ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Hikmet gönülde kuvvetlendikçe şehvet zayıflar ve nihayet sö
nüp yok
olur. Gönül her türlü şehvetten ve makam sevgisindenuzaklaştıkça orada hikmet nuru artar. Hikmetin belirtisi, dünyaşehvetlerini terketmek ve Allah’ın huzurunu istemektir. Hikmetinbir belirtisi de yeme, içme ve uykuyu azaltmak, ancak gerektiğin,de ve yerinde konuşup bunun dışında susmaktır, gönülden Cenab-ıHakk’a yönelmektir.Hikmetin diğer bir belirtisi de Hakk’a tevekkül, tefviz, teslimve nzadır, insanlara güzel ahlâkla, alçak gönülle yumuşaklık veşefkatle muamelede bulunmaktır. Hikmet kendinden büyük olanateslim olmak, kendinden küçüğüne ise şefkat ve merhamet göstermektir. Bu vasıflan taşıyan ârif, kâmil insandır. Onun sözlerinin ve hareketlerinin faydası sayılamıyacak kadar çoktur. Hikmet, ölü kalpleri diriltir, daralmış göğüsleri açar. Hikmet, hekiminsermayesidir. Hikmeti sözle yok eden şey ve hikmetten alınan lezzetin gönülden gitmesi, hekimin, sorulmadan onu söylemesidir.Hikmeti, ehlinden (anlayabilenden) esirgemek, onlara söylememek zulümdür. Hikmete zulmetmek büyük hatadır. Çünkü o, zilimin düşmanı, Cenab-ı Hak’tır. İlâhî hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: İlk zamanlarda, hikmetin, göğsümdeki kaynayışım du yardım. Onu anlayabilen ve anlayamayandan esirgeyip söylerdim.Sonra bana ilham olundu ki, has kullara mahsus olan hikmeti, cahil insanlara niçin söylersin ve büyük bir değer taşıyan bu devleti, niçin küçük duruma düşürürsün. Hikmetin kadir ve kıymetinibilmeyenlere niçin söylersin. Çünkü velilerin hikmetleri en değerli incilerden daha değerlidir ve onu inkâr edenler, hayvandan aşağıdır. Onun için İlâhî hikmetleri taşıyana yakışan, hikmetleri ancakehline söylemek ve ehli olmayandan saklamaktır. Böylece hikmetin nur ve sevinci onun içinde gömülü kalmasın, zevk ve lezzetinden mahrum olmasın.
KISIM: 3 VELİLERİN HİKMETLERİNİN AKLİ İLİMLERDEN DAHA FAYDALI VE ZEVKLİ OLDUĞU
Ey aziz, Ehlullah diyorlar ki:Velilerin hikmetleri, Allah’ın ilham ettiği ilimdir ki bu, gerçekilimdir, hâl ilmidir, irfan ilmidir, aşk ilmidir, bâtın ilmidir, Ledün
ilmidir, sudur ve kalplerin ilmidir. Bu ilim, dertlerin bilinmesi,ayıpların örtülmesi, günahların ödenmesidir.İlmi Billah (Allah’m ilham ettiği ilim) a hikmet denir ve Kur’>an-ı Kerim’de büyük hayırla vasıflandırılmıştır. Bunun talibi, açlık ve susuzluğa, uykusuzluğa katlanandır. Bedenle ruh nasıl birbirinden ayrılmayan bir bütünse, ilimle hikmet de birbirinden ayrılmaz bir bütündür.İlim (zahir ilim), öğretim yolu ile, Mkmet açlıkla elde edilir.Hikmet, dilden dile geçer ve gayb âleminden kalbe gelir. İlim, sözlerin kulak yolu ile zihne varışıdır. Bâtm ilmi ise, gönlün içindençıkar ve nefse tesir edip, kalbin içine akar. İlim dilin işleyişinin
mahsulü,
dil ise mülk âleminin hâzinesidir.Batın ilmi, gönlün hallerindendir. Gönül ise Meleküt âlemininhâzinesidir. Zâhir ilim, dünya ilmidir, kitaplarda yazılı ve halkiçinde meşhurdur. Bâtın ilmi ise Hak içindir ve göğüslerde mevcutolup kapalıdır. Bu yüzden halka bildirilmez. Onlardan saklıdır. Batın ilmi inkâr olunmaz, belli edilse herkes anlayamaz. Velîlerinhikmetlerini inkâr eden akılsız ve cahildir. Onun en ufak cezası,hikmet zevkinden mahrum olmaktır.İlim, öğretim yolu ile kazanıldığından sınırlıdır ve sonucu vardır. Allah ilminin ne sımn, ne de sonucu vardır. İlim tefekkür, hik-nifet ise tezekkür ile kazanıhr. İlm-i billâh, Allah’a varış yolunun enkısasıdır. Aklî ilimlerde, mü’minle kâfir ortaktır, müşterektir. Marifet nurunu bulmak için mümin olmak şarttır, ilim, marifettendaha umumîdir. Marifet ise ilimden daha önemli ve özdür.İlim nuru ancak kâinata ulaşır. Marifet nuru ise Allah’a ulaşır. Bunun için «men aleme nefse-hu» (kim nefsini öğrenirse) denmemiş, «men arefe nefse-hu, fekad arefe-rab-be hu» (kim nefsinibilirse, Allah’ını da bilir) denilmiştir.Marifet, ilimden daha çok makbuldür. Çünkü ilim, isim ve sıfatlara, marifetse, Allah’ın zatına mensuptur. Cenab-ı Hak, kullarından iki şey istemiştir; biri din (ibadet), diğeri marifet (Allah’ıbilme) ilmidir. Bu ikisinin dışında kalan aklî ilimler ki, hepsi nefisiilgilendiren, ona haz veren bilgilerdir.Mümin hikmet, münafık şehvet ister. Şehvete kapılan, hikmetten mahrum olur. Hikmet, kalplerin sevinci, nefislerin temizle yicisi, ruhların helâveti (zevki), sırların lezzetidir.Nakledildiğine göre; bir gün Zinnun-ı Mısrî Hazretlerinin müritlerinden biri, kendisine şu soruyu sormuştur: «Hikmette olantatlılık nedendir ki, velilerin ağızlarından çıkınca, dinleyiciler ondan büyük bir zevk ve lezzet duyar.» Üstad cevabmda dedi ki: «Hikmet, ilham ilmidir, hekimin kalbine iner. Allah tarafından kalple,re indirildikleri İçindir ki, hikmetler bu kadar tatlı ve lezzetlidir,Hakim-i İlâhî «Ben lalandan duydum, o da filandan duydu» deme» yip «Kalbim bana Rabbimden bana bildirdi ki» buyurur. O hikmetin, dinin usulünden ve yakini işlerden bulunması, İlâhî ilhamınmahsulü olduğunu bildirir.»Nitekim Ebu Talip Mekki Hazretleri demiştir ki: «Alim-i bilinil olan kâmilin üç türlü ameli vardır: Biri zahiri ilim olup halkaaçıkça anlatılır. Diğeri batınî ilim olup ancak ehline bildirilif.Üçüncüsü ne zahir, ne de batındır. O bir gizli sndır ki, Allah ile kâmil arasında örtülü ve saklıdır.Kâmilin marifetinin beyni, muhabbetinin zevki, hikmetini^dudağı, hakikatinin ilmi odur. Onun manevî devletinin sermayesi, 'saadetinin mayası, yakm olmanın gayesi, izzet ve -lezzetinin sonuodur ve o ilim ilim ilmi ne halka ne de batın ehline ifşa edilebilir^O ilim, ancak ona sahip olan kul ile Allah arasında kalır.
KISIM: 4 VELİLERİN HİKMETİNİN, ONLARIN TEMİZ KONUŞMALARINDAN DAHA LEZİZ VE TATLI OLDUĞU, KALPLERE ÇOK TESİRETTİĞİ VE İLAHİ HEKİMİN, ALİMLERDEN DAHABİLGİLİ VE ŞEREFLİ OLDUĞU
Eh Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Hakimlerin kalbi, âlimlerin kalbinden bin defa daha halim yeselimdir. Alimin sözü hastaya şifâ, hekimin sözü ölüye hayat verir. Hikmet ilmi, kutsî bir oktur. Hakimin nutku onun yayıdır, talibin kalbi onu$ hedefidir ve Hay Ve Kayyum olan Allah'ın vergisidir. Onun için hata yoktur.Alimin ticareti, başkasının sermayesi iledir, hekimin ticaretiise kendi sermayesi üedir. İlim gümüş, marifet altındır. Hikmetcevherdir. Alime soru sorulunca cevap verir. Hakim ise cevab vermemek için özür diler. Alim insanlara dediğinden aşağıdır, hakimise halka dediğinden yüksektir. Halkın her istediğine fetva verendeli veya yanıltıcıdır. On meselenin dokuzuna susup birine cevapveren İlâhi hakimdir. Hekimin gönül ve canı, Allah’tangayrısından arınmıştır. Onun için kalbinden hikmet, lisanına akmaktadır.Nitekim imam Ahmet bin Hanbel ile İmam Muhammed Şafiîbir yerde kazaya kalmış namazların nasıl kılınacağı hakkında konuşurlarken, onların yanma bir veli çoban gelmiş. İmam Ahmed,bu meseleyi çobandan sorayım mı? diye İmam Şafii’den sormuş.İmam Şafiî razı olmamış. Buna rağmen İmam Ahmed, çobanıngönlü kırılmasın diye şöyle sormuş: «Bir farz namazını kılamayıpkazaya bırakan bir mü’min, kazaya kalan farzın da hangi vaktinnamazı olduğunu unutursa, bu durumda hangi farzı kaza etsin.»Hemen çoban dikkatle bakmış ve: O kimse gaflette kalmıştır. Bu yüzden beş vakit namazı da kaza etmesi lâzımdır, cevabını verince,İmam Ahmed, çobanın heybetinden bayılmıştır. Çoban da kalkıp yoluna devam etmiştir. İmam Ahmed, kendine gelince çobanın oheybetinden hayrete düşmüş ve verdiği cevabı çok beğenip kabuletmiştir. İmam Ahmed, bu olaydan, velîlerin çobanı bu halde olursa, âlimlerinin ne mertebede olduklan üzerinde düşünmüş ve bundan ibret dersi alarak, muhabbet yoluna girmiş, İmam iken en yüksek velîlerden olmuştur.Alim, ilmiyle nefsini düşünür. Hakimse, nefsini terk ve vücudunu yok ederek, yalnızca Allah’ı düşünür. Nitekim İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri, yüksek velilerden olmasına rağmen, velîlerden İbrahim Ethem Hazretlerine «efendimiz» dermiş. Talebesiona, niçin böyle dediğini sorunca: «Biz ilmimizle nefsimizi düşünürüz. Velîler ise kendilerini unutup hikmetle yalnız Allah’ı düşünürler,» diye cevap vermiştir.Alimin, hakime ihtiyacı çoktur. Hakimin ise âlime ihtiyacı yoktur. Nitekim Hz. Musa, Hızır (A.S.)’a muhtaç olmuştur ve sohbetine girmiştir. Hızır (A.S.) ona muhtaç olmayıp kendisinden ay-rümıştır.Alîm, cahil insanları, hakim âlimleri terbiye eder. Hakimi terbiye eden de Allah’tır. Nitekim cahil bir kimse, bir âlimden dersalarak dinî ilimlerle aklî ilimleri öğrenir, âlim ve âmil de olur. Lâkin nefsinin hallerinden cahil kalır. Sonra o âlim, bir mürşid-i kâmile gider ondan manevî bilgiler öğrenir, ahlâkmı güzelleştirir,. sülük yolu ile yedi mertebeden geçmek ve ibadete devam etmek.suretiyle ârif ve kâmil bir zat olur. İşte bu kâmil, temiz, kalbiyleAllah’m huzuruna vararak hikmetlerini görür ve onun şeriatıylaHabibi Muhammed (S.A.)in izinden gidip huşû ve hudû üe veliliğin en yüksek mertebesini kazanır ve bütün adap ve erkân ile ilimve fenleri nefsinde toplar.Çünkü; kâmil insan, Allah’ın rızasını gönlünün genişliğindeve huzurunda bulur. Onun heybet ve azametini, kalbinin daralışıve sıkılışı esnasında bilir.
Allah’ın velilerinden bir hakim, bir hakime gidip bir meselehakkında soru sormak istemiş. O da ona şu cevabı vermiş; senin,âlimleri bırakıp bana mesele sorman, tıpkı çölde yolunu şaşırmışbir sultanın, çobanları bırakıp o yolu, kendisi gibi bir sultandansormasına benzer.Hakim-i İlâhinin adetlerinden biri şudur ki; insanlar, içindebulunduğu zaman susar ve kalbiyle Allah’ın huzuruna gider. Sonra ondan sorulanlara ancak gönlünden ona beliren cevabı verir.Yine Hakim-i ilâhî, bir gün bir mecliste vecde gelir ve hikmet di-liyle gayet tatlı konuşmaya başlar ve mânâ âleminin hakikatleriniinceleyip anlamanın verdiği zevkle göğüsleri çatlatacak niteliktenükteli (mânâlı) sözler söyler. Sonradan ona, çok hoşumuza gideno nüktelerinizi bir daha tekrarlarsanız çok iyi olur deyince hakimonlara; evet, o aşk hali bir daha gelse benim için de çok hoş olur, yoksa söyleyeceğim boş sözlerin bir zevk ve lezzeti olmaz, demiş.Bir hakime demişler ki: «Camide otur ve orada konuş ki, halka faydalı olasın.» O da, «camide ancak toplayabilen oturur. Benise toplayıcı değilim, toplanmışım,» demiş. Cenab-ı Hak, ârifin kalbine hikmet ağaçlarım diker ki ârif, onları gündüz, açlıklarıyla sular.Hakim-i üâhi (ilâhı hikmetleri bilen) kalbiyle olan hali, bostancının bostanıyla olan haline benzer. Çünkü; hakimin hal ve şanı budur ki, daima gönül bahçesine gider ve orada, Hakk’a lâyıkolmayan eşyayı söküp atar.Hakim, ilk önce Tevhid bahçesine gider. Onda, şek ve şirk filizleri görürse, onlan çıkarır ve atar. Sonra tevekkül bahçesine gider, orida, korku ve çekingenlik filizleri bulursa onlan da hemençıkarır atar. Sonra Tafviz bahçesine gider. Orada, tedbir ve ihtiyar filizlerini bulursa onlan çıkanr atar. Sonra sabır bahçesine gider.Onda sabırsızlık ve telâş filizleri bulursa hemen çıkanr atar. Sonra ma bahçesine gider. Onda, kızmave öfke filizleri bulursa hemenonlan da çıkanp atar. Sonra marifet bahçesine gider, nefse ve dün yaya ait arzu ve heveslerle şehvânî istekler varsa hepsini çıkanpatar. Sonra muhabbet bahçesine gider. Onda, başkalarına meyil v6itibar, halka ve giyinişe karşı sevgi varsa hepsini çıkanp atar. Sonra da Hikmet bahçesine gider. Onda olan ağaçlan, açlık sularıylasular. Tâ ki çiçek ve meyveleri olgun olsun, zevk ve lezzetinden cana caq katsın. Bundan sonra o hakim, iki cihandan el çekip o bahçeye can atar ve Vahdet denizinegömülüp muradına erer.Akıllı olan, velilerin hikmetlerine meyleder ve onlarlaolur. Arif olan, bu hikmetleri bilir. Hikmetleri öğrenmek nimetlerin nimetleriyle lezzetlenmek mutluluktur. Velîlerin hikmetlerini saklayan hakikatlerden faydalanıp onları söyleyenin kadirve kıymeti yüksek, aziz olur. Kalbi tertemiz olan akl-i külden (Allah’tan) hikmet dersi alır ve hikmet ilmi ile kalbi dolup engin deniz olur.NAZIM :Muallim aşktır, künc-i sükût olmuş debistânSebaktır bilmemek dildir anm tıfl-ı sebah-hânıLisânı bi zebânlıktır bu fâdıl, kâmil üstâdm,Velî âlemde yok anın lisânın anlar akrânı.Gönül çün bilmemek zevkin bulur her defter-i fikri,Ki yazmış kilk-i akl anı, eder mahv âb-ı nisyâm, Tavilü’z-zeyl bir tomardır bu bilmemek ilmi,Ki ömr-ü câvidan içre bulunmaz hadd ü pâyânı,Şühûdü’l-Hak fi’l-kalb oldu mazmununda bir nükteSevâdü’l-vech fi’d-dâreyndir onun memduh-i ünvanı, Tasavvur edemem bir kimse tasdik ede bu ilmi,Marifet olmadıysa keşf ü huccet-i zevk-i vicdanîUlûmun enfa’ı hikmettir, anı aşktan öğren,Rumûz-ı pîr-i aşkı anlamaktır ârifin şâm,İlâhi, izzetin Hakkı, enis et canıma aşkı,Ki anm hikmeti zevkiyle kendimden olmam fâni,Fakirullahı Hakkî’dan ıyân seyr eyleyen ârif,İyan ehlidir ol neyler delil-i akl ü burhânı.
577
KONU: 4VELİLERİN FAZİLETLERİ, HAREKETLERİ, ESERLERİ,ADETLERİ, HAD VE TARİFİ, VECDİN HALLERİ VE VASIFLARIVELİLİĞİN ALAMETLERİ, HAREKET VE DURAKLARI, ’MERTEBE VE KERAMETLERİ, MÜŞAHADELERİNİNDERECESİ, SON MAKAMLARI9 KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1ULU VELİLERİN FAZİLET VE BEREKETLERİ, KUR’AN-IKERİM AYETLERİYLE VE HADİSLERLE BİLDİRİLMİŞTİR.CENAB-I HAK, BU HUSUSU, KUR AN I KERİM İNDEBİRÇOK AYETLERLE BELİRTMİŞTİR
Ey Azizi
Allah-u Teâlâ, kullarına inayetle kendi evliyasını tarif edip onlara olan muhabbetini duyurur. İşte bu husustaki ayetlerin meali :«Allah, iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan(kurtarıp) nura çıkanr. Küfredenlerin dostlan ise şeytandır.»(Bakara, 257«Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kullan için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» (Yunus, 62)«Allah’ın velileri gerçek takvâ sahipleridir.» (Enfâl, 34)«Ey Rabbim, dünyada da âhirette de benim yardımcım sen-sin. Benim canımı müslüman olanak al. Beni sâlihler (zümresine) e
kat.» (Yusuf, 101)«O çok esiıgeyen (Allah’m has) kullan ki onlar yer (yüzün)de vekar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine, beyinsizler (hoş gitme yecek) lâflar attığı
zaman «selâmetle» de (yip geçer) 1er.»(Furkan, 63)
«Onlar ki Rablanna, secde ederek ve ayakta durarak ibadetederler (Onlar için felah vardır.)» (Furkan, 64)«Allah’ın öyle kullan vardır ki alış-veriş onlan, Allah’ı zikretmekten alıkoymuyor.» (Nur, 37)BU HUSUSTAKİ KUTSİ HADİSLER«Velî kulumun dilediğini yapanm. O bana tutunur, benimlehükmeder. Eğer benden dünyanın vezâlini (yok olmasını) isterse,onun için dünyayı yok ederim. Çok sevdiğime kerâmet veririm»«Benim evliyam, benim kubbelerimin, örtülerimin altındadır. Benden başkası onları tanımaz.»Allah (C.C.) Dâvud Aleyhisselâma vahy gönderdi ki:«Ey Dâvud, beni seven veli kullanma haber ver ki, onlarlaaramda olan perdeleri lütuf ve keremimle kaldırdım ki, onlar gözleriyle benig örsünler. O durumda halk, kendilerine zarar veremez.Benim lütuf ve inayetim onlara eriştiği için, halkın haset ve öfkesionlara hiç tesir etmez ve asla keder vermez.Ey Davud! Eğer sen benim sevgimi kazanmak istiyorsan öncedünya sevgisini kalbinden çıkarmalısın. Çünkü benim sevgimledünya sevgisi bir gönülde birleşemez.Ey Davud! Sen, benim sevgimi kendi kalbinde halis ve muhkem kıldığın ve her şeyde benim kudret ve hikmetimi görebildiğinzaman, dünya ve dünya halkıyla karışsan, kalkıp otursan bile, kalbindeki sevgime en ufak bir noksanlık ve keder gelmez.Ey Davud! Eğer sen bana dost isen, nefsine düşman ol ve onuşehvetlerden men et ki ben sana muhabbetimle bakayım ve aramızdaki perdeyi kaldırayım.Ey Davud! Yeryüzünde nice evliya kullarım vardır. Onlar benim dostlarımdır. Ben de onlarm dostuyum. Onlar bana müştaktır,ben de onlara müştağım. Onlar beni zikr ederler, ben de onları zikrederim. Gurbette olanlar vatanlarını arzuladıkları gibi, onlar gece yi arzularlar. Onlar, geceleyin sürür içinde olurlar. Akşam olup karanlık basıp her dost, ancak kendi dostuyla yalmz kalınca, onlarbenim için kıyâmda durup, boyunlarım büküp, yüzlerini açıp, yalvararak münâcât edip, ni’met ve ihsanımı isterler. Onlar bazanayakta bazan oturur, bazan rükû, ve bazan secdede olurlar. Sevgimden başka benden bir şey istemeyip, nzâ yolunda giderler. Bende onlara, çok sevdiğim için üç şey veririm: Birincisi, kalblerineihsân ettiğim, indirdiğim bir nûrdur. Hep konuşsalar, onunla benden haber verirler. İkincisi, ben onlara zat ve sıfatımla teveccüh ederim. Hiç bilir misin ki, ben teveccüh eylediğim dostuma, nelerihsân eylerim ve o nice devletlere erişir. Üçüncüsü, öyle bir ikram-dır kİ ,onu, ancak ben bilirim, bir de o kulum bilir. Yerde ve gökteolan şeyler, o ikramın yanında küçük ve az kalırlar.»Resûl-i Ekrem (S.A.V.) meşhûr hadislerinde buyurmuştur ki*«Ümmetimin evliyası göründükleri zaman, Allah-ü Teâlâ hatırla,mr. Zira evliya yüzünü görmekle şereflenenin kalbinde Allah fiknbulunur.»«Ümmetimde öyle insanlar bulunur ki, onlar insanlardan ay.nlırlar. İnsanlar onlara şaşar. Onlara deli derler. İnsanlar da
onlara deli görünür. Biliniz ki onlar ebdallerdir.»«Allah-ü Teâlâ’mn halkından, evliyası açlık ve susuzluktaolanlardır. Onlara eziyet edenden Allah-ü Teâlâ intikamlarını alır.»«Dünya, âhiret ehline haramdır. Ahiret de, dünya ehline ha.ramdır. İkisi de Ehlullah’a haramdır. Ehlullah, evliya’yı kiramdır.»KISIM: 2EVLİYA-YI KİRAMIN RÜSUM VE ADETLERİ KALELER İLESEYAHATLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Halkın kimi dünya, kimi ahiret, kimi de mânâ ehlidir. Dünyaehline âhiret haramdır. Ona nail olamazlar. Ahiret ehline dünyaharamdır, ona tenezzül etmezler. Mânâ ehline ikisi de haramdır.Hiç birine iltifat etmezler. Dünya ehlinin tümü, tabiat ve beşeri yet karanlığında kalınca, yüksek âlemi istemekten onlara yeis vegevşeklik gelmiştir. Meyi ve iradeleri, ancak aşağı âleme yönelmiştir. Akıl ve himmetleri dünya lezzetlerine tutulmakla kalmıştır.Halbuki dünya, çöplüğe atılmış bir leştir. Öyleyse buna tutulanların emelleri ziyan, boş olmuştur. Bunlara iki şiddetli azab vardır.B£ri bu halden ayrılmak azabı, diğeri ileride yanma acısıdır.Ahiret ehli, genel olarak yüksek derecelere mâil olup arzularıCennette kalmıştır. Zira Hak Teâlâ kullarını dünyadan Cennetine davet edip, orayı ikram yeri kılmıştır. İşte buradakilerin gönülleri yükseklik ve şeref ile meşgul olup, daha yüksek ve şerefli olandan uzak olmuştur. Bunlar ilerideki yakıcı ateş azabından kurtulmuş iseler de, bu halde kalmakla, ayrılık ateşinde bulunmuşlardır.Halbuki muhabbet ehline, ayrılık ateşi, ateşin yakmasından zor
ve şiddetli gelir. Nitekim, «İntizâr (bekleme) ateşten daha şiddetli-dir» denilmiştir.
Bunların çoğu, insanlık sebebiyle benlik da’va edip, kibir, ucubve riyâ semtine gidip, nefs-i levvamesiyle çekişme belâsında kalmıştır.Mâna ehli: Tabiat âlemi, zindanından çıkıp, insanlık âlemi yuvasından uçmuşlardır. Onlarda kendi resimlerinden bir şey kalmayıp, varlıklarda kalmayarak geçmişler, herkesi gayb edip, Hakkın huzuruna gelmişlerdir. İki dünyayı isteyenlerine verip, sahibinialıp Ehlullah olmuşlardır. Onlar Cennet ve Cehennemi unutup, ancak O’nun için O’na ibadet etmişlerdir. Zira iki alemi O’nunla Cennet, O’nsuz Cehennem bulmuşlardır. İşte yalmz O’nu isteyip, O’nuhep nimet bilmişlerdir. O’nun marifet şarabıyla daimi mest olmuşlardır. Muhabbet zülâli ile dolmuşlar, hep O’nunla kalmışlardır. Halka ahirette verilmesi va’d olunanlar, onlara dünyada verilmiştir. Başkalarına gayb olanlar, onlara bildirilmiştir. Bedenleribir yerde iken, gönülleri doğu ve batıyı gezip, Arş ve Kürsi’yi dolaşmıştır. Bedenleri ile yükselmezlerse de, ruhları mi’raca gider.Hak Teâlâ’yı göz ile görmeseler de, esrâr ile müşahede ederler.Alemde herkesle ne muamele ederlerse, yalnız Allah rızası içinederler. Kendilerine tâbi ve teslim olan dostların Hakkın huzurunaçağırırlar. O halde onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerineuyup, izlerinden gidenlere ve onların irşadı ile Mevlâsına kavuşanlara müjdeler olsun.NAZIM:Gönül alsa büyu andanYüzünü görürse candanDile sâkî olsa cânânÇün olur riyâz-ı RahmanO ki mülk cismini yıkmışDahî Arş-ı cana çıkmışYemm-i nutkun ebri candırGönül ehl-i bahriyândırYürü sen bu levh-i dildenDile dolsa hikmet andanGözetir rızâ-yı HakkıBu cihânı kor bu halkı.Ana dü cihan görünmezDahi cism ü can görünmez Dil olur gül ü gülistan,Ana hâkidân görünmez.O gelû-yı nefsi sıkmış,£na nerdübân görünmez.Bu lisân çü nâvedândır,Gam ü nâvedân görünmez.O ulûm-ı aşkı öğren,Kalem ü lisân görünmez.Bulan anı dilde Hakkı,Ki bu câvidân görünmez.KISIM: 3EVLİYA-YI KİRAMIN HAD VE TARİFİ,VECD VE HALLERİEy Aziz! Ehlullah diyorlar kVeli hal ve hareketleri muvafakat üzere olandır. Velî, dünyadan uzak, Mevlâya yakın olur. Velî, mâsivadan kurtulup, bütünvarlığı ile Allah-ü Teâlâ’ya bağlamr. Velî, kalbiyle Allah-ü Teâlâ’- ya döner. Velî’nin gizli ve açık her hali Allah-ü Teâlâ ile olur. Velî,dünya devletinin ne de geçmesine sevinir, ne de geçmemesine üzülür. Ona göre gümüş ve altm, toprak ve taştan aşağıdır. Veliyyul-lah, yeryüzünde kimsesizdir. Onun dostu Rabbi olup ,ona kâfidir.Onun kendi nefsinde ihtiyân olmaz. Haktan başkasıyla bulunmaz.Kalbinin dışında bir işi kamaz. Ölümden kaçınmaz.Velî halk ile halim olur, Hak ile sabit mukim olur. Deiiz gibicömerd, dağ gibi sabit, hava gibi muti, gece gibi örtücü, sema gibi yüksek, himmetli olur. Aslandan kaçar gibi fitneden kaçıp selâmet bulur. Peygamberlerin mucize göstermelerinin şart olması, insanların onlara uyup kurtulmaları içindir. Evliyanın kerametinisaklamasının lâzım olması, insanların onlarla fitneye düşmemesi veonların insanlardan saklı Hak ile sevinip huzurda kalmaları içindir. Velî, daima halini gizler, bütün kâinat onun velâyetinden konuşur. Velî, yeryüzünde Hak Teâlâmn gülü, fesleğenidir. Onu sıd-dıklar koklar. Onun kokusu, onların kalblerine varınca, Mevlâyamüştak olurlar. Evliyaullah geline benzerler. Gelini nâmahrem görmediği gibi, Allah-ü Teâlâmn bu gelinleri de O’nun muhteşem ün-sünde duvaklı olup, onlan kimse göremez. Sûretlerini görseler de,herkes hakikatlanna eremez.
Velî, Hak Teâlânın, kendine ait işlerinde muvafakatından, kendinin Hak Teâlâ’ya uygunluğunu bilir. Dilinden çıkan dua, ancakkabul vaktinde olur, işte böyle uyanık olan veliyyullah, yeryüzünde, Allah-ü Teâlâ’nın âdil şahididir.Müminlerin kalbleri gaflet ve keder içindedir. Evliyanın kalb-leri huzur ve sevinç içindedir. Düşmanlarının kalbleri korku veuzaklık içindedir. Mü’minlerin azabı, yasakları işlemek iledir. Evliyanın azabı kerametlerinin açığa vurulması iledir. Evliyaullah, ikidünyadan bir şey istemezler. Hakkın huzurundan bir an gafil bulunmazlar. Onlara hizmet edenler, muhabbet şarablanndan mahrum kalmazlar. Evliyayı kiramın gönlüne girenler, onlara ilhakolup, dünya ve içindekileri, bir arpa tanesine saymazlar.Velî yalnız cemâl-i kadimi istemektedir. Velî, vecd halindemahlukatın güzelliğinden geçmiş olur. Onun ruhu, ancak vech-ikadim ile sevinir ve meşgul olur.Nitekim Şeyh Şibli bir gün vecd halinde, Şeyh Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin ziyaretine öyle bir zamanda varmış idi ki, Cü-neyd ehli ile yemek yiyordu. O hatun, onu görünce, yemekten elçekip kalkmak isteyince, Cüneyd ona mâni olup, elini tutmuşturve: «Yerinde rahat otur. Şibli ne seni görür, ne de burada olduğunu bilir.» demiştir. Sonra Şeyh, o hayran müridi ile bir saat kadarsohbet eylemiştir. Ta ki, Şibli akıl dairesine girip ağlaymcaya kadar. O zaman Cüneyd, ehline «Şibli’ye görünme» demiştir. ÇünküŞibli, şimdi sarhoşluktan aynlıp, cisim âlemine gelmiştir. Şimdiinsanları tanıyacak haldedir. Zira onun bu hallerine, kendi sözleri ve gözleri delâlet eylemiştir. Özellikle evliyâyı kiram, o ferasetnurları ile kalb casusları olmuşlardır.BEYT:Allâm-ül guyûbun hâlis kullan,Can âleminde kalb câsusları.KISIM : 4EVLİYAYI KİRAMIN VASIF VE ALAMETLERİHUZUR VE SELAMETLERİEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:Evliyanın iki alâmeti vardır. Biri Hak Teâlâmn emrine ta’zim
ve hürmet, diğeri bütün mahlûkata şefkattir. Evliyanın alâmeti, Allah-ü Teâlâmn hukukunu yerine getirme, mahluklarım sevmektir. Velînin alâmeti, kendisi ile Allah-ü Teâlâ arasında olan sırlansaklamak, mahlukatımn eziyetlerine karşılıksız sabretmek, incin-meyip nzaya ermektir. Kulları ile iyi geçinip, kimseden kimseyeşikâyet etmeyip, herşeyi örterek ve koruyarak hakimane gitmektir.Evliyanın alâmeti lutf ve hikmetle konuşmaktır. Güzel huylugüler yüzlü, vücudu güzel kokulu ve cömerd olmaktır. Herkese şef!katle muamele etmektir. İtiraz etmemek, özürleri kabul etmektir.Arkadaşlarım kendine tercih etmektir.Bir veli ile, fakir birisi bir yolculukta beraber giderlerken, omürüvvet kaynağı veli, fakirin ihtiyar, arkasında da ağır heybesiolduğunu, ayağında eski papuçlar bulunduğunu görür ve ona:«Eğer bizimle arkadaş olup da bu yolda gitmek istersen, bizeteslim olup her sözümüze uymalısınız, yoksa bizden ayrılırsınız.»der. O ihtiyar, ona teslim olduğunu söyler. O îsâr ma’deni, onuneski ayakkabları ile kendi yenilerini değiştirir. Heybesini yüklenirve beraber giderler. Her veli, yanında bulunduğu kimseye, elbetteböyle muamele etmiştir. Zira onlar, muhabbet makamına ermiştir.Evliyanın âdetleri Mevlâya ibadettir. Huyları halka şefkattir. İşleri teenni üe nfk ve hizmettir. Sözleri medh-ü senâ ve ülfettir. Ziraonların gönülleri muhabbet deryasıdır. Vahdete âşinâdır.Evliyanın alâmeti Hakkın sırlarına ermek, bunu da insanlardan saklamaktır. Velî Hakkı muhafaza ettikçe, Hak Teâlâ da onukorur, saklar. Ve Hakka tazim eyledikçe Hak Teâlâ da ona ta’zimeyler. Veli, kendinden görülen kerameti ne hisseder, ne de kimseyesöyler. Veli, kalıbım halka teslim eder, kalbiyi Hakkın huzurunagider.Velinin gönlü sevinç ve nur ile doludur. Ruhu huzur ünsü ileolur. Evliyanın alâmeti, herşeyden Hakka yönelmek, Ondan başkasına muhtaç olmamaktır. Veliyyullah O’nunla hâzırdır, her halinde O’nu zikretmektedir. Velilik herşeyi kendinde bulmaktır. Vemecma-ı ezdâd olmaktır.NAZM:Aşk ehli mânend-i melekCam eder seyr-i felekHem mülk ü hem sultan olurHem can ü hem cânân olurHem telh ü hem helvâ olur
Peydavli nâ peyda olur Çün mâsivadan can geçerHamr-ı muhabbetten içerŞîrîn olur dil şûr iseBî perdedir ol nûr iseÇün canda kalmaz bu hevesZikr eyler a’za çün ceresMahv olsa Hakkı cân olurHer derde hoş derman olur.Hoş huy ü hem hoş bû olur.Gönülde ol meşrû olur.Hem Huld ü hem Rıdvân olur,Hem şir ü hem âhû olur.Hem sûret ü ma’nâ olur,Can tab’ma hemhû olur,Çerha Mesihâ tek (İsa gibi) uçar,Yektûy iken sadtû olur,Nezdik olur can dür ise,Şevkiyle vuslat-cû olur,Dil zinde olur her nefes,Fikri hemân yâ hû olur.Bir kul iken Sultan olur,Her zahme hem dârû olur.KISIM: 5EVLİYAYI KİRAMIN KERAMETLERİ VE HER TEHLİKEDEN EMİN VE RAHAT OLDUKLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Evliyayı kiramın himmet ve îsârları Mevlâ’dır Arzû ve kaçışları O’ndan yanadır. Mevlâdan başkası, onlara göre toz gibidir. Evliyanın ibadeti O’nun huzurunda bulunmaktır. Adetleri, sırlan saklamak, kerametleri örtmektir.Bir abid, bir arifi, hücresinde gördü ve ona: «Allâh-ü Teâlâ sana bu halvette ne fayda vermiştir?» dedi. Arif cevabında: «Sultanın sımnı açıklayan bir vezir gördün mü hiç? Sultan sırrım açıklayan vezirine ne muamele eder? Abid, ne söyleyeceğini bilemedi.Veli mevcûd olanı dilediğinden, onun dileği yerine gelir.Halka gizli olan, veliye aşikâr olur. Halka zor olan veliye kolay olur. Habeşi bir velî vardı. Vecd ve hal ona galip olunca, rengi beyaz olurdu. Velinin hayatı hapis, ölümü hapishaneden çıkmakolur. Nefsin hazlarını unutup, zevk, huzur ve ünsü bulur. Hak Teâlâ veliyi muhafaza eder, bir an kendine bırakmaz. Bir arif der ki:Halvette zikrullah ile meşgul idim. Bir gün nefsim, nar yemek istedi. Nar almak için pazara giderken, bir duvarın dibinde yatançok hasta bir kimse gördüm. Sinekler ve arılar üzerine konup, etinden besleniyorlardı. Beni görünce Allah-ü Teâlâ’ya hamd etti. Selâm verip şükretmesinin sebebini sordum. Cevabında: «Seni gördüm. Bir nar isteğiyle, Rahman’dan yüz çevirmişsin. Ben, kalbimonunla bulunduğu için şükrediyorum.» dedi. «Madem Allah-ü Teâlâ üe huzurdasın, bu karanlıktan seni kurtarması için niçin O’nadm etmezsin?» dedim. «Sen Allah-ü Teâlâya dua et de, seni bu arzulardan kurtarsın. Çünkü anların yalaması, sineklerin ısırmasıancak nefse oluyor, ama şehvet ve arzunun sokması, kalbi incitir,»dedi.Allah-ü Teâlâ, kulunu, kendine yakın veli yapmak istese, hidayetiyle önce onu dünya sevgisinden kurtarır. Kendine ibadetlemeşgul eder. Sonra az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak veİnsanlardan uzlet etmeyi, ona ilham edip, daimi zikir ve fikri onaikram eder. Sonra tevekkül, tefviz, sabır ve rıza makamlarına kavuşturup, kendi marifeti devletine ve sevgisi saadetine naü eder.Sonra onu huzur ve ünsiyyeti meclisine sokup, hikmet ilimleri ilegönlünü doldurur. Sonra kendi vahdaniyyet ve ferdâniyyetiyle onatecelli edip, temiz ruhunu teselli eyler. İşte o kul, o zaman, kendinefsinden uzak ve beri olup, huzura yakın ve veli olur. Korku veümid ondan gidip, karşılıklarında o kâmilin kalbine heybet ve üns gelir. Sonra kendi Sülfatlarından fâni olup, Hakkın sıfatları ile be-kâ buldukta, o heybet ve üns ondan gidip Celâl ve Cemâlle mestolur.Hak Teâlâ evliya kullarından, onun için korku ve üzüntüyügiderip, «Biliniz ki, evliya için ne korku ne de üzüntü vardır,» bu yurdu. Çünkü korku, gelecek zamanla ilgili olup, arzu edilenin kaçırılmasından ve kötülük kazanmaktan sakınmaktır. Üzüntü ise,geçmiş zamanla ilgili olup .istenen bîr şeyi kaçırmış olmaktan veyakötülük elde etmekten pişman olup kederlenmektir. Halbuki velî,önce zamana ve hale uyar. Sonra ebû’l-vakt ve kemâl sahibi olur.Ne geçmişi bilir, ne de kalbine,gelecek gelir. Öyleyse onda, ne hüzün ne de gam, ne korku, ne de tehlike bulunur. Bir velî
hakim demiştir ki, evliyadan korku ve üzüntünün giderilmesi, şunun içto*dir ki, onlarda ne kavga, ne çatışma olur. O halde rıza
makamında muvafakat kılan, tam kullukla vasıflanan ve mutmain olan, huzurve yakınlık devletini bulan emin velinin nasıl korku ve üzüntüsüolur! Çünkü onun şanı niyet ile zevk ve sevinç olur.
KISIM: 6EVLİYAYI KİRAMIN HAREKET, DURUŞ, BEREKET,İBADET, KAVUŞMA VE TASARRUFLARI
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Evliyanm hal ve tavrı, sıfatlarıı, peygamberlere benzer. Onların edeb ve şartları peygamberlerinki gibidir. Evliyaullah, O’nunindinde, peygamberlik mertebesine yakın şehidler derecesindedir.Onlar, peygamberler gibi, Hakkın nzasmı kazanmak için, ana, baba, evlât ve akrabadan uzaklaşırlar. Onlar, mal ve makam sevgisini terk edip, tevazu ve kanaatla nefislerim kırarlar. Nefsin lezzetlerinden ve fani isteklerden geçerler. Allah sevgisi ile gamlanıp,derdiyle nimetlenir, elemleriyle zevklnirler. Mevlâya yanarak, eri yerek yalvarıp, peygamber yolunda giderler. Onlarm kalbleri, sâ-hiblerine bağlıdır. Ruhları, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmıştır. İlimleri ilham ve hikmet, bir saatleri bir yıllık faat, bakışları ibret, konuşmaları hayır ve nasihattir. Lâtifeleri ağırlıkları kaddınr. Tebessümleri lutf ve şefkattir. Susmaları huzurdur. Nefesleri tesbîhve ibadettir. Uykuları vahdet âlemini seyrdir. Ölümleri mübarekbayram, sevinç günü ve kavuşmaktır. Onlar kabz-ı kudrette saklıve örtülüdürler. İki âlemde emin ve mesrurdurlar, muhaliflerinegalibdirler.Evliya-yı kiramın kavuştuğu yol, adımla alman uzun ve kısamesafe gibi değildir ki, herkes ayağındaki kuvvet kadar gidebilsin.Bu ruhanî bir yoldur. Gönüller onda seyr edip, düşünce ve himmetleri oranında anlar. Gözü gördüğü kadar gidip, zikir, yakîn veşühûd ile bu yolu alırlar. Bunun aslı, nazar-ı İlâhiden semavî birnur olup, kulun kalbine inince, o kul, onunla bir bakışta iki âlemihakikatiyle görür. Onunla külli akle erdikçe, ruhunu varlıklara sirayet etmiş görüp, eşyayı uzuvları gibi bulur. O halde, Allah-ü Te-âlâ’nm yardımı ile, âlemdeki her şeyi tedbir edebilir. Onun için, okâmil ve tasarruf sahibi olur.öyle olur ki ,adı geçen o nûru, bir kimse, yüz yıl arar, yine,kalbinde ondan bir eser bulamaz. Çünkü cahilliğinden, o nûru aramada hatâ edip, murad alamaz. Kimisi onu elli yılda ancak bulur, kimisi on yılda bulabilir. Kimisi bir ayda, kimisi bir günde, kimisibir saatte, belki bir anda, Hakkın inâyeti ile, o nûru kend gönlün,de bulur. Onunla marifet devletine erip, muhabbet saadetine n&üolur. Arif ve kâmil olup, her muradını alır.NAZIMKim bi haberse aşk ile dolmuş haberdir ol,Aşık ki, aşk-bin ola sâhib-i nazardır ol.Hâb ü hor etti âşıkı mahcûb kendinden,Vuslattadır, o demde ki, bî hâb ü hordur ol.Düştüyse nûr-i aşk dil ü cân-ı âşıka,Billah ki âfitab nedir hûtberdir ol.Baştan ayağa aşk ile pür nûrdur o kim,Derd ü belâ-yı aşk ile bî pâ vü serdir ol.Mihr-i cemâl-i aşkı gören cümle zerreden,İlm-i nazarda mâhir ü nûr-ı basardır ol.Fakr ü fenaya erdi eren cû’ ü samt ile,Devlette bâkıdır ebedî mu’teberdir ol.Ey Hakkı nâr-ı aşk ile sâf eyle kalbiniBu kimyâyı âmil olan ayn-ı zerdir ol.Kim bu tarikata girerse o hakikata kavuşur. Allah’tan gayrıilgisini keserek zat-ı hakkın tevhidiyle meşgul olur. Böylece Hak Teâlâ ona mülk ve tasarruf ikrâm eder. Zira mülk, aslında iradeyitüketir. Bu mülk ise, dünyada kazaya râzı olan evliya-yı kiramamahsustur. Yeryüzünün kara ve denizleri onların gönüllerine biradımdır. Taş ve kiremit onlar için altm ve gümüştür. Cin ve insanlar, canavarlar ve kuşlar onların emrindedir. Onların istediklerişey, arzularına uygun olur. Zira onlar, yalmz Allahü Teâlâmn mu-rad ettiğini, irade ederler. Dilemediği şey meydana gelmez. Onlara kimse heybetli gelmez. Ama onlar herkese heybtli görünür. Mev-lâdan başka kimseye hizmet etmezler. Ama bütün mahlûkat onlarahizmet eder. Böylece ancak, Hak aşkına hizmet edebilirler.KISIM: 7EVLİYAYI KİRAMIN MERTEBE VE MAKAMLARI,BEREKET VE KERAMETLERİ
Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki: Evliyâ-yı kiram, aba giyen ve akıl şarabını içen sultani
Bu şarabın sarhoşluğu ile kendinden geçip içtikleri halde ayıktırlar. Hıkkm nazargâhı olmuşlardır. Evliya altın ve gümüşsüz zengin, davul ve sancaksız padişahlardır. Evliya, Allah-ü Teâlâ’nın örtüsü altındadırlar. Yakınlık yaygısı üzerinde mesrurlardır. Gönülleri Arşî, bedenleri vahşîdir. Yeryüzü onlara yaygı, sema çatıdır.Onların bedenleri ve ruhları ulvîdir. Sözleri nebevi, işleri melekî-dir, ahlâkı İlâhidir, maişetleri tefviz ve tevekküldür. San’atlan sabır ve tahammüldür, tutundukları teslim ve rızadır, lezzetleri fakr-üfenâdır. Onlar hayrandırlar. Hak ile ünsiyyette ve kaimdirler. Onlan sevene müjdeler olsun. Acaba dünya hükümdarları, bu saltanatın yüzde birine malik midirler?Allah-ü Teâlâ âhiret mülkünü insan süresinin yirminci âyetinde şöyle vasfetmektedir:«Cennette, hangi tarafa bakarsan, anlatılmaz ni’ metler ve geniş mülk görürsün.»Kerametin Çeşitleri:Bunu Allah-ü Teâlâ’nın feyz kaynağı İmam-ı Muhammed Gazali (rahmetullahi aleyh) şöyle beyan eder: Hak Teâlâ kendi evli yasına kırk tane keramet vermiştir. Yirmisini dünyada, yirmisiniühirette ihsân eylemiştir.Dünyada olan kerametler:Hak Teâlâ’nm onları senâ etmesi, tazim etmesi, sevmesi, onların işlerini tedbîr etmesi, rızıklarım kendi üzerine alması, onlara yardım etmesi, onlara enis olması, onları halka hizmet ve istihdamdan kurtarıp, aziz eylemesi, himmetlerini dünya ve ehlinden yüksek tutması, onlara hiç bir şeye muhtaç olmayan kalb vermesi, herhalde temiz nefs vermesi, kalblerine hikmet ve hidayet olan nûruindirmesi, heybet ve vekar vermesi, göğüslerini geniş etmsi, onları kalblerde sevgili etmesi, onlara ait eşyâya bereket vermesi, dün yadaki bütün varlıkları onlara müsahhar (itaatli) kılması, yerinhazine anahtarlarını onlara vermesi, onları muhtaç ve hastalara,sıkıntıda olanlara yardımcı eylemesi, dualarını kbul eylemesidir.Ahirette olıı kerametler:Onların canlarını kolaylıkla alması, onları imân ve ma’rifettesâbit kılması, onlara rahatlık göndermesi, kabirlerini geniş etmesi,onları fitne ve korkudan koruması ve uzak eylemesi, onlara üns vehuzur ile nimetlendirmesi, ikram ve ihsânda dâim kılması, onlarahülleler ve tac giydirmesi, yüzlerini ak ve nurlu etmesi, onlan emin kılmak ve beraât ile müjdelemesi, defterlerini kâfi görmesi, hesab
etmemesi, mizâna çekmemesi, günahkârlara şefaatçi kılması, onların nûruyla cehennem ateşini sâkin etmesi, Sıratı sür’atle geç.mesi,
Kevser havuzundan içirmesi, sonsuz mülk vermesi, onlanmak’ad-ı sıdka erdirmesi, onlara cemâl-i bâ-kemâlini niteliksiz göstermesidir. Yâ Rabbi, onlann sevgisini bize ihsan et ve bizi onlarlaberaber kıl.
KISIM : 8EVLİYAYI KİRAMIN MÜŞAHADELERİNİNSONU VE ALAMETLERİ
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Müşâhede, mücâhedenin neticesidir. Müşahede, gayb hallerinekalbin muttali olmasıdır. Müşahede, kendi fenâsiyle eşyayı görmektir. Müşahede mevsûfu sıfatında bulmaktır. Müşâhede, günahlardan uzak olup her halde Hak ile olmaktır. Müşahede, her mev-cu tile maksûdu görmektir.Müşahede, kalb gözü ile matlubu görmektir. Müşahede lâtifbir hal olup, ruhları ve kalbleri, mahbubun cemali ile sevindirir,güzel eyler. Müşahid, Cebbarın nûr sırlarının mütalâasiyle, gayb-lan keşiftir. Hz. Ömer (radıyallahü anh) buyurur ki: «Benim kalbim Rabbimi görmüştür.» Hazret-i Ali (radıyallahü anh) : «Müşahede, gözün görmesi değildir. Lâkin marifet nûru ile kalbin görmesidir.» buyurdu. «Rabbime görmeden ibadet ediyorum,» sözü bunu göstermektedir. Müşahede, gönül dostunu görmektir. Hakkı,sırrında müşahede eden âşıkm kalbinden cihan sâkıt olup, gözünegörünmez. Onun gönlünde ve gözünde, yalnız Mevlânm aşkı kalır.Müşahede üçtür: Biri Rabbi müşahededir. Birisi Rabden müşahededir. Birisi de Rab için müşahededir. Müşahede, kulun, kendisıfatından fâni olup, Rabbinin rubûbiyyetiyle bâkî kalmasıdır. Yoksa kendi zâtından fâni ve zât-ı pâk ile bâkî olur demek değildir.Hâşâ ve kellâ! Bu imkânsızdır. Böyle olur diyen sapıktır. Evliyanın
seçkinleri, müşahededen bir an kalsalar, helâk olurlar. Zünnûn-i Mısrl (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir. «Çocukların bir adamı taşladıklarını gördüm. Bundan ne istersiniz? dedim. Rabbini gördüğünü zannediyor, aklı
gitmiştir,» dediler.
Çocukların bu cevabım, o kimseden sordum. Hemen ağlayıp: «Vallahi, eğer ben O’nu müşahede etmesem, ona ibadet edici olmazdım,» dedi. Büyüklerden biri der ki: «Bir gün tımarhaneye gittim. Oradaayaklan bağlı bir genç gördüm. Yüksek sesle: «Yâ Rabbî, göklerisırtıma vursan, dünyayı ayağıma bağlaşan da, bir an senden yüzçeviremem,» diyordu.Müşahede, her anda, Rabbin mülâhazası ile sırra riâyettir. Ta-atlerin en üstünü, her zaman Hakkı murakabedir. Müşahedeninalâmeti, Hak Teâlânm tercih ettiğini tercih etmektir. Onun ta’zimeylediğini ta’zim eylemek, tahkir eylediğini küçük görmektir. Müşahedenin alâmeti herşeyden yüz çevirip Hak Teâlâ ile meşgul olmaktır. Müşahede sahibinin alâmeti şudur ki: Uyanıklığı uyku gibi, uykusu uyanıklık gibi olur. Hareketi sükûn .sükûnu hareket gibi olur.KISIM: 3EVLİYA-YI KİRAMIN FENA, BEKA VE MAKAMLARIEy Aziz! Ehlullah diyoıiar ki:Kul, kendi insanlık sıfatlarından fâni olunca, Mevlâmn sıfatlan ile bekâ bulur. İşte «Allah-ü Teâlâ’mn ahlâkı ile ahlâklanınız,»emrine uyup Esmâ-ı hüsnâsı ile sıfatlanmış olur. Fena fillah, aşağı nefse uymamaktır. Ulvî rûha uymaktır. Fenâ fillah, Hak’dangayrisini fânî etmektir. Beka billah, Hakkın bekasıdır, devamıdır.Fena fillah, bekâ billâhdır. Beka hakikatlerinin başlangıcı, bütüngünahlardan, masivadan fâni olmak, arınmaktır. O halde, halkı bilmez, ancak Hakkı bilir. Onu müşahede eder. Ona kavuşur.Fenâ üç çeşittir. Beka da üç çeşittir. Fenâ çeşitlerinden birisi;kul öyle fânî olur ki, kendi nefsinde bir hazzı kalmaz. Bir diğerHakkı, nefsi için istemekten haya etmesidir. Üçüncüsü de, Hak’tan, Hak’tan başkasını istemekten haya etmesidir. İşte bu kul Mevlâmn ünsünde hayrân olur. Beka çeşitlerinin birincisi, marifet be-kasiyle bekadır. İkincisi, muhabbet bekasiyle bekadır, üçüncüsü deüns bekasiyle bekadır.Demek ki fenâ, kulun sıfatlarının yok olmasıdır. Beka, kulunsıfatlarına karşılık Hakkın sıfatlarının bâdi olmasıdır. Bir kâmilder ki: Kendini Mevlâ için öyle yok eyle ki, sende, senden ve seniniçin bir şey kalmasın. O halde evliyâmn makamlarının sonu fenâve bekâdır. Ma’rifet yolunun sonu muhabbetle fenâdır. Fenâ’nınsonu, muhbûb ile bekadır. Bekâmn neticesi, Allah’ı görme ve ebediyete yükselmedir.
Fenâ mahlûk
sıfatı, bekâ Hâlık sıfatıdır. Nitekim Allah-ü Te
âlâ
Rahman
sûresinde, «Üzerindeki herşey fânidir,» ve sonra: «Rab
binin vechi
(Zat-ı İlâhî) bâki kalır» buyurmuş, kendi bekâsını du
yurmuştur.
Vecd hâlinde gönül huzuru cem’iyyettir. Beşeriyete
dalmak ve
gafil olmak tekfikadır. Huzûr ve cem’iyyet, nimetlerin
en
lezzetlisidir. Gaflet ve tefrika büyük belâdır. Nitekim: «Cem’iy
yet
gibi ni’met yoktur. Tefrika gibi de azab yoktur,» sözü bu mâ
nadadır.
Fâni kul, nefsim ve herşeyi alemlerin rabbi ile, O’ndan ve
O’na râcî
müşahede etmelidir.
FARİSİ NAZIM :
Din büyüklerine canla köle olBu fırkaya edeb ile hizmet etKendisinden fâni olan kimselerSözü, işitmesi, görmeleri birO kâmillerden ben ne diyeyimUnutmaları olur mâsivaKonuşurlarsa hikmet söylerlerSusarlarsa tefekkürde olurlarZâhirde toprak gibi görünürlerEğer onlar bulunmasa cihandaSaf kalbleri arzulardan cüdâdırYüzleri Hüdâdan esinti verirOnlara irfanları yeterlidirKibr ü riyâyı onlar terk ederlerFul ve sıfatla hidâyet yolundaSaadet sofrasındandır ekmekleriHayy’ın tevhidiyle aşkla bâkilerAllah katında yüzleri çok aktırDualan olur her derde devâOnlardan birisi isterse Hak’danEğer kahr geçerse gönüllerindenSessiz nidâları ulaşır her anElest bezmi her an kulaklarındaBir na'rayla şehri altüst ederlerBir kimse olursa onlara yakınBir kimse durursa uzak onlaraHalktan eziyet, sıkıntı görürlerİnkâr dikeni ayaklarına batarNe isterlerse ondan hemen olur.593
MARİFETNAME
Yük çek ki, senin yükünü çeksinlerKötü kişileri Hakk’a ısmarlaHilim; süsü, ziyneti âriflerinBu hilyeden ârî olur ham avamOnların yanında başın eğik ol,İşlerini hem Rabbin işi farz et,Rabbânî ahlâka âyinedirler.Rabbin kendilerinin nurlarıdırHalleri söze sığmaz, bildireyimOnlar Hak’dan olmazlar bir an cüdâBakarlarsa boşa nazar etmezler,Fikir kapısını zikirle açarlar,Fakat iki âlemden hâriçtirler.Gökten yere inmez idi bir damla,Rızaları hep nzâ-yı Hudâdır.Muameleleri elle değildir,Onlar Hak’dan başkasını ne bilir,Kibriya perdesinde hep giderler.Giderler muktedâ Ahmet ardındaKerâmettir sofradan dökülenleri,Onlar dosttan başka bir şey görmezler,Makamları anlatmaktan uzaktır,Nefesleri hastalaradır şifa,Ölüyü, diriltir Hak, duasından,Diri ölür o an, emirlerinden,Halleri tasdiktir Hakkı her zaman.Kâlû belâ deyip, onlar aşmada,Bir hamdeyle dağı yerinden sürerler,Yakın bilir geçti azabı Hakkın,Şüphesiz ki, sonu gitmektir nâra,Kötüden iyiden söz işitirler,Nâkeslere de hilim ile bakar,Derlerse dedikleri gibi olur,Kızma, yoksa seni dâra çekerler, Tâ ki bağışlanasın, yapsan hatâ,Akl nişânı ve vasfı velîlerinVelî vasfı bununla oldu tamam.
S93
KONU: 5
Evliyanın seçkinlerinin seçtiği
yol olan Nakşibendi yolunun Hakka
varan yollann en yakını
olduğunu, onun üç nevinden herbirinin
irfân devleti sermayesi olduğunu,
o yolda ilerleyenin her kemâle
mâlik olup, gizli hâl ve neş’eli gönülle
üns ve huzûru bulduğunu,
korku, sapıtma, tehlike ve
melâlden emin olup kavuşma zülâli ile
kâm aldığım
yedi nevi ile beyân eder:KISIM: 1NAKŞİBENDİ YOLUNUN RÜKÜN, HAKİKAT, USUL VE
İNCELİKLERİ
Ey Azizi Evliyanın
seçkinlerinden büyük pir ve mürşid Hace
Muhammed Behâeddin
Nakşibend ve onun değerli halîfeleri (aley
himürrahme verrıdvân) demişlerdir
kİ: Peygamberlerin en üstünü
Muhammmed Mustafa
(S.A.V.), evliyanın en üstünü Ebû Bekri
Sıddîk (RA.) hazretlerine gizlice
öğrettikleri, ilimlerin en üstünü
olan huzûr ve marifet ilmi,
insanların avamından, hattâ insanlar-
daki Hafaza meleklerinden
bile gizlidir. O gizli hazîneye kavuşma
yolunun esası ve çeşitli
usulleri vardır. Bu yolun üç şartı vardır:
a) Az yemek, b) Azuyumak,
c) Az konuşmak. Az yemek, az uyu-
mağa, az uyumak az
konuşmağa, az konuşmak kalb zikri ile tam
teveccühe yardımcı ve gıdadır.
Bunlardan murad, cânü gönülden
Rabbin huzurudur. O halde,
yemede, uyumada ve konuşmada, or-
ta dereceyi gözetmek yetişir.Nakşibendi tarikatının
hakikati de üçtür: Hâtıraları giderme-
ye, kalble olan zikre ve
murakabeye devam etmektir. Bunlar da
birbirlerine yardımcı ve kuvvetlidir.
Murakabe ise, Hak Teâlâ’nın,
kâinatın bütün zerrelerine
her zaman muttali olduğunu, kalbden
bir an çıkarmamaktır.
Bu
tarikatın
sonu, işte bu huzura ermektir.
Bu yolun usulleri şu on iki kelimede bildirilmiştir: Nefy-i vu-cûd, bezl-i mevcûd, terk-i sûret, âzimetle amel, hoş der dem,
nazar ber kadem, sefer der vatan, halvet der encümen, bid’attan kaçma,sünnete uyma, dâimi zikr ve tam teveccühdür.Bu yolun şartı bir ma’nâdır, Kalb ve ruhda Mevlâya muhabbettir. O halde arzu derdinin bürüdüğü gönülü, büyük ni’met bilmelidir. Gece gündüz artması için çalışmak lâzımdır. Zira o ezelîsevgi olup, gönül aynasında» aksetmekte, parlamaktadır. Onun içino gönül muhabbet ve şevk ile dolmuştur. İşte Mevlâyı isteyici olankimse, murad olunmuş velîdir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur ki: ^
«Allah onlan sever, onlar da Allahü Teâlâ’yı severler.»
Bununla kendi sevgisinin, kendine olan sevgilerin aslı olduğunu bildirir.Bu Nakşibendî yoluna bel bağlıyanlar ve bu arzu derdiyle zaman zaman ağlıyanlar, görünüşte insanlar arasında bulunup hizmet görürler. Bâtında, ancak Hakkı bilirler ve bulurlar. Bedenlerini halka, gönüllerini Hakka teslim ederler. Bu yol ile gizlice Hakka doğru giderler. Dışardan yabancı, içerden aşina olurlar. Bedenağyar, gönül yar ile, kulak sadâ ile gönül Hudâ ile, göz rakîb, gönülhabîble, dil söz ile, el san’atta, gönül hazrette, ayak gitmekte, gönül zikretmekte, beden pos tile uykuda, gönül dost ile kâim, beden rahatla mekânda, gönül seyahatle cevlânda, beden sebeblerlekavgada, gönül mutlak üns-i Mevlâ’da bulunur.Onlar bu yol ile; hâtıralarını mesrûr ederler, her ne ederlersegönülde örtülüdür. Muhabbetleri, sırları halka bildirilmez. İfşa olmaz. Gönülleri zevkine hiç zarar gelmez. Onlar, şöhret âfetindenuzak olup Allah-ü Teâlâ’nın seçkin evliyası olurlar. Onlar, kalb zikri ile, zikr olunanı yakın ve çabuk bulurlar. Çünkü kalble zikir,Allah-ü Teâlâya en yakın yoldur. Her âfetten korunmuş ve uzaktır. Vahdet âleminin hayret edilecek anahtarıdır. O hazretin huzûrcemiyetini çekicidir. Fakr-ü fena devleti ile beka billah bulurlar.İzzet ve yükseklikle iki âlemde kâm alırlar.KISIM: 2NAKŞİBENDİ YOLUNUN ÜÇ YOLUEy Aziz! Hazret-i Hâce Behâeddin ve onun halifeleri Hâcegân-ıGüzîn (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) demişlerdir ki:Akaidi düzelttikten, emirleri yapıp yasaklardan sakındıktansonra, bu tarikatımızın neticesi, Allah-ü Teâlâ ile devamlı huzurdur. Her an O’nu bilip, O’nunla olunca, Ondan gafil olunmaz. Bu huzûr, nefsde
meleke hâline gelip gönülde kuvvetlenince ismi mü
şahede olur.
Bu devlete kavuşmanın yolu üç türlüdür:1 — Kalbde zikir yoludur. Zikr eden, kalb huzuru ile Lâ İlâhe
İllallah
kelimesini tekrar eder. Lâ derken, Allah’tan başkasını yokdüşünür, İllâllah derken, Allah-ü Teâlâ’nın varlığını kıdem ve be
kâ
nazariyle müşahede eder. Bu güzel kelimeyi tekrar ederken, dilini üst damağına yapıştırır. Hakikî kalbe bağlı ve bitişik olan yürekle O’na teveccüh eder. Nefesini habs edip, göbeğini içine çekiptam kuvvetle öyle zikreder ki, onun eseri bütün uzuvlarına sirayetedip çok lezzet bulur. Meselâ bir kimsenin yanında otursa, bu tek-rânndan haberdar olmaz. Bütün vakitlerini bu zikr ile geçirip, hiçbir meşguliyetle ondan ayrı kalmaz. Hattâ oturma, kalkma, dinleme, konuşma, yeme ve uyuma esnasında bile bu zikre bir kesilmeve gevşeme gelmez. Bazı işlerle bir gevşeklik gelirse, zikredenin ondan tamamen vaz geçmeyip, basiretle ona devam etmesi gerekir.Seher vaktinde bu kelimeye çok devam ederse, bereketi o günün sonuna kadar devam eder. Yatmadan önce bu zikri çok ederse, bereketi gecenin tamamına erişip, uyurken bile kalbi zikr eder. Zikreden, bu hal üzere zikre devam edince, arada bir kendinden geçipşuurunu yitirir. Bu, cezbenin başlangıcıdır. Zakirin kendini bu haleverip teslim olması lâzımdır. Elinden geldiği kadar onu korumalıdır. O hal azalmaya başlayınca, o da tekrarına başlar. Bu hayret,ardı arkası gelip birbirine eklenecek hale gelince, zakire bir meleke hâsıl olur ki, her ne kadar o hal, bilfiil onun hâli olmayıp, hâliilminde bulunursa da, onu istediği zaman az bir teveccühle o hâlibulup, o kendinden geçme hâliyle hallenebilir. Eğer zakirin mizacı,nefesin habsine tahammül edebiliyorsa, düşünceleri sürmede vekendinden geçmekle hayret âlemine gitmede bunun tesiri tamamdır. Vicdani büyük bir lezzet onda dâimdir. İşte bunu isteyen zâkir,b zikre, anlatıldığı şekilde meşgul olduğunda nefesini tutup göbeğine, içe doğru
öyle
kuvvetli alır ki, bedenin bütün kısımları ondanetkilenil’. Lâ İlâhe İllâllah kelimesinin mânasını kalbinde bulundurur. Diğer düşünceleri çıkarıp kelime-i tevhidin sayısını sayıp,üçte, beşte, yedide bir nefes alarak ilerler. Nihayet bir nefeste yir-mibire çıkar. O zaman Zikrullahm nûru, onun kalbine iner. Ondan günah düşüncesi tamamen çıkıp gider. Göğsü genişleyerek bü yük lezzete kavuşur. Yirmibirde bu hal el vermediyse ve gönül ozevk ve lezzete ermediyse, yeniden başlayıp, teklerde nefes alıp
ilerler ve
manâsım kalbinde tutup, göbeğini içine çekerek yirmibi-re gelsin. Böylece göğsün genişlemesi ile zevklenip lezzetle dolsun.O hâl ile fakr-ü fenâ devletini bulsun. Kalbi daima Hazret-i Hak'dan âgâh olsun. Öyle bir mertebeye ersin ki, o âgâhlığı
gidermek
istese, gideremesin. Gönülde ve gözde düşünce ve hayâli,
Hak
olupkendini bulmasın, istenen ancak budur ki, zâkirin sıfatlan fânîolup, zikr olunanın sıfatlan ile bâkî kalsın. Zikirden geçip O’nunlameşgul olsun. O’nun üns ve huzuruyla ebedî devlet ve saadete kavuşsun. Yâ Rabbi, bize de müyesser eyle!
KISIM: 3 NAKŞİBENDİ TARİKATININ İKİNCİ YOLU2) Kalb teveccühü yoludur. Zâkir kalbiyle ism-i Celâle (Allah Allah Allah) devam edip, bu mübarek ismin tesirinden anlaşılan biçûn (nasıl olduğu bilinmeyen) mânâsım mülâhaza eder. Omânayı muhafaza edip, bütün idrak ve kuvvetleri ile kalbine teveccüh eder, yönelir. Bu teveccühe devam edip, o mânayı kendinizorlayarak muhafaza edip, bu külfet ve zorlama aradan kalkınca ya kadar sürdürür. Eğer o mâna cezbeden önce, o zâkirin vücuduna tamamen tesir ederse o zaman bu mânayı, bütün varlıklara şâmil bir basit nur-ı kâmil sûretinde görmesi ve bu hal kayboluncayakadar idrak kuvvetlerinin tümü ile kendi kalbine dönmesi lâzımdır.Zakir duygulu kalbiyle Allah dediği zaman, Allah-u Teâlâ’yı âlemin tüm zerrelerinde bilip düşünmesi ve bu hal içinde öyle zikir yapmalı ki, kendinden geçsin ve öyle bir mertebeye gelsin ki, buhal onun kalbinde daim olsun ve kalbinin bir sıfatı olarak yerleşsin, kalbin içi o nur ile dolup büyük bir lezzet duysun.Gönül bu zikir ile meşgulken ona Meleküt âleminin kapısı açılır, zakir öyle hayretler içinde kalır ki onu seyrederken bütün zikirve fikri bırakır, zakire düşen, o hayrete dalarken gönlün halleri neise yine gönülde kalsın ve bu sırları halka söylemeyip şeriat yolundan dışarı çıkmamasıdır. Zakir o hayret hali kendisinden gittiktensonra yine zikrine devam etmeli, hayret hali tekrar geldiğinde isebaşka bir işle uğraşmaktan vazgeçip o durum kendisinden yokoluncaya kadar o halde kalmalıdır. Çünkü zikretmek, mana kapısını çalmak demektir. Hayret ise Mevlâ kapışırım açıldığını görmektir. Kapı açıldıktan sonra artık o kapıyı çalmaya gerek var mıdır? O zaman kalbin susması hayırlıdır.Bu hayret, birbiri ardınca gelir ve gittikçe de artar, öyle ki o .zakir, vakitlerinin çoğunda bu hayrette kalır. Zakir bu hayret içinde öyle dalmalı ki, kendi sıfatlarından yok olup Allah’m sıfatlarıyla şimali
ve beşer köleliğinden kurtulup kendi âleminde saltanat
bulmalıdır.Ermişlerin kalplerinin kuvveti
fazla, bu yokluğu bulan kâmil-
Jerin mutluluğu çoktur. İtikâf ve
halyet ona üstünlüktür. Birlikve
yalnızlık ona çokluktur. Teneffüsü
teşbih
ve
ibadet, konuşması
hikmet pınarı,
fiilleri ibadet
ve
hizmet, âdeti yakınlık
ve
dostluk,
bakışı ibret verici,
fikri görmek
ve
bilmek, ahlâkı bütün insanlara
şefkat
ve
merhamettir. Çünkü
İlâhî şarapla mest olup kendinden
geçmiş, muhabbet denizine
gömülmüştür. Her halde Cenab-ı Hak
kın yüksek huzurundadır ve
bütün zıdlarla yoldaşdır, onlarla ko
nuşmaktadır.
Nerede bulunursa bulunsun rahat ve huzur içindedir ve mu-‘ halif rüzgârlardan kederlenmez, cam canandan bir an bile ayrılmaz. Gönlü dışa meyletmez, kimseden korku ve umudu kalmaz.İçinde ve dışında Allah’tan başkası bulunmaz. Gözünü yumsa fenafillah mertebesindedir ve eğer açarsa beka billah mertebesindedir.Bu haller ve makamlar, bu mertebe ve kemâller, belki bir yılda, belki 40 gün, belki 10 gün, belki bir günde, belki de bir saat ve ya bir anda Allah'ın lütuf ve inayetiyle ve Müridin istidadına görehasıl olup ve gönül, sadakat ve içten bir duygu ile yaptığı yönelişledostuna (Allah’a) erişir.Eğer zâkir her an Allah’ı düşünmekten boş kalmazsa ve uyurken
bile
Allah’ı zikreder ve ondan uzak durmazsa, onun
uykusu
uyanıklığı gibi Hakkın huzuru olur ve fakirlikle yokluk devletiniçabuk bulur. Çünkü bu Allah isminin özellikleri ve etkileri çoktur.Allah, Allah, Allah diye zikreden Mürid, ondan kuvvet bulur vehuzur içinde olur. Mülk ve Meleküte tasarruf etme yetkisini kazanıp her muradına erer.KISIM: 4NAKŞİBENDİ TARİKATININ ÜÇÜNCÜ YOLUHoca Bahaeddin Hazretleriyle Halifeleri demişlerdir ki:
3)
Üçüncüsü, kalbin bağlanış yoludur. Mürid, kalbini Allah’ın huzurunda ve tam bir teslimiyetle kânıir bil mürşide bağlarsa,o, müşahede makamını bulur ve İlâhî isimlerle sıfatlar, muhakkakona görünür. Sonra o Mürşid-i kâmilin yüzü suyu hürmetine Allah’ı anmanın faydasını görür ve onun güzel sohbeti, ilâhî sohbete erme neticesini verir. Çünkü o değerli Mürşidin mübarek yüzünü görmek ve söylediği hikmetli sözleri dinlemek bu sonuca ulaşmayı kolaylaştırır. Mürid bu mürşidin eserlerini kalbinde yazar vegücü yettiğince onları ezberler ve eğer o manaya bir eksiklik gelirse tekrar onun sohbetine başvurur. Onun sohbeti bereketiyle omana ışığı kalbine akmcaya dek mürid o kâmil mürşidin huzuruna gidip ikinci defa ona müracaat edince o manayı bir mertebe olarak kalbinde kökleştirir ki, mürşidinden ayrılsa bile onun suretinihayalinde tutup içli dışlı bütün kuvvetleriyle kendi kalbine çevirip,kalbine gelen her hatırayı atar. Böylece yalnız onun hayal ve hatıraları kalır. Tâ ki, ona bir hayret hali gelinceye kadar.Bu durumu tekrar tekrar yapmak suretiyle hayret hali kendisinde bir alışkanlık oluşturur ve böylece fakirlikle fenâ devletinibulur. Bundan daha yakın bir yol olmaz. Ancak Mürid, daha istidatlı olursa durum değişir ve Mürşid-i Kâmil ona tasarruf eder veilk sohbette onu, müşahede mertebesine kavuşturabilir. Sonra istidatlı mürid, bir Mürşid-i Kâmili, Allah’ı bilmek için sebeb kılsa ye gece gündüz bütün söz ve hareketlerinde onun yolundan yürüse,o mürşidin nurlu yüzü onun hatırından bir an bile gitmezse, otururken, kalkarken, yemek yerden, ondan bir an bile gaflette bulunmaz, daima zihninde yaşarsa her ne kadar bu halin devamı, mürid için epey zahmetli olursa da bunun sonunda öyle bir mertebe ye erer ki, Mürşid-i Kâmilin sureti kalbinde kökleşir ve artık heran onu zahmetsizce tahayyül edebilir.Sonra gayp âleminden Mürşidin kalbine akan İlâhî bilgi vehikmetler aynen, Müridin kalbine akma yolunu bulur. Fakat terk-iedep sebebiyle bu feyiz yolu Müritte bozulabilir. Onun için bu bağlantı yolunu düzeltmek zor olur. Bu zamanda böyle aziz ve yüksekbir Mürşidin sohbetini bulmak büyük bir şans ve bir nimettir. Sonra irfan isteklisi, veliler mertebesine erinceye kadar bu iki yoldanbirinde yürümesi lâzımdır. Yani veli, ya inzivaya çekilir veya irşadvazifesiyle halkın içinde yaşar.Şu halde veliler iki sınıftır. İnzivaya çekilen veli, şerefli ve değerlidir. Halk arasına karışan veli de kemali ile kendisini tanıtır.Her ikisinin de muradı halka faydalı hizmette bulunmaktır. Çünkü onlar benliklerinden geçmiş, sevgi bardağıyla İlâhî şarabı içmişlerdir. Dostu bulmuşlar ve O'ndan muradlarım almışlardır. İşleri,gönüllerine engel olmaz. Çünkü gönülleriyle her an huzurdadırlar.Bu makamda iman belli olur. Belli olan, göz için görünmezolur. Ayrılma ve kavuşma onlar için eşittir. Yaşamak ve ölmek onlar için ikisi de kolaydır. Bu gibi velilerin sohbetini bulana ne mutlu? Onların kadir ve kıymetlerini bilip saygı gösterene ve sadakationlara hizmet edip kendilerine gönülden teslim olana ne mutimKISIM: 5NAKŞİBENDİ TARİKATINA GİRENİN HER KEMALİ KAZANI»KALP ANLAYIŞINI BULDUĞU, HADİSE VE NUR GİBİOLAYLARDAN ÇEKİNİP ALLAH’A YÖNELDİĞİ, GÖNLÜNÜNSEVİNÇLE DOLUP HALİNİN ÖRTÜLÜ KALDIĞI VE ALLAH’IMHUZURUNA VARMAK İÇİN GAFİLLERDEN ÇEKİNDİĞİHoca Bahaeddin Hazretleriyle Halifeleri demişlerdir ki:Bütün vakitlerde kalbe yöneliş, kalb anlayışını sağlar. Kalbinanlayışı demek, yalnız veya topluluk içinde geçen vakitlerin mu-hasebesini yapmak değildir. Vâkıf olmak, sayıları birbiriyle karsı,laştınp bir neticeye varmak da değildir. Bazen öyle olur ki, yuka-nda (2. ve 3. cü kısımda) anlatılan üç yoldan birinde sâlike hâdiseve nurlar görünür. Sâlik (bu yola giren kişi), o zaman bunlardanuzak kalmaya çalışacak ve istediği hakikatle (Allah’la) meşgul olacaktır. Çünkü o nurlar ve hâdiseler ancak ibadetin kabul edildiğini belirten alâmetlerdir. Onları gördükten sonra faydaları kalmaz.Allah'ın yardımıyla bu hakikat yolunu bulan kimsenin kendisini aleme belli ettirmemesi şarttır. Mümkün olduğu kadar onugizlemeye çalışsın, mahremden ve namahremden saklasın. Çünkübu yolun binası görünüşte halkla olmaktır. Fakat gönülde Allah’ın huzurunda bulunmaktır. Bu yolun en güzel örtüsü konuşma veistifade etme şeklidir ki, bu suretle âlimler rahat, selâmet ve safayaererler.Sonra ilim ehline şöyle emir olunmuştur. O kavuşma ve huzura varışı bu suretle gizleyip halkın gözünden uzak tutunuz ve yalnız kitaptan konuşunuz. Bu yola girenlerin, girmeyenlerin
sohbetlerinden uzak durmaları özellikle iman nurundan uzak olup, nurfeyzini vermek iddiasıyla yalancıktan yırtık elbiseleri giyip ömrünü geçiren kötü insanlardan çekinmeleri ve ondan uzak
durmaları
gereklidir ki, kötü duruma düşmeyip mutlu olsunlar.Yine bu yola girenlerin geçmişteki hallerden ve
gelecekteki iş
lerden tamamen uzak kalmaları ve onlan zihinlerinden atmaları*zihinlerini yalnızca Hak fikri ile
doldurup
iki cihanı
unutmaları
veher nefeste Allah’ı zikir etmeleri lâzımdır ki, Allah’ın
huzurunu
bulsun ve kendi sıfatlarından yok olup Cenabı Hakk’ın sıfatlarıyla
başbaşa kalsınlar.Bu yolun adap ve erkânının en önemlileri olan bu öğütlerin
dışında şunlara da dikkat edin:Faydalı ilim ve sâlih amel hususunda ehli sünnet velcemaat
le beraber ol. Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğrenip cahil sofulardan uzak
kal. İman ve müezzin olmayıp namazını cemaatla kıl ki, her çeşit
şehvet ve afetlerden selâmette kalasın ve hiç bir makama bağlı
kalmayıp kavgadan kurtulasm. Mahkemei kazaya hazır olmayıp,
suçlular defterine adım yazdırma. Kimseye vekil ve kefil olmayıp,
halkın vaziyetlerine karışma ki rahat bulasın. Büyük insanlarla ve
onların çocuklarıyla görüşüp konuşma. Adı çıkmış yerlerde eğlen-me, cahillerle zenginlerden kaç, kadın ve hizmetçilerle sohbet et-me. Elden geldiğince bekâr kalıp evlenme ki dünyaya karşı meylin
olmasın. Şayet dünyaya karşı meylin olursa, onu dininle değiştir-me. Çok kadın almak belâsıyla rezil olma ve helâl ile kanaat edip
haram yeme.Şaka yapma huyundan vazgeçip fazla gülme ki kalbini öldür-meyesin. Herkese şefkat gözü ile bakıp hiç bir kimseyi küçük gör-me. Kimseden bir şey isteme, kimseye de hizmet teklifinde bulun-ma. İhtiyaçlarını hastalıklarını, altınlarım ve zevklerini saklayıp
halka duyurma. Zakiri ziynetleri bırakıp temiz ahlâk ve iyi hare,
ketlerle içini süsleyesin. Kâmil velileri ve ilimleriyle amel eden âlim-leri bulduğun zaman, onlara büyük hürmette bulun, selâm verip
ellerinden öp, huzurlarında edep ve haya ile otur ve sana düşen
işlerini, hizmetlerini camnla, malınla gönülden yap, hizmetlerini
saltanat, sohbetlerini ganimet, muhabbetlerini saadet bil. ki nza ve
dualarını kazanasın. Hızır ile Musa A.S.’ın kıssasını unutma, onla-rın söz ve hareketlerini mantığınla inkâr etme. Çünkü inkâr etmek
uğursuzluk verir. Velileri inkâr eden, onların bilgi ve sevgilerinden
mahrum kalır. Hiç kimse ile mücadele etme, aksine gitme, itirazda
bulunma, kötü insanları Allah’a havale et. Kimseyi gıybet etme.
Dünyanın süsüne itibar etme, ehline güvenme. Çünkü dünya ehli,
kendisi gibi vefasızdır, sohbetleri de huzursuz ve safasızdır. Halbu-ki senin sermayen şeriat, mekânın sahra ve mescit, dostun Hz. Mev-lâ olsun.
KISIM:% İRFAN YOLUNDAN, HİDAYET CADDESİNDEN SAPIKLARINÇUKURUNA DÜŞEN MUBAHİLERİN KUSUR VE HATALARIEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Mubahiler, Allah’ın hükümlerini reddeden ve İslâm dininingösterdiği yoldan çıkıp yanlış yoldan yürüyenlerdir. Bu bilgisizlikve hatayı gösterenler, beş gruba ayrılırlar:1 — Cenab-ı Hakka İman etmeyenler: Onun zat ve sıfatlarını,vehm ve hayallerle, kıyas ve misallerle öğrenmek istemişlerdir. Bugruptaki mubahiler Allah’ı idrak edemediklerinden ve O’nun âlemdeki tasarrufunu, kâinatı idare edişini, tabiat ve yıldızların eseriolduğunu sandılar. Alemin bu akıl almaz tertibini, ahenk ve düzenini, kendiliğinden oluşmuş ezeli ve ebedi kabul ettiler. Bunlaragöre insan, hayvan, bitki ve madenlerin hepsi de yıldızların ve tabiatın etkisi altında düzenini yürütmektedir. Alemin dışında bir yaratıcı yoktur. Bu düzen, kendiliğinden kurulmuştur.2 — ölümden sonra tekrar dirilmeye ve mahşer gününde hesabın görüleceğine inanmayanlar: İnsan ve hayvan, bitki gibi biter ve onlar gibi ölüp bir daha dirilmezler. Ruhların tekrar eskicesetlerini bulup bir yerde toplanmaları, hesaba çekilerek hesaplarının mükâfat veya azap görmeleri de imkânsızdır. Bunların buhata ve inkârları, kendi nefislerini bilmemelerinden ve cehaletle-rindendir. Çünkü onlar, ruhu hayvani ruhtan ibaret sandılar. Halbuki gerçek ruh, İnsanî ruhtur. İrfan yeri, Allah’ın muhatabı vebaki olan bu ruhtur. Bu ruhun bedenden ayrılışına ölüm diyoruz.İşte yarnlan bu ikinci grup, bu insani ruhu idrak edememişlerdir.3 — Ahlâkın düzelebileceğine ,iyi ahlâkın kazanılabileceğineinanmayanlar: Bunlar şöyle diyorlar: Şeriat bize kalbimizi öfkeden,şehvetten, riyadan »kirlikten temizlenmemizi emrediyor. Halbukibu mümkün değildir. Çünkü nefsimiz, bu sıfatlarla yoğrularak yaratılmıştır. İnsanın karakterini değiştirmek imkânsızdır. Nasıl si yah derili bir inşam beyaz derili insan yapmak mümkün değilse,bunun gibi nefsimizi de aslı olan karakterinden sıyırıp temizlemekmümkün değildir. Bunlar şeriatın, insandaki bu sıfatların nefsimizden tamamen çıkarılmasını değil, onları akıl ve iradenin kontrolü altına alınmasını emrettiğini bilmezler. Bunun kolay ve mümkünolduğu tecrübeyle sabittir. Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) degençliğinde beşeri sıfatları galipken Nübüvvetten sonra hepsini yendiğini hadis-i şeriflerinde bildirmişlerdir. Hak Teâlâ da Kur’an’ı. Kerim'de, kin, öfke, hased ve şehveti, akıl ve iradelerinin kuvvetiyle yenenleri öğmüştür.
i4 — Nefislerine mağrur olup kendilerini dâhi ve olgun bilenler: Onlar diyorlar ki: Biz, bu seviyeye geldiğimize göre, haram sa yılan şeylerden bize bir zarar gelmez. Bu halle gönlümüz bir der yaya benzer. Nasıl denizi, pislikler kirletemiyorsa, kalbimizi de hiçbir haram kirletemez. Bunlar, deniz gibi olmanın bir durgunluk olduğuna, hiç bir rüzgârla kımıldamadığına ve böylece kendilerininde hiç bir şeyden kederlenmediklerine inanırlar. Halbuki, bir kimse onlarla konuşurken gereken hürmeti kendilerine göstermezseveya onlarla alay edip şaka yapsa yahut onurlarma dokunur birsöz söylese, ona aylarca, senelerce düşmanlık yapmaktan ve ellerinden gelen zararı vermekten çekinmezler. Bir kimse onların elinden mal ve paralarını alacak olsa, dünya başlarına dar gelir, gözleri kararır, kederlerinden akıllan dağılır. Çünkü onlar, öfke ve şehvetin kölesidirler. Kibir ve gururlarıyla böbürlenirle. Ne olgunlaşmış, ne de insaniyette kemale ermişlerdir. Bu yönden eksiklik içindedirler. Bunlar, bilgisizlik, gaflet ve gurur içinde olduklarındanbu yanlış, mantık fikirleri benimsemişlerdir. Halbuki Peygamberler ve veliler bir hatâ işlediklerinde hemen ağlar, tövbe ederler.5 — Cenab-ı Hakk’m merhametine, affına dayanarak O’nunkahredici, azap verici sıfatından emin olduklarına inananlar: Onlar şu görüşü ileri sürerler: «Allah, gafur ve kerimdir, rauf ve rahimdir. Kullarına, ana ve babalarından daha şefkatlidir. Bu sebepten ayıplarımızı örter, hata ve günahlarımızı bağışlar.»Bunlar, Cenab-ı Hakkın ayıpları, kusurları örten ve günahlanbağışlayan sıfatı yamnda kahredici ve azap verici sıfatım unutu yorlar. Sonra bunlar diyorlar ki: «Hak Teâlâ ibadetlerimizden müstağnidir. O’nun ibadetimize ihtiyacı olmadığı gibi, O’na bir faydasıda yok. Bizim isyanlarımızdan ve günah işlememizden de O’na hiçbir zarar gelmez. Gerçi ibadet faziletli ve yapana sevap getirici birameldir. Fakat Hak Teâlâ’ya madem ki faydası yok o halde yapılmasına ne gerek var.»Gerçekten bu gafillerin, bu mantıksız görüşü ileri sürenlerin sözleri bir hastanın şu sözlerine benzer: Doktorlar, kendisine; senibu hastalıktan ancak kuvvetli bir perhiz kurtarır, şu ilâçları da aliyileşirsin, dediğinde hasta doktora; ben perhiz yapsam ve ilâç İçsem, sana ne fayda ve zarar gelir dese hastanın bu sözü doğrudur.Fakat perhiz yapmaz ve ilâç içmezse kendisi ölür. İşte bu grubagöre de isyanla ibadet birdir. Bunlar, isyanın haramın öldürücü vekötü olduğunu anlıyamamışlardır. İbadetin, her iyiliğe faydalı ve yol gösterici olduğunu bümezler. Hastalık, nasıl vücudu eritip öl-dürüyorsa isyan ve haram da kalbi karartır ve öldürür. Perhiz veilâç, bedene nasıl sıhhat veriyorsa, ibadet de kalbi temizler ve Allah’ın rızasını kazandırır. Haram ve günah şekavettir. Tâat ve ibadet saadettir. Haram ve günah nefsin, şeytanın yolu, tâat ve ibadetAllah’ın yoludur.KISIM: 7 TASAVVUF EHLİNİN 12 FIRKA OLDUĞU, BUNLARDANSADECE BİR TANESİNİN KURTULDUĞU, DİĞER FIRKALARINSAPITIP HER BİRİNİN NE ŞEKİLDE BELASINI BULDUĞUEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki: Tasavvuf bir ilimdir. Hak Teâlâ’mn sıfatlarından ve ona nasılkavuşulabileceğinden bahseder. Kulu, bu ilmi öğrenmeye sürükle yen Allah sevgisidir. Kalbinde Allah’tan gayrısına yer vermeyensofu bu ilmi öğrenir. Çünkü tasavvur, kişinin Allah’tan gayrısınaolan sevgiyi kalbinden atması ve gönlünde sadece Cenab-ı Hakk’mmuhabbetine yer vermesidir. Ehl-i sünnet ve cemaat üzere itikadımdüzeltip Peygamberimiz S.A.V.) Efendimizin sözlerine, hareketlerine ve ahlâkına uyup izinden gitmesidir. Tasavvur, kötü ahlâkı değiştirip en güzel ahlâkı benimsemek, daimî ve içten gelen bir duygu ile Allah’m zikrine devam etmek ve bu yolla O’nun huzurunavarmaktır.555. H. yılında mutasavvuflar, 12 fırkaya bölünmüştür. Bunların bir tanesi şeriata, ehl-i sünnet vel-cemaate uyup hidayet yolunu bulmuş ve muradına ermiştir. 11 fırka ise biat yoluna saparak delâlet çukuruna düşmüştür. Bu fırkaların isimleri şunlardır:Evliyaiyye, Hübbiyye, Şemrahiyye, Ebahiyye, Haliyye, Hululiyye,Huriyye, Vakıfiyye, Mütecahiliyye, Mütekâsiliyye, Ilhamiyye. Bunların hepsinin de fikri bozuk, fesat ve fitne ile doludur. Bunlardanuzak kalan Allah’a yakındır, dinî itikadı fitne ve fesada uğramadanmetanet ve selâmeti bulmuştur.Bu fırkalar iman sahibi oldukları halde, nefislerinin arzu veheveslerine uydukları ve şeriat hükümlerini küçümsedikleri içinHak Teâlâ onlara sapık hayallerle uğraşma belâsım vermiştir. Herfırka sapık mezhebiyle nam salmış ve böylece Allah’m kapısındanuzaklaşmışlardır.1) Evliyaiyye fırkasının görüşü: Bu yola giren kişi, veli mertebesine erişti mi, şeriatm bütün emirlerini yapmak mecburiyetinden kurtulur ve bu velinin makam ve mertebesi, Peygamberlerdendaha üstün olur. Halbuki böyle bir inancı taşıyanın kalbinde dinve imanın zerresi kalmaz. Çünkü ruh bedenden çıkmadıkça şeriatemirleri hiç bir zaman Müslümamn boynundan sakıt olmaz ve hiçbir vli, Peygamberlik makam ve mertebesine erişemez.2)) Hübbiyye fırkasının görüşü: «Bir kulun kalbinde Allah’tan başka şeylere karşı sevgisi kalmaz ve sadece Allah sevgisi yaşarsa, o kul artık namaz kılma, oruç tutma ve şeriatm bütün hükümlerini yapma zorunluluğundan kurtulur, hatta haram olanher şey ona helâl olur.» Halbuki şer’an, harama helâl diyen kimsedinsizdir. İşte bu görüşün sapıklık olduğunu idrak edemiyen bufırka mensupları, bütün haram şeyleri seve seve yapmaktan çekinmemişlerdir.3) Şemrahiyye fırkasının görüşü: «Kul İlâhî huzurda bulunmak ve sohbetine nail olmak mertebesine erişti mi, şeriatm emir ve yasaklarına uymak mecburiyeti ondan sakıt olur. Çalgı seslerinidinlemek, kadınları bir çiçek gibi koklamak ve onlardan faydalanmak, ona helâl olur.» Bu görüşü benimseyip zevk-u safa içinde yaşayan bu fırkanın kurucusu Abdullah Şemrah ile mensuplanmnöldürülmesi dinen vaciptir. Çünkü sapık fikirleri fitne ve fesad saçmıştır.4) Ebahiyye fırkasının görüşü: «Biz, nefsimize hükmetmekgücüne sahip değiliz ki onu haramdan, kötülüklerden men edebilelim. Herkesin malı ve karısı bizim için mübah ve helâldır. Nefsinarzu ve hevesini çeken bir şeyi ona yasak kılmak küfürdür.» Buaşırı fikirlerin sahipleri, kötülükleri çok olduğundan ve küfre giden kimselerdir.5) Haliyye fırkasının görüşü: «Çalgı çalmak ve oynamak he-lâldir. Bu çalgı ve oyun anında kendimizden geçip bize şeyhimizden bir halet gelir.» Bu fırkamn görüşü de tamamen batü ve fesada yol açıcıdır.
6) Hululiyye fırkasının görüşü: «Güzel kadına ve sevimli oğlana bakmak helâldir. Çünkü bu, insanın yaradılışında o lan birhaldir. Güzellere bakarak sevinç ve neşe içinde oynamak hali, Allah'ın sıfatlarından biridir ki, bize gelmiştir. Canımız, bedenimizhepsi onundur,» der ve birbirlerine sarılıp öpüşürler, halka olupoynar, tepinirler. Bunlar da tamamen sapık görüşün sahihleridir.7) Huriyye fırkasının görüşü: Kendimizden geçtiğimiz zamanbize Cemıetten huri kızları gelir. Onlarla yatar, kalkarız ve kendimize geldiğimizde bize gusül (yıkanmak) lâzım gelir.» Halbuki bugörüşü kabulu eden ve buna inanan da kâfir olur.8) Vakıfıyye fırkasının görüşü: «Bu fırkanın mensuplan;kul, Allah’ı bilmek ve tanımaktan acizdir. Onu idrak etmeğe, insanın gücü yetmez» demektedirler. Oysa Kur’an-ı Kerim’deki âyetlere ve Hz. Peygamber Efendimizin hadîslerine göre insan, aklenAllah’ı kolayca idrak edebilir. Aksi takdirde Allah’a inanma teklifim insanlara yapmak gereksiz bir şey olurdu. Bu inançta olanlarda sapıktır. Görüşleri fitne ve fesada yol açtığından zararlıdır.9) Mütecahiliyye fırkasının görüşü: Biz gösterişten korkar veçekiniriz. Onun için salih insanların giyimini bırakıp fasık, sapıkinsanların elbiselerini giyer, halkın içine gireriz. Bu görüş de şeriata uymaz, dolayısıyla mensuplan da sapıktır.10) Mütekâsiliyye fırkasının görüşü: «Bunlar, bu dünyayagelmekten maksat, vücudu beslemektir. Bu dünyaya gelişin başkabir gayesi yoktur.» derler. Çalışıp kazanmayı bırakıp kapı kapı dolaşır, dilencilik ederler. Her ne verilir ve ne bulurlarsa yiyip içipgezerler. Bunların bu hareketi do şeriata uygun değildir. Çünküİslâm dininde çalışıp kazanmak insana farzdır. Dolayısıyla bu görüşün mensupları da sapıktır.11) İlhamiyye fırkasının görüşü: «Şairlerin, ediplerin kitapları kur’an gibi gerçek yolu gösterir. Hepsi de hakikattir. O haldeKur’an, hadis ve fıkıhı öğrenmeye gerek yoktur. Edip, şair ve hakimlerin kitapları İlâhî ilhamlardır. Onları okumak yeterlidir. Bunlar da bu görüşleriyle ömürlerini sapıklıkta geçirirler.Doğru ve Allah yolundan giden fırka ise Kur’an-ı Kerim veHadis-i Şerifler, dinimize ve dünyamıza kâfidir. Şeriat bize yeter,derler. Bunlar, hidayete ermiş, Peygamberin (S.A.V.) yolundan giderek veliler zümresine katılmışlardır. Allah yolunda ilerlemiş, hakikat ilmini kazanmış ve İlâhî huzur ve ünse varmış, muhabbetderyasına dalmışlardır. Fena fillâh olup onunla kalmışlar, ebedidevlet ve saadete ermişlerdir.
NAZIM Saray-ı din esasıdır şeriat Tarik-ı Hak hidasıdır şeriatBudur ol kapu dergâh-ı Hakk’aKi yolun iptidasıdır şeriatDahi bununla bu yol hatmolunurBu rahın intikasıdır şeriatSırat-ı müstakime davet edenMunadiler nidasıdır şeriatŞeriat Enbiyamn sünnetidirKanunun ihtidasıdır şeriatHûda'nın leyle-i miraç içindeHabibine atasıdır şeriatYirmi üç yıla dek Cebrail’inAna vahy-ı Hüdasıdır şeriatCihanda çoktur envai ulumunKamusunun hemasıdır şeriatBu nefsi kâfiri katletmek içinHakk’ın hükmü kazasıdır şeriatCihad-ı ekber eden ehl-i irfanKulubunun safâsıdır şeriat Tarikat kurbanının önündeDelil ve müktedâsıdır şeriatHakikat gerçi sultanlıktır ammaÖnünde anın livasıdır şeriatŞeriatten veli yad olmaz aslaVelinin aşinasıdır şeriatŞeriatle durur arz-u semavatBu dünyanın binasıdır şeriatNe bilsin şer-i pâkl ehli ilhadOl a’dânın cefasıdır şeriatHemen anlar da aklınca sanır kimNizam için olasıdır şeriatSakın camm sakın anlar gibi hemDeme sen de nolasıdır şeriatŞeriatsız hakikat olur elhadHakikat gün ziyasıdır şeriatZiyası olmayan şemsi de yok bilHakikatle kıyasidir şeriatCihana bir veli gelmez ki illâ
Elinde anm asasıdır şeriatDahi başında tac-u ş&l ve kisvetHem eknında ab&sıdır şeriatHakikat camdır ancak velininCanından maadasıdır şeriatSakın soyma anı nâ mahrem içreYüzün suyu hayasıdır şeriatCemi-i Enbiya ve evliyanınNiyazı Rahnümasıdır şeriatHakikat Arş-ı âlâdır muhakkakO Arşın istivasıdır şeriatBeden bulmaz beka; can olmadıkçaHakikat ten bekasıdır şeriat
BÖLÜM: 5 KONU: 1RUHUN SEYRÜ SULÜKÜNÜ, İNSAN NEFSİNİN YEDİMAKAMINI GEÇMEYİ, ALLAH-Ü TE ALANIN HUZURUNDAKİEDEB VE RÜKÜNLERİ, YOL GÖSTERİCİ MÜRŞİDİN KERAMETVE EMARELERİNİ, KABİLİYETLİ MÜRİDİN SIFAT VEALAMETLERİNİ, ŞEYTANIN HİLE VE ALDATMALARINI,ZAMANIN EVLİYASI KUTBUNUN MENKABE VE GÜZELSIFATLARINI SEKİZ FASIL ÜZERE BİLDİRİRKISIM: 1İNSAN RUHUNUN MEBDE VE MEADINI BİLDİRİR
Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Hak Teâlâ kendi hikmetiyle zatının esrarım görünmeyen yere indirip, isim ve sıfatlarının hususiyetlerini belli ettirmek için oesrarı nutfeler sadeflerinde gizleyince, onlar nefsânî karanlıklarile öylesine örtülmüşlerdir ki, önceden sâhib oldukları itibar ve kemalleri unutup duygulara ve şehvetlere yapışarak hayvanların derecesine inmişlerdir. O asıl vatanlan asla hâtıralarına gelmeyipmebde (ilk halleri) ve meâd-ı aslilerini hiç bilmez gibi olmuşlar veterk etmişlerdir. Sonra onlara kendi cinslerinden çok sayıda peygamberler gönderip, bâtın sûretlerinde de çok haberciler iletmiştir. Böylece onlar İnsanî zulmetlerinde melekût kandilleri yakarakaydınlansınlar, içinde bulundukları pislik ve zelil durumları görsünler, her çeşit kemâllere kavuşma yetenekleri olduğunu bilsinler, karanlık ve nûr perdelerini aşmaya çalışıp ilk hallerine dönme yi arzu etsinler istemiştir. İşte o arzu ile O’na doğru bir kanş yaklaşanlara, O bir adım yaklaşmıştır. O’na bir adım yaklaşana, Obir kulaç yaklaşmıştır. O’na yürüyerek gidenlere, O koşarak gelmIştir. Böylece O’nun lutfu, onları öyle bir cezbe ile huzura çekmiştir ki, onlan âdet ve tabiatlerinden tamamen uzaklaştırmıştır.O cezbe ile onlar, yine Hazret-i Ehadiyyete gitmişlerdir. Kendi sıfatlarım, O’nun sıfatlarında zail etmişlerdir. Zira onlar tam kullukla sıfatlanmış olduklanndan, O’nunla mutmain olmuşlardır. O’n-dan razı ve O’nun yanında razı olunmuşlardan olup huzur bulmuşlardır. Nitekim onlan bazı adlarla çağırıp: «Ey mutmainne olmuşnefs! Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön» buyurmuştur. Onlara kayyumluk hil'atı giydirip, ebedî kemallerle bitmez tükenmez nimetler bahşetmiştir. İşte o aslına dönmek ve çekilmek,Hayy ve Vedûd olanın hidayet nuru olup, ancak ezelî inâyet ve hilkaten saadet içeren temiz sülâle, selim tabiat ve kerim ahlâk sahibipeygamberlerin ve velilerin kalblerine dolmuştur. Herbiri kendi yeteneğine göre nefsini tanımakla Hakk’ı tanıma huzuruna ermiştir.Onlar ,dünya lezzetlerine bakmazlar, ahiret nimetlerine de aldırmazlar. Saf kalbleri yalnızca mevlâlarına yönelmiştir. Yüksek ruh-lan gece-gündüz O’nun zikir ve fikrine dalmıştır. Temiz nefisleridış duygu lezzetlerini satıp kalb gözlerine görünen izzet ve lezzetleri almıştır. Ruhun bu evliyadan ise, sana müjdeler olsun ki, onlarla berabersin. Hadis-i Şerif de: «Kişi sevdiği ile beraberdir» bu- yurulmakla, bu gerçeği dile getirmektedir. Tabiatm zindanındaki karanlığa inip, beden esfel-i safilinebağlananların gönülleri öfke ve şehvetin esiri olup korku ve tehlikeleri çoktur. Muhalefet ağı içinde ümitsiz, düşmanlık kafesi içinde hapis kalmışlardır. Çünkü onlar, hayvanlar gibi çok yemek .içmek, uyumak ve cima etmek ile meşgul olup nefsini tanımakla,asıl hallerini ve meadlerini bilmekten mahrum kalmışlardır.
KISIM:2 İNSAN VÜCUDUNDA BULUNAN ŞEHVANİ NEFS İLE NEFS İNLTIKANIN HAKİKATLERİ VE İKİSİNİN BİRBİRİYLEOLAN HAL, TAVIR VE İSİMLERİ
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:İnsanın iki ruhu vardır. İslâm fıkıhçılan bunların birbirinehayvani, diğerlerine İnsanî ruh demişlerdir. Onlann hayvanî ruhdedikleri cevher, latif bir buhar olup, bedende olan hayat, his veiradî hareketleri taşır. Biz bu ruha, nefs-i fehvâniyye ve nefs-i bahîmlyye, yani hayvani nefs deriz. Bedenden ayrılırsa o kimse ölür.Yâ Rabbi, san'atında ne hikmetler vardır.İslâm hükcmasımn İnsanî ruh dedikleri cevher, nefs-i nâtıka-dır. O zatında, madde olmayan bir cevherdir. Lâkin işlerinde maddeye yakın bulunmuştur. Jşte emmâre, levvâme, mülhime, mut-mainne, radıyye, mardiyye ve kâmile isimlerini alan, yalnız bunefstir. Birçok sıfatlarla sıfatlanınca, bu isimlerden biriyle anıl-’iniştir.Eğer bu nefs-i nâtıka, o nefs-i şehvânlnin emrine girer, onauyar, onun hükmü altında bulunursa, buna EMMARE derler. Eğeremr-i teklifi altında sâkin olup Hakka tabi olur, fakat onda hâlâgeçici şehvetlere meyil varsa, ona LEVVAME derler. Bu temayülüde gidip şehvani nefs ile çatışmada galib geldiyse, kendi âleminedaha çok meyi edip ilhama istidatlı olduysa, buna MÜLHİME denir. Eğer şehvâni nefsin hükmünden çıkıp, kulluk makamına geldiyse, ızdırabı sâkin olup şehvetleri tamamen unuttuysa, buna daMUTMAİNNE denir. Bundan yukarı çıkıp makam sevgisini gözünden düşürdüyse ve bütün isteklerinden vazgeçip fani olduysa bunaRADIYYE denir. Bu hali kemâl bulduysa Allah katında makbul veİnsanlar yanında kalblerin sevgilisi olduysa buna MARDİYYE adıverilir. Eğer bütün kemal sıfatları ile sıfatlandıysa ve kullan irşadiçin, halka dönmekle erttr olunduysa buna KAMİLE denir.Bu nefs-i nâtıkanın bu yedi isminden başka daha bir çok isimleri vardır. Bu soyut cevhere kalb, bundan murâd gönüldür derler.Bu bir idrak eden âlim olup, şeriatm emirleri ile muhatab, ibadetve marifetle görevlidir. Bu cevherin dışı ve bir bineği vardır M buda adı geçen nefs-i şehvaniyyedir. Bunun bâtmı RTJH’dur. Ruhunbâtmı SIR, Sırrın batını SIRRÜSSIR’djr. Bunun da bâtını HAFİ’-dir. Onun da bâtım AHFA’dır. Bir şeyin bâtını, onun hakikati vemaddesidir. Meselâ, taht bir şeydir. Bnun bâtım tahta parçalandır. Bunların da bâtım ağaçtır. Ağacm bâtım dört unsurdur. Unsurların bâtını ise heyülâdır. İşte bu lâtif emir çok lâtif olduğundan adına AHFA denir. Bir derece inip biraz kesifleşirse HAFİ adını alır. İki derece inip, ondan çok kesifleşirse, ona SIRRIN SIRRIdenir. Ayni şekilde inerse SIR denir, sonra ruh, sonra Kalb veNefs-i nâtıka, latife-i insâniyye ve hakikat i insan denilir. Bu derecede dört isimle anılır. Bir derece daha inerse insan-ı hayvani venefs-i emmâre denir. Bu büyük ruh hakkında Allah-ü Teâlâ: «Deki, ruh rabbimin ermindendir.» buyurmuştur. Bu emr-i rabbanî,Allah-ü Teâlâ’nın bir sim olup, mahiyet ve aslım, Hak Teâlâ ancak kendi nefsini bilen seçkin kullarına bildirmiştir. Bu ruhun alemi kebir olan isimleri ve aynaları, akl-ı evvel, Kalem-i a’la, Levh-imahfuz, Hakikat-ı Muhammediyye, Rûh-ı Muhammedi, Nûr-ı Muhammedi ve Nefs-i külliyedir. Allah- ü Teâlâ Kur’an’ı Kerimde Nisâsûresi birinci âyetinde: «O sizi bir şahıstan yarattı,» buyurmuştur.İnsan âleminde olan isim ve aynaları yukarıda beyan olunduğu gibi, ahfâ, hafî, sırrın sırrı, sır, ruh, kalb ve nefs-i nâtıka, latife-i in-sâniyye ve hakikat-i insandır. Allah-ü Teâlâmn yarattığı mahlûka-tın hepsinden öncedir. Büyük halife, büyük sırdır.KISIM: 3NEFS İ NATIKANIN İNSAN BEDENİNE, ŞEHVANİ NEFSVASITASIYLA OLAN BAĞLILIĞI VE İKt ALEMEOLAN TEVECCÜHÜEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Ahfâ makamından kalb derecesine inen ruh, insan bedeninebağlanıp onun işlerini yürütmüştür. Bu bağlılık, aşıkın ma’şukunaolan bağlılığı derecesine ulaşmıştır. Bu İnsanî ruh, bedenin tedbirve tasarruflarım şehvani nefs vasıtası ile yapmaktadır. Çünkü buruh çok latif, beden ise aksine çok kesif olduğundan, şehvaniyye,letafetle kesâfet arasında bir geçit ve birleştirici olmuştur. Onuniçin inen temiz ru hile topraktan olan beden arasında vâsıta olma ya lâyık olmuştur. Bu yüksek ruh, şehvanî nefs ile sarmaş dolaşolduğundan, kalb ve nefs:i nâtıka ismini almıştır. İşte bu kalbiniki yam vardır: Biri duygu ve görünen âlem tarafına, diğeri kudsîve gaybî âlem tarafmadır. Onun için insanın kalbi, en şerefli uzvu,isim ve sıfatların tecelli yeri olup, nurlar kaynağı ve sırlar mahzeni, eşyanın hakikatinin olduğu gibi görüldüğü yer, Hz. Mevlânınnazargâhı olmuştur. Hak Teâlâ Kaf Sûresinin otuzyedinci âyetinde: «Kalbi olan kimse için» buyurmuş ve onun kâmil insanın kalbiolduğunu bildirmiştir. Zira az kimsenin kalbi ibret almağa erişmiştir. İşte gönül şehadet alemine öyle bir dönüp gayb ve tenzih âlemini tamamen unutsa ,onda olan yüksek hususiyetlerden örtülükalıp hayvan olur. Aksine, yine gönül gayb âlemine öyle bir yönel-se ki, bu şehadet (görünen âlemi) unutsa kendine takdim olunanve arızî olarak gelen süfli âlemin hususiyetlerinden uzaklaşır. Eğergönül, iki âlemin birine yönelip öbürünü gafletle unutmasa, o gönül sahibi kâmil insan olur. Bu kemal, öyle yüksek bir makamdır ki, ancak nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi ile hâsıl olur. Mukar-rebler yolunda ilerleyen bu kemale erer.İşte kalb, bedenin lezzetleri ve nefsin şehvetleri ile bedene yönelirse, sâhibinden yetmiş perde ile perdelenir ki bu mertebede kalbin adı NEFS-İ EMMARE olmuştur. Zirâ kalb o zaman, kötü olan,öfke, hased, kibir, gurur, kötü ahlâk, hırs ve şehvet ile dolmuştur.Bu huylar ise kalbi, sahibinden uzak ve rahatsız eder. Bilhassa öfke ve şehvet, aziz olanı zelîl eder. Zira kalbin hakkı, bedenin emiriolmak, bedenin vazifesi de onun her emrine uymaktır. Şehvetle öfke kalbe galib gelse, emir olan memur olur ki, iş tersine döner.Onun için öfkesine, kızgınlığına mağlûb olan, rüyada kendini köpek önünde secde eder görür. Şehvetine mağlûb olan da, rüyadamerkebi sırtında taşır. Gönül, bu lanetli aşağılıkta kendini unutupuzun müddet kalırsa, gayb âlemine yönelmeye kudreti kalmaz. Zira kalb aynaya benzer. Tozlardan ve pastan temizlenince, insan onda şekil ve sûretleri görür. Eğer ayna bir müddet parlatılmayıp daiçine pas işlese artık ondan sonra parlatma ve cilâlama yapılsa dafayda etmez, çünkü artık özelliği bozulmuştur. Nitekim hadis-i şerif de: «Kalbler demirin paslanması gibi paslanır. Cilâsı, ölümü hatırlamak ve Kur’an-ı Kerim okumaktır.» buyrulur. Gönül kendi âlemine (gayb âlemine) döndüyse, elbette o zikr ve fikr ile, adı geçenperdeleri birer birer açmaya ve aşmaya uğraşır. Neticede şehvet vegünâhlarm çokluğundan oluşan pas ve lekelerin hepsi yok olur. Kieşyanın hakikati ve ma’nânın dekaiki onda İşlenmiş olup, tecellilere müsâid olur. Zira perdelerin keşf olmasının, açılmasının manası, gönülden şehvetler gittikçe, gelmiş olduğu asıl makamını bulması demektir. Gönülde şehvet ve arzulardan birşey kalmayınca ozaman aşık matlubuna kavuşur. O kalb ile sahibi arasında bir perde bulunmaz.Nitekim Hak Teâlâ: «Göklere ve yere sığmam, ancak müminkulumun kalbine sığarım)) buyurmuştur. Yani O’nu ancak halimve selim olan mümin kulun gönlü basiretle müşahede eder. YoksaHak Teâlâ kullarının kalblerine girer demek değildir. Hâşâ! Lâkinmüminin kalbi zikir ve fikir cilâsı ile ayna gibi tasfiye olunduğundan, şehadet âleminde olan şekiller aynada nasıl görünürse aynışekilde gayb âleminin acaiblikleri de o kalbde müşahede edilir. Zihinde oluşan şeylerin suretlerini beyan eden bu İlmî müşahededir.Zira zihinden maksad nefs-i nâtıkadır, bu da gönüldür.
KISIM: 4KALB İLE KALBİN SAHİBİ ARASINDA OLAN PERDELER VEKALBİN ONLARDAN HANGİ YOLLA KURTULDUĞUEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Allah-ü Teâlâyı seven sâlik için herşeyden önce gereken veehemmiyetli olan dünya ve dünyadakilerden, belki Allah-ü Teâlâ-dan başka herşeyden yüz çevirmektir. Her tedbir ve arzudan vazgeçip tüm günah ve şehvetlerden tevbe edip Hakkın huzuruna gitmektir.Nitekim Allah-ü Teâlâ Tahıim sûresinin sekizinci âyetinde :«Ey müminler, Allah-ü Teâlâya, ölünceye kadar bir daha yapmamak üzere, günahlarınızdan tevbe ediniz.»Nûr sûresinin otuzbirinci âyetinde:«Ey müminler, sizden meydana gelen taksirattan Allah-ü Te-âlâ’ya tevbe ve rücû ediniz.»Bakara sûresinin ikiyüzyirmiikinci âyetinde:«Allah-ü Teâiâ yasaklardan tevbe edenleri ve fuhuştan temiz-lencnleri sever,» buyuruyor.Resûlullah efendimiz (SAV.) de lıadis-i şerifte şöyle buyurdu :Günahdan tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir.»«Tevbe edeni Allah-ü Teâlâ sever.»«Kulun canı boğazına gelinccye kadar tevbesi kabul olur.»Hak Teâlâya tevbe edip yönelmek hakkında âyet-i kerime vehadis-i şerifler çoktur. Hepsini yazmağa lüzum yoktur. Çünkü Hak Teâlâ’nm hidayetiyle inâyet eylediği ârif için bu işaret yeter. Haz-ret-i Ömer (radıyallahü anh) dedi ki: «Kalbim Rabbimi görmüştür.»Sâlih, bu saadete kavuşmak ve kemal derecelerinin en yükseğine çıkmak isterse, günahlarından tevbe etsin. Bu tevbeye onuniçin bâb-ül evbâb denmiştir. Zira kul önce mâsivadan tevbe eder,sonra Cenab-ı Rabbin yakınlığına erer. İcra-ı ümmet, tevbenin hemen yapılmasıdır. Eğer kendi nefsine insaf ve şefkat gözüyle ba-karsana, bu tevbeye ihtiyacını, yemek ve içmeğe olan ihtiyacındançok görürsün. Çünkü şehvetler ve günahlara olan meylin, kalbinimahbubundan perdelemiştir. Halbuki kul ile Mevlâsı arasında bulunan yetmiş perdenin en büyüğü ve kalını günah perdesi olup zul-mânidir. Diğer perdeleri de kaldırmak lâzım ise de, onlar nûr perdeleri olduğundan onlarla beraber müşahede etmek kulun şâmdır,
kalbe günahın oluşturduğu perdeler, seninle mahbubun arasındabulunan engel duvarı gibidir. İşte onlarla mahbubun ne zâtı görünür, ne de eseri bulunur. Nûr perdeleri ise cam gibi olup şeffaftır.Az olurlarsa matlub müşahede olunur, çok olurlarsa matlub her nekadar görünmez ise de yine şekli bilinir.Eğer basiret gözü mühürlenip, günah zulmetleri örtüldüyse,gayb nurlarım göremez. Dolayısıyla huzur ve taatten mahrum olur.Günah işlemekten utanmayıp bundan aksine mesrur olur. Günahların hepsinden tevbe ettiyse, basiretinden zulmani perdeler kalkar. O kimse huzura gelip, huşû ve hudû ile Mevlâsından haya eder.O anda onda nurani perdeler kalır. Onlar, onun Cennet lezzetlerine dönmesidir, hal ve makamlara, tecellî ve kerametlere itizarıdır.Kendine sâdır olan sâiih amellere güvenmesidir. Çünkü bu kimseöyle zanneder ki, amellerin mucidi ancak kendidir ki sonra zikirve fikir hareketleri ile bu perde ondan açılır. O hal içinde Hakkıntevfikını müşahede edip, şükründe kusur ettiğini itiraf eder. Görürki, veren ve vermiyen, zarar ve fayda veren ancak Rabbül âlemindir.Hak Teâlâ bir kuluna iyilik vermek isterse, onu takvâ elbisesiile süsler ve huzuruna lâyık kılar. Yine görür ki kul, işinin failidir.Lâkin onun elinden ne iyilik gelir, ne de kötülük. Herşeyi yapan, yalnız o hakiki yaratıcıdır. Bu keşf ile kulun gönlü gafletten uyanınca, o zaman sürür velezzetinden kendini vuslatta sanır. Eğer omüşahedeye kavuşan gizli lutuflar ile kuşatıldı ve muhafaza olun-duysa elbette bu keşiften yukarı çıkar. Kalan nûr perdeleri de birbir çekilir. Mukarreblerin menzillerine ve sıdk derecesine nail olur.Bu perdeleri cama benzetmemiz hiç bir şeye benzemiyen Zât-i Te-âlâ’nın dünyada baş gözü ile göründüğü mânasına alınmasın.Çünkü o mukaddes zât ,bu cihanı gören gözlerle görünmekten münezzehtir. Ancak günahdan pâk olan kalbin basiret kalbi gözüylemüşahede .edilir.Buradaki tevbe, geçmiş günâhlara pişman olmaktır. Bu, avâ-mın tevbesi olup makbul tevbedir. Havâsm (seçilmişlerin) tevbe-si ise, kalbi, sahibinden alıkoyan, herşeyden tevbe etmektir. Seçilmişlerin seçilmişlerinin tevbesi ise, Hakk’ın üns ve huzurundanbir an gafil olmaktan tevbe etmektir. Bu tevbe ezkiyâ ve sıddîkla-rın tevbesidir. Bunlar temiz nefeslerinin kıymetini bilmişler ve herbir nefeslerini dünya ve içindekilerden hayırlı bulmuşlardır.Burada perdeden murad, kalbi Hakk’ın tecellisinden men eden,dünya şekil ve sûretlerinin kalbe dolup onda yer etmesidir. Sâlik’in kalbinde günah olduğu müddetçe, o tecellîlerin nârlarından perdelenmiş kalır. Bazan onda, Allah’tan başkası çok olunca, perdelerzulmânî olur. Bazan ağyar azalıp, perdeler nûrânî olur. Onun İçinevliyâ-yı kirâm, tecelliler tâlibi olan sâliklere sebebleri terki emredip, uzlete çekilmelerini tenbih etmişlerdir. Böylece onlarm kalble-rine dünya sûretleri olmadığından, tecellîlere mâni olmaz. Amakalbe mâni olan tecellilerin sadece dünya sûretlerinin nakşı olduğuna kesin delil budur ki, mukarrebleriıı yolunun sâliki olmayan kulu, Hak Teâlâ hazretlerine hudû ve huşû ile yetmiş yıl ibadet ettiğihalde kalbinde, sâliklerde hâsıl olan şevk, zevk, vecd ve hallerdenhâsıl olmadığını görürsün. Zirâ sâlik olmayan âbidin kalbi, ağyarile dolmuştur, bir saat boş kalmaz. O âbid; o ağyarı kalbinden gidermeğe çalışmaz vc sâlikleıin murâdını murâd etmeyip kendi canından içeri gitmez. O ancak Cennette vad olunduğu ni’metleremuntazır olur. İşte eğer Hak Teâlâ onun ibâdetlerini kabul ederseve o dünyadan âhirete îmân ile giderse, o âbid va’d olunmuş, cennet nimetlerini bulur. Zira Hak Teâlâ va’d edince, va’di yerine gelir. Ama sülük eden (ilerleyen) âbide Hak Teâlâ dünyada tecellî,âhirette ise yüksek dereceler ihsân eder.KISIM: 5İNSAN NEFSİNİN YEDİ MAKAMI, RUHUN ZULMANİ VENURANİ HİCABLARININ TERTİBİ VE MERTEBELERDEKİPERDELERİN KALKMASININ SEBEBİEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Mukarrebler yolunda ilerlemek, peygamberlerin ahlâkmdandır.Sâlih kullarm hallerindendir. Halbuki onların hak yolunda sülük-lanndan gaye, ruhun, inmiş olduğu mertebesinden önceki aslî derecesine çıkarılmasıdır. Kendini tanımakla Hakkı tanımaya kavuşması ve kemâl-i muhabbetle sıddıkların derecesine erip huzur veünsü bulmasıdır. Bu yolun ehli arasında belli makamları vardır.Sâlik, onlan sırasıyla geçip, sonuna kavuşur. O zaman sülük konaklan biter ise de Hakkın tecellîleri kesilmez. Zira tecellilerin nihayeti olmaz. Bu konakları aşmada bu sâlikin hâli, dünyadaki bir yolcunun konak ve durakları geçmesi gibidir. Yolcunun nasıl ki, yolda, yolun hallerini bilen bir rehbere, yiyecek ve binek vasıtasına,arkadaş ve silâha ihtiyacı varsa, sâlikin de, bu yolun iyisini, kötüsünü bildirecek bir mürşide, en iyi azık olan takvâya, binek vâsıtası olan himmet, maksadım arayan talihlerden arkadaşlara
ve silâh olan zikrullah’a ihtiyacı vardır. Ancak bunlarla nefsten ve şeytandan kendini koruyabilir. Nasıl ki, yolcu yol süresince bir çokşehirlere, köylere rastlayıp, herbirinde bir müddet kalıp sonra oradan hareketle matlubuna, işine gidiyorsa, s&lik de bu yolda ilerlerken (velîler) arasında meşhur olan makamları geçip gider. Bu makamlar yedi tanedir:1 — Ağyar zulmetlerinin makamı olup, onda bu nefs-i nâtıka,EMMARE adım almıştır.2 — Nûrlar makamıdır. Bu nefs orada LEVVAME adım almıştır.3 — Esrar makamıdır. Bu nefs orada MÜLHİME adım almıştır.
4 — Kemâl makamıdır. Bu nefs orada MUTMAİNE adım almıştır.5 — Vuslat makamıdır. Bu nefs orada RADIYYE adım almıştır.6 — Fiillerin tecellîleri makamıdır. Bu nefs orada MARDİYYEadını almıştır.7 — Sıfat ve isimlerin tecellîleri makamıdır. Bu nefs oradaKAMİLE adım almıştır.Sâlik bu yedi makamın herbirinde bulundukça, o makamlaötesinden sonra gelenlerinden perdelidir. Buna göre birinci makamda bulunan, ağyar ile nûrları görmekten perdelidir, ikinci makamda bulunan nûrlarla sırlardan perdelidir, üçüncü makamdabulunan sırlar ile kemâlden perdelidir, dördüncüde bulunan kemâl ile vuslattan perdelidir, beşinci makamda olan vuslat ile fiillerin tecellîlerinden perdelidir, altmcı makamda bulunan fiillerintecellîleri ile isim ve sıfatların tecellîlerinden perdelidir, yedincimakamda bulunan ise isim ve sıfatların tecellîleri ile kalmış olupzâtın tecellîlerinden örtülüdür. Zâtın tecellisi ise, güneşin kursuna bakmak gibi karartı verip, her şeyi görünmez eder. O halde en yüksek makam isim ve sıfatların tecelli ettiği makamdır. Bunun,için mukarrebler «Hak Teâlâ, isimlerin gerisinden olmaksızın, Zâtı,ile tecelli etmez» demişlerdir.Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:«Allah-ü Teâlâ ile kullar arasında nurdan ve zulmetten yetmiş perde vardır. Onlan açıp, aradan kaldırsa, ona bakan gözler yanardı.»Kul ile Mevlâ arasında bulunan nûr ve zulmetten yetmiş perdenin hepsi kul tarafındadır. Zira, Allah-ü Teâlâyı hiç bir şey örtemez. Hâcibi (perdeleyen) olsa idi, kahiri de olurdu. Halbuki herkese ve herşeye kahir ve hâkim O’dur. O halde perde arkasındakalan, kulun kendisidir. Gerçekte perdeden maksad, aradaki münasebetin uzaklığıdır. Yoksa dünyadaki perde ve engeller gibi değildir. Mesafe ve zaman bakımından uzaklık da değildir. ÇünküAllah-ü Teâlâ, hissedilen uzaklık ve yakınlıktan, zaman ve mekândan münezzehtir. Ama Hak yolunda sülük, bu yetmiş perdeyi kaldırmak için konmuştur. Bu yetmiş perde, bildirilen yedi makamlaaşılır. Demek ki, nefs-i nâtıka, bu yedi makamın herbirinde on perde ile perdelenmiştir. O on perdenin birincisi İkincisinden, İkinciside üçüncüsünden kesiftir. Onuncuya kadar böyledir. Bu kaide, her yedi makam için de aynıdır. Bunun için sâlik, yedi makamdan birine kavuşunca, Hak Teâlâ’ya kavuştuğunu zanneder. Bu hallerianlayınca, yakınen bilir ki, kulun Mevlâsından en uzak olduğu makam,
birinci makamdır. Zira nefs-i nâtıka kötülükle emredicidir. Bu nefs-i emmârenin perdeleri zulmânidir. Öbürlerininki nû-rânî’dir.Sâlik birinci makamda iken, birinci ismi, yani Lâilâhe illâllahkelime-i tevhidi mürşidinden telkin yoluyla alıp, gece gündüz, ayakta ve otururken, sessiz olarak devam ederse, Hak Teâlâ bu isminbereketiyle, onun bâtınında, melekûtî bir kandil yakar. O sâlik, işlediği kabahatleri kalb gözüyle görüp, onlarla sıfatlanmış olduğundan nefret duyar, kaçırdığı zamanlarına hasret çeker, pişman olur.Zira daha önce, dalmış olduğu gaflet uykusundan, iyi ile kötüyüayıramazdı, ancak dil ile fark ederdi. Şimdi uyandığından evvelceboş verip irtikab ettiği namazları terk etmek, ipek giymek, içki içmek, zinâ etmek gibi, gizli ve açık hatalardan kurtulmağa çalışırve bunda devam eder, içinde bulunan uzun emel, kibir ve hasedgibi kötülükleri çıkarıp atmağa uğraşır. Sâlik bu ismi söylemeyedevam ederse, kötü işlerden, çirkin huylardan daha çok nefret ederve kaçar. Böylece tevbenin esası olan pişmanlık hâsıl olur. ŞeyhAbdülkadir Geylânî (rahmetullahi aleyh) hazretleri, kendisine biremri yapmamaktan veya bir yasağı işlemekten şikâyet eden birigeldiğinde, ona «Lâ ilâhe illâllah kelimesini çokça tekrar eyle. Ogünâhdan ancak bununla kurtulabilirsin» diye tenbih ederdi. Bumuhakkak olan işi, ancak tecrübe etmiyenler terk eder. Allah-ü Teâlâ’nın, bu sâlike ikram ettiği ilk keramet budur. Bununla engelleri aşmak kolay olur. Sâdık sâlik için her bir makamda çokkerâmetleri vardır. Bunlar ona sülükunda sabit olmak için ikramolunur.
Adı geçen kandil, önce Rahmani bir cezbedir. Mücâhede ileHakk’ın zikrine devam edildikçe, o cezbe kuvvetlenir. Nihayet kemâl derecesinin doruğuna erip, emaneti yüklenmek kuvvetini bularak fakr-ü fenâ devleti ile tecellîlere kavuşur.
KISIM: 6 KALBİ TAHLİYE VE RUHU SÜSLEMENİN KEMALAT OLDUĞU, SÜLUKSUZ O KEMALİN İMKANSIZLIĞI,MUKARRERLER YOLUNDA SÜLUKUN EN ŞEREFLİ HASLET VE ONUN DA ZÜLCELALİN HUZURUNA VESİLE OLDUĞU
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Kâmil olmayı istemek, insanların en değerli hasletidir. Kemâlise, kalbi hayvani sıfatlardan tahliye ve ruhu rabbani güzel sıfatlarla süslemek ve bunlarla Hakkın huzurunu bulmaktır.Kötü sıfatlar, cahillik, kızgınlık, kendini beğenmek, riya, kin,hased, kibir ve kazaya rızâsızlıktır. Gurur, makam ve dünya sevgisi, tenkidden korkmak, sözünde durmamak, kötü zanda bulunmak,nefsin arzularına uymak, öğünmek, öğünmeyi sevmek, acele etmekve uzun emeller peşinde olmak gibi şeylerdir.Güzel huylar ise, ilim, hilim, tefekkür, sıdk, ihlâs, murakabe,sabır, şükür, zühd, sena, tevekkül, tefviz, teslim, rızâ, huşû\ hüzün,huzur, hayâ, nasihat, alçak gönüllü olmak, tahammül, rıfk, uzletisevmek, Allah için sevmek, cömertlik, merhamet, şefkat ve merhamet, mürüvvet, fütüvvet,'sözünde durmak, ülfet, hizmet, alv, güler yüzlülük, lutf, dua, kabahatleri örtmek, iyilikleri açıklamak,dostlara muvafakat, makam ve güzel huylarını saçmak, kendiniküçültmek, din kardeşlerini yüceltmek, sekinet, vakar, teenni, îsârve kısa emelli olmak gibi şeylerdir.İşte Hak yoluna sülükten gaye, kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulmak, güzel huylar ile sıfatlanıp kemâle ermektir. Zira insandasaydığımız bu kötü sıfatlar çoktur. Seçilmişlerin yolunda ilerlemeden, onların hepsinden tam kurtuluş yoktur. Seçilmişlerin yolunagirmek isteyen sâlik, önce çirkin sıfatların aslı olan kibir Ve benliği kalbinden söküp atmakla emr olunmuştur. Kötü sıfatların, fitne ve fesadın anası olan kibir ve benliğin sebebleri yedidir:Birinci Sebep : İlimdir. Hepsinin en büyüğü budur. İlâcı da çokzordur. Zira ilmin mertebesi ve değeri, Allah ve insanlar katında büyüktür. İlim insana farz olduğu için, öğrenmesini terk edemez.Onun güzel hâli budur. O halde bunun ilâcı iki ma’rifetle olur.1 — İlmin faziletinin iyi niyyetle olup onunla amel edince vekarşılıksız Allah için onu yaymakla olduğunu bilmelidir. Yoksailim, sâhibine vebal olup, sahibini câhilden aşağı kılar. Ahiretteise azabı çok şiddetli olur. O halde böyle ilimle nasıl kibr edilebilir?2 — Kulların kibirlenmesinin haranı olduğunu bilmelidir.Kibir ve azamet, yalmz Allah-ü Teâlâ’ya malısustur. Mahluklaralayık olmadığı bellidir. Eğer âlimin niyyeti hâlis olup ilmi ile âmilolduysa, o ilim ona huşû ve hudû verir. Böylece tam alçak gönüllülük üe Peygamberler ve velîler yoluna gider, tekebbür ve benlikedemez. Zirâ kendini her mahlûktan aşağı bilir.İkinci Sebep : İbadettir. Onunla fâşıklara kibir olunur. Bununla kibir etmek, yine câhilliktendir. Bunun ilâcı, ibadetin faziletinin,hâlis niyyetle olduğu, riyâ ve gösterişten ve diğer fitnelerden, fe-sadlardan uzak bulunduğu zaman olduğunu bilmektir. Bu ise bizim gibiler için zordur. Böyle ibadette tehlikeden korkmak yerinekibir etmek, ancak câhilliktendir.Üçüncü Sebep: Neseb ve hasebdir. Sülâlesi ile, geçmişleri ilekibirlenmek tam cehâlettir. Nitekim denilmiştir ki:Eğer şeref sâhibi atanla övünürsenDoğru söylersin, ama sen öyle değil isen!?Dördüncü Sebep: Güzelliktir. Bu kadınların işidir ve hayâldir. Bununla kibir etmek, öğünmek câhillerin işidir. Zira güzellikfanidir, kimsede kalmaz, vücudunun yapısı ve şekli ile övünen, içi organlarına bir baksın. Bir damla menîdendir, sidik yolundan çıkıpöbürüne geçmiş, sonra nutfe olmuştur. Sonu ise kokmuş bir leştir.Mezarda çürüyüp kalmıştır. Hayatı boyunca kendisi pislikleri taşıyıcı olmuştur. Kulağı pis, gözü çapaklı, burnu sümüklü, ağzı tükürüldü ve balgamlı, mesânesinde idrar, bağırsaklarında necâsetvardır. Günde bir defa helâya gidip, kendi pisliğini eliyle yıkayıptemizler. Halbuki bunlann hepsi, alçak gönüllü ve hayâ Sahibi olmayı gerektirir. Nerde kaldı ki kibir ve övünme vesilesi tam cehâ-Beşinci Sebep : Güç ve kuvvettir. Bununla övünmek tam cehâ-lettir. Zira kuvvete bakılırsa, hayvan daha üstündür. O halde hayvanların kendisini geçtiği bir sıfatla övünmek uygun değildir. Hele bir günlük hastalık ve ateşle giden sıfatlar ancak boş hayallerdir.Altıncı Sebep: Maldır. Dünya malı ile zevklenmek ve uğraşmaktır. Bununla övünmek de cehâlettir. Çünkü mal, çabuk değişlr ve intikal eder. O halde mal ile övünmek, ancak hayâldir.Yedinci Sebep : Çocukları, akrabaları, hizmetçileri ile övünmektir. Kadılığı, hocalığı ve sultana yakınlığı ile iftihâr etmek vekibirlenmektir. Bunlar câhillerin böbürlendiği en çirkin sebeplerdir. Çünkü hiç biri kendi değildir. Adamları ve çocukları helak olursa yahut bulunduğu makamdan azl olup sultandan uzak kalırsa,zillet ve hakarette kalan o olur.Kibir sıfatı, insanın kalbinde öyle gizlidir ki, sahibi kendini ondan uzak sanır. Kibrin alâmetlerini bildirelim ki gizliden açığa çıksın, gönülden sökülüp atılması kolay olsun. Kibrin ve kibirlenenle-rin alâmetleri onikidir:1 — Kendine hürmet ve saygı için, insanların kendi önündeveya huzurunda ayakta durmalarım sevmektir.
2 — Arkasından bir kimse gelmezse, bir yere gitmemektir.3 — Din işlerinde istifâde olunan kimseleri ziyaret etmemek-4 — Kendine yakın başka birinin oturmasını istememektir.5 — Konuşurken arkadaşının doğru sözünü kabul etmemek,kendi hatasını itiraf edip ona teşekkür ve dua etmemektir.6 — Hastalığı ve rahatsızlığı olan kimselerle oturmaktan sakınıp onlara yakın olmamaktır.7 — Zenginlerin davetine icabet edip, fakirlerin davetine gitmemektir.8 — Kendi evindeki hizmetleri kendi eliyle yapmamaktır.9 — Kendi evinin ihtiyaçlarım pazardan kendi eliyle getirmemektir.10 llj Akraba ve arkadaşların pazardan, çarşıdan görülecekişlerini, özellikle işkembe, ciğer, kelle, paça, sabun, kına, tarak, sakız ve zerniç gibi değersiz şeylerin satın alınmasından utanıp eliyle getirmemektir.
Yürürken ve otururken, akran ve emsâlinin kendisinden ilerde bulunmaları ağrına dokunduğundan onlardan uzaklaşıponlarla yakın olmamaktır.
Uzun elbise giymektir. Halbuki kemâl yolu sâliklerininsermayesi, kendini aşağı ve zelîl görmektir.İşte kulun vazifesi, önce kibri kalbinden söküp, kimseye böbürlenmemesi, ondan sonra hiç kimseye, görünüşte hor görünmeyip,
herkese haddine göre tevazu etmesidir. Ama kalbinden, kendini herkesten zelîl, rezil ve alçak bilsin ve bulsun. Bir âlim görürse, «bu benden bilgilidir, ben nasıl bunun gibi olabilirim, bu yüksektir, ben aşağıyım,» demelidir. Bir cahil görürse, «bu,'Hak Teâlâya bilmiyerek âsi olmuş ise, ben bilerek isyan etmişim. Onuniçin bu benden iyi ve yüksektir, ben bundan kötü ve aşağıyım,» demelidir. Eğer yaşça kendinden büyüğünü görürse, «bu, benden önce Allah-ü Teâlâ’ya itaat etmiştir. Bu yüksektir, ben aşağıyım,» demelidir. Kendinden küçüğünü gördüğü zaman, «ben bundan önceAllah-ü Teâlâya isyan etmişim, ben bundan aşağıyım,» demelidir.Kendi yaşında olan birini görürse, «ben kendi kötü hâlimi biliyorum, bunun hâlini bilmiyorum. Bilinen günah, bilinmeyenden çokaşağılanmaya lâyıktır. O halde bu benden yüksektir, ben aşağıyım»demelidir. Bir bid’at sâhibine veya kâfire rastlarsa, «bilinmez ki, bukâfir sonunda imana gelir. Benim akıbetim ise, bunun şimdiki hâligibi olabilir. Son nefesteki duruma itibar olunur. O halde ben bundan aşağıyım,» demelidir. Bir köpeğe veya bir yılana veya, diğerhayvanlara bakarsa, «bunlar Allah-ü Teâlâya asi olmadığından,bunlar için azar ve azab yoktur. Halbuki ben günah denizine dalmışım, hem azara, hem azaba müstehak olmuşum, ben bunlardanaşağıyım,» demelidir. Bu minvâl üzere, bütün mahlûkları kendinden üstün ve yüksek görüp, nefsini hepsinden zelîl ve rezîl bilsin.İşte o zelîl kul, Mevlâ’nın dostluğunu elde etmek arzusuyla, mu-karrebler yoluna bildirileceği şekilde sâlik olsa, o bütün bâtın âfetlerinden ve zâhir rezilliklerinden kurtulup güzel ahlâk ile her kemâle sahib olur. Zira, bu gelecek ilâçlar ile, bütün âfet ve rezillikleri, köklerinden öyle söküp atar ki, asla izleri bile kalmayıp hepsinden kurtulur, selâmet bulur, her daim Hakkın huzurunda olur,Sülük etrtıemiş bir âbid, bu âfetlerden kurtulmak istese, imkânsız bir işi istemiş olur. Onun için ebrârın ileri gelenlerini
görürsün ki, kötü sıfatların birinden kurtulmağa bir gün çalışırlar vebuna da nail olurlar. Lâkin ertesi gün, ondan daha acı ve dahaçirkin bir başka sıfata mübtelâ olurlar, bir başka haslette muzta-rib kalırlar. Bunun sebebi, onlann bütün âfetlerden kurtaran mu-karrebler yoluna sülük etmemeleri, kibir ve benliklerini bırakıp Hakkın huzuruna gitmemelerdir. Onun için zahmet ve meşakkatte kalıp, rahat ve saadete eremediler. Demek ki ebrâr, amellerinde ihlâsüzere olsalar da, yine de büyük tehlikededirler. Bunun ne demekolduğunu anlayabilirsen, mukarrebler yolunun sülûkünün bir faydasını bulmuş olursun. Ama maksad, bizzat olan faydalarına kavuşup, Allah-ü Teâlâ’ya yakın olmaktır, isim ve sıfatların tecellîlerinin kalbde hâsıl olmasıdır, hâlifelik devletine kavuşmaktır.İşte bu yolun, adı geçen yedi makamından geçen nefs-i nâtı-kanın, herbirinde bulunduğu sırada olan ismini ve seyrini, âleminive yerini, hâlini, vâridini ve sıfatım, üstünde olan makama çıkmasının nasıl olduğunu açıklamak lâzımdır. Böylece mukarrebler yolunun yolcusu, o makamların hangisinde bulunduğunu bilir, nefsini sıfatları ile tanır, arzu ve heveslerine galib olur. Her birindenilerleyerek yüksek makamlara kavuşma isteğinde olur.
KISIM : 7. YEDİ MAKAMDAN İLK MAKAMDA BULUNAN NEFS-İEMMARENİN BU İSMİ ALMASI, SEYRİ, ALEMİ, YERİ, HALİ,VARİDİ VE SIFATLARI
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar kİ:Birinci makamda nefs-i nâtıka, nefs-i şehvâninin mağlubuolup, kötülük ile emredici olduğundan, EMMARE ismini almıştır.Nitekim Yusuf sûresinin elli üçüncü âyetinde: «Nefs, ma’siyetleemredicidir» buyuruldu. Seyri, illallah, âlemi, Şehadet, yeri sadr,hâli, meyil, vâridi şeriat, sıfat lan, câhillik, bahillik, hırs, kibir, öfke,şehvet, hased, kötü huyluluk, boş ve faydasız şeylere dalmak, alayetmek,, eziyet vermek ve benzerleridir.Bu nefs-i emmâre, rabbânî bir latifedir. Lâkin tabiata eğilmesi,şehvetlere kayması sebebiyle kirli ve pis bulunmuştur. Hayvani olanşehvânî nefsin emri altında kalıp ona uymasıyla, hayvanlar gurubuna girmiş, kendinin güzel sıfatlarını, onların kötü sıfatları iledeğiştirmiş, sadece şekilde onlardan farklı kalmıştır. Şeytan onunaskerinden olup, ondan kuvvet bulmuştur. Bu öyle habis, aşağılıkbir nefistir ki, hakkında Peygamberimiz (S.A.V.) «Yanında sanadüşman olan nefsine düşmanlık et» buyurmuştur. Onun düşmanlığıaklî delillerle de sabit olmuştur. Zira her düşman, kendisine ihsânve hizmet edildiğinde, insana dost ve sâdık olur. Ama bu nefs, ihsân ve hizmet bilmeyip, düşmanlığında ısrarlı ve insanlığa zararlıkalmıştır. «Küçük cihâddan büyük cihâda döndük.» buyurmakla,nefisle olan cihadın kâfirlerle olan cilıaddan daha büyük olduğunuifade etmişlerdir. Zira bu nefs, o tabiat zulmetinde kaldığından hakkı bâtıldan, hayrı şerden ayıramayıp şeytana yardımcı olmuştur.İşte bu makamda, kabiliyetli sâlik kendi nefsinden emin olmaz, ondan kaçıp ona yardımcı olmaz. Eğer bir kimse onu incitirse, nefsine dost olmaz. Belki o kimseye nefsini incitmesinde yardımcı olur, nefsinin tarafını tutmaz. Çünkü sâlik, nefsin düşmanlığı,bilmiş olup, onunla bir işe girişmez. O zaman yemeyi, içmeyi veuykuyu azaltır. Böylece hayvanı nefs zaif düşer. Onun şebekesinden bu emmâre adı verilen nefs-i nâtıka kurtulur. Sâlik bu makamda Lâ ilâhe illâllah zikri ile meşgul olup lâ’yı uzatarak, ilâhe’dekii’yi belli ederek söyler ve sondaki hc’yl de bildirerek illâllah’m arasım kesmyip, Allah kelimesinin sonunda durur. Zikr eden sâlik,bu kelim-i tevhide bu şekilde sessiz olarak devam eder. Ayakta, otu?rurken, yatarken her hal ve zamanda okur. Zira bu kelimenin fayda ve tesir etmesi için, gece ve gündüz ona devam etmek lâzımdır.Nitekim Habib-i Ekrem (S.A.V.) «İmanınızı yenileyiniz, lâ ilâhe il-lâllahı çok söyleyiniz. Çünkü bunu söylemek günahı alıkoyar. Onabenzer bir amel yoktur...» buyurmuştur. Bu kelime-i tevhidin heiriyilikten, her amelden üstün ve Allah-ü Teâlâ’nm en sağlam kal’esıolduğunu bildirmiştir.Bu yola ‘yeni giren sâlik, bir müddet diliyle Lâ ilâhe illâllahdedikçe, mâ’nasından zevk almaz. Lâkin günler geçince, geçmiş günahlardan hâsıl olan zulmanî perdeler kalbinden tedricenaçılır. Hak Teâlâ’yı kalbleıin ve hallerin değiştiricisi bilip, eşyayıve fulleri yaratan bulur. Böylece O’nun veren ve vermiyen olduğunu, zarar ve faydanın O’ndan geldiğini, her şeyde müessir ve mutasarrıf ve herşeyi câmi’ olduğunu basiret gözüyle görür. O’nun bumüşahedesi, itikad ve ikrârından başka zevk ve halle olur. Halbuki zevk ve hâlin müşahedesini, ancak hâl sahibleri bilir. Bu şühû-dun alâmetlerindendir: Bunun sâhibi, asla bir mahlûku kötü görmez, hiç kimseden nefret etmez, ne bir mü’mine, ne kâfire, ne hayvana, ne de kendine düşmanlık eden câhile, hiç zarar ve kötülükdüşünmez. Kendini aşağı ve zelil görür, yüzü nurlu olur, gönlü daimi sürür ile dolup, şeriatın edebleri iJe edeblenmiş olur.Sâlikte nefs-i emmâre sıfatları bulunduğu müddetçe, bu kelime-i tevhidi abdestli olarak yalnız olduğu bir yerde, gözünü yumupsessiz olarak tekrar eder. Kalbinden ma’nasını düşünür. Kuvvet ve,şiddet ile illâllah dedikte, huşû ve hudû ile sol göğsüne başıyla imâeder. Böylece ondan şakilik sıfatlarının gitmesi, kalbine tevhid veef’âl gelmesi ilk saadete kavuşması ve bunlarla Allah-ü Teâlâ’mnkal’esına girmesi, her muradını alması mümkün olur.
KISIM : 8 NEFS-I EMMARENİN BİRİNCİ MAKAMDAN KURTULMASININ VE İLERLEMESİNİN ÇARE VE YOLU
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar k!:Kemâl yolunun sâliki, bu makamda iken, ancak akidesini düzeltip ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine uyar, güzel abdest alır,namazına dikkat eder. îlm-i hâlinde kanaat edip onunla âmil oluırgider. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye edinceye kadar ilimle, fenlepek uğraşmaz ve dünya işleri ile meşgul olmaz. Zira bu dar makamda bulunan sâlik, nefsini tabiatinden kurtanp kalb aynasınacilâ vermekten daha önemli bir şey bulmaz. Önce kelime-i tevhidile kalbini parlatır. Böylece, eşyanın hakikatim ve ma’nanın inceliklerini anlamaktan onu mahrum eden leke ve bulanıklıklar gidip^ilim ve fenlerin öğrenilmesi onun için kolaylaşır. En aşağı makamada bulunan sâlik, gönül aynası, hayvani sıfatlarla pas tutunca, çokrzikr ile kalbleri gayb nurlarından perdeleyen pislikleri kalbinden»giderip yemeği, içmeyi ve uyumayı azaltsın. Böylece kalbini günahlardan arındırıp halis kılsın. Şeytanın yollarım daraltıp kalb âlemine gelsin. İmânın hakikatim bulup o açık güneşi müşahede etsin. Çünkü bu makam, sakatlık, tabiat zindam, sıkıntılar ve bedenin en aşağı makamıdır. O halde bundan kurtulmaya çalışmak, heramelden ve her iyilikten üstündür. Sâdık sâlik, yedi makamm herbirinde, şeriat kapısı üzerinde durur. Bilhassa bu gaflet makamında her zaman nefsini, ölüm hastalığı, kabir azabı, mahşer halleri Cehennem korkuları ile korkutur ve bu korkusunda da daim olur.Bununla nefs-i nâtıka, gafletten uyanıp, şehvani nefisten yüz çevirir. Şeriatla amel edip, Hak yoluna gider. Çünkü birinci ve ikincimakamda, sâlikle beraber iki hal bulunur: Biri havf (korku), diğeri recâ (ümid) ’dir. Sonra sâlik üçüncü makama geçince, korkusu yavaş yavaş geçer. Dördüncü makama vardıkta, kemâl derecesinin,başlangıcına kavuşup tutumu heybete, recası açılmaya ve yayılma^ ya tebdil olur. Beşinci ve altıncı makamda bu gidişle gider. Sonra yedinci makama çıkınca heybeti celâle, ünsü cemâle dönüşür. In-şaallahü teâlâ bu hallerin hepsi, yerleri gelince anlatılacaktır.Demek ki, her kim kendini bu çirkin ve dar makamda bulduysa? şehvanî nefsin zindâmndan Rahmani ruh fezâsına çıkmayaçalışması, yemeyi içmeyi, uykuyu ve konuşmayı azaltıp, daima zikrve fikir etmesi, ahlâkını güzelleştirip tevekkül,- tefviz, teslîm, sabır,tahammül ve rızâyı kazanması lâzımdır. Böylece onun kibri teva-zua, kin ve düşmanlığı muhabbete, şehveti iffete ve diğer kötühuyları, güzel huylara dönüşüp gönül hastalıklarından kurtulur.Eğer insanlar içinde meşhur ise, süslü elbiseleri bırakıp kendinigözden düşürecek elbise giyerek adını unuttursun. Bununla şöhret âfetinden emniyyet bulup Mevlâsıyla yalnız kalsın. O’nun hu-zorundan alıkoyan şeyleri kalbinden boaşltsın. Az veya çok, elindeolanla kanaat etsin. Geçici lezzetlerden yüz çevirip, Allah-ü Teâlâ’ya yönelsin. Nihayet O’ndan işitip, O’na söylsin. îmtihan zincirleri ile, Hak’dan yana sevk olunmazdan önce, ihsân ve ikbâl ile yönelip, bu ruhâni alâmet ile, kalb âfetlerinden nefsini kurtarmağaihtimam edip ahlâkım güzelleştimeye muvaffak olduyda, insanlıksandığında gizli olan garîb ve acîb sırlan müşahede eder.MANZUMEÇün oldu tefrika-ı Mevlevi bu cem-i kütübGönülde âşıka herbir varak hicâb oluncaO hüsn-i aşkı derûnunda seyr eder ârifÇü Mısr-ı aşk-ı muhabbettesin aziz-i cihânBu aşk vasfım kimden sorarsm ey HakkıBu cem’i koy ki, bulunmaz bununla ref’i hücüb.Gözünde zehm-i da kat kat hücübsün oku kütüb,Ki hüsn-i lübb-i cihandır bu aşktan lübb-i lüb.Değil bu Yûsuf’i Ruhun yeri gıyâbe-i cüb,Ki bu muhiti bilendir garîk-ı lücce-i hüb.
KONU:2 KISIM : 1NEFS-I LEVVAMENİN BU ADI ALMASININ SEBEBİ, SEYRİ(GİDİŞİ), ALEMİ, YERİ, HALİ VE SIFATLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamdaki nefs-i natika, kötülükleri emretmekten pişmanlık duyduğu ve kendini çok kınadığı için, kendisine Levvameadı verilmiştir. Bunun seyri gidişi) Allah’adır. Alemi, Berzah, yerigönül hali sevgidir. Dayanağı tarikattır ki, fiilleri Peygamberlerinfiillerinden, sıfatları levm (kınama), heves, fikir, acep (şaşkınlık),halka itiraz, azarlama, yalvarma, gizli ikiyüzlülük, baş olma veşehvete karşı sevgidir. Ayrıca Emmare nefsin bazı alışkanlıklarınınizleri yine bu nefiste vardır. Fakat bütün bu vasıflara rağmen, yine bu nefis, hakkı hak, batılı batıl görür ve bilir, bunun için de busıfatlarla huzursuzdur. Ancak ne var ki kendini tamamiyle bunlardan kurtarmaya güç yetiremiyor. Fakat şeriata karşı olan sevgisi fazla ve tarikata bağlılığı daimidir, namaz, oruç ve sadaka vermek gibi salih amelleri çoktur. Fakat bu nefse aceb (şaşkınlık) vegizli riya (iki yüzlülük) getirdiğinden, fikirleri, ona bir ikazdır. Bunefsin sahibi, insanların onun güzel amellerini görmesini ve bilmesini sever. Amellerinin lialk için değil, Allah için olduğunu dabilmelerini ister ve bunların halktan gizli olmasını da ister, fakatamelleri sebebiyle kendisini methetmelerini de içinden arzular. Ancak bu huyundan da nefret eder ve bu yüzden rahat etmez. Bunarağmen bu huyunu kökünden koparıp atmak da elinden gelmiyor.Eğer bu huyunu, kalbinden tamamen söküp atabilse muhlis, tertemiz olurdu. Halbuki her muhlis, büyük tehlikededir, tamamen düzeltemiyor. Çünkü halkın, kendisinin tertemiz olduğunu bilmelerini sever. Halbuki insanların bilmesini istemek, gizli riyadır. Açıkriya (iki yüzlülük) ise halk için amel etmektir. Bu daha kötü birhuydur ki, insanı gizli şirke (Allah’a eş koşma) kadar götürür. İşte sâlih, bu sıfatlarla sıfatlanınca kendini ikinci makamda bulurve nefsine de Levvame denir ki, faziletli ve ibadetinde titiz olanlardan olmuş olur. Fakat bu makamın sahibi ne kadar temiz kalpledavranırsa davransın yine tehlikelerden ve hatalardan kurtulmaz.Nitekim hadis-i şerifte: «İnsanların hepsi helâktadır, alimler müstesna. Alimler de helâk olur, ilmiyle âmil olanlar müstesna. İlmiyle âmil olanlar da helâk olur, muhlisler müstesna. Muhlisler ise bü yük tehlikededir,» buyruldu.Bu makamda olanlar, kendi benliklerinden yok olması Allah’la var olmayı istemiş ve ecelleri gelmeden kendi iradeleriyle ölüp yok olma yoluna girmişlerdir. Nitekim Peygamber (S.A.V.) : «Ölmeden evvel ölünüz,» hadis-i şerifi ile, nefisleri öldürmeğe çalışmamızı ifade etmişlerdir. İkinci makamdan öle ^kamıyanlarm yerive varabildikleri son mertebeleri burasıdır. Halbuki mukarrebler(Allah’a yakın olan veliler) bu makamda durmaz, tâ yedinci makama varıncaya kadar, dalıa yüksek makamlara çıkarlar. Bu zatlar ikinci makamda durmazlar. Çünkü bunda büyük bir tehlikeve yıpratıcı bir yorgunluk olduğundan bm makamda kalanların rahat ve selâmet bulamadıklarını bilirler.Bu makamın en yüksek derecesi ihlâsür (yani* samimi, temizkalplilik). Bunlar için de büyük tehlike vardır ve bu tehlikeden kurtulmaları da çok zordur. Ancak yaptıran ve «durduranın Cenab-ıAllah olduğunu görmek ve tam bir kalp temizliğiyle © zevki tadarakonda yok olmakla mümkün olur. Bu görme zevki, mukarreb kulların yoluna girmek suretiyle tadılır ki, ikinci makamda bulunanzatlar onun kokusunu bile alamazlar. Çünkü mukarreb kullar delilve keşif yolu ile şu inanca varmışlardır ki, Cenab-ı Allah kullarınaşeriat kapılarını göstermiş ve dilediklerine o kapılardan huzurunagirme iznini vermiştir. Onlar da bu ilâlıî emre uyarak o kapılardaniçeri girmiş ve basiret (kalp gözü) ile Cenab -ı Hakk’ı müşahede etmişlerdir. Adı geçen kapıların açıldığını gören bu zatlar, ne şaşmış,ne de riya göstermişlerdir. Bunun, Allah’ın bir lütuf ve kereminineseri olduğunu görmüş ve bilmişlerdir ki, bu inançları sayesindeAllah'ın yardımı ulaşmış, ibadet kapıları açılmış ve oraya girmeğehak kazanarak huzura kabul edilmişlerdir. Artık bu halde olan kâmil zat için, ihlas gerekli değildir. Hattâ ihlâs fikrine bile gelmez.Çünkü o, kendi nefsi için ihlâsı gerektirecek bir amel görmez veCenab-ı Hak'tan başka bir iş bilmez ki, onda zarar görsün ve elemduysun. Artık o, amellerinde tam bir ihlâs içinde, hallerinde sevinçve selâmettedir. Fakat ikinci makamda olanlar, şuhud (Allah’ı ve Eeserlerini görme) mertebesine varamazlar. Onların herbirinin kendi amelinde ihlâs sahibi olması istenir. Fakat bunlar kalb gözleriperde ile örtülü olduğundan, Cenab-ı Hakk’m, kullarının bütün fiillerinin yaratıcısı olduğunu göremezler. Bunlar, bazı fiillerindendolayı elem duyup meşakkatte kalmışlardır. Yorgunluk ve eziyetleri öyle bir dereceye varmıştır ki, eğer onların birisi meselâ bir faredeliğine girse ona bir kedi pençesi musallat olur, eziyet verir ve işkence yapar. Çünkü onlarda yorgunluk, iç sıkıntısı, göğüs darlığı yapan , şaşkınlık ve kibirlenme gibi kötü vasıfları gösteren insanduyları vardır.KISIM : 2İKÎNCİ MAKAMDA DURAKLAYIP DAHA YÜKSEKLEREÇIKAMAYAN ZATLARLA MUKARRERLERARASINDAKİ FARK
Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki:
Nefs-i Levvameye sahip olan zatlarla daha yüksek makamlaraçıkan mukarrebler arasındaki farkı açıkça görmek için şu misalivermek yeterlidir. Meselâ Habis bir ağaç vardır ki, bü;yük gövdesibirçok dallar ile kuşatılmıştır. Bu dallarda her zaman türlü zehirli meyveler ürer. Öyle ki, her daim meyvesi bir başka türlü zehirdir.Bir gün bu ağacın altına bir grup insan gelir ve ağacın altındanbir nehrin aktığını görürler. Hemen bu ağaca çıkıp dallarım kesmeye başlarlar. Ancak ağacı kökünden kesmeyi, ya da ağacın kuruması için suyunu kesip toprağını atmayı akıl etmediklerindeno dalların zehirli meyveleri ile zehirlenip ölürler. Çünkü ağacıngövdesi yerinde durduğu için, bir tarafındaki dalları kesmeye çalışırken diğer tarafındaki dallar, yeşermeye başlıyormuş. Başka birzaman yine aynı ağacın altına başka bir grup insan gelir ve ağacınkökünü besliyen suyu keser, toprağını bir tarafa atarlar. Kısa süreiçinde ağacın dallarının zayıflayıp zehirli meyve vermemeye başladığını ve böylece o öldürücü zehirli meyveyi besliyen dalları kesmek zahmetine katlanmadan ağacın kuruduğunu görürler ve kendisinden tamamen kurtulurlar.İşte insan midesi de tıpkı bu zararlı ağaca, kötü ahlâk dallarına, fena sıfatlar ve bunlardan hasıl olan günahlar da zehirli meyvesine benzer. İşte ikinci makamdaki zatlar da kötü ahlâkın insanı felâkete götürdüğünü, her iki âlemde belâlara maruz bıraktığını,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder