MARİFETNAME
Sözünü ettiğimiz bu damarlardan 2. çifti örümcek ağma benzer kollara ayrılır. Bu kollar, omuzlara doğru uzandıklarında herbiri omuz damarı ismiyle anılır. Bu omuz damarlarının yanlarından iki damar omuzun üst kısmına kadar ona arkadaşlık eder. Fakat bir tanesi orada tutulur ve dağılır. Ancak omuz daman her
ikisini de geçer ve elin sonuna ulaşır. O da boyun dış damarının
kanşmasından sonra ikiye ayrılır. Bir kısmı içten olup küçük küçük dalları vardır ve dağılışı da üst çenedir. Bu kollardan da daha
başka aynlan büyük kollar olup, bunlar da alt çenede dağılmış vaziyettedirler.
Beyan ettiğimiz bu iki sınıf koldan çıkan çok miktardaki ince
• damarlar dil çevresine dağılmış vaziyettedir. İkinci kısım belirlenmiş olup, kulaklar ile başa yakın yerlere dağılmış haldedir. Fakat
şahdamarı yemek borusuna yukarıya çıkarken arkdaşlık etmiş ve
onunla yukarıya doğru kollar göndermiştir. Bu kollar dış şahdamarmdan gelen kollarla birleşmiştir. Sonra bu damarların tümü
yemek borusuna, gırtlağa ve iç kaslara aynlmış olup, nihayet lam
yivine varmıştır. Daha sonra ondan da çok miktarda kollar çıkmış
bir ve ikinci omurdan sinirlere dağılmıştır. Oradan da çok ince
kılcal damarlar halinde baş ile boyun eklemlerine gelmiştir.
Yine oradan da daha başka kollar çıkmış ve beyin üzerindeki
kafa kemik zarına gelerek iki tarafın birleştiği noktaya çıkmış ve
oradan da kafa kemiğine inmişlerdir. Bu kolların gönderilmesinden sonra geride kalan damar lam yivinin nihayetinde kafa boşluğuna girer ve ondan beynin iki perdesine ayrılan kollar bulunur ki,
bu perdeler muhtaç oldukları besinleri bu kollardan alırlar.
Sert perdeler çevrelerindeki kısımlarla bu kollan bağlamış ve
ondan uzaklaştırmışlardır. Kafatası perdelerine gelen gıdalar onlardandır. Bunlann dağılışı ince zardan beyne inen atardamarların dağılmasına benzer. Atardamarları sağlamca bağlamış ve geniş
yerde de karşılamıştır ki, buna sebep de ağızların kanın dökülmesi ve orada pişip yanması içindir.
Sonra da iki tek arasına dağılmış ve 1. musıva adım almış
tır. Oradaki kanın aktığı kollardan kam emdiği sırada örter ve ön
kanna uzanmış ve oraya kadar uzanan atardamarlarla birleşmiştir. Bu zar meşime ,yani ana rahmindeki çocuğu besleyen kan torbası ağıyle örülmüştür.
ısı
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HZ.
Bütün bunlar Allahü Zülcelâlin kudret ve azametini gösteren
birer delil olmuştur.
KISIM : 4
ECVEF DAMARININ KOLLARI VE FAYDALARI
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Ana toplardamar (kıfal)m esasını omuz damarı oluşturur.
Ondan çıkan ve çoğalan kolların başlangıcı ana toplardamardır
ki buna kıfal denilmektedir. Pazuda kol boyuna uzanan bu damar,
aynca pazu dışına ve derisine dağılan kollar gönderir. Dirsek eklemine yaklaştığında üç kola ayrılır. Bu kolların birine kol ipi mânâsına gelen Habluz-zırâ’ adı verilmektedir. Bu kısım üst dirsek
oynağının dışı üzerinden uzamıştır. Oradan dışa ve aşağıya, yani
dirsek altının yumru dışına bükülerek eğilmiş ve alt oynağın cüzlerine yayılmıştır.
İkinci kısmı bilek dışından meylederek dirseğe taraf dönmüş
ve koltuk altındaki bir kolla birleşmek üzere gitmiş ve bu iki kemikten ehhâl, yani baş ve gövde damarı meydana gelmiştir.
Geride kalan üçüncü kısmı ise derinden gidip tekarr ibtîden
gelen bir kolla birleşmiştir. İbtînin, koltuk altının evvelki kolları pazunun içine inmiş ve oradaki kaslara yayılmışlardır. Bu kollardan biri, kol kemiğine kadar uzanmıştır. Adı geçen ibtî dirsek
eklemine yaklaştığında ikiye bölünür. Bunlardan bir kısmı içeriye
girmiş ve ana toplardamardan kifâlden de geçer ve kol ile biraz
birleştikten sonra ondan ayrılır. Bu kolun bir kısmı içe doğru inmiş, küçük parmak ile yanındakinin tamamına ve orta parmağın
da yarısına kadar inmiştir. İkinci ekleme çıkıp kemiğe dokunan
elin cüzlerine ayrılmıştır.
İbtinin, yani koltuk altının. 2. kısmı bilek içinde dörde ayrılmıştır. Bu kollardan biri de bilek altında ve bileğe ulaşıncaya kadar yayılmıştır. Diğer bir kolu da birinci kolun üzerinde olup, yayılışı onun gibi olmuştur. Üçüncü kol, kol ortasında ve yine bilekten türemiş olup, çeşitli kollara ayrılmıştır.
Kolların içinde en büyüğü 4. sü olup, hem yüksek ve hem de
152
MARİFETNAME
açıktır. Bir kolu ana atardamarın koluyla birleşmiş ve bunlardan
da baş ve gövde damarı denilen ekhal hasıl olmuştur. Geri kalanı
da derine gidip gömülmüştür.
Ekhal damarı içten doğar, üst dirseğe kadar çıkarak dışanya
gider ve L şeklinde iki kola bölünür. Üst kolu üst bilek oynağına
doğru inmiş ve bileğe dönmüştür. Baş parmağın arkasında ve baş
parmak ile şehâdet parmağının arasında ve şehâdet parmağında,
yani bizzat kendisinde yayılır.
Alt kolu ise dirseğin alt kısmına inerek üçe ayrılmıştır. Bu
kollardan biri, şehâdet parmağı ile orta parmak arasına gelir ve
üstten şehâdet parmağına gelen bir damar koluna yapışarak onunla bir damar oluşturur. İkinci kol sağlam ve kuvvetli olup orta
parmak ile onun yanmda bulunan parmak arasmda yayılır.
Bu kollann tamamı kolların eklemlerine bölünmüştür.
Ellerin parmakları Cenabı Hakk’ın inâyet ve yardımıyle hareketini bunlar sayesinde yapıyor. İnsanı yaratıklann en üstünü
ve en güzeli kılan Allahü Zülcelâl her türlü noksan sıfatlardan
uzaktır.
KISIM: 5
ECVEF DAMARININ BEDENİN AŞAĞISINDAKİ
BÜYÜK KISMI VE KOLLARI
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Ecvef damarının aşağı inen büyük kısmı, karaciğerden çıktığı zaman daha bel kemiğine dayanmadan önce kendisinden büyük bir damar ayrılır ve bu damar da kıl misâli incecik damarlara
ayrılır. Sağ böbrek liflerine giderek böbrekte ve onun yakınında
kalan yerlerde yayılır ve onların hepsini sıcak gıda ile gıdalandırır. İnen kısmından daha sonra büyük bir damar aynlır ve kıl damarlara bölünerek dağılır. Sol böbreğe gelerek onun liflerini bulur, onların civarında kalan yerlerde dağılır.
Bunların tamamının gıda ihtiyacı bu koldan sağlanır. Sonra
inen bu kısımdan ayrılan iki damar var ki bunlara Talûn adı ve153
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
rilmiştir. Bu damarlar gıda vermek gayesiyle böbreklerin içine kadar girmişlerdir. Çünkü izahı yapılan atardamarlarda olduğu gibi,
bu talûnlar da böbreklerin besinini çekerler. Bu talûn’ün sol tarafından çıkmış olup, hem erkek ve hem de kadınlarda sol yumurtaya kadar inmiştir. Çıkan bu damar da ayrıca sağdan kollara ayrılarak sağ yumurtaya varmıştır. Bu damar iki böbrekten
gerek kadınların ve gerekse erkeklerin cinsiyet organlarına doğru
meyleder. Bunların daireye benzer şekilleri olduğundan, böbreklerden yumurtalara akan saf kan, onlarda pişer ve kırmızı kan
şeklinden beyaz meniye dönüşür.
Yine bel kemiği (omurga) nden yumurtalara ulaşan iki damar vardır ki, bu erkek cinsiyet organında kaybolur. Sonra inen
bu kısım, omurgaya dayanarak inerken her omurun yanında o
damardan daha başka kollar ayrılır. Ayrılan bu kolların bir kısmı
girmiş ve omurilikte sona ermiştir. Diğer bir kısmı ise, yanlarındaki kaslara dağılmışlardır. Yine bir kısmı da leğen kemiklerine gelmiş ve karın kaslarında sona ermişlerdir.
Bu inen kesim izah edildiği şekilde omurga omurunun sonuna
geldiği zaman orada ikiye bölünmüş olup ,biri sağ, diğeri de sol oyluğa varmıştır. Sözünü ettiğimiz bu iki kısım henüz oyluklara varmadan evvel herbirinden on tabaka damar ayrılmıştır. Birinci tabakaları sert bir yere gelmiş, ikinci tabakaları ise kılcal damarlar
olarak ortaya gelmiş.
4. tabakaları mak’ad kaslarına ve kuyruk sokumunun dışına
ayrümış.
5. tabakaları kadınlarda ana rahmi boyunca uzanmış ve bir
kısmı orada ana rahmine bitişik halde kısımlara ayrılmışlardır.
Bunlardan biri,sidik torbasına ayrılmış, diğeri ise sidik torbasının
boyun kısmına gelmiştir. Bu 5. tabaka genellikle erkeklerde daha
çok bulunur. Bu sebeple hem sidik torbasını sarmış ve hem de erkeklik âleti olmuştur.
6. tabakaları kasık kemiği üzerindeki mevcut kaslara gitmiş
ve orada dağılmıştır.
7. tabakaları, karın üezrinde bedenin yukarısına doğru çıkan
kaslara yükselmiştir. Bu esas damarlardan ayrıca kadınlarda 4 damar daha çıkar ve dört yandan an rhmine iner. Yine onlrdan çıkan 8 damar göğüs üzerindeki memelere çıkar.
154
MARİFETNÂME
8. tabakaları erkeklerde cinsiyet organına, kadınlarda ise ön
tarafa gelir ve oralarda dağılır.
9. tabakaları oyluğun iç kaslarına inmiş ve bu kaslarda dağılmıştır.
10. tabakaları baldır yanlarından leğen kemiklerine çıkmış
ve ellerin tarafından inen damarların çevresine ulaşmış ve hepsinden çıkan büyük cüz’ü bacaklarda inmiş ve onda başka kollara bölünmüş ve böylece 20 tabakaya ulaşmışlardır. Damarlardaki
bu sınıflandırma ve dağıtım, bilginleri hayret içine düşürmüş ve
yaratıcılarını bilmek hususunda büyük ibret olmuştur.
Damarlardaki kanı nehir suları misâli akıtan bir ve kahredici
olan Allah’ın sanı ne yücedir!
KISIM: 6
ECVEF (BOŞ) DAMARIN UYLUK AŞAĞISINA İNEN
DALLARI VE FAYDALARI
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki :
Açıklaması yukarıda yapılan tabakalardan geri kalanları, oyluğun içine inmiş ve her kısım bir oyluğun içinde 15 dal meydana
getirmiştir. Bunlardan;
Biri oyluk önündeki kaslara bölünmüştür.
Biri dışarıdan içeriye doğru kaslara taksim olunmuştur.
Biri dış yüzdeki odalara dağılmıştır.
Biri dıştaki kaslara varmıştır.
Dördü bacak içine doğru gömülmüş ve kaybolmuştur.
İkisi bacak altında bulunan kaslara varmıştır.
İkisi diz mafsallarına kadar varmıştır.
Geri kalan üç daldan dış yüzde olanları akciğere giren soluk
borusundan topuk mafsalına kadar uzar. Orta dal, dizin sonundan
baldır içindeki kaslara bırakır ve kendisi de aşağıya iner. Ondan
kalan iki daldan biri baldırın iç kısımlarına gömülerek kaybolmuştur.
Birisi İse, iki kemik arasında uzar ve ayak önüne inerken aynı dış yüzden bir kol ile karışır. Dallardan 3. cüsünün iç yüzü bal155
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
dır içine eğilmiş büyük bir ciğer borusunun bombeli tarafından
topuğa gider ve ayağın iç kısmına gelir.
Sözünü ettiğimiz 3. dal, orada dört kola ayrılır, bunlardan ikisi aşağı dış kısımdan ve küçük kemik yanından ayağa girmiş, ikisi
ise yukan iç kısmındadır ve birisi hariçten gelen ile birleşme temin
eder. Ayağın üst yüzüne çıkarak yayılmıştır. İç yüzdekinin dışa
bakan kolu İkincisiyle birleşmiş ve ayağın alt tarafında dağılarak
sona erer.
İnsan bedenindeki mevcut kan damarları bunlardan İbarettir. Hepsinin toplamı 360 damar eder. Şekil veren ve Hâkim olan
Yüce Mevlâ'nın en güzel surette yaratmış olduğu insan vücudundaki yüce, bedii ve sanatının ne derece yüksek olduğunu düşünmeye ve anmaya vesile olması için insan vücudundaki cüzleri ve
uzuvlan kısca da olsa burada ifade etmeye çalıştık.
Aıtık bundan sonra duyu, kuvvet ve hikmetli şeyle rile, organlann diğer şekillerini de iki konu başlığı altmda izaha geçiyoruz. Bedendeki mevcut ince sanatlar sayısızdır. Biz bu kadarını anlatmayı yeterli gördük. Çünkü, insan vücudundaki organların bozulan kısımlan hakkında âlimler yüzlerce, binlerce eser yazmış ve
yine de bitirememişlerdir.
KONU:4
İNSAN BEDENİNDEKİ KUVVETLER
ALTI KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1
İNSANDAKİ KUVVETLER VE ORGANLARIN HAREKETİ
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Kuvvetler ve fiiller birbirleriyle bilinebilen ve birbirine bağlı
olan iki kavramdır. Çünkü kuvvetlerden herbiri ayn bir iş, ve fiildir. Yani, her fülin mutlaka bir kuvveti vardır. Şu halde fiiller nasıl iki çeşit ise, kuvvetler de aynı şekilde iki çeşittir.
1 — Tabii kuvvetler.
2 — Nefse ait (nefsanî) kuvvetler.
Bu kuvvetlere başkanlık eden ve onları idaresi altında bulunduran bir uzuv vardır ki, kuvvetlerin kaynağı (madeni) nı o organ teşkil eder. Fiillerin meydana gelişi de organlar sayesindedir.
Nefsî nebatî olan tabi! cins, iki kısma ayrılır.
Bir kısmının gayesi, bedeni gelecek tehlikelerden korumaktır
ki, bu ‘kısım bedeni gıdalandırmak ve böylece büyümesini ve yaşamasını temin etmek hususunda tasarruf sahibidir. Hayatının sonuna kadar ona tazelik verir ki, bu kısmın yeri ve hareket merkezi
karaciğerdir.
Diğer kısmın gayesi ise, bedenin soyunu, yani neslini devam
ettirmek vazifesini görmektir ki, bu da kadın ile erkeğin cinsi
münasebette bulunmasıyle olur. Bu ise bedendeki karışımların
oluşturduğu meni cevherinin kadının rahmine düşmesiyle, Allah-'
m muradıyle ve can vermesiyle mümkün olur. Bu kısmın yeri ve
hareket alanı kadın ve erkek cinsiyet organlarıdır.
187
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
'Nefsani (hayvani) cinse gelince; bu da iki kısmı içine alır :
1 — İdrak edici (müdrike) kuvvet.
2 — Hareket edici kuvvet.
İdrak edici kuvvet de kendi içinde 2’ye ayrılır :
1 — Dış kuvvet.
2 — İç kuvvet.
Bedenin dışında görülebilen beş kuvvet vardır :
1 — Duyma kuvveti.
2 — Görme kuvveti.
3 — Koklama kuvveti
4 — Tad alma kuvveti.
5 —Dokunma kuvvetidir.
Bedenin içinde bulunan idrak edici kuvvetler de beşe ayrılır :
1 — Ortak duyucu kuvvet.
2 — Hayal kuvveti.
3 *— Fikir (düşünce) kuvveti
4 — Vehim kuvveti.
5 Hafıza kuvveti.
İç idrak edici kuvvetlerin merkezi ve hareket alanı beyindir.
Hareket edici kuvvet icra ettiği iş ve fiillere (gördüğü iş) göre kısımlara ayrılmıştır. Çünkü her kasın yaratılış şekli ve tabiatı
başka başkadır. Bunun bir kısmı, beden damarlarını ve kirişlerini
hareket ettirip titreterek, tutarak, salarak açan ve kapıyan bir
kuvvet görevini ifâ eder. Bunlar sayesinde eklemler açılıp organlar
hareket eder. Bu kuvvetlerin yeri, hareket alanları kaslara bitişen
sinirlerdir. Hareket ettiren kuvvetin bir kısmı gadab, diğeri de
şehvet kuvvetidir.
Kızma hali, hayvanı kuvvete arız olan sıkma ve daralmadır.
Şehvet ise, hayvani kuvvetteki genişlemedir. Kızgınlığın ve şehevî
kuvvetin yeri ve hareket sahası yürektir. Esasen bütün kuvvetlerin başlangıcı kalbdendir. Fakat bildirilen yer ve hareket merkezleri, sözü edilen kuvvetlerin harekete, yani füle dönüştükleri yer
olduğu için herbirine başlangıç ve merkez denilmiştir.
Meselâ, duyuların merkezi beyin olduğu halde, her duyu içinde aynca bir organ tayin edilmiştir. Çünkü o duyunun, özel fiili o
organ tarafından yapılmıştır. Fakat yemeklerin sindirilmesi bazı
basit işler his kuvvetle tamamlanabilmiştir. Bazıları da yemek ye138
MARİFETNÂME
meye iştahı olma ve yemek yeme gibi çift hareketle tamamlanırlar
Çünkü bu iş bir çekici kuvvet ile bir de midenin ağzındaki his kuvvetiyle tamamlanmıştır. Fakat çekici kuvveti uzun ve nemli olan
lif tellerini harekete geçirir. Duyucu kuvvet ise bu hareket sayesinde iştahı çeker ve kişide yemek yemeye istek uyamr. Eğer duyucu kuvvete herhangi bir hastalık ya da âfet anz olursa, yemek
yemeye olan istek, iştiha kaybolur.
Sübhane musebbi bul esbâb.
KISIM: 2
İNSAN VÜCUDUNDAKİ TABİİ NEFS, NEBATİ
NEFS VE YARDIMCILARI
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Ana rahminden şehâdet âlemi olan dünyaya gelen çocuk dört
can ile hayat bulmuş olarak doğar. Bunlar:
1 — Tabiî nefs.
2 — Nebati nefs.
3 — Hayvani nefs.
4— İnsanî nefstir.
1— Tabiî nefs : Bedenin parçalarım muhafaza eden ve birbirinden ayrılıp dağılmalarım önliyen bir kuvvettir. Bu kuvvetin yeri bütün bedendir. Bu kuvvetin iki ayrı hizmetçisi vardır ki bunlara da hafiflik ve ağırlık denilmiştir. Hafiflik bedenin dış muhitine ağırlık ise içine, yani merkeze doğru eğimlidir.
2 — Nebatî nefs: Bedenin uzunluk, genişlik ve derinliğine
yayılan ve bedenin cismini büyüten kuvvettir. Bu nefsin bulunduğu yer karaciğerdir. Az evvel izahım yaptığımız tabiî nefs ve ona
hizmetçi vazifesini görenler, hepsi birlikte nebatî nefs’in hizmetinde bulunurlar. Nebatî nefsin bunların haricinde ayrıca kendisine
ait 9 hizmetçisi vardır ki bunlar:
1 •— Çekici kuvvet.
2 — Tutucu kuvvet.
3 — Sindirme kuvveti.
4 — Ayıran (mümeyyiz) kuvvet.
5 — Dışarı atan kuvvet.
199
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
6 — Üreten kuvvet.
7 — Şekil verici (musavvir) kuvvet.
8 — Besleyici kuvvet.
9 — Büyütücü kuvvettir.
Şimdi bunlar üzerinde kısa izahlar yapalım :
1 — Çekici kuvvet (cazibe) : Bedene fayda temin edecek gıdaları hariçten bedenin içine çekme görevini yapan kuvvettir. Bu
işi kendi yeri olan mide ile ve onun ağız lifleriyle yapar.
2 — Tutucu kuvvet: Midede gıdayı tutan kuvvettir ki ,bu
işi midenin aşağısındaki genişlemesine olan eğik bir lif ile yapar.
3 — Sindirme kuvveti: Çekici ve tutucu kuvvetlerin saklamış oldukları faydalı gıdayı yoğurarak hasıl eder, besleyici ve
artırıcı (doğurucu) kuvvetlerin işine hazır hale getirir. Geriye kalan kısmı kanşır ve gıda haline getirerek organlara dağılır. Bu yapılan işe sindirim denilmektedir ki, bu kuvvet, pişirmek ve karışmak işi kendi bölgesi olan mide, karaciğer ve damarlarda onların
mevcut sıcaklıklanyle olur.
4 — Ayıran kuvvet: Gıda piştiğinde kalım ile incesini birbirinden ayıran kuvvettir ki, bu kuvvet işini kendi yeri olan midenin iç yüzünde yapar.
5 — Dışarı atan kuvvet: Gıdalar içindeki fazlalıkları ve işe
yaramayan kısımları veya kâfi miktardan fazlasını yollarından veya kendisine ait deliklerden çıkararak atar.
Meselâ, ağacın zamkını dışarı atması veya bu kuvvetin fazlalığı kıymetli organdan kıymetsiz organa aktarması buna misâldir.
Bu kuvvet, işlerini midenin altındaki sıkan ve genişlemesine olan
lifin kirişiyle yapar.
6 — Üreten (doğurucu) kuvvet: Bu besinlerin en incesi ve
yufkasını toplar ki, bu gıdalardan da o cismin bir benzeri meydana gelir. Bu toplanan gıdalann en ince kısmına bitkilerde tohum,
hayvanlarda da nutfe (meni) adı verilir. Bu kuvvet iki çeşit olup,
biri erkek ve dişideki meniyi meydana getirir. Diğeri de rahim içine gelen menideki kuvveti ayırır ve her organa ait olan tabiatın
meydana gelişine kadar birleştirir. Bu kuvvetin çalışma sahası da
kendi yeri olan vücut damarlan olup, işlerini orada yapar.
7 — Şekil veren (musavvir) kuvvet: Allahü Zülcelalin kudretiyle bütün azalann şekil, biçim, karışım, girinti, çıkıntı, boşluk
100
MARİFETNÂME
ve deliklerinin sonuna kadar olan her türlü işlerini görür. Muhafaza içinde besinlerin çeşitleri üzerinde çalışamalar yapar ve onu
cisme benzer hale getirir. Bu kuvvetin çalışma yeri de kendi sahası olan atardamarların içidir.
8 — Besleyen kuvvet: Gıdayı gıda alacak organa faydalı
olacak hale getirir. Bedendeki alacağı vaziyeti aldırır. Bu kuvvet
çalışmasını bütün organlarda yapar.
9 — Büyüten kuvvet: Bedenin her tarafmı uygun bir şekilde büyümesini ve gelişmesini sağlıyan bir kuvvettir. Bedene giren
gıdalarla bedenin büyümesine yardım eder. Bedene giren besinlerle hayat bulmasına hizmet eder. Bu kuvvet işlerini kendi yerleri
olan bedenin tamamında'yapar.
Anlatmaya çalıştığımız bu iki nefis, kendisine yardımcı olanlarla birlikte hayvani nefse hizmet eder ve ona itaatten dışarı çıkmazlar ve onun isteğine ram olurlar. Hayvani nefs, konuşan nefse
binek olmuştur. Bizi ona hâkim, onu da bize memur kılan Cenabı
Hâk, her türlü noksanlıktan uzaktır.
KISIM: 3
İNSAN BEDENİNDEKİ HAYVANİ NEFS VE
ONUN HİZMETÇİLERİ OLAN DUYULAR
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Hayvani nefis, bütün bedeni saran bir kuvvettir. Bedenin hareketi onun isteğine göre olur. Duyusu ile eşyayı bilir, tanır, öğrenir. Hayvani nefsin yukarda izahını yaptığımız hizmetçilerinden
başka 12 tane hizmetçisi vardır ki, 40 tanesi his, diğer ikisi de hiddet ve şehvettir. Duyuların beşi beden dışında olup, bunlar, göz,
kulak, burun, dil ve deridir. Geri kalan beşi de bedenin içinde ve
beyin boşluğundadır ki bunlar da:
1 — Ortak duyu.
2 — Hayal.
3 — Vehim.
4— Fikir (düşünme).
5 — Hafızadır.
Bu duyuların hepsi için tesbit edilen ayn bir iş vardır ve her
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
duyu kendi işini yapmakla meşgul olur. Beden dışındaki duyulardan biri, işitme duyusu olup görevi sesleri ve harfleri duyarak birbirinden ayırmaktır. Sesleri ve sözleri duyup anlamamız ancak bu
duyu sayesindedir. Bu özellik sadece bu duyuya mahsus olup, diğerleri bundan mahrumdur. İşitmenin meydana geldiği yer iç kulakta nohut tanesi kadar büyüklüğü olan ve içi sıvı ile doldurulmuş bir yerdir.
Görme duyusunun görevi, şekilleri ve renkleri görmek ve anlamaktır. Beyaz-siyah, uzun-kısa, büyük-küçük, uzak-yakm, güzelçirkin ,aydınlık-karanlık v.s. gibi birbirine zıt vasıflar ile bunun
gibi şeyleri birbirinden ayırır ki, bu vasıf da ancak gözde, yani
görme duyusunda vardır ve diğer duyularda bu yoktur. Bu kuvvetin çahşma sahası gözdür.
Koklama kuvvetinin görevi, güzel ve çirkin kokuları algılamak ve birbirinden ayırmaktır. Bu işte ancak koklama duyusuna
has birşey olup, diğerlerinde yoktur. Bu kuvvetin çalışması beynin
ön tarafındaki meme uçlarına benziyen iki küçük et parçasıdır.
Tatma kuvvetinin görevi, ağza alman gıda v.s. gibi tatlı-acı,
ekşi-tuzlu v.s. gibi tatları almaktır. Acıyı tatlıdan, ekşiyi tuzludan ayırmak ile her türlü yemeğin ve meyvelerin tatlarını almak
ancak bunun sayesinde mümkün olur. Bu işi yapma hususiyeti
ancak bu kuvvetin olup, diğer duyularda yoktur. Bu kuvvetin yeri, boğazın aşağı kısmı ile dil üzerinde yayılan kastır.
Dokunma kuvvetinin görevi, yumuşak ile serti ,sıcak ile soğuğu, yaş ile kuruyu, hafif ile ağırı birbirinden ayırmaktır.
Yine bu işi görme vasfı da ancak dokunma kuvvetine ait olup,
diğer duyular bundan yoksundur. Bu Kuvvetin yerin bütün bedenin dış yüzüdür. Fakat el ayasıyla parmaklar arasında bu his çok
daha açık olup, orta parmak üzerinden zirve noktasına çıkmıştır.
Gerek bu durum ve gerekse bu sıra, Yaratıcı ve Bari olan Allahü Zülcelâlin kudret ve kemâlini, nimetlerini, çokluğunu ayan
beyan ortaya koymuştur. Bu yüce sanat, âlimler için büyük ibret
olmuştur. İnşam varlıkların en güzeli olarak yaratan Sâni ve Hakim olan Allahü Zülcelâl her türlü ayıp ve noksanlardan uzaktır.
O yüce Mevlâ bize lütfü ve inamıyle göz, kulak ve kalb verdi. Keşke O’na lâyık olabilsek ve hakikî bir kul olabilsek!
162
MARİl'ETNAME
KISIM : 4
HAYVANİ NEFSİN BEŞ İÇ DUYUSU
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Beş iç duyu kuvveti beynin üç boşluğunda olup; ortak duyu,
hayal kuvveti, düşünme kuvveti, vehim kuvveti ve hafıza kuvvetidir. Şimdi bunları izaha gayret edelim :
1 — Ortak duyu kuvveti :
Bu, hizmetçi duyuların ilkidir. Buna bu ismin verilmesine sebep iki mânâdır.
1. mânâ : Gözlerin idrak ettiği birşey in şekli ortak duyu sayesinde birşeymiş gibi görünür. Çünkü bir kimsenin gözü ile ortak
duyu arasında herhangi bir arıza olması halinde ,o kimsenin gözleri şaşı olur ve birşeyi iki taneymiş gibi görür.
2. mânâ : Ortak duyu, dış duyuların arkasında ve iç duyuların
önünde başlangıç kısmında olduğundan, dış duyularla algılanan
şeyler önce ortak duyuya gelir. Nehire benzeyen bu duyular, ortak
duyu denizinde birleşir ve sonra da iç duyulara karışır. Kalbe gelen
fikir ve düşünceler evvelâ beyne çıkar ve oradaki duyuları geçerek
ortak hisse gelir. Bu nehirler ve çeşmeler ortak duyu denizine dolduğunda oradan da bedenin dışındaki duyulara gider.
Bu kuvvete ortak duyu kuvveti denilmesinin sebebi budur.
Onun işi yazılan birşeyin tercümesini yapmaya benzer. Şanında
duyulara tercümanlık olan ortak kuvvetin bu vasfı diğer kuvvetlerde yoktur.
Bu kuvvetin çalışma merkezi önce de açıkladığımız gibi, üç
boşluktan ilkinin ön tarafıdır.
2 — Hayal kuvveti :
Bu kuvvetin iş ve sanatı dış duyulara olan herhangi birşeyin
algılanması (idrak) halinde. Meselâ, bir kimse .gördüğü bir tanıdığını veya başka birini görse de, önceden onu göreceğini kendisine gösterebiliyor. Yani, adamın kendisi olmadığı halde hayalinde
görebiliyor.
Veya bir kimse herhangi bir şehri görse ve sonra da başka bir
yere gitse ve önceki gördüğü şehri tekrar görmeyi arzulasa o şehir orada olmasa bile o kimse hayalinde o şehri görebiliyor. Hayalin gördüğü iş, hayal kuvvetiyle mânâları idrak etmektir.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Esasen hayal, bir kâtibe benzer. Çünkü mânânın şekilden
uzak kalmamasını temin kâtibin işidir. Yani, bir kelime söylenişle şekil haline gelmedikçe mânâsı meydana gelmez ve hiçbir kimseye telâffuzu ulaşmaz. Fakat kâtip, şekil ve ses halinde olmıyan
mânâyı başkasına ulaştırabiliyor. Aynen kâtibin yaptığı iş gibi hayal de şekil halinde olmıyan şeyleri diğer duyulara gösteriyor. Bu
gibi mânâların algılanması bu kuvvete mahsus olup, diğer kuvvetler bundan yoksun kalmışlardır.
Bu kuvvetin yeri ve iş merkezi ortak duygunun arkasında ona
bitişik haldeki ilk boşluğun arkasıdır.
3 — Düşünme kuvveti:
Şayet bu kuvvet bir insamn konuşma kuvveti ve kendi faydasına kullandığı bir kuvvet olarak kabul edilirse bu durumda
ona, düşünen, hatırlayan, istediğini yapan kuvvet denilir.
Şayet hayvani vehim kuvveti bunu kullanır da bu kuvvet- de
onun için hazı rolursa, onun ihtiyaçlarını görürse bu halde kuvvete hayal gücü denilir.
Düşünme kuvvetinin işi budur. İç ve dış duyulardan hafıza
kuvvetinde yazılan ne varsa düşünme kuvveti o şekillerin hepsini
görür ve okur. Bu kuvvetle diğer kuvvetler arasındaki fark şudur:
Diğer duyu organları algılananlardan kendilerine gelenlerin
sadece birini benimser ve toplar. Diğeri de o toplanan şekilleri muhafaza eder. Fakat üçüncü kuvvet dediğimiz düşünme kuvveti,
ikinci kuvvetteki suretleri istediği şekilde kullandıktan başka, o
suretlere uygun olan ya da olmıyan mahalleri de hazırlayabilir.
Bunun içindir ki, bu düşünme kuvveti vehime kuvvetinin bir âleti. gibidir. Bu anlayış sadece buna aittir. Halbuki diğer kuvvetlerde bu vasıf yoktur.
Bu kuvvetin yeri ve hareket merkezi beynin orta boşluğunun
ön tarafıdır.
4 —• Vehim kuvveti:
Bu kuvvetin gördüğü iş .görülen, görülmeyen şeyler ile doğru
ile yanlış gibi şeylerden nefsi haberdar etmek ve dış âlemde sureti
olan ve olmayan mânâ ve suretleri idrak etmektir.
Meselâ, âlemde yüzbin güneşin varlığı vehmediliyor. Fakat
âlemdeki güneş sadece bir tanedir. Yahut da yüzbin cıva denizi bu*
lunduğu vehmedilebilinir. Fakat dünyada bir tane cıva denizi bile
mevcut değildir.
Yahut da, altın ve gümüşten ya da diğer cevherlerden mey164
MARİFETNÂME
dana gelen birçok dağlar ve tepeler düşünülebilir. Fakat dünyada
bunun tek bir benzeri yoktur.
Vehim kuvveti, konuşamıyan hayvanlarda insanlardan çok
daha kuvvetlidir. Zaten onlar bu sayede, hayatlarını devam ettirebilmekteler. Meselâ, küçük bir kuzu binlerco annesine benziyen koyun içindeki annesini bu duygu ile kolayca bulabiliyor ve tanıyabiliyor. Çobamn kendisine sadık bir dost, kurdun ise amansız bir
düşman olduğunu bu kuvvet sayesinde bilebiliyor. Yani demek oluyor ki, hayvanlardaki vehim kuvveti insanlardaki akim gördüğü
işi görüyor. Çünkü hayvan, dostunu ve düşmanım bu kuvvet sayesinde bilir.
Bu kuvvetin tesiri altmda kalan insan, bazen hayvanların
yaptığını yapar. Vehim kuvveti hayal kuvvetlerini kullanıp olması mümkün, olağan, alelâde şeylere uymayan, gerçeğe aykırı nice
yollara sapar. Türlü sapık ,yalan, yanlış hayaller ortaya koyar ki
bunların hepsi boş, yanlış ve olmaları da mümkün değildir. Akıl
bunları kabul etmez. Bu sebepledir ki, vehim kuvvetine bedenin
şeytanı adı verilir. Çünkü, bedenin kuvvetlerinin tamamı insan
akimın hâkimiyeti altmda ve hareketleri onun emrine göredir. Ancak vehim kuvveti insana bağlı olmadığı gibi onun emri altmda da
değildir.
Meselâ, bilindiği gibi, bütün melekler Hz. Adem’e secde etmişti de Şeytan etmemişti.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
«Dünyaya gelen çocuk, şeytanı ile birlikte doğar.»
Bu hadiste vehim kuvvetinin varlığına işaret etmektedir.
Çünkü vehim kuvveti öyle bir kuvvettir ki, hiçbir zaman boş durmaz. Daima yalan söyletir. Eşyayı olduğu şekilden başka gösterir.
Daima hile ve aldatmada ısrar eder. Vehim kuvveti insana hücum
ettiğinde aklın hâkimiyeti ortadan kalkar. Bu kuvvetin yeri beyin,
işinin başlangıç yeri ise orta boşluğun arka tarafıdır.
5 — Hafıza kuvveti .*
Bu levhaya benzer bir kuvvettir ki, Levh-i mahfuz’un insan
âlemi olması mümkündür. Çünkü iç ve dış duygulardan buna ne
gibi bir şekil gelirse gelsin, onun resmi aynen bu levha üzerinde
sabit olur ve görünür.
Meselâ, iki adam birbirini bir defa görmüş olsalar, başka zaman bir kez daha karşılaşsalar, tabii ki birbirlerini hatırlar ve tanırlar. Çünkü ilk defa olan karşılaşmalarında birbirlerinin simaları hafızalarında yer etmiştir. Önceki görüşmelerinde hafızaya
165
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
yerleşen nakış, sonraki görüşmelerinde hafızaya yerleşen (yazılan)
nakışa tatbik olunduğu zaman bu nakışlar uygun hale gelir ve
birleşirler. Bundan da bu adamların daha önce görüşmüş oldukları meydana çıkar. Hafıza kuvveti, duyulabilen ve duyulamıyan suretlerden vehim kuvvetine gelen anlamların hâzinesidir. Aynı şekilde duyulan suretlerin ortak duyularına gelen anlamların hâzinesi hayaldir.
Muhafaza, hıfz kuvveti sadece bu kuvvete aittir ve öbür kuvvetlerde bu yoktur. Hafıza kuvvetinin yeri ve başlangıç yeri .beyinin üçüncü boşluğu ile, son boşluğunun ön tarafıdır. Şu halde demek oluyor ki, gerçekte bu kuvvet yazılan bir levhaya benzer. Düşünme kuvveti ise bu levhayı okuyan âlime benzer. Hayal kuvveti
ise önce de zikrettiğimiz gibi, kâtip gibidir. Vehime kuvveti de söydeğimiz gibi şeytana benzer.
Ortak duyu bir denize benzer ki, burası dış nehirlerin ve ırmakların toplandığı ve dağıldığı yerdir. Beden şehrinin sultam ve
hükümdarı İnsanî ruh olup, diğer kuvvet ve nefisler onun yardımcısı durumundadırlar.
MANZUME
Tain şehri oldu canın padişahı
Gönül, arş ve beyinin taht yeri
Hayalin kâtip, hıfzın ise defter
Fikir ilimleri o defterde musavver.
KISIM : 5
HAYVANİ NEFSİN HİZMETÇİLERİNDEN
HİDDET VE ŞEHVET
Ey Aziz!
Anatomi âlimleri diyorlar ki:
Herhangi bir zararın savuşturulması veya başkasına galip gelmek için yapılan bütün hareketler, yürekte meydana gelmiş olup,
hayvani nefstedir. Bu kuvvete hiddet, gadab, kırgınlık adı verilmiştir. Hiddet, başkasını yenmeyi veya gelecek herhangi bir zararı
defetmeyi kendisine meslek bilmiştir. Bunun yeri ve hareket merkezi yürektir.
Sözünü ettiğimiz hiddet, kızgınlığın orta derecesi şecaattir ki,
yüreklilik, gayretlilik ve atılganlık demektir. Bu duygu, yapılacak
l^te sebatkâr olmayı ve işi tamama erdirmeyi temin eder. Bu, be
ğenilen bir huy ve övünmeye lâyık bir ahlâkî vasıftır. Bu duygu168
MARİFETNÂME
nun ifratı ise tehevvürdür ki, çok aşın gitmek ve kudurmak demektir. Bu duyguya sahip olan kimse, yapamıyacağı işleri yapmaya kalkar. Bu insanı kötülüklere duçar eden fena bir huydur ve
daima yerilmiş ve kötü görülmüştür. Ancak bunun da haddinden
fazla noksan olması da bir nevi aptallık olup, hoş görülmemiştir.
Çünkü bu durumda olan bir kimse, yapabileceği bir işi yapmaktan
da kaçar ki bu da evvelki gibi kötü bir vasıftır.
Şehvet, hayvanı nefis tarafından bir faydayı kazanmak yahut
da bir tat almak için yürekte meydana gelen harekete denir. Şeh*
vet kuvvetinin isteği ve sanatı adı geçen faydayı temin etmek ve
arzusuna nail olmaktır. Bunun yeri ve çalışma sahası ise yürektir. Bunun orta ayarı iffettir. Bu vasıfla dine ve insanlığa yakışan istek ve işlere girişilmiş olur. îffet güzel ahlâkın şubelerindendir.
Şehvetin aşırısına şeref denilir ki, onunla dine ve insanlığa
aykırı iş ve isteklere girişilir, bu da kötü huylardan biri sayılır.
Şehvetin normalden aşağısına da amûd denir ki, istenen şehevî arzu ve istekler bununla yapılamıyacağı için, bu da bir evvelki
gibi hoş görülmemiş .beğenilmemiş, bilâkis zemmolunmuştur. Öfke ve şehvet kuvvetleri izahı yapılacak olan İnsanî nefsin (ruhun)
emrine girer ve ona kölenin efendisine itaat etmesi gibi itaat ederlerse ikisi de ortayı, yani itidali bulur ve insan iki güzel huyun sahibi olur ki,bu huylar da şecaat ve iffettir.
Gerek öfkeye ve gerek şehvete üstün durumda olan iman
nefsi hür ve kâmil (olgun) dir. Eğer durum aksine olur da öfke
(hiddet) ve şehvet ruha galip gelirse ve ona hâkim olarak emri altına alırsa ve onu köle gibi kendine hizmet etmeye mecbur ederse,
artık öfke ve şehvet normal halinden çıkar ve bu husus kişide dört
fena huyun yerleşmesine sebep olur ki, bu huylar şunlardır :
1 — Tehevvür (aşırı gitme, kudurma).
2 — Cûbu (pısırıklık, aptallık).
3 — Şeref (kötülük yapmak).
4 — Hamud (haksızlığa maruz kaldığı anlarda susmak.)
Bunlardan başka, daha birçok kötü ahlâk ve huy sözünü ettiğimiz bu huylardan çoğalır. Öfkeye ve şehvete yenilen ve onlara mahkûm olan ruh, noksan ve esirdir. Çünkü kendini bilmekten
âciz kalır. Kendisini yaratan Mevlâyı bilmekten ve tanımaktan
gafildir. Ya Rabbi, bizi gaflete düşen kullarından eyleme!
187
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
KISIM: 6
İNSANİ NEFS (RUH) VE YARDIMCILARI
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki:
Emri Rabbani ve konuşan bir nefs olan İnsanî nefs öyle bir
cevherdir ki, kendisinde bütün maddelerden arınmış uzak kalmış
iken, büyük bir aşk ile bağlandığı bedenin işlerini görmek için hayvani nefsin mekânı olan kalbin ortasındaki karasevda noktasında —ki ona suveyda denilir— hayvani nefs ile yakınlık teşkil etmiş ve onunla sarılmışlardır. Hayvanı nefsin âlet olmasıyle bütün
bedenin organlarında idareci olma ve onlara hükmetme imkânı
bulmuştur. Çünkü toprak maddesi çok kaba, buna karşılık ruh ise
çok lâtiftir. Hayvani nefs, kıymetli ile kıymetsiz arasında bir yerde olduğundan, onlar arasında münasebet kurulmalarına âlet olmuştur. Hayvani ruhun geçit oluşu, kaba bedene meyilli olan lâtif ruha münasebet kazandırmıştır.
Hayvani ruh ile beraber bulunması sebebiyle bu ulvî ruha Gönül adı verilmiştir. Bunun bir tarafını hayvani nefsin yoğunluğu
karanlık hale getirmiştir. Bunun için de güzelliğin aynası ve Allahü Zülcelâlin nazargâhı olmuştur. Bu noktada şeref kazanmış,
izzetli ve aziz olmuştur. Fakat şu var ki ,bu adı geçen ayna, hayvani sıfatlarla tozlanır, ben ve egoizm perdesiyle örtülürse, bu
durumda ruh artık kendisinden habersiz olduğu gibi, Mevlâsmı
bilmekten de gaflete düşer. Kendi âlemine yüz çevirmiş ve hayvani nefsin emrine girmiş ve onun emirlerine itaat eder olmuş ve ondan ayırdedUemez olmuştur. Kendisine hizmet edene hizmet ederken ona esir olmuştur.
Esasen anlatüan üç nefis, hizmetçileriyle birlikte İnsanî nefs
hükümdarının beden ülkesine hizmetçi ve çoban olmuştur. Beden
hükümdarının bu hizmetçilerin haricinde üç özel hizmetçisi daha
vardır ki bunlar da :
1 — Nutk.
2 — Nazarî (teorik) akıl.
3 — Amelî (pratik) akıl.
Şimdi bunlan kısaca izaha çalışalım :
1 — Nutk: öyle bir idrak kuvvettir ki, ince mânâlar onun
vasıtasiyle birbirinden farkedillr. Nutk kuvvetinin orta derecesi
hikmettir. Hikmetin sayesinde doğru ile yanlış birbirinden aynlır.
Nutk’un aşın derecesi cerbere (beceriklilik) dir. Anlaşılması imkânsız mânâlar onun sayesinde anlaşılabilmesi arzu edilmiştir.
MARİFETNAME
Nutk’un yetersiz derecesi belâdet (izansızlık) tir ki, hayır ve
şer, iyi ile kötü ayrılamaz. İkisi de aynı olarak bilinir. Şu halde
nutk’un hâl ve şanı mânâların idrak olunmasıdır.
2 — Nazarî (teorik) akıl: Bunun işi ve sanatı ,kurulacak düzenin nasıl olacağını ve işlerin nasıl görüleceğini tasarlamaktır.
Meselâ; yapılacak olan bir binayı bu nazarî akıl evvelce tasarlar ki buna da kaç oda, kaç pencere gereklidir. Nazarî akıl bunları
uygun gelecek şekilde düşünür ki, bütün işi odur.
Ameli aklın iş ve mesleği ise nutk kuvvetinin idraki ile nazarî
aklın tasarılarını tasavvurdan kuvveye ve kuvveden de füle çıkararak âmel, yani yapılan iş haline getirmesidir. Cihandaki mevcut
bütün şehirlerde ve köylerdeki yapılan bina ve inşaatlar, sanat ve
zenginlikler, süsler, lügatler, yiyecek ve giyecekler, kitaplar, ilimler, nakış ve resimler ,bağ ve bahçeler, dünyadaki özel ve genel
âdetlerin hepsi, nutk kuvvetiyle nazarî ve âmelî kuvvetin nazarî
ve âmelî olarak yaptıkları çalışmalarla meydana gelmişlerdir. Yine
bu halk âlemi, o emir âleminden meydana gelmiştir.
Şu halde, âmeli akim, nutuk kuvveti ile nazarî akıl kuvvetinin
hizmetçisi olduğunu söyliyebiliriz. Onların her emrini yerine getirir ki bu üç kuvvetin tamamı insan ruhuna hizmetçi olmuştur.
Hürmete lâyık ve hizmet edilmeye değer olan insan ruhunun bedendeki mevcut hizmetçilerinin sayısı 28 tanedir. Bunlann izahı
şimdiye kadarki açıklamalarımızda yapıldı.
İnsanî nefsin hizmetinde olan ve onun emirlerini yerine getiren akıl, Allahü Zülcelâlin nurundan varolmuştur. Küllî akıl denilen bu akıla, izrafî ruh ve İlâhî aşk denilmiştir. İradî bir ölümle
hayvanî nefsinden fena bulan o ruh ile hayat bulmuştur. Alemdeki varolan herşeyi kendi bedeninde bulur. Gönlündeki benlik perdesi ortadan kalkar. Kendini ve Rabbini bilir ve tanır. Ruhu ayın
ondördü gibi batmıyan güneşe karşı gelmiş gönlü nur ile, huzur
ve sevinç ile dolmuştur.
Dünyanın bu resim ve suretleri ile cisim ve candan geçerek
gönül âlemine göçmüş ve gerçek vatanına dönmüştür. Nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmiş, muradını ve isteğini alıp ölmeden
önce sonsuz bir hayatı bulur ve dünya adındaki düşmanından kurtulur ve gerçek dostu olan Allah'ına kavuşur. İnsan vücudu bir
duvara benzer. Bu duvarın bir yüzü mücerred (soyut) gayb âlemi, öbür yüzü de şehâdet (görülen) âlemdir. Bu duvann sağlam
kalması ve tamiri; yemek, içmek ve uyumaktır ve bu iş her gün
için âdet haline gelmiştir. Onun kahnlığı içinde bine yakın boş,
seyrek köşeler vardır ki, bunlar kemik ve damarların boşluklarına
işaret teşkil eder.
169
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Bu sözü edilen duvarın arkasına konulan bir ayna vardır ki,
bu gönül aynasıdır. Onun nurlu ve parlak yüzü bilinmiyen gayb
âlemine taraf dönüktür. Bu yüz, insanın ruhî hali olup arkası duvar içindeki karanlıktır kİ, onlar da öfke ve şehvet kuvvetleridir.
Kalbin arka kısmı aydınlatan lâmbanın yeridir. Bu da hayvanî
ruha örnek teşkil eder. Bu lâmbanın kalıcı oluşu fitilin yağ ile
buluşmasına bağlıdır. O da, câmn rutubetliliği ve sıcaklığıdır. O
kandilin nuru hisler ve kuvvetler olup, duvarın, yani bedenin yarıkları ve köşeleri bu ışıkla aydınlanır. Bütün organlar onunla, yani o ışıkla hayat bulur ve varlıklarını onunla devam ettirebilir.
Bu duvarın görünen dış yüzünde beş tane açık pencere vardır ki, bunlar malum olan duyu organlarıdır. Aynanm yüzü tozludur ve bu tozlar da kendisine kötü ahlâktan gelen lekeler ve dumanlardır. Bu kendi kılıfında örtülmüştür ki, buna sebep de kendi benliğinde utangaç ve şaşkın olmasıdır. Öfke ve şehvet kuvvetine mağlup olan ve benliğinde mahçubiyet olan gönlün kendini bilmemesinin sebebi budur. Böylg gönül kendini bilemediği gibi, Mevlâsmı da tanıyamaz.
Kendisini duvar, yahut dâ lamba zannetmesi boş ve batıl bir
hayaldir. O, sadece görünen 5 pencereden görünenlere meyillidir.
Görünen zahir âlemin halleri ise devamlı olarak vaki olan bir uyku ve gölgedir. Çünkü aynanın kılıfı kendisiyle bilinmiyen gayb
âlemi arasında bir perde, bir engel teşkil eder. Beş duyu penceresi
Ue o âlemden bütünüyle yüz çevirmiş ve yaratılanların tarafına
dönmüş, görülen şehâdet âlemine tam olarak yönelmiş olanlardır
o âleme meyletmiş ve ona bağlanmışlardır.
Zira bu hal içindeki gönül geçici olan bu dünya hayatını asıl,
ayrılığı kavuşma, bulanıklığı saf ve duru, alman gıdayı yeterli,
bu el memleketini vatan, bu çöplük diyeceğimiz yeri ev, bu ayrılıktan doğan şansızlığı şans .noksanlığı olgunluk, yokluk ve mahrumiyeti nimet, dünya hapishanesini âdeta bir cennet zanneder ve
aldatıcı dünya hayatına kanarak onunla mağrur olur. Artık o kimse, hayvanî nefsine esir olmuş ve ruhu kötü ahlâk Ue dolmuştur.
İki âlemde kör kalmış ve âdeta insan suretinde hayvan olmuştur.
Benlik perdesi altında cehâlete dalmış ve böylece başı dönmüş, Allah’ı anmaktan uzak kalmış ve nefsindeki vesvese ve kuruntular
ile belâsını bulmuştur. Birleşme, topluluk ve cemiyet nimetinden
uzak kalmış ve yalnızlığın, tefrikanın dayanılmaz azabına düşmüştür.
Hülâsa, Cenabı Hakkın huzurundan uzaklaşmış, dünyanın iş,
dert ve düşüncelerine dalmıştır. Hayatının paha biçilmez kıymetli
170
MARİFETNAME
vakitlerini boşuna harcamış ve kendini âdeta yüksek bir tepeden
aşağıya atmıştır. Çünkü Allah’ın huzurundan uzak kalmış düşman eline düşmüştür. Dünya nimetine karşılık en çok lezzetli ve
paha biçilmez kıymetli nimetlerden vazgeçmiştir.
Artık böyleleıinin hâli Allah’ın lütfuna ve hidâyet etmesine
kalmıştır.
MANZUME
Ruhanî zevkten ol kim, meyl-i zevk-i cism eder.
Saltanattan eylemiştir, irtikâb-ı züll-i dâr.
İzzet ve câh-ı fâniyi bil züll-i akl ve şâh-ı cân
Ey azizim zillet şâhmdan uzak dur, kıl zinhâr.
Eğer bir gönül, nefsin öfkesine ve şehvetine galip gelir, cihanın nimetlerinden uzak durup kendi âlemine kaçar, Mevlâsım
arar, bulur ve tanırsa, artık o> benlik perdesini yırtmış, hem kendini ve hem de Rabbini müşahede etmiş ve her türlü halin sırrına
ermiştir. Gayb semasının nur ve aydınlığı o aynaya varmış olup,
kendisini Allah’ın güneşi karşısında olan bir ay bilir. Küllî aklın
ışık ve nurunu kendisinde bulur. Bu bütün âleme yayılan bir haldir.
Küllî akıl (akl-ı küll) ruhlara vatan, cesetlere de kavşak olmuştur ki, onu bulan kimse, dünyada ârif olur ve onun sayesinde her türlü muradına erer .Bu gönül, kendi âleminde bu devlete
nail olmuş, sözü edilen o daman, kandili ve aynayı geçmiş ve tam
ayın ondördü haline girmiştir.
171
KONU: 5
BEDEN ORGANLARININ ŞEKİLLERİNDEKİ HİKMETLER
SEKİZ KISIMDAN İBARETTİR
KISIM: 1
BAŞTAKİ ORGANLARIN ŞEKİLLERİNDEKİ HİKMET
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki:
Cihanın yaratıcısı olan Cenabı Hak, insanın bedenini en güzel ve en lâtif bir şekilde yaratmıştır. İnsan bedenindeki uzuvları
öyle yerleşmiş ve birbirleri ile öyle uyum sağlamışlardır ve organlar öyle nazik yaratılmıştır ki, onu diller anlatamaz .akıllar tefekkür edemez. Onun tertemiz ruhu anlamak ile ve feraset ile, ilim
ile ve hikmet ile öyle güzel doldurulmuştur ki artık ucu bucağı olmıyan bir derya haline gelmiştir.
Yüzündeki güzellik, içindeki temizlik ve olgunluk, huyundaki itidâl ve yumuşaklık, tabiatının iyi oluşu, pürüzsüz ve teklemeden konuşması onu dünyada eşsiz bir yaratık haline getirmiştir.
Edalı yürümesi, güzel ve şirin sözler söylemesi, mütebessim güler
yüzlü olması, güzel hareket etmesi ve hoş sedasıyle âlemin aklım
almış, güzelliği ve tatlı canı ile cihanın sevgilisi, irfan ehlinin de
rağbet ettiği bir varlık olmuştur.
Aşıklara onun sebebiyle nice haller gelmiştir, insana, en güzel şekli veren Cenabı Hak, insan bedenindeki mevcut 4 karışım
(kan, balgam, safra, sevda) dumanıyle onun şerefli başında lâtif
ve güzel saçlar ihsan buyurmuş, yumurta dumanlarından erkeklerin göğüslerinde ve yüzlerinde kıllar halketmiştir. Kadınlar saçlanyle süslenirken, erkekler de sakal ve bıyıklarıyle süslenirler.
Dumanların fazla oluşu, saçların siyah olmasına sebep, balgamın fazla oluşu ise saçları sarı olmasına sebeptir. Saçların beyaz
oluşu, sıcaklığın az oluşundandır. Sıcaklığın azlığının sebebi çok
17a
MARIFETNAME
inzalin vaki olmasından, çok cinsi münasebette bulunmaktan ve
çok üzülmektendir.
Almn nuru kalblerin sevincidir. Kaşlar gözlerin muhafızı olup,
onlara gölgelik yapar, gözleri tehlikelerden korurlar. Kaşlar başa
âdeta iki ay hilâli gibi yerleşmişlerdir.
Gözlerin burun ile kaşlar arasmda bir bölgeye yerleşmiş olmaları kendilerini çarpmalardan ve darbelerden korumak içindir. Yüzün ön yüzünde yerleşmiş olmalan ise bedene her türlü işlerinde
yol gösterici olmalan sebebiyledir.
Gözkapaklarımn yaratılmasının sebep ve hikmeti, gözü dinlendirmek, gözün bakılması haram olan şeylere bakmasım engellemek ve uyku halinde kapanıp göze perde olmaktır. Kirpikler de
aynen kaşlar gibi gözleri süslemek ve korumak için yaratılmışlardır. Gözbebeğinin siyah oluşu, göz akının da beyaz olması, gözlerin
süslü ve güzel görünmeleri içindir. Göz nurunun siyah noktada
toplanmış olması .organın en lâtif olması sebebiyledir. Gözün orta
kısmında bulunmuş olması sözü edilen tabakalar sebebiyledir.
Göz organının yuvarlak şekilde olması, görme aydınlığının
çevresine bakabilmesinin kolay olmas ıiçindir. İnsan başının da
yuvarlak olması, çarpmave darbelerden korunmasının kolay olması ve beynin alanının geniş olması içindir. Büyüklüğünün şekli
ise bedene uygunluk sağlamak için bilinen şekilde olmuştur.
Yüzün yuvarlak olması, güzellik yönünden ay ve güneşe benzemesi içindir. Dudakların kırmızı ve dişlerin de beyaz oluşu yüzün güzelliğine uygun bir süs ve güzellik katması içindir. Burun
organımn .kıkırdaktan ve çift delikli olarak yaratılmış olması, yumuşak olması ve çarpmalara karşı dikkatli olması içindir. Burun
deliklerinin genişçe oluşu koku alma işini kolaylaştırmak ve çok
koku almak içindir. Görünüşünün bilindiği şekilde oluşu, haricî
maddelerin kolayca, atılabilmesi ve nezle içindir.
Bir kısım dişlerin dar ve uzun olması, kırmak ve kesmek
içindir. Geniş olan dişlerin görevi ise çiğnemek ve öğütmektir. Sıra halinde dizilmiş olmaları sesin çıkmasını sağlamak içindir. Dil
kemiksiz olarak yaratümıştır. Bunun sebebi de, harflerin kolayca
çıkması ve lokmaların hareket ettirilmesini temin etmek içindir.
Ses, sözlerin bildirilmesini sağlamak için, dilin dudaklar Ue
dişle rarasında mahpus edilmesi, fazla konuşmamas ûçindir. Dilin bir tane buna karşılık kulak ve gözlerin çifter yaratılmış olmalan daha çok duymak ve daha çok görmek içindir. Kulaklann başın yan taraflannda olmalar ıher yönden gelen sesleri kolayca
duymaları içindir. Kulak kepçesinin bilindiği şekilde oluşu, sesleri
173
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
almakta hassas olması, kıkırdaktan olması ise hem hafif ve lâtif
ve hem de çarpmalardan korunmak içindir. Boynun hem uzun ve
hem de geniş olması baş ile uygunluk sağlamak ve başı taşıyacak
güçte olmasını temin içindir.
Boyunun bir kemikten değil de yedi omur oluşu, her tarafa
dönecek özelliğe sahip olması içindir. Başın, bedenin en üst kısmında bulunması şan ve görünüşünün büyük olması ve akıl cevherinin kıymetinin takdir olunması içindir.
On duyu merkezinin başta olması, ona verilen değer ve kıymetin daha fazla olması içindir. Bu kadar çok organların ve kuvvetlerin bir yere toplanmış bulunmaları onları yaratan Hâlikîin
ve Hakimin kudret ve sanatını ispat etmeye ve açığa vurmaya delil olmaz mı?
KISIM: 2
BEDENDEKİ DİĞER ORGANLARIN ŞEKİL VE
HKMETLERİ
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki:
İnsanın iki ayak üzerinde rahatça durabilmesi ve edâ ile sallanarak yürüyebilmesi, onun şerefli ve diğer yaratıklardan üstün
olduğunu ispat içindir. Omuzlarının ve kollarının şekli sevdiğini
ve dostlarım kucaklaması ve sevmesi içindir. El, parmak ve tırnakların bu şekilde oluşlarının binlerce faydayı temin etmesi ve
sanatlarını icra etmesi içindir. Baş parmağın diğer parmaklara
oranla daha kalın ve daha kısa olması, dört parmağın karşısına
gelerek tutmakta ve kaldırmakta kuvvetli olması içindir.
Tırnakların kıkırdaktan ve yumuşak olarak yaratılmış olmalan derinin kaşınması ve düğümlerin çözülmesinde kullanılması
içindir. Tırnağın eğme ve bükmeye yarayan daha nice faydaları
vardır.
Gümüş gibi beyaz bir sine ve bunun üzerindeki memeler .erkekler için bir ziynet, kadınlar için ise hem süs ve hem de çocuk
emzirme vasıtasıdır. Memelerin göğüste yerleşmiş olmaları, çocuğun kolayca emzirilebilmesi içindir.
Cildin ince ve lâti folması, kolay terlemek ve böylece ruhun
rahatlığını sağlamaktır. Derinin diğer görevleri gerek iç organların örtülmesi ve gerekse dış organlann süslenmesi gibi önemli işlerdir.
Memelerin ve göbek deliklerinin görevi, vücuda havanın gir174
MARİFETNAME
meşini sağlamak ve ruhu ıahata kavuşturmaktır. Koltuk ve kasıklarda sık sık kılların büyünesi bedende varolan pis kokuların
dışarıya atılması ve onların beyusç çıkmalarını önlemek içindir.
Aksırmak ve öksürmek ,genize ka^n birşeyin dışarıya atılmasını sağlamak ve kalbden balgamın soğukluğunu uzaklaştırmak
içindir. Gülüş, kalbde olan sevinç ve hayretin dışanya aksetmesini
sağlar.
Ağlamak ise, kalbde olan bir acının, derdin ve üzüntünün de
aynı şekilde dışanya vurulmasıdır. Titremek, sinirlerin gevşemesinden meydana gelir ki ,bedenin nizam ve intizam içinde olmasını arzulamaktır.
Uyku, bedenin rahatı, alman gıdaların sindirilmesi ve bütün
beden uzuvlarının huzura kavuşmasının teminidir.
Omurganın bir kemikten meydana gelmeyip bir dizi kemik
halinde olması, bedenin her tarafa kolayca eğilmesini temin etmek
içindir. Erkeklerin cinsiye torganlarının yuvarlak, silindir şeklinde
olması, gerek yürürken ve gerekse otururken oylukların arasına
geldiğinde zararlardan ve darbelerden kurtulması içindir. Temelini kemiklerin değil de sinirlerin oluşturması, yürekten çıkan atardamarlar ile gelen şehvet rüzgârıyle büyümesi, dolması ve rahim
ağzına geldiği zaman da nutfesini ona bırakarak boşalması ve bu
olay vuku bulduktan sonra yeniden eski haline dönerek kılıfına
çekilmesi, kişinin ve bedenin rahata ermesi içindir. Cinsiyet organının uç kısmının çok yumuşak bir etten meydana gelmesi, kadının fercine girdiğini hissetmesi ve cinsî münasebet duygusunun
zevkinin devamlı olması içindir. Yine erkeğin cinsiyet organının
kertik olması, kendinde ve kadının ferci içindeki can damarlarının
sürtülmesiyle meninin inzal olması ve bundan erkeğin büyük bir
zevk duyması içindir.
Yemek yemeye duyulan istek, cinsî münasebete istek duymayı temin, bu da çocuk olmasını temin içindir. Şayet Cenabı Hak,
çocuğun dünyaya gelişini böyle bir şehvet ve lezzete bağlı kılmasaydı, bu istek ve lezzetlerin sonucu çocuk olmasaydı, hiç kimse
kendi isteği ve arzusuyla bu fitnesi ve belâsı olan işlere girmez ve
çeşitli dert ve sıkıntılara katlanmazdı. Bu da insan nesli kesilirdi.
Kadının fercinin bacaklarının arasına gelmiş olması, zorla
cimada bulunmaktan kurtulması ve emin olması içindir. İç kısmının nemli oluşu, erkek âletinin hareketini kolayca yapabilmesi
içindir. Sıcak ve hararetli oluşu, erkeğe cima isteğini uyandırması
ve birleşme zevkini tattırması ve cana can katması içindir. İleri
geri gidip gelmekte zevke zevk katmak için ayrı bir sebeptir. Ka175
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
dinin fercinin uzun olması erkek organındaki meninin kolayca
akması içindir. Kadın tenasül organının sinirlen ve damarları oturak yanına gelir ve oradan tekrar geriye döner. Böyle olmasına sebep de, âletin yumru hale gelmesini ve kadının menisinin soğuktan etkilenmeden erkek menisiyle birleşme temin etmesi ve rahme kolayca girmesini temin içindir.
Rahim ağzı, iki yol ağzındadır ki ,buna sebep de rahimdeki çocuğun doğumunun kolayca olması içindir.
Erkeklerde yumurta (testis)ların dışarda oluşu hem büyük ve
hem de sert olmalan içindir. Büyük oluşları sahibine cesaret ve
kahramanlık vermek içindir. Sert oluşları nutfeye sertlik vermeleri ve kırmızı halde iken beyaz yapmaları içindir. Nitekim memeler
kendilerine kırmızı olarak gelen kanı beyaza dönüştürmektedirler.
Kadınlann yumurtalan hem küçük ve hem de yumuşaktır.
Bunun için de nutfeleri hem küçük ve hem de suya benzer şekilde olmuştur. Erkeklerde yumurtaların iki tane oluşu, tenasül
işinin ne derece önemli olduğunu bildirmek içindir. Bu yumurta
lardan birine herhangi bir âfet anz olsa, diğeri sağlam kalır ve
neslin devamını sağlar. Yumurta torbalanmn bacaklar arasmda
olması, geniş ve rahat olduğu yerlerde tehlikelerden kendini koruması içindir. Kadın yumurtalarının küçük san ve yumuşak
olması yüzünün ve göğüslerinin tüysüz, parlak ve yumuşak olması
kadınlann sevilmeye, öpülmeye lâyık olmaları içindir. Kadınların
derilerinin ince, parlak ve tüysüz olması, erkeklerin kendilerini
sevmesi ve meyletmeleri içindir.
Oylukların çift ve etli oluşu, oturma amnda yatak vazifesi
görüp, oturak (mak’ad) halkasını muhafaza etmek içindir.
Yellenmek, midedeki mevcut gıdalardan meydana geldiği gibi
kalbi ve kamı rahatsız eden pis kokulu havamn çıkmasını da temin eder .Oyluk kaslarının kaim oluşu, ayakların sağlam olarak
basmalarım temin edip yavaş yavaş yumuşayıp üst ve altında bulunan organlan münasip kılmak içindir.
Dizlerin ve topukların malum şekilde oluşlaıı her çeşit yürüyüşün ve oturuşun rahatlıkla yapılması içindir. Ayaklann ileriye doğru uzanması ve ayak parmaklarının bildiğimiz şekilde yaratılmış olması ,dört ayaklı hayvanlar gibi ayakta durmak ve yürümenin de rahat bir şekilde olmasını temin içindir.
Buraya kadar açıklaması yapılan insan bedenindeki azalann
yaradılış hikmet ve faydaları esasen insan bedenindeki organların
çok az bir kısmını teşkil eder. Bu organların ve bunların dışındaki diğer organların daha başka nice faydaları vardır.
178
MARİFETNÂME
Yaratıklar içinde en dayanıklı, en sağlam, en güzel ve en mükemmel olanı insan bedenidir ki, bu İlâhî sanatın şaheseridir. Buna delil de Resûlüllah S.A.V.’in şu hadisidir:
«İnsan, Rabbinin binasıdır ,o (binayı) nu yıkan lânete uğramıştır.»
Cenabı Hak buyuruyor ki:
«Gerçekten Biz, Adem olgunu (diğer hayvanlar üzerine) üstün kıldık. Onlara karada, denizde taşıyacak vasıtalar verdik, güzel nzıklarla nzıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üs*
tün kıldık-»
(İsrâ sûresi, âyet: 70)
İnsan, âlemin efendisi ve yaratılmışların en üstünüdür. İnsanı yaratıkların en üstünü kılan ve onu en güzel şeküde yaratan
Allahü Zülcelâl her türlü ayıptan ve noksan sıfatlardan uzaktır.
MANZUME
Muin etti bu mânâyı kıldı hüccet ve burkân (delil)
İki cihanın zübdesidir Hazreti insan.
Bu sözü sana bin defa söyledim inan
Kendi kıymetini bil, ey hülasay-ı devrân.
Meşreb-i irfan bilinse hayat-ı can bulur
Ki hayat suyunun gözü oldu meşreb-i irfân.
KISIM: 3
İNSAN ORGANLARINA BAKMANIN KALBE VE
CANA VERDİĞİ GÜVEN VE SELAMET
Ey Aziz!
Hikmet ehli diyorlar ki:
Alemi böyle bir şekil ve görünüşte yaratan Allahü Zülcelâl,
ona benzer olan insanlık âlemini en güzel bir şekilde ve en hoşa
giden bir şekilde tasvir ettikten ve ona gereken şekli verdikten sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve onu süsliyerek nurlandırmıştır.
Hayvan cinsinden olan insanlık âlemini güzellikle ve muhabbetle
süslemiş ve ona konuşma vasfım vererek ,beyân Ue onu varlıkların en üstünü ve en mükemmeli yapmıştır.
İnsan cinsine bu vasıfları veren Cenabı Hak, hernekadar tıynet ve yaradılışta hepsini bir yaratmış ise de, fertlerini suret ve
177
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
sîret bakımından, değişik yaratmıştır. Bu sebeple insanlar, şekil
yönünden birbirlerine benzemezler.
Cenabı Hak, lütf ve inayetiyle hikmetinin icabını ve ince sanatını insan âleminde açıklamış ve meydana çıkarmış, yüzünü,
şeklini ve organlarının biçimini ahlâkına ve karakterine alâmet
yapmıştır. Böylece insan kendi suret ve yapısından kendi vasfını
bilmiş ve ona göre ahlâk, huy ve hareketlerindeki kusurlarını ve
hatalarını düzeltme yoluna gitmiştir. İnsan daha sonra arkadaşlarının ve dostlarının şekil ve kıyafetlerine bakarak düşünce, anlama ve karakterlerini, huylarını ve tabiatlerini zekâ ve ferâsetiyle bildir veya onların ahlâkına göre kıymet verir, yahut da onları
sevgi ve muhabbetle bağrına basar veya kendisine göre bir plân
kurar ve onlarla elinden geldiğince güzel geçinmeye çalışır.
Böyle yapabileceği gibi, onların hepsinden uzaklaşır ve kendisince emin ve sâlim olan, izzete, rahat ve huzura kavuşur. Kendisi kimseyi darıltmadığı gibi, kimse de kendisini darıltmaz. Gönül huzuru içinde yalnız başına hayatını yaşar.
B E Y T
Cihan bağında ey âkil, budur nıakbûl-ı insûcin
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
«İyiliği yüzü güzellerin yanında arayın.»
Bu hadis gösteriyor ki, iyi insanlar güler yüzlü, tatlı sözlü
olurlar, onların kendileri de güzel, söz ve hareketleri de güzeldir.
Onlar daima iyi işler yapar ve hayırlı sözler söylerler.
B E Y T
Kim insana hikmetle kıldı nazar
Her işi zâtı gereğince sezer.
Cenabı Hak, Kur’ân’ında vâ’dini ve kereminin çokluğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
«Dc ki: Herkes yaradılışına göre hareket eder.»
(İrsâ sûresi, âyet: 84)
Şu halde Cenabı Hak herşeye karşı gafur, hâlîm, cömert, kerim, rahim olduğunu lütfuyla bildirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder