Büyük Selçuklu Devleti Tarihi
Büyük Selçuklular, Türklerin tarih boyunca kurduğu dört büyük imparatorluktan birisi olarak kabul edilir. Selçukluların, asıl yurtları Hazar Denizi ile Aral Gölü’nün kuzeyindeki bozkırlarda bulunan, Oğuzların Kınık Boyu’na mensup olduğu bilinmektedir.
Hanedana adını veren Selçuk’un babası Dokak, bu sülalenin bilinen ilk reisidir. Kuvvetli bir kimse olmasından dolayı kendisine Demir Yaylı (Temür Yalıg) unvanı verilmişti. Oğuz Yabgu Devleti’nde subaşı olarak görev yapan Dokak, Yabgu’nun çok güvendiği, devlet işlerinde danıştığı birisiydi. Dokak’ın ölümünden sonra subaşılık görevi, bu sırada genç bir delikanlı olduğu ifade edilen oğlu Selçuk’a verilir.
Büyük Selçuklu Devleti Bayrağı
Selçuk, Yabgu ile arası bozulunca kabile mensuplarını toplayıp, at, deve, koyun ve ineklerini alarak çobanlık etmek bahanesiyle İran’a geçer. Sürülerine otlak bulmakta sıkıntı çekmeye başlayınca, Cend civarından hareketle Horasan civarına doğru giderler. Selçuk Bey, İslam etkisinin yoğun olarak hissedildiği böylesine bir uca yerleşince kabilesinin önde gelenlerini toplar, onların da fikirlerini aldıktan sonra İslam dinini kabul etmeye karar verir. İslam dinini kabulünü sadece siyasi endişelere bağlamak doğru bir yaklaşım olmaz. Nitekim Zeki Velidi Togan, Selçukluların, Selçuk Bey’in İslam dinini kabulünden önce, yaklaşık yüz yıllık bir süreçte bu dini tanıma gayreti içerisinde olduklarını ifade eder. Kaynaklarda, Selçuk Bey’in babası Dukak’ın da Müslüman olduğu yönünde verilen bilgilerin varlığı da göz ardı edilmemelidir.
Selçuk Bey, yaklaşık yüz yaşında 1007 yılında vefat ettiğinde geriye beş oğlundan, daha önce vefat eden Tuğrul ve Çağrı Beyler’in babası Mikail’in haricinde Arslan Yabgu, Yunus, Yusuf ve Musa Yabgular kalır. En büyük oğul olan Mikail daha önceden öldüğü için yönetim Arslan Yabgu’ya verilir. Arslan Yabgu, Oğuz göçlerinin etkisiyle daha da güçlenerek devletler arasındaki siyasi ilişkilerde dengeleri değiştirebilecek bir güce ulaşır. Siyasi açıdan endişeye kapılan ve sahip olduğu gücün farkına varan Gazneli Mahmud, hile ile onu yakalatarak Kalincar Kalesi’ne hapsettirir. Arslan Yabgu, esaretinden oğullarının gayretlerine rağmen kurtulamaz, yaklaşık yedi yıl hapiste kaldıktan sonra 1032 yılında vefat eder. Onun hapiste olduğu yıllarda, kardeşi Yusuf, Yabgu unvanıyla bir süre Selçukluların idaresini üstlendiyse de 1030 yılında Ali Tegin tarafından öldürülür. Bundan sonra idare kardeşi Musa Yabgu’nun ve yeğenleri Tuğrul ve Çağrı Beyler’in eline geçer.
Tuğrul ve Çağrı Beyler ne yapacaklarını çok iyi bilen ve adamlarına tam anlamıyla hükmeden iki liderdir. Onlar bu süreçte, Gazneli Mahmud’un Hindistan seferlerine ağırlık verip kendilerini ihmal etmesinden kaynaklanan boşluğu, ayak basılmamış bölgelere akınlar yapmak ve dağılan boylarını yine tek bir idare altında toplamak suretiyle değerlendirirler. İki kardeş devlet kurma yolunda gerekli her türlü adımı atarlar ve bu süreçte desteklerini almak istedikleri her zümre ile yakın ilişkiler içerisine giriyorlardı. Siyasi başarının yanı sıra, boy teşkilatının birliği gözetiliyor, dervişler ve fakihler (din bilgini) gibi sivil hayatta söz sahibi zümrelerle olan ilişkilerini de çok yakın bir şekilde sürdürüyorlardı.
Bütün olumlu gelişmelere rağmen, 1038 yılı Selçuklu ailesi içerisindeki bir kırılmanın izlerinin belirdiği bir yıl olma özelliğine de sahiptir. Zira Tuğrul Bey, hükümdar olarak yerleşik dünyanın içine dâhil oldukça, göçerlerin dünyasından ve törelerinden de o derece uzaklaşıyordu. Bu yüzden, törelerine ve göçebe yaşam tarzına daha sıkı bağlı olan Çağrı Bey ile araları açılır. Çağrı Bey, ele geçirdikleri şehirleri teamüle uygun olarak yağmalamak isterken, Tuğrul Bey buna izin vermez. Çünkü o sadece ildaşları değil, yerleşikler nazarında da itibar kazanmak ve meşrulaşmak ister.
Talhâb yenilgisinden sonra, Gazneli Mesud, Selçuklularla anlaşma yoluna gitmişse de, bu süreç hem Selçuklular hem de Gazneliler açısından yapmayı planladıkları büyük savaşın hazırlık safhasından başka bir şey değildir. Nitekim 24 Mayıs 1040 tarihinde Dandanakan Kalesi yakınlarında gerçekleşen Dandanakan Savaşı’nda, Selçuklu birlikleri Gazneli ordusunu ağır bir hezimete uğratır. Savaş sonrasında Selçuklu Beyleri savaş meydanına getirdikleri bir tahta Tuğrul Bey’i oturtup Horasan Emiri olarak selamlarlar. Emir‐i kelan olarak ona sadakat yemini ederler. Böylelikle, Dandanakan Savaşı Gazneliler için sonun başlangıcı olurken, Selçuklular için ise dört büyük Türk imparatorluğundan birisinin kuruluşunun resmen ilan edildiği bir savaş olur.
İbn Hassûl’un Tafdilü’l-Etrâk adlı eserinde Tuğrul Bey hakkında şunları söyler: “Türkler bu pâdişâhın şahsında adli yer yüzüne şamil olmuş ve ünü doğu ve batıyı tutmuş ve kendisinden sonra hiç kimsenin liyakat kesbedemeyeceği bir mülk kendisine verilmiş ve kendisinin yüceliği nisbetinde kendisinden evvel hiçbir hükümdâr görülmemiş ve her Müslime taati taayyün etmiş ve gizli ve açık onun dostluğundan ayrılmamak ve gece ve gündüz onun nusrata mazhar olması duasını dilden düşürmemek farzolmuş bir zat bulmuşlardır.”
Bundan sonra, Selçuklular hâkim oldukları ve ayrıca ilerde fethedecekleri ülkeleri eski Türk devlet ananesi gereğince aralarında bölüşürler. Bu bölüşmeye göre, Tuğrul Bey, Sultan sıfatıyla Nişâbur’u alarak batıya Irak tarafına gider. Çağrı Bey’e Melik unvanı ile merkez Merv olmak üzere Seyhun nehriyle Gazne arasındaki bölge, Musa Yabgu’ya ise Büst, Herat ve Sistan havalisi verilir.
Tuğrul Bey 1063’te vefat eder, saltanatını devam ettirecek bir oğlu yoktur. Çağrı Bey, o ölünce onun son eşi ile evlenmiştir. Üvey oğlu ve aynı zamanda Alparslan’ın da kardeşi olan Süleyman’ın tahta geçmesini vasiyet eder. Vezir Amidü l-Mülk Kunduri’nin desteğini de alan Süleyman, kardeşi Alparslan karşısında kaybeder. Tahtın sahibi Türklere 1071’de Anadolu’nun kapılarını açacak olan Alparslan olur. Alparslan tahta geçtikten bir ay sonra Vezir Kunduri’yi azledip yerine Nizamü’l-Mülk’ü tayin eder. Alparslan, sultanlığı boyunca batıda fetih, doğuda asayişi temin amaçlı bir siyaset takip eder. Bunun sebebi ise, babası Çağrı Bey’in kırk beş yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için uygun yerleşim alanı olmasıdır.
Alparslan (1063 – 1072) ve oğlu Melik Şah’a (1072 – 1092) vezirlik yapan Nizamülmülk’ün Türk devlet yapısı ve zihniyeti üzerinde de önemli etkileri olduğu kuşku götürmez. Nizamülmülk yüksek öğretim yapan resmi akademiler mahiyetindeki medreseleri kurar, bunlardan en ünlüsü Bağdat’ta 1065 – 1067 yılları arasında faaliyete geçen Nizamiye Medresesi’dir. Osmanlı İmparatorluğu tarafından da uygulanan askeri ikta sisteminin temellerini Nizamülmülk’ün attığı bilinmektedir. Bu sistem sayesinde, daha önceleri Türk boylarının katılımıyla oluşturulan aşirete dayalı ordu düzeni, imparatorluğun genişlemesiyle, yerini maaşla çalışan düzenli orduya ve topraklı (tımarlı) askerlere bırakmıştır.
Nizamülmülk’ün Hayatı ve Siyasetname Eseri isimli yazımızı da okumanızı öneririz.
Celali Takvimi denilen yepyeni bir takvim sisteminin kurulmasını sağlar. Onun bu takvimi hakkında modern bir astronom, bizim bugün kullandıklarımızdan daha ince, daha dakik diye bahsetmektedir. Bir ilim ve siyaset adamı olan Nizamülmülk’ün günümüze kadar gelen en büyük yapıtı şüphesiz ki, Siyasetname adlı eseridir. Bu yapıt, sadece onun fikirlerini anlamak için değil, aynı zamanda döneminin özelliklerini de yansıtması itibariyle hâlâ tarihçiler ve siyaset bilimciler için önemli bir kaynaktır.
Nizamülmülk’ün Öldürülmesi
Sultan Melikşah devri, siyasi yönden olduğu kadar kültürel bakımdan da devletin en parlak olduğu ve en geniş sınırlara ulaştığı dönemdir. Selçuklu Devleti, Orta Asya’da tarım havzasından, İstanbul Boğazı’na, Kafkasya’dan Hint Denizi’ne ve Yemen’e kadar yayılarak muazzam bir imparatorluk haline gelir.
Melikşah’ın oğlu son Selçuklu Sultanı Sencer’in (1118 – 1157), devleti güçlendirmek için yaptığı çalışmalar ve elde ettiği büyük zaferlerin yanında, kurnaz ve ikiyüzlü saray mensuplarının oyunları, yaptığı hatalar ve yaşadığı talihsizliklerin yanında, Katvan Savaşı’nda (1141) Karahıtaylara yenilmesi ile devletin dağılış dönemi hızlanır. 1157’de Sencer’in ölümü ile de Büyük Selçuklu Devleti resmen ve fiilen sona ermiştir.
Büyük Selçuklularda, sarayda, orduda ve halk arasında Türkçe konuşulduğu halde, devletin resmi dili ve ilim dili Arapça, edebi dili ise Farsça olmuştur.
Harakan Kümbetleri
Gazneli ve Karahanlı geleneklerinin izlerini taşıyan Selçuklu sanatının ilk özgün mimari örnekleri medreselerdir. Selçukluların İslam mimarlığına kazandırdığı bir başka önemli yapı tipi sultanlar, emirler ve büyük devlet adamları için yapılmış anıtsal mezarlardır. Türkistan ve İran’da örneklerine rastlanan bu mezarlar, kümbetler ve kubbeli türbeler olmak üzere iki gruba ayrılır. Selçuklular ana ticaret yolları üzerinde birçok kervansaraylar kurmuşlardır. Selçuklular, İran’da Türk mimarisinde daha önce başlayan gelişmeleri toplayıp değerlendirerek, büyük ölçüde anıtsal bir cami mimarisi de yaratmışlardır.
Hâkimiyetleri altındaki bölgelerde Selçuklu hükümdarları, Horasan ve Irak Selçuklu ordusunda olduğu gibi, hekimleri, sağlık personelini, hastaları, ilaçları, tıbbi aletleri ve çadırları ile birlikte deve ile taşınan seyyar hastaneler kurmuşlar. Nişabur, Şiraz, Kirman, Bağdat, Musul, Erbil, Şam ve Kahire gibi birçok bölgelerde toplum sağlığını ilgilendiren darüşşifalar, bakımevleri, hamamlar yapmışlar, vakıflar kurarak bu kuruluşlara büyük maddi ve manevi destek sağlamışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder