ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ
emirlerine asla karşı gelmezler. Fakat' 7 bin sene sonra, cinlerin
yeryüzünde kalanları kötülük yapmaya ve kan dökmeye başladılar,
ibadeti terk edip Allah’a isyan ettiler. Cenab-ı Allah’ın her yüzyılda bir kendilerine gönderdiği Peygamberi öldürdüler.
Böylece 12
bin senede 120 Peygamberi katlettiler.
Sonra Cenab-ı Allah onlara gazap edip dünya semasında yaşayan iblis ile çocuklarını yeryüzüne göndermiş ve dünyadaki cinlerle birlikte toplandıkları yerde, tümünü ateşle yakmış. Sonra
başka bir gökten gönderdiği İblisin torunlarını, bir denizin adalarına yerleştirmiş. O zaman İblis, Allah’a çok itaat ve ibadette bulunduğundan Hak Taâlâ, onu yedinci kat göğe çıkarmış, nihayet
ondan razı olmanın karşılığı olarak Cennete sokmuştur.
Yeryüzünü de boş kalmasın diye dünya semasından gönderdiği meleklerle
doldurmuş. Bunlar da bin yıl Allah’a ibadet etmişler, böylece Cinlerin yaradılışının üzerinden yirmi bin yıl geçmiş. Sonra Cenab-ı
Allah, Adem (A.S.)’ı yaratmak istemiş, bunun için de Azrail (A.-
S.) ’ı gönderip o kuru toprağı yoğurup hamur haline getirmesini
emretmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir.
Sonra Cenab-ı Hak, bu
hamura Numan vadisinde ,en güzel şekilde suret vermiş ve kendi
ruhundan başına üfürerek diriltmiş. Adem (A.S.) ’a secde etmeleri
için meleklerine emretmiş.
Bütün melekler Adem (A.S.)’â secde etmiş. Yalnız İblis, ona secde etmemiş, onun için de lanetlenmiştir.
O da bütün zürriyetiyle Adem oğullarına musallat olmuştur. Bunlar, insanın vücudundan girer, kan gibi damarlarında akar ve vesvese vererek kötülüklere sürükler. Fakat hiç kimseyi zorla isyana
ve kötülüğe yöneltmezler. Ancak ibadetleri, iyilikleri güç, kötülükleri güzel bir eğlence, sefahati tatlı gösterir, bu yolla insanları isyana sürükler. Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)’ı yaradılışından 40 yıl
sonra göklere çıkarmış ve Fiıdevs Cennetine sokarak ona her çeşit nimeti ihsan etmiştir.
Sonra onun sol böğründen Havva anamızı yaratmıştır. O zaman Adem (A.S.), çok sevinmiş, bu nimetinden
dolayı Allah’a sonsuz hamd ve şükürler etmiştir. Cenab-ı Hak onlara : «Cennetimde kalın, her çeşit nimetimden faydalanın, yalnız
şu ağaca sakm yaklaşmayın, ondan yiyip bana asi olmayın» diye
buyurmuştur.
Onlar da Allah’ın bu emrini dinlemiş ve tam bin yıl Cennette
nimet ve zevk içinde yaşamışlardır. Fakat bu zaman akabinde
— 42 —
MARİFETNÂME
Adem atamız, Havva anamızın sözüne uyup yasak ağacından yiyince ikisi de Cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilmişlerdir. Adem
(A.S.) Hindistan, Havva anamız da Cidde’de iki yüz yıl gözyaşı döküp pişmanlık içinde yaşadıktan sonra, Cenab-ı Allah tövbelerini
kabul edip onları Arafat dağında birbirlerine kavuşturmuştur.
Adem atamız ile Havva anamız bundan sonra Şam taraflarına gitmiş, beşyüz yıl oralarda yaşamışlar. Habil ve Kabil’in doğumundan sonra yine Hindistan’a gitmişlerdir. Ömürleri iki bin olunca
Adem (A.S.) Serendip adasında, 40 yıl sonra da Havva anamız Cidde’de vefat etmişlerdir. Sonra evlâtları yeryüzünde çoğalıp dünyayı
şenlendirmişlerdir.
Adem (A.S.)’dan altı bin yıl soma Mekke’de,
Hz. İsmail (A.S.)’ın soyundan, Kureyş kabilisine mensup Haşim
oğullarından olan Abdullah ile Amine’nin evlenmelerinden Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed
40 yaşma gelince Peygamber olmuş, Kureyş kabilesi halkından
gördüğü kötülükler ve çektiği eziyetlerden dolayı Medine’yi göçmüş ve İslâmiyeti yaymış. 63 yaşında iken orada vefat etmiştir.
Hz. Muhammed (S.A.V.), son Peygamber’dir. Şeriatı Kıyamete kadar bâkidir.
KISIM: 3
KIYAMETİN ZAMANI VE ALAMETLERİ, SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ,
ZELZELE VE YARATIKLARIN HELÂKI,
GÖKLERİN YIKILIŞI:
Ey aziz! Tefsir ve hadîs alimleri ittifakla diyorlar ki: Kıyamet
zamanı ve alâmetleri; biri gizli, diğeri açık olmak üzere ikidir.
1 — kıyametin gizli alâmetleri: İnsanda, izzet-i nefis, saygı,
sevgi, şefkat ve merhamet, haya ve edep, cömertlik, sözünde durma, vefalı olma, doğruluk, koruyuculuk, dostluk, din, takva ve şeriata bağlılık kalmayacak, şehirlerde cami çok, fakat cemaatları az
olacak, her tarafta binalar yükselecek, ince elbiseler giyilecek, kadın ve gençler fazla süslenecek ,kadınlar erkeklere, erkekler de kadınlara giyim, kuşam, davranış ve diğer şeylerde benziyecek, erkekler kadın, kadınlar erkek işlerini yapacak, hayır ve bereket
azalacak, doğum kısılacak, ahkâm satılacak, kötü insanlar beğenilip övülecek, faziletli ve iyi insanlar hakaret görecek, zinalar ve
gayrı meşru doğumlar artacak, fısk, fücur ve sefahat çok fazla
olacak, mezarlar süslenecektir.
2 — Kıyametin açık alâmetleri: Deccal’m çıkışı, Ay tutulmalarının artması, üç yıl boyunca kıtlık olması, yoğurt bir dumanın
ortalığı kaplaması, İsa (A.S.)’nm, Şam’daki beyaz minareye inip
Deccal’ı öldürmesi ve İslâm şeriatini yayması, Hz. Muhammed
Hz. İsa (A.S.) ile buluşması, Dabbet’ül arzd’ın ortaya çıkması, Yecuc ve Mecuc’un (S.A.V.) soyundan Mehdi’nin çıkması, 40 yıl adaletle hüküm sürüp İskender şeddini aşarak yeryüzüne dağılması, Hz.
İsa (A.S.)’nm Mekke’ye gitmesi ve orada vefat etmesi ve Allah’ın
evi olan Kâbe’nin yıkılması, sonra güneşin batıdan doğup yine
oradan batması.
Bu alâmetlerin hepsi olup bittikten sonra misk ve amber ko*
kuşuna benzer güzel ve serin bir rüzgâr esecek, bununla müminlerin ruhları şenlenecektir. Bundan sonra Kur’ân’ın hükümleri yeryüzünden kalkacak, bütün insanlar cehalette kalacaktır.
Bu durum yüz yıl sürecek ondan sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e sura
üfürme emrini verir. Surdan çıkan sesin şiddetinden o anda 7 kat
gökte bulunan melekler ve dünyadaki bütün yaratıklar, kıyametin
koptuğunu sanarak yüzüstü düşüp bayılırlar.
Göklerle yer sarsılır,
yıldızlar dökülür, insanların saçı sakalı bir anda ağarır, gebe kadınlar çocuklarını düşürür, insanlar şuurunu yitirmiş sarhoşlara
döner, bu şekilde birinci sur üfürüşünün korkusu 40 yıl sürer. Sonra Cenab-ı Allah, İsrafil (A.S.)’e ikinci defa sura üfürmesini emreder. O da ikinci üfürüşü öyle şiddetli yapar ki bütün dağlar yerinden kopar, tıpkı havaya savrulan pamuk hallacı gibi dağılır.
7 kat
gök, parçalanarak su gibi eriyip yeryüzüne dökülür. Bütün denizler kurur. Güneş ve ayın ışıkları yok olur, bütün dünya karanlığa
bürünür. Kainattaki bütün yaratıklar bir anda mahvolup yok olur.
Yalnız Allah’a mukarreb olan 8 melek sağ kalır. Sonra Azrâil, bu
7 meleğin de ruhunu alır. En sonra kendi ruhunu alırken öyle bir
haykırışla bağırır ki yer ve gökler sarsılır.
Böylece bütün âlemde
hiçbir canlı kalmaz, yer yıkık ve boş olarak böyle devam eder. İşte o zaman Cenab-ı Allah, bu mülk kimindir? sorusunu sorar, fakat kendisinden başka bir canlı olmadığı için yine kendi kendine;
Bu mülk yalnız ve yalnız kahhar olan Allah’ındır, cevabım verir.
— 44 —
KISIM : 4
ÜÇÜNCÜ SURUN ÜFÜRÜLÜŞÜ, ÖLÜLERİN DİRİLİŞİ VE
MAHŞERDE TOPLANMALARI, AMEL DEFTERİNİN VERİLİŞİ,
HESAP VE TARTI İŞİ, SIRAT KÖPRÜSÜ VE ÂRÂF :
Ey aziz! Bil ki, tefsir ve hadis alimleri ittifakla diyorlar ki:
Cenab-ı Hak, yeryüzünü şiddetli bir rüzgârla dümdüz edip Mahşer
yerini Dımeşk sahrasının bir yerinde, bu yeryüzünden yüzbin defa
daha geniş yapar.
Sonra Arşın altında olduğu bildirilen denizden
40 gün erkek menisi gibi bir yağmuru yeryüzüne indirir ve bütün
dünyayı deniz gibi su ile doldurur. Yerde bulunan ve toprak olmuş
olan bütün insan ve hayvan vücutları o yağmuru çeker ve sonra
bedenin bütün kısımları bir araya gelip her cesed eskisi gibi yerde
bakla gibi biter ve evvelki haline gelir.
Sonra Cenab-ı Allah, 8 mukarreb meleğini tekrar yaratır ve İsrafil (A.S.)’e, sura üçüncü defa
üfürmesini emreder. O da bu üçüncü üfürüşü, öyle yavaş ve şefkatle üfürür ki, surun içinde bulunan bütün ruhlar etrafa yayılır ve
her ruh kendi bedenini bulur. Tıpkı, bir sürü içinde kendi anasını
bulan kuzu gibi. Bütün melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar ve hayvanlar bir anda dirilir ve Mahşer yerinde toplanırlar.
Bütün Peygamberler, veliler, âlim ve salihlere, cennetten giyecek
ve burak (binek) gelir. Hepsi giyinir ve buraka binip gider, Arşın
gölgesindeki minber ve kürsilerde rahat ve selâmetle otururlar.
Geri kalan bütün yaratıklar ise aç, susuz, başları açık, vücutları
çıplak, yalın ayak yürüyerek bitkin ve yorgun bir halde mahşer
alanında toplanırlar, sıklaşıp ayakta dururlar. Kendilerine çok
yakın olan güneşin hararetiyle ter döküp dururlar.
Günahına göre,
kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına kadar terin içine gömülürler. 700 bin Zebani, Cehennemi, yer altından
mahşere götürürler ve halkı çepçevre sararlar. Mahşer ehli, elli bin
yıl kadar o halde hesaplarının görülmesini beklerler. Dünyada
iken her insanın sağ ve sol omuzunda bulunan ve Kiramen, kâtibin denilen iki meleğin tuttuğu amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlere ve İyilere sağdan, kâfirlere ve kötü insanlara soldan
verirler.
Sonra Cenab-ı Hak, insanlarla vasıtasız konuşur.
Hesaplarım görerek mazlumun hakkım zalimden alıp, onun iyilikleri varsa
alır mazluma verir, yoksa mazlumun günahlarını zâlimlere yükler.
Hesap görüldükten sonra Cenab-ı Hak, hayvanları tekrar toprak
eder. O zaman kâfirler .hayvanlan kıskanıp; «keşke biz de toprak
olsaydık» derler. Sonra Mahşerde iki direk üzerinde çok büyük bir
terazi konur ki, her direğin uzunluğu beş yüz yıllık yoldur. Bu terazinin her kefesi dünyanın büyüklüğü kadardır. Bu teraziyle mahşer gününde insanların iyilikleriyle kötülükleri tartılır. İyilikleri
günahlarından ağır olanlar Cennete, hafif olanlar da Cehenneme
gönderilir.
Cenab-ı Hakkın kerem ve. merhametine veya peygamberler, veliler, âlim ve salihlerin şefaatine uğrayanlar müstesna.
Ancak bunlarm da imanla ölmeleri şarttır. Çünkü dünyadan imansız gidenlere, mağfiret, şefaat ve Cennet yoktur, ebediyyen Cehennemden çıkmazlar. İmanla ölüp, kötülükleri ağır gelenlere, eğer
Allah mağfiret eder ve peygamberlerin, velilerin şefaati nail olmuşsa, kötülükleri kadar Cehennemde yanacak ve sonra Cennete gireceklerdir.
Zerre kadar dahi olsa imanla gidenler, muhakkak Cehennemden çıkıp Cennete gireceklerdir.
Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskin, uzunluğu üç bin
yıllık yoldur. Bunun bin yılı yokuş, bin yılı düz, bin yılı da inişdir.
Bu köprü, Cehennem üzerine kurulur ve bütün Mahşer halkı bunun üzerinden geçerler. Kimi şimşek hızıyla, kimi ok hızıyla, kimi
de atm koşması hızıyla geçip giderken, kimi de kötülüklerini yüklenmiş olarak yürür.
Kimi Cehenneme düşüp yanar. Cehennem
ise şöyle bağırır; «Ey mümin, çabuk geç! Çünkü senin nurun muhakkak benim ateşimi söndürür.» Sonra bütün müminler, Sırat
köprüsünü selâmetle geçerler. Kevser havuzundan su içer ve onda
yıkanarak ayıp ve kusurlanndan temizlenirler. Ondan sonra Cennete girerler. Herkes orada rütbe ve makamım bulur ve onda ebediyyen zevk-u safa içinde kalır. Çünkü Cennet ehli her an oramn
çeşitli nimetlerinden zevk ve lezzet alır, her hafta Cenab-ı Hak’kı
görme şerefine ererek, kendilerinden geçerler, gözlerin görmediği,
kulakların işitmediği, akla ve hayale gelmiyen mutluluklar içinde
yaşarlar.
Cennetle Cehennem arasında kale duvarı gibi gayet büyük bir
sur vardır ki .yüksekliği tam beş yüz yıl, mesafe uzunluğu ise nihayetsizdir. Parlak ve renkli cevherlerden yapılmışta. Ona Araf derler ki deliler ve kâfirlerin çocukları bu surun üstünde kalırlar.
Cennet ehline bakıp içinde bulundukları nimetleri gördükleri zaman üzülürler. Cehennem tarafına bakıp halkım azap içinde gördükleri zaman da sevinir, Cenab-ı Hak’ka şükrederler. Bunların
ebedî hayatları da böyle geçer.
Tenbih:
Biliniz ki, bu anlattıklarımız dinin emir ve bilgileridir. Bu bilgilere inanmak ve güvenmek lüzumludur ve şarttır.
Çünkü hepsi
de Ayet-i Kerim ve hadîs-i şeriflere dayanır. Bunları, akim delilleriyle kıyaslamak ve üzerlerinde mantıkî fikirler yürütmek caiz değildir. Çünkü insan aklı, bunları idrakten acizdir. Ancak bizim en
büyük arzumuz, Cenab-ı Allah’a kavuşmak, O’nun kudret ve azameti üzerinde düşünmek, bize yol gösteren Kur’an ve hadîse bağlanıp bu yolda yürüyerek her iki dünya saadetine nail olmaktır.
FEN: 2
ANATOMİ (TEŞBİH) İLMİ, BEDENİN MUHAFAZASI,
CANIN KIYMETİ, DUYGULAR, BİTKİ VE HAYVANLARIN
CANLI OLUŞU, İNSAN RUHU VE RUHUN BAZI HALLERİ
BEŞ BÖLÜMDEN İBARETTİR
BÖLÜM: 1
TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI, BEDEN VE
CANIN BAŞLANGIÇ VE SONU, HAYVANİ RUH’UN BEDENDEKİ
BAZI TASARRUFLARI, İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGIÇ VE
SONU, BEDEN VE CANIN DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞ HALLERİ,
BEDENİN DEĞİŞMESİ, RUH’UN DEVAMLILIĞI,
ANNE MİSALİ OLAN DÜNYA TERBİYESİ
ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1
TEŞRİH (ANATOMİ) İLMİNİN FAYDALARI
Ey Aziz!
Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:
Bedenin terkibinin neleri ihtiva ettiğini inceleyen ilme, teşrih ilmi denir.
İmam-ı Şafiî Hz.’leri diyor ki:
«İlim ikiye ayrılır:
1 — Bedenî ilimler.
2 — Din ilimleri.» Onun bu sözleri, bedenî ilimlerin en önemli ilimlerden biri olduğunu bildiriyor. Şu halde anatomi, yani teşrih ilmi çok kıymetli ve leziz bir ilimdir. Çünkü anatdftü; hakikate erenlerin hikmetlerinin sonucu; işinin ehli doktorların sermayesi, ehl-i yâkîn’in
nimeti, dinin ve dünyanın kazanılmasının vesilesi, Allah’ı bilme ve
tanıma âletidir.
Doktorlar, sırf mesleklerine yardımcı olması için bu ilmi öğrenirler. Onu bilmeyenler, ne tıbbı, ne de hikmeti bilemezler. Hem
kendilerini ve hem de kendilerini yaratan Allah’ı tanımaktan gafil ve uzaktırlar. İnsanların birçoğu O’nu bilmek hususunda aldanmışlardır. Öğretim görenler varsa da bu öğretimlerim tıp ilminde ihtisas için yaparlar. Allah’ı tanımak, bilmek için öğrenen,
onunla metanet bulur. Kendini tanıyacağı gibi, sonra da kendisini yaratan Allah’ı tanır.
Şu halde anatomi ilmine gereken önemi veren, bu hususta
araştırmalar yapar.
Cenabı Hakk’ın kudretini müşahede eden
bir kul olursan, senin istifade edeceğin üç türlü fayda sana ulaşır ki, bu faydalar şunlardır:
1 — Bedenî seyredersen aklın hayrete düşer. Şaşırır kalırsın
ve görürsün ki, eşyamn benzerini taşıyan bu bina ve bu süslü şekil, kemâl düzeni, en güzel yaradılış üzeredir. Cenabı Hakk, onun
yaradılışım böyle yapmıştır. Onun için âcizlik ve noksanlık düşünmek mümkün değildir. Onu gören yüce yaratıcı, karşısında ne derece âciz olduğunu görür. Sen de aynı durumdasın. Bedenim göre,
o zaman Allah’ın kudreti ne derece sonsuz olur.
Bunu ilmelyakîn
üe ancak böyle bilebilirsin.
2 — Bu eşsiz, anlayışlı, faydalı ve süslü eseri yoktan vareden
ve onu süsleyen yaratıcının ne derece âlim ve ne derece hâkim olduğunu görür ve bu hususta en küçük bir şüpheye düşmezsin. Bunun için de Hakk-ı Bâri olan Cenabı Hakk ay-ı yâkın ile, yani
yapının şehadetiyle görerek anlarsın.
3 — Bu ilmi öğrenmekle Allah’ın sana verdiği türlü lütuf ve
ihsanlarını, yardımlarını, merhametini ve şefkatinin olgunluğunu
anlar, böylece de Rabbinin seni her an için terbiye etmekte olduğunu inanarak Hakkel yâkln ile idrak edersin.
Çünkü Cenabı Hak, vücut binasını öyle hassas bir temele
oturtmuş ve yapım ve çalışmasında en ufak bir noksanlık bırakmamış ve bu binayı çok mükemmel bir şekilde kurmuştur.
Cenabı Hakk’ın zikrettiğimiz bu ihsanı lütfü, merhameti ve yardımı
sadece insanlara mahsus değildir.
Onun lütfü ve inşam sınırlı olmayıp 18.000 (on sekiz bin)
âlemi kaplamıştır. Atları, kedileri, yırtıcı hayvanları, kuşları, sinekleri, anları ,yılan ve karıncaları yaratan, nesillerinin devamını sağlıyan, süslerine ve gıdalanmalarma temel sebep teşkil eden
hallerinde ve tavırlarında hiç bir noksanlık bırakmıyan ve hepsini
kendi cinslerine ait vasıfta kemâl üzere yaratan O’dur.
İmam-ı Gâzâli diyor ki:
«Mahlûkattaki mevcut açık halden (Allahını varlığını isbat.
eden) daha açık bir hal olamaz.»
Demek oluyor ki, anatomi (teşrih) ilmi, insanın kendini bilmesinin ve tanımasının anahtarı olup, bu da (kendini bilmekte)
Rabbini tanımanın anahtarıdır. Ancak ikisi arasında büyük fark
vardır. Allah’ı bilmek ve tanımanın, kendini bilmek ve tanımaktan farkı, güneşten bir zerre, denizden bir damla gibidir. Ancak
beden, ruhun bineği durumundadır. Esas gaye, Allah’ı bilmek ve
tanımak olup ,beden bineğinin süvarisi de nefistir.
Kendini bilmeyen ve tanımayan kimsenin Allah'ı tanımak ve
bilmek iddiasına kalkışması, kendisinin yemeye birşeyi olmıyan,
fakat buna rağmen şehrin fakirlerini ziyafete davet eden kimsenin haline benzer ki, bua çık bir iflâstan başka birşey değildir. Her
insan, önce kendini bilmesi ve ondan sonra da Rabbini tanıma
gayret, şefkat ve iddiasına girmesi, böylece sevgiye ermesi, sevkiliye kavuşmasının husule gelmesi icabeder.
Çünkü kendini tanımak, Hakk’m tanınmasını icabettirir. Hakk’ı tanımak ta, O’nun
sevgisini k&anmay ıicabettirir. Meselâ güzel bir yazıyı veya fasîh
bir şiiri görüp okursan, yazanını ve söyliyeninin tanıyıp onu sevmesi ve görmeği candan istersin. O da seni sevip muvafakat eder.
Yarabbi, bize kendimizi tammayı, seni bilmeyi ve sevmeyi nasib buyur. Ya vedûd, ya Allah, ya Rahim!..
marifetnâme
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki;
İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden,
kalbin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âlemin
özüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,
Beyt-i Rahmandır.
Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’atlar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetler
vardır.
Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardır
ki, insanların çoğu onlardan habersizdir.
Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyâri hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için
yaratılmıştır. Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrâr edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyor
ve nasıl olduklarından gâfil duruyorlar.
KISIM : 2
İNSAN BEDENİNDE OLAN ALLAHÜ TEALA’NIN BAZI
GARİB SAN’ATLARI VE HAKKIN EMRİ İLE HAYVANİ
RUHUN BAZI TASARRUFLARI VE BEDENİN BAZI
UZUVLARININ ÖZELLİKLERİ
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki:
İnsanın en büyük direği kalbi, en küçüğü de kalıbıdır. Beden,
kalbin kılıfı ve kabuğudur. Aynı şekilde insanın bedeni âlemin
özüdür. Kalb de bedenin özüdür. O halde özün özü olan gönül,
Beyt-i Rahmandır.
Aleme âit bilgiler, beden ilmine yardımcı olduğu gibi, beden ilmi de, kalb ilimlerine yardımcı ve yol göstericidir. Zira bedenin yaratılışında sayılamıyacak kadar acâib san’atlar, garib hikmetler, çeşit çeşit ziynetler, türlü türlü hizmetler
vardır.
Dışta ve içte olan organların herbirinde o kadar fayda vardır
ki, insanların çoğu onlardan habersizdir. Meselâ insanın vücudunda yüzlerce kemik, sinir, damar ve yine yüzlerce ihtiyari hareketler tertîb olunmuştur ki, her biri, bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette bulunmuştur. Her biri birer iş için
yaratılmıştır.
Biraz sonra anlayacaksın. Çünkü hepsini kısaca anlatacağız. Ama tekrar edelim ki, insanların çoğu bunları bilmiyor
ve nasıl olduklarından gafil duruyorlar. İnsanlar, ancak şu kadar
bilir ki, göz bakmak, el tutmak için yaratılmıştır. Göz, on tabaka
olup, bu tabakaların ne olduklarını, ne işe yaradıklarını bilmezler.
O tabakalardan biri çalışmasa, göz artık göremez. Bu bozulma neden meydana gelir. Niçin göz, görmez olur bilmezler. Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu, her birinin hangi hey’ette
nizâm bulduğunu, ne tarzda hareket ettiğini bilmezler. İç organlarının şekillerini, tabiatleıini ve herbirinin kuvvet ve hizmetini ve
ruh kuvvetlerinin herbirinin san’at ve faydasını bilmezler. Meselâ
iç organları olan yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi, akciğer ve
böbrek gibi organlar; çekmek, emmek, hazmetmek .ayırmak, işe
yaramıyanı dışarı atmak, şekil vermek ve üremek gibi ,hepsi bedende hizmetçi olarak tayin olunmuşlardır.
Her biri kendi işini yapmakta ve hiç gafil olmamaktadır. Zira hayat kaynağı olan yürek, her an bu organlara çeşit çeşit hareket ve kuvvet göndermektedir. Sonra midede olan çekme kuvveti, çeşit çeşit yiyecekleri mideye çekmekte; tutma kuvveti tutmakta, sindirim kuvveti pişirmektedir. Sonra ayırıcı kuvvet, pişmiş gıdaların kalınım incesinden ayırmakta, dışarı atıcı kuvvet, o kalınları mideden barsaklara itmektedir. Ondan midede kalan latif ve inceleri, karaciğer
kendine çeker. Ciğerde olan musavvire kuvveti onu kan rengine
boyamaktadır. Onun üzerinde meydana gelen siyah köpük —ki
ona sevda derler— onu dalak çekip kendine tebdil etmektedir.
Kalan san köpük —ki ona safra derler— onu öd kesesi kendine çekip,
değiştirmektedir. Onda olan balgamı da .akciğer çekip nefesle boğaza çıkarmaktadır. Sonra bunlardan süzülüp ayrılan kan, ciğerde su ile karışıp kıvam bulmadığından, kandaki o fazla suyu böbrek çekip süzmekte ve ayırmaktadır. Böbreklerde kalan artık, sidik
olup mesaneye gider. Kalan kan, kıvamında olup, damarlarla bütün vücuda yayılmaktadır. Besleyici kuvvet, oluşan bu kandan,
organlara ihtiyaçlarına göre büyüme ve beslenme kuvveti verir. Bu
da bedende et ve yağların oluşmasına, kişinin kuvvet ve hudret temin edip hayat bulmasına sebep olmaktadır.
Damarlarda dolaşan kandan erkekte insanların üremelerini
temin eden meni, kadında da yumurta ve süt meydana getirir. Bütün bunlar kendilerine ayrılan depovari yerlerde toplanmakta,
meselâ süt göğüslere gelmektedir.
Bedende arıza olur mu? Olursa ne olur?
Evet. Meselâ, diyelim ki; Dalakta bir arıza olsa durum ne
olur? Bu durumda dalak, kandan sevda adı verilen siyah köpüğü
ayıramaz. Kan onunla beraber kalır ve bedene öylece yayılırsa bu
durumda hamma, cüzzam, delilik gibi hastalıklar meydana gelir.
Öd kesesinde bir rahatsızlık olması halinde, öd kesesi kandan ayırması gereken safrayı ayıramaz ve bundan da sarılık, siroz, su toplanması ve safra gibi hastalıklar meydana gelir. Bedendeki mevcut azalardan herbiri kendi yerinde ve kendine ait görevleri ve hizmetleri yerine getirirler. Bunda bir aksilik olması ve azalardan birinin görevini yerine getirememesi halinde çeşitli hastalıklar olacağı gbi, bu hastalıklar insanların bedenini mahveder.
KISIM: 3
İNSAN BEDENİNİN BAŞLANGICI VE SONU
Ey Aziz!
Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:
İnsan bedeninin başlangıcı da sonu da topraktır.
Cenabı Hak buyuruyor ki:
«Sizi ondan (topraktan) yarattık. Ölümünüzden sonra da sizi
yine ona döndüreceğiz.»
(Ta’ha sûresi, âyet: 55)
Yukarıda anlatıldığı gibi, yıldızların ışınlarının etkisiyle
Anâsır-ı Erbâa (dört unsur) birieşir, kanşır ve belirli bir ortam
oluşturunca toprak artık aslından döner. Yani, toprak olduğu halde sonradan bitkiye döner, bitki suretine girdikten soma da ya
ekmek ,ya da hayvanlara yem olur. Et ve hayvan da insanlara gıda olur. Böyle olunca da yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, cazibe
adını verdiğimiz çekici kuvvet —iştiha da denilmektedir— gıdayı
kendine doğru çeker. Tutucu kuvvet ise onu midede muhafaza altına alır. Sindirici kuvvet ise sindirim (hazım) ini yapar. Ayıncı
kuvvet, kalın ve incesini ayırarak kana dönüşecek kısmı diğerlerindenç ıkarır. İtici kuvvet ise geride kalan kanın haricindeki yoğun kısmı baısaklar yoluyla dışarıya atar.
Bu durumda midede tabii sıcaklığın zayıf veya kuvvetli oluşuna göre 2-3, ya da 4 saatte bir meydana gelir ki, buna Birinci
sindirim adı verilir. Sözünü ettiğimiz süzülen lâtif sıvıyı karaciğer
kendisine doğru çeker ve midede meydana gelen olayların aynısı
burada da meydana gelir. Orada yoğunlaşan bu sıvı, dört kısma
ayrılır:
1 — Dalağa giden kısım ki, bu karasevda adını verdiğimiz
sıvıdır.
2 — Ödkesesine giden kısım ki, bu da safra olur.
3 — Böbreklere giden kısım ki, orada idrar olur.
4 — Akciğere giden kısım ki, o da göğüste balgama dönüşür.
Bu hallerin oluşu da kuvvet ve zayıflığa göre 2-3 veya 4 saatte meydana gelir ki, buna da İkinci sindirim adı verilmektedir.
Ciğerde kalan lâtif ve temiz kan, damarlar ile başı ve bütün
bedeni dolaşır. Kanın bütün bedeni dolaşıp dolanımını tamamlamasına da Üçüncü sindirim adı verilmiştir.
Bu sindirim sonucunda kalan yoğun kısmı, deliklerden çıkar,
kulaklarda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, kıllarda ve tırnaklarda ter ve bedende de kir olur. Yoğun kısım bu yollardan dışarıya çıkmadığı takdirde bu durumda bedende nezle, verem, yara,
çıban, cerahat gibi şeyler meydana gelir. Sonra damarların içinde
kalan ve dolaşan temiz kan, bütün organları dolamr; organların
herbirine görevlerini yapma, güç ve kuvvetini verir. Buna da
Dördüncü sindirim denilir.
Bu sindirimin yoğun kısmı bedenden noksan kalan uzuvların eksiklerini tamamlar.
Bedende et ve yağ yaparak bedeni toplu
ve şişman yaparak güzelleştirir. Sıvının kalan lâtif ve temiz kısmı
ise, insanın soyunun devamına sebep olan mani olur. Bu sır; erkeklerde meni, kadınlarda ise hem meni, hem de süt olur.
Gıdamn özü durumunda olan meni, bir nutfedir. Erkeğin kadınla cinsî münasebette bulunması anında kadının döl yumurtalarıyle birleşerek ana rahmine gider. Orada yerleşen nutfe, 40
günlük bir müddet içinde şekil değiştirir ve kan pıhtısı haline döner ki buna alaka denilir. 40 gün daha geçtiğinde, yani meninin
ana rahmine girmesinden 80 gün sonra çiğnenmiş et haline gelir
ki ,buna da müdga adı verilmektedir.
40 gün daha geçince (yani 120 gün sonra) sözünü ettiğimiz
müdga içinde kemik, sinir, damar, uzuv, et, yağ, tüy, tırnak gibi
şeyler meydana gelir. Şu halde 4 ayın sonunda cenin kemâline
erer ve Cenabı Hak, ona ruh verir ve o da göbek yolu vasıtasıyla
gıdasmı kandan temin eder. Beslenen çocuk eğer sekizinci ayda
dünyaya gelirse ölür. Ancak 7. ve 9. aylarda dünyaya gelirse yaşar.
Bu hususta Kur’an da bize bilgi veriyor:
Cenabı Hak buyuruyor ki:
«Andolsun ki, biz insanı çamurun özünden yarattık.
Sonra Adem neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe
yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Derken, o kan
pıhtısını bir çiğnem et yaptık. O et parçasını da kemiklere çevirdik de o kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaradılış
(can) verdik. Şekil verenlerin en güzeli olan Cenabı Hakk’ın şanı ne yücedir.»
(Mü’minün sûresi, âyet: 12-13-14)
Şu halde, söylediklerimizi hülâsa edecek olursak, insan bedeninin esasının toprak olduğunu hemen zikredelim.
Önce bitkilere dönüşen toprak, ekmek veya hayvanlara yem
olur. Sonra o ekmek ve hayvanda insanlara gıda, erkeklerde meni, kadınlarda da süt ve üreme yumurtaları olur. Erkek-kadın birleşmesi sonucu sıra ile nutfe, alaka, müdga, cenin olur ve sonra
da et, kemik ve damarlar dolar. Sonra Allah’ın takdiri ile ya kadın, ya da erkek olarak kendilerine can verilerek dünyaya gelirler.
Dünyaya gelen insan, ya ömrü uzun olur ve uzun seneler yaşar, yahut da gençliğinde, çocukluğunda vefat eder.
Göklerin felek
leri ve yıldızların ışınlarından müsait kıvamını bulan toprak unsurlarının bin parçasından da ancak binde biri ekmek ve hayvan,
hayvanın da ancak bin parçasından biri insan gıdası olur. Gıdanın da ancak bin parçasından biri meni olur. Bir damla meniden
rahime giden sperma ise sadece birdir.
Rahme düşen nutfeleıden ancak binde biri çocuk olarak dünyaya gelir. Doğanlar için de yaşayanların sayısı da binde birdir.
Yaşayanlardan ancak binde biri büluğ çağına kadar yaşar.
Yine yaşayanlardan da binlercesinden ancak biri gerçek mü’
min olur. Mü’minlerin nice binlerinden ancak biri âlim olabilmekte, binlerce âlimden de ancak biri hakikati bulan olmakta ve nice hakikati bulan âlimden de ancak biri arif olmakta, onların
nice bininden de ancak biri insan-ı kâmil derecesine erebilmektedir.
Şu halde, gök feleklerinin hareketleri ve unsurların birleşmesi sonucu canlılar meydana gelir. Görünen kâinattan gayemiz,
yalnızca insan-ı kâmilin var oluşudur. Çünkü, onun haricindeki
herşey onun hizmetinde ve ona tabidir.
İnsanlar içinde en kâmil.
olanı O’nun sevgilisi olan Resulüllalı S.A.V.’dir. Cenabı Hak, onun
hakkındaki bir hadis-i kutside:
«Habibim, Sen olmasaydın, eğer Sen olmasaydın, Ben bu âlemi yaratmazdım.» buyurdu.
BEYT:
Her bin senede bir gönül burcuna
Semâ-ı aşktan böyle bir yıldız gelir.
Verilen bu kadarcık bilgi ile insanın başlangıcı hakkında bilgi edinilmiş oldu. Herşey aslına döndüğüne göre, topraktan gelen insanın yine toprağa döneceğini bilmek herhalde zor olmasa
gerek.
KISIM : 4
BEDEN VE CAN (RUH’UN) DÜŞÜŞ VE YÜKSELİŞİ, BEDENİN
DEĞİŞMESİ, İNSAN RUHU VE RUH’UN DEVAMLILIĞI.
Ey Aziz!
Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:
Eğer bir insan, kendisinin hangi devrelerden geçerek kemâl
bulduğunu ve âkıbetinin de ne olacağını bilmek ister ve bunu
araştırmaya ve bundaki mevcut konakların esasına ermeyi arzu
ederse, baştan şunu bilsin ki .ihtiyarlamadan evvel genç idi, ondan evvel çocuk idi, ondan önce de geriye doğru sıra ile alaka,
rahimde toplanan nutfe, babasımn sulbünde meni, annesinin
göğsünde süt, döl yatağında yumurtalık idi.
Yine ondan önce de
geriye doğru sıra ile, damarda kan, anne-babasına gıda, hayvan
ve bitki, dört unsurun birleşimi olan toprak, mutlak cisim, küllî
tabiat ve nihayet en evvelinde mücerred (soyut) cevher idi. Kendinde çeşitli değişiklikler meydana gelerek dünyaya gelen insan,
cisim ve ruha ait bütün yollan geçmiş ve bugünkü hale gelmiştir.
Artık karanlık ve aydınlık perdelerini tamamıyle ortadan kaldırmış, kendini tanımış ve idrak etmiş, sonra da kendini yaratan
başlangıcının ne olduğunu, sonunun ne olacağını, nereden geldiğini ve tekrar nereye gideceğini bilmiş ve böylece ârif vasfına lâyık olmuştur.
Bu ruhî ve İnsanî yükseliş onun bütün güçlük ve zorluklarını çözmüş ve onu bütün arzularına ve muradına nail
etmiştir.
Evet, yaptığımız bu kısa izahtan da anlaşılacağı üzere, insan
ruhu hemekadar bedenle beraber ve ona yakın görünüyor ise de,
esasen ruh, zâtı itibariyle bedenden ayrıdır. Beden geçici ve her
an değişmeye müsait olup, bilfasıla değişikliğe uğramaktadır. Ruh,
bedenden bu cihetten ayrılır, bedenin bütün konaklarını, uğradığı
değişiklikleri seyrederek konakları birbirinden ayırır. Şu halde ruh,
kalıcı, yani bâkidir. Ruh, bedenin değişim hallerini seyreder ve
başlangıç ve sonunu teşkil eden yollarını tefekkürle geçip, tezekkürle sonuna varmıştır.
Ruh, gerek araştırma ve gerekse yakîn ile hallerin hakikatine vasıl olmuştur.
Eğer bir insan, birşey hakkında bir fikir yürütmüş ve hakkında takdir etme yoluna gitmişse, bu o kimsenin
ölçtüğü ve düşünüp takdir ettiği şeyin haricinde olduğunu gösterir. Hikmet kitaplannda ruh’un bedenden ayn olduğunu isbat
eden birçok deliller vardır. Bu hususta delillerin hepsini zikretmek
sözü uzatır. Ancak buna uygun gelen bir delili buraya almakta fay
da umut edilmiştir.
(Meselâ, 50 yaşında bir insanı ele alalım. Bu insan, hem ruha ve hem de bedene sahiptir.)
Bu insanın 5 yaşındayken ruhu
nasıl idiyse bugün de aynıdır. Ruhta cismî hiçbir değişiklik olmamıştır. Ama beden öyle mi? Elbette değil, çeşitli değişikliklere
uğramış ve hâlden hâle girmiştir. Şekil değişmiş, sıfatlar değişmiş, boy, en ve hareketlerinde çeşitli değişiklikler görülmüştür.
Önceleri genç ve kuvvetli iken şimdi yaşlandı ve zayıf düştü.
Önceleri çok güzeldi, fakat şimdi eski cevvaliyetini kaybetti.
Bu yaşlı bedenin geneç bedenden başka birşey olduğunu gösterir.
Yine genç beden de çocukluk haldeki bedenden başkadır. Bedende bu ve buna benzer çeşitli değinmeler oluyorsa da ruh aynen
eski halindedir, ölüm anında terkettiği bedenle mahşer yerinde
tekrar buluşur. Sonra da bedenle birlikte ya cennete erip mes’ut
ve bahtiyar olur, yahut da cehennem azabıyla azaplanan bir bedbaht olur.
KISIM: 5
BEDENİN DEĞİŞİKLİĞE UĞRAMASI VE RUHUN
BAKİ KALIŞI
Ey Azizi
Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:
İnsan ruhunda herhangi bir değişiklik olmayışının, buna
karşılık bedeninin çeşitli değişikliklere maruz kalmasının sebebi,
ruh’un yüksek âlemden (Alem-i Ulvî) gelmiş olmasındandır. Ruh,
yüksek âlemin bir parçasıdır. Yüksek âlemde bir değişme olmadığına göre, onda da olmaz.
Bedenin parçaları, yani bedeni meydana getiren bölümler ise
aşağı âlem (Alem-i süfli) dendir.
Bu âlem, değişmekte ve bozulmakta olduğuna göre, bedende de çeşitli değişmeler olur. Bu âlem
4 unsurdan yaratıldığından, bu terkibden oluşan insan da bu bozulan ve değişen âlemin bir parçası olmuştur. Parçalar daima
kendilerini meydana getiren asla bağlıdırlar. Bu sebeple külünde cüz’üne meyilli olduğu bilinmiştir.
İnsan yaşlanınca can âlemine döner. Cenab-ı Hakk’m Kur’an’da:
«Biz Allah için var olduk ve tekrar O’na döneceğiz.» âyetinin
sırn budur.
İlâhî fazlın feyzinin mülk âlemine gelişi akl-î kül vasıtasiyle
olur. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’mda:
«Alemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun.» buyurması buna
delildir. Şu halde kül cüz’e eğimli olduğu gibi, cüz de kül’e eğimli
ve ona dönücüdür. Bu hususta diğer bir delil de şudur :
Normal hayatını yaşayan insan acıkıp susar ve bu sebeple
de yemek ve içmek ihtiyacını duyar. Çünkü her zaman için cüzler kül tarafına döner. Bu, bedene noksanlık ve zayıflık verir. İnsanın yemesi ve içmesi, onun bu husustaki noksanlığını giderir.
Bu demektir ki, unsurlar tarafına yönelen beden, cüzlerinin yerine, gıda vasıtasıyla bedene girer ve bedene ihtiyacı olan kuvveti verir. Çünkü bedenin gıdası unsurlara dahil olan bitki ve
hayvanlar vasıtasıyla temin edilir.
Gerçekten de 5 yılda bir insan bedeni bütünüyle erimekte ve
küle dönmektedir. Meselâ, 55 yaşma girdiğimiz zaman, bedenimizin mevcut cüzleri, 50 yaşına girdiğimiz zamanki bedenimizin
cüzlerinden tamamen farklıdır. Eski cüzler (hücreler) gider ve
onların yerine yenileri gelir.
Bedene giren cüzler bedenin kendilerine ayrılan kısmına girer ve bedenin durumuna göre şekil alır.
Bu durumdan haberi olmayanlar, bedenin de ruh gibi sabit bir
halde olduğunu zannederler.
Meselâ, bir kimse herhangi bir çölde siyah direk ve iplerle
bir çadır kursa, bu kimse her hafta o siyah direk ve halatlı çadırı
değiştirip yerine beyaz kazık ve halat koysa, bu duruma bir sene devam etse, sonunda da tamamen beyaz kazık ve halatlan
koysa, bu durumdan haberi olmıyanlar bütün sene o çadırın beyaz kazık ve halatlarla kurulu olduğunu zannederler.
Bilmezler
ki, o çadırın ip ve kazıklan değiştirilmiştir. İnsanın bedenindeki
hücreler de aynı şekilde, hem içte ve hem de dışta değişmektedir.
Eskiler gider, yerini yenileri doldurul- ki, bu da alınan gıdalardan
meydana gelir. Hücreler 5 yılda bir bütünüyle değişir ve başka bir
şekil alır.
Cüz’ün külle ve külün de cüz’e eğilimi işte böyle olmaktadır.
Her şeyi bütün hakikatiyle bilen yalnız Allah’tır.
KISIM: 6
CİHANIN BİZLERİ BİR ANNE MİSALİ TERBİYE ETMESİ
Ey Aziz! Hikmet ehlinden olanlar diyorlar ki:
Üzerinde yaşadığımız bu âlem, âdeta bizim için şefkatli bir
annedir. Meselâ, bir anne, dünyaya gelen çocuğunu hem büyütür
ve hem de terbiye eder. Çocuğun alamadığı gıdaları annesi yiyip içer ve bu gıdalardan da süt olur. Bu çocuğa gıda olacak duruma gelir ve göğsüne çıkar, bunu emen çocuk, büyümesi için
gerekli gıdayı alır.
Çocuk nasıl böyle büyüyor ise, ve annesinin
şefkatine ihtiyaç duyuyor ise, âlem de aynı şekilde bizler için
şefkatli bir annedir. Anne diye ad verilen bu âlemin diğer annelere nisbetle büyük bir değişikliği vardır. Çünkü bütün anneler,
yüzlerini dışlarına çevirdikleri halde, âlem yüzünü batınına çevirmiştir. Bu durumda bizler esasta kendi annemizin (dünyanın)
karnında yaşamaktayız.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Peygamberimiz buyuruyor ki;
«Saki, annesinin kanunda Said olan kimsedir. Şaki de anne*
sinin kanunda iken şaki olan kimsedir.»
Şu bir hakikattir ki, anadan doğma âmâ olan kimsenin gözlerinin görmesi imkânsızdır. Bu da gösteriyor ki, hem dünya ve
hem de âhiret saadetinin dünyadayken kazanma imkânı vardır.
Zira biz, daha ana kamında bir çocuk gibi, yani bu dünya âlemindeyiz. Bundan gaflete düşmek, insanın kendini tanımaması
ve görmemesi olduğu gibi, Rabbini bilmemesi ve tanımamasıdır.
Bu durumdaki insan, hem dünyada ve hem de âhirette kör olur.
Allah tarafından Peygamberlerin, Velîlerin ve Alimlerin gönderilmelerinin sebebi, insanlara Allah'ın varlığım haber verip
O'nun yoluna çağırmaktır. Bu davete kulak veren insanlar, Allah'ın sevgilisi olurlar.
— 60 —
KONU: 2
BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ), GÖRÜNEN VE GÖRÜNMİYEN
AZALARIN MAHİYETİ, İNSANIN HAKİKATİ, DÖRT RÜKNÜN
KARIŞMASI VE BUNUN SEBEP OLDUĞU DOĞUM.
KISIM: 1
BEDENİN TERKİBİ (BİRLEŞİMİ).
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Basit cisimler 4 tanedir. Bu cisimler insan ve diğer canlı
varlıkların bedenlerinin temelini teşkil ederler. Çünkü birleşik cisimlerin değişik türleri bu madenlerin birleşmeleri sonucu meydana gelir. Bunların esası dörttür. Bunlardan ikisi hafif, ikisi de ağırdır.
Hafif olan cisimler:
1 — Ateş, 2 — Hava.
Ağır olan cisimler:
1 — Su, 2 — Toprak.
Ateş, havanın kendisini etkilemesiyle diğer cisimlere karışır
ve hararetiyle soğuk ve ağır olan iki unsurun soğukluk derecelerini azaltır. Onlar da unsur oluş özelliklerini değiştirir ve mizaceyye mertebesine girerler. Bu ağır unsurlar, uzuvların kısalmalarının ve sakinleşmelerinin esası olur. İki tane olan hafif unsur da
azalann hareket ve canlılığına sebep olur.
Unsurların tamamına esas teşkil eden 4 unsur vardır. Bunlar:
— 61 —
MARÎFETNAME
1 — Sıcaklık (ısı), 2 — Soğukluk, 3 — Nem (yaşlık), 4 — Kuruluktur.
Bu dört unsur esas olup, esas maddelerde mevcuttur. Bunlar
tabiî suretler üzerinde tesir icra ederler. Çünkü onlar, sıcaklık ve
soğukluk hallerinde değişikliğe uğrarlar. Esasen tabiî suretler zatlanyle kâimdirler. Dört keyfiyet şayet tabiî suretler olsalardı, onlar da hareket eder ve sabit kalmaları mümkün olmazdı.
Basit maddeler dediğimiz bu dört esas küçülseler ve bir araya
toplansalar, maden, bitki, hayvan, yani mevâlidi selâse gibi tam
birleşik cisünlerle temas kurup .birbirlerinin kemiyetlerinin zıtlıklarıyla birbirlerini etkileseler, o basit cisimler onun keyfiyet
şiddetini kırsa, o birbirine zıt kemiyet (nicelik) 1er arasında her
birinde veya hepsinde eşit ve birbirine benzer müşterek bir keyfiyet meydana gelir. İşte bu ortak mizaca, tabiat derler ki, mevâlid-i
selâse onunla meydana gelir.
Ancak noksan cisimler, bulut ve kayan yıldız v.s. gibi şeyler
gök boşluğunda bu unsurlarla birleşme temin edemedikleri için,
derhal yok olur giderler.
KISIM: 2
UZUVLARIN ADLARI VE KUVVETLERİ
Ey Aziz!
Anatomi (teşrih) ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Her şeyi yoktan var eden Cenab-ı Hak, âlemde var olan herşeyi yerinde ve güzel bir mekânda yaratmıştır. Canlıların herbirine kendilerine yaraşan ve uygun olan, her uzvun mizacına ve tabiatına uygun gelen yapıyı vermiştir. Alem içindeki tabiat ve mizaçların en güzelini, en mükemmelini insana ihsan buyurmuştur.
Uzuvların herbirine en uygun gelen ve ona en faydalı gelen tabiatı vermiştir. Bir kısım organları çok sıcak, diğer bir kısmını da
kuru yapmıştır.
Bedende mevcut en sıcak kısım ruhtur. Ruh, lâtif bir buhardır. Ondan sonra da gönül (yürek) gelir. Sonra kalbe giden kan,
ondan sonra da uyuşmuş kana benzer halde olan karaciğerdir ki,
kanın oluşması orada olur. Ondan sonra saf et ve et ile sinirin bir
MARİFETNÂME
leşmiş han olan adale (kas) dir. Adaleden sonra dalak gelir ki,
onda da kan 'fardır. Ondan sonra da sıra ile kanı az olan böbrek,
atardamarlar, toplardamarlar ve ^1 r.yasıdır.
Bedende mevcut en soğuk şey, balgamdır. Ondan sonra soğukluk derecesine göre, Saçlar, kemikler, kıkırdak kemiği de denilen
kulak kemiği, kemik uçîcrında birbirine geçen bölümler, kirişler,
zarlar, sinirler, murdar olan, ilik, beyin, ilik, içyağı ve deridir.
Bedende mevcut en nemti şeyler sırasıyla, balgam, kan, yağ,
içyağı, beyin, murdar olan ilik, kadınların göğüs etleri, nefes alınan yer olan akciğer, karaciğer, dalak, böbrekler ve deridir.
Bedende mevcut en kuru yer, saçirrdır. Duman buharında
olan saçlardan sonra kuruluk sırasına göre, ezaların temeli olan
kemik, kıkırdak, kemik başları, kirişler, perde ve zarlar, damarlar,
toplardamarlar, hareket sinirleri, yürek sinirler ve deri gelir.
KISIM: 3
İNSANIN YAŞI
Ey Aziz!
Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:
İnsanın yaşını dört devrede incelemek mümkündür:
1 — Büyüme devresi: Bu, 30 yaşına kadar devam eden devredir.
2 — Durgunluk devresi: Bu da, 40 yaşına kadar devam eder.
3 — Hafif çöküş devresi: 660 yaşma kadar devam eder.
4 — Tam çöküş .devresi: Ki, bu da hayatın sonuna kadar devam eder.
Büyüme devresi de kendi içinde ikiye ayrılır:
1 — Çocukluk Devresi: 15 yaşma kadar devam eder.
2 — Gençlik Devresi: 15 yaşından 30 yaşma kadar olan devredir ki, buna aynı zamanda, cömertlik devresi de denir. Delikanlılık devresini de içine alan bu devrede genç çok sıcak ve nemli bir
tabiate sahiptir. Bu tabiatı taşıyan gençler, çok sinirli ve öfkeli
olurlar.
30 yaşından sonra sıcaklık maddesi olan tabii nem hava ta
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
rafından çekilir ve böylece sıcaklık düşmeye başlar. Geçen bölümde de kısaca anlatıldığı gibi, bedenin bütün cüzlerinin bir sonu
vardır. Harcanan kuvvet ile alınan gıda birbirini karşıladığı süre içinde beden dinç kalır. Ancak, bozulma her geçen gün daha
da fazlalaştığı için, gelen gidenin yerini tam mânâsıyla doldurmaz.
Bu durumda gelen harcanan kısmı karşılayamadığı için bedendeki mevcut nem yokoluı* ve sözünü ettiğimiz sıcaklık da günün birinde ölür ki, işte ölüm budur.
Demek oluyor ki; her insanın nemini muhafaza kuvveti ne
derece ise tabiî eceli de o kadardır. Hariçten bir kazaya maruz kalmazsa ömrünün müddeti o kadardır. Çünkü, Cenab-ı Hakk’ın emriyle, yüksek âlemin aşağı âleme olan etkileri neticesinde ana rahme düşen nutfeye mesut, ya da talihsiz, cemâl veya kemâl, akıllı
veya akılsız, hırslı veya kanaatkâr, fakir veya zengin, cömert veya cimri, rahat veya kederli, sevimli veya düşman ,güzel veya çirkin, cahil veya bilgili, sıhhatli veya hastalıklı, kısaca hangi suret
ve şekilde olacaksa o yazılır. Zira o nutfe, ceninin levhi mahfuzu
durumundadır. Levh-i mahfuz da bu âlemin aynasıdır.
Bu demektir ki, Said olan saadete daha anne karnında iken,
şaki olan da şakiliğini yine anne karnmda iken bulmuştur. Bu husustaki hadisi Kısım: 6’da zikretmiştik.
İnsanların şekilleri, suret ve sıfatları, feleklerdeki durumlarına
göre rahimlerde başka olunca, kendilerine takdir olunan ecel-i
müsemmalan da aynı şekilde mizaçlarına göre çeşitli olmuştur.
İnsan bedeni çocukluk devresinde sıcak ve nemli, delikanlılıkta sıcak ve hiddetli, durgunluk ve ihtiyarlık devrelerinde ise soğuk ve
kurudur. Kadınlanh vücutlarının erkeklere oranla daha soğuk ve
nemli olduğu tecrübe ile sabit olmuştur.
KISIM: 4
BEDENİN 4 KARIŞIK MADDESİ, DOĞUŞU VE İNCELİĞİ
Ey Azizi
Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Bedenin temelini teşkil eden 4 akıcı cisim vardır :
1 — Kan, 2 — Safra, 3 — Sevda, 4 — Balgam.
— 64 —
MARİFETNAME
Gıdalar önce nemli olan bu cisimlere dönüşür. Bunların herbiri ya normal, ya da anormal bir halde bulunur.
Tabiî kan: Normal kan da denilen bu kan, sıcak ve nemli olup,
rengi kırmızı, tadı tatlıdır. Sağladığı fayda bedende et, içyağı ve
uzuvlara besin olmaktır.
Tabii olmıyan kan : Buna anormal kan da denilir ki, soğuktur
Rengi de bulanıktır. Tadı acı ve sağlıyacağı bir fayda da yoktur.
Normal (tabiî) balgam: Soğukça olup, yumurta akı renginde
ve tatlıdır. Bağlıyacağı fayda, kan veyahut da kanın yerinde uzuvlara gıda olmaktır.
Normal olmıyan (gayri tabiî) balgam: Bu, kuru ve değişik
renklidir. Tadı acı olup, tuzlu ve asitli bir halde olur.
Normal (tabiî) safra: Sıcak, turuncu renkte ve yapışkandır.
Bağlıyacağı fayda kana kanşıp ona yardımcı olmak ve bedenin cüzleri olmaktır.
Normal olmıyan (gayri tabiî) safra: Bu, yakıcı zehirdir.
Normal (tabiî) sevda: Kanın dibindeki tortulu kısmıdır. Tadı
tatlıya yakın olup, dalağın yakınındadır. Sağlıyacağı fayda açlığı ve şehevî duygulan harekete geçirmektir.
Normal olmıyan (gayri tabiî) sevda: Buna acı sevda adı verilmektedir.
SORU: Bu dört sıvının meydana gelişi nasü olur?
CEVAP: Hariçten alınan gıda, önce çiğnenir, yutulur ve sindirilir kİ, bu ağız ve midede olan bir faaliyettir. Şu halde sindirim
kuvvetinin ağızda ve midede olduğunu söyliyebiliriz. Çünkü çiğnenen bir şeyin bu sindirim sonucu başlangıçtaki tadı ve kokusu
kaybolur. Çiğnendikten sonra yutulan gıda, mideye vardığı zaman
midenin üst kapağı kapanır ve orada bütünüyle sindinlir.
Bu, sadece midenin faaliyeti ile olan birşeydir demek doğru
olmaz. Bunda sağ yanda karaciğerin, sol yanda dalağın ve ondaki mevcut atardamarın, sıcaklık kabiliyeti olan içyağının midenin
üst yanında bulunan perde, sonrasındaki yürek sıcaklığının da tesirleri vardır. Böyle bir faaliyet sonunda 2-3 saatlik bir zamanda
birinci sindirim tamamlanmış olur.
Midede sindirimin kolay olmasını temin edecek asit bezleri
(herire suyu) vardır. Sonra kaba olan kısmı mideden bağırsaklara
.gider ve oradan da dışarıya çıkar. Midede bilindiği gibi ince lâtif
— 65 —
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
kısmı kalmıştı. Bu kısım damarlar vasıtasiyle karaciğere gider ve
oradaki mevcut ince damarlarda sünger misâli süzülerek toplanır
ve belli bir süre içinde orada pişer ki, bu da ikinci sindirimin tamamlanması demektir.
İkinci sindirimin tamamlanması sırasında pişen madde kırmızı renge boyanır. Bu sırada onun üzerinde kaymağa benzer bir
madde oluşur ki, buna da safra denilmektedir. Dibinde de tortu
halinde kalın bir kısım kalır ki, buna da sevda denilmektedir. Eğe
karaciğerde meydana gelen pişirme hareket fazlalığından çok olursa, bunun sonucunda da oluşan safra ve sevda sıvıları anormal hale gelir. Ayrıca orada yakıcı birşey meydana gelir.
Hind kavunu tabiî (normal) balgam demektir. Bunlar için de
temiz olanı kandır. Fakat bu kanın suyu fazladır. Bu fazla su kanın ciğerden ayrılmasından evvel, böbreklere giden damarlar vasıtasıyla çekilir. Böbrekler kendileri için lâzım gelen kan tfe yağı
alır. Artakalan san su da sidik torbasma iner ve sonra da dışarı
atılır. Kıvamına erişen kan, ciğerin üst kısmından çıkan büyük
damar tarafından çekilir ve o damardan bütün bedene dağılan damarlar vasıtasiyle yüreğe ve oradan da bütün vücuda yayılır. Bu
da kanın bütün aza ve hücrelere gıda olması demektir.
Herşeye hâkim ve herşeyin yapıcısı olan Allah her türlü noksan sıfatlardan uzaktır.
KISIM: 5
DÖRT KARIŞIMIN TABİAT VE FAYDALARI, HAREKET
SEBEPLERİ VE BUHARLARINDAN HASIL OLAN TABİİ RUH
Ey Aziz!
Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:
Tabiî kanm meydana gelişine sebep, alman gıda ile normal
haldeki sıcaklıktır. Şu halde kanın oluşmasının asıl sebebi, bedenin beslenmiş olmasıdır.
Tabü safranın oluşmasının sebebi, normal bir sıcaklık, maddî bakımdan sebebi ise sıcak, lâtif, tatlı ve yağlı gıdanın alınmasıdır. Şekil olarak sebebi ise, alınan gıdanın çok pişmesidir.
Tam sebebi ise kan ve bedenin gıdalarının karışmasıdır.
— 66 —
MARİFETNAMK
Yakıcı (anormal) safranın sebebi de, ciğerin normalinden
fazla olan sıcaklık ve pişmedir.
Normal (tabii) sevdanın yapıcı sebebi, normal sıcaklık, haddi
sebebi az nemli sıcaklık ve sert yiyeceklerdir. Şeklen sebebi akıcılığı ve bozulması olmıyan tortudur. Tam sebebi ise, kanı kuvvetlendirmesi ve bedeni beslemesidir.
Anormal (gayri tabiî) sevdanın sebebi, normali aşan sıcaklıktır.
Anormal maddi yönden sebebi, nemin az oluşu, gıdanın sıcaklığının noksan oluşu ,az pişmesidir. Tam sebebi de, kan ve beden
gıdalarının karışmış olmasıdır.
Demek oluyor ki, normal sıcaklıktan kan, fazla sıcaklıktan
safra, çok şiddetli sıcaklıktan sevda ve soğuktan da balgam meydana gelir. Kan ve damarda dolaşan sözünü ettiğimiz dört tabiat damar içinde 2-3 saat kaldıktan sonra üçüncü sindirim meydana gelir. Azalara dağılması, her azanın kendine ayrılan mikdarı alması
aynı zaman içerisindedir ki buna, dördüncü sindirim adı verilmektedir.
Damarlardaki üçüncü sindirim ile azalarda olan dördüncü sindirimden artakalan artıklar, bundan önce de ifade ettiğimiz gibi,
kulak yolunda kir, gözlerde çapak, burunda sümük, bedende kıl ve
tırnak şekline girer ve böylece dışarıya atılırlar.
Bu dört tabiatin nasıl oluş sebepleri var ise, aynı şekilde hareket etme sebepleri de vardır. Çünkü bedenin hareketi kana ve safraya da hareket verir. Bazen sevdanın da harekete geçtiği, tahrik
edildiği olur. Ancak bedenin hareketsiz kalışı, balgamı kuvvetlendirir. Bu dört tabiat vasıtasiyle oluşan yoğun (kesif) bir madde
meydana gelir ki, buna uzuv, ya da uzvun bir parçası denilir. Yine
bu 4 tabiatın buharlarından lâtif bir cevher meydana gelir ki buna da Tabii ıulı adı verilmektedir. Buna hayvani ruh da denilmektedir ki, nefse kuvvetini veren de bu ruhtur.
Şayet bedenin bir organı nefsâni ve hayvani kuvvetlerden kesilse, tabiî ruhla olan irtibatı kalmasa ,o organ yine hayattadır. Bu
organ, hernekadar uyuşmuş, felç olmuş, his ve hareket kuvvetinden
mahrum kalmış ise de, hayatı son bulmamıştır. Bilâkis yaşamasına
devam etmektedir. Eğer ölseydi, çürümesi ve kokması icabederdi.
Organın çürümesini ve kokmasını engelliyen görünmez bir kuvvet
vardır ki, o da tabiî ruhtur.
— 67 —
KONU:3
ORGANLARIN KEYFİYET, MAHİYET VE FAYDALARI,
İSİM VE KÜVVETLERİ OLUŞ VE ÖZELLİKLERİ
KISIM: I
ORGANLARIN KEYFİYET VE MAHİYETİ
Ey Azizi
Anatomi ile meşgul olan âlimler diyorlar ki:
Dört tabiatın karışımı sonucu oluşan organların bir kısmı tek,
bir kısmı da birleşiktir.
Tek organ; hangi parçasını alırsan al, yine bütünün, yani küllün adını taşıyan organlardır. Kemikler, etler ve sinirler, damarlar buna örnektir. Bunlara parçalan birbirine benziyenler diye de isim verilmektedir.
Birleşik organ; hangi parçasını alırsan al, ne isimde ve ne de
parçasında bütüne (küle) ortak olmıyan organdır. Meselâ, yüz, el,
ayak buna misâldir. Çünkü yüzün bir kısmı yüz değildir. Onlar, gerek hareket ve gerekse yaptıkları işlerde nefsin âletleri durumundadırlar.
Gözleri, parçalan birbirine benzeyen organlara misâl olarak
kemiği vermiştik. Kemiğin yaratılışı serttir. Çünkü o, bedenin çatısıdır, arazların temelidir, bedenin direğidir.
Kemikten sonra kıkırdak gelir. Bu, kemikten biraz daha yumuşak, diğer organlardan da serttir. Kıkırdak kemiği yumuşak azalara bağlamak gibi önemli bir vazife görür. Kıkırdak yumuşak organlar ile sert organlar arasında bağ vazifesi görür. Herhangi bir
düşme, çarpma veya dövülme anında yumuşak azalannın sert kemiklerden acı duymamasını sağlar.
— 68 —
MARİFETNÂME
Daha sonra sinirler gelir ki, bunlar beyin ve omurilikten çıkarlar. Bunlar katlanacak şekilde esnek, gerilecek şekilde sağlam
ve beyaz maddelerdir. Duyu ve hareket için azalann tamam oluşu, ancak sinirler vasıtasıyledir.
Sonra kirişler gelir ki, bunlar kasların çevresinde ve sinirlere
benzeyen cisimlerdir. Hareket halindeki azalara bitişiktirler. Bazen
araya kas girer, kirişlerde çekilir ve bu da hareket eden uzvun çekilmesine sebep olur. Kasın açılıp kendi haline avdet (dönüşü) iyle .kirişler rahatlar ve azayı da kendi durumuna bırakır.
Sonra kemiklerden çıkan sinire benzer cisimler gelir ki, bunların bir bölümü kasa uzanır, diğer bir bölümü de kemik ve diğer
uzuvları birbirine bağlar. Bunlar histen yoksun oldukları için de
bedenin hareketi halinde acı vermezler. Bunlardan mafsalları, eklemleri ve diğer azalan birbirine bağlıyanlara «ribat-ı akab» adı
verilmektedir.
Sonra kalbden çıkan atardamarlar gelir ki, bunlar, hem uzun
ve hem de içleri boştur. Uzun oluşlan sinirlere benzer. Bunlar açılan ve yumulan can damarlarıdır. Bunların yaratılmış olmalarına
sebep de, yürekten duman buharını çıkararak, ona rahat vermek
ve bütün bedenin uzuvlarına ruhu dağıtmaktır.
Sonra ciğerlere bağlı olan damarlar gelir ki, bunlar da hepsi
hareketsiz ve can damarlarına benziyen cisimlerdir. Bunlara kan
damarları denir. Çünkü bunlar, kanı bütün bedene dağıtmak için
yaratılmışlardır.
Sonra duyuları olmıyan ve lâtif bir haldeki perdeler gelir ki
bunlar da diğer cisimlerin yüzlerini örter ve daha başka birçok
faydalar temin ederler. Azalann bütününü hey’et ve suretleri üze- .
re örter, korur ve birbirleriyle olan temaslarım sağlarlar. Bir diğer faydası da, sinir ve bağlar vasıtasiyle, azayı birbirine bağlarlar. Sağladığı birdiğer fayda da, karaciğer, akciğer, dalak ve böbrek gibi duyusu olmıyan azalan sarar ve bunlara yakından uzntılrla teması temin eder.
Sonra et gelir ki; et, bütün organlar arasındaki boşlukları doldurur ve kuvvet meydana getirirler. Cenabı Hakk’ın izni ile vasıta
olan uzuvlan bundan sonra izaha çalışacağız.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKJ. HZ.
KISIM : 2
ORGAN (AZA)LARIN İSİM VE KUVVETLERİ
Ey Aziz!
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
Bedendeki bütün azaların kendilerinde tabiî bir kuvvetleri
mevcuttur. O organın beslenmesi de ancak kendisindeki kuvvet
sayesinde olur. Gıdayı çeken, tutan, emen ve işe yaramayan kısmım atan şey hep o kuvvettir. Organlar içinde en kuvvetli olanı,
beyin ve karaciğer kuvvetini, tabiî sıcaklığı ve ruh’u kabul ederler.
Beyin bütün hislerin toplandığı merkez, karaciğer de bütün
uzuvları besliyen bir merkezdir.
Kalb, göğüs kısmında, sol memenin altmda ve karaciğerin
rengine yakın bir renkte olup, fincan şeklinde, çok kıymetli ve
çok şerefli bir azadır. Büyüklüğü ise herkesin kendi yumruğu kadardır. Sivri ucu aşağıya doğru dönük olup, orta kısmında gözbebeği gibi siyah bir nokta vardır. Buna sevda da denilmektedir.
Süveydâ adı verilen bu organ, çok kıymetlidir. Ruh ve bütün kuvvetlerin kaynağı odur. Gönül hayvani ruhun, insanı nefsin mekânı ,İlâhi ilhamın menzili Yüce Allah’ın cemâlinin görüldüğü yerdir. Bütün organları harekete geçiren, onlara hayat veren, gıdalandıran ve terbiye eden odur.
Organların ve kuvvetlerin hepsi onun emri altındadırlar.
Amir, yani reis olan odur. Bu da demek oluyor ki, bedendeki organların bir kısmı âmir (reis), diğer bir kısmı da memur, yani
âmire hizmetçidir. Bazıları da ne âmir, ne de memurdur. Amir
olanlar, bedendeki mevcut ilk kuvvetin merkezi durumundadırlar.
Kişinin hayatını devam ettirmesi de onlara bağlıdır. Kişinin bekâsını temin eden âmir uzuvlar 3 tanedir.
1 — Hayatî kuvvetin başı olan yürek.
2 — His ve hareketlerin merkezi durumundaki beyin.
3 — Beslenme kuvvetinin merkezi durumunda olan karaciğerdir.
Çeşidin üreme ve neslinin devamını sağlıyan âmir organlar
da 3’tür.
1 — Meniyi toplayan organlar.
— 70 —
MARİFETNÂME
2 — Muhafaza eden organlar.
3 — Akıtan organlar.
Tenasül uzuvları neslin devamını temin ettikleri gibi, hey’etin tamamını erkeklik ve dişilik olan hali de ifade ederler.
Hizmetçi organlar da kendi aralarında sınıflara ayrılır. Bunlar :
1 — Hazırlayıcı organlar.
2 — Yerine getiren organlar, diye isimlendirilirler ki, vazifeleri de isimlerine uygundur.
Hazırlayıcı hizmet demek, âmirin fiilinden evvel, edâ edici
hizmet ise, âmirin fiilinden sonraki hizmet demektir. Meselâ, kalbin hazırlayıcı hizmet gören organı akciğer, yerine getiren hizmeti gören organı ise can damarlarıdır. Aynı şekilde beynin hazırlayıcı hizmet gören organı karaciğerdir. Karaciğerin yardımcıları, mide ve atardamarlardır.
Ünseyeynin yardımcıları, onlardan evvel meniyi tevlid eden
organlar ile erkeklerde zeker’in (erkeklik organı) deliği ve onunla
ünseyeyn arasındaki damarlar, kadında yumurtayı ileten damarlardır. Burası rahim olarak kabul edilebilir. Zira orası, meninin
ihtiyacının tamam olup, ceninin oluşacağı yerdir.
KISIM : 3
CENİNİN ORGANLARININ ANA RAHMİNDE OLUŞMASI
Ey Aziz!
Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Cüzleri birbirine benziyen beden organlarının tamamının
oluşması iki menidendir. Et ve yağ buna dahil olmaz. Çünkü bunlar, kandan meydana gelir. Şu halde, et ve yağların haricindeki
cüzleri birbirine benzeyen organlar .babanın menisinden meydana
gelir. Bu organik, mayalanan sütün yoğut veya peynir olması gibi, anne yumurtasından meydana gelirler. Sütün nasıl kendisinden
meydana gelen peynir veya yoğurdun tamamından bir cüz olduğu açıksa, bunun gibi, menilerden heıbiri rahimdeki ceninin, gevherinin tamamından birer cüzdür.
Yağ ile kanın sulu ve yağlı kısmından oluşur. Sıcaklık ile eri-
— Tl —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
meşinin sebebi de budur. İki meniden meydana gelen organlar*
dan biri bedenden ayrılacak olsa, diğerinin tam olarak oluşması
mümkün olmaz. Noksan parçanın karşılığında birşey olmaz ve
yeri tamamlanmaz. Kemik gibi. Bazı organların bu gibi noksanlıkları özellikle gençlik devresinde aynen eski haline gelerek tamamlanır. Et böyledir.
KISIM i 4
BEDEN ORGANLARININ ÖZELLİK VE FAYDALARI
Ey Azizi
Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki;
Duyan ve hareket ettiren azalann hissetme ve h&reKet etmelerinin başlangıcı bir sebebe bağlı olabileceği gibi, birkaç sebeb
de bağlı olabilir.
Etli organlar ya lifli, yahut da lifsiz olurlar, bitil olanlara Örnek kaslardaki etler, lifsiz olanlara örnek de karaciğerdir. Bedenin hareket etmesi lif ile olduğu gibi, tabi! ve iradeye bağlı olan
hareketler de böyledir. Ancak isteğe, iradeye bağlı olan hareketler kasların lifleri ile olur.
Tabii hareketlere gelince :
Et ve damarların hareketleri tabiî hareketlerdir. İsteğe bağlı
hareketler ile, tabiî hareketlerden oluşan iki hareket. Uzunlukla
genişlik arasındaki bir hey’ete ait Uf ite olur. Bu demek oluyor ki,
uzun lifler çekmek, genişler itmek görevini ifa eder. İkisi arasında kalan lif ise, tutma görevini görür,
Kan damarları gibi bir tabakalı azalann üç bölüm lifleriyle
örülü haldedir. Gelen lifler ile iten lifler birbirleri ile birleşmezler,
ancak çekici ve tutucu özelliği olan birleşebillr. Ancak bu durum?
bağırsaklarda değişiktir. Çünkü bağırsaklar tutmaya ihtiyaç
duymazlar. Ancak çekme ve itme kuvvetine ihtiyaç duyarlar, Damarların bir bölümü bir ,bir bölümü de iki tabakalıdır, İHI tabakalı.olmanın sağladığı faydalar vardır ki, bunlar :
I — İçlerindeki mevcut maddelerin yayılmasını önlerler, Kan
damarlan böyledir.
— 72 -
MARİFETNAME
2 — İçlerindeki saklı maddelerin çıkmalarım önler. Kan damadan içindeki kan böyledir.
3 — Organ çekme ve itme hususunda kuvvetli hareket etmek
ihtiyacım duyarsa ,itici âlet bir tabakada çekici âleti de diğer tabakada ve değişik bir halde bulunurlar. Mide ve barsak gibi.
4 — Organın iç kısmı sinir olup, saklamak, dış tabakası da
et olup sindirim içindir. Çünkü sindiren sindirilenle karşılaşmadan
kendisindeki mevcut kuvvetle onu etkiler. Ancak bazı organların
tabiatı kana yakındır. Bunun için de kanm o organa gıda olması
için büyük değişikliklere uğraması gerekmez* Et gibi.
Bunun için de gıda ete vardığı zaman bir müddet kaldıktan
sonra ete dönüşür. Bazı organlar da tabiatı itibariyle kandan uzak
olur. Bunun için de kan o organın halini almak için çok değişik
hallere girmek ihtiyacım duyar. Kemik gibi,
Bu sebeple, gırası bir süre onda kalacak şekilde ya boşluk
bulunur, tıpkı baldır ve kol kemikleri gibi, veya değişik değişik
boşluklar vardır. Alt çene kemikleri buna misâldir. Bu durumda
olan organ gıdasını alırken ihtiyacından fazlasını alarak çeker ve
kendi durumuna döndürür.. Fakat kuvvetli organ kendisinin ihtiyacı olan gıdadan fapla kalan kısmım ihtiyacı olan zayıf komşusunun tarafına doğru iter.
Yüreğin karma, iç organlara, beynin kulak arkasına, karaciğerin böbreklere fazla gıda göndermesi böyledir.
— 73 —
BÖLÜM: 2
İNSAN BEDENİNDEKİ KEMİKLERİN BİRLEŞİMİ,
İSİMLERİ VE ÖZELLİKLERİ
KONU: 1
KAFA KEMİKLERİNİN BİRLEŞİMİ,
ÖZELLİKLERİ VE İSİMLERİ
* \ KISIM: 1
BEDENDEKİ ORGANLARIN FAYDALARI
Ey Azizi
Anatomi (teşrih) ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
Bedende öylek emikler vardır ki, binanm temeli olduğu gibi,
bunlar da bedenin temelidir. Omurga kemikleri buna örnektir.
Çünkü bütün uzuvlar onun üzerine kurulmuş ve ona dayanmıştır.
Bir kemiğin her tarafı nasıl bir omurga üzerine kuruluyorsa, organların hepsi de aynı şekilde omurga üzerinde kurulur ve insanın bedeni böylece düzene girer. Bazı organlar vardır ki, bedendeki varlığı geçicidir. Meselâ ,küçük çocukların başlarındaki bıngıldak böyledir. Bazı kemikler vardır ki, onlar bedenin maruz kaldığı sadmeleri karşılayan bir kalkan gibidir Omurgalar üzerindeki omurlar bunun misâlidir.
Bir kısım kemikler vardır ki, onlar da mafsallar arasında bulunur. Parmak kemikleri arasında kalan karınca kemikleri buna
örnektir. Bazı kemikler vardır ki, ilgiye muhtaç cisimlere bağlıdır. Hançere kemiği, dil kemiği ve lam’a benzer diğer kemikler buna örnek teşkil eder. Kemiklerin birçok faydaları vardır.
— 74 —
MARİFETNÂME
Bedenin direği olan kemikler, aynı zamanda bedenin temeli
ve koruyucusu olurlar. İçleri boş olup yapılan serttir. İçindeki boşluklarda ilik vardır.
Kemiklerin içindeki ilik, onun gıda ihtiyacım karşılar. Ayrıca, kemiklerin içindeki boşlukların bulunmasının başka bir faydası vardır ki, o da hafifliktir. İçi boş olunca daha hafif olur. Kemik
ler bilindiği gibi, serttir. Bunun da sağladığı faydalar vardır. Sert
olması zorlu anlarda kırılmamasını temin eder. Az önce belirttiğimiz gibi, ilik kemiğin gıdasını teminettiği gib, aynı zamanda
kemiği yaş tutar. Kemiğin tahammül gücüne göre boşluğu azdır.
Meselâ, baldır kemiklerinin yaratılışı öyledir.
Bedenin organları onlara yüklenmiş durumdadır. Kemikte
hafiflik ihtiyacı hasıl olduysa, boşluğu daha fazla olur ki, burun
kemikleri buna örnektir. Burun kemiklerinin öyle yaratılmasına
sebep .gıdalanmak, hava ve kokuyu kolayca almak ve beynin artıklarını dışarıya atmak içindir.
Vücut kemkleri birbirlerine yakın ve karşılıklıdır. Aralarında var olan kısa uzaklık, kıkırdakların menfaati için halkedllen »kıkırdak bağlarıyle doldurulmuş vaziyettedir. Bu faydaya ihtiyaç duyulmıyan yerlerdeki kemiklerin arası boştur. Alt çene kemiği buna örnektir.
Kemiklerin aralıklı olmalarının çeşitli şekilleri vardır. Bazen
kemiğin biri hareket etmediği halde diğeri hareket eder. Bilek
mafsalları buna örnektir. Bazıları da var ki, bunlar zor hareket
eden mafsallarda bulunan kemiklerden olduklarından .birinin diğeri olmadan hareket etmesi çok zor ve çok azdır. Parmak mafsalları buna örnektir. Bazen öyle olur ki, birbirine komşu iki kemiğin mafsalları kuvvetli olur ve onlardan birinin hareketi öbürünün hareketiyle ilgili ve ona bağlıdır. Kısa kemik mafsalları buna
örnektir.
Bazı kemikler var ki, dişli olur ve iki dişliden birinin dişleri
diğerinin boşluğunu doldurur. Kafa kemiği buna örnektir.
Sübhanel halıkul bâri.
KISIM: 2
KAFA KEMİKLERİNİN TERKİBİ
Ey Aziz!
- 75 —
■I
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki :
Şüphesiz kafa kemiklerinin çok faydaları vardır. Çünkü onlar beyni her türlü tehlikelerden korurlar. Kafatası kemiklerinin
sayılan çoktur. Çok olmasının da çeşitli faydalan vardır. Bu faydalan maddeler halinde şöyle ifade edebiliriz:
1 — Kafatasının herhangi bir yerinin kırılmış olması, diğer
tarafı etkilemez. Ancak kafatası şayet bir kemik olsaydı, tamamının etkilenmesi icabeder ve tamamı zarar görürdü.
2 — Sertlikte, yumuşaklıkta, ince ve kalın olmakta bir kemiğin başka başka parçaları olmaz.
3 — Beyni, beyne zarar verecek durumda olan buharlardan
temizler. Eğer kafatası bir kemik şeklinde teşekkül etmiş olsaydı
bu zararlı buharlar dışarıya çıkamaz ve bunun için de beyin kokar, küflenir ve bozulurdu.
4 — Kemiklerin sayısının çok olması başa giren damarlara
geçit teşkil eder.
Kafatasının yuvarlak olmasının da ayıı sebepleri ve faydaları vardır ve bu sebepler de iki tanedir:
1 — Dairevî şeklin alanı, düz ölçüye göre daha fazladır.
2 — Değirmi, yani yuvarlak şeklin kendisine dokunacak şeylerden korunması düz şekillere göre daha kolaydır. Kafatası, kendisine zarar veren şeylerden ne derece korunursa, o derece sağlam
olur. Kafatasının yuvarlak olmasına sebep, bunlardır. Beyin organlarının başları beyne uzunluğuna konulmuştur. Bu kemiğin
ön ve arkasından çıkan yuvarlaklar, iki taraftan inen sinirlerin
korunması içindir. Yuvarlakta üç tane yank mevcuttur.
Birincisi yay şeklinde olup, alınla ortaktır ki, buna iklil denilmektedir.
' İkincisi düz olup, baş uzunluğunu ikiye ayırır. Alın yarığına
bitişik olan bu yarığa da, sehmî yank denilir.
Üçüncüsü ise, başın arka tarafıyle kaidesi arasmda ortak olup,
dik açı şeklindedir. Bu köşeden sehmî diye adlandırılan ikinci yanğa bitişiktir. Bu, lâmi yarık diye adlandınlmaktadır.
KISIM: 3
İNSAN BAŞININ KAİDE VE DUVARI DURUMUNDA
OLAN BEŞ KEMİK
Ey Azizi
—76 ~
MARİFETNÂME
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
İnsan başının sözünü ettiğimiz kemiklerinin haricinde 5 kemik daha vardır ki, bunlann dördü duvar gibi geriye, kalan biri
ise kaide gibidir. Bu dört duvarın yaratılışı alın kemiğinden de
serttir. Çünkü çarpma ve düşme daha çok onlar üzerine olur, önduvar dediğimiz kısım alın kemiğidir. Alın kemiğinin sonu üst taraftan iklîl yarığına vasıl olur. Alt kısmı ise kaşın yan tarafından
gözün ise üst tarafından geçer. Sonu aynı kemiğin ikinci yanına
birleşen yivlerdir. Fakat sağ ve soldaki ikinci duvar 12 kemiktir.
Kulaklar bu kemiklerdendir. Duyma hissini muhafaza eden sert
yapıh iki küçük odacık mevcuttur. Bu adı geçen odacıkların deliklerinin arasmda inciye benzer yuvarlak iki kıkırdak bulunur.
Bunlar hava aracılığıyle gelen sesleri toplıyarak kulak deliklerinden içeriye verir. Bu odacıkların üst tarafının ağzı kabak yarığıdır. Alt tarafının ağzı ise ayırıcı yarıktır. Bu iklîl yarığında sona
erer. Bunlann ön kısmındaki, iklîlin, arka taraftaki de leminin birer parçasıdır.
Geri kalan duvarm hududu, üstten lemi yarığının, alttan da
baş ile kaide arasmda müşterek (ortak) yarıktır ki, bu lemi yangının iki yanını birleştirir. Beynin oturduğu bir kaide kemik vardır
ki, sert olan bu kemiğe veter denilir. Bunun sert oluşunun sağladığı 2 fayda vardır:
1 — Sertlik, dayanıklı olmaya yardımcı olur.
2 — Sert olduğu için boşuboşuna bozulmaz, küflenmez ve
çürümez.
Şakaklann iki tarafında, şakaklara geçen sinirleri örten iki
sağlam kemik vardır.
KISIM: 4
ÜST ÇENENİN YAPILIŞI VE KEMİKLERİNİN BİRLEŞİMİ
Ey Aziz!
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
Üst çenenin sının kendisi ile yüz arasmda bulunan müşterek
(ortak) yivdir. Bu yiv, kaşların alt kısmından geçerek bir şakaktan diğerine gider. j»
— 77 -
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Alt çenenin sının, dişlerin sona erdiği yere kadardır. Çenenin
iki taraftan sının, dişlerin arka kısmında kalan sivri kemikler ile,
kendi arasındaki ortak yivdir. Bu kulak yönünden gelen bir yarıktır. Diğer tarafının son sının, çeneyi uzunlamasına kesen yivin
arasını ayıran bir yarıktır.
Üst çenenin içindeki yivlerden biri kaşların arasından iki dudak arasına inmiştir. Biri sağa doğru eğilmiş olup, dişler arasına
doğru uzamış, biri de sola doğru eğilmiştir.
Orta yank üçgen kemik arasında bulunur. Fakat bu üçgen
kemik dişleri bitirmeyip, daha önce burun deliklerine gelen bir
yunğı keser. Çünkü bu üç yiv, kesen yivi geçerek mezkûr yerlere
vanrlar. İki üçgenin haricinde hasıl olan iki kemik daha vardır
ki, oniaıı iki üçgen kaideleri ile dişlerin sona erdiği yerler ve yivler tarafından iki kısım kuşatmıştır. Orta yivden inen kısım bu
iki kemiğin arasını birbirinden ayırır.
Üst çenenin yanklanndan biri ortak yarıktan inerek göze
doğru gider ve göz çukuruna vardığı zaman da üç kısma aynlır.
Biri alın ile ortak olan yivin altında ve göz çukurunun üst kısmından geçip kaşa ulaşır.
Diğer bir dalı göz çukuruna girmez, yivin üçüncü kısmına girer ve girdikten soma birleşir.
Üçüncüsü de çukura girmesinden sonra birleşir. Birincinin
ayırdığı ilk kemiği İkincisinden, ikinci kemik de üçüncü kemikten
daha büyük görünür.
KISIM: 5
BURUN; FAYDALARI, KEMİKLERİNİN YAPISI VE ALT ÇENE
Ey Aziz!
Anatomi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
İnsanın yüz kısmında yaratılan burnun birçok faydalan vardır. Bu faydalan şöyle sıralayabiliriz :
1 — Mevcut boşluk ile burun su çekmeye yardımcı olur.
2 — Başlangıçta burna çok hava girer. Fakat burun bu havayı düzenliyerek ılık hale getirir. Burna çekilen havanın bir kısmı beyine gider, diğer büyük kısmı da akciğerlere iner.
— f8 —
MARİFETNÂME
3 — Burun koklama organıdır. Havadaki türlü kokulan alır.
4 — Harflerin doğru çıkanlmasma, kesilmesine ve güzel söylenmelerine yardımcı olur.
5 — Baştan atılan işe yaramıyan şeyleri toplar ve sümük haline sokarak dışarıya atar.
BURUN KEMİĞİ
Burun kemiği üçgen iki kemikten meydana gelmiş olup, üst
tarafında birer açıları birleşir. Tabanlan bir açı ile birbirine dokunur ve iki açı ile de birbirinden ayrılırlar. Bu kemikler, yüz kemiklernin izahında da ifade edildiği gibi, iki taraftan gelen yivlerden
birine gelir. Kemiklerin alt tarafında yumuşakça iki kıkırdak
mevcuttur. İkisi arasmda orta yivin uzunluğu kadar bir uzunlukta kıkırdak vardır. Bu kıkırdağın üstü altından daha serttir.
Orta kıkırdağın sağlıyacağı fayda, beyinden süzülen işe yaramıyan maddeleri toplayıp dışarıya atarak ruha huzur ve rahat
vermektir. Çünkü bu fiilini, ruhu rahatlatan havanın girmesinin
engellenmemesi için yapar. Beyinden inen artıklar daha çok burun
deliklerinden birinde toplanır ve ruhu rahatlatan havanın beyne
gidişi engellenmez. Çünkü burun deliklerinin biri ekseriyetle açık
kalır.
İki yanda bulunan mevcut kıkırdakların sağladığı bellibaşlı
faydalar üç tanedir:
1 — Kemiklerin çevresindeki kıkırdaklarla işbirliği halindedir.
2 — Fazla nefes alma veya su çekme ihtiyacı duyulunca genişler.
3 — Burundan nefes alınırken titreme yaparak buhan saçmaya yardımcı olur.
Burunun iki kemiği hafif ve incedir. Böyle olmasına sebep de,
bu halinde daha çok faydalı olacağı içindir.
Alt Çenenin Yapısı:
Alt çene büyük bir nizam üzere yaratılmıştır. Çünkü alt çeneyi meydana getiren iki çene kemiği olup, sağlam bir eklem onlan
çene altında birleştirmiştir. Arkaları yüksek ve eğri vaziyettedir.
— 79 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
ki, iki kemiğin yanında yükselmiş, birbirlerine bağlarla bağlanmış,
lardır.
Ağzın alt çene hareketiyle açılıp kapanması, konuşmak, lokmaların çiğnenmesi v.s. gibi birçok faydalan vardıı\
KISIM: 6
DİŞLERİN YAPISI, İSİM VE ŞEKİLLERİ VE
TEŞEKKÜL SIRLARI
Ey Azizi
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar kİ:
Bir insanda 32 diş vardır. Bazı kimselerin yan taraftarından
4 diş yok olur (azı dişleri) ki, bu durumda dişlerin sayısı 28’e İner»
Ortadaki dişlerin üst çeneden 4, alt çeneden de 4 tanesi kesmek
içindir, yani kesici dişlerdir. Yine üst çeneden 2, alt çeneden de 2
tane sivri diş kırmak içindir. Bunlardan sonra gelen 4’er diş de
öğütmek içindir. Onlardan sonra gelenler çiğnemek «ondan sonra
gelenler de çiğneme işini tamamlamak içindir.
Şu halde diyebiliriz ki:
Kesici dişler 8 tane.
Kinci dişler 4 tane.
öğütücü dişler 8 tane.
Çiğneyici dişler 8 tane.
Tamamlayıcı dişler 4 tane.
Toplam olarak 32 tanedir.
Çoğu kimsenin sondaki tamamlayıcı dişleri büluğdan veya
daha sonra çıkarlar. (Bunlara halk arasında 20 yaş dişleri de denilmektedir).
Dişler; kök, baş ve ayrıntı olmak üzere üç kısımdan ibarettir»
Bunlar çene kemiklerinin boşluklarına yerleşmiş vaziyettedirler.
Deliklerin çevresinde gayet sert etler bitmiş olup, üzerinde küçük
bir kemik bulunur. Bu, dişi sarmış ve kuvvetli bağlarla bağlanmıştır. Çiğneyicilerin haricindeki dişlerin sadece bir başı vardır
Alt çenedeki çiğneyicilerin 2, ya da 3 başı vardır. Sondaki tamamlayıcı dişlerin başı 4, üst çenedeki çiğneyici dişlerin 3, ya da 4’er
başlan vardır. Bu başlardan kasıt, dişlerdeki çıkıntılardır. Son
— 80 —
MARİFETNAME
dişlerde bilhassa 4’er baş (çıkıntı) vardır. Bunlann fazla oluşuna sebep ise, büyük olmalan ve fazla iş yapmış olmalarındandır.
Üst dişlerdeki çıkıntıların fazla olmasına sebep ve hikmet ise,
çıkmtılann aşağı tarafa olması, ağırlıklan ile çıkıntıların zıddına
meyledebilme özelliklerinin olmasındandır. Alt çenedeki azı dişlerinin ağırlıkları olduklan yerde olduğu için, bir aykırılık sözko-'.
nusu değildir.
Bedendeki kemikler esasen duyarsızdırlar. Ancak diş etleri
böyle değildir. Onlar beyine bağlı olduklanndan, duyucudurlar.
Bunun için de sıcak ve soğuğu, tatlı ve ekşiyi v.s. gibi şeyleri ayırdedebilirler.
— 81—
KONU:2
OMURGA, BOYUN, GÖĞÜS VE BEL KEMİKLERİ
BEŞ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1
OMURGANIN YAPI VE TEŞEKKÜLÜ
Ey Azizi
Anatomi ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Omurganın insan bedenine sağladığı faydalar pek çoktur.
Birinci faydası: İnsan hayatının devamını sağlamak hususunda çok büyük bir önemi olan omurilik organını kendisinde bulundurmasıdır.
Eğer bütün sinirler beyinde sona ermiş olsaydı, insan kafasının bugünkü bildiğimiz şeklinden çok daha büyük olması gerekecekti. Bu da bedene büyük bir yük olurdu. Sinirler uzak yerlerdeki organlara kadar gitmek için uzun olmak ihtiyacında olur ve
bazı tehlikeler ve hattâ kırılma ve kopmalara maruz kalır, bunun
için de ağırlığı olan uzvu esasına çekmek kuvvetinden mahrum
kalırdı.
İşte heışeyi yoktan vareden Yüce Allah, sonsuz hikmeti ve
yardımıyle beyinden bir parça olan murdar iliğini aynen bir maden sıvısı gibi akıtmış ve onun üzerine de omurgayı kılıf yapmıştır ki, bu kılıf çok sağlamdır. Böylece omurga çevresinde, sinirlerin
dağıtım merkezi olması daha uygun görülmüştür.
İkinci faydası: Omurga önünde bulunan organları kalkanın
sahibini koruması gibi tehlikelerden korur. Boğumlarının ve ek
yerlerinin olmasına sebep budur.
Üçüncü faydası: Bedendeki kemiklere temel olmuştur. Bina-
MAKİFETNAME
nın temeli ne kadar sağlam olursa, bina da o derece sağlam olur.
Omurga da aynı şekilde çok sağlam ve kuvvetli bir şekilde yaratılmıştır.
Dördüncü faydası : İnsanın ayakta durmasını ve kolayca hareket etmesini temin eder. Zaten omurganın sağlam omurlardan
meydana gelmiş olmasına sebep de budur. Omurga bir bütün halinde ve büyük olmayıp, birbirini tutan bağlardan ibarettir ki,
bu bağlarda çok gevşek olmayıp, güzelce dizilmiş ve en güzel bir
surette yaratılmıştır. Mafsallar çok yumuşak olmadıkları gibi, sert
de değildirler. Bunun için de kırılmak, ya da katlanmak gibi bir
durum meydana gelmez.
Omurlar ortasında omurilik nüfuz edecek şekilde delikleri
olan içi boş kemiklerdir. Omurların bazılarının sağ ve solunda deliklerin yan taraflarından çıkan dört uzantı vardır. Bunların bir
kısmı yukarıya bir kısmı da aşağıya aittir. Bu uzantılar bazı omurlarda 6 adet olup, 4’ü bir yanda, 2’si bir yandadır. Bazı omurlarda
8 uzantının olduğu da olur. Bu uzantıların sağladıkları birtakım
faydalar vardır.
Bu faydalardan biıi; aralarındaki mevcut bağ ile omurlar
muntazam bir halde dizilmiş, birinin uzantısının ucu diğer uzantıya girmiş ve böylece icabeden sağlamlık temin edilmiştir. Omurlarda bu sözünü ettiğimiz uzantıların dışında daha başka uzantılar da vardır. Bunlar çarpmalarda sağlamlıklarıyle koruma vazifesi görür ve bir kalkan gibi korurlar. Bunlann yönü omurların
yönüyle aynı istikamettedir. Bunlann arka taraflanndan olanlarına şevk, sağ ve sol tarafta olanlarına da «kanatlar» adı verilir ki,
bunların vazifesi de bedendeki sinir, damar ve kasları korumaktır.
Kaburga kemiğinin yakınında olan kanatlann faydası, kaburga kemiklerinin yumru başları onlara geçmiş halde olup, çukurlarıyle ona bağlanırlar. Çünkü kanatlardan herbirinin iki boşluğu ve her kaburganın da iki yumru uzantısı vardır. Bu omurların orta deliklerinin haricinde daha başka kendilerinden sinirlerin çıktığı ve damarların girdiği birçok delikler vardır. Çünkü
giren ve çıkan damarların korunmaya ihtiyaçları yoktur. Şayet
bu damar ve sinirler omurganın ön tarafında olsaydı, bedenin
normal kendi ağırlığı ile ve isteğe dayanan hareketi ile eğimli (rae-
| 83 —
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
yil) yerlerde zayıf kalır ve bağlantı kuramazlardı. Bu koruma vazifesi olan uzantılarda sinir ve nem (yaşlılık) bulunur ki, onu
sarmış ve örterek kaypak bir hale getirmiştir. Bunun sebebi de,
dokunduğu yerleri acıtmamak içindir. Yani, ona dokunan et acımaz.
Mafsallarda bulunan uzantılar da aynı durumdadır. Onlar
birbirlerini ard arda takip ederek kuvvetle tutar ve her taraftan
bir başkasına bağlanırlar. Fakat ön taraftan gelenler çok kuvvetli, arkadan gelenler ise kaypaktır. Çünkü, öne eğilmek ihtiyacı
geriye eğilme ihtiyacından daha çoktur. Şu halde, birbirlerini takibeden ve birbirlerine kuvvetle bağlanan omurlar, âdeta bir kemik kadar sağlam olmuşlardır. Eğiliş ,bükülüş ve esneklikleri sebebiyledir ki, kemiklerin çoğu hareket için ve esneklik temini için
olmuştur. Bunun içindir ki, tek kemik gibi hareket edebilen belkemiğinin eğilmesi ve bükülmesi kolay olmaktadır.
Yapıcı Hâkim olan Yüce Allah her türlü noksan sıfatlardan
uzaktır.
KISIM: 2
BOYUN KEMİKLERİNİN TEŞEKKÜLÜ
Ey Azizi
Anatomi ilmi ile meşgul olanlar diyorlar ki:
Boyun kemiğinin yaradılışı akciğer için .akciğerin yaradılışı
ise birçok faydaları temin içindir. Boyun omurları ile .omurganın
omurları üst üstedir. Bunun için de omurlardan herbiri kendini
taşıyan omurdan daha hafif ve daha küçük olmuştur. Organın
hareketleri bu sayede belirli bir düzen içindedir. Omurganın en
alt, yani en son omuru omurların hepsinden hem daha büyük ve
hem daha serttir. Kuyruk sokumu kemiği de denilen bu omur, ana
rahminde kemiklerin dizilişinden önce yaratılmıştır. Yine bu kemik mezarda da bütün kemiklerin çürümesinden sonra çürür ve
toprak olur.
Omuriliğin üstü fazlaca ve sertçe olduğu için, boyun omurlarının delikleri daha geniştir. Zira, yukarıya ait sinirlerin sayısı
— 84 -
MARİFETNÂME
aşağıya ait sinirlerin sayısından daha fazladır.
Şu halde boyun omurlarının küçük ve deliklerinin de geniş
olduğunu söyliyebiliriz. Bunun için de hepsinden daha sağlam
ve dişleri küçük, kanatlar ıise büyük ve iki başlıdır. Omurların
hareket etmeye duydukları ihtiyaç, hareketsiz halde durmaya duydukları ihtiyaçtan daha fazladır. Bunun için de omur mafsalları
aşağıdaki mafsallara nisbetle daha kaypak ve daha yumuşaktır.
Çünkü bunların sağlam ve kuvvetli olmaya duydukları ihtiyaç azdır. Boyun omurlarının 7 tane oluşuna sebep de, normal bir uzunlukta olmaları içindir. Bu omurların herbirinde ll’er uzantı vardır. Ancak birinci omur değişiktir.
Onbir uzantıdan başka s
l’er diş.
2’şer kol.
2’şer kanat ve üstünün ve altının
4’er mafsal çıkıntısı vardır.
Sinirlerin çıkışındaki mevcut yuvarlak delikli daire yarıya bölünmüş durumdadır. Bir ve ikinci omurun diğer omurlarda bulunmayan değişik çeşitli hususiyetleri vardır. Çünkü sağa sola olan
hareketi kendisi ile ilk omur arasında kalan mafsal ile birleşmiştir. Başın öne ve arka tarafa hareket etmesi kendisi ile 2. omur
arasında kalan mafsal ile olmuştur. Ancak ilk, yani birinci mafsal
birinci omurun uzantısında sabit durmaktadır. Bu omurun üst
tarafında baş kemiklerin uzantılarının girdiği iki boşluğu vardır.
Bu uzantılardan biri boşlukta yükselse, diğeri de boşluğuna iyice
gömülmüş olsa, baş o tarafa eğilir.
Ancak ikinci mafsal, ikinci omurda olmuş ve onun ön kısmında bir uzantı yaratılmıştır. Birinci omurun ön tarafındaki delikten geçerek kafa kemiğindeki omura vanr. Bu uzantı sözünü ettiğimiz omurdan geçerek o omura girecek olursa bu durumda baş
ayağa taraf, yani öne eğilir.
Şayet uzantı gömüldüğü çukurdan çıkacak olursa, baş düz
olur. Şayet uzantı deliğinden de çıkacak olursa baş arka tarafa
eğilir.
İkinci omurun arka kısmında kısa bir uzantı daha vardır.
Fakat bu uzantı birinci omurdaki çukurunda hareket eder ve onu
geçmez.
— 85 —
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Birinci omurun bir özelliği de dişlerinin olmayışıdır. Bunun
faydası da, ağır olmaz, çevresindeki sinir ve damarlara eziyet etmez. Sözü edilen çukur, kafatasında âdeta gömülmüş bir lıalde
olduğundan, kanatlan da yoktur. Çünkü sinirlerin başlangıç kısmına yakın ve yerleri de dar olduğu için, kanatlarının olmaması
Allah’ın bir hikmetidir.
Bu omurun bir özelliği de, sinirlerin ondan çıkmış olmasıdır.
Öbür omurlar gibi iki yandan ve ortak delikten doğmazlar. Fakat
arka tarafının üstünde bulunan iki delikten lif gibi ince bir şekilde hepsi çıkarlar. Uzadıkça da yavaş yavaş kalınlaşır ve duruma
göre de sert ve kuvvetli olurlar.
Ancak ikinci omurun kısa uzantısı üst tarafta ve arka kısmında bulunur. Onda-sinir çıkışları imkânsız olduğundan bunun delikleri dişli tarafmdadır. Bunun uzantıları birinci omura kuvvetli
bağlarla bağlanmıştır.
Başın mafsalı selis, yani yumuşak haldedir. Bu ikinci omur ve
diğer omurların mafsallarından daha yumuşaktır. Çünkü bu iki
mafsalla oluşan baş hareketlerine çok ihtiyaç vardır. Bu, Yüce Allah’ın sanatının büyüklüğünü gösterir.
KISIM: 3
GÖĞÜS KEMİKLERİ
Ey Aziz!
Anatomi (teşrih) ilmiyle meşgul olanlar diyorlar ki:
Göğüs kemiği (buna göğüs omurgası da diyebiliriz) kaburgalara bitişmiş bir halde olup göğüsteki nefes alıp verme gibi en kıymetli organları- korumaktadır. Bunlar oniki kemikten oluşmuş
olup, ll’inde diş ve kanatlar vardır. Sadece birinin dişi yoktur ve
kanatlan da birbirine eşit değildir. Çünkü bu çok şerefli ve kıymetli organımız olan kalbe yakın ve bitişik halde olup, diğerlerinden daha büyük ve sağlamdır.
Göğüs omurlannm kanatlan diğer birinin kanatlarından daha serttir v6 kaburga kemikleri de onlara vasıl olmaz.
Göğüsten 7 üst omurgalarının dişleri büyük ve kanatları sert,
sağlam ve dayanıklıdır. Bütün organlann Meliki durumundak
— 80 -
MARİFETNAME
kalbi ancak bu kuvveti sayesinde korur ve muhafaza ederler. Çünkü bu omurların bünyesi kendisini senâsin, yani diş ve kanatlara
getirmiştir. Bu sebepledir ki, bunların mafsallarında uzantılar
kısa ve geniştir.
Onuncu omurun üstündeki uzantı mafsallarında, dilimli boşluklar vardır. Uzantıların aşağıya inen yumru başlan o boşluklara girer ki, bu durumda dişleri aşağıya tutunmuştur. Onuncu
omurun dişlileri kubbe gibi yapılmıştır. Mafsal uzantılarının yanlarındaki çukurları dilimli değildir. Çünkü üstü altıyla birlikte
limlenmiş değildir. Zira, üstü, altı ile birlikte dilimlidir. Onuncunun altındaki dilimler üste, çukurları da alta meyilli olup, dişleri
de üste doğru yumru bir hal almıştır.
Onikinci omur kanatsızdır. Çünkü onda kaburga vardır ve
bunun içinde kanatlara ihtiyaç duymaz. Ancak mide zarı
buna (12’ omura) bitişiktir. Bunun üstünün yapısı küçük olduğundan, çok mafsal bulunmaz. Göğüs omurları boyununkilerden
daha büyük olduğu için, müşterek delikleri iki bağ arasında bölünmemiş, yükseldikçe artmış, aşağıya doğru inildikçe noksan
olup, sinir delikleri bütünüyle onuncu omuru bulmuştur.
Göğüs omurlarının geri kalan diğer parçaları ve iki oyluk arası bel bölgesinin bütün dikişleri ve delikleri bütünüyle içine aldığı
için sinirlerin çıkabilmesi için bu omurların sağ ve sol tarafında
yaratılan birer delik vardır. Bel bölgesi omurlarında dişler ve geniş kanatlar mevcuttur.
Bel bölgesinde beş t<=>ne omur bulunur. Bunlar, kuyruk sokumu ve bel kemiğine bir kaide gibi oturmuş ,onun taşıyıcısı, kasığın tutucusu ve ayak sinirlerinin sonu, yani bitiş yeri olmuştur.
Kuyruk sokumu bölgesinde 3 tane kemik vardır. Bunlann
mafsalları daha kuvvetli ve daha sert, kanatlan da daha geniştir.
Ön ve arka kısımda sinirler için delikler mevcuttur. Bu oyluk mafsalının kendilerine engel olmaması ve eziyet etmemesi içindir.
Kuyruk sokumu kemikleri, yukarıda sözünü ettiğimiz bel bölgesi
kemiklerine benzer.
Kuyruk kemiği, üç kıkırdak omurdan meydana gelmiş olup,
uzantıları yoktur. Küçük oldukları için, boyun omurları gibi, sinirleri ,ortak deliklerden doğmuştur. Sadece üçüncü omurun yazımdan çıkan bir sinir mevcuttur.
— »7 —
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder