53 Veşmgir in, oğlu Geylan Şah için yazdırdığı Kabus-nâme adlı mensur eserin Türkçe manzum tercümesidir. Bu eserin musikiyle ilgili otuz dördüncü babı bu ilme dair verdiği bazı özellikler ile kırkıncı babında yazar, saraya alınacak genç erkek hizmetçi ve cariyelerin niteliklerinin nasıl olması gerektiğine dikkat etmeleri gerektiği konusunda kıyâfet ilmine değinmektedir. Bedr-i Dilşâd eserinin 7465. beytinden başlayarak 7475. beyte kadar olan kısmı genel bir giriş şeklinde hazırlamıştır. Ayrıca yazar babı kendi içinde Güftâr-ı Ender Beyân-ı Evsâf-ı Kenîzek ve Güftâr-ı Ender evsâf-ı Gulâmân ara başlıklara ayırarak 131 cariye ve hizmetçiler hakkında bilgiler vermektedir. Yazar, bu bölümün girişinde cariye seçmek için temiz ehilden olması gerektiğini söyler ve şöyle devam eder: Kişi hûşyâr olmayınca tamâm Ne alsa ziyân idiser ve s-selâm Basiret gerekdür ki âdem-şinâs Olıbileler ta ki eşrâf -nâs 132 (7465 66) Bedr-i Dilşâd bu beyitlerle başlayan girişi yaptıktan sonra 7475. beyitten başlayarak cariyelerin özelliklerini saymaya başlar. Müellife göre saraya alınacak bir cariyenin öncelikle yüzünün güzel, fiziğinin düzgün olması gerekir; çünkü yüz gözün baktığı yer ve Allâh ın sanatına mazhardır. Hizmetçinin güzelliği, semiz olmasından daha önemli ve olgunluğa erdirmek daha mükemmeldir. Cariye olarak alınacak kişinin önce gözünü, kaşını görmek ve bu hususlardan yola çıkarak Allâh ın sıfatlarını görmek gerekir. Sonra Ağzı ve burnuyla dişlerine, yanağıyla çenesine, saçına ve benine bakılmalı. Her insanın şerefi göze ve gönle hoş gelen sözdedir. Bu itibarla alınacak cariye kara veya ele gözlü, bilhassa tatlı sözlü, açık kaşlı, dudağı lal, dişleri inci gibi, gül endamlı ve ay yüzlü, doğru burunlu olmalı ki bakınca gönül alıcı ve göz aydınlatıcı olmalı. Cariyenin boyu ne uzun ne kısa olmalı, cariye ne zayıf ne de şişman olmalı yani orta kilolu olmalı. Şaire göre cariye alan kişi bu niteliklere sahip birini bulduğunda böyle bir cariyeyi kaçırmaması gerekir. Ama şairimiz sonradan ekler: Bu niteliklere sahip bir cariye dünyada huri demektir. Şair eserinin 7501 beytinden başlayıp 7631 beytine kadar olan kısmında hizmetçilerin özelliklerini saymaya başlar. Şaire göre erkek hizmetçinim özellikleri şöyle olmalıdır: Boyu düzgün, kendisi ay yüzlü; eti ve saçı uyumlu, sırtı yassı, ayasıyla alnı açık, kaşı kirpiği ona 131 Müjgan Çakır, Kıyâfet-nâmeler Hakkında Bir Biblografya Denemesi, Türkiyat Araştırmaları Literatür Dergisi, c.5, sayı. 9 2007, s. 334. 132 Âdem Ceyhan, Bedr-i Dilşâd, Murâd-nâme, MEB Yayınları, c. 2, Đstanbul 1997, s. 878. 52
54 uygun olmalıdır. Ayrıca şair o dönemde Osmanlı tebaasında bulunan milletlerin özelliklerini sayarak bunların devlet kademelerinde seçilmesinde bu özelliklerin dikkate alınması gerektiğini söyler. Şair, o dönemin tıp anlayışından yola çıkarak bazı hastalıkların dış yapıyla bağlantılarını verir. Şaire göre insanların birçok hastalığı onların yüzlerine yansır: Kamu gizli rencün alametleri Gelüp yüzde bellü olısar varı (7576). Tamarları yoğın olsa gözler kızıl Anı renc-i sara delil oldı bil (7585) Şair hastalıklarla ilgili bilgi verdikten sonra insanların vücut yapılarından yola çıkarak kişilik tahlilleri yapmaya başlar: Husûsâ ki saruşın ola anı Serâ-perdeye koyma dinle beni. (7524) Dudağı kalın ola endâmı süst Evet, boyu uzun olursa dürüst. (7521) Şair eserini bir padişaha sunduğu için daha çok saraya alınacak elemanlar ve elemanların nitelikleri üzerinde durmuştur. Eser her ne kadar edebi bakımdan önemli olmasa da bu alandaki ilk çalışmaları içermesi bakımından önemlidir. Bu eser Adem Ceyhan tarafından iki cilt halinde metin ve inceleme olarak yayına hazırlanmıştır. 3. 3. 3. Sarıca Kemal Firâset-nâme Fatih devrinin önde gelen simalarındandır. Kemal-ı Zerd olarak da bilinen Sarıca Kemal, Bergama doğumludur. Mahmut Paşa nın muhasipliğini ve has gulâmının hocalığını yapmıştır. Fadlallâh ın Tarih-i Mu cam Fi-Âsâr Mülûke l-acem adlı eserinin Belagatnâme diye adlandırdığı çevrisini bitirmiştir. Dönemin gazel şairlerinden biri olarak tanınmış ve aynı zamanda mesnevi biçiminde de eser kaleme almıştır. Latifi, tezkiresinde şairden bazı beyitler akarmış ama bu beyitlerin hangi eserinden aktardığını belirtmemiştir. Sarıca Kemal, 1490 yılında Selâtin-nâme adlı eserini tamamlamıştır. Şair bu eserinin: Ki düzdüm Türkî dilde iki nâme Firâset-nâmedür, biri Sûz-nâme 53
55 Bu beytiyle iki eserinin daha olduğunu ve bunlardan bir tanesinin ilm-i kıyâfete dair olduğunu aktarsa da maalesef bu iki eserin varlığını ancak şairden öğrenebilmekteyiz. Şairin Firâset-name sinin elde bir nüshası olmayıp eser hakkında elimizde herhangi bir bilgi de yoktur. Bu yüzden eserin içeriği hakkında herhangi bir bilgi edinememekteyiz. 3. 3. 4. Akşemseddin-zâde Hamdullâh Hamdi Kıyâfet-nâme Fatih in hocalarından Akşemsettin in küçük oğlu olan Hamdullâh Hamdi (1449 1503) dönemin önemli şairlerindendir. Hamse şairler olarak da bilinir. Türk edebiyatında en güzel Yusuf u Züleyha mesnevisinin de yazarıdır. Hamdullâh Hamdi tarafından yazılan Kıyâfetnâme adlı eser bu alanda yazılan en önemli eserdir ve kütüphanelerde en çok nüshası olan kıyâfet-nâmedir. Ayrıca Türk edebiyatında yazılan ilk müstakil eserdir. Bu eser mesnevi nazım biçimiyle yazılmış olup tamamı yüz eli beyittir. Eser aruzun feilâtün, mefâilün, feilün kalıbıyla yazılmış olup şair tarafından çeşitli başlıklar şeklinde düzenlenmiştir. Hamdullâh Hamdi bu eserde renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yapmıştır. Şair klasik mesnevi girişi yaptıktan sonra sebeb-i telif bölümünde bu eseri yazmasının sebebini açıklar ve şair eseri yazmasının sebebini Mevla nın isteğine bağlar. 133 Şair eserine Allâh a hamd ile başlar ve Allâh ın insanı güzel yarattığından bahseder: Eylerüm ol Kerîm e hamd u sipâs Yok, durur ni metine hadd u kıyâs Ahsen eyledi şekl-i insânı Cümle hayvândan a del etti anı Şair, hamdele, salvele ve naat mahiyeti taşıyan beyitlerden sonra yüz şekillerinin kişiliklere delalet olduğunu anlatan konuya yani esas konuya geçer. Sıfat-ı renk bölümünde insan rengiyle kişiliğini,sıfat-ı ruh bölümünde yanakla kişilik münasebetini, sıfat-ı kamet bölümünde boyların hususiyetlerini, sıfat-ı ette insan vücudunu oluşturan et ile kişilik münasebetini, sıfat-ı harekette insan davranışlarını, sıfat-ı saç bölümünde saçın yapısı ve kişilikle bağlantılarını, sıfat-ı baş kısmında başın şekilsel yapısıyla kişiliği, sıfat-ı cebhe bölümünde alın yapısı ile kişilik bağını,sıfat-ı kulak kısmında kulaklardan yola çıkılarak kişilik yapısını,sıfat-ı kaşta kaşın yapısını ve hangi tür kaşların ne anlam ifade ettiğini,sıfat-ı çeşm bölümünde göz yapısı,göz renginin kişiliğe etkisini, kulak, burun vs. gibi uzuvların kişiliğe etkisini şair 26 başlık altında ele alır. 133 A.Çelebioğlu, Akşemsettin-zade Hamdullâh Hamdi Çelebi ve Pendnamesi.1. Akşemsettin Sempozyumu Tebliğler Bolu 1988, s. 34-60. 54
56 Kâtip Çelebi, eserin Đmam Şâfiî den tercüme edildiğini 134 bildirse de bunu destekleyecek herhangi bir delil elde yoktur. Hamdullâh Hamdi nîn bu eseri mesnevileri arasında en rağbet görmüş eseri Yusuf u Züleyha kadar beğenilmiş ve birçok nüshası kopya edilmiş ve birçok kütüphanede yazma nüshası bulunmaktadır. 135 Bu eser edebi bakımdan fazla bir değer taşımamaktadır. Sadece bu türde yazılan diğer eserlerde olduğu gibi belli bir sanat gayesi gütmeden insanların vücut yapılarından yola çıkarak kişilik hakkında bilgi vermektir. 136 Bu eser, sonraları yazılan birçok eser üzerinde etkili olmuş ve birçok esere kaynaklık teşkil etmiştir. Bu yönüyle Türk edebiyatında bu konuda yazılmış en meşhur eserdir. Örneğin Yümnî, Hara-name adlı eserinde sarışınlarla ilgili yargıya varırken, Hamdullâh Hamdi Çelebi nîn bu konuda yazdığı beyitlerini olduğu gibi aktarmıştır: Âsâf idi heyet-i zırnîh-veş Nehs idi zatı dahi mirrîh-veş Hamdî-i merhûm eserinde dimiş Dahi nice kimse betân eylemiş Tecribe ittim nice kez ben hele Hiç umamam sarıdan eylik gele Yukarıdaki beyitte görüldüğü gibi şair Hamdullâh Hamdi nîn aynı beytini kendi tecrübesiymiş gibi göstermiştir. Zübtedü l-đrfan fi Alameti l Ebdan adlı mensur eserde de Hamdullâh Hamdi den bazı aktarmalar yapılmıştır. 137 Ayrıca Hamdullâh Hamdi den sonra bu alanda eser veren ve en önemli eserlerden biri olan Erzurumlu Đbrahim Hakkı nın kıyâfet-nâmesinde de onun etkisi açıkça görülür ve yazarın verdiği hükümler olduğu gibi tekrarlandığı görülmektedir. Yukarıda verdiğimiz bu örnekler eserin bu konuda edebiyatımızdaki yeri hakkında bilgi vermesi bakımından önemlidir. 134 Amil Çelebioğlu, Eski Türk Edebiyatı Araştırmalar, MEB Yayınları, Đstanbul1998, s. 235. 135 Kıyâfet-nâme-i Hamdi nüshâlârı: Süleymaniye Ktp. Murat Buhari bl. no. 330. Süleymaniye Ktp. Esat Efendi bl. no: 3613, Süleymaniye Ktp. Esat Efendi bl. no: 3436, Đstanbul Üniversitesi Ktp.TY.no:1883, Erzurum A. Ü. Ktp. A. Sırrı bl. no: 605-63, Süleymaniye Ktp. Bağdatlı Vehbi bl. no: 2162, Millet Ktp. Ali Emiri bl. no: 563 Ankara Cebeci Ktp. No: 1717, Koyunoğlu Müzesi no: 13249, 13507; Süleymaniye Ktp. Esat Efendi bl. no: 3814. Süleymaniye Ktp. Fatih bl. no: 3544, Süleymaniye Ktp. H.Mahmut bl. no: 2043, Süleymaniye Ktp.Yazma Bağışlar, bl. no: 1386, Topkapı Saray Müzesi Ktp. no: 1202. 136 Fuat Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Đstanbul 1999 s. 630. 137 Çelebioğlu age. s.225. 55
57 3. 3. 5. Firdevsi-i Rumî Firâset-nâme XV. yüzyıldan başlayarak birçok eser verilmeye başlanan bu alanda ve XVI. yüzyılda ise diğer türlerde de görülen gelişmelerin bu türü de etkilediği ve bu alanda bir patlama yaşandığı söylenebilir. XVI. yüzyılda Osmanlı sahasında yazılmış bir diğer Türkçe eser Firdevsi-i Rumî nîn Firâset-nâme sidir. II. Beyazid döneminde yaşayan sanatçı, Süleymânnâme adıyla bilinen ve Hz. Süleyman ın hayatını, menkıbelerini ve Doğu esatirini konu alan hacimli bir eser yazmış ve II. Beyazid e sunmuş fakat her nedense padişah eseri beğenmemiştir. Bu yüzden padişahla arası açılmış ve Osmanlı topraklarını terk etmiştir. 138 Kaynaklarda şairin en çok Süleymân-nâme adlı eserinden söz edilmesine rağmen onun bu alanda, yani ilm-i kıyâfet ile ilgili yazdığı eserinden pek bahsedilmez. Eserin varlığı hakkındaki bilgiyi M. Tahir in Osmanlı Müellifleri adlı eserinden öğrenmekteyiz 139.Eserin yazma nüshâlârı elde bulunmadığından eserin içeriği hakkında da bilgi sahibi değiliz. 3. 3. 6. Şaban-i Sivrihisârî Kıyâfet-nâme 16. yüzyılda yazılan kıyâfet-nâmelerden biri de Şaban-i Sivrihisârî nîn Kıyâfetnâmesi dir. Eser tercüme olup Mu2ammed bin Ebi Bekir bin Ebu Xalib El-En4ari ed- Dımışkî den tercüme edilmiştir. Eser dönemin sadrazamı Damat Đbrahim Paşa nın isteğiyle 1532 de kaleme alınmış olup bitirildikten sonra paşaya sunulmuştur. Eser nazım-nesir karışık şekilde kaleme alınmış ve Arapça bir girişle başlamıştır. Eser bir mukaddime ve dokuz makaleden oluşmaktadır. Mukaddime huruf-i mermuze beyanında olup eserde görüşlerine yer verilen her şahsın karşılığında bir harf kullanılmıştır. Bu harfler: Aristo ya :ط işâretdir. işâretdir. Cemā ate :هŞāfíî ye :ع Đplavus a :سĐmāma :م Manŝūriyye :صEflimūn : ن Yazar her makalede farklı farklı konuları işlemiştir. Yazar, ilk makalede bölümünde ilm-i kıyâfetin tanımını yapmış ve bu ilmi kıyâfet, siyafet ve riyafet adı altında üç bölüme ayırdıktan sonra bu bölümler hakkında bilgiler vermiştir. Ayrıca yazar, kıyâfet ilminin hak bir ilim olduğunu ispatlama amacıyla akli deliller sunmuştur. Eser sadece insanların vücut yapılarını ele almamış, insanlarla beraber hayvanları, hayvanları da uçan kanatlılar, suda yaşayan hayvanlar, yırtıcı olan hayvanlar ve diğer hayvanlar olarak bölümlere ayırmış ve ayrıca çeşitli ülkelerin insanlarının özelliklerini eserde açıklamıştır. Eserin ilm-i hutut bölümünde yazar, el şekillerinden yola çıkarak insanların kişilikleri ve talihleri hakkında bilgi vermiştir. Yazara göre bir insanı tanımanın en önemli yolu onların 138 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB yayınları, Đstanbul 1998, s. 503. 139 Çelebioğlu, age. s. 231. 56
58 ellerindeki çizgilerine bakmaktır. Nitekim Allâh her insanın el çizgilerini farklı farklı yaratmasının sebebinin bu olduğunu savunan yazar, eskiden saraylara kul ve cariye alındığında onların el çizgilerine bakılarak alındığını da ekler. Yazar ayadaki her hata isim vermiş ve çizgilerin ne anlama geldiğini ve hangi yıldızın hükmünde olduğunu açıklayarak kişilerin talihlerini bu çizgilere göre açıklamaya çalışmıştır. Bu bölümü bir risâle şeklinde hazırlayan yazar, bu bölümü de bir mukaddime ve altı bab üzerine kurmuştur. Eserin son kısmı da manzum bir bölüm olup Yunan hükemasının bu ilme dair görüşlerini manzum olarak aktarmıştır. Bu bölümü de müstakil bir kıyâfet-nâme olarak da ele almak mümkündür. Yazar bu bölümde insan uzuvlarını ele alarak Yunan hükemasının görüşleri ışığında tahlil eder. Eser tez konumuz olduğundan dolayı eser hakkında ayrıntılı tahlile ileriki bölümlerde yer vereceğiz. Eserin bilinen bir nüshası vardır. Bu nüsha Nuruosmaniye Kütüphanesi 4099 numarada kayıtlıdır. 3. 3.7. Balizâde Mustafa Kıyâfet-nâme Balizâde Mustafa Efendi, bu eseri 1575 te tamamlanmış olup 3.Murat a eserini ithaf etmiştir. Bu eser hem dönemin hem de daha sonra yazılan eserler içinde en dikkat çeken eserlerden biridir. Eserin bilinen tek nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi nde 4100 numarada kayıtlıdır. Eserin tamamı 65 varaktan oluşmakta ve eserin tamamı mensurdur. Ayrıca eserin varaklarına başkaları tarafından açıklamalar eklenmiştir. Yazar kısa bir giriş yaptıktan sonra eserin bölümleri hakkında bilgi vermektedir. Buna göre eser bir mukaddime ve yedi bâb üzerine kurulmuştur. Mukaddime bölümü genel olarak firâset ilmine ayrılmış ve bu ilim hakkında bilgiler verilmiştir ve ayrıca bu bölüm de yedi fasla ayrılmıştı. Bu fasıllarda işlenen konular şöyledir: Fasl-ı evvel, tarif-i ilm-i firâset beyanındadır. Đkinci fasıl, fazilet-i ilm-i firâset beyanındadır. Üçüncü fasıl, taksim-i kıyâfet beyanındadır. Dördüncü fasıl, bu ilimde ma rifet lâzım olan eşya beyânındadır. Beşinci fasıl, bu ilme karîb olan ulum-i garibe beyânındadır. Altıncı fasıl, tarîk-i firâset beyânındadır. Yedinci fasıl, tarik-i firâsete vakıf ve şu urdan sonra ma rifi lâzım olan umur beyânındadır. 140 Balizâde ilm-i firâseti anlatırken deliler vermiş ve bu ilmin doğruluğunu delillerle desteklemeye çalışmıştır. Yazar, mukaddime bölümünde anlatacağı temel konu başlıklarını verdikten sonra yedi babda işleyeceği konulara değinmektedir. Ayrıca yazar, birinci babı altı fasla, ikinci babı on beş fasla ayırarak aktarmış ve her uzvu bir fasıl üzerine açıklamıştır. 140 Bali-zâde Mustafa Kıyâfet-nâmesi, Nuruosmaniye Kütüphanesi, No: 4100. 57
59 Ayrıca yazar, her babda farklı konuları işlemiştir. Eser üzerinde herhangi bir bilimsel araştırma yapılmamıştır. 3. 3.8. Đlyas Đbni Đsa-yı Saruhânî Kıyâfet-nâme Bayramiye tarikatının şeyhlerinden olup Akhisâr doğumludur. 1565 de ölen Đlyas Đbni Đsa-yı Saruhanî çok iyi bir eğitim aldı. II. Selim in döneminde yetişen müellif, dönemin padişahına Nurîye adlı eserini takdim etti. Bu eseri müellifin en önemli eseri olup müellifin bu eserleri dışında bir de Runuzu l-kunuz, Tabiat-nâme, Ferâh-nâme, Kıyâfet-nâme, Fusûl-i Sabia, Fusûl-i Aşâre, Manzûm Şerh-i Esmâ-yı Hüsnâ, Kavâidü t-teshîr, Ebvâb-ı Site, Kenzü l-esrâr adlı eserleri de vardır. Yukarıda da aktardığımızdan anlaşıldığı gibi yazarın ilm-i kıyâfete dair bir eserinin olduğu anlaşılmakta olsa da bu eserin varlığını ancak kaynaklardan öğrenebilmekteyiz. 141 Eserin herhangi bir nüshası da elde olmadığından eser hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. 3. 3. 9. Abdülmecit b. Şeyh Nasuh Kıyâfet-nâme 1565 te ölen Abdülmecit Đbni Şeyh Nasuh, bu alanda eser vermiş önemli şahsiyetlerden biridir. Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi nîn oğludur. Çok iyi br eğitim almış ve çok sayıda eser kaleme almıştır. Daha çok dini-didaktik tarzda eserler kaleme alan yazarın Tezkire-i Ulû l-elbâd, El Havf ü ve l-huzûn, El-Felâh ve l-hüdâ, El-Fevzü l-azim, Riyâzi n-nasihin, Ravzatü l-ezhâr ve Cennetü l-esmâr, Kenzü l-favâid adlı eserleri yanı sıra insan fizyonomisiyle ilgili bir eser yazmış olduğu da kaynaklarda aktarılmaktadır. Bu müellife atfedilen kıyâfet-nâmenin varlığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. 142 Bu eserin de elimize şimdiye dek herhangi bir nüshası geçmemiştir. Eserin nüshası elde olmadığından eserin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur. 3. 3. 10. Mustafa Đbni Evranos Kıyâfet-nâme Mustafa Đbni Evranos XVI. yüzyılda yaşamış şahsiyetlerdendir. Kaynaklar onun kıyâfet-nâme adında bir eserinden bahsetmekte ve eserin II. Selim e sunulduğu aktarılmaktadır. Eserin herhangi bir nüshası elde bulunmayıp varlığı hakkında bilgiyi kaynaklardan öğrenmekteyiz. Eserin elde nüshası olmadığından eserin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. 141 Çelebioğlu, age. s. 231. 142 M. Tahir Osmanlı Müellifleri adlı eserden naklen Amil Çelebioğlu eserin varlığını bize bildirmektedir. Çelebioğlu, age. s. 231. 58
60 3. 3. 11. Nesîmî Kıyâfetü l-firâse Azeri sahasının büyük şairi ve Hurufiliğin temsilcilerinden olan Nesimî ile burada konu edineceğimiz Nesimî birbirinden ayrı iki şahsiyettir. Azeri şair Nesimî, XIV. yüzyılda yaşamış olup Hurufilik düşüncesini benimsediğinden ve ene l-hak dediğinden dolayı idam edilmiştir. Kıyâfetü l Firâse nin müellifi olan Nesimî nîn hayatı hakkında elde fazla bilgi bulunmamaktadır. Bildiğimiz müellifin XVI. yüzyılda yaşadığı ve kaynakların verdiği bilgilere göre müellifin Kıyâfetü l-firâse adlı bir eserinin olduğudur. Eserin Đstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bir nüshası bulunmaktadır. Bu nüsha Türkçe yazmalar bölümünde ve 5413 numarada kayıtlıdır. Bu eser hakkında herhangi bir araştırma yapılmamıştır. 3. 3. 12. Niğdeli Visâli Vesîletü l-đrfân Niğdeli Visali nîn asıl adı Muhammed dir. Niğde doğumlu olup Đstanbul da iyi bir medrese eğitimi almış ve medrese hocalığı ve kadılık yapmıştır.mevlevi tarikatına bağlanarak tasavvufun tüm inceliklerini öğrenmiştir. Şair ilm-i kıyâfete dair yazdığı eserini diğer şairlerden farklı olarak Vesiletü l-đrfân adını vermiştir. Şairin 1595 te yazmış olduğu bu eseri mesnevi nazım biçimiyle ve aruzun feilâtün, mefâîlün, feilün kalıbıyla yazılmış ve şair, aruzu Türkçeye uygulamada oldukça başarılıdır. Eserin tamamı 1002 beyitten oluşmaktadır. Eser klasik mesnevi tarzıyla yazılmış olup eser tevhidle başlar, münâcât, na at, mirâcîye, medh-i çıhâr Güzin, III. Mehmed e övgü, sebeb-i telif-i eser, ağaz-ı destan ile devam edip hatime ve dua bölümüyle son bulur. Sebeb-itelif-i eserde şair, eserinin yazılış sebebi olarak tahta çıkan yeni padişaha layık olacak bir eser sunmak olduğunu ve buna en uygun olanın da insanı anlatan bir kitap olduğunu söyler. 188. beyte kadar olan kısım mesnevinin yukarıda bahsettiğimiz klasik bölümleri olup genel bir giriş niteliğindedir. Şair, 188. beyitten başlayarak asıl konuya geçmeye başlar. Asıl bölümde şair, insana ait özellikleri (boy, göz, kaş, ağız, omuz, cinsel organ, yanak, renk, saç...) tek tek ele alarak bu uzuvlar hakkında teferruatlı bilgiler verir. Yazarın ele aldığı ilk beden özelliği boydur ve boyları da kendi içinde üçe ayırarak bunlar hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Mesela şair uzun boy için şöyle der: Kâmeti bir kişinin olsa tavîl Bereket sâhibidür anı bil (B. 188) Hayr u şer her ne salsa ol başına Suna anı hemişe kardaşına 59
61 Ehl-i hikmet buyurdı bu kavli Safîdür bay gönüllünün aklı Eyülerle müdâm eyle başı Sevmez oğlı olursa kallaşı Đki âlemde eyülük ey kardaş Ehl-i kibr ilekavuşmakdur baş. Kibr u kin nidüğüni ol bilmez Kimsenün ayıbını görüp gülmez Ayrıca şair orta boyun hikmetlerinden bahseder ve orta boylu insanların işlerinin hikmet üzere olduğunu ve edepli ve yumuşak huylu, bütün güzellikleri kendisinde barındırdığını söyler. Yazar eserin giriş kısmında ayetlerden, hadislerden ve kelam-ı kibârlardan yararlanmıştır. Mesela şair eserin giriş kısmında konuyla ilgili şu hadisi aktarmıştır: Kâle Resûlu llâhi aleyhi vesellam: El bereketü fi tivâli ümmeti ve l-hikmetü ve l- izâmu fi visâti ümmeti ve l-fitnetü kisâri ümmeti 143 ve ayrıca bazı yerlerde bu konudaki hükümlerini deyim ve atasözleriyle açıklama yoluna gider. Mesela şair Devlet anun ki tab ı selim ola Đzzet anun dürişe âlim ola (B. 363) (Tabiat selimliği devlettir) Gönli büyük olan olur gözi aç. Mâl-ı dünyâya sâhip olsa da muhtaç. (B.358) (Gönlü büyük olanın gözü aç olur) Söz güherdür açarsan gûş Can kulağına takar gör menguş. (B.493) 144 (Kulak açana söz cevherdir) (Can kulağına küpe takmak) Bu eser bu alanda yazılmış en hacimli eserlerden biri olup yazılmış olan diğer kıyâfet-nâmelere nazaran daha çok uzvu ve insan özelliğini ele almış ve bu özellikler 143 Resûlullâh buyurdu ki: Bereket ümmetimin boyunun uzun olmasındandır. Hikmet ve büyüklük ümmetimin orta boyluluğundandır. Fitne ve rezaletse ümmetimin kısa boylularındandır. 144 Yerdelen, age. s. 206. 60
62 hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Bu eser III. Mehmet in cülusuna önce veya sonra bitirilip padişaha ithaf edilmiştir. Eserin tam ismi Vesiletü l-đrfan dır. Eserin bilinin tek nüshası Erzurum Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi nde, Agâh Sırrı Levent bölümünde 269 numarada kayıtlıdır. 145 Eser üzerinde Cevat Yerdelen yüksek lisans çalışması yapmıştır. Çalışma kıyâfet ilminin günlük yaşama yansıması konusunun ele alınmasıyla başlanmış ve halk arasında organ özellikleriyle ruh bozukluğu arasında bir paralellik kurulduğu ve halk arasındaki uğursuzluk inanışlarında kıyâfet-nâmelerin bu yönüyle ilgili olduğunu belirtmiştir. Yerdelen, bu ilmin siyaset ve modern psikolojiyle olan ilişkilerini ele almış ve Sheldon ile Kretschmer in tip ayrımlarını, bu ayrımlarda dikkat edilen hususları aktarmıştır. 146 Ayrıca Yerdelen, bu ilim hakkında bilgi verirken Katip Çelebi nîn Keşfü z-zünûn, Mustafa Hamî nîn Fenn-i Kıyâfet, Taşköprlü Ahmet Efendi nîn Mevzuatü l-ulûm, Osmanzâde Ta ib in Ahlak-ı Ahmedî adlı eserlerinden bu konuyla ilgili bölümlerden alıntılar aktarmaktadır. Bu tezde Yerdelen kıyâfet ilminin tarihçesini kısaca ele aldıktan sonra bu ilme ait olan kavramları açıklamıştır. Arap, Fars ve Türk edebiyatındaki kıyâfet-nâmeleri ele almış ve bu edebiyatlara ait kütüphanelerdeki nüshâlârı ve yazarları da tanıtma yoluna gitmiştir. Yerdelen, asıl tez bölümünde ise müellifin hayatı ve eseri hakkında bilgi vermiş ve Vesîletü l-đrfân ın ele aldığı uzuvlar ile Hamdullâh Hamdi ile Erzurumlu Đbrahim Hakkı nın kıyâfet-nâmesinde bulunan uzuvlarla karşılaştırmıştır. Yerdelen, daha sonra kıyâfet-nâmenin asıl metnini aktarmıştır. 3. 3. 13. Seyyid Lokman Kıyâfetü l-đnsaniye fi Şemaili l-osmaniyye XVII.yy.da yazılmış olan bir diğer eser ise Seyyid Lokman b. Hüseyin e aittir. Eser 1601 yılında yazılmıştır ve eserin tam ismi Kıyâfetü l Đnsaniye fi Şemaili l-osmaniyye dir. Seyyit Lokman aslında bir porte ustasıdır. Osmanlı Sultanların portelerinden yola çıkarak ideal insan tipini ortaya koymaya çalışmıştır. Seyyid Lokman'ın sultan portrelerinin tasvirine geçmeden önce yaptığı açıklama, portrelerin gerçeğe uygun olması gayretini aksettirmesi yönünden ayrı bir değer taşımakta ve Türk minyatür sanatında portrecilik anlayışını ortaya koymaktadır. Padişah portrelerinin böyle bir albüm haline getirilmesi bir yenilikti. Bundan dolayı yazar işe hemen Osmanlı hükümdarlarının anlatımıyla başlamamış, önce insanların görünüşlerinden mizaç ve karakterini okuma ilmî, yani belirli alâmetlerle gizli 145 Eser hakkında daha ayrıntılı bilgi için Cevat Yerdelen in yüksek lisans çalışmasına bakabilirsiniz. 146 Çakır, agm. s. 346. 61
63 olan şeyleri gösteren ilm-i firâset ile ilgili bölüme yer vermiştir. Firâset ilmini kıyâfet, riyafet ve siyafet olmak üzere üç kola ayırmıştır. Kur'an dan bazı ayetlerle bunun ilmen günah olmadığını ve kumar gibi kötülükleri cezalandırma ve düzeltme imkânı verdiği için faydalı olduğunu ileri sürmüştür. Bu ilim sâyesinde insan görünüşünden mesleğini anlamanın, sözde Müslüman görünenleri ayırt etmenin ve insanların kendi yaradılışlarındaki alâmetlerden kusurlarını anlayıp ibadet vs. ile ıslah olmalarının gerçekleşebileceğini anlatmıştır. 147 Yazar; yüz şekli, benler, yüz rengi, göz alâmetleri, baş biçimleri, alın, kulak, zülüf, burun, ağız, dudak, diş, çene, gerdan, sırt, karın gibi vücut kısımlarına bakarak insan mizaç ve karakterini okuma yollarını öğretmektedir. Fakat Seyyid Lokman, bu ilmi Padişahlara uygulamaktan kaçınmakta ve bunun sebebini şöyle açıklamaktadır: ona göre padişahlar herkesten üstün olduklarından sıradan halkla bir tutulamazlar. Çünkü devlet sahipleri ilahî ilham almaktadırlar. 148 Bu açıklama Osmanlı dünyasında padişahların halk gözünde nasıl görüldüğünü aksettirmesi açısından da çok önemlidir. 3. 3. 14. Şeyh Ömerü l-halvetî Kıyâfet-nâme 17. yy.da yazılmış bir diğer eser Şeyh Ömerü l Halveti nîn manzum olarak tercüme ettiği kıyâfet-nâmesidir. Eser 1620 tarihlidir. Eserin varlığını Bursalı Mehmet Tahir bildirmektedir. Eserin elimizde nüshası yoktur. Bu yüzden eserin içeriği ve eserin kimden tercüme edildiği hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur. 149 3. 3. 15. Ömer Fânî Kıyâfet-nâme Ömer Fani Efendi (öl.1622 23) Debre doğumludur. Çok iyi bir eğitim almış, tasavvufla meşgul olmuş, Dremen Şeyhi Abdülmümin Efendi ye intisap etmiş ve ona halifelik yapmıştır. Tefsir ilmiyle uğraşmış, bu yüzden kendisine Tefsîrî lakabı da verilmiştir. Ayasofya vaizliği görevinde bulunmuş, çeşitli seferlere katılmıştır. Hüccetü n-neyyire Fi- Beyani t-tarikati l-münire ve Kıyâfet-nâme adında iki eseri vardır. Ömer Fani nîn kıyâfetnâmesinin elimizde bilinen tek bir nüshası vardır. Bu nüsha, Đstanbul Üniversitesi Kütüphanesi nde olup Türkçe yazmalar bölümünde 2695 numarada kayıtlıdır. Eser üzerinde herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır. 147 Hülya Demiray, Seyyid Lokman Çelebi nîn Kıyafetü l-đnsaniyye Fi Şemaili l-osmaniyye si (Lisans Tezi) Türkiyat Enstitüsü No: 12338. 148 Nurhan Atasoy, Kıyâfet-nâmelerin Doğuşu ve Fenerci Mehmet Kıyâfet-nâmesi, www. Osmanlı Medeniyeti. com. 2005. 149 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1, Meral Yayınları (trz), s.173. 62
64 3. 3. 16. Erzurumlu Đbrahim Hakkı Mârifet-nâme Türk Edebiyatında bu alanda yapılmış olan çalışmalardan biri 1703 1780 yılları arasında yaşamış Erzurum un tanınmış âlimlerinden Đbrahim Hakkı Efendi ye aittir. Yazar bu alanla bilgilerini Marifet-name adlı eserinin içinde vermektedir. Mârifet-nâme nîn ikinci ana bölümünde dört, beş, altı, yedi ve sekizinci kısımlarında yer almaktadır. Kıyâfet-nâme nîn sadece yedinci kısmı manzum olup yer yer aruz yer yer de hece ölçüsü ile yazılmıştır. Kıyâfet-nâme nîn diğer kısımları ise divan nesrinin özelliklerini taşımakta secili ağır ve sanatlı bir özellik taşımaktadır. Ayrıca müellif, kıyâfet-nâmesine bir rubai, iki müfred ve bir de kıta yerleştirmiştir. Đbrahim Hakkı kıyâfet-nâmesinin başında insanların yüz hatlarından kişiliklerinin huylarının ve ahlak yapılarının öğrenilebileceğini söyler. Đnsanların, toplum yaşamında da ilişki kuracakları inanların kişilikleri hakkında bilgi edinmesi ve onları ayrıntılı bir şekilde tanıması sağlıklı bir ilişki için ilk şarttır. Kişilerin organlarından, yüz hatlarından yola çıkarak onu tanımak yararlı olduğu gibi güzel ahlaklı karakter sahibi insanlara karşı sevgi beslememize yarar. Đbrahim Hakkı, kıyâfet-nâmesinde kadınların özellikleri üzerinde durmuş ve evlenecek bir insanda bulunması gereken özellikleri sıralamıştır. Hamdullâh Hamdi nîn eserinden farklı olarak insan organlarını daha ayrıntılı bir şekilde ele almış Hamdullâh Hamdi yirmi altı organın özelliğini sayarken Đbrahim Hakkı otuz iki organın kişilik arasındaki bağlantılarını vermektedir. Đbrahim Hakkı kadın güzelliği ile ilgili belirlediği bu nitelikleri daha önceki kısımlarda verdiği yüz, beden ve karakter arasındaki özelliklere dayandırarak ortaya koyar. Kıyâfet-nâmenin son kısmında Đbrahim Hakkı yüz seğirmelerine de yer verir. Bu bölümde yüz ve gözün seğirmeleri ile ilgili dikkati çeken durumları anlatır ve buradan yola çıkarak insanın ruh yapısını çözmeye çalışır. 150 Đbrahim Hakkı nın eserini oluştururken kendinden önce yazılmış telif ve tercüme eserlerden yararlandığı görülür. Özellikle yazar Hamdullâh Hamdi nîn etkisinde kalmış ve onun bazı beyitlerini olduğu gibi eserine aktarmıştır. Örneğin Đbrahim Hakkı, kösenin boyu tavil alsa ol kösedir diyü ta n olunmaz ifadesini, Köse ola boyı uzun meselâ Kösedür diyü ta n olunmaz ana H. Hamdi nîn eserinin 125. beyti olan yukarıdaki beyti olduğu gibi naklettiği görülür. Ayrıca iki müellif arasındaki benzerliği daha iyi anlamak için iki kıyâfet-nâmenin kaş 150 Mine Mengi, Kıyâfet-nâmeler TDAY Belleten 1977, TDK Yayınları, Ankara 1978 s. 301. 63
65 hakkındaki hükümleri aktarmak daha yerinde olur. Hamdullâh Hamdi Sıfat-ı Kaş bölümünde kaşın sıfatlarını şöyle açıklar Her ki kaşınun ince olsa uci Eksük olmaya fitnesi ve güci Kaşı kılı olur ise bisyâr Herze ola nedimi gussası yâr Hûb ola ebrûvân ki ola açuk Uğri olur eğer olursa çatuk Đnce olmak delil-i bihçetdür. Kibre uzunlığı alâmetdür Kaş odurki siyâh u ince ola Nâzı vü şîvesi yirince ola. Đbrahim Hakkı kıyâfet-nâmesinde müellif kaşın sıfatını şu şekilde açıklar: Đnce olan kaş ucı Fitnedür işi güci Kaşda çok olan kılı Müksir olur gussalı Kaşı açık toğrıdur Çatma ise uğrıdur Đnce kaş olur cemîl Kibre te villi delîl Kaşı mukavves olan Dilber olur her zaman Görüldüğü gibi iki kıyâfet-nâmenin kaş konusundaki hükümleri aynı olup sadece Đbrahim Hakkı, Hamdullâh Hamdi ye nazaran daha az sözle konuya temas etmiştir. Bununla beraber yazarın eserini tamamen başka eserlerin üzerine inşa ettiğini ve eserin bir taklit olduğunu söylemek mümkün değildir. Yazar eserini oluştururken yaşamış olduğu coğrafyayı, insanları ve toplumun insanlara bakış açısını iyi bir şekilde tahlil ettiği ve Doğu Anadolu insanının karakterinden, bu insanların estetik anlayışlarından ve folklorundan da yararlandığı da görülmektedir. 151 151 Hayrani Altıntaş, Erzurumlu Đbrahim Hakkı, MEB Yayınları, Đstanbul 1997, s.112. 64
66 3. 3. 17. Gevrek-zâde Hafız Hasan Kıyâfet-nâme 19.yüzyılda bu alanda eser vermiş önemli sanatçılarından biri Gevrek-zâde Hafız Hasan (öl.1801) dönemin ünlü bir tıp doktorudur. 1768-74 Türk-Rus savaşına katıldı ve başhekimlik görevinde bulundu. Daha sonra tababet-i Hassa görevine geçti ve II: Abdülhamit in özel doktorluğunu yaptı. Yazar, Gazali nîn Đlm-i Lâddüni adlı eserini Türkçeye tercüme etmiştir. Tıp konusunda birçok eser yazan yazarın bir de kıyâfet ilmiyle ilgili bir eseri de vardır. Gevrekzade nîn bu eseri, Yunanlı meşhur filozof Aristo nun Yunanca olarak Büyük Đskender için yazdığı ve sonradan Arapça ya tercüme edilen Te sisü s-siyase fi Tedbirü r-riyâse adlı eserin dördüncü makalesinin tercümesidir. Gevrek-zâde, bu eseri Sırrü l- Esrâr adıyla tercüme etmiştir 152 ve bu eserin tek bir yazma nüshası vardır. Eserin bilinen bu tek nüshası Đstanbul Üniversitesi Kütüphanesi nde olup Türkçe yazmalar bölümünde 2695 numarada kayıtlıdır. Bildiğimiz kadarıyla eser üzerinde herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır. 153 3. 3. 18. Matbû Olanlar 3. 3. 18. 1. Mustafa Hâmî Paşa Fenn-i Kıyâfet Mustafa Hâmî Paşa, Tıbbıye Mektebi nde yetişmiş ünlü bir doktordur. Hicaz tabipliği ve askerî şûra azalığında bulunmuştur. Oldukça başarılı ve çalışkan biri olan yazarın bu eseri dışında başka eserleri de vardır. 154 Hacimsiz bir eser olan bu türün bizdeki en son örneğidir. Yazar bu kıyâfet-nâmede çeşitli uzuvları ve insan azalarını ele alır ve bunlar hakkında bilgiler verir. Yazar, Fenn-i kıyâfetin bir vech icmâl-i beyânı başlıklı kısmında kıyâfet ilmiyle ilgili birkaç sayfalık bilgi verilmektedir. Yazar bu bölümde bu ilmin çalışılıp tecrübe ile elde edilebileceğini ve bu ilim yardımıyla insanların dış yapısına ait bazı azalarından, remiz ve işâretlerinden, hareketlerinden, göz ve bakışlarından yola çıkılarak onların iç dünyaları hakkında bilgi edinebileceğini söyler. Ayrıca yazar bu ilmi bilen insanlar için bu ilmin çok sayıda faydasının olduğunu, bu ilmi anlamayanlarınsa bu ilmin yanlış olduğunu savunduklarını, halbuki bu ilmi öğrendiklerinde bu konudaki kanaatlerinin değişeceğini söyler. Daha sonra vücut azalarının bu ilimle ilgili yorumlarına geçmektedir. Bu yorumlar aşağıdaki gibi başlıklara ayrılmıştır: Re s-i insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır. Re s-i insânın hey et ü vaz ından teferrüs olunan keyfiyyât beyanındadır. Vech-i insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Cebhe-i insândan teferrüs olunan 152 Bursalı Mehmet Tahir, age. c. 3, s. 211-212. 153 Çelebioğlu, age. s. 231. 154 Yerdelen, age. s. 65. 65
67 keyfiyyât beyânındadır., Đnsânın şakağından teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Havacib-i insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Çeşm-i insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Çeşm-i insânın bebeğinden teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Enf-i insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Arız-ı insândan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır., Fem-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Fek-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Lihye-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Unk-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Menkıb-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Sadr-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Asla -i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Şid-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Batn-ı insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Pâzu vü fahz-ı insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Sak-ı insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Yed u kadem-i insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., cilt u şa r-ı insanın levninden teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır., Sedâ-yı insândan teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır. ve Đnsanın etvâr u hareket ü remz u işâretden teferrüs olunan keyfiyet beyânındadır. Yazar, eserinde bazı uzuvları nasıl ele aldığı hakkında bilgi vermek gerekirse, onun sakalla ilgili verdiği bilgiler şu şekildedir: Sakal tüylerinin yumuşak ve parlak olması heveskâr u şûrîde-i aşk u tab ı mülayim u mûnis olmasına, kalın ve rengi siyah olmaklığı şedîd u hadîdü l-mizâc olmasına ve sert ve dikçe olması sert meşreb u gazûb u anûd olmasına delalet eder. 155 Nesir halinde tercüme olan bu eserin genel hükümleri bakımından diğer kıyâfetnâmelerden pek de bir farkı olmayıp diğer yazarlardan farklı bir yaklaşım sergilenmemiştir. Sadece yazar bir tıp doktoru olmasından dolayı sebep-sonuç arasında bilimsel ve kesin bağlar kurmaya çalışması eserin diğerlerinden ayrılan önemli bir özelliğidir. 156 3.3.18.2. A vanzâde Mehmed Süleymân Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme Eser, son dönemde yazılmış önemli eserlerden biridir. Eser, Kıyâfet-nâmeye Dair Birkaç Söz başlığıyla başlar ve yazar bu bölümde kıyâfet ilminin tanımını, özelliklerini bir girişle okuyucuya aktarır. Daha sonra kıyâfet ilminin bölümleri olan ilmü l-ektâf, ilmü lesarir, ilm-i kıyâfetü l-beşer gibi bölümlerden bahseder ve bu ilimlerin belli başlı özelliklerini aktarır. Yazar, Đnsan-Erkek, Kadın, Kadınlarda Dimağ, Mukayese-i Zükûr u Nisvân, Simâ-yı Urûk, Simâ-yı Milel, Mizâc, gibi başlıklarla insan organlarının özelliklerini ve kişilikleri 155 Çakır, agm. s. 340. 156 Yerdelen, age. s. 40. 66
68 arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışır ve insanların karakter özelliklerini aktarır. Ayrıca yazar, Ailenin Fizyonomisi adlı bölümde ailelerin temel özelliklerini, Hastalıkların Fizyonomisi adlı bölümde insan bedeninin genel özellikleri ve bu özellikler ile hastalıklar arasındaki ilişkiyi, Yaşların Fizyonomisi adlı bölümde ise insanların yaşları ve kişilikleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışır. Kıyâfet-nâmeden Đstifâde adlı bölümde ise yazar bu ilimden şu şekilde faydalanabileceğimizi aktarır: Đlm-i kıyâfeti bilen ve öğrenen bir adam, dostunu düşmanını pek kolay tanır, ona göre muhitinde bulunan insanlarla münâsebete girişir ve bu sayede ticarette, sanâi de, umuri idârede, siyâsette, mesâ il-i ictimaiyede ve l-hasıl her şeyde daima mahazır-ı sühûlet ve muvaffakiyet olur. Đşleri bir intizâm-ı tam üzerinde cereyan eder. 157 Yazarın bu eseri sadece insanların beden uzuvlarıyla kişilikleri arasında ilişkiyi anlatan bir eser olmayıp aynı zamanda milletlerin de karakterlerini yansıtan bir eserdir. Yazar, bu eserinde Tatarlar, Çinliler, Japonlar, Siyamlılar, Birmanyalılar, Malezyalılar, Bengalliler, Đranlılar, Araplar, Yahudiler, Rumlar, Habeşliler, Kongolular, gibi başlıklar altında çeşitli milletlerin beden yapısıyla karakterleriyle ilgili bilgiler vermektedir. 158 Eser bu yönüyle şaban-ı Sivrihisarî nîn eserine benzer. Eser matbu olup Hicri 1330 da Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaasında tab edilmiştir. 3. 3. 18. 3. Hüseyin Şakir Firâsetü l- Hikemiyye fi Kıyâfeti l-đnsâniyye Hüseyin Şakir, Nakşibendi tarikatına mensup olup tasavvufla ilgilenmiştir. Yazarın yazdığı kıyâfet-nâme mensur bir eserdir. Eser bir mukaddime, konuyla ilgili iki matlâb (konuyla ilgili mesele) ve bir hatime üzerine kurulmuştur. Yazar eserin giriş bölümünde kıyâfet ilmini şu şekilde tarif etmiştir: Kıyâfet-i insâniye bahsi ya nî insanın hâvî ve müşemil olduğu a zaların i tidal ve inhirâfları insânda olan sıfât-ı muhtelife ve ahlâk-ı mütabeyyineye alamet olduğu bahsleri ba z kütübde beyân olunmuşsa da lîkin insânın zât-ı hilkatinde a zâlarının i tidâl ve inhrâflarını ne sebepten dolayı olduğu beyân-ı meskû-i anha bırakılmış 159 Bu eser telif olmayıp ünlü mutasavvıf Muhiyettin-i Arabi nîn Fütuhatü l-mekkiyye adlı eserinin kıyâfet ilmiyle ilgili olan 148. bâbın mensûr tercümesidir. Yazar giriş bölümünde 157 Çakır, agm. s. 339. 158 A. yer. 159 A. yer. 67
69 eserin tercüme olduğunu ve Şeyhü l-ekber den neden tercüme ettiğini şu şekilde anlatmaktadır: Hâtim-i velâyet-i Muhammediyye ve tercüme-i ulum-i lâ-düniye olan Hazret-i Şeyhü l- Ekber kaddesallâllhu bi-sırrıhi l-athar hazretlerinin ba zı kütübde mübeyyen olan bahisleri ve meskût-i anha bırakılan sebepleri i tidâl-i a zâda ve inhrâf-ı a zâda vaki diğer itibârât-ı dakîkaları Fütûhât-ı Mekkiyye nîn yüz kırk sekizinci bâbında tarz-ı garib ve nehc-i acib üzere serd u beyân etmiş ve hadd-i zâtında bâb-ı mezkûre mütâla a menâfi -i kesireye müfid olup ancak kitâb-ı şerif-i mezkûrun medlûlât-ı kudsiyyesi nikâb-ı elfâz-ı Arabiyye ile mestûr olmakla âşinâsının gayrıya yüz göstermediğinden umûm-i menfa ât kasdıyla bâb-ı mezkûru bir mukaddime, iki matlab ve bir hâtime üzerine tertib olunarak lisân-ı Türkîye tercüme olunup tercüme-i mezkûre Firâsetü l- Hikemiyye fi Kıyâfeti l-đnsâniyye nâmıyla tesmiye olundu. 160 Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi eser tercüme olup tercümenin amacı halka faydalı olmasıdır. Ayrıca yazarın, eseri Đbni Arabi den tercüme etmesinin gerekçesini de bu ilmin herkesçe bilinmemesine ve sır perdesini herkese açmamasına bağlamıştır. Bu eser Đstanbul da hicri 1276 da matbu olarak tab edilmiştir. 3. 3. 18. 4. Tahir Ömerzâde Yûsuf Kıyâfet-nâme-i Cedîde Matbu olan bu eser hicri 1280 yılında Đstanbul da neşredilmiştir. Eser bir, mukaddime ve vücut a zâları ile insan karakteri arasındaki ilişki konusunda bilgiler içeren asıl metinden ibârettir. Eserin, Der-Beyân-ı ahvâl-ı cebin bölümünde insan alınlarının genel özelliklerini, Der-Beyân-ı ahkâm-ı Ebruvân bölümünde kaş yapısı ve kişilik arasındaki ilişkiyi, Der- Beyân-ı ahkâm-ı çeşm bölümünde insanların göz yapısı, rengi ve kişilikleri arasındaki ilişkiyi, Der-Beyân-ı ahkâm-ı enf bölümünde dudak yapısı ve kişilik arasındaki ilişkiyi, Der-Beyân-ı ahkâm-ı dehân bölümünde ağız yapısı ve kişilik arasındaki ilişkiyi ve farklı yapıdaki ağızların ne anlama geldiğini, Der-Beyân-ı ahkâm-ı zekân bölümünde erkeklerin cinsel organları ve karakterler arsındaki ilişkiyi, erkeklik organının yapısı ve bu yapıya sahip olan kişilerin cinsel özelliklerini, Der-Beyân-ı ahkâm-ı gîsûvân bölümünde kahkül ve kahkül yapısı ve kişilk arasındaki ilişkileri ve farklı yapıdaki kahküllerin ne tür özellikler taşıdığını, Der-Beyân-ı ahkâm-ı gerdân bölümünde ise insan boynunun yapısını ve kişilik arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Yazar, bu başlıkların ardından 32 çeşit insânın kıyâfet ilmine göre karakter analizlerini yapar. Yazar bu karakterlerin tahlillerini yaparken aynı zamanda bu 160 Çakır, agm. s. 339. 68
70 kişiliklerin eğilimlerini, yeteneklerini ve hangi alanlarda başarışlı olup hangi alanlarda başarılı olamayacaklarını da aktarır. Yazar, karakter analizi yaptığı tiplerin kara kalem resimlerine yer vermiştir. Resimler üzerinde karakter tahlili yapmak o döneme kadar yazılan kıyâfetnânelerde görülen bir özellik olmayıp bu tür çalışma edebiyatımız için bir ilk olma özelliği teşkil etmektedir. Ayrıca yazar, her şekli ele alırken de bunları birbirinden ayırmıştır. Yazar, Bu bölümleri Birinci Şekl Kıyâfet-nâmesi Beyân Olunur veya Đkinci Şekl Kıyâfet-nâmesi Beyân Olunur şeklinde ayrıma gitmiştir. Aşağıda aktaracağımız alıntı, yazarın konuları ele alış tarzı hakkında bilgi edinmek bakımından oldukça önemlidir: Muktezâ-yı kıyâfet kullanılacağı maslahatlarda gâyetle ibrâz-ı şetâret ve liyâkat edeceği ve başın yukarı tarafı pek olmak ashâb-ı dikkat ve efkâr-ı amîka erbâbına mahsus olup gâyet derin ve fikr u dikkate muhtâc ulûm u fünûnu kolaylıkla tahsile ve keskin bir mühendis olmakla salâhiyet olur, lâkin san at-ı i câz üzere inşâ ve şi rde aslâ kabiliyet olmaz ve on beşinci şekilde olan nişâneler gibi sebât ve metâneti icâb eder hâlât bulunmadığını ve gayetle demevî mizâc olduğundan zevk u safâya meyli olup ve ekseriya zevki için maslâhatlarından geriye kalır. 161 3. 3. 18. 5. Müellifi Belli Olmayanlar: Yukarıda verdiğimiz eserlerin yanı sıra Türkiye deki kütüphanelerde yazarı belli olmayan manzum ve mensur başka eserler de vardır. Türkiye de şu kütüphanelerde yazma kıyâfet-nâmeler bulunmaktadır: a) Đstanbul Üniversitesi Kütüphanesi: Bu kütüphanede üç kıyâfet-nâme yer almaktadır. Bunların ilki Yıldız Mütenevvie Bölümü nr. 489 da kayıtlı olan bir kıyâfet-nâmedir. Bu eser, Dımışkî den tercüme edilmiş olup tercüme tarihi ve mütercimi bilinmemektedir. Yazarı bilinmeyen ikinci eser ise 4015 numarada bulunan eserdir. Bu eser Kıyâfet-nâme Haza Risâle-i Kimya-yı Sa âdet adını taşımaktadır. Bu kütüphanede bulunan bir diğer kıyâfet-nâme ise 2765 numarada yer alan ve yazarı belli olmayan bir kıyâfet-nâmedir. Bu eserin kesin yazılış tarihi bilinmemekle beraber Sultan Selim döneminde kaleme alındığı ve padişahın adına yazılıp kendisine ithaf edildiğidir. Bu eser nesir olarak kaleme alınmıştır. 161 Çakır, agm. s. 340. 69
71 b) Nuruosmaniye Kütüphanesi: Bu kütüphanede bilindiği kadarıyla iki kıyâfet-nâme yer almaktadır. Bu kıyâfetnâmelerden ilki, kimin tarafından tercüme edildiği bilinmeyen bir kıyâfet-nâme olup nr.4101 de bulunmaktadır. Bu eser, Tartuşî Kıyâfet-nâmesi nîn Türkçe tercümesidir. Eserin ne zaman tercüme edildiği bilinmemektedir. 162 Bu kütüphanede bulunan diğer eser ise 185 numarada Şafii den tercüme edilen kıyâfet-nâmedir. Bu kıyâfet-nâmenin yazarı belli olmayıp eser nesir olarak tercüme edilmiştir. c) Selimağa Kütüphanesi: Bu kütüphanede bilinen tek bir kıyâfet-nâme yer almaktadır. Bu kıyâfet-nâme de kütüphanenin 458 numarasında kayıtlı olan bir eser içindedir. Bu kıyâfet-nâme eserin 41. sayfasından sonra başlar. 163 Bu eser nesir olarak kaleme alınmıştır. d) Süleymaniye Kütüphanesi: Bu kütüphanede yazarı belli olmayan iki kıyâfet-nâme yer almaktadır. Bunların ilki 4871. numarada kayıtlı bir mecmuanın 178-212 varakları arasında yer alan, yazarı ve yazılış tarihi belli olmayan mensur bir eserdir. 164 Bu eser son zamanlarda Nusret Gedik tarafından bir bildiriyle tanıtılmış ve bildiriye göre bu eser içerik bakımından Şaban-ı Sivrihisârî nîn kıyâfet-nâmesinin eksik ve isimsiz bir kopyasıdır. Çünkü eserin bölümlere ayrılışı, ele aldığı uzuvlar, ve eserin son bölümlerinin ilm-i hututa ayrılmış olmasının yanı sıra içerikleri de aynıdır. Gedik in tanıttığı bu kıyâfet-nâme Sivrihisârî nîn kıyâfet-nâmesi gibi bir Arapça girişle başlar ve eserin tertibi hakkında bilgi verir. Eserin tertibi bölümünde ele alınan konular da aynıdır. Sadece tez konumuz olan yazarın Nuruosmaniye Kütüphanesi ndeki kıyâfet-nâme bir mukaddime ve dokuz makaleden oluşurken Nusret Gedik in bildirisinde konu olan kıyâfet-nâme bir mukaddime ve yedi makaleden oluşmaktadır. Ayrıca Harf-i Mermuze bölümünde ele alınan harfler ve harflerin temsil ettiği kişiler de aynıdır. Bunun dışında Sivrihisârî nîn Nuruosmaniye de 4099 numarada kayıtlı olan kıyâfet-nâmesinde yer alan milletlerin ve hayvanları özellikleri bu kıyâfet-nâmede de görülmektedir. Her iki eserin son bölümleri ilm-i hututa ayrılmış ve el şekilleriyle insanların talihi ve kişilikler hakkında bilgi 162 Çavuşoğlu, age. s. 184. 163 A. yer. 164 Gedik, agy. 70
72 verilmiştir. Sivrihisârî nîn Nuruosmaniye de 4099 numarada kayıtlı olan kıyâfet-nâmesinin sonunda manzum bir bölüm yer alırken Gedik in bildirisine konu olan bu nüshada manzum kısım yer almaktadır. Bu kütüphanede bulunup yazarı belli olmayan bir diğer kıyâfet-nâme ise Kıyâfet-nâme-i Türkî ismiyle 1836 numarada bulunan kıyâfet-nâmedir. Nesir olan bu eserin ne zaman yazıldığı belli değildir ve eserin giriş kısmı ıslanmış olduğundan okunmamaktadır. 165 e) Manisa Đl Halk Kütüphanesi: Bu kütüphanede bilindiği kadarıyla iki kıyâfet-nâme yer almaktadır. Bunların ilki bir eserin içinde bulunup 1858 numarada Firâset-nâme adıyla kayıtlı olan kıyâfet-nâmedir. Bu eser müstakil değildir, bir eserin 108-116 varakları arasında yer almaktadır. Bu kıyâfet-nâme nazım-nesir karışık olarak kaleme alınmıştır. Manisa Đl Halk Kütüphanesi nde kayıtlı bir başka kıyâfet-nâme daha bulunmaktadır. Bu eser 1506 numarada kayıtlıdır. Eser, nazım-nesir karışık olarak yazılmış olup kıyâfet-nâmenin sonunda da bir risâle yer almaktadır. f) Millet Kütüphanesi: Bu kütüphanede bilinen ve yazarı belli olmayan tek bir kıyâfet-nâme vardır. Bu kıyâfet-nâme Ali Emirî Tıb bölümünde Nr.25 kayıtlı olan kıyâfet-nâmedir. Bu kıyâfetnâmenin hattından anlaşıldığı kadarıyla son dönemde kaleme alınmıştır. 166 Bu eser 35 başlık altında muhtelif uzuvları ele alır. 167 4. Kıyâfet-nâmelerde Tip Hususiyetleri: Yaratılış itibariyle tüm insanlar bedensel olarak birbirinden farklı özelliklerle yaratıldıklarından onların kişililik özelliklerinin de farklı olması gayet doğaldır. Đnsanların bu bedensel farklılıkları onların kişilikleri hakkında belli bir işâret taşır. Çünkü insan iki özellikten müteşekkildir. Bunlardan bir insanın maddi yönüdür. Bu yönü gözlenebilen, hissedilebilen bir özelliktir. Bir diğer özelliği ise onun manevi yönüdür ve bu yön gözlenmesi, hissedilmesi herkesçe mümkün olmayan ve insanın kara kutusunu teşkil eden yöndür. Elbette ki insanların olaylara bakış açıları, yaklaşım tarzları, olaylar karşısında duruşları onların kişilikleri hakkında bizlere belli bir fikir vermektedir. 165 Yerdelen, age. s. 83. 166 Çavuşoğlu, age. s. 184. 167 Çavuşoğlu, age. s. 69. 71
73 Aşağı yukarı tüm kıyâfet-nâmelerde kişilerin tip özellikleri ve kişilikleri arasındaki özellikler birbirine yakın bir şekilde verilir. Bazı kıyâfet-nâmeler bazı organlara ait özellikleri verirken diğerlerinin ise bazı organları ele almadığı görülür. Ayrıca bazı kıyâfet-nâmeler organları ele alırken bunların özelliklerinin bir kısmını aktarırken bir kısım özellikleri ise ele almaz. Ama yine de aşağı yukarı tüm kıyâfet-nâmeler el, kol, yüz, göz, yumuşaklık, sertlik, dudak, boyun, kaş, kirpik, boy, saç, kıl, gerdan, alın, baş, kulak, burun, ses gibi insana ait özellikler hakkında hükümler vermişlerdir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kıyâfet-nâmelerdeki bazı özellikler Arap ve Fars kaynaklarından alındığından bu milletlerin kıstasları da olduğu gibi edebiyatımıza aktarılmıştır. Bu bölümde, Türk edebiyatında bu alanda farklı dönemlerde yazılmış önemli eserlerden yararlanarak bu konuda ne tür kıstaslar belirlediklerine bakacağız. Bu bölümde Hamdullâh Hamdi, Erzurumlu Đbrahim Hakkı, Niğdeli Visâlî, Şa bân-ı Sivrihisârî nîn eserlerinden yararlanarak insan azaları hakkında yapılan değerlendirmeleri aktaracağız. Yukarıda bahsettiğimiz müellifler insanların uzuvlarıyla kişilikleri arasındaki ilişkilerini ortaya koyarken dikkat ettikleri özellikler ve bedene ait özellikleri şu şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır: 4.1. Renk: Renk kavramı algılama tarzı kişiden kişiye değişen bir kavram olduğundan günümüzde tam olarak bir renk tanımı yapılamamıştır. Bu algılama tarzı sadece insanlar için değil toplumlara göre de farklı anlamlar ifade eder. Toplumlar kendi yaşam tarzları, sosyoekonomik durumları ve inanışları onların renklere yüklediği anlamları da farklılaştırır. Mesela bazı toplumlarda kırmızı sevinç ve şadlığın sembolüyken bazı toplumlarda kan dökücülük ve şerrin, bazı toplumlarda ise şehvetin ve ihtirasın rengi olması; beyaz saflık ve temizlik sembolü olarak bazı toplumlar bu rengi kullanırken, bazı toplumların ise, ölümün rengi olarak görmesi renklere yüklenilen anlam farklılığının bir sonucudur. Bu yüzden bazı toplumların kendine özgü renk anlayışları vardır. Mesela Uygurlar, sarıyı matem ve gamın, maviyi gençlik ve baht saadetinin, kırmızıyı sevinç ve şadlığın, beyazı saflık ve kutluluğun, siyahı kaygı ve sükunetin sembolü olarak kullanmışlardır. 168 Renkler toplumlar için bir sembol ve belli anlamlar ifade ettiğinden hemen hemen her kıyâfet-nâme yazarı, renk konusuna yer vermiştir. Yukarıda bellirtiğimiz gibi rengin soyut bir özellik taşıması ve kişiler tarafından farklı algılaması kıyâfet-nâmelere de yansımış, bu 168 Çavuşoğlu, age. s. 73. 72
74 durum, yazarların aynı renkler hakkında farklı yorumlar yapmasına yol açmıştır. Ayrıca bazı yazarlar kişinin rengiyle kişiliği arasında bağlantı kurarken bazı yazarlar da kişinin rengiyle sağlık durumu arasında bağ kurmuş ve tıbbın alanına girecek açıklamalara yer vermiştir. Kıyâfet-nâmelerde ten rengiyle ilgili olarak genelde yazarlar, kırmızı teni, tez canlılığa ve kan basıncına yorumlayarak saf kırmızı tenli insanların edebi ve utanmasının çok ve terbiyeli olduğu, esmer teni de zeki ve hayırlı fikirli olduğuna, edepli ve saf bir yaratılışa yorumlamıştır. Sarı tenli insanlardan hayır gelmediği, hain ve riyakâr olduğuna ve eğer kişinin renginin siyaha meyilli olması durumunda ise ahlakının tamamen bozuk olduğuna yorumlamıştır. Kıyâfet-nâmelere göre kişinin rengini itidal üzerine olmalıdır. Yani beyazsa tam beyaz kızılsa tam kızıl olmalıdır. Yukarıda gibi bazı kıyâfet-nâmelerin kişinin vücut rengiyle sağlık durumu üzerinde durduğunu ifade etmiştik. Buna göre kırmızı renk sıhhatli ve semiz olmaya, sarı benizli olmak hastalıklı ve bedeninden kan alınmış olmaya, beyaz ten de vücutta kanın az olduğuna delildir 4.2. Boy: Kıyâfet-nâmelerde ve toplum arasında boy konusunda aşağı yukarı aynı görüşler dile getirilmiştir. Toplum arasında Kıçı yere yakın insandan uzak dur. denmesi, uzun boyluların saf olarak görülmeleri anlayışı kıyâfet-nâmelerle aynıdır. Kıyâfet-nâmelere göre uzun boylu insanlar saf, temiz yaratılışa ve insanlara kötülük düşünmemeye; kısa boy, kin ve kibre, hileciliğe; orta boyluların ise her yönden uyumlu olduğuna ve rahmete yorumlanmıştır. Ama bu hükümler bütün uzun boylu insanların bu özelliği taşıdığı ve bütün kısa boylu insanların da kindar ve fitneci olduğu anlamına gelmez. Bu yüzden bazen kâiflerin bu durumda bazı istisnalar sunduğu olur. Mesela Hz. Ali nîn kısa olmasından dolayı kâifler kısalar hakkında verdikleri hükümlerde Hz. Ali yi bu yorumun dışında tutmuşlar ve bu tarz bir yorumun onun için geçerli olmayacağını söylemişlerdir. 4.3. Tenin Sertliği ve Yumuşaklığı: Derinin ve etin kalın ve kaba olması her ne kadar fiziki güce işâret ediyorsa da estetik bakımdan bu özellik çirkinlik ve kabalığın alametidir. Kıyâfet-nâmeler, yumuşak etli olmanın insanların anlayış güzelliğinin çok, mizacının güzellik üzerine, nazik ve hoş bir yaratılışa, ve cana yakın olduklarına; hoş ve latif etli olan insanların ince ve nazik olmalarına, sert etli olmasının ise güçlü pazılara sahip olmalarına rağmen aptal ve kaba bir yaratılışa sahip 73
75 olmalarına işâret ettiğini bildirir. Aynı zamanda etin fazla yumuşak olması da iyi bir durum olmayıp kişinin ileri görüşlü olmadığına delalet eder. 4. 4. Kişinin Hareketli ve Sakin olması: Çok hareketli olan ve yerinde duramayan insanlar kendini beğenmiş, bencil ve ahlaksız olurlar. Aynı zamanda bu tür insanlar aşırı hileci de olurlar. Bu tür insanların en belirgin özellikleri fuhşa meyilli ve eşlerini aldattıklarıdır. Hareketlerinde dengeli ve istikrarlı olan insanlar iyi huylu olurlar. Kişinin sarhoş gibi yürümesi kişinin büyüklük tasladığına ve kadınsı özellikler taşıdığına, ellerini sallayarak yürümesi, kişinin cesur ve aynı zamanda gaflet içinde olduğuna delildir. 4. 5. Saç ve Kıl: Saç da birçok şeyin alameti olarak kabul edilir. Saçı uzun olursa kişinin aklı da kısa olur ve anlayışı kıt olur. Eğer kişinin saçı gür ise bu onun çok cesur ve sıhhatli o olduğunun alametidir. Saçın az oluşu güzelliğe, bilgili ve zarif olmaya delalettir. Vücudunda çok kil olan insanın zarafeti de olmaz ve kişi de kıl kadar bir incelik bulunmaz. Kişinin saçı çoksa ve sakalının da kılı fazlaysa kötülükte bu kişinin benzeri olmaz. Saç rengi kırmızı olursa bu korku ve gazaba, siyah olursa akıllı, sabırlı ve edepli olmaya; saçı sarı ise kişinin kibirli olduğu ve gazaba meyilli olduğuna işârettir. Kumral saç saçların güzelidir ve bu saçın sahibi emsalsizdir. Saçın yumuşaklığı ve sertliği de kişilik açısından önemlidir. Kişinin saçları eğer yumuşak olursa bu onun korkak ve ahmak olduğuna işârettir ve kişinin hayasız olduğunun da göstergesidir. Ayrıca saçın sert olması kişinin cesur olduğuna ve tam sağlıklı olduğuna güzel bir işârettir. Ayrıca sert saçlı insanlar akıllı ve ileri görüşlü olurlar. Kıyâfet-nâmelerde bir erkeğin teninde ve saçında aranan özellik ne fazla katılık ve ne de fazla yumuşaklıktır. Kadında ise tercih edilen yumuşak, tavlı bir ten ve kılsız bir vücuttur. 4. 6. Baş: Kişinin başı küçük ise buna bağlı olarak aklı da az olur. Bu yüzden bu insanlar sır tutamazlar ve bunlara sır verilmemeli. Eğer baş aşırı küçükse bu durum kişinin aşırı hilekar, sabırsız ve çabuk öfkelendiğine delildir. Eğer kişinin başı büyük ise o kişinin aklı da çok olur. Başı yassı ise kişi dertten ve tasadan her zaman uzak olur ve yassı kafalı insanların budalalıkta benzeri olmaz. Kafa derisi parlak ve ince olan insanlar her zaman hayırlı şeyler yapar ve bu tür insanlardan zarar gelmez. Başında saç olmayan kötü huylu olur ve bu tür insanlardan sakınılmalıdır. Enli kafalı olan insanlar ahmaklığın illetine tutuktur. Eğer baş vücutla 74
76 orantılıysa bu durum güzel görünüşe ve iyi niyete işârettir. Başın sağa sola dönmeyecek kadar büyük olması ve orantılı bir vücuda, geniş göğse ve güçlü bir sırta sahip olması halinde bu durum kişinin iyi bir karaktere sahip olduğunu gösterir. Kişinin başının uzun olması kabiliyetsiz ve zeka bakımından yetersiz olduğunu gösterir. 4. 7. Alın: Alınla ilgili olarak da şu tür değerlendirmeler yapılır: Alın eğer dar olursa kişi çirkin huylara sahip olur ve kişinin içi de sıkıntılı olur. Bu alın yapısın sahip olan kişiler cahil ve huysuz olurlar. Çünkü dar olan alında beyin bulunmaz. Yumru alın kimi kaynaklarda çirkin ve kalın kafalılığa işâret olarak gösterilirken kimi kaynaklarda olgunluğa delil olarak gösterilmiştir. Alın normal olursa yani ne çok küçük ne de büyük olursa kişi olgun olur ve güzel ve uygun olan alınlar bunlardır. Kişinin alnı çok geniş olursa sahibi kavgacı ve hırçın olur ve aynı zamanda geniş olan gelişmiş bir beyne ve yüksek bir fiziki yaratılışa işâret eder. Alnı uzun olan kişi anlayışlı, alnı uzun olmayan kişi cömert olur. Alındaki kırışıklıklar az ise kişi anlayışlı olur. Alnındaki kırışıklıklar eğer çok olursa kişinin tüm işleri kısa sürede hal olur. Đki kaş arasında kırışıklık olursa kişi sebepsiz yere gamlanır. Kişinin alnında enine buruşukluk olmazsa kişi ahmak, şerli ve bencil olur. Buruşukluk yanağa kadar iner ve uzun olursa kişinin zeki olduğuna delildir. Alnında kırışıklık olmayan kişi tembeldir. Eğer alın siyah olursa ahmaklığa ve kendini beğenmişliğe delalettir. 4.8. Kulak: Kulak uzunluğu ve kısalığıyla ilgili tespitlere gidilmiş. Kişinin kulakları eğer uzun ve eşek kulağı gibi büyük olursa o kişi cahil olur; fakat bu kişi dikkatsiz olmakla beraber, hafızası güçlü olur. Kişinin kulakları kısa olursa kedininki gibi bu kişi unutkan, aptal olur ve hırsızlıkta maharetli olur. Kulak memesinin etli, üst tarafı dik duran, ağzında kıl bitmeyen, içinde yolları olmayan rengi ak veya kızıla meyilli kulak akıllı ve güzel ahlaklı olmaya, kılı çok olan kulak işitgenliğin, hafızanın ve anlayışın az olduğuna delildir. Kulağın yumuşak ve büyük olması cahilliğe ve zinaya meyil etmeye delildir. Eğer kulakları büyük olursa kişinin ömrünün uzun olacağına delalettir. Damarları dışta, etli kulak şiddete ve kızgınlığa işârettir. Mutedil boy ve şekildeki kulak güzellik, erdemlilik ve dürüstlüğe delildir. 4. 9. Kaş: Kişinin kaşlarının ucu sivri olursa o kişide fitne ve fesat eksik olmaz. Kaş çok kıllı olursa kişinin boş lakırdılı ve sürekli tasalı olur aynı zan-manda bu insanlar çok üzüntülü olur. 75
77 Đki kaş arasında açıklık varsa bu kişiye güzellik katar ve bu insanlar dürüst olur. Eğer çatık, kavisli olursa uğru açık olur ve bu kaşın sahipleri aynı zamanda hırsız ve eğri kişiliğe sahip olur. Kalın kaşlı insanlar kırıcı ve garazkar olur. Bu tür insanlar söyledikleri sözlerden dolayı başkalarına büyük sıkıntı verir. Kaşları hem kalın hem de gür olması ise kişinin mağrur olmakla kalmayıp sözlerinin de bitmediğini gösterir. Kaşların kıllarının kısa olması kişinin güvenilir olduğunu gösterir. Kaşlarının uçları şakakların seviyesinden yukarı doğru kalkmışsa bu kişiler tedbirsiz, düşüncesiz ve pis olurlar. Kaşlar uzun olursa kibirliliğe, ince olursa sevinçli ve güzel olmaya delildir. Ama en güzel ve makul kaşlar siyah ve ince olandır. Bu tip kaşlara sahip olan kadınlarda işve ve naz eksik olmaz. Kaşları siyah ve tam olan, ortadan yay gibi kavisli şekilli, uçları hilal gibi kıvrık olan bir kişi sakin mizaçlı olup başarılı ve yararlı bir hayat sürer. 4. 10.Göz: Göz âşıkların dilinden düşmeyen ve âşıkları çıldırtan yegâne kavramdır. Bazen sevgilinin bir tek bakışı dünyaya bedel olabilir. Divan edebiyatında sevgilinin bakışlarına bu kadar değer verilirken kıyâfet-nâmelerde bu tür eserlerde bu konuya değinmemeleri düşünülemez. Kıyâfet-nâmelerde göz hakkında tafsilatlı bazı izahlara gidilmiştir. Gözü çukur olan insanların kıskanma ve kibir duyguları fazla olur. Donuk gözler pars gibi sivri dilli kendini beğenmiş olur. Göz kurt bakışlı olursa bakışın sahibinin huyu güzel, can ve gönül kapıcı, tabiatı sağlam olur. Göz karası kişinin zeki olduğunu, gözler surh olursa da yiğitliğe delalettir. Mavi gözlü olan inanlar edepsiz ve zeki olur, kötü huyludurlar ve kendi burunlarının dikine giderler. Ela gölü insanlar edepli olur. Kızıl gözlü cesur olur. Kişinin gözleri gök, kızıl ve ak olursa bu kişilerden uzak durulmalıdır. Su rengi göz sahibi, şerri dokunacağına, şeytanlıkta usta, fitneci ve hileci olur. Murabba göz sahibi, kadınlarla iyi anlaşır, tembel ve cahil olur.yeşil gözden hayır gelmez ve uğursuzdur. Süzgün bakışlı insanlar süslü olur. Çakır bakan insanlardan korkulmalıdır. Şaşı olan insanlar fesatçı, inatçı ve zorba olur. Kör olan insanlardan uzak durulmalıdır. Turna gözlü olan insanlar, bir şahinin cüretine sahip olur. Kişinin gözü büyükse bu olgunluğa, küçükse bu onun hafif bir kişiliğe sahip olduğuna delalettir. Küçük, parlak mavi gözlü kişiler hilekar ve şehvetperest olur. Kanlı gözler melankolik ve deliliğe işârettir. Yuvalarından çıkık ve yuvarlak gözler ahmaklığa ve zafiyete delalet eder. Eğer gözler yumru ise bu onun kıskanç, kindar ve hain olduğuna delalettir. Göz akına sarı nokta olursa bu onun çok dert çektiğinin gösterir ve sıkıntılı, hastalıklı olduklarını gösterir. Gözlerini yavaş yavaş kırpan kişi, kaba yaratılışlı ve tam cahil olur. Sık bakan gözlerde emniyet çok olur. Hangi kadının bakışları erkek gibi olursa ömrünün 76
78 uzun olduğunu gösterir. Đşveli bakışlı kişiler kişinin yüreğini koparır ve nazları ile insanın başını döndürür. 4. 11. Burun: Kıyâfet-nâmelerde burun ile kişi arasında şöyle bir ilişki kurulmuştur: Eğer kişinin burnu ağzına yakınsa o kişide aslan cesareti bulunur ve ondan sakınılmalıdır. Koç burunlu insanlar haris ve tutkulu, gaga burunlular avcılığa düşkün, çengel burunluluk ise ahmaklık ve kibre delildir. Her kimin burun delikleri geniş olursa o insan kindar ve kibir sahibi olur. Đnce ve uzun burunlular ise akıllı ve zeki olurlar. Uzun burunlu insanlar anlayışsız olur, kısa burunlular ise korkak olur. Kişinin burnunun ucu yuvarlak ise o kişi neşeli ve hayat dolu olur. Burnu kalkık olan kişinin öfkesi de çok olur. Burnu yassı olan insanlar zinaya düşkün olur. Ağzı büyük olan insanlar davranışlarında tedbirli olur. Burnu hafif eğri olan kişi asil ve terbiyeli olur. Düz burunlu ve burun delikleri açık olan talihli olur. Burnu domuz burnu gibi sert ve büyük olan kötü mizaçlı, burun delikleri kıllı olan huysuz ve kıskanç olur; fakat aynı zamanda sadık bir dost olurlar. Đnce ve düz burun asalete ve olgunluğa işâret eder. 4. 12. Ağız: Küçük ağızlı insanlar kıyâfet-nâmelere göre olgun olur ve bu durumları onların Allâh korkusu taşıdıklarına delalettir. Hiçbir zaman eğri ağızlı insanlardan doğru bir haber alamazsın; çünkü bunlar ağızları gibi haberleri de çarpıtarak söylerler. Dar ağızlı insanlar güzel olur; fakat dar ağızlı olmak yüreksiz olmaya da delalet eder. Büyük ağızlı olmak cesaretli olmaya işâret eder. Darlıkta ve genişlikte uyumlu olan, iç ve dış tarafındaki etleri kırmızı olan ağız akıllı, güzel söz söylemeye, sadakate delildir. Kalın dudaklı olmak, ahmaklığa; altı üstünden dışarı çıkmış sarkık, kalın dudaklı ağız, övünmeye ve nefsinin yaramaz olduğuna delildir. 4. 13. Ses: Her kim genizden konuştursa yaratılış bakımından ahmak, kibirli ve kindar olur. Đnce ve tiz sesli insanlar ise cahil hayâsız ve yalan konusunda oldukça başarılı olurlar. Ağır ağır konuşan insanın tabiatı de ağırdır. Bu tür insanlar ahmak olur ve ahmaklarla dostluk yapılmamalıdır. Sesi yoğun ise kişinin sinirli ve çabuk öfkelenen biri olduğunu gösterir. Tok sözlü olan insanlar olgun ve bilge olur. Aslan gibi sesi derinden, gür ve kalın çıkan bir ses cesaret ve kahramanlık, adalete ve insaflı olmaya alametidir. Uzun nefese sahip kişiler iyi şarkı söyler; fakat kıskanç ve kavgacı olur. Derinden gelen ses şehvete; çirkin ses akıl 77
79 za fiyetine, yumuşak ve kalın ses ahlak bozukluğuna ve sefalete delildir. Sert ve kalın sesli kadınlar kendi hemcinslerine göre daha cesur olurlar. Kısık sesli konuşanlar ise korkak olurlar. Makbul olan erkeğin erkek gibi konuşması kadının ise kadın gibi konuşmasıdır. 4. 14. Gülüş: Bir tebessüm bazen insanlara hayat bahşederken bazen de tebessüm muhatabın kişiliğini de ele vermektedir. Kıyâfet-nâmelerde bu konu hakkında çok az da olsa yer verilmiştir. Buna göre çok fazla gülen insanlardan hiçbir zaman hayır gelmez ve bu yüzden o insanlarla uyuşmak zordur. Çünkü tebessüm kişinin edebi hakkında bilgi verir ve çok gülmek edepsizliğe delalettir. Küçük bir tebessüm edepli olmanın alameti iken kahkahâlârla gülmek ise edepsizliğin ve düşüncesizliğin alametidir. Yüzü güleç olup sözü tatlı olan kişi azizdir ve sevimlidir. Kişi gülerken kişiyi öksürük tutuyorsa kalp katılığına ve düşüncesizliğe işârettir.tebessüm edici bir yüz, zarafete ve dikkatli bir mizaca işârettir. Çok nadir gülen insanlar, kötü mizaçlıdır ve insanların yaptıklarını hakir görür ve bu insanlarla uyuşmak zordur. Kişi gülerken gözlerini yumuyorsa bu, hileye ve yalancılığa, gülerken ağızdan salyaların akması, cehalet ve büyüklenmeye, gülerken elini dizine vurmak, akıl noksanlığına, cimriliğe, kıskançlığa; az gülmek akıllı ve anlayışlı olmaya delildir. 4. 15. Dudak: Edebiyatta değişik anlamları bünyesinde barındıran dudak kelimesi kıyâfet-nâmelerde değişik özellikleri ile ele alınır. Kıyâfet-nâmelerde dudak şu şekillerde ele alınmıştır: Yumuşak ve kırmızı dudaklar güzel bir yaratılışa ve anlayış kıvraklığına; büyük ve mat dudaklar ahmaklığa delalettir. Kalın dudaklar kızgınlığa delildir. Zenciler gibi dudakları dışarı doğru çıkık olanlar hayırsız ve aptal olur. Alt dudak çıkıntılı ve büyük olanlar anlayışsız ve cahil olurlar. Dudakları çok koyu renkli olanlar melankoliye müpteladırlar. Alt dudağı sarkık ve köşeleri çekik olursa bu durum kişinin aşırı aptal olduğuna delildir. Dudakları çok dar ve kısa dişleri dışarıdan görünen kişiler, sağlam ve güçlü bir fiziğe sahip olurlar. Dudak orantılı bir şekilde kırmızı olursa, kişi akl-ı selim hükümler verir. 4. 16. Diş: Gerek kadınlarda gerekse de erkeklerde diş güzellik unsurlarından biridir. Kıyâfetnâmelerde dişlerin yapısı bakımından kişilikle bağlantı kurulmuştur. Buna göre: seyrek dişli olmak zaaf sahibi olmaya, dişlerin iri olması kötülüğe ve kötü yaratılışlı olmaya ve çok defa zor işleri yapmaya delalettir. Dişlerde eğrilik ise hileye ve hıyanete bağlanmıştır. Düzgün 78
dişler ise en çok tercih edilen dişlerdir ve Kıyâfet-nâmecilere göre bu tür diş sahiplerinden asla zarar gelmez, huyları güzel olur ve birçok iyilik bunlardan gelir. Büyük azı dişleri fena mizaca ve suçlu olmaya işârettir. Dişler arasında açıklığın olması, kişinin hastalıklı olduğuna, küçük ve çarpık dişler hilekarlığa ve hainliğe, uzun dişler karar verme konusunda zayıflığa, düzenli ve orta büyüklükteki dişler dürüst ve doğruluğa, düzenli bir sıra halinde birbirine bitişik dişler doğru ve güvenilir olmaya işârettir. Düzensiz ve sık olan diş yalancılığa ve gammazlığa işâret eder. 4. 17. Çene: Kıyâfet-nâmelere göre çene ince olursa bu durum kişinin hafifmeşrep bir kişiliğe sahip olduğunu; çenenin büyük olması kibirli ve anlayışsız olmaya; çenenin ölçülü olması kişinin akıllı olup neyi isterse elde edebileceğine delalet eder. Çenenin enli olması kişinin kaba yaratılışlı olduğuna işârettir. Dar çene düşüncesizliğe, orantılı çene ise mutedil bir mizaca ve ince bir zekaya delildir. Kısa çene akıl zayıflığına ama himmetli olup cesaretli ve sevmeye delildir. 4. 18. Çene Çukuru: Nedendir bilinmez ama Divan şairleri kendilerini hep çene çukurlarında mahpus edilmiş bir tutukluya benzetir. Belki de bunun sebebi sevgilinin dudaklarına biraz daha yakın olabilmektir. Ama gerçek olan bir şey varsa eski kültürde çene çukurunu kadınlarda bir güzellik nişanesi olmasıdır. Kıyâfet-nâmelerde çene çukurunun yapısına bazı anlamlar yüklenmiştir. Đnce ve büyük olmayan çene çukuru zarafetin, büyük olması kibir ve kine delalet saymışlardır. Bunlara göre uygun olan her şeyiyle birbirine uyumlu olan çene çukurudur. Bu tür çene çukurları akıl ve kabiliyet sahibi olmaya delalet saymıştır. 4. 19. Đncik, Baldır, Ayak ve Ökçe: Baldırı yoğun olan insanlar edepsiz olur, anlayışsız olursa da şaşılacak bir durum değildir. Kalın baldır ve kalça, utangaçlık ve zayıflığa işâret ederken orantılı baldır ve kalçalar edebe ve iyi niyete işârettir. Etli ve hantal baldırlar, tembelliğe ve sıkıntılı bir mizaca işâret eder, çünkü sıkıntı ve kasvet rutubetin sonucudur. Uzun baldırlı insanlar, gururlu olmaları yanı sıra giriştikleri işlerde başarılı ve mütebbessim bir yüze sahip olurlar. Ayrıca bu tür baldırlar bencilliğe ve hırsızlığa da işâret eder. Kısa baldırlılar, kötülük sahibi ve hırçın olur. orantılı baldırlılar güçlü bir karaktere sahip olurlar. Büyük kemikli ince baldır sahipleri 79
81 kadınlara karşı aşırı zaafları olur. baldırların üzerinde ince damarların olması tembellik ve hareketsizliğe işâret eder. Ökçenin kalınlığı kuvvetli olmaya ve yiğitliğe delalet eder. Đnce ökçe kabalığa işâret eder. Ökçenin eti az ve sinirleri gizli olup parmakların siniri çok olması güzel yaratılışa, akla ve anlayış fazlalığına işâret eder. Etsiz ve sinirleri az olan ayak ve topuk kuvvete işâret eder. Ayağın etli olması işlerinin zulüm ve cehalet üzerine olduğuna işâret eder. Ayak küçük yumuşak olursa fena huylu olmaya, adımlarını geniş atma ise tedbirli olmaya delalet eder. Ayağın uzun olması sahibinin sabırlı olmasına, enli olması işinin sıkıntı ve eziyet olduğuna, büyük ayağa sahip olanlar dindar, küçük ayağa sahip olanlar uyuşuk ve yetersiz olduğuna işârettir. Đnce ayak sahipleri uçarı geveze, dar ayak sahipleri hastalıklı, geniş ayak sahipleri ise cesaretli olur. Ayak parmakları ördeğinki gibi birbirine bitişik olursa kişi kötü huylu olur. Ayak parmaklarının çarpık olması ahlaksızlık ve utanmazlığa işâret eder. Ayak parmaklarının düz ve uzun olması şehvete işâret eder. 4. 20. El ve Bilek: Gövdeye uyumlu olmayan kısa bilek kişinin huyunun dar, aklının az, cimri, hile-kâr ve kendisinde kötülüğün fazla olduğunu gösterir. Kişi ince bilekli ve pazuluysa kişinin kendi halinde ve kötü olmadığını işâret eder. Kişi kalın bilekliyse çok işte üstünlük kazanır. Kişi uzun bilekliyse cömert, alçakgönüllü olur. kişinin bilekleri kılsız ise kişinin anlayışlı olduğuna, kıllı ise anlayış azlığına, eller ve bilekler çok kıllı ve kıllarının uzun olması kişi şehvetli olduğunu gösterir. Orta bilek iyilerle arkadaş olup kendisinin de iyi olduğunu gösterir. Kişinin eli küçük ise bu kişi güzellikte bedelsiz olur. El etli ve yumuşak olursa kişi düşünceli ve zeki olur. Kısa el kişinin aptal olduğuna, etli el iffetsizliğe işâret eder. Elin uzun olması kötülüğe işâret ederken, yuvarlık el sabırsızlığa ve hayırsızlığa işâret etmektedir. Ayası sert elin sahibinin sözü ve yüzü de serttir, merhametsizdir ve cömertliği sevmezler. Çok oval ve sivri el, kişinin cana değecek işler yapacağına işârettir. Elin orantılı ve ayanın da güzel olması, kişinin sözünün tatlı olmasına işârettir. 4. 21. Karın: Karın konusunda genelde kıyâfet-nâmelerde şu hükümler ye alır: Büyük karın kısa boylu insanlarda olduğu durumda bu çok kötü ve yakışıksız olur. Büyük karın, anlayışsızlığa, cehalete ve kötülükte benzerinin olmadığına işâret eder. Küçük olan karını sahibinin kabiliyetli, zeki ve efendi olduğunu gösterir. Karın ve göğüste kıl olmaması kişinin tabiatının 80
82 kötü ve zalim olduğuna işâret eder. Eğer karın arık, kılsız ve sırta yapışmışsa bu kişinin zarif ve güzel bir nefse sahip olduğunu gösterir. Karnın üstünde damarların görünmesi kişinin aptal ve kötü fikirli olduğuna işâret eder. Yağlı, yumuşak ve semiz karın, sahibinin şehvet ve muhabbetinin fazla olduğu işâret eder. Uzun ve geniş olan karın cahilliğe ve yaramaz yaratılışa delildir. Yuvarlak ve küçük karın ise kişinin güzel fikirlere sahip olduğunu gösterir. Mutedil karın karınların en iyisidir. Bu karna sahip insanlar, bilgili, kerem sahibi ve iyi huylu olur. 4. 22. Tırnak, Parmak ve Avuç: Parmakla ilgili olarak bazı kıyâfet-nâmeler teferruatlı bilgiler verilirken bazı kıyâfetnâmeler ise tırnağın sadece birkaç özelliğini ele almıştır. Ele aldığımız beş kıyâfet-nâmede parmak hakkında genel olarak şu bilgiler verilmiştir: Uzun parmaklı olan insanlar zor işlerini kolaylıkla halleder. Böyle parmaklara sahip olan insanlar, anlayışlı, bilgili, hünerli ve her işe elleri yatkın olur. Yumuşak parmaklı insanlar zeki, sarkık parmaklılar ise çok lafçı ve insafsız olur. Ucu ince kalın parmak uzun olursa bu kişi çok korkak olur. Kısa parmaklı insanlar kötülüğe, ahmaklığa ve zaafa işâret eder. Parmakların kısalığı, etliliği ve yumuşaklığı kişinin nefsinin ve fizikinin kuvvetli olduğunu gösterir. Şayet parmak düz ve yumuşak olursa kişinin güzel yaratılış üstünde olduğunu gösterir. Sert parmak kişinin sert tabiatlı, uçları çok ince olması kişinin cömert; küçük, etsiz olması iyi işler yapmış olduğuna işâret eder. Orta parmak ise kişinin zeki olduğunu gösterir. Kişinin tırnağının ak olması, berekete işâret eder. Enli tırnaklı olmayan insanlardan zarar gelmez, kişinin tırnağı yumru ve çizik olursa kişinin suçtan uzak durduğuna işârettir. Eğer tırnak kara olursa kişinin yaramaz huylara sahip olduğuna, kırmızı olursa kişinin, güçlü bir beden yapısı olduğuna ve karşı cinse zaaf duyduğuna delalet eder. Beyaz tırnak sağlıksız vücuda işâret eder; çünkü bu renk beden rutubetinin bir sonucudur. Uzun ve ince tırnak sıcak ve cana yakın bir mizaca delildir. Çirkin ve hoş olmayan tırnaklara sahip olmak hastalık ve kötü mizaç belirtisidir. Uzun tırnaklar hassas ve kibar bir ruhu ve yüksek payeler elde etmeyi gösterir. Avuçların maymun avuçları gibi zayıf olması kötü bir karaktere işâret eder. Çok etli bir avuç korkaklığa ve yüreksiz olmaya delalet eder. Orta seviyede olan mutedil avuçlar, kişinin olgun, güçlü, ve az gururlu olduğunu gösterir. Bu insanlar iyi mizaçlı ve herkesçe beğenilirler. 81
83 4. 23. Sırt: Sırt kavramı için kıyâfet-nâmelerde genelde arka kavramı kullanılır. Kıyâfetnâmelerde sırt hakkında her yazar farklı görüşler olsa da birleştikleri hususlar daha fazladır, buna göre: Yassı sırtlı kişiler güçlü olurlar; eğer bu kişiler nefsine uyarsa suçlu olur ve ayrıca bu tür insanlar kuvvetli, ahmak, şehvetinin kölesi, cesur, müsrif olur ve hayvani nefsini doyurmak için her şey yaparlar. Gürz gibi olan sırt, kişinin akıllı ve kamil olduğunu gösterir. Eğer sırt eğri olursa kişinin müsrif ve huyunun çirkin olduğunu, bazılarına göre ise fikrinin güçlü olduğunu gösterir. Sırt doğru olduğunda kişinin herhangi bir konuda fikir yürütemeyeceğini bildirir. Kişinin sırtının etli olması, anlayış bakımından noksan olduğunu gösterir. Kıllı sırt kişinin, çok cesur, şehvetli olduğuna delildir, kılın çok ama sırtın etsiz olması iyilerin ona sırdaş olduğunu gösterir. Geniş ve ortası çukur, çukurunda zincir gibi işâret ve karnından enli, aşağısı ve omuz arası yassı, pak ve ak olan, kemikleriyle sinirleri görünmeyen doğru, kılsız sırt uzun ömre sanat güzelliğine ve cesarete işârettir. Sırtın çıkık ve sivri olması, yani ayı sırtına benzemesi kişinin şehvetinin fazla, kaba yaratılışlı ve cesur olduğuna işâret eder. Sırt çıkığında iki yumrunun olması kişinin ahlaksız olduğuna işâret eder. Sırtı mutedil olan insanların adları dünyada cömertlikle anılır ve bu insanlarda birçok güzellik mevcuttur. 4. 24. Ben: Göz kapağında olan ben, hassas bir yaradılışı; gözün alt kapağında olan ben, meraklı ve kuruntulu bir yaradılışı sahip olur. Sağ şakaktaki et beni, kararsızlığı; alnın sağ yanındaki ben, güçlü bir belleği ve hızlı kavrayışı, uzun ömrü, alnın solundaki ben, dengeliliği, iki kaş arasında sağda ben, aşka düşkünlüğü, hoşsohbetliliği, iyi bir geleceği olmayı; iki kaş arasında solda ben, mantıkla iş görmeyi, duygululuğu gösterir. 4. 25. Yüz: Yüz insan gözüne doğrudan hitap eden ve güzellik unsurlarının başında gelen organların başında gelir. Divan şiirinde kadın yüzü sürekli bazı kavramlarla kullanılırken kıyâfet-nâmelerde yüz hatları için bazı değerlendirmeler yapılır. Güzellik yüzde gizlidir. Göz, kaş, burun, ağız güzelse yüz de güzel olur. Kötü huy yüze düşer, yüzdeki işâretler ne kadar iyiyse o kadar saadet getirir. Diğer organları güzel olsa da yüz çirkinse kişi kötü ahlakın gazabına uğramıştır. Yüzün sıfatları nefsin sıfatlarını gösterir. Nitekim kızan adamın yüzü kızarır, korksa yüz rengi kaçar, utansa yine yüz rengi değişir. Yüzü ayıplı olanın sözü de öyle 82
84 olur. 169 Yüz büyüklüğü olgunluğa ve hasta olmaya, bilgin ve zeki olmaya delildir; küçük yüzlü olan, kibirli, alçak ve kaba olur. Đnce yüzlü insanlar anlayışlı, sevimli ve cana yakın, etli yüzlü insanlar, cahil, ahmak, sevimsiz ve itici olur. Yanakların dolgun olması ise tabiat yoğunluğuna, kişinin yüzü yumru olursa bu onun cahil ve sıkıntılı oluşuna delalettir. Yüzü sarı olanlar kindar, eğer boyunları da uzun ise oldukça gaddar olur. Uzun yüzlü insanlar düşünceli ve hafızaları kuvvetli olur; ama aynı zamanda bu tür yüzlerde yalan da bulunur. Küçük, dar ve çok uzun yüz, hainliğin delilidir. Yuvarlak yüzlü insanların yüzleri güleç olur ve bu insanları gören onlardan murat alır. Yüzün tam yuvarlak olması cahilliğe ve ahmaklığa işâret eder. Kızıl yüzlü insanlar terbiyeli, esmer yüzlüler zeki, benzi sarı olan insanlar aynı zamanda hastalıklı olurlar. Siyaha çalan yüz tevekküllü, normal yüz ise hem beyaz hem de kızıl olandır. Marazi ve çiçek bozuğu yüz, kötü mizaca işâret eder. Ekşi yüzlü insanların sözleri de kendi suratları gibi ekşi, yüzleri eğri insanlar yalancı olur ve bu tür insanlardan asla doğruluk aranmamalıdır. Gül yüzlü insanların içleri de yüzleri gibi saf ve güzel olur. Đşte aranması gereken makul insanlar bu tür yüze sahip olanlardır. 4. 26. Omuz: Omzun sivri oluşu kişinin dini inanç bakımından eksik olduğuna delildir. Böyle insanın sözü ve yüzü iyi değildir. Ayıp ve kötülük arar, insafsız ve kindardır, hayvan gibi çok yer ve hayvandan daha alçaktır. Kısa olursa da aptallığa delalet olarak kabul edilmiştir. Omzu eğri olanın, işi eğrilik olur; ama fikri doğru olur. ince uzun omuzlu kişiler zevk ve eğlenceye düşkün olurlar. Düşük omuzlu kişiler ise müsrif olurlar, zevk ve eğlenceye düşkündürler. Omuzlar arasındaki mesafenin ve sırt orta kısmının geniş olması zekiliğe işâret eder. Dar omuzlar aklın eksikliğiyle orantılı olur. Köprücük kemiğinin çıkıntılı olması kişinin ahmak ve alçak olduğunun alametidir. Köprücük kemiğinin çarpık olması kişinin hilekar ve sıkıntı çıkarmaya eğilimli olduğuna işârettir. Zayıf omuzlar anlayışın da zayıflığına alamettir. Yassı, etli, semiz, kürekleri enli, ak, üstü düz olup çıkık olan omuz, kuvvete, cesarete, anlayışın fazlalığına delildir. Hepsinin ortası olursa kişinin akıl yönüyle ileri bir derecede olduğunu gösterir. 4. 27. Sakal: Her şey anılır da Doğu insanının en temel özelliği olan ve Doğu insanıyla özdeşleşen sakalın anılmaması olur mu? Sakal uzunluğuyla ilgili olarak dönemin yazarları çok enteresan 169 Yerdelen. age. s. 151. 83
85 tespitlerde bulunmuşlardır. Her şeye bir anlam yükleyen bu yazarlar, sakalın uzunluğuna, kısalığına, rengine kadar her türlü özelliğini göz önünde bulundurmuşlar. Bunlara göre sakalın uzunluğu ahmaklığa, yani kullanılan tabire uygun olarak eşekliğe; kalın sakal hoş sohbetliliğe ve ağırlığa delalet ediyor. Sakal çokluğu kişinin vakur bir kişiliğe, köselik ise şeytani fikirlere ve hilekârlığa işârettir. Akıllı, zeki ve anlayış sahibi insanların sakalları ne çok ne de az olan yani vasat olan sakaldır. 4. 28. Boyun: Boynun çok uzun olması kişinin olgunluğunun az olduğuna, boynun ince olması sahibinin anlayışsızlığına; düşük boyun, köyü huya ve insafsızlığa delalet eder. Uzun ve ince olması kişinin korkak ve salak kötü, hilekar, ağzının ölçüsüz, kadın tabiatlı ve ahmak olduğuna; boynun kalın ve uzun olması ise kişinin aşırı derecede midesine düşkün, akılsız, neşeli, ateşli olduğunun göstergesidir. Boyun kısalığı hile ve ihanetin göstergesi iken mutedil boyunlar ise güzelliklere delildir. Gayet yoğun, ince, uzun, kısa olmayan ak ve düz, yumuşak olan, sinirleri ve damarları görünmeyen, üzerinde şekiller ve benler olmayan doğru boyun akıllı, olgun, güzel yaratılışlı olmaya işârettir. Güçlü boyna sahip kimseler kuvvetli olurlar. Etli boyna sahip olanlar, şehvete, öfkeye, kötü huya meyillidir. Yumuşak, sağa sola hareket eden boyun, akılsız, himmeti yaramaz, nefsi zayıf, zelil ve sabırsız olur. boynun daima sağa doğru eğilmiş olması hırsa; boynun gevşek olup gah bir tarafa gah başka tarafa eğilmesi beden ve nefsin zayıflığına delildir. Yukarıda vücut azalarıyla ilgili kıyâfet-nâmelerin bakış açılarını ortaya koymaya çalıştık. Bir uzvun özelliğine bağlı olarak verilen olumsuz bir hüküm başka bir kıyâfetnâmede olumlu olarak ortaya koyulmuş olduğu görüldüğü için verilen hükümler belli bir kesinlik taşımaz. Bazen de bir kişinin bir uzvu olumsuzluk ifade ederken ve kişinin yaramaz sıfatlara sahip olduğuna delalet ederken başka uzuvları onun iyi bir yaratılış üzerine yaratıldığına delalet edebilir. Bu yüzden bu ilmin erbapları bir kıyâfet-nâmeye göre bir kişiyi değerlendirirken onun tek uzvuna göre değil genel özelliklerini göz önünde bulundurarak hüküm verirlerdi. Yukarıda verdiğimiz ve Türk edebiyatında yazılan eserlerin temel kıstaslarını ortaya koyan özellikler, insanların kişiliklerini tam yansıtmamakla beraber bilimsel bir dayanaktan da yoksundur. Bu kıstaslar Doğu toplumunu ve buna bağlı olarak toplumumuzu derinden etkilemiş ve insan yaşamında etkili olmuştur. Bu kıstaslar hemen hemen her alanda kendi ağırlığını hissettirmiş ve birçok insan, bu kıstasların gazabına uğramıştır. 84
86 4. 29. Kadın Güzelliği: Kıyâfet-nâmelerde kadın güzelliğiyle ilgili olarak verilen hususlar o dönemin kadına bakış açısını yansıtmakla beraber, toplum tarafından kabul gören güzel kadının ne tür vasıfları taşıdığını ve o dönemde iddalize edilmiş kadının özelliklerini vermesi bakımından önemlidir. Şüphesiz ki kadın bir toplumun vazgeçilmez öğelerinden biridir. Hem evliliklerde ve hem de cariye alımlarında dikkat edilmesi gereken özelliklere kıyâfet-nâmeler teferruatlı olmasa da yer vermiştir. Đbrahim Hakkı, kıyâfet-nâmesinde kadının güzelliğini belirten otuz iki vasfın olduğunu belirtir ve bu vasıfları renk, büyüklük-küçüklük, darlık-genişlik, kalınlık-incelik, sertlik, yumuşaklık ve tenin kıllılık özelliği bakımından ele almıştır. Bunları şu şekilde açıklar: Đbrahim Hakkı ya göre güzel bir kadının gözleri, saçı, kaşı ve kirpikleri siyah olmalıdır. Buna karşın kadının dört yeri de beyaz olmak zorundadır. Bir kadının öncelikle teni beyaz ve yumuşak olmalı, dişi, tırnağı ve gözünün akı da teniyle uyumlu olarak beyaz olmalıdır. Kadının dört yeri, yani yanağı, dudağı, diş eti, ve dili kırmızı olmalı, dört yeri de geniş olmalıdır. Bir kadının göğsü, kaşı, gözü ve göbeği geniş olması gereken yerlerdir. Kadının geniş olan bu uzuvlarına karşı burun, kulak, koltuk altı ve tenasül organı dar olmalıdır. Ayrıca bir kadının memesi, başı, tenasül uzvu ve dizi büyük olmalı; buna karşın burnu, ağzı, ayak ve elli küçük olmalıdır. Bir kadının sesi erkek sesi gibi kaba ve sert olmamalı ve kendi doğası gereği latif bir ses tonuna sahip olmalı ve güzel konuşmalıdır; zira kadının güzel konuşanı ölüyü bile diriltir, insanın günlüne güzellikler saçar. Kadının vücudu da yumuşak etli ve kılsız, bacağı uzun -ki uzun bacak kadının şehvetli olduğuna işârettirökçesi etli ve yumuşak olmalıdır. Kadın salına salına yürümeli ve bu yürüyüşüyle tüm dikkatleri cezp etmelidir. Đbrahim Hakkı ya göre bu tür özelliklere sahip olan kadınlar güzeldir ve böylelerinin huyları da güzel olur ve Allâh bu insanları güzel bir yaratılış üzerine yaratmıştır. 4. 30. Kıyâfet-nâmelere Göre Mu tedil Đnsanların Özellikleri: Đslâm dîni ifrat ve tefrite karşı olduğundan bütün alanlarda Müslümanların mu tedil olmalarını ve aşırılıklardan kaçınmalarını istemiştir. Bu yüzden tüm kıyâfet-nâmelerde yazarlar, insanı ele alırken aynı zamanda Đslâm ın belirlemiş olduğu bu ilkeyi göz önünde bulunduruş ve buna göre hareket etmiştir. Diyebiliriz ki tüm kıyâfet-nâmeler Đslâm ın bu ilkesini kendine çıkış yolu olarak belirlemiştir. Örneğin boy hakkında kıyâfet-nâme yazarları hükümler verirken orta boyu mu tedil boy olarak kabul ederek Peygamber Efendimizin Đşlerin en hayırlısı ortasıdır hadisinden yola çıkmışlardır. Bu yüzdendir ki tüm kıyâfet-nâme 85
87 yazarları uzuvlar ve insanların bazı özellikleri hakkında yorum yaparken aşırılıklarla adeta savaş açar gibi görünmüş, vasat olan özelliklere ise olumlu bir yaklaşım sergilemiş ve vasat özellikleri idealize ederek aktarma yoluna gitmiştir. Kıyâfet-nâmeler mu tedil insanın özelliklerini şu şekilde ele alırlar: Mu tedil bir insanın boyu ne uzun ne de kısa olur. Çünkü kısalık ve uzunluk kendi içinde bazı olumsuzluklar taşır. Bu yüzden mu tedil insanın boyu ortadır. Bu boya sahip olan insanlar bilgili, cömert, alçakgönüllü, terbiyeli, anlayışlı, merhameti olur ve güzel bir huya sahiptir. Gövdesi ne iri ve hantal ne de çok zayıf olur. Mu tedil insanın gövdesi semiz ama yağlı olmaz boyuyla orantılı olur. Vücudunda kıl az ve kılı yumuşak olur. ayrıca vücudu ne sert ve ne de yumuşak olmalıdır. Etin sert ve aşırı yumuşak olması kişinin olumsuz sıfatlara sahip olduğunu gösterir. Ama mu tedil bir vücut yumuşaklığına sahip olmak kişinin sağlam akıllı, güzel huylu, zarif, anlayışlı, hoş fikirli, iyilik yapmaya meyilli olduğunu gösterir. Kişinin göğsünün geniş olması onun yumuşak huylu ve iyi kalpli olduğuna işârettir. Böyle göğüsler çok etli olmadığı gibi çok sıska da olmamalıdır. Ayakları küçük ve ayaktaki parmakları düz olmaz. Karın ise ne büyü ne de çok küçük olur. Sırt yassı ve uyumlu olmalıdır. Vasat olan bir sırt, sahibinin cömert ve anlayışlı olduğuna delalet eder. Başı ne büyük ne de küçüktür, büyüklük ile küçüklük arasındadır. Orta bir başa sahip olan insanlarda sağlam ve kusursuz olurlar. Mu tedil insanların boynu ne uzun ne de kısa olup uzunlukla kısalık arasında olmalıdır. Omuzları ne dik ve sivri ne de eğri ve düşük olmalıdır. Çünkü bu durum, kişinin doğruluk üzerine olmadığını gösterir. Bilekleri ne uzun ne de kısa olur, çünkü uzunluk kişinin alçakgönüllü olmadığına işâretken kısalık ise kişinin çok cimri olduğuna işâret eder. Đnce ve pazılı olması hayır üzerine olduğuna işârettir; ama en makulü vasat olandır. Kişinin eli ne uzun ne de kısa olmalıdır. El fazla etli ya da zayıf da olmamalıdır. El her yönüyle uyumlu olmalıdır. Böyle eller sahibinin tatlı sözlü, güzel huylu, akıllı olduğunu gösterir ve parmaklar da el ile uyumlu olmak zorundadır. Tırnağın ak ve yuvarlak olması kişinin mübarek, yufka yürekli ve zeki olduğuna delildir. Tırnağın farklı özelliklere sahip olması da olumsuzluklara işâret eder. Ökçe, yumuşak ve küçük olur. Đnsanların en dikkat çeken uzvu yüzdür ve bu yüzden yüz güzel olmak zorundadır. Çünkü yüz insanların aynasıdır. Yüzün güzel olması, huyun da güzelliğine; çirkin olması huyun da çirkin olduğuna işâret eder. Aynı zamanda kişinin yüzü tebessüm edici olmalı, kahkaha atar şekilde gülmemelidir. Eğer kişi kahkaha tarak gülüyorsa kişinin utanmaz ve ahlaksız olduğunu, sadece tebessüm ediyorsa kişinin akıllı ve iffet sahibi olduğunu gösterir. Benzi esmer olmalıdır bu kişilerin; çünkü esmer insanların kalbi geniş ve iyilik isterler, kederli, terbiyeli ve bilgili olurlar. Ama kızıl ya da beyaz ise kızıllığı ve beyazlığı aşırı 86
88 olmamalıdır. Kızıllığı ve beyazlığı aşırı olmayan insanlar da güzel huylu ve güzel yaratılışlı olurlar. Kişinin yanağı ne çok büyük ne de küçük olmalıdır. Mu tedil insanların yanakları kendi gibi vasat olandır. Eğer kişinin yanağı büyüklükte ve küçüklükte vasat olursa kişinin, güzel huylu ve selâmet üzerine olduğunu gösterir. Mu tedil insanın gözü kara ve kurt gibi bakan, sürmeli ve çocuk gözü gibi sürekli içinde tebessüm taşıyıcı olmalıdır. Böyle gözlere sahip olan insanların huyu, anlayışları güzel olur. Sağlam bir kişiliğe sahiptirler, akıllı ve nazlı olurlar. Ama gözler içinde en güzeli şehladır. Çünkü bu gözler herkesten yüce olduğunun alametidir. Burun küçük ve ince olmalıdır. Kalın ve büyük burun kabalık ve yaratılış bakımından kötü olmanın işâret olduğundan mutedil insanların bu tür burna sahip olması beklenmez. Đnce ve küçük burunlu insanlar güzel huylu ve doğru sözlü olurlar. Ağız küçük ve dudaklar ince kırmızı olmalıdır. Ağzın büyük olması bir olumsuzluk olarak kabul edilirken çok da küçük olması da hayra alamet değildir. Bu yüzden mu tedil bir ağzın küçüklüğü de pek aşırı olmamalıdır. Küçük ağız kişinin akıllı ve güzel söz söylediğine, gereksiz yere konuşmadığına, yumuşak huylu olduğuna işâret eder. Kişinin dişi küçük, ince ve beyaz olmalıdır. Böyle bir dişin sahibi ağzını her zaman hayır üzerine açar, kötülük ağzından çıkmaz. Saçı ne tam kızıl, ne tam kara, ne sarı, ne de serttir. Saçı kumral ve yumuşaklık ile sertlik arasındadır. Böyle saça sahip olanlar güzel,zarif ve anlayışı olurlar. Alnı ne çok dar, ne de çok geniş ne de çok çizgili yani kırışık olur. Mu tedil bir insanın alnı orta büyüklükte ve fazla kırışık olmaz. Bu tür alna sahip insanlar adil, güvenilir, tatlı sözlü, gözü gönlü açık ve bahtlı olur. Kaşı açık, başı burna, kuyruğu şakağa doğru eğik, hilal gibi kavisli ve her yeri ince ve düz olur. Ucu ince olmaz, çatık değildir, kılı çok olmaz. Mu tedil insanların sakalları hafif seyrek ve kısa olur. seyrek sakallı insanlar dindar, iyiliksever, bilgili ve zeki olurken sakalı kısa olan insanlar ise akıl ve huy bakımından güzel yaratılışlı olduklarına işârettir. Mu tedil bir erkeğin sesi tok ve davudi olur. Kadınlarda ise ses ince ve güzel olmalıdır. Kalın ve kaba sesler kişinin kaba yaratılışlı ve anlayışsız olduğunu gösterir. Kıyâfet-nâmelerde idealiz edilmiş insanların özellikleri yukarıda aktardığımız gibi tamamen vasat ve aşırılıklardan arınmış bir şekildedir. Bu durum, bu özelliklerin kesinlikle doğru olduğu anlamını doğurmaz ya da bu vasıfları dışında kalmış olan insanların ise olumsuz kir kişiliğe sahip olduklarını da göstermez. Bu yüzde kıyâfet-nâmelerde bir insanda bu özelliklerin tümünü bir anda aramaktansa bu özelliklerden bir tanenin bile bir kişide bulunması yeterli bulunmuş ve kişi o şekilde değerlendirilmiştir. 87
89 III. BÖLÜM 88
90 5. Đslâm Toplumunda ve Osmanlıda Bu Đlmin Yeri Đslâm toplumu ve Osmanlıda bu ilmin çok sayıda yazar tarafından ele alınması ve birçok eserin kaleme alınması, bu ilmin oldukça revaçta olduğu ve bu ilme itibar edildiğinin göstergesidir. Bu ilim, yargılama hukukundan saraya kul ve cariye alımına, asker ocaklarına asker alımından memur alımlarına, nesep belirlemeden kişilik tahlili ve falcılığa kadar birçok alanda kullanılmıştır. Bu ilim özellikle şu alanlarda yaygın olarak kullanılmıştır: 5. 1. Nesep Belirlemede: Đslâmiyet öncesinden başlayarak Arap ve diğer kavimler arasında yaygın olan ilm-i kıyâfet hayatın birçok alanını kuşatmış, Đslâm dan önce pek sistemli olmayan bu ilim Yunancadan yapılan özellikle Aristo dan yapılan- tercümelerle sistemli bir hale getirilmiş ve bu kavimlerin Đslâm ı kabulüyle daha da gelişerek yaygınlaşmış, özellikle devletleşmenin başlaması ve saray hayatına geçilmesiyle bu ilim daha bir önem kazanmıştır. Bilindiği gibi Araplar arasında bu ilmin asıl kullanımı cariyelerden veya gayrı meşru doğan çocukların kime ait olduğunu tespit etmek ya da çocuğun kendisinden olduğundan şüphelenen birinin çocuğun kendinden olup olmadığını ispatlamak amacındaydı. Kâif, çocuğun vücut azalarındaki benzerliklerden yola çıkarak çocuğun babasını belirlemeye çalışılırdı. Nesep belirlemede kâiflerden yararlanma Đslâmiyet sonrasında da devam etmiş hatta Peygamber Efendimiz bizzat kendisi bir defasında bir kâif getirmiş ve haklarında dedikodu yapılan Üsame b. Zeyd ile, Zeyd b. Harise'ye baktırmıştı. Zeyd Efendimizin azatlısıydı. Üsame de onun oğluydu. Ancak Zeyd'in aksine Üsame beyaz tenliydi. Bunun için de halk arasında bu meselenin dedikodusu yapılıyordu. Efendimiz, bir gün her ikisi de uyurken üstlerini sadece ayakları dışarıda kalacak şekilde örttürdü. Efendimiz aslında çocuğun Zeyd den olduğunu bildiği halde dedikodulara son verebilmek amacıyla Araplar arasında itibar gören kâiflerden birini çağırmış, getirdiği kâif de uyuyanları tanımıyordu. Kâif ayaklara bakarak bu iki ayak arasında akrabalık olduğunu söyleyince Efendimiz bundan oldukça memnun olmuştur. Bu anlayış sonraki dönemlerde de devam etmiş ve Osmanlılarda da kâiflerden yaralanılmıştır. Osmanlılarda cariyelerden doğan çocukların nesebi bu ilmi bilenlerin aracılığıyla belirlenme yoluna gidilmiştir. 89
91 5. 2. Hukukta: Kıyâfet ilmi ve fizyonominin kullanıldığı bir diğer alan ise hukuktur. Adil bir hakim karşısına getirilen kişinin suçlu olup olmadığını sadece eldeki kanıtlardan değil de kişinin simasından, duruşundan ve bakışlarından anlayabilmelidir. Çünkü bazen eldeki deliller birisini suçlamak için yetersiz olabileceği gibi suçsuz bir kişi eldeki çok güçlü delillerle suçlanabilir de. Peki bu durumda hakim neye göre hüküm vermelidir. Đşte bu konuda Đslâm alimlerine göre devreye firâset ilmi girmeli ve hakim firâsetli davranıp suçluyu suçsuzdan ayırmalıdır. Bilindiği gibi suçun geçmişi insanlığın başlangıcına yani Hz. Adem ve Havva nın cennette yasak meyveye yaklaşmalarına kadar gider. Daha sonra iki kardeşin Habil ve Kabil in- bir birini öldürmesiyle ilk kez suç yeryüzünde insanlar arsında kendini göstermiş olur. Tüm kriminologların üzerinde anlaştıkları temel nokta suçun politik süreçlere dayanan yasal bir kavram olduğudur. Bu politik süreçler 6000 yıl önce Orta Doğu da veya civarında suçun keşfi ile mümkün hale gelmiştir. Batı da genellikle suç ve kişinin beden yapısı arasında bir ilişki kurma yoluna gidilmiş ve genelde deforme tipler suçlu olarak kabul görmüştür. Suç teorileri alanında Batı da Socrates, binlerce yıl önce, suçluluk ile ilgili gözlemler yapmıştır. Keza içgüdü, öğrenme ve bunların suç ilişkileri de modern kriminolojiden yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış Sopholes tarafından gözlemlenmiştir Aristo ise, suçluları toplum düşmanı saymış ve onların merhametsizce cezalandırılmaları gerektiğini savunmuştur. Aristo sefaletin, ihtilâle ve suça sebep olduğunu iddia ediyor. Bazı yazarlar, Aristo yu biyolojik psikolojinin kurucusu olarak saymaktadırlar. Zaman içerisinde de kriminoloji alanında çalışmalar devam etmiş 170 ve XIX. yüzyılda bu alanda çalışmalar oldukça yaygınlaşarak modern kriminolojinin temelleri atılmıştır. Đslâm aleminde ise firâset başlangıçta başı başına bir ilim olarak değerlendirilirken daha sonraki dönemlerde Đslâm fıkıhının vazgeçilmez uğraşlarından biri haline gelmeye başlamış ve kadıların adları bu ilimle anılır olmuştur. Bu ilim tartışmalara sebep olsa da zaman içerisinde yargılama hukukunda bilgi ve ispat aracı olarak kullanılmış olup yönetici, kanun koyucu ve müçtehitlerin firâsetle davranmaları gerektiği savunulmuştur. 171 Đslâm yargılama hukukunun yerleşik teamüllerine göre hakim, önüne gelen bir davayı karara bağlarken olayların dış görünüşünün, objektif ölçü ve delilerin yeterli ve tatminkar olmadığı durumlarda bilgi ve tecrübesine, zeka ve sezgi gücüne dayanarak ipucuları 170 Hanifi Sever -M.Burak Gönültaş, Kriminal Profillendirmenin Temeli ve Pozitif Ekol Açıklamalarında Doğru Bilinen Yanlışlar www. caginpolisi. com.tr. 171 Öğüt, agmd. s. 117. 90
92 değerlendirmeli ve yeni delillerle vararak adaletli hükümler vermelidir. Yargılama hukukunda firâset ilmine başvurmak ve bu ilimden yararlanıp yararlanmama dönemin âlim ve kadıları arasında yoğun tartışmalara sebep olmuştur. Hanbel fakihi Đbni Kayyim el-cevziyye firâset ilmine daha geniş bir anlam yükleyerek bu ilmi, hakimin ipucuları, delil ve bulguları dikkatlice inceleyip olaylar arasında bağ kurması sonucunda gerçeği sezinlemesi şeklinde anlar. Maliki fakihi Ebu Bekir Đbnü l-arabî ise Kur an daki mütevvesimîn 172 sözcüğünü firâset sahipleri anlamına geldiğini savunmuştur. El-Cevziyye el-firâsetü l-mardiye fi Ahkami s-siyaseti ş-şer iyye adıyla bilinen el-turuku l Hükmîyye fi s-siyaseti ş-şer iyye adlı eserinin önemli bir bölümünü yargılamada firâset ilmine başvurma konusuna yer vermiş ve düşüncesini desteklemek amacıyla Hz. Peygamber döneminden itibaren Đslâm yargı tarihi içinde yapılan uygulamalardan birçok delil ve örnek gösterme yoluna gitmiştir. Đbni Kayyim e göre firâset hakim ve yöneticilerde olması gereken temel özelliklerden biridir. Eğer idareci ve hakimler bu özelliklere sahip olmazsa adaletsizlikler yaşanır ve birçok hak zayi olur. 173 Đbni Kayyim ile aynı görüşte olan birçok kadı dönem içinde firâset ilmiyle hükümler vermiş ve davalarını sonuçlandırmışlar. Örneğin Ömer Bin Abdülaziz döneminde kadılık yapan Đyâs bin Muâviye, birçok davada firâsetle hüküm verdiği ve dönemin Bağdat kadısının da Şam da bulunduğunda Đyâs bin Muâviye ye uyarak hükümler verdiği bilinmektedir. Bu uygulamalar karşısında duran Kefal eş-şaşi nîn ise bu ilmin yargılama hukukunda uygun bir yol olmadığını savunarak bunu tenkit amacıyla bir risâle kaleme aldığı kaynaklarda bildirilmektedir. 174 Suçluyu vücut azalarından anlama konusunda II. Abdülhamit in oldukça mahir olduğu ve aynı zamanda büyük bir insan sarrafı olarak kabul edildiğini kaynaklarda aktarılmaktadır. Atıf Hüseyin Bey, hatıralarında Abdülhamit in okuduğu romanlardan birinde başparmağının ucu, işâret parmağının orta boğumundan uzun kişilerin cinayete eğilimli olduğunu okuduğunu kendisine ilettiğini anlatıyor. Atıf Hüseyin Bey, ayrıca Abdülhamit in bunun için hapishanedeki cinayet mahkûmlarının fotoğraflarını çektirdiğini ve bu görüşün doğru olduğunu gördüğünü belirttiğini söylüyor. Đddialara göre Abdülhamit, istibdat döneminde siyasi olaylara karışanların da davalarından önce teşhis için sanıkların fotoğraflarını incelermiş. Hatta tahta çıkışının 25. yılında hapishanelerdeki mahkûmların fotoğraflarını 172 Hicr suresi, 75. ayet. 173 Öğüt, agmd. s. 117. 174 A. yer. 91
93 çektirmiş, altına mahkûmiyet sebeplerini yazdırmış ve bu fotoğraflardan seçtiği mahkumlar için af çıkarmıştır. 175 5. 3. Kul ve Cariye Alımlarında: Bu ilmin bir diğer kullanım yeri ise saraya alınacak cariye ve gulâmların alımıdır. Bedr-i Dil-şâdi ye göre saraya alınacak olan kul ve cariyeler konusunda alıcının uyanık ve firâsetli olması gerekir. Adam sarrafı olmak ve işe yarar bir kişiyi alabilmek için kişinin firâset ilmini iyi bilmesi şarttır. 176 Çünkü alınacak kişinin zahirine bakarak onun batınını yani içi dünyasını bilmek gerekir. Bu yüzden olmalı ki eskiden Şa ban-i Sivrihsâri nîn aktardığına göre saraya alınan cariye ve gulâmların ellerine bakılır ve elerindeki hatlar, parmakların ve ayanın uzunluğu, elin darlığı ve genişliğine göre değerlendirmeler yapılarak cariye ve gulâmlar alınırdı. Örneğin eli uzun olan cariye ve gulâmlardan kaçınılırdı. Çünkü eli uzun olmak hırsızlığa delalet olarak kabul edilirdi. 177 Saraya alınacak kul ve cariyelerin alımıyla ilgili bize en geniş bilgiyi veren Bedr-i Dilşâdi nîn Murad-nâme adlı eserinin 40. bâbındaki erkek hizmetçi ve cariye satın almayla ilgili bölümüdür. Yazara göre alınacak bir cariyenin kaşını, yüzünü, gözünü görmek gerekir, sonra da burnuna, ağzına, dişine ve çenesine bakılmalıdır. Cariyenin yüzü güzel olmalıdır. Çünkü yüz, Allâh ın tecelli ettiği yerdir. Cariye semiz olmalıdır, semizlik güzelliği doğurur. Cariye ela veya kara gözlü, güzel sözlü, açık kaşlı, kırmızı dudaklı gül endamlı, ay yüzlü, doğru burunlu olmalıdır. Cariyenin boyu ne uzun ne de kısa olmalı, şişmanlık ve zayıflıkta da vasat olmalıdır. Çünkü her şeyin iyisi vasat olanıdır. Erkek gulâmlar ise düzgün boylu, ay yüzlü, eti ve saçı mu tedi, sırtı yassı, ayasıyla alnı açık, kaşı kirpiği ona uygun yüzü parlak ve güleç, güzü ela ve şehla olması gayet iyi olduğuna işârettir. Yazar bu özellikler verdikten sonra cariye gulâmların sağlıklarına da dikkat edilmesi gerektiğini aktarır ve bu özellikleri taşıyan kul ve cariyelerin kaçırılmaması gerektiğini ekler. 178 5. 4. Memur Alımında: Kul ve cariyeler için belirlenen bu kıstaslar devlet idaresine alınacak memurlar için de geçerliydi. Osmanlılar döneminde devlet idaresine alınacak memurlar çok titizlikle seçilmiş. Hatta II. Abdülhamit, devlet kademelerine atanacak kişilerin, idadiye ve askeri okullara 175 M.Yaşar Durukan Siz Adamı Gözünden mi Tamırsınız, Geninden mi? Aksiyon Sayı: 272-19.02.2000. 176 Ceyhan, age. s. 162. 177 Sivrihisârî, age. v. 44a. 178 Ceyhan, age. s. 162-165. 92
94 alınacak öğrencilerin önce fotoğraflarına bakar, fotoğraflar üzerinde yaptığı değerlendirmelerden sonra bunları gerekli yerlere alırmış. Osmanlılarda vücutlarında kusur bulunan, köse, çirkin ve sakatlar devlet dairelerine alınmamıştır. Kıyâfet-nâmelerde köseler için belirtilen olumsuz yargılar bazılarının devlet dairelerine girmelerine engel olmuş ve bazılarının da sakal ve bıyıkları onların saadetinin bir parçası haline gelmiştir. Atalarımız, tek tip insan yaratmak gibi bir kaygı taşımasalar da, erkeğin sakalsız ve bıyıksızını ciddiye almazlardı. Erkekliğe geçişin ilk adımı sünnet, ikinci adımı ise bıyık ve sakal bırakmaktı. Ve sakalın sık, seyrek, kısa, uzun vb. oluşuna bakarak karakter tahlilleri yaparlardı. Kıyâfet-nâme kitaplarına inanmak gerekirse, köseler hilekâr ve düzenbazdı; seyrek sakallıları ise ciddiye almamak gerekirdi. Bir Osmanlı nın, hangi gerekçeyle olursa olsun, erkeğin alamet-i fârikası ve tabii süsü olan sakal ve bıyığı keserek çirkinleşmeyi tercih etmesi düşünülemezdi. Ömer Seyfettin, Kesik Bıyık adlı hikâyesinde, bir gencin bıyıklarını modaya uyarak kısaltıp incelttikten sonra başına gelenleri anlatır. Bazı sufilerin başta sakal ve bıyık olmak üzere, vücutlarındaki bütün kılları tıraş etmeleri, kendilerini bu süslerden mahrum etmek, yani dünya ilgilerinden uzaklaşmak anlamına geliyordu. Evliya Çelebi nîn anlattığına göre, sakal kesmek Dünya süsünü bıraktım, bıyık kesmek de Ben varlığımdan geçip çirkin görünüşlü olmayı kabul ettim demekti. Bu anlamlardan yola çıkarak Cevlâkîlerin hayat felsefesine ulaşmak mümkündür. Cevlâkîler, bilindiği gibi, vücutlarındaki bütün kılları tıraş eden Kalenderî tâifesidir ve bu kişiler toplum tarafından pek de hoş karşılanmazdı. 179 XVI. yüzyıl şairlerinden Köse Meâlî, Şuara tezkirelerindeki kayıtlara göre, sakal bıyık fukarası olduğu için müderrisliğe lâyık görülmedi, halbuki ilim irfan sahibi bir adamdı. Tuhfetü l-hattatin müellifi Müstakimzâde Süleyman Sadeddin Efendi nîn sakalı da seyrekliği (hiffet-i lihye) yüzünden liyâkatına rağmen, girdiği rüus imtihanında başarısız sayıldı. Sakal kurbanlarından biri de, Tanzimat devrinin ünlü isimlerinden Şinasi idi. Ahmet Cevdet Paşa nın Tezâkir de anlattığına göre, Meclis-i maârif azasından Şinasi Efendi sakalını tıraş etmiş olduğu halde meclise gelmiş olduğundan rütbesi ref ile meclis âzâlığından tard olunmuştu. 180 Tanzimat tan sonra bile özellikle devlet dairelerinde matruş suratlı birini görmek mümkün değildi. Matruş yabancılara bile pek rastlanmazdı. Sermet Muhtar Alus, Đstanbul sokaklarında görülen ilk matruş yabancının Alman asıllı Blum Paşa olduğunu söyler. Osmanlı kıyâfetiyle dolaştığı için onu görenler hayretle bakar, Herhalde akağalardan olacak! derlermiş. Bilindiği gibi, siyâhî olmayan harem ağalarına akağa denirdi. Başka bir meşhur 179 Beşir Ayvazoğlu, Sakal ve Bıyığa Dair Aksiyon Sayı: 280-15. 04. 2000. 180 Ayvazoğlu, agy. 93
95 matruş da Mınakyan kumpanyasının dram aktörü Aleksanyan mış. Müslümanlardan ilk matruş suratlının Galatasaray Lisesi jimnastik hocası Ali Faik Bey in felsefe meraklısı kardeşi Ârifî Bey olduğundan söz eden Sermet Muhtar, XIX. asrın diğer meşhur sakal bıyık fukaralarının matruş değil, köse olduklarını söylüyor. Ahmet Rasim e bakılırsa, Abdülhamid devrinde sakala ve boya bosa ayrı bir itibar vardı. Süvari hafif mızraklı alayından bir askerî kâtip, uzun beyaz sakalı sâyesinde kaymakamlığa terfi ettirilmişti. Sakallı Mehmet Paşa ya lâyık görülen rütbelerde sakalının hatırı sayılır payı vardı. Hünkâr yaverlerinden Faik Bey in sakalı da öyle. Bir gün bir yemekten sonra, yanında oturan adam muziplik olsun diye sakalını tutup ağzını siliverince, Faik Bey, Ne yaptın be! Senin ağzını sildiğin bu sakal, benim saadetimin sebebi. Ben bunun sâyesinde miralay oldum, daha livâ ve ferik olacağım! demişti. 181 5. 5. Askerlik Alanında: Osmanlıda kıyâfet ilminin kullanım yerlerinden biri de orduya alınacak kişilerin seçimidir. Asker ocağına alınacak çocukların iyi bir aileden ve soyu sopu belli olmasına önem verilir ve yaşının sekiz ile on sekiz arasında olmasına dikkat edilirdi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi köselerin hain ve hilekar olduklarına inanıldığı ve onlara olumsuz anlamlar yüklendiği için köseler orduya alınmaz idi. Kısa boy da toplum tarafından ve kıyâfet yazarlarınca fitne ve fesadın, şerrin işâreti olarak kabul edildiğinden kısa boylu ve sanat bilen, birçok yeri gezerek gözü açılan çocuklar orduya alınmazdı 182. Bu anlayış sonraki dönemlerde de devam etmiş ve Abdülhamit döneminde iddialara göre, askeri okula kayıt olacak çocukları padişah fotoğraflardan yola çıkarak uzuvları ve kişilikleri hakkında yorum yaparak seçmiştir. Yakın tarihte ve günümüzde de askeri okullara, öğretmen ve polis okullarına alınacak öğrencilerin vücut yapılarına oldukça dikkat edilmiş ve bedensel üzürü olan öğrenciler bu okullara alınmamıştır. Görüldüğü gibi sezgilere dayanan öğretilmesi zor bu ilim hem Osmanlıda ve hem de Đslâm aleminde çocukların nesebinin araştırılması, devlet politikası, saraylıların istihdamı, köle ve cariye edinme, hastalıkların seyrinin araştırılması, hukuk gibi birçok alanlarında kullanılmış ve nispeten günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. 181 Ayvazoğlu, agy. 182 Yerdelen. age. s. 16. 94
96 6. Edebiyatımızdaki Etkileri: Toplum ve toplumun yaşam tarzıyla o toplumun meydana getirdiği edebiyat arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bir toplumda görülen değişimlerin, fikri akımların, inançların edebiyata yansımaması mümkün değildir; çünkü edebiyatı oluşturan insan olduğuna göre insanlar kendi yaşamlarını ve estetik anlayışlarını edebiyata aksettirecektir. Bundan dolayı kıyâfet ilmiyle ilgili birçok ayrıntı gerek Divan edebiyatına ve gerekse Halk edebiyatına geçmiş ve şiirlerde-özellikle kadın tipinde-kendini ağır bir şekilde hissettirmiştir. 6. 1. Divan Edebiyatında: Kadın ve erkeğin, tabiat ve eşyanın güzelliği eski Türk edebiyatında çok önemli bir yer tutar. O devirde güzelliğe çok önem verilmiştir. Bu anlayışı mimaride, minyatürde, hat sanatında, kılık kıyâfette ve konuşma dilinde görmek mümkündür. Bilindiği üzere eskiler, güzellik ile Allâh arasında bir ilişki kurulmuş, güzelliği Allâh güzelliğinin aynası olarak tasavvur etmişlerdir. 183 Bu yüzden Divan şairleri güzelliğe büyük bir önem vermiş, hem sanat anlayışlarında hem de ortaya koydukları kişilerde buna dikkat etmişlerdir. Bilindiği gibi kıyâfet ilmine dair yazılan ilk eserler XIV. yüzyılda kaleme alınmış ve Divan edebiyatının gelişimine bağlı olarak bu tarzda yazılan eserlerde de bir artış olmuştur. Yurt içindeki birçok kütüphanede kıyâfet-nâmelere dair çok sayıda eserin bulunması bu gelişimi göstermektedir. Özellikle XVI. yüzyıla geldiğimizde Divan edebiyatı altın çağını yaşarken kıyâfet-nâmelerde de patlama yaşanır ve çok sayıda yazar nazım ya da nesir kıyâfetnâme kaleme almıştır. Kıyâfet-nâmelerin özellikleri ve yazılma amaçları dikkate alındığında Divan şairlerinin bu ilimden etkilenmediklerini ya da bu ilmin şairleri etkilemediğini düşünmek mümkün değildir. Zaten tercüme faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve Arap ve Fars edebiyatının kendini ağırlıklı bir şekilde hissettirdiği bir dönemde Divan şairlerinin bu ilimden habersiz oldukları da söylemek yanlış olur kanısındayım. Hatta Divan edebiyatında ilmi-kıyâfet ile ilgili eser veren şairlerin dışında bu konuda eser vermeyen sanatçılar da bu ilim ile ilgilenmiş ve bazılar ilm-i kıyâfet bildikleri için övünmüştür. Örneğin; Aşki aşağıdaki beytinde ilm-i kıyâfet bildiğini söyleyerek nakşın içinde Nakkaşı bulabildiğini söylemektedir: N ola fehm eyler isek nakşa bakıp nakkaşı Biz nazar-bâzları ilm-i kıyâfet biliriz (Aşki) 183 Kaplan, age. s. 147. 95
97 Edebiyatın konusu içinde kadının vazgeçilmez bir yeri vardır. Kapalı bir toplum olan Osmanlı toplumunda kadın-erkek ilişkisinin sınırlı olduğu düşünüldüğünde şairlerin ele alacakları kadın tipinin toplum tarafından kabul gören bir güzelliğe sahip, ideal bir kadın olması kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü bir şairin o dönemin şartları içinde toplum içindeki bir kadını her yönüyle anlatması imkansızdır. Bu yüzdendir ki şairler, toplumun güzellik anlayışını yansıtan ve kabul görmüş bir tipi anlatması gerekmiştir. Divan şairi eserlerinde idealize edilmiş olan kadın tipini ortaya koyarken bu ilimden ve toplumun belirlemiş olduğu kıstaslardan yararlanmışlardır. Bu yüzden olmalı ki Divan şairlerin çoğunluğu sanki tek kadın işliyormuş izlenimi uyandırır kişide. Hepsinin yüz hatları, benleri, saçları, boyları ve tavırları aynıdır. Kıyâfet-nâmelerde evlenecek eşin özelliklerini sayarken kıyâfet-nâmeciler Divan şiirindeki idealize edilmiş olan kadın tipini de ortaya koymaktadır. Kıyâfet-nâmelerle Divan şiirinin etkileşim içinde olduğunu daha somut kılabilmek için Divan şiirinin en ünlü şairi Nedim ile kıyâfet ilminde meşhur olan Đbrahim Hakkı nın birer beyitlerini örnek vermemiz yerinde olur. Đbrahim Hakkı kıyâfet-nâmesinde kadın güzelliğini anlatan bölümde güzel bir kadında şu üç şeyin siyah olmasını şu şekilde aktarır: Dört yeri lazım siyah Saç u kaş u kirpik göz ah 184 Nedim ise güzel kadını tasvir ederken Đbrahim Hakkı nın belirtmiş olduğu kıstasları olduğu gibi gazelinde aktarır: Hâl kafir, zülf kafir, çeşm kafir el amân Ser-be-ser iklim-i hüsn-i kafiristan olmuş hep Görüldüğü gibi bu iki beyit arasında kadın güzelliği arasında çok yakın bir ilişki bulunmakta ve iki şair de aynı güzellik anlayışını yansıtmaktadır. Ayrıca kadının yüzünün, dişinin, tırnağı ve göz akının beyaz; dudak, ağız, diş eti ve dilin kırmızı; burun, ağız, kulak ve elin de küçük olması gerektiğini belirlemişlerdir. Bu kıstasların tamamı Divan şiirinde de vazgeçilmez unsurdur ve şairler ele aldıkları güzelleri bu özelliklere göre işlemiştir. Divan Edebiyatının şairlerin belirledikleri kadın güzelliği beyaz tenli ya da esmerdir. Şairlerin ele aldığı bu kadın tipi dönemin kadın anlayışıyla bire bir örtüşmekle beraber 184 Çavuşoğlu, age, s. 161. 96
98 dönemin kıyafetnamelerinde belirtilen güzel kadın tasvirine de uygun bir seçimdir. Divan şiirinde genelde kadın ten rengi, göz, kş, kirpik, boy, bakış, gülüş, duşdak, yanak, diş, çene çukuru, ben, saç gibi unsurlarla anlatılır ve bu edebiyatta bu unsurlar şu şekilde ele alınır: Divan şairlerinin en çok söz ettikleri güzellik unsurlarından biri gözdür. Divan şiirinde ele alınan ideal kadının gözü ile kıyâfet-nâmelerde ele alınan kadın gözü birbirine paralellik gösterir. Kıyâfet-nâmelerde ideal kadının gözlerinin ela ya da siyah olması gerektiği aktarılır: Kara olursa çeşm-i insânun Akl u fikri güzel sözi anun 185 Divan şiirinde de göz rengi aynıdır. Divan şiirinde kadın siyah gözlüdür. Divan şiirinde karanın ele alınması genel bir anlayış olmakla beraber kara renkteki muğlaklık ve belirsizlik bakışları daha anlamlı kılması bakımından da şairler siyah göze itibar etmişlerdir: Çeşm-i siyehine sürmeden ar Hindûsına sürme hem giriftar 186 (Fuzuli) Ya ala gözlerün ile ol idi ahd kim Âl ile ala cân ü dil ü yoğ u varımuz (Şeyhî) Tabi her zaman siyah olmaya bilir gözün rengi. Toplum ve kıyâfet-nâme yazarları tarafından ela göz de gözler arasında en güzel göz olarak kabul görüldüğünden kadının gözü eladır yani ahu gözüne bezer. Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek (Y.Selim) Göz sevgilinin bütün özelliklerini yansıtır. Göz zalimdir, kan dökücüdür. Bir bakışıyla aşığını can evinden vurur ve yaralar, aşığının yüreğini parçalar. 185 Yerdelen, age. s. 217. 186 Fuzul inin Leyla ile Mecnun mesnevisinden alınmıştır. Bkz. Fuzuli, Lela ile Mecnun, (Hazırlayan Mehmet Nuri Doğan) Yapıkredi Yayınları, Đstanbul 2006 s. 124. 97
99 Çeşmin ol Kahraman-ı gazab-naktır senin Kim hışm-ı zail olsa dahi bi-aman olur (Nefi) Gözünün kaşunun anlayımazam hilelerin Đlle bu fitne vü ol afet-i cândur bilürem (Şeyhî) Mahmur bakışlıdır sevgili ve aynı zamanda muğlâk bakar. Bundan dolayı da âşık sevgilisinin bakışlarından herhangi bir anlam çıkaramaz. Bir bakış aşığı çıldırtırken bir bakış onu hayata bağlayabilir. Be-nîm gamze-i tuvânî ki katl-i âm kunî Neûzübilleh eğer gamze-râ tamâm kunî 187 Divan Edebiyatında diğer bir estetik unsuru ise ağızdır. Kıyâfet-nâmelerde ağız ve dudak birlikte ya da ayrı ayrı ele alınır ve güzel bir kadının ağzının küçük ve dar, dudaklarınınsa ince olması gerektiği vurgulanır: Dehan-i teng egerçi bihçetdür Havf-ı kalbe velî alametdür 188 Ağız, Divan edebiyatında tıpkı kıyâfet-nâmelerde bahsedildiği gibi küçüklüğüyle dikkat çeker. Genellikle ağız bu yönüyle bir noktaya benzetilir, hatta hiç yoktur. Bu yüzden şair: Ağzın yok dediler dedikleri kadar var imiş. der. Kime ağzı haberin sordum ise yokdur der Dehan-ı tengi nigârun katı nâ-yâb gibi (Hayâlî) Bilün nişânını sordum lebünden aydur kim Dilin dut eyleye kâli ki bundan sığmaz kıl (Şeyhî) 187 Sevgilinin yarım ve baygın bir bakışı aşıklar arsında katliama sebep oldu. Allâh korusun yarin bakışı tam olsaydı ya ne olurdu! 188 Çelebioğlu, age. s. 162. 98
100 Ağız Divan edebiyatında hiç açılmaz. Kapalı bir hazine kutusu gibidir, içinde nice sır taşır ve inciler taşır. Ağız dardır ve içine hiçbir sığmaz Kapalılık bakımından goncaya benzetilir.. Ama sevgili ağzını asla açmaz hatta bırakın açmayı lütfedip bir tebessüm bile etmez. Bu yüzden şair sevgilisinden şu şekilde yakınır ve ona sitemde bulunur: Bir nihanice tebessüm de mi sığmaz cana Söyle billâh dehanın ta o kadar teng midir? (Nedim) Ben kıyâfet-nâmelerde bir güzellik unsuru olarak kabul edilir ve kadının değişik yerlerinde bulunan benler onun güzel ve olgun bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Divan şiirinde kadının ağzın yan kısımlarında genellikle ben vardır. Ben, sevgilinin güzelliğine güzellik katar: Kanda buldı lebi nebatını hâl Tutîden yeğ imiş mekes nidelüm (Şeyhî) Divan şiirinde şairlerin tasavvur ettiği kadın tipi günümüzdeki kadın tipinden çok uzak ve farklıdır. Şairlerin tasavvur ettiği kadın tipi o dönemin kadın tipile tıpa tıp aynı olmasa da o dönemin kadın anlayışıyla ve toplumun kadına bakış açısıyla paralellik gösterdiği olur. Mesela toplumda yaygın inanca göre kadın pek konuşmamalı ve herkesle muhatap olmamalıdır. Bu anlayış Divan şiirinde de görülür. Kadın pek konuşmaz, anlatmak istediğini yan bakışlarıyla anlatmak ister ve gamzelerine binlerce anlam yükler. Sevgilinin tüm niyazlarına rağmen ağzını açmaz ve tek tatlı laf etmez sevdiğine. Ağzın açılması ve sevgilinin edeceği tek söz aşığa hayat vermesi demektir. Bu yüzden onun kelimeleri Hz. Đsa nın nefesi gibi aşığın ölü kalbine ruh verir: Ebvâb-ı tekellüm etse meftûh Emvâta verürdi müjde-i ruh (Fuzûlî) Bir diğer estetik unsurda dudaktır. Kıyâfet-nâmelerde kadın dudağını kırmızı ve ince olması kadının güzel ve akl-ı selim olduğuna delalet ettiğini bildirir, dudağın kalın ve büyük olması ise çirkinlik alameti olarak kabul edilmiştir: 99
101 Rûhlaru gibi al olursa lebi Ağzını hayra açmadır talebi Katı yufka değilse katı hub Da ma gonca-veş olur mahcub 189 Divan şiirinde de kıyâfet-nâmelerde belirlenen dudak yapısı benimsenmiş ve şairler, dudağı kırmızılık bakımından ele alarak onu gonca, la l, yakut, mey-gûn gibi varlıklara benzeterek anlatma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca şairler dudağı hep ağız ile ele alarak onun ağız gibi küçük hatta yok denecek kadar küçük ve ince bir şekilde aktarmışlardır: Şive birle la lünü ağzunda pinhân eyledün Hey zâlim yok yere vallâhi bir kan eyledi (Hayâlî) Şöyle kim dil-teşne olmışam leb-i mey-gûnuna El çekem kamudan ammâ çekmeyem peymâneden (Zeynî) Divan şiirinde en çok üzerinde durulan ve çeşitli benzetmelerle (gül, ay, güneş vb.) anlatılan diğer bir uzuv da yüzdür ve buna bağlı olarak yanaktır.. Yanak ve yüz kıyâfetnâmelerde renk ve dolgunluk bakımından ele alınır ve genelde her renge anlamlar verilir. Örneğin yüzü sarı olan birisi için kıyâfet-nâmelerde şöyle bir hüküm verilir: Tab -ı sarudur olma ana karın Olmaya dirsen ilm gamıyla hazin 190 Beyitten de anlaşılacağı gibi kıyâfet-nâmelerde sarı yüzlü insanların gamlı ve hüzünlü oldukları söylenmektedir. Divan şiirinde de sarı yüz hüznün ve kederin alameti olarak kabul edilmiş ve kıyâfet-nâmelerle paralel bir hüküm verilmiştir: Halt olduğuna kâh-ı gam ile ezel gilüm Şâhid bu ruy-i zerdüm tende her kılum (Hayâlî) 189 Yerdelen age. s. 233. 190 Yerdelen, age s. 212. 100
102 Sarı renk gam ve kederin alameti olduğu gibi aşkın da alametidir. Çünkü aşk girdiği bedende tasayı ve gamı da kendisiyle getirir. Fuzuli, aşık olan insanların aşklarına sarı yüzün delalet olduğu bildirilmiş ve Mecnun un aşık olduktan sonra yüzünü ve bedenini şu şekilde aktarmıştır: Dönmiş gül-i surhi zagferana Şimşad-i latifi hîzrâna 191 Yanak ve yüz kadın güzelliğini gösteren en önemli unsurdur. Eski edebiyatta yüz Allâh güzelliğinin tecelli ettiği yer olarak kabul edilmiş, bu yüzden yüzün güzel olması gerektiği savunulmuştur. Kıyâfet-nâmelerde toplum tarafından benimsenen ve güzel olarak kabul edilen bir yüz profili çizilmiştir: Adem oldur derûni sade ola Sureti gül gibi güşâde ola Eyü yüze bu vasf olur kâfi Mu tedil ola cümle evfâfi 192 Kıyâfet-nâmelerden aldığımız yukarıdaki beyitlerdeki yüz özelliğinin aynısı Divan şiirinde de görülmekte ve kadının yüzünü beyaz, gül rengi yani kırmızı şeklinde anlatılır ve yüz parlaklık, letafet ve temizlik bakımından ele alınmıştır. Bu yüzden sevgilinin yüzü ay, güneş ve güle benzetilerek anlatılır: Gül-i rusârına karşu gözümden akar kanlı su Habibim fasl-ı güldür bu akan sular bulanmaz mı? (Fuzûlî) Gün yüzüni göricek zâhir olur zulmâni Her ne vech aydur isem ol meh-i tâbânun içün (Şeyhî) Ondan beri kim ay yüzüni gördi bu gönlüm Kutlu gicede bahtlu mihmâna irişdi. (Şeyhî) 191 Fuzûli, age. s. 183. 192 Çelebioğlu, age. s. 243. 101
103 Benin bir güzellik unsuru olduğunu ve kadının çeşitli yerlerinde ben olmasının kadını güzel gösterdiğini yukarıda aktarmıştık. Divan şiirinde kadının yanağında sürekli bir ben bulunur. Bu ben genellikle dudağın yan kısmındadır. Sevgilinin yanağındaki ben onun çekiciliğini artırdığı gibi sevgililerini de bu ben sâyesinde kendine meftun eder. Bu yüzden şairler saçı tuzağa benzetirken beni de tuzak içindeki daneye benzeterek beni anlatmaya çalışır: Gönlüm kebuterine bir dane saçdu hâlün Kim çarh urur mu allak hoş mürg imiş havâyi (Şeyî) Zülf-i damı halkasından nokta-i hâli anun Danedür kim sayd-ı murg-ı cân içün dilber saçar. (Şeyhî) Yanaktaki kırmızılık Divan şiirindeki kadında pek fazla değildir ve yüz ufak bir kırmızılığı içinde barındırır. Bu kırmızılık genellikle utanma olarak ele alınsa da aslında bir güzellik unsurudur: Haddeden geçmiş nezaket yal u bal olmuş sana Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana (Nedim) Görenler nîlgûn dülbent ile ol yar-ı meh-rûyu Sanur dördüncü kat gökden göründü mihr-i rahşânı (Hayâlî) Divan şiirinde kadınla en çok anılan bir diğer unsur kaş ve kirpiktir. Kaş ve kirpik yapısı, rengi azlığı ve çokluğu kıyâfet-nâmelerde kişinin kişiliğini yansıtması bakımından önemli bir yere sahip olur. Kıyâfet-nâmelere göre kaşın çok olması tasaya, ucunun ince olması fitneye, ebruvan olması da güzelliğe alamettir. Kıyâfet-nâmelere göre kaş şöyle olursa güzel olur: Olsa kaşun hilâl gibi uci Hûbdur eylük olur işi güci Kaş odur kara ola ince ola Hüsn ü nazı dahi yerince ola. 193 193 Yerdelen, age. s. 212. 102
104 Eski yaşam şartlarına uygun olarak şairler yapacakları benzetmeleri kendi yaşamlarından veya toplum yaşam tarzından alır. Bu yüzden şairler estetik unsurlarını ortaya koyarken bu tür benzetmeler sıkça gider. Divan Edebiyatında sevgilinin kaşları siyah, kavisli ve ebruvandır. Bu yönüyle kemana benzer. Sevgilinin kirpikleri saf tutulmuş olan okçu gurubuna benzetilir. Sevgilinin bir bakışı aşığın gönlüne saplanmış olan binlerce ok gibidir. Kirpikler, tek tek ve siyahtır. kirpiğin bu özelliğini şöyle ortaya koyar: Olupdur gamzesi şahbaz-ı kattal Đki saf kirpiği ana per u bal (Yahya Bey) Divan şiirindeki boy kavramı kıyâfet-nâmelerde belirlenen kıstaslara tam olarak uyduğu söylenemez. Kıyâfet-nâmelerde uzun ve kıs boy olumsuzluğun birer işâreti olarak görülmüş ve orta boy tercih edilmiştir. Divan şiirinde ise sevgilinin boyu genellikle uzun ve incedir. Pürüzsüzdür, bu yönüyle serviye benzetilir. Yürürken salına salına yürür. Sevgilinin bu yürüyüşü işve ve naz dolu olduğundan aşığın kalbini yaralar. Boy için şöyle der: Uzundur kaddi gibi vasfı ey dil Leb-i didar gibi muhtasar kıl (Yahya Bey) Dideden niçün nihân oldı nihâl-i kametün Serv hôd bir dem cüdâ olmaz kenâr-ı âbdan (Harimi) Kıyâfet-nâmelerde çene yapısına bazı anlamlar yüklenmiştir. Đnce ve büyük olmayan çene zarafetin, büyük olması kibir ve kine delalet saymışlardır. Bunlara göre uygun olan her şeyiyle birbirine uyumlu olan çenedir. Bu tür çeneler, akıl ve kabiliyet sahibi olmaya delalet saymıştır. Çenede çukurun olması ise güzelliğin bir alametidir: Çün enek ince olsa hıffet olur Büyük olsa kibr u gılzet olur Mu tedil olsa ıssı akıl olur Her neye talib olsa kâbil olur 194 194 Çelebioğlu, age. s. 245. 103
105 Divan şairleri çeneden çok çene çukuru üzerinde durmuş ve kendilerini hep çene çukurlarında mahpus edilmiş bir tutukluya benzetmişlerdir. Belki de bunun sebebi sevgilinin dudaklarına biraz daha yakın olabilmektir. Ama gerçek olan bir şey varsa eski kültürde çene çukurunu kadınlarda bir güzellik nişanesi olmasıdır ve şairler de bu yüzden bu güzellik alameti olan unsuru şiirlerinde sık olarak kullanmışlardır: Gönülü çâh-ı zenahdânına düşmüş gördüm Bunu Yûsuf anı zindân dediler gerçek mi? (Kadı Burhaneddin) Gönül hararet ile cân atar zenahdâna Nitekî germ-i hoş-âb-ı bunara saklarlar (Aşkî) Çâh-ı sîmîn-i zenahdânındaki dil düzdüne Sundu zincir-i mu anber kâkül-i müşgin-i dost (Ahmet Paşa) Son olarak sevgilinin saçlarını ele almak yerinde olur. Çünkü Divan edebiyatında saç oldukça geniş bir yer tutmakla beraber çok değişik kavramlar içinde kullanmıştır. Ama bizim için önemli olan güzellik unsuru olmasıdır. Kıyâfet-nâmelerde kadının saçı siyah olarak ele alınmıştır. Her ne kadar saç siyah olarak ele alınmışsa da güzel olan saç kıyâfet-nâme yazarlarına göre kumraldır ve fazla uzun değildir; çünkü siyahlık sabrın, kumrallık güzelliğin alametiyken uzunluk akıl eksikliğinin alameti olarak görülmüştür: Kim ki saçudur kara Sabrı var anı ara Kumral ise saç güzel Sahibidür bi-bedel Saçı az olan latif Oldı arif u zarif Saçı çok olsa zenün Fehmi az olur anun 195 195 Çelebioğlu, age. s. 252. 104
106 Divan şiirinde belirtilen saç rengi kıyâfet-nâmelerle bir paralellik gösterse de uzunlukta bu paralellik görülmez. Çünkü divan şiirinde sevgilinin saçları genellikle uzun olur ve uzunluk bakımından kemende benzetildiği olur. ayrıca şairler saçı dağınık ve halka halka olarak tasavvur etmişlerdir: Halka-i zülfü hayali gözümüzden gitmez Guyiya çeşm-i alil üzre siyeh çenberdür. (Bâkî) Ayrıca Divan şiirinde kadın saçı siyahtır. Kendisine has bir kokusu vardır. Saç, fes altında da olsa türban altında da her zaman saçın rengi siyahtır: Gözün kara vü kaşunla ol iki zülf kara Ne kara günlere kaldım dirig vâveyla (Hayâlî) Yukarda verdiğimiz özellikler göz önünde bulundurulduğunda divan şairlerinin bize esmer bir kadının tasvirini yaptıklarını görürüz. Bu da bize şunu gösterir: Dönemin kadın estetiği esmerdir ve esmer kadın toplum içinde revaçtadır. Her ne kadar verilen özellikler daha çok Arap ve Fars estetik anlayışını yansıtsa da verilen özellikler toplumdan kopuk olamaz. Aşağıda anlatılacağımız gibi Divan şairlerinin ele aldıkları güzelle Halk şairlerinin ele aldıkları güzel aşağı yukarı aynıdır. 6. 2. Halk Edebiyatı: Halk Edebiyatında kıyâfet-nâme türünde eser yazılmadığı halka ait bazı ürünlerde bu ilmin etkileri görülmektedir. Bu ilmin halk arasındaki inançların derlenmesi sonucu mu kaleme alındığı ya da halkın bu ilimden mi etkilendiği tam olarak bilinmemekle beraber halk arasında bazı yaygın görüşlerin ve inançların kıyâfet-nâmelerle paralellik taşıdığı görülmektedir. Gerek atasözlerinde ve gerekse de şiirlerde insanın dış yapısına ait yerleşmiş inançlar, temel estetik anlayışlar, deforme tiplere bakış açısı kıyâfet-nâmelerde belirtilen bazı hususlara çok benzemekte ve hatta yere yer aynı inanç kıyâfet-nâmelerde tekrar etmektedir. Mesela halk arasında boy hakkında belirlenen kıstaslar, kısa ve uzun boylu insanlar için verilen hükümler ile kıyâfet-nâmeler hakkında belirlenen görüşler birbiriyle aynıdır. Toplum içinde yaygın inanca göre deforme tipler uğursuzluk olarak kabul edilir. Örneğin Anadolu nun değişik bölgelerinde yapılan araştırmalarda şu tip insanlar uğursuz olarak kabul edilmiştir: Erzurum ve çevresinde yapılan araştırmalara göre, kısa boylu, sarı saçlı, mavi gözlü, köse, topal, kör, burnu ağzına yakın, düztaban, kaz göğüslü ve seyrek dişli 105
107 kişiler uğursuz olarak bilinir. Sivas ve dolaylarında ise uğursuz olarak tanınan kişilerin şu özellikleri taşıdıkları görülür: Sarı saç, sarı kaş ve kirpik, mavi göz, kısa boy, kısa kol, eksik ya da eksik parmak, seyrek saç, seyrek sakal ve seyrek dişi, topallık veya körlük. Balıkesir yöresindeki halkın da konuyla ilgili görüşleri şöyledir: Çukur gözlü insanlar hain ve merhametsiz, gözleri büyük olanlar para canlısı, büyük burunlu nankör, sivri dilli yalancı, uzun elli insan hırsız olur. Verdiğimiz örneklerde, Anadolu nun değişik yörelerindeki halk inanışlarında yer alan uğursuz insan tipiyle kıyâfet-nâmelerde çizilen çeşitli ruhsal bozuklukları olan kişilerin bedensel görünümleri arasındaki benzerlik ve özdeşlik dikkatimizi çekmektedir. 196 Şimdi kıyâfet-nâmelerde belirlenen bazı kıstasları ve halk arasında yaygın olan bazı inançları benzerlik bakımından ele alalım. Kıyâfet-nâmelerde yazarların üzerinde durdukları insana ait temel özelliklerden biri boydur. Kıyâfet-nâmelerde boy hakkında şu hüküm verilir: Kameti her kimin olsa uzun Olur ol safi-kalb u sâde derûn Hamdullâh Hamdi nîn Kıyâfet-nâmesi nde uzun boylu insanların saf kalpli ve hilelerden ve yaramaz sıfatlardan uzak oldukları bildirir. Halk arasındaki yoğun inanış kıyâfet-nâmede bildirilen görüşle paraleldir. Hal arasındaki yaygın inanışa göre uzun boylu insanlar saf kalpli olur ve bu tür insanlardan zarar gelmez, hatta bu insanlar biraz da aptal olurlar. Nitekim bu inanış halkın ürettiği atasözlerine de yansımıştır: Uzun adam herek olur, ayda yılda gerek olur., Boyu sırık aklı kıvık gibi atasözü yukarda belirttiğimiz görüşü tamamen ortaya koymakta ve kıyâfet-nâmelerle paralel bir görüşü belirtmektedir. Toplum tarafından hakkından kesin ve olumsuz hüküm verilen bir diğer insan tipi kısa olanlardır. Kıyâfet-nâmelerde kısalar için şöyle denmektedir: Kısa olursa kibr u kine olur Mekr ile hileye hazin olur 197 Kıyâfet-nâmelerde kısa boylu insanlar hakkında oldukça olumsuz bir görüş yansıtmakla beraber bu görüş halkın bu tip insanlara bakışıyla birebir örtüşmektedir. Halk arasında kısa boylu insanlar hileci, fitne çıkaran ve kendilerinden sakınılması gereken tipler olarak kabul görür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Erzurum ve Sivas bölgesinde bu insanların 196 Mine Mengi, TDAY Belleten 1977, s. 305-306. 197 Çelebioğlu, age. s. 238. 106
108 uğursuz olduklarına inanılır. 198 Kıçı yere yakından korkmalısın - aklı kısayla boyu kısayla arkadaş olma gibi atasözleri bu inancı dile getirmektedir. Kıyâfet-nâmelerde olumsuz olarak değerlendirilen bir diğer özellik ise mavi gözdür. Kıyâfet-nâmelerde bu renge sahip olan göz için şöyle bir yorum yapılmaktadır: Gözü gök olanda olmaz edeb Gözü çakır bahadır olsa aceb... Gök olursa ne uzubillâh eger Bu sıfatlar bulunur anda beter Olmaz anun gibi olanda haya Kat bed-huy olur aceb hod-ra 199 Görüldüğü gibi mavi gözlülük edepsizliğin alameti olarak kabul edilmiştir. Şimdi halkın bu göz rengine nasıl baktığına bakalım. Halk arasında mavi gözün nazara sebep olduğu ve bu gözlerin insanları daha çok nazar ettiğine inanılır. Erzurum ve Sivas bölgelerinde ise bu göze sahip insanların uğursuz oldukları hükmü verilmektedir. Atasözlerinde ise mavi gözlü ve sarışın tiplerin şehvet-perest olduklarını şu atasözünden anlıyoruz: Sakalı sarı, gözü mavi döl azgını; gece ayaz, gündüz bulut yıl azgını. Halk arasında ve kıyâfet-nâmelerde olumsuz olarak değerlendirilen özellik kişinin ten rengidir. Halk arasında beğenilen ve takdir edilen renk esmer ve beyazdır. Esmer ve beyaz ten dışında sarışınlığa pek fazla revaç edilmemiş ve genelde bu ten rengi uğursuzluk olarak kabul edilmiştir. Sarışınlığı uğursuzluk olarak kabul etme kıyâfet-nâmelerin de temel eğilimidir. Mesela kıyâfet-nâmelerde sarışınlar için şöyle denmektedir: Rengi ol ademin ki sufretdür (sarı) Kalbi kalb u işi hıyanetdür Ola saru kim siyaha ma ildür Hak budur cümle hulku batıldır. 200 Görüldüğü gibi kıyâfet-nâmelerde sarışın insanların hıyanete meyilli olduğu ve yaramaz bir yaratılışa sahip oldukları aktarılmış ve bu kişiler hakkında olumsuz hükümler verilmiştir. Bu tür olumsuzluklar Erzurum ve Sivas bölgesinde yaşayan insanların, sarışın insanlar için verdikleri hükümler için de geçerlidir. Bu bölgenin insanları sarışın insanlara itibar edilmemesi gerektiğine inanılmış ve bu tip insanların yaramaz özelliklere sahip olduklarını ve 198 Mengi, agm. s. 306. 199 Çelebioğlu, age. s. 241. 200 Çelebioğlu, age. s. 138. 107
109 uğursuzluk taşıdıklarına inanılmıştır. Ayrıca halk arasında beğenilen kadın tipi içinde de sarışına pek yer olmayıp tercih edilen kadının esmer olduğu şu atasözüyle anlaşılmaktadır: Sarışının adı var esmerin tadı. Kıyâfet-nâmelerde ve halk arasında uğursuzluk olarak kabul edilen bir diğer özellik ise körlük ve çukur gözlülüktür. Halk inanışına göre kör insanlarda şomluk eksik olmaz ve çukur gözlü insanlar da hain ve nankör olurlar. Kıyâfet-nâmelerde ise: Gözü çukur olursa insanun Reşki vü kibri çok olur anun 201 A vere olma yakın Sık bakan olmaz emin 202 şeklinde aktarılır ve halk edebiyatındaki körler ve çukur gözlüler için aşağı yukarı verilen hükümlerle aynı hükümler verilmiştir. Ayrıca bazı atasözlerinde Körden, savaktan; meyvesi bitmeyen kavaktan sakın, Kel arsız, kör yanaz olur denilerek kör insanlardan sakınılması gerektiği ve bunların şom oldukları açıkça aktarılmıştır. Köse ve topal insanlar için de halk arasında oldukça fazla inanış hakimdir. Halk arasında köse insanların kibirli ve içten hesaplı olduklarına inanılarak onlar için köse hesabını bilir atasözü kullanılarak onların bu özellikleri anlatılmaya çalışılır. Kıyâfetnâmelerde de köseler için: Köse ki hiç rişi yok Anun olur mekri çok 203 şeklinde bir hüküm verilerek halk arasındaki anlayışla bağdaşan bir görüş benimsenmiş olduğunu gösterir ve köse kişilerin hilekar olduklarını aktarır. Erzurum ve Sivas bölgesinde topal insanların uğursuz olduklarına inanılır ve bu tür insanların olumsuz kişilik özellikleri yansıttıkları kabul edilir. Kıyâfet-nâmelerde ise tekebbürü n-fi l-avrec 204 şeklinde bir tabir kullanılır, yani topalın tekebbür edici olduğu ve kendini diğer insanlardan üstün tuttuğu söylenmekte ve topal insanların olumsuz özelliği aktarılmaktadır. Kıyâfet-nâmelerde verilen bazı hükümler deyimlere de yansımıştır. Kıyâfet-nâmelerde kara göz rengi için: Göz karası zeka alametidür Surh olursa şeca at ayetidür 205 201 Çelebioğlu, age. s. 243. 202 Çelebioğlu, age. s. 254. 203 Çelebioğlu, age. s. 257. 204 Sivrihisâri, age. v. 33 b. 205 Çelebioğlu, age. s. 241. 108
110 şeklinde bir açıklama yapılarak kara gözlülüğün zekaya ve cesarete alamet olduğunu söylerken halk arasında da cesur insanlar için gözü kara deyimi kullanılmaktadır. Ayrıca hırsız insanlar için kıyâfet-nâmelerde: Nâs ortasından 5arb-ı me3eldür, uirıya eli uzun dirler göbeginden ayaiı +arafı cânibinden eli +arafı cânibi uzun olmaodan kinâyetdür. 206 şeklinde bir açıklamaya yer verilip uzun elli insanların kötü olduklarını ve halk arasında da bunun bu şekilde anıldığını aktarılır. Günümüzde de hırsız kişiler için eli uzun deyimi kullanılmaktadır. Kadın güzelliği bir toplumun temel estetiğini yansıtan bir özelliğe sahiptir. Divan edebiyatında ve kıyâfet-nâmelerde kadın güzelliği üzerinde durulduğunu ve özellikle güzellik kavramıyla yüz güzelliği anlatılmak istendiğini önceki bölümlerde aktarmıştık. Çünkü kıyâfet-nâmelerde ve mutasavvıf şairler arasında yaygın inanışa göre yüz Allâh güzelliğinin tecelli ettiği ve insanın iç dünyasının kendini ortaya koyduğu yerdir. Bu yüzden bir insanın yüz bakımından güzel olması gerektiği vurgulanmış ve kıyâfet-nâmeler bu düşünce şu şekilde dile getirilmiştir: Adem oldur derûni sade ola Sureti gül gibi güşâde ola Eyü yüze bu vasf olur kâfi Mu tedil ola cümle evfâfi 207. Aynı anlayış halk arasında da yaygındır. Halk arasında Güzel yüzlü olanın huyu da güzel olur. atasözü bu anlayışı açıkça ortaya koymaktadır. Bu yüzden güzel insanlar halk arasında oldukça revaç görülmüş ve güzel insanlara karşı olumlu bir tavır takınılırken çirkin insanlara karşı acımasız bir tavır takınılması bu sebebe bağlayabiliriz. Bu yüzdendir ki birçok zeki ve başarılı insan bu anlayışın kurbanı olmuştur. Kıyâfet-nâmelerde tipler için belirlenmiş olan özellikler halkın ortak ürünü olan yukarıda verdiğimiz atasözlerinin dışında başka atasözlerine de yansımıştır. Atasözlerinde özellikle kadınlar için bazı tespitlerde bulunmuş ve tiple kişilik arasında ilişki kurulmuştur. Bazı atasözlerinde kadının güzelliği yansıtılmaya çalışılırken bazılarındaysa saçı uzun, aklı kısa" atasözünde olduğu gibi tamamen olumsuz bazı yargılar da verilmiştir Aşağıdaki atasözleri kıyâfet-nâmelerin belirlemiş olduğu bazı kıstasları taşımaları bakımından önemlidir: 206 Sivrihisâri, age. v.47 b. 207 Çelebioğlu, age. s. 243. 109
111 Adamın yere bakanından, suyun sesiz akanından kork. Beyazın adını var, esmerin tadı var. Tarlayı taşlı yerden, kızı kardeşli yerden... Bağın taşlısı, karının saçlısı Güzeli herkes sever. Güzelin talihi çirkin olur. Atta karın, yiğitte burun,, Bir dirhem et bin ayıp örter, Köpeğin koca kuyruklusundan, adamın koca bıyıklısından kork, Đyilik etme kellere gider söyler ellere, 208 Yukarıda verdiğimiz bazı örneklerle kıyâfet-nâme türündeki eserler ile halkın bazı insan özellikleri için verdikleri hükümleri ve genel kanıların ortak özelliklerini ve benzerliklerin örneklerle açıkladık. Bu ortak özelliklerin bir kısmı halk arasında inanç şeklinde varken bazıları ise atalar sözü şeklinde halk arasında yaşamaktadır. Bu bölümümüzde ise haklarsında yaygın olan ve Divan edebiyatında müstakil bir tür olarak yaygınlaşan ve bir ilim olarak atfedilen kıyâfet-nâmelerin Aşık Tarzı halk edebiyatına nasıl yansıdığı ve kıyâfet-nâmelerde belirtilen güzel kadının özellikleriyle Aşık edebiyatında bunun nasıl ele alındığına bakacağız. Edebiyatta kadının vazgeçilmez bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu yüzden bütün şairler şiirlerinde kadınlara önemli bir yer ayırmış ve kadını değişik şekillerde ve hayallerle ele almıştır. Kıyâfet-nâmelerde görülen mutedil ve tercih edilen kadın tipinin beyaz tenli ve esmer olduğu, boyu vasat, dudak, yanak, dilin kırmızı; gözü, saçı, kaşı ve benlerinin siyah; eli, ağzı, burnu ve yağının küçük olduğunu yukarıda belirtmiştik. Genel olarak kıyâfetnâmelerde halk zevkine uygun olarak esmer kadını işlediğini bilmekteyiz. Esmer ve beyaz tenli kadın anlayışının Âşık tarzı şiirlerde de görülmektedir. Birçok Halk şiirinde türkülerinde kadınlar ele alınırken divan edebiyatındaki estetik unsurlarına benzer unsurlar kullanıldığı görülmektedir. Halk şiirinde de kadının kaşları kara ve keman gibidir. Gözleri siyah ve yahut eladır. Yüzü ay gibi parlak ve temizdir. Boyu uzun ve beli incedir. Güzelliğinin nişanesi olarak yüzünde benler vardır. Bu yönüyle Aşık edebiyatında anlatılan kadın tipi kıyâfet-nâmelerde anlatılan kadın tipiyle paralellik gösterir. Örneğin Karacaoğlan ın: Ey bana kara diyen dilber Saçların kara değil mi? dizeleri bize başlı başına dönemin zevk anlayışını ve kadın tipini ortaya koymaktadır. Çünkü Halk kültüründe ve gerekse kıyâfet-nâmelerde vasfedilen kadının saçları siyahtır ve bu dizeler bize kıyâfet-nâmelerde kadının saçlarını anlatan şu beyti hatırlatmaktadır: 208 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri Sözlüğü, Đnklap Yayınevi, Đstanbul 2005. 110
112 Dört yeri lazım siyah Saç u kaş u kirpik göz ah Kıyâfet-nâmelerde bir kadında olunması gereken göz rengi olarak siya veya ela kabul edilmiştir ve bu iki göz renginin kadınlarda bulunmasının kadının bi-bedel kıldığı aktarılmıştır. Aşık edebiyatında da kadının gözleri siyah veya eladır. Aşağıdaki dizelerde şair, sevgilisinin gözlerinin ela olduğunu bize bildirmektedir: Ela gözlerine kurban olduğum Bu gelip geçtiğin yollar övünsün ya da Ela gözlüm ben bu elden gidersem Zülfü perişanım kal melül melül Şair bu dizeleriyle ela gözlü, dağınık saçlı bir güzelin portresini bize çizmektedir. Aşağıda vereceğimiz dizelerde ise dönemin kadın anlayışını ve yaş özelliklerini de yansıtmaktadır ve bu özellikler de kıyâfet-nâmelerde belirtilen özelliklerle belli bir uyum göstermektedir: Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır Dedim inci nedir, dedi dişimdir Dedim on dört nedir, dedi yaşımdır Dedim daha var mı dedi ki yok yok Yukarıda verdiğimiz örneklerden ve karşılaştırmalardan da anlaşıldığı gibi halk arasındaki kadın anlayışı ve bazı deforme tiplere ait özellikler ile kıyâfet-nâmelerde görülen özellikler birbiriyle şaşırtıcı bir şekilde paralellik göstermektedir. 6. 3. Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatında: Türk edebiyatında ve yaşam tarzında önemli bir yere sahip olan ve hayatın birçok yerinde etkili olan kıyâfet ilmi, Türklerin büyük bir toplumsal değişime başladıkları ve yüzünü Batı ya çevirdikleri Tanzimat döneminde de etkisini sürdürmüş ve hatta daha sonraki dönemlerde de bu etki devam etmiştir. Bu dönemde bazı yazarlar eserlerinde, özellikle roman ve öykülerde, bu ilimden yararlanmış ve ortaya koydukları kişilerin ruhsal ve bedensel yapılarını ortaya koymada bu ilmin verilerini kullanmıştır. Bu kullanım sadece Doğu alemine has bir özellik olmayıp Batı dünyasında, kıyâfet ilminin karşılığı olan fizyonomi de büyük bir 111
113 ilgi görmüş, öncelikle insanoğlunu merkeze alan tüm alanlarda etkisini göstermiştir. 209 Batı roman ve öykülerinde birçok yazar, kişilerinin karakter ve beden tasvirlerini yaparken bu ilimden yola çıkmış, bu ilmin verilerinden yararlanarak kişilerin beden yapısıyla kişilikleri arasında ilişki kurmuştur. Tanzimat öncesi dönemde mesnevilerde kahramanların vücut yapıları anlatılırken bu ilmin verilerinden yararlanılmış ve kişiler o dönemin anlayışını yansıtacak nitelikte aktarılmıştır. Tanzimat tan sonra ise Türk edebiyatı ilk kez Batı menşeli olan roman türü ile tanışmıştır. Mesnevilerden pek farklı olmamakla beraber bu türde kahramanlar daha çok merkeze alınmış ve kişinin psikolojik yapısına oldukça fazla yer verilmiştir. Hatta sonraki dönemlerde olayın ikinci plana itilip sadece ruh tahlili yapan roman türünün yaygılaştığı görülmüştür. Tanzimat ın ilk yılları geçiş dönemi olduğundan yazarlar tam olarak doğu kültüründen de kopamadıklarından eski döneme ait bazı özellikleri eserlerine yansıtmış ve eserlerinde eski inançları, ilimleri, gelenek ve görenekleri işlemeye devam etmişlerdir. Kıyâfet ilmine dair ilk özellikleri dönemin önemli yazarlarından olan Namık Kemal in Đntibah adlı eserinde görmekteyiz. Namık Kemal, kahramanı Ali Bey in çocukluğundan bahsederken ve babası onun için sürekli endişe duyduğunu aktarırken: Çocuk sarı benizli, fazlasıyla sinirli; bununla beraber kanı da oynak bir şey olarak gördüğü bilgece terbiyelerin, şefkatli davranışların etkisiyle tabiatının neticelerinden olan hiddetle yenebilir gibi görünse de o mizacın diğer bir sonucu olan tutku ve aşırı düşkünlük esiri olduğu her halinden belli oluyordu. 210 Yukarıdaki parçada olduğu gibi onun ten rengiyle kişiliği ve sağlık durumu arasında şu şekilde bir ilişki kurmaktadır. Yazarın yaptığı bu değerlendirme kıyâfet-nâmelerde de aktarılan olumsuz bir özelliktir: Rengi ol ademün ki sufretdür Kalbi kalb u işi hıyanetdür Ol saru kim siyaha maildür Hak budur cümle hulkı batıldur 211... Benzi sarıdur ali Esvada mail muhil 212 209 Şahmurat Arık, Ahmet Mithat Efendi nîn Romanlarında Kıyâfet Đlminin Etkileri, Đ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XXX, 2003, s. 44. 210 Namık Kemal, Đntibah, Kitapzamanı 2006, s. 35. 211 Çelebioğlu, age. s. 238. 112
114 Görüldüğü gibi yazarın sarı benizli kahramanı için belirtmiş olduğu bu olumsuz özellikler kıyâfet-nâmelerde de olumsuzluk olarak kabul edilmiştir. Ayrıca yazar kadın kahramanı olan Mahpeyker i anlatırken Divan edebiyatında anlatılan ve kıyâfet-nâmelerde övülen kadının özellikleriyle aktarmıştır. Kıyâfet-nâmelerde ve Divan şiirinde methedilen esmer, siyah saçlı, uzun boylu kadın tipi yazarın kahramanıyla örtüşmektedir. Yazar Mahpeyker i: Siyaha dönük samur saçları, incecik düz kaşı, noktalı yeşil gözlü, siyah ve uzun kirpikli, hafif sıra üzeri dalgalı koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufak ağızlı, (şehvet fazlalığını gösterir) ateşi kırmızı kalınca dudaklı,... 213 şeklinde anlatmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken yazarın fettan bir kadını anlatırken dikkat ettiği ayrıntılardır. Örneğin yazar Mahpeyker i yeşil gözlü olarak aktarmıştır. Yeşil göz kıyâfet-nâmelerde Pîrûze gibi ziyâde yaşıl göz şerre vü -ıyânete delîldür. 214 şeklinde yorumlanırken gözün noktalı olmasını da Göz bebeginüñ çevresinde noo+alar olmao ol şerre delîldür. 215 şeklinde açıklamışlardır. Ayrıca yazarın kadın kahramanının küçük ağızlı olduğunu söyledikten sonra bunun şehvet fazlalığını gösterir şeklinde bir açıklama da yapması dikkate değerdir ve bu durum bize kıyâfet-nâmelerdeki yorumları hatırlamaktadır. Tanzimat döneminde bu ilmin etkilerinin en çok görüldüğü yazar Ahmet Mithat Efendi dir. Ahmet Mithat popülist bir edebiyat anlayışıyla eser verdiği için eserlerinde çağın ilimlerinden, teknolojik gelişmelerinden, vs. birçok şeyden bahsederek okuyucusunu bilgilendirmeyi amaçlar. Ahmet Mithat Efendi, yazdığı eserlerinin birçoğunda kıyâfet ilminden yararlanmış, bazı eserlerinde bu konuyu işlerken ve ondan bahsederken bazı eserlerinde ise ele almış olduğu kahramanlarını bu ilme göre değerlendirmiştir. Örneğin, Esrâr-ı Cinâyet adlı romanında yazar, gazetecilerin bu ilimden anlamaları ve kişinin kalbinden ezberlediği şeyi yüzünden ve gözlerinden okuması gerektiğini söyler. 216 Ayrıca yazar, Fennî Bir Roman yahut Amerika Doktoru adlı eserinde ilm-i kıyâfeti doğrudan konu edinmiş ve bu ilmin insanoğlu için ne kadar değerli olduğunu belirterek bu ilme mesai sarf etmenin tıp ilminde kadavralar üzerinde çalışmak kadar önemli olduğunu bildirerek şöyle devam etmiştir: Hükemâdan Descartes mi? Hangisi olduğunu pek tahattur edemiyoruz. Hasılı hükemâdan birisi fizyoloji,yani menâfiü l-a zâ ve psikoloji fenlerinde o kadar ileri varmıştır ki ve o kadar mühim şeyler yazmaya başlamıştır ki derece-i ehmiyetine takdir dûçar-ı veleh olmuşlar. Yine hükemâdan birisi, kendisine: Yahu! Bu kadar güzel şeyleri yazmak için hangi 212 Çelebioğlu, age. s. 255. 213 Namık Kemal, age. s. 50. 214 Sivrihisârî, age, v. 33b. 215 A. yer. 216 Arık, agm, s. 46. 113
115 kitaplara müracaat ediyorsunuz? sualini irat edince o zat, şöyle yanı başındaki perdeyi kaldırıvermiş. Bir de ne görsünler, perdenin öte tarafında muntazam yapılmış birkaç tezgahla birkaç insan naaşı bulunarak, binlerce varan cerrah aletleri dahi muntazam suretle tertip olmuştur. Hekim cenâpları bunları göstererek: Đşte bu kitapları tetkik ile hilkat-ı beşeriyedeki hakayıkı meydana çıkarıyorum. demiş. 217 Yazar bu eserinde kıyâfet ilmi hakkında gerekli bilgileri verirken diğer eserlerinde ise kişilerin vücut yapılarıyla kişilikleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymuş ve bunu yaparken de kıyâfet ilminin verilerine dayanarak kişilik tahlilleri yapmıştır. Örneğin yazar, Esrâr-ı Cinâyet adlı eserinde kahramanı Osman Sabri Efendi yi tasvir ederken onun başının büyüklüğü üzerine yoğunlaşır ve bu büyüklüğü kıyâfet ilmine göre şu şekilde yorumlar: Fizyonomi yani ilm-i kıyâfet bazı kocaman kafalıları mankafa olmak üzere hükmeder. Hakkı da vardır. Çünkü bu biçim kafalar içindeki dimağ az olur binaenaleyh boş sandıktan başka bir şeye benzemezler. Fakat içi dolu olan kocaman kafaların dimağca ve muktezası olan zekâca gözlerden intişar eden fetânet ateşleri delalet eder ki işte Beyoğlu müstantiklerinden Osman Sabri Efendi nîn kafası en mükemmellerindendi. 218 Bu romanda yazarın üzerinde durduğu bir diğer uzuv da dudaktır. Bilindiği gibi kıyâfet-nâmelerde dudağın kırmızı ve ince olması anlayış ve zeka çokluğuna işâret eder. Yazar bu romanın kahramanı olan Osman Sabri yi baş bakımından zekiliğini ortaya koyarken onu başka bir uzuv olan dudakla da bu özelliğini pekiştirmeye çalışır. Osman Sabri ince ve kırmızı dudaklara, yumru bir çeneye, sivrice bir burna sahiptir. Yazar bütün bu özellikleri aktarırken aslında Osman Sabri nîn ne kadar zeki olduğunu ortaya koymaya çalışmış ve Osman Sabri nîn adım adım cinayeti çözmesi de bu zekasını ortaya koymuştur. 219 Ahmet Mithat Müşâhedât adlı romanında kıyâfet-nâmelerin ele aldığı konulardan bir olan diş üzerinde durur ve kahramanlarının dişlerinden yola çıkarak onların kişilikleri hakkında bilgi verme yoluna gider. Hamdullâh Hamdi ve Đbrahim Hakkı ya göre diş çeşitli yönleriyle kişinin karakterine delalet eder. Mesela iri diş, şerir ve afet olmaya; eğri diş hileci ve hain olamaya; düzgün diş, doğru sözlü olmaya işâret eder. Ahmet Mithat, bu hükümlerden yola çıkarak romanının kadın kahramanı olan Siranuş u bu hükümler ışığında yüz hatlarından yola çıkarak kişiliği hakkında bilgiler verirken hiç görmediği dişleri hakkında da yorumlar yaparak verdiği özelliklere uygun dişlerin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklar: 217 Arık, agm, s. 47. 218 Arık, agm. s. 47. 219 Arık, agm. s. 50. 114
116 Güldüğü nadir görüleceğinden ve hele karşımdaki esmer dilber gülmediği gibi ondan sonraki ahval gülmeyi büsbütün muhal ta lik eylediğinden dişlerinin nasıl olduğu görülmedi. Fakat her şeyi görmek zaruri midir? O anda yemine bile hazır idim ki kadının dişleri biraz büyücek ama sık ve kavi idi. Çünkü çehrenin heyet-i umumiyesinden istidlal olunan metanet, şecaat, sabr u sebat, şiddet-i azm, ciddiyet-i cezm manaları büsbütün yalan ve yanlış olmak için dişleri de böyle olmaları iktiza eder. 220 Ahmet Mithat, bu romanın bir diğer kahramanı olan Agavni yi de tasvir ederken dişleri üzerine yoğunlaşır ve genç kadının dişlerinin küçük ve seyrek olduğunu söyleyerek bu dişlerin şuhluk ve sevimlilik alametleri olduğunu aktarır. Yazarın diş üzerine yoğunlaştığı bir diğer romanıysa Karnaval dır. Yazar, bu romanın kahramanı olan Şehnaz ın dişleri onun ne kadar inatçı ve geçimsiz biri olduğunu ilan etmektedir. Romanda vuku bulan olaylar Şehnaz ın gerçekten geçimsiz ve inatçı bir insan olduğunu ispatlar. 221 Ayrıca yazar, Çinli Han adlı romanında da diş üzerine yoğunlaşır ve roman kahramanlarından Dilaroş un dişlerinden yola çıkarak onun kişilik tahliline gider. Yazar, Dilaroş un dişlerinin hem çok küçük hem de çok sık olduğunu aktarır ve bu tür dişlerin kişinin sert ve gayet inatçı bir kişiliğe sahip olduğuna işâret olduğunu söyler. 222 Ahmet Mithat bazı romanlarında da göz üzerine yoğunlaşır ve kahramanlarının göz renklerinden yola çıkarak onların kişiliklerini yansıtma yoluna gider. Süleyman Muslî adlı romanında yazar, kahramanının zekiliğini gözleriyle anlatır. Bilindiği gibi ilm-i kıyâfete göre kara göz kişinin zeki olduğunun göstergesidir. Yazar da kahramanı Süleyman ı tasvir ederken: Çocuk buğday renkli, nahif endamlı, kara kaşlı kara gözlü, beyzî simalı; zeka ve şecaat-ı tabına tavır ve siması şahadet eder. diyerek kahramanının kişiliğini yansıtmaya gider. Vah romanında da yazar Necati Bey i anlatırken onun siyah gözlerine odaklanarak ne kadar zeki olduğunu ve bunun gözlerinden anlaşıldığını söyler. Esrar-ı Cinayet te de Osman Sabri nîn gözleri onun zekasını gösterir. Ayrıca yazar göz ile zeka arasıda kurduğu bağı Arnavutlar Solyotlar ile Haydut Montari adlı romanlarında da sürdürür. 223 Ahmet Mithat, yukarıda verdiğimiz uzuvların dışında boy, renk, çehre, gibi uzuvların üzerinde de durmuş ve kıyâfet-nâmelerin ele aldığı bu konuları bu ilmin çerçevesi içinde eserlerine aktarmıştır. Ayrıca yazar bu ilmi sadece kendi kahramanlarına aktarmakla da 220 Arık, agm. s. 49. 221 Arık, agm. s. 49-50. 222 Arık, agm. s. 50. 223 Arık, agm. s. 51-53. 115
117 yetinmemiş bizzat roman kahramanları da bu ilme vakıf olduklarını ve bu ilmi öğrendiklerini de aktarmıştır. 224 Eserlerinde bu ilme yer veren bir diğer sanatçı da Reşat Nuri Güntekin dir. Yazar bu ilmi kahramanlarına uygulamamakla birlikte bu ilmi eleştiri ve sağlıklı bir ilim olmadığını ortaya koyma yoluna gider. Yazar Çehreler ve Tabiatlar adlı hikayesinde bu ilmin bozuk anlayışını eleştirirken ne tür yanılgılara da yol açtığını aktarır. Öykü kahramanı Niyazi Bey bir psikoloji uzmanıdır. Yazmış olduğu Çehreler ve Tabiatlar adlı eseriyle ün kazanmıştır. Yazarın yazmış olduğu bu kitap insan ahlakını tanımak için kullanılan bir ölçüdür. Kocalarından, karılarından şüphelenenler, evlenmek isteyenler bu kitaptan yararlanır ve hükümlere varırları. Hatta hakimler bile karar vermekte zorlandıklarında çaktırmadan bu kitaba bakar ve sanıklar hakkında öylece hüküm vermeye çalışırlardı. Bir gün Niyazi Bey e bir adam gelir. Bu adam Niyazi Bey in eserine itibar edenlerdendir. Adamın kızına Halim Bey diye biri talip olmuş, adamda Halim Bey i bu esere göre değerlendirdiğinde adamın adı gibi halim olmadığını aksine eşek yaratılışlı olduğunu görür. Ama Halim Bey i tanıyan herkes bu zatın çok iyi bir kişi olduğuna şahadet eder. Adan çelişkide kalır ve soluğu Niyazi Bey in yanında alır. Niyazi Bey fotoğrafa bakar ve kitapta verdiği çehre ile bu adamın çehresi aynı olduğunu görür. Ama verdiği hükümde emin değildir. Niyazi Bey eserine de halel getirmek istemediği için emin olmadığı halde Halim Bey hakkında olumsuz hüküm verir ve potansiyel bir mutluluğu yıkar. 225 Yazar bu öyküde bu ilmin hiçbir dayanağının olmadığını ortaya koymaya çalışmış ve bu tür düşüncelerin olumsuzluklara yola açabileceğini, kişinin dış yapısına bakılarak onun iç dünyasının bilinemeyeceğini vurgulamıştır. Yukarıda verdiğimiz yazarların dışında edebiyatımızda birçok yazar bu ilmin ki fizyonomiyi de buna dahil edebiliriz- bazı özelliklerini eserlerine aktardığını görülmüştür. Örneğin Halit Ziya, Aşk-ı Memnu adlı romanında Bihter i anlatırken kıyâfet-nâmelerde ve toplumda kabul gören bir güzelliği ele aldığı görülür. Ayrıca tahlil romanlarının en başarılarından biri olan Dokuzuncu HariciyeKoğuşu nda da fizyonomiye dair işâretler kendini göstermektedir. 226 224 Arık, agm. s. 58. 225 Çavuşoğlu, age. s. 36-38 226 Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Alkım Yayınevi, Đstanbul 2005. 116
118 7. Đlm-i Kıyâfet ve Fizyonominin Diğer Bilimlere Etkisi Bu ilim günümüzde sadece insan mizacını ortaya koymakla uğraşmanın yanı sıra birçok alanda da kullanılmaktadır. Geçmişte bu ilim dalı devlet idaresine alınacak memurların seçiminde, cariye ve köle alımında etkili iken günümüzde bu ilim tıptan tutun da sanatta, resimde ve hatta falcılık alanında bile kullanılmaktadır.diyebiliriz ki bu ilmin belirlemiş olduğu kıstaslar insanı ilgilendiren her alanda uygulanmış ve eskiden sadece memur ve hizmetçi alımlarında kullanılırken günümüzde hemen hemen her alanda uygulanmaktadır. Günümüzde bu ilim şu alanları etkilemiş ve bu alanlar fizyonomiden bir yardımcı bilim gibi yararlanmaktadır: 7. 1. Psikoloji: Psikolojinin temel konusu insan ve insan davranışlarının altında yatan nedenlerdir. Đnsan davranışları çok boyutlu ve girift bir yapıya sahip olduğu için günümüze kadar kesin bir temele dayanılmış değildir. Đnsan davranışlarını inceleyen kimi bilim adamları bu davranışların sebebini kişinin iç dünyasına bağlayıp açıklama yoluna giderken kimileri de beden yapısı ile açıklama yoluna gitmiş ve insanları beden yapısı bakımından kişiliklerini sınıflandırmıştır. Çağdaş kuramlar; tip, nitelik, durum, özellik ve davranış kuramları gibi başlıklar altında toplanabilen çağdaş kişilik kuramlarında, çoğunlukla tekil özelliklerden yola çıkarak genellemelere gitme eylemi ağır basar. Tip kuramlarında kişilik beden yapısına göre sınıflandırılır. Beden yapısı ile kişilik özellikleri arasındaki ilişkiler konusundaki düşünceleri ilk sistemleştiren Dr. Gall dir. Prenolojinin (kafatası bilimi) kurucularından Dr. Gall, kişilik ile ilgili çeşitli özellik ve fonksiyonların beyinde belirli merkezleri olduğu şeklinde bir varsayımı kabul etmiş ve bütün beyinin topografyasını çıkarmıştır. Beyindeki bu merkezlerin iyi gelişmiş olması, bu özellik ve fonksiyonların kuvvetli olması şeklinde anlaşılmıştır. Beynin bu merkezlerinin kafatasına da etki yapıp orada da bir takım çıkıntı veya girintilere yol açacağı tabii sayılmıştır. Kafatasındaki çıkıntı, düzlük ve girintilerin incelenmesi ile kişilik özellikleri hakkında fikir sahibi olunacağı belirtilmiştir. Buna göre kafatasının arka kısmında belirli bir çıkıntı olanların maddi zevklere düşkün; alınlarının yukarı kısmı çıkıntılı olanların ise, mal ve mülkiyet arzularının kuvvetli olduğu ileri sürülmüştür. Avusturyalı bir anatomi uzmanı olan Dr. Gall, yaşamının yirmi yılını akıl hastaları ve mahkûmlar arasında 117
119 dolaşıp, anların kafa şekillerini çizerek geçirmiştir. Dr. Gall e göre: Kafatası beyin korteksini kaplar ve orantısız öneme göre, kafatasında eş anlamlı çıkıntılar olur. 227 Yukarıda sözü edilen sürecin psikoloji tarihi bakımından ilk mihenk taşı Descartes ile belirlenir. Descartes ile birlikte zihin-beden ikilemi (düalizm) üzerinde temellendirilmeye çalışılan insan davranışlarını anlama çabası, erken XIX. yüzyılın en tartışmalı bilim simalarından biri olan Franz Joseph Gall in frenoloji yaklaşımı ile gündelik yaşamın içine kadar nüfuz etmiştir. Kafatası yapısı ile kişilik özellikleri arasında ilişkiler kurma bilimi olduğunu varsayan frenoloji, kullandığı yöntemlerin geçerli ve güvenilir olmamasından ötürü, akademik camiadan ret almış, ancak, Gall in alternatif bir yol olarak şehir meydanlarında yaptığı teatral sunumlar ile halkın ilgisini çekmeyi başardığı gibi dönemin en popüler yaklaşımlarından biri haline gelmiştir. Popüler olmasına rağmen Gall in ortaya attığı görüşlerin pek de bilimsel bir dayanağı yoktur. Gözlemlediği kimi tesadüfi ilişkileri sistematik bir sorgulama içinde çözmek yerine, keyfi açıklamalar ile ele alan Gall, bu ilmi zafiyetine rağmen, değişmez nitelikteki bazı anatomik keşiflerin yanı sıra suç biliminin de ilk söz sahipleri arasındadır. Frenoloji yaklaşımının yöntemsel hatalarını anlatabilmek için basit bir örnek vermek gerekirse, Gall, ahbaplık kurduğu bir hırsızlık çetesinin üyesi olan çocukların bir ikisinde rastladığı (kulaklarının hemen üzerinden öne doğru uzanan) kimi ufak tefek kafatası çıkıntılarını apar topar suç davranışının ipuçları olarak yorumlamış ve halka açık sunumlarında bu sağlıksız verileri mutlak bir bilgi kaynağı gibi aktarmakta vakit kaybetmemiştir. Ancak, bilimin Gall e cevabı enteresandır: Descartes in kafatası ile fizik dehası Laplace ın beyni olarak takdim edilen (gerçekte ise zihinsel engelli bir insana ait olan) yapıları incelemeleri istenen frenologlar, kendilerine verilen saptırıcı bilgi doğrultusunda, inceleme malzemelerinden ilkinin zihinsel yetisi düşük, ikincisinin ise deha vasıflı kişilere ait olabileceğini belirtmişlerdir. Daha da ötesinde, ölümünden sonra Paris te bir müzede korunan Gall in kafatası, yine kimlik bilgisi saklanarak frenologlara sunulduğunda, normalden iki kat daha fazla kalın kafatası olan birine ait olduğu yorumunda bulunmuşlardır. 228 Tip ve kişilik arasındaki ilişkiyi inceleyen ve tiplere göre insanları kişilik bakımından sınıflandıran bir diğer önemli şahsiyet ise Kretschmer dir. Kretschmer Psikolojisi kişiyi başkalarından farklı kılan ve toplumsal ilişkilere içinde gözlemlenebilen örgütlü ruhsal, bedensel işlevsel özellikler bütünü olarak tanımlamıştır. Kişiler arasındaki benzerlik ve farklılıkları saptamak, bir dizi benzerlik ya da farklılığın bir kalıp ya da model halinde nasıl 227 Gönültaş, Sever, agy. 228 Çörüş, agy. 118
120 örgütlendiğini araştırmak amacıyla Alman psikiyatr Ernst Kretschmer in öncülük ettiği kuram, 3 temel beden tipe (somatotip) dayandırılmıştır: Astenik Tipler : Bu tipler umumi hatları ile şöyle bir görünüştedirler: Uzunluğuna büyüme, çok az enine genişleme, zayıf olduğundan daha uzun görünen ince insan, kansız, kuru bir cilt, dar omuzlara asılmış zayıf, ince kolların nihayetinde uzun kemikli hafif eller, üzerinde kaburga kemikleri sayılabilen ve kaburga açısı sivri olan, kuru, dar, yassı bir göğüs kafesi, ince, zayıf bir karın ve nihayet aşağı uzuvları da yukarıdakilerin aynı olan bir vücut. Atletik Tipler : Bu tiplerin görünüşü şöyledir: Geniş, taşkın omuzlar, muhteşem bir göğüs, çekik karnı ile gövde şekli, havsala ve bacakların üst uzuvlara nispetle dolgun olmasına rağmen bilhassa omuz başlarının ve göğüs adalelerinin hipertrofisi dolayısıyla aşağı doğru daralmakta, bazen gayet zarif görünmektedir. Sert, yüksekçe bir baş serbest bir boyun üzerinde dimdik durmakta ve baş ile omuz arasında önden bakılınca teşekkül eden üçgen meyilli kenarı, boyun ile omuz kısmına hususiyetini vermektedir. Piknik Tipler : Bu tipler şöyle gözükür : Orta bir boy, tıknaz bir endam, omuzlar arasına oturtulmuş kısa ve kalın bir boyun, bunun üstünde yumuşak ve geniş bir çehre, aşağı doğru genişleyen derin mukavves göğüsün altından taşan şişman bir karın. 229 Kretschmer, insan tiplerini bu şekilde sınıflandırdıktan sonra her tipin kendine has bir kişiliği olduğu ve bunların birbirine pek benzemediğini ileri sürmüştür. Ona göre atletik tipler içe dönük ve utangaç; piknik tipler sevecen, cana yakın ve sosyal bir kişiliğe sahipken astentik tipler ise içe dönük, çok hassas, zeki ve sinirli olurlar. Bu alanda yapılmış ve ilim alemini bir süre meşgul ettikten sonra güvenirliği çürütülmüş bir diğer kuram Hem psikolog, hem de tıp doktoru olan William Sheldon undur. Sheldon dış görünüşün üç boyutu olduğunu söylemektedir ve buna bağlı olarak dış görünüşün üç boyutunu incelemiş ve bunlara uygun mizaçları belirlemeye çalışmıştır. Sheldon tipleri: Endomorfik tipler, şişman, yumuşak ve yuvarlak; mezomorfik tipler, adaleli, atletik ve güçlü; ektomorfik tipler, uzun boylu, zayıf, beyni iyi gelişmiş. Sheldon a göre her beden tipinin ayrı mizacı bulunmaktadır. Endomorflar eğlenceden hoşlanan, neşeli, arkadaş canlısı; mezomorflar saldırgan, cüretli, dinç; ektomorflar ise içe dönük, duygusal ve sinirli tiplerdir. Psikiyatrik vakalar da son zamanlarda bedensel yapıyla açıklanmaya çalışılmış, akli dengesizliklerin bedensel yapıyla ilişkisi olduğunu ileri sürülmüştür. Yapılmış olan bazı araştırmalarda bazı vücut yapılarına sahip kişilerde bazı ruhsal hastalıkların daha yoğun olarak görüldüğü tespit edilmiştir Bu konuda Kraepelin'in çalışmaları dikkate değer. 229 Kretschmer, age, s. 16-52 119
121 Araştırıcı, psikoz manik-depresif ve şizofreni ile bedensel tipler arasında bazı ilişkilerin olduğunu araştırmalarıyla kanıtlamıştır. Comas'tan aldığımız aşağıdaki çizelgede, değişik araştırıcıların bu ilişki konusunda verdiği % değerleri görmekteyiz. Söz konusu çizelgeden de kolayca anlaşılacağı üzere, hemen hemen bütün araştırıcıların bulguları, şizofreni hastalığının astenik tip ve atletik tiplerde çok daha sık görüldüğünü, psikoz manik- depresifin ise en fazla piknik tiplerde rastlandığım göz önüne sermektedir. Psişik kökenli bazı hastalıklarda bedensel yapı arasındaki ilgileşim (erkekler için) aşağıdaki tabloda farklı bilim adamları tarafından daha açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Gözlemci Şizofreni Psikoz manik depresif Astetik Atletik Kretschmer 70,3 Sioli, Kloth, Meyer 67,4 Verciani Henckel 59,3 86,0 Jakob ve Moser 54,2 Michel ve Weeber 74,5 Wyrsch von Rohdenvedig 76,0 72,3 Piknik Astenik tip Piknik 2,9 23,3 22,9 2,0 14,9 18,4 9,4 6,8 15,3 16,6 15,2 30,1 8,3 25,8 0,0 12,1 84,7 83,3 84,5 57,6 87,5 74,2 100,0 84,6 Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi bazı ruhsal hastalıkların bazı tiplerde görülme oranı yüksekken bazı tiplerde görülme oranı çok daha düşüktür. 7. 2. Tıp Đlm-i Kıyâfet ve fizyonomiden faydalanan bir diğer bilim dalı ise tıptır. Çok eski dönemlerden beri bazı hekimlerin insanların sağlık durumlarını onların vücut azalarından, renklerinden ve genel tip hususiyetlerden yola çıkarak teşhisler yaptıkları bilinmekle beraber bu anlayış sonraki dönemlerde de gelişerek devam etmiştir. Yapısal tiplerin incelenmesi, son senelerde biyotipolojinin gelişmesiyle daha bilimsel bir görünüm kazanmıştır. Aslında ilk yapısal sınıflamalar Aristo zamanına kadar gider. Her ne kadar bu alanda yapılan ilk çalışmalar insanları kesin kalıplar içine koyarak değerlendirme yoluna gitmişse de farklı bedensel yapılarda olan insanlarda bazı fizyolojik farklılıkların olduğu bugün artık 120
122 biyotipoloji alanında çalışanlarca kabul edilmektedir. Morfolojik, fizyolojik ve psişik öğeleri dikkate alarak sınıflama girişimlerinde bulunan fizik antropologlar bu farklılıklardan dolayı sık sık çeşitli güçlüklerle karşılaşırlar. Zira, insanoğlu herhangi bir kalıba sokulamayacak kadar karmaşık yapıda bir varlıktır. Đnsanoğlunun bu karmaşık yapısından dolayı daha önceki dönemlerde verilen bazı hükümlerin ve belirlenen kalıpların günümüzde pek de geçerliliği kalmış değildir. Kişinin sağlık durumuyla beden yapısı arasındaki ilişkiyi ele alarak teşhis koyma çalışmalarının çok eskiden beri yaygın olduğunu belirtmiştik. Đslâm aleminde bu alanda yapılan çalışmalara kıyâfet-nâmelerde rastlamaktayız. Kıyâfet-nâmelerde kişinin sarı benizli olması onun hatsallıklı olduğu yada vücudundan kan alındığına işâret ederken, kişinin benzinin kırmızı olması da onun sağlıklı ve semiz olduğuna işâret olarak kabul edilmiştir. Hekimler hastalarının dış özelliklerine bakarak hastalıkları hakkında teşhislerde bulunmuş ve bazı hastalıkların belli tip ve karakterdeki kişilerde bulunabileceğini savunmuşlar. Hekimlere göre öyle hastalıklar vardır ki, bazı bünyeleri daha fazla etkiler. Örneğin tüberkülozun ince ve uzun yapılı, göğüs kafesi dar kişilerde, kısa ve geniş göğüs kafesli olanlara oranla daha fazla ölüme neden olduğu iddia edilir. Çünkü bu yapıdaki insanlar daha düşünceli, içe kapanık bir kişiliğe sahip olurlar. Belki de bu yüzdendir ki bu hastalığa aydın insanların hastalığı da denmektedir. Diğer yandan, kalp hastalıklarında ölüm oranı, şişman ve kas sistemi gelişmiş olanlarda daha fazladır. Sheldon vekretschmer e göre de bazı vücut yapılarının bazı hastalıklara ve psikolojik bozukluklara daha yatkındır. 7. 3. Eğitim Çağdaş eğitim sisteminde etkili bir eğitim ve öğretim yapabilmek amacıyla öğretmen olacak kişilerin nitelikleri ve bu mesleğe olan uyumlulukları çok önemli bir yer teşkil etmiş ve uygun olan eğitici tipini belirleyebilmek amacıyla bir dizi tez üretilmiştir. Öğretmen seçiminde bazı kuramlar tipolojiden yararlanmış ve öğretmen adaylarını tip bakımından sınıflara ayrılmıştır. Bu kuramlar içinde Holland ın (1985) tipoloji kuramı önemlidir. Holland ın kuramına göre insanlar, kişilik özellikleri bakımından 6 grupta toplanabilir. Her bir kişilik tipine sahip birey, aynı tipe uygun çevresel model içerisinde kendini geliştirip mutlu olabilmektedir. O hâlde öğretmenlik mesleğinin çevresel modeline uygun kişilik tipine giren bireyler seçilip, bu kişiler öğretmen yetiştiren kurumlara yerleştirilmelidir. Aksi hâlde farklı kişilik tiplerine mensup bireyler öğretmen olmakta, bunun sonucunda da hem öğretmenlik mesleği zarar görmekte hem de bu kişiler, kişiliğine uygun olmayan bir çevrede huzursuzluk, stres ve uyumsuzluk içerisine düşerek mutsuz olmaktadırlar. 121
123 Öğretmenlik mesleğinin sunduğu çevresel modelin gerçekçi, aydın, sanatçı, sosyal, girişimci ve gelenekçi çevrelerden hangisi ya da hangilerine uygun olduğunu belirlemek için de birçok yöntem ve tekniklere başvurulabilir. Öğretmenlik mesleğinde mutlu ve başarılı olmuş olan öğretmenlerin kişilik tiplerini belirleyerek, belirlenmiş olan bu kişilik tiplerinin ortak yanlarından hareketle de öğretmenlik mesleğinin sunduğu çevre tahmin edilebilir. Meslek seçme aşamasına gelmiş olan bireyler, az çok kişilik tipleri hakkında tahmin yürütebilmektedir. Bu tahminlerinin doğruluk oranı, okullarda onlara sunulan rehberlik hizmetleri yoluyla da artırılabilmektedir. Öğretmenlik mesleğinin öğretmenlere sunacağı çevrenin belirlenmesiyle de meslek seçecek olan bireylere, bu mesleğin tiplerine uyup uymadığına karar vermeleri kalıyor. Kretschmer ve Sheldon un psikolojisi ve karakter tahlilleri öğrenciler de uygulanmıştır. Etkili ve kaliteli bir eğitim verebilmek ve verilen eğitimin öğrenci kişiliğine uygun olması eğitim sisteminin en büyük hedeflerinden biridir. Öğrencinin kişiliğine göre öğrenciye yaklaşmak ve buna göre eğitim vermek verilen eğitimin kalitesini yükseltecektir. Bu anlayışı benimseyen eğitimcilere göre her insan farklı bir kişiliğe sahiptir ve farklı kişiliğe sahip olduğu için de bütün öğrencilere seslenmek ve onları doyurmak imkânsıdır. Bundan dolayı eğitimcilerin yapması gereken aynı tip özelliklere sahip öğrencileri belirleyip onların özelliklerine göre eğitim verilmelidir. Bu anlayışa bağlı olarak öğrenciler fizik yapıları göz ününde bulundurularak kişilik ayrımlarına gidilmiştir. Yukarıda verdiğimiz Sheldon ve Kretschmer in tip sınıflandırmaları öğrencilere uygulanmış ve sınıflandırmaya göre bir eğitim anlayışı belirlenmiştir. Özellikle askeri okullara, öğretmen liselerine ve polis kolejlerine bir zamanlar öğrenci alınırken alınacak öğrencinin fizyolojik özellikleri dikkate alınmış ve seçilecek öğrencilerde fiziki bir kusurun olmaması, yüz hatlarının düzgün olması aranılan en önemli özelliklerden biri olmuştur. Bu tür tip teorilerinin gerçekliğini yitirmesi bu tür uygulamaların bir nebze de olsa bırakılması sağlanılmıştır. 7. 4. Antropoloji, Irkçılık Fizyonomi ilminin etkilemiş olduğu diğer alanlar ise tarih, antropoloji ve bunlara bağlı olarak 19 ve 20.yüzyıllarda gelişen ırkçılıktır. Milletlerin veya toplulukların kökenleri incelenirken ve bunların diğer milletlerle olan farklılıkları belirlenirken bazı yöntemler kullanılmaktadır. Farklılıklar tespit edilirken göz önünde bulundurulan hususlardan bir tane de insanların genel fizyolojik özellikleridir. Şüphesiz ki her ırkın kendine has bir fiziki yapısı vardır. Pozitivist ekolün doğurmuş olduğu kriminal profilleme çalışmalarının başlangıcı 122
124 olarak kabul edilen en önemli çalışma biyolojik teoriler olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim fizyonominin 18. yüzyılın sonlarına doğru ve özellikle de 19. yüzyılın ortalarına doğru hakim görüş olması beraberinde pek çok tartışmayı getirmiştir. Döneminde oldukça makul karşılanan bu görüşten etkilenen Hitler de üstün ırk yaratma düşüncesiyle dünyayı felaketlere sürüklemiştir. Zürichli din adamı Johann Caspar Lavater ın fizyonomi üzerindeki çalışmaları daha sonraları ırkçılığa kaydırılmış, 230 özellikle Avrupa ve Amerika da, çok kötü sonuçlar doğurmuştur. Lavater e göre insan kafatasının şekli, kişinin kabiliyet ve zaaflarına işâret eder ve kişinin özelliklerini belirlemek için kafatasından yola çıkmak insanı onun hakkında oldukça fazla bilgiye ulaştırır. Aynı zamanda kafatasının biçimi kişinin diğer kişilerden olan farklarını, üstün yanlarını ve eksikliklerini de yansıtır. Birçok uzmana göre bu durum bir saçmalıktır, bazılarına göre ise, esaslı bir tespittir. Daha sonraları bu görüşlerin istismar edilip ırkçılığın zeminini oluşturması büyük bir talihsizliktir. Dr. Gall in kafatası üzerine yaptığı çalışmalar ve Darwin in insan türlerinin gelişimi üstüne yazdığı eserlerde ırkçılığa çanak tutmuştur. Darwin Avrupalı beyaz ırkları "ileri ırklar" olarak sayarken, zencileri, Asyalıları ve hatta Türkleri de "yarı maymun ilkel ırklar" olarak tanımlamıştır. Darwin nî özellikle evrimini tamamlamış olan milletlerin özelliklerini verirken sanki Alman ırkını tarif ediyormuş gibi tarifte bulunması ileride Avrupa yı kasıp kavuran ve milyonlarca insanın canına mal olan Nazi faşizminin temel dayanaklarından biri olmuştur. Darvin e göre evrimini tamamlamış olan ırkın başlıca özellikleri şöyledir: Uzun ve atletik bir yapıya sahiptirler, beyin oldukça gelişmiş ve bu yüzden kafa yapıları büyüktür. Soyut düşünme yetenekleri gelişmiştir. Naziler Darwin in ve diğer başka bilim adamlarının bu tezlerine sahip çıkarak üstün ırk kavramını ortaya atmışlar ve bu da feci sonuçlar doğurmuştur. Şüphesiz ki renkleri ve vücut yapıları kendilerine en çok sorun çıkaran ırk zencilerdir. Sırf renklerinden dolayı yüzyıllarca zulme maruz kalınmış ve günümüzde de maruz kalmaktadırlar. Bulundukları her toplumda insan statüsüne alınmamış ve sürekli dışlanmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti nîn kurulduğu yıllardan sonra gelişen milliyetçilik anlayışına temel bir dayanak bulabilmek amacıyla ırkçıların kullandıkları yollardan biri olan kafatası ölçümü yöntemi kullanılmış ve bu konuda araştırma yapmış olan Pittard ın tezi benimsenmiştir. Bölgede brakisefal kafa biçiminin ağır basması, eski ve yeni halklar arasında ırk farkı olmadığını ortaya koyuyordu. Pittard'ın kafatası çalışmaları, bu tezi ikna edici bir 230 Deniz, agy. 123
125 biçimde kanıtlayacak verilere ulaşamadı. Ancak Pittard'da varsayım niteliğini aşmayan görüşler, Türk Tarih Tezinde mutlak gerçek statüsüne kavuşturuldu. Prof. A. Đnan, Pittard'ın tezini, mutlak bir gerçekmiş gibi kabul ediyordu ve ona göre bölgede yaşam sürmüş tüm eski milletler Türk tü. Buna bağlı olarak Güneş Dil Teorisi ortaya atılmış ve tüm dünya Türk kabul edilmiştir. 231 7. 5. Kriminoloji: Suç ve suçluluk tarih boyunca toplumlar için bir sorun olmuştur. Bu sorunun zararlı sonuçlarını ortadan kaldırmak için her dönemde araştırmalar yapılmış ve bilimsel verilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Aslında kara Avrupa sının suç ve suçluluk temelli çalışmaları eski dönemde dini motif içermiştir. Nitekim bugün dahi vaftiz adı verilen yeni doğan çocuğun günahlarından temizlenmesi olayı Hıristiyanlığın temeli düsturu olmuştur. Bu çizgiden yola çıkan nice araştırmacı da suç ve suçluluğu genetik ve kalıtımsal bir durum olarak algılamışlardır Her insan farklıdır. Her birey kendi farklılığını hissetmek daha doğrusu hissettirmek ister. Kişiler yaptıkları, yeryüzünde bıraktıkları eserleri, mücadeleleri, güzellikleri, zekâları... vs ile bir iz bırakmak isterler. Bir kişinin yemek yeme tarzından tutun, kıyâfetine ve konuşmasına kadar her özelliği kendi içerisinde bir farklılık içerir. Bunlar gözlemlenerek kişi karakter analizi yapılabilir. Bu özellikleri yaptıkları tüm işlere yansır, tabi ki işledikleri suçlara da yansımaktadır. Yani her suçlu işlediği suçta kendisinden bir iz bırakır. Bir davranıştan yola çıkarak bir suçlu bulunabilir. Profilleme genel olarak bireyin psikolojik özelliklerini tanımlamak, davranıştan yola çıkarak failin kişiliğini tanımaya çalışmak olarak da tanımlanabilir. Profilciler suçlunun kafasının içine girmeye ve kolluğa o tür bir suçu kimin işleyeceğini söyleyip aramaları gereken kişinin davranışsal, fiziksel, ailevi ve yaşam biçimi ile ilgili özelliklerini anlatarak potansiyel şüphelilerin sayısını azaltmaya çalışırlar. 232 Suç insanlık tarihi kadar eski olan bir olgudur ve insanların doğuşuyla beraber ortaya çıkmıştır. Nitekim kutsal kitaplara göre ilk suç ilk insanla başlamıştır. Hz. Adem ve Havva nın yasak meyveye yaklaşması insanlık tarihinin ilk suçu olmuş, Kabil in Habil i öldürmesiyle de suç farklı bir mecraya kaymıştır. Suç zaman içinde farklılaşmalara uğrayarak yasal bir zemine kayarak politik bir süreç kazanmıştır. Bu politik süreçler 6000 yıl önce Orta Doğu da veya civarında keşfi ile mümkün hale gelmiştir. 233 231 Taner Timur, Batı Đdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz www. genbilim.com. 1987. 232 Demirtaş, agy. 233 Gönültaş, Sever, agy. 124
126 Đnsanın fizyolojik özellikleriyle suça yatkınlıkları arasında eskiden beri sıkı bir ilişki, kurulmuş, bazı vücut yapılarının suça yatkın olduğu belirtilmiştir. Sokrates binlerce yıl önce, suçluluk ile ilgili gözlemler yapmıştır. Keza içgüdü, öğrenme ve bunların suç ilişkileri de modern kriminolojiden yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış Sopholes tarafından gözlemlenmiştir. Aristo ise, suçluları toplum düşmanı saymış ve onların merhametsizce cezalandırılmaları gerektiğini savunmuştur. Aristo sefaletin, ihtilâle ve suça sebep olduğunu iddia ediyor. Bazı yazarlar, Aristo yu biyolojik psikolojinin kurucusu olarak saymaktadırlar. Zaman içerisinde de kriminoloji alanında çalışmalar devam etmiştir.yukarıda da belirttiğimiz gibi daha Antik çağlarda, çirkin ve deforme kişilerin bela ve kötülüğün belirtisi oldukları sanılır ve bunlardan uzak durulmaya çalışılırdı. Ortaçağda, Batı toplumları ise, sapıcı davranışların, şeytanın egemenliği altına girilmesinden ya da ahlak bozukluğundan kaynaklandığına inanılırdı. Suça bedendeki kan, sümük, sarı ve siyah safranın dengesizliğinin neden olduğu, bu dört eleman arasındaki dengeyi ise, kötü huy ve ahlaka aykırı yaşam biçiminin bozduğu sanılırdı. Tarihsel olarak fiziki özellikler ve şekil bozukluklarının kişinin şeytani niteliklerini gösterdiğini iddia etmiştir. Nitekim Ortaçağda kanunlar, suç zanlıları arasında en çirkin olanın suçlu olma ihtimalinin fazla olduğunu belirlemekteydiler. Đlk olarak Giambattista Della Porta (1535-1615), insan fizyonomi okulunu kurarak, insan davranışları ile yüz özellikleri arasındaki ilişkileri incelemiştir. Ona göre, hırsız, geniş dudaklı ve sert bakışlıdır. Porta nın görüşleri aşağı yukarı 200 yıl sonra, Đsveçli Johann Kapsar Lavater (1741 1801) tarafından tekrar ele alınmıştır. Tüm bu görüşler Fransız Joseph Gall (1758 1828), Johann Kapsar Spurzheim (1776 1832) ve Charles Caldwell (1772 1853) tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Onlara göre, beyin dokusu ve hücreleri ile beyindeki girinti ve çıkıntılar, insan davranışını düzenler. 234 Bir suçluluk teorisinin formüle edilmesinin en eski teşebbüsüne biyolojik açıklama modelleri dâhildir. Burada, kesin anlamda formüle edilmiş teoriyle değil, bilakis suçluluğu, suçludaki biyolojik gerçeklere geri götürme teşebbüsü ile ilgilidir. Deneme zamanın akışıyla değişmiş, belirli bakışların vurgulamaları zayıflamıştır. Lombroso nun öğretisinin çıkış noktası genetik şarta bağlı suçluluk, yani doğuştan suçluluk idi. Her şeyden önce Lyon okulu olmak üzere yöneltilen yoğun eleştiri üzerine, Lombroso nun kendisi bile doğuştan suçluluk teorisini yumuşatmış ve keşfedilen suçluların yarısının doğuştan suçlu olmadığını itiraf etmiştir; buna rağmen, suçluluğun biyolojik açıklanması teorisini temsil etmeye devam etmiştir. Şüphesiz bu görüş geleneksiz değildi. Lombroso dan öncede, suçluluk ile bedensel 234 Deniz, agy. 125
127 durum arasında bağıntı kurulmakla birlikte, Lombroso ilk defa biyolojik şartı açıkça ortaya koyan kişidir. Tabii olarak suçluluk, bu şekilde kalıtımsal olarak geçmez, kişiyle birlikte doğmayabilen bir davranıştır ve davranışın kendisi değil, bir davranışa eğilim kalıtımsal olarak geçebilir. Bu yüzden kim bir biyolojik şartlı suçtan söz ederse, ilgili insanın biyolojik durum vasıtasıyla suça şekillenen bir davranış içerisinde olduğu düşünülebilir. Zamanın akışı içerisinde, suçun biyolojik olarak açıklanması içerik olarak farklı düşünülmüştür. Lombroso ya göre, doğuştan suçlu, genetik olarak belirlenmiş, suçlu hareketler icra eden insanlardır. Şüphesiz biyolojik şartın bu daraltılmış kavramı nisbileştirilir ve tek tek biyolojik özelliklerle sınırlandırılır. Charles Darwin in (1809 1882) etkisi altında kalmış olan Lombroso ya göre suçlu, normal insanlara göre, en aşağı gelişim aşamasında duran atavistik (soya çeken) bir insandır. Suçluların ölçümü, onların normal insanlara göre, büyük vücut uzunlukları, büyük kol uzunlukları, geniş göğüs kafesi ve fazla kiloya sahip olduklarını göstermiştir. Suçlunun duygusuzluğu ilkel insanları hatırlatır. Bu duygusuzluk, deneysel olarak ispat edilmiştir; vücudun sağ yarısı, sol yarısına göre daha az duyarlıdır. Suçlularda idrak tam görülmez. Lombroso, tek tek suçlulara gider; hemen hemen hırsız ve katillerin biyolojik işâretleri olduğunu iddia eder. Hırsızlar çok hareketli yüz yapısı ve ellere sahiptirler, gözleri küçüktür, huzursuz, sıklıkla gözleri oynar (şaşı), kaşlar çatık ve birbirine yakındır. Ahlâksızlar hemen hemen daima parlayan bir göze, ince yüze ve iri dudaklara sahiptirler. Genellikle ahlâksızlar ince yapılıdadırlar, ara sıra kamburdurlar, onlardan birçoğunun parlayan gözleri kısık sesleri vardır. Lombroso, katilleri, sabit, soğuk ve dik bakan, bazen kanlı gözlü, ince dudaklı ve köpek dişleri büyük şeklinde belirtmiştir. Berlinli cezaevi doktoru Baer, Lombroso nun sonuçlarını kendi özel malzemeleri ile kontrol etti (1893) ve onları çoğu noktada çürüttü. Baer, doğuştan suçlu olabileceği, fakat anotomik-morfolojik işâretlerinin tanınamayacağını düşüncesindeydi235[12]. Đngiliz Goring (1870 1919), cezaevi doktoru idi, istatistik ve biyometri tekniğine ustaca hâkimdi. Gayretini ve enerjisini Lombroso ve onu izleyenlerin teorilerini kontrole ve çürütmeye adadı. Đngiliz cezaevlerindeki hükümlüler, öğrenci, asker ve maden işçilerinden oluşan kontrol grubundaki 3000 kişiyi ölçüp kontrol etti. 1913 de yayınladığı araştırmalarında, kafatası ölçülerine dayanarak, bir kişinin bir üniversite profesörü veya ağır bir suçlunun malzemesine sahip olup olmayacağına değil; fakat bir Đngiliz veya Đskoç üniversitesinde okuyan bir öğrenci olup olamayacağına karar vermenin belki mümkün olduğunu alayla belirterek, Lombroso nun tezini çürüttü. 126
Hooton (1939), 14.000 hükümlüyü inceledi ve şu morfolojik özelliklerin ortaya çıktığını tespit etti: Uzun boyun, ince dudaklar, düşük omuzlar, kırmızı saçlar, küçük gözler, iri çene. Uzun boylular çalmaya ve öldürmeye, geniş yapılılar dolandırıcılığa ve öldürmeye eğilimli idiler; kısa boylular hırsız ve şişmanlar cinsel suçlu idiler. Hooton un suçlu grubundaki morfolojik işâretler toplandığında, sadece %4 göze çarpmayan, %15,8 ayırt edilemeyen ve şaşırtıcı sayı %49,5 gelişmiş belirtiler şeklinde ortaya çıkmıştır; sonuncular suçlu olmayan nüfusa göre genellikle suçlularda ortaya çıkmıştı. Hooton un sonuçları, biyolojik ölçülerle ölçülen suçlu grubunun, suçlu olmayan gruba göre, biyolojik olarak gelişmiş olduğunu gösteriyordu. Lombroso nun düşünce yapısı, her şeyden önce modern yapısal araştırmalar vasıtasıyla yeniden canlandırıldı. Bu görüşün temsilcisi Almanya da Kretschmer ve ABD de W.H.Sheldon idi. Ernst Kretschmer (1888 1964), Beden Yapısı ve Karakter isimli çalışmasında, Lombroso nın düşünceleri ile bağlantı kurmuştur. Kretschmer, davranış ve beden yapısı üzerine, leptosom (astenik tip), atletik, piknik ve dysplastik olmak üzere dört tip belirlenmiş ve her tipin, belirli karakter özelliklerinden bahsetmiştir. Şüphesiz, Kretschmer e göre, suçluluğun oluşumunun azalmasının sadece beden tiplerine bağlanması caiz değildir; belirleyici olan failin sâiki ve yaradılışıdır. 236 Kretschmer in suç biyolojisi sistemindeki önemli noktalar şunlardı: Suçluların tamamında, genel nüfustaki gibi aynı yapısal tiplerin dağılımı mevcuttur; hemen hemen %20 piknik, %40 50 leptosom ve atletik, %5 10 dyplastik ve %30 dan az karışık tipler bulunmaktadır; piknikler suçlular arasında genel nüfusta en az temsil edilenlerdir. Kretschmer in çalışmasının ilk baskısının (1921) tüm malzemesi, 1/3 ü mani-depressif ve 2/3 ü şizofren olmak üzere 400 vakaya dayanıyordu. Günümüzde uluslararası araştırma malzemeleri mevcut olup, sadece psikozlarla ilgili olanları 8000 in üzerinde vakayı kapsamaktadır. Ortaya konan metodda öncelikle piknik, leptosom(astenik tip) ve atletik olarak isimlendirilen bedenin üç tipi ortaya çıkar; bunlar kadınlarda ve erkeklerde bulunurlar. Üç tip, şizofren ve mani-depressif şekil alanına özel ve dikkati çekici tarzda dağılır. Bu tipler, her yerde sağlıklı insanlarda da bulunurlar ve onlarda hastalıklı yapı içermezler, bilakis belirli normal-biyolojik yapı ortaya koyarlar. Bunlar yanında, dyplastik tipler olarak bir araya getirilen özel küçük gruplar bulunur. 236 Kretschmer, age. s. 175. 127
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder