldıiuna delâlet ider. Makalenin son bölümlerinde ise el parmakları ve yıldızlar arasındaki ilişki konu edinilmiştir. El parmağının ayadan çıktığı yerlere yıldız mev7isi adını verip her parmağın bu konumuna bir yıldız belirleyen müellfi burada bulunan çizgilere göre bir takım hükümler verir. Daha sonra makalenin son kısmında ise elde olan çizgilerden kişinin talihi ve yıldızının buna etkisi üzerinde bir takım hükümlere varılmaktadır. Metinde belirtildiğine göre erkekler hakkında hüküm verirken sağ, kadınlar hakkında hüküm verirken ise sol el çizgilerine göre hüküm vermek lazımdır. Çizgilere göre insanın ömründen, gelecekte başına ne gelebileceğine, geçireceği hastalıklardan, ölümünün ne şekilde olacağına, hayatının hangi dönemlerini ne şekilde geçirip mal ve izzeti ne zaman bulacağına kadar çok çeşitli konularda hükümler verilmektedir. Bir örnek olması bakımından buraya metnin küçük bir bölümünü almamız yerinde olacaktır. 170

172 Eger Zühre yerinde 2a+lar olsa kimi küçürek kimi orta olsa +oirı olmayup mühmellere mu2abbet idüp vü 2arâm oabul idüp cimâ ziyâde iştihâsı olmaia delâlet ider. Eger me8kûr -a+lar +oirı olsa izzetli ba-ta delâlet ider. Eğer He barmao dibinde Zühre yerinde egri 9ızıl -a+lar olsa yalancı olup vü uirı olmaia delâlet ider. Egri vü 9ızıl -a+lar elüñ murabba ında vü Zühre yerin geleler ammâ barmaiuñ dibine varmayalar oollarda vü ellerde yara olmaia delâlet ider. Eger He barmaiuñ dibinde nısf-ı dâîre olup ortaya baoa mertebenüñ eyülükle mu-telif oldıiunda delâlet ider. Ammâ aşia baoa mertebe eksilmege vü müteiayr olmaia delâlet ider. Eger Gayın, Elif, Ye, Te 2a++ı +oirı vü mutta4ıl olup rengi da-ı ma nîdâr olup yuoarı +arafa mâyil ola 2u4û4â ki budaolar +oirı olup egilmiş olmaia devletlülerde olsa mâlı dâîm olup vü ziyâde olmaia delîldür vü yoosullarda olsa eyülüge delâlet ider. Eserin son kısmı ise manzum olan kıyâfet-nâmedir. Mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınmış olan bu bölüm 98 beyitten oluşmaktadır. Yazar bu bölümde Yunan hükemasının insan organlarıla kişilkleri arasındaki ilişkiyi manzum olarak anlatmaktadır. Yazar, manzumenin başında kişnin kapalı bir kutu gibi olduğu ve ancak suretinden sıfatının bilineceğini aktararak şöyle demektedir: Dimişler imti2ân ile 2akîmân /evâ44-ı âdemîden niçe bürhân Kim ol 4ûretle bilünür 4ıfatı Hem ol sîretle olur va4f-ı 8âtı Teşebbühde dimişdür ehl-i ma oûl Bu cism-i âdeme 4anduo-i ma oûl Kişi bilmez ne var ma2lûo içinde Nitekim örtülü 4anduo içinde Şu kimse kim kesirü l- imti2ândür Bilâ-şek âdem ile -âsdandur 171

173 Na6ar oılsan kişinüñ 2ilyetine Hemân-dem vaoıf olur siretine Şular kim imti2ânlar eylemişler Bu sözi aña göre söylemişler Yazar, bu şekilde bir giriş yaptıktan sonra insanın vasıflarını anlatmakla devam etmiş ve insan sıfatlarını organlarıyla bağlantı kurarak onları açıklamaya çalışmış. Yazar bu bölümde göz, baş, ağız, burun, boy, dudak, renk, saç, et, ses, alın gibi uzuv ve özellikleri ele almış ve bunlardan yola çıkarak kişilik hakında değerlendirmelere yer vermiştir. Ayrıca yazar bu bölümde bazı organlara ehmmiyet verirken bazılarına is pek ehmmiyet vermemiştir. Örneğin yazar, göz yapısı ve rengi üzerinde diğer uzuvlara göre daha çok durmuş ve bu uzuv ile kişilik arasında şöyle bir ilişki ortaya koymuştur: Gel işitgil kelâm-ı 8ü l-fünûnî Ki gök gözdür dimiş erdi l- uyuni Şol kim aşkar ola ezra9ü l- ayn Şürûr ehlidür hem 4â2ibü l-şeyn Dimişler şol beşer çün ehl-i Yunân Siyâh çeşm olsa olur mer -i cebân %ebî baoışlı kimse göresen çün $ı2ûku l-vech ola vü olur ömri uzun 274 Eger ola ba+îyyü l-ayn-ı insân Didiler 4â2ibü l- mekr olur iy cân Şol insân kim ola ol ma z gözlü Oatı câhil olur men2ûs u bed--û A6imü l- ayn olan hem çeşm-i lerzân Olur ol bî-2ayâ vü merd--avvân Bahâdırdür kim olsa ayn-ı a2mar Dâhî dirler gelür ol kişiden şerr 274 Bu dizenin ölçüye uyabilmesi için şu şekilde olmalıdır: $ı2ûku l-vech ola ol ömri uzun 172

174 Eserin en son kısmı ise Arapça bir bitiş bölümüdür. Yazar bu bölümde dualarda bulunur ve Kemal Paşa-zâde ye dua eder ve onun hizmetinde bulunduğunu aktarır. Ayrıca yazar, eserinin bitirdiğini ve bitiriş tarihini de bu bölümde aktarır. 173

175 IV. BÖLÜM (TRANSKRĐPSYONLU METĐN) 174

176 Şa bân-i Sivri2i4ari #ıyâfet-nâmesi (v. 1b) Bismi llâhi r-ra2mani r-ra2im Ve bi2î neste în 275 Nahmedu llâhi l-le8i ce ale 6âhirü l-insâni unvânü l-bâ+ıni fi l-cûdi. 276 /ay3ü oâle: Sîmâhüm fi-vücûhihüm min e3eri s-sücûd. 277 /amden yelî9u bi l-2âmidi dûne l- ma2mûdi ve hûve l-le8î yemleü 2â4ırate l-mec2ûdi. 278 Şi rün bi l- Arabiyyeti Lev-küntü fâye elfe merretin iâsilen bi l-miski Elâne lâ-yelî9u 9attu 8ikrü ismike bi l-miski 279 Şi rün bil-farsiyye Hezâre beşosten dehen be misk u gül-âb Henûz nâm-i to borden merâ nemişâyed 280 Şi rün bi t-türkî Nice yüz biñ kerre yursam aizımı ger misk ile Lâyıo olmaz ismüñ añmao hiç vechen min vech (v.2a) Ve nu4alli alâ nebiyyine l-le8î benâ bünyâne d-dîn ve seyyidine l-le8î seyyide erkâni l-ya9în. %elâten mütavâtiyâten fî-külli vaotin ve 2înin ve alâ âlihî ve en4ârihi ve e42âbihi l-mürselîne l-mu âvinîne lehu fi-i6hâri d-dîn ve alâ men oâle âmîn. 281 275 Tercümesi: Sadece Allâh tan yardım dileriz. 276 Tercümesi: Đnsanın dış yapısını ( zahirini) iç dünyası (batını) için birişâret kılan Allâh a hamd ederiz. 277 Tercümesi: Kur an-ı Kerim, Feth/29 (Yüzlerinde ise secdelerin izlerinden nişanları vardır) 278 Tercümesi: Allâh kendisine hamd edilmeye en layık olandır. 279 Tercümesi: Ağzımı bin kere gül suyu ve miskle yıkadığımız halde hâlâ da adını ağzımıza almaya layık değiliz. 280 Tercümesi: Ağzımı bin kere gül suyu ve miskle yıkadığımız halde hâlâ da adını ağzımıza almaya layık değiliz. 175

177 Ve ba d. Fa9at emerâni min emrihi mu+â an ve mu-âlefetihi lâ-tes+etâ u illâ ve hüve l-vezîrü la 6am edâmehu llâhu a6ametihi ila yevmi l-mîzân 282 Şi r: Oısmet oldıoda şecâ at hem-fa7l Ha9 aña vermiş ziyâde iâyrıdan Eylemiş cümle müzeyyen 8âtını Đlmile adl u 4alâ2 u taoviden Sen ziyâd it rif atin ey /ao günden güne. 283 Bu du a-gûyuñ du âsı hâyliden Maosim-i devlet-i 9ılupdur /a9 anı Devlete evvel irgürür bu ma nîden. A nâ Ha7reti Đbrahim Paşa yessera llâhu mâ-yeşâ. 284 Allâhümme i2fa6 vücûde şerîfehu mâ evlâdehu ani l-âfât u a-8âl (v.2b) a dâuhu ve şenâtuhu bi l-beliyyât bi tercümeti nus-ati Mu2ammed bin Ebî Bekr bin Ebû Xâlibi l-en4ârî rahimehu llâhu l-bârî. Vehiye nüs-atün şerîfetün ve risâletü l-lâ+ifetün fî l- ilmü l-firâseti li ecli s-siyâse. Fe şir atü alâ mûcibü l emri l-lâzimi li-i+â atihi ve tercemtühü bi- avnillâhi me a-tasavvüri l-bi5â ti ve uluvvü rütbetin hâzihi 4ınâ ati ve li- u7vetihi emrihâ ve -afâ'i sırrihâ leyse yaodiru aleyhi küllü e2adin mine l-aorân. Lâ-mine l-efâ5ili ve l- ayân sellemehumullâhu fi dareyni ve kerremehumullâhu fi l- alemeyni ve enel faoiru Şa bân es- 281 Tercümesi: Ve din binasını inşa eden Peygamberimiz ve Efendimize salat u selâm ederiz. O Efendimiz ki dinin temelidir selat ve selâm ona, onun ailesine, dostlarına ve dini yüceltmek için gönderilen yardımcıları olan ashabına ve buna amin diyenlere olsun. 282 Tercümesi: Emrine itaati zorunlu olan ve emrinekarşı gelinemeyecek olan vezir-i azam Đbrahim Paşa ( Allâh onun azametini kıyamet gününe kadardevam ettirsin) bana bu eseri yazmamı emretti. 283 Bu dizenin ölçüsü diğer dizelerin ölçüsüne uymamaktadır. 284 Tercümesi: Allâh her işni kolay kılsın. 176

178 Sivri-i4ari, iafarehullâhi l-bari ve in-veoaa fihi 8elelün ev vücide fihi -alelün fe ale l- vâoıfi zil-mürüvvetti in-yasliha ma-yera mine l-2alleli ev-yufsi2a ammâ yestevcibu mine l-levmi ve l adli 285 Rubâ î: Le in eb4arte fî-şer2î ku4urâ Ve 7a fen fî-beyâni l-me âni. Fela tensüb (v. 3a) bi-nao4in inne raosi Alâ miodâri tenşi+i z-zamâni 286 Ve tertibuhû alâ mukaddimettin tis i ma9âletin ya nî bu kitâbuñ tertîbi bir muoaddime, +okuz ma9âle üzerinedür. Mu9addime: /urûf-i mermûze beyânındadur. Ma9âle-i ûlâ: Đlm-i firâsetüñ ta rîfi beyânındadur. Ma9âle-i 3âniye: Delîl-i aolî vü naklî ile bu ilmüñ 0aoîoati beyânındadur. Ma9aled-i 3âli3e: E+râf-ı âlemde olan şehirlerüñ ehlinüñ a2lâ9ı vü ev4âfı beyânındadur. Ma9âle-i râbi e: Racülüñ a2lâ9ı vü ev4âfı beyânındadur. Ma9âle-i -amse: /ayvânâtuñ ahla9ı beyânındadur. 285 Tercümesi: Allâh onun ve evladının şerefli bedenlerini âfetlerden korusun ve düşmanlarını ve sevmeyenlerini belalara uğratsın. Đbrahim Paşa, Muhammed bin Ebi Bekr bin Ebû Xalibi l-en4ari nîn (yüce Allâhın rahmeti üzerine olsun) kitabını tercüme etmemi emretti. Bu kitap siyasette yardımcı olan firâset ilminde çok kıymetli bir risâledir. Uyulması gereken emir gereğince bu eseri, herhangi bir karşılık beklemeksizin tercüme etmeye başladım ve Allâh ın yardımıyla bitirdim. Çağdaşlarımızdan, (Allâh ın selâmı her iki dünyada onların üzerinde olsun veiki dünyada da onları yüceltsin.) faziletli ve ileri gelenlerden kimsenin bu ilmin sırlarını ortaya çıkarmaya gücü yetmez. Bu fakir kulunuz Şa bân-ı Sivrihisârî, bu kitabı tercüme ederken şayet birhatası olduysa ve yanlışı ortaya çıkarsa Allâh onu affetsin, eğer mürüvvet sahibi bir kimse bu gördüyse ona düşen bu hataları açıklamak ve düzeltmektir. 286 Tercümesi: Benim bu şerhimde bir kusur ve anlamları ortaya koymada bir zayıflık görürsen, bana bir eksiklik atfetme; çünkü benim eksikliğim içinde bulunduğum şartlarından kaynaklanmıştır. 177

179 Ma9âle-i sâdise: Mizâca vü bedene müteallik-i kelimât-ı câmi e beyânındadur. Ma9âle-i sâbi e: Đnsânuñ başında olan a 7â-yı cüz iyyesi beyânındadur. Ma9âle-i 3âmane: Đnsânıñ elden iayrı a 7âsınuñ alametleri beyânındadur. Ma9âle-i tasi yye: Elde olan (v. 3b) emârât u -u+û+ beyânındadur V el-kelâmu fi l-mao4ût. V el-tevekküli ale s-4amedi l-ma bûdi. Ve bi llâhi t-tevfio ve l-hidayeti minhü ş-şifâu ve bihi l-kifâyetü. MUOADDĐME /urûf-i mermûze beyânındadur. Bilgil ki ulemâdan vü 2ükemâdan rahimehu llâh ki bu ilmüñ ehilleründen vü hem her birisine bu ilm-i firâsetden bir 2ükm mensûb olınmışdur. Anlaruñ her birinüñ ismine 2urûf-i teheccîden bir 2arf ile işâret olundı. Tâ ma lûm ola ki her bir 2ükm kimüñ me8hebi üzerinedür vü kime mensûbdur. Ol 2arfler bunlardur: et-xı, ve nnûn, ve s-sâd, ve l-mîm, ve s-sîn, ve l- ayn, ve l-he. Xı Aris+o ya işâretdür. Nûn, Eflimun a, %ad Man4urî ye, Mîm Đmâm a, sin Đplâvûs a, ayn Şâfi î ye, ha cemâ ate işâretdür. MAOÂLE-Đ ÛLÂ Đlm-i firâsetüñ ta rifindedür. Firâset lûiâtde 8îreklüge dirler. Mı4râ (v. 4a) Firâset 8îreki dân der-heme 2âl. Ammâ ı4+ılâ2da hiye ibâratün ani l-istidlâli bi l-a2vâli 6-6âhirâti ale l-a2lâ9i bâ+ıneti. 287 Ya nî a2vâl-i 6âhirî ile a2lâo-ı bâ+ınîye istidlâl itmekden ibâretdür. Eger sû âl olınursa ki a2vâl-i 6âhirî a2lâ9-ı bâ+ına nice delîl olur. Cevâb iderüz ki nefs ya mizâcdür, ya mizâc nefsüñ altıdur. Oanoısı olursa ef alde mizâc illet olur. 6âhirüñ vü bâ+ınuñ a2vâline 287 Tercümesi: Onun anlamına gelince o, insânın iç dünyası, ahlâkı hakkında bilgi veren bir kavramdır. 178

180 öyle 6âhir u bâ+ın aña ma lûmdur mizâca bir ma lûl 2â4ıl oldıiı vaoitde bir ma lûle da-ı istidlâl oa7iyye-ı müsellemedendür. Ve 6-6âhirü ünvânü l-bâ+ınî 288 şâhitdür ki 4ûret-i 6âhirden sîret-i bâ+ına istidlâl +arîo-i dürüstdür. Enbiyâ vü evliyâ ma rifetidür. Bu ilmüñ 2a9lıiına vü şer iligine a9lî vü na9lî delîller vardur. Mâ9âle-i 3ânîyede taf4il üzerine 8ikr (v. 4b) olınur. Đnşâa llâhu te âla ammâ ilm-i oıyâfet vü ilm-i riyâfet vü ilm-i siyâfet küllisi bu ilm-i firâset müşâbih-i ulûmdandur. Belki andan oısmdur. Evvelkisi ma rifet-i beşer içündür. Đkincisi Ma rifet-i mâ içündür. Üçüncüsü ma rifet-i i3r içündür. Ammâ oıyâfete lûiâtde ma rifet-i i3âre dirler. Anı bilen kimseye oâif dirler. Cem oafet gelür bâyi ba et geldiii gibi ı4+ılâ2atu hiye 4anâ atün yesteddilü bihi alâ-ma rifetü l-insân. 289 Ya nî bu bir ilmdür ki bunuñla istidlâl olınur insânuñ ma rifetine buña oıyâfet-i beşer dirler. Andan ötüri ki bu fennüñ ehli nasuñ beşerelerine vü sâ ir a 7asıña 2ayât-i 6âhirisine na6ar eyler. Bu a2vâlle a- lâ9-ı bâ+ınasına istidlâl ider vü -u4ûl-i nisbede istidlâl 4arî2 vü 4a2î2dür. Zirâ mubânet-i +ayyibede mü3bitdür ki, evlâd ile vâlideyn beyninde 2u4ûl-i müşâbehetden (v. 5a) lâ-büdddür. Bu müşâbehet az olur umûr 6âhiriyyede olur ki anı her kimse idrâk ider. Az olur umûr-i 2afîyede olur ki anı idrâk itmez. Đlâ ouvvet-i bâ4ırada vü 2âfı6ada tamâm kemâl ıssı idrâk ider. Oabîle-i Ben-i Müdlice gibi. Ve Emme r- Riyâfet Fehiye ibâretün an-ma rifeti r-raifi l-mâ i l-müteseccini fi l- ar7i. 290 Ya nî riyâfet bir yerde 2absolmuş 4uyı bilmekden ibâretdür. Bu fennüñ ehli turâbuñ râyi2asını şem itmek ile 4uyuñ yaoınlıiın vü ırâolıiın idrâk iderler. Ve Emme s-siyâfet Fehiye ibâretün an-tetebu i s-sâyifi a3arü l-aodâmi ve l-a-fâ i ve l-2avâfiri fi t- +uruou l-oâbileti. 291 Ya nî siyâfet ayaolar izlerin vü edükler izlerin vü dırnaolar izlerin +aro-i 288 Tercümesi: Đnsânın ruh dünyasını açıklayan bir ünvandır. 289 Tercümesi: Bu ilim, insân bilgisi konusunda delîl getiren bir sanattır. 290 Tercümesi: Bu, yeryüzüne hapsedilmiş sudan raîfin (bu ilme hakim olan kimse) bilgi çıkarmasından ibârettir. 291 Tercümesi: Bu, yoldaki cukurları ve ayak izlerini araştıran sayifin araştırmalarından ibârettir. 179

181 oâbilede ya nî şol yerdeki ayao şekli ile müteşekkil olmaia oâbîl ola tetebbu idüp bilmekden ibârettir. Nâs bu fennüñ ehli (v. 5b) ile tamâm fâide ile fâidelenürler. Zirâ bunuñ sâyesiyle vu4ûl bulurlar ırâo yerlerdeki anda nâsdan hârib u sârio u 2ayvân gitmişdür. Bunu idrâk itmez. Îlâ ouvvet-i bâ4ırada vü -ayâliyyede vü 2âfı6ada tamâm kemâl üzerine olan vallâhu a lem vü a2kâm. MAOÂLE-Đ &ÂNÎYE Delîl-i aolî vü naolî ile bu fennüñ 2aooaniyyetini 292 vü fa7îletini beyân ider. Bilgil ki kütüb-i müdevvineden ba 7ında fâ7ıladan buyurmuşlar ki insânuñ ev4âfın vü a2vâlin bilmek üç nesne ile 2â4ıl olur: Evvelkisi vâhy-i rabbâniyeyle nitekim enbiyâdan Mûsâ peyiamber aleyhi s-selâm /a7reti Mu4+afâ yı 4alallâhu aleyhi ve s-sellem ilhâm-ı ilâhî ile bulup temennî itdi ki anuñ ümmetinden ola. Kemâ oâle aleyhi s-selâm: Leoad temenna i3nâ aşare nebiyyen ennehum kânû min-ümmeti ve min-hüm. 293 (v. 6a) Mûsâ bin Đmrân vü Îsa aleyhi s-selâm Mu2ammed Mu4+afâ aleyhi 4-4elâtu ve s-selâmın gelecegin bilüp -aber virdi. Kemâ oâla llâhu te âla fi l-kitâbü 4 4âdıo ve l--i+âbü n-nâ+ıo: و إ ذ ق ال ع يس ى اب ن م ر ي م ي ا ب ن ي إ س ر اي يل إ ني ر س ول ال ل ه إ ل ي ك م مص دق ا ل م ا ب ي ن ي د ي م ن ال تو ر اة و م ب شرا ب ر س ول ي ا ت ي م ن ب ع د ي اس م ه أ ح م د ف ل ما 294 {6} vü da-i evliyâdan nitekim Selmân-ı Fârisi vü Üveys Oaranî 295 ج اءه م ب ال ب ين ات ق ال وا ه ذ ا س ح ر مب ين rahmehumu llâhi aleyh Peyiamber 2a7retlerinüñ 4alallâhu aleyhi ve s-selem mübârek 4ûretlerin 6âhir yüzünde görmeyüp dururlar idi. Lâkin keşf u kerâmet ile bilüp ana mütâba at itmişler idi. Ammâ buncılayın ma rifet-i enbiyâdan vü evliyâdan iayrıya müyesser olmaz. Đkincisi ulviyât-i -avâ44-ı ma rifetle. Nitekim /ekim Câmasb, /a7ret-i Resûlüñ aleyhi 4-4elâtu ve s-selâm 292 Bu kelimenin asıl metinde yazımı yanlış olup tarafımızca metnin manasına uygun olarak doğru olan yazımı yazılmıştır. 293 Tercümesi: On iki tane peygamber benüm ümmetimden olmak istedi. 294 Tercümesi: Allâh u te ala Kur an-i kerimde şöyle buyurur: Hani Meryem oğlu Đsa, Ey Đsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allâh ın size, benden önce gelen Tevrât ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberim demişti. Fakat (Đsa) onlara apacık mucizeler getirince Bunlar sihirdir dediler. (Saff suresi 6. ayet) 295 Veysel Karani 180

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion