26 Kasım 2021 Cuma

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ. MARİFETNAME......06

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ. 

ancak aklî delillerle bilmişler ve ondan sonra o kötü sıfatları birerbirer yok etmeye çahşmışlardır. Fakato kötü sıfatlardan tamamiy-le kurtulamayıp ahlâkî hallerini ıslahtan aciz kalmışlardır. Çünkü onlar bir gün bir kötü sıfattan temizlendiklerini görseler bile çokgeçmeden başka bir zamanda yine o sıfatla veya daha beteriyle müptelâ olduklarım görürler. İşte bunların ömrü bu şekilde zahmet ve işkence çekerek biter. Çünkü, bunların mideleri dolmuş, beşerî yönleri kuvvet kazanmış, kanları fazla dolaşmakla şeytanamağlûp olmuş ve onun verdiği vesveselerle gönülleri dolmuştur.

Muhakkak ki şeytan yol bulup bir kimsenin bedenine girse ve kangihi damarlarında aksa, o adamın kalbi kötü sıfatlarla dolar, o kimse, o sıfatların birini bile yok etmekten aciz duruma düşer. Gerçi,bazı zamanlarda dinlediği ölüm sekeratı, kabir azabı, mahşerin hal-'leri ve cehennem korkusu, onda bir takım kötü vasıfların yok olmasına sebep oluyorsa da zamanla o korku azalıp sönünce o yokolduğunu bildiği kötü sıfatın tekrar kendisinde ortaya çıktığını görür. 

Fakat (Allah’a yakın olan veliler), delil ve tecrübe ile mideninfesat, fitne ve kötülükleri men edici olduğunu bilmiş ve bütün kötü sıfatların kaynğı bulunduğuna innmışlardır. Bunun da tek çaresi olan yemeği azaltmak suretiyle midenin bu kötü tehlikelerdenkendilerini tamamen kurtarmış, selâmete ermiş ve kendilerini bütün güzel vasıflarla bezeterek kalplerini daimi bir huzur, bir nurve sevinçle doldurmuşlardır. Çünkü, yeme ve içme azaldıkça, uykuda hafifler ve azalır, bu sebepten konuşma da az olur. 

Çünkü, açve uykusuz olanm konuşma isteği olmaz, sükutu sever. Onun içinmukarreb kullar, halktan uzak kalır, inzivaya çekilip ibadetle meşgul olurlar. Bunlarda zerre kadar kötü sıfat kalmadığı için rahatederler. Nitekim büyük veliler ve Allah’a yakın olan zatlar ancakaçlık, uykusuzluk, susmak ve tenhada ibadet yapmak suretiyle bu İ mertebeye nail olmuşlardır.İşte bu misaldan açık olarak anlaşılan şudur: Allah’a yakınolanlar, öyle bir topluluktur ki, onlarda şaşkınlık, kibirlenme vekıskanma gibi kötü vasıfların zerresi bile bulunmaz. Çünkü onlar,kötü vasıfların tümünü kökünden kazıyıp yok etmişlerdir. Öyle ki,’hiç biri hatırlarına bile gelmez. Onun için, bunlar tüm evham, kuruntu, keder ve üzüntülerden arınmış, gönülleri huzur ve rahata,kavuşmuş, manevî zevk ve sevinçle dolmuştur. Bunlar, hiç kimse yi incitmedikleri için, halk, onlan gönülden sever. Çünkü, bunlariyi işlerden başka bi rşey yapmazlar. Böyle olduğu halde yine kıskanç insanlar bunlan çekememiş ve türlü hilelerle bunlara zararvermeye çalışmışlardır. Fakat bu hile ve kıskançlıkların kendilerine hiç bir zarar ve faydası olmamıştır. 

Çünkü bu zatlar, şuhud zikrine dalmışlar, onun için de düşmanları tarafından kendilerine kazılan kuyulara yine düşmanları düşüp belâlarım bulmuşlardır.Kendileri ise Allah’ın kalesine sığınarak emniyet, selâmet bulmuşlar ve her iki dünya saadetine ermişlerdir. Nitekim Cenab-ı Allah,Kur’an-ı Kerim’inde, Ulu velilerin, dünya ve âhirette her çeşit keder ve üzüntüden uzak olduklarını buyurmuştur. Gerçi bu âyet,Peygamberin (S.A.V.) «Dünya müminin hapishanesidir» hadis-işerifine muhalif görünüyorsa da buna benzer hadis-i şerifler ikinci için söylenmiştir. Gerçi onlar doğru, takva sahibi ve tam inanmış, ibadet, zühd ve takvalarında ileri gitmiş, şeriat hükümlerine jfeoyun eğmiş, itaatli kişilerdir. Cenab-ı Allah, onlan hoş görmüşve öğmüştür. Ancak ne var ki onlar, nefsin kederlerinden tamamenkurtulmamış ve kalp boşluğu ile İlâhî huzurun zevkine erememiş-lerdir. Ayrıca bu dünya onlara, yorgunluk ve eziyetle dolu bir belâ»zindanıdır. Fakat âhirette kendilerine vadedilen sevap ve mükâfattan mahrum olmazlar, fakat ulu veliler, aşk deryasına dalmışlar,dünya ve ahiret ehli olmayıp mâna âleminin insanlarıdır ve Allah(C.C.)’ın huzurunda olup bütün insanları unutmuşlardır. Allah’mfikriyle ve onu tefekkürle uğraşıp gönülden içeri girmişler, bütünkâinatı bırakıp yaratıcıya varmışlardır. Çünkü bunlar ne dünyalezzetleri alır, ne de âhiretin nimetlerini bilirler. Bu durumda bunlar nasıl esir edilirler ve niçin üzülüp elem duysunlar? Onlar Hak^Teâlâ’nın huzurunda duydukları zevk ve sevinç içinde kendilerin-'denden geçer ve varlıklarından yok olup Allah ile var olurlar.

KISIM : 3, NEFS-İ LEVVAMENİN İKİNCİ MAKAMDAN ÜÇÜNCÜ MAKAMA YÜKSELİŞİNİN ÇARESİ
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Bütün âfet ve elemlerden kurtulmak ve daimi bi rrahata kavuşmak isteyenler, mukarreblerin izlerinden gitsinler ki, nefislerikemâle erip bir makamdan diğerine yükselerek yedinci makamakadar çıksınlar ve o makamda görülmemiş, acayip şeyleri müşahede etsinler. Bu ilerleyiş, nefis mücadelesi ve devamlı olarak içlizikir yapmak suretiyle sağlasınlar ve her makamda ona mahsusolan isim ile meşgul olsunlar. Çünkü, ismiyle ne kadar çok uğ-raşılırsa yol o kadar yakınlaşır ve uğraşma ne kadar ihmal edilirse yoldan o kadar uzaklaşılır. Sonra o hiç kimseyi kınamasın, kendinefsini kınasın ve kusuru kendinde bulsun.Sâlik için mücahede lâzımdır. Mücahedede muvaffak olanın bütün alışkanlıklarını terketmesi şarttı. 
Adetlerin hepsini terket-mek ve mukarreblerin yoluna girmek için konulan esas vadır ki, bunlar; az yemek, az uyumak, az konuşmak, inzivaya (yalnızlığa| ; ' ; çekilmek, zikir yapmak ve daimi surette Allah’ın azametini, kudretini düşünmektir. 

Bu 6 esas sırasıyla yapılacaktır. Çünkü hepsi debirbirine bağlıdır ve birbirini kuvvetlendirir. Eğer sâlik bu yolagiren kişi, bu 6 esası sadakat ve içten gelen kuvvetli bir duygu veirade ile yaparsa bütün faydasız alışkanlıklarım terketmiş, müca-hedeyi başarıyla kazanmış olur. Bu 6 esas, ne ifrat ne de tafritegitmemek ve itidalle (ortalama) gitmek suretiyle uygulanır. Onuniçin yemek içmeyi terkedin denilmiyor da azaltın deniliyor. Sonrasâlik için faydalı olan şey de şudur: Acıkmadıkça bir şey yememek,doymadan yemekten kalkmak ve acıkmadan nefsini yemektenmen etmektir ki, yemenin ağırlığını üstünden atsın. Nitekim peygamber (S.A.V.) efendimiz öğleyin yemek yediğinde akşam yemezlerdi veya akşam yediklerinde öğleyin yemezlerdi. Sonra sâlik sofrada çeşitli yemekler bulundurmamaya da dikkat etmelidir. 

Tekçeşit yemekle yetinsin ve nefsin hakkım verip yani 75 gramdan150 grama kadar yedirip isteklerini engelisin ve eğr bu ortalamadavranış, tarikata yeni girmiş sâlike güç gelirse ve duyduğu hazve lezzet sebebiyle işi ifrata vardırırsa, o zaman nefsini terbiye içinhaklanna riayet etmemesi gerekir, yani 24 saatte 50 ile 100 gramdan fazla yemek yedirmeyip çok az uyusun, kendini açlık ve uykusuzluğa öyle alıştırsın ki, nefsi bu hakkının yerine getirilmesiyle sevinip itâat etsin. İkinci makamda sâlik, bu makama mahsusolan isimle daima meşgul olsun; Allah, Allah, Allah deyip sonuna yani H’yi sakin kılmazsa bu isimden beklenen tesir oluşmaz ve kalbe, meleküt âleminin şaşılacak şeyleri görünmez. Ancak yatar, kalkar ve iş yaparken gece gündüz, gizli ve içten duyarak bu isimlezikir yapılırsa murad edilen yerine gelir ve gayb âleminin şaşıla--cak şeyleri ona görünür. Birçok vakitlerinde kıbleye dönerek gözlerini yumup bu mübarek ismi kısa nefeslerle zikreder, her tekrarında başını kaldırıp göğsüne indirir ve Allah lâfzının hemzesi üzerinde durup H’den evvel gelen elifi uzatıp H’yi sâkin okur. İsmitekrarda acele edilmemesi gerekir. Çünkü o zaman, bu ismin manası kalmaz, tekrarında beklenen tesir olmaz.Bu makamda sâlikin kuruntuları ve yersiz hayalleri çok olur.Eğer bu ismin zikrine devam ederse bu kuruntu ve yersiz hayaller632 MARİFETNAMEbirer birer söner. Çünkü bu celâl ismi öyle bir ateştir ki, bununlabütün fikir ve hatıralar yanar. Sâlik, sırf bu mübarek isimle meşgul olur ve zihnindeki diğer fikir ve hatırlarla ilgilenmezse o zaman bu makamı süratle geçerek diğerlerine yükselebilir. Çünkü sâ-likin kalp aynası insanlara dönüktür. Bu ayna neye çevrilirse onda o şey görünür. Tabiî bu makamda, sâlikin kalp aynasında insanların suret ve şekilleri, fiilleri, âdetleri, vasıflan, sözleri, güzellik ve çirkinlikleri birer birer aynada görünür. Sâlik, bu görüntüleri kalp aynasından silip yok etmek için çalışır. Fakat tamamensilinip yok olmaları güç olur. Çünkü aynaya daima yeni yeni görüntüler gelir, resimler çizilir. Ancak insanlann hepsinden tamamen uzaklaşırsa suretlerini görmez, sözlerini işitmez ve bütün zevklerinden öyle uzaklaşır ki ne kokularnf'alır, ne tadl^rım bulur nede onlardan biriyle ilgisi olur. Tâ ki onda, onlara ait hayal ve kuruntulardan bir iz kalmasın, onlardan gelecek azabı bulmasın, veinsanlar kendisiyle Allah arasında perde olmasın. Ondan sonra artık Allah’a kavuşma hasreti içinde olan sâlik, insanlan ve onlardan gelen bütün zevk ve lezzetleri unutsun.İşte mücahedenin neticesi budur. Buna muvaffak olana nemutlu!KISIM : 4İKİNCİ MAKAMDA KULU, ALLAH’TANAYIRAN ENGELLEREy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Her ne kadar Allah’a yakın olan velilerin yollarına çok engeller çıksa da, halka meyletmek ve onlarla sohbe etmeken daha beteri yokur. Çünkü, bu yolda gereken mücahedenin esası, halkınâdetlerine aykırı hareket etmektir. Onların meclislerine giren, şakalarına karışan sâlik, hiç bir makama yükselemez ve mücahedeile müşahede mertebesine çıkamaz. O yüksek makamlara çıkmakisteyen kimse, dostlan ve yakınları dahil bütün insanlardan uzaklaşıp inzivaya (yalnızlığa) çekilmeli, yüce Mevlâsıyla başbaşa kalmalıdır. İşte o zaman hayret edilecek şeyleri, kalp gözü ile seyredip ruhunda derin bir haz ve zevk duyar. Fakat bu ilâçlan uygula-mıyan kimse, yorgunluk ve inadında kalır, boşuna vakit kaybedipAllah’a yakın olma isteğine nail olamaz. Çünkü ancak halktan uzakolan Allah’a yakın olur ve saadeti bulur ve ulu veliler zümresinegirer. ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZBu makamda sâlike gereken şey, uyanık olmak ve nefsindekalan kibir, kıskançlık, iki yüzlülük, kuşkulanma ve itiraz etmegibi nefs-i emmarenin izlerini tamamiyle silip yok etmektir. Kendinefsini ebediyyen helâktan kurtarıp kalbini müşahedeye mani olanişlerden arındırmak, sâlik için her şeyden önemli ve lüzumludur.Çünkü gönül, Allah'ın bakış yeridir. Allah’ı bilmek ise, her şeyinüstündedir. Bunun için kalbi temizlemek hepsinden iyidir. Bu makamda sâlik güneşin doğuş ve batışında, kalbi arıtmadan evvel«Ey kalpleri dilediği gibi tasarruf eden ve onlara hükmeden Allah,kalbimizi tâat ve ibadetin ile süsle,» duasını, kalbini arıttıktan sonra da «Ey kalpleri dilediği gibi çeviren Allah, kalbimi dinin ve tâ-atin üzerinde sabit kıl» duasım okumalıdır.Kalpleri değiştirmenin manası; Cenab-ı Hakk’ın gönülleri gafletten huzura ve aksine üzüntüden sevince ve aksine korkudanümide veya aksine genişlikten darlığa, darlıktan genişliğe ve bunungibi zıtlara döndürmesidir. Bu duadan murad, ancak bu tarikattasadakati sağlamaktır. Bu ikinci makamda sâlike «kulların kalpleri,Allah’ın ellerindedir. Dilediği gibi evirir, çevirir» hadis-i şerifininsim zevkle belirir ki, bu zevk, sülûke olan isteği fazlasıyla arttırır,mücadedede bulunmaktan hasıl olan elemi unutturur ve kalbinhallerini daha iyi anlayıp Allah’tan başkasından uzaklaştırır.Esas olan bu manevî hali kazanmak ve hiç bir riyakârlığa kaçmadan Hak Teâlâ’dan kalbe akışını sağlamaktır. O manevî hal de ya üzüntüdür veya sevinçtir, ya korkudur veya ricadır, ya sıkmaktır veya genişliktir, ya heybettir veya usluluktur, ya celâldir veyacemâldir veyahut da başka bir mânâ kalbe gelir. Eğer o mânâ, gönülden yok olursa, ona Hal denir. Eğer Meleke olup dâim kalırsa,ona Makam denir. Sonra Hal, Allah vergisidir, makam ise kazanmaile elde edilir. Hal, İlâhî pınardan gelir, makam ise fazla mücahedeile kazanılır ve onun sırrı ancak mücahede yapmak suretiyle âşi-kâr olur.Eğer sâlik, mücahede yapmadan bu sırrın tezahür ettiğini iddiaederse, o sırrın tezahürü değil, belki nefsin gururlanmasının neticesidir. Çünkü nefsin gurur duyuşu şamndandır. Nefis kendindeolmıyan kemâli duyduğu zaman, varlığını iddia eder. Halbuki müşahede diye bir şeyyok tur. Çünkü, müşahede ancak mücahede ileoluşur. Tabiî doğruyu söyliyen sâlik, mücahede yapar ve onda saklıolan kıymetleri ortaya çıkarmak için kalbinden içeri girer ve boş yere konuşmakla vakit geçirmez, nefsini terbiye eder. Çünkü nefis,kendinde olmayan kemâli iddia ederse, kendini imtihan ederken,vereceği cevablarla yalancılığım ortaya koyar. Sâlikin nefsini ken- 634 MARİFETNAME disi imtihan edip tasdik etmesi yetmez ve ona haz vermez. Hak’tanuzaklaştığını gördükçe ona düşmanlık eder ve bütün kabahatlerinişeyhine aynen anlatır ve hiç bir şey gizlemeden bütün derdini onadöker. Tedbirli olan şeyhi de bu kusur sahibi müridinin derdini anlayıp ona göre ilâcını verir. Şeyh ile mürid arasında geçen şeylerinhepsi de gizlidir. Ömürleri oldukça dille söylemek veya yazı ile yazmak birbirlerine ihanet olduğu gibi Allah’ın yanında da hiyanetsayılır. Sözünde sebat etmek ve emaneti mezara kadar götürmekiyilerin vasfıdır.KISIM: 5İKİNCİ MAKAMDA NEFS-İ LEVVAMENİN MİSAL ALEMİNEGİRİŞİ VE ORADA RUHLARA KAVUŞMASI, KARŞIKARŞIYA GELİP SOHBET ETMELERİ' ' Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamda bulunan sâlik, eğer nefsiyle mücahedede sebat ederse, kalbin, acayip sırları ona görünür ve misal âlemine girer ki o, bu âlemin dışında olan bir âlemdir ve onu kalp makamının sonuncusuna erenlerden başka kimse bilmez. Çünkü misal âlemi ikinci makamın sonudur ki, onu ancak mücahede eden bilir.Yoksa ikinci makamda kalanlara bu hal nasip olmaz ve o âlemiMüşahede edemez. Misâl âlemi, Allah’a yakın olan makamlarınİlkidir ki, bu beş duyu organı ile idrak edilmeyen işleri, bu yoldailerlemiş gerçek sâlik, işitir ve görür. Nitekim Peygamber (SA.V.)eîçndimiz de «mü’minlerin kalbi, Allah’ın evidir,» buyurmuşlardır.peygamberimiz (S.A.V.) bu sözüyle, kalbin İlâhî sırların saklandığı yer olduğunu bildirmişlerdir. Sonra o sâlik, Habibullah’ın sözlerinden ibaret olan şeriata göre amel eder. İlâhî nurun tarikatın dediklerini yapar. Tâ ki, hikmet pınarları onun kalbinden delinip dilinden akmaya başlar ve bununla yükselip rütbesini arttınr. İkinci makamdan ayrılan sâlik, Cenab-ı Allah’a doğru yol alır ve bu yolculuğunda ilk durağı misal âlemidir. Bu âlemde cisimlerin ke-şifliği ile ruhların letâfeti arasında olan eşbah (ceset) suretleriylebuluşur. Ona lezzet ve sevinç getirir. Bu güçle yoluna devam eder.Şevk ve zevkini arttıran sırları öğrenerek yüksek makamların yakınlarına doğru ilerler ve kalbinde muhabbet ateşi yanarak nefsinbütün şehvetlerinden kesilir. Her ne kadar ruhanî lezzetler kahrise de bir engel teşkil etmezler. Çünkü ikinci makamda varılmak 635 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.istenen, geçmişe göre karanlık perdeleri geren nefsin şehvetlerinden vaz geçmektir.Misâl âlemine ancak sâlik olanlar girer. Bu giriş ise uyku ileuyanıklık arasında olan bir haldir ki, sâlike genellikle oturduğu yerde gelir. Bu hale vâkıa derler. O bu halde göreceğini görür. Şuşartla ki, bulunduğu yeri ve zamanı, kendisinin kim olduğunu vene halde olduğunu bilir ve uyku ile uyanıklık arasında olduğunubildiği halde görür. Eğer bu beş şarttan birinden gaflet ederek görürse o zaman gördüğü âlem misâl âlemi değil, Berzah âlemidir vegördüğü de rüyadır. Vakıa değildir. Çünkü bu hal sâlike uyku ileuyanıklık arasında gelmiştir ve başlangıçta uyku onu bastırır vesonradan yavaş yavaş bu yolda ilerler, böylece uyanıklık hali ga-lib duruma geçer. O zaman bazı ruhanileri görür ve tanır. Onları,uyanıkhk halinde gördüğünü sanır. İşin doğrusu, o sâlikin onlanbu hal içinde görmesidir. Fakat himmetinin yüksekliğinden onunbu hali, uyanıklığına o kadar yakın olur ki, duygu organlarını durdurur ve bu halin uyku ile uyanıklık arasında meydana geldiğinibilir. Ashab-ı kirama bu hâlette Cebrail (A.S.) ârabî suretinde gelmiştir. Büyük velilere, bu hâlette Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’inruhaniyeti görünür. Bu büyük devlete müşâfehe (karşı karşıya gelip konuşmak) adı verilir. Falan adam, o hazreti müşafehe ile görmüş deniliyor. Hülâsa başlangıçta duyu organları aldamr. Sonrao hallerin kalbe belirmesi mümkün olur.Nitekim kâmil bir zat demiştir ki: Mücahede eden bir sâlik,bana yeminle, «Ben Peygamberi (S.A.V.) gözümle gördüm. O zaman uyumadığımı ve uyanık olduğumu katiyetle bilirim,» dedi.Ben, o sâlike nasıl gördüğünü sordum, dedi ki: «Falan yerde idim,falan ve falan dostlarım da yanımda iken o Hazret meclisimize geldi ve benimle konuştu. Ben de onunla konuştum ve gözümle gördüm.» Ben ona, peki seninle bulunan dostların da o Hazreti gördüler mi? dediğimde, «hayır, onlar görmediler» cevabım verdi. Bende o sâlike öğüd verdim ve dedim ki: «Eğer o Hazreti hakikatenbaş gözünle görse idin, seninle birlikte bulunan dostların da onugörürlerdi. Ancak seni o anda bir gaflet bürüdü, onun için sana oruhaniyet gelmiştir ve misâl âlemi de kalp gözüne görünmüştür.»Sâlik hemen hatasını kabul ve idrak etti, benim öğüdümü canlabaşla kabul ederek dua etti.Buna hiç şüphe yok ki, uyku ile uyanıklık arasında yalnızmülk âlemi içinde bulunan eşya görünür. Melekût âlemi onun birşubesi olan misâl âlemi görünmez. Ancak kalp gözü ile görürler.Gerçi baş gözü açık olsa bile gören, yine o baş gözü değil, kalp gözüdür.636 M MARİFETNAMEMANZUMEMâşuku hırâmandırOldukça bu tarz olsunUşşak ana hayrandırOldukça bu tarz olsunDil, sulh salâh olduŞeb gitti sabah olduKüfr itti hep imândırOldukça bu tarz olsun.Hem rikkat mahzundurHem himmet mecnundurOl silsile CünbandırOldukça bu tarz olsunNefs oldu çu RahmanıDer eşlem şeytanîBu ten ki müslümandırOldukça bu tarz olsun.Ol mihr dirahşândırKevneyn gülüstandırEşhas kamu candırOldukça bu tarz olsun.Aşkın lebi KevserdirŞirin sözü şekerdirAlem şekeristandırOldukça bu tarz olsun,Aşkm gamı nimettirZihri dile şerbettir,Hakkı, şeker efşandırOldukça bu tarz olsun.KISIM : 6MİSAL ALEMİNDE OLAN FEHVANİYEYİ VE TEMİZLEME VEDÜZELME ALAMETLERİEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Sadakatle tarikata sarılmış sâlik, öyle bir zaman gelir ki misâl âleminde fahvaniye halini bulup Allah-u Teâlâ’mn konuşmasını duyar ve hoşlanır. Bazen de bu emri şeytan verir ve sâlik de ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.Cenab-ı Hakk’a erdiğini sanır. Halbuki o, kendi şeytanını görmüştür. Eğer bu halden hemen sonra sâlikte hikmet bilgisi, şeriatabağlılık, tarikata uyma halleri belirirse, bu hal ona Allah’ın birikramıdır kİ, fehvaniye hali doğrudur. Eğer bu halden hemen sonrasâlikte inançsızlık, şeytanlık ve heveslere meyil başlarsa bu hal,şeytanîdir ki, Allah’a giden yolu kesmiştir. Sâlik’i, dileğinden geciktirmek veya geri bıraktırmak için gelmiştir. Allah onun şerrinden korusun.Allah onun şerrinden korusun ki, o delâlete (sapıklığa) düşmüştür. Gerçek fehvaniyeyi Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz birhadis-i şerifinde şöyle bildirmiştir: «Ben Allah’ı, en güzel surettegördüm. Onunla konuştum. Emirlerini aldım. Demek ki, gerçekfehvaniye şudur ki, neticesi bu bilgiler olur. Neticesi kuruntu olanşeytanın işi olan aldanmalar Fehvaniyye değildir. Bu tarikattanmurad olan Allah’ı bilmelidir ki, bunlar kalbin ve insan nefsinintemizlenmesidir. Bu temizlenmenin -alâmetleri vardır: Kalbin temizlenme alâmeti, İlâhî ilimlerin ilham olunması ve bu ilhamınkitap ve sünnete uygun olmasıdır. Nefsin temizlenmesinin alâmetide bütün kötü hallerden kurtulmasıdır. Onda şaşkınlık, kibir, kin,keder, şehvete meyil, kimseden tiksinme, kimseyi azarlama halleriolmaz. Bütünlük haller ,ona göre müsavidir, birdir. B.ü .hallerindendolayı rahat ve selâmete ermiştir. O kalp rafföiti 'içİfıde İlâhî meclise gelip mevlâsıyla yalmz kalır. Çünkü, halkın bir kısmıtıa fazlasevgi göstermiyor ki,- Allah’tan ayrı kalsın ve insanların bazısınada nefret duymuyor ki kalbi bozulup Allah’tan gafil kalmasın.Onun insanlara sevgisi de, nefreti de sadece Allah içindir. Bu ikinci makamda en önemli şey, sâlikin şehvetlerden tamamen kesilmesidir. Bu şehvetlerin başı da yemek ve giyinmektir. Eğer sâlik, kendi nefsinde bazı yiyecekleri fazlasıyla sever ve giyeceklerin bir kısmım çok beğenir, giymek isterse, o zaman bütün yiyecek ve bütüngiyimler ona bir oluncaya, eşit görününceye kadar mücahedeyedevam eder. Bu eşitliği duyduğu zaman nefsini temizlemiş, şerrinden kurtulmuş olur ve ük kemâl derecelerini geçmiş, his âlemindenuzaklaşıp yüzünü kutsal âleme çevirmiştir. Eğer sâlikin nefsi, şehvetlere meylediyor ve mücahede ile bunlan tşrketmekten âciz kalıyorsa, o zaman o sâlik Hak yoluna girmemiştir, girdiğini iddiaederse, tam bir sapıktır. Onunla konuşmak, sohbet etmek kişiyeancak pişmanlık ve zarar verir. Ondan çekinmek ve hatta nefretetmek, imanın selâmetidir. Sülük ehli Hak yolundan şaşmamak veşehvetlere kapılıp sapıklığa düşmemek için, bu gibilerden sakınma lıdırlar. Çünkü, Hak yolu, halkın müptelâ olduğu kötü âdetlerin638 MARİFETNAMEhepsine karşı koymaktan ibarettir. Gerçek sâlik, âdetleri terkedin-ce halkın durumuna aykırı hareket etmiş olur ki, halk onu delisanır. Halbuki o küllî akla kavuşmuştur ve sâlik o yüksek dileğineancak halkı deli yerine koyup, terketmekle ulaşabilir. Çünkü onunkalbinde en ufak bir şeye meyil doğarsa önünü keser. Allah huzurundan mahrum kalır.KISIM: 7KALBİN TEMİZLENMESİNİN VE NEFSİN ISLAH EDİLMESİNİNEN GÜZEL VE EN KISA YOLUEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Gerçek sâlik vardır ki, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirir, yalnız Cenab-ı Allah’a döner. Hiç kimse ile dost olmaz ve oturupsohbet etmez. Çünkü kalp içinde hikmet nuru, beş kapüı bir evde'yanan bir muma benzer. Nitekim beş kapımn hepsi kapalı olsa, •% mumun ışığıyla o ev aydınlanır. Eğer kapılardan biri açılırsamum söner ve bütün ev sabaha kadar karanlıkta kalır. Beş duyuorganıyla kalbin içinde bulunan hikmetin hali, tıpkı bu beş kapıhevde yanan -ftjuma. benzer. Eğer kalp, o beş duyu organının kazandırdığı idraklardan, yani kulak, işitme, göz görme, burun, koku,dil, tad, dokunma duyusu da dokunma duyumlarından vaz geçersebütün şehvetler unutulur ve o zaman kalpten dile hikmet pınarları coşarak akar. Bu hikmet, «Eğer o nur kalbe inerse, kalp açılırve sevinir,» hadis-i şerifinde bildirilen nurdur. Eğer bu beş duyuorganı duyumlardan vazgeçmezse, yani kulak seslere, göz görülenlere, burun koklananlara, dil tadılanlara çevrilirse kalpteki hikmetlerin nuru söner ve gönül evi ecel gelinceye kadar tabiatın karanlığı içinde kalır. - , Bütün bu anlattıklarımızdan anlıyoruz ki, kalbin (ruhun) şehadet âlemiyle (görülen âlemle) münasebetini sağlıyan ve tam tanbeş duyu organıdır. Çünkü bunlar olmazsa ruhun dış âlem hakkında hiç bir idraki olmaz. Ruhun gayb âlemine olan hasreti, onun içduyu organıyla yani kalble, olur ki, gayb âlemini (görünmeyen âlemi) ve içindeki işleri bunun vasıtasıyla idrak eder. Yukanda anlatıldığı gibi, kalb temizlenmeden evvel iki âlemden birine yönelince öbür âlemden vazgeçmek zorundadır. Çünkü aynı zamanda heriki âleme birden yönelip ikisini birlikte idrak etme gücünden mahrumdur. Esasında şuhud (görülen) âlemi değersiz, Cenab-ı Allah'- 639 ■MH 9KSH!HnHRİ2$ ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.tan çok uzaktır. Eğer gönül bu âleme bütünüyle çevrilip gayb âlemi terkedilirse, böyle yapan kimse insan suretinde hayvan olur.Onun için böyle kimselerin çok yiyip içtiğini, çok uyuduğunu, öfkeve şehvetin esiri olduğunu görürsün. Böylelerinin düşmanlığı, çatışması da fazla olur. Cehalet ve gaflet içinde manasız şeylerle uğraşır. Eğer gönül, Allah'ım düşünüp ona yönelirse ve İlâhî yasaklardan nefsini uzaklaştırıp emir olunanları yapmaya çalışır, nefsininzevklerinden vazgeçip haklarına razı olursa, yani fazla yeme içme yi bırakıp 24 saatte 200 gram yemekle yetinir ve fazla uyumayı bırakıp ancak 4 saat uyursa, daima hayrı konuşup yersiz konuşmaktan çekinirse ve gayb âlemine dönüp ona bağlanırsa bu kimse heriki âlemde yanılmadan nefsinde toplar ve Allah yoluna sülük ederek meleklerin vasıflarını kazanmış olur. Öfke ile şehvetine hakimolup nefsini gemler ve başkalarıyla ilgisini keserse, emaneti taşıma ya lâyık bir kimse olur. Çünkü öfke ve şehvet, insan ve melek arasında müşterek, ruh için aynanın arkasına yapışmış olan kesif (yoğun) bir şey makamındadır. Nitekim aynanın bir yüzü kesif birşeyle kararmadıkça onda suret görülmez. Bunun gibi insan ruhuda öfke ve şehveti taşımadıkça onda tecelliyat olamaz. Ancak şuşartla ki, öfke ve şehvet, akıl ve şeriatın hükmü altına girsin; Böylece saldırıştan korunmuş sâkin bir ruh hali içinde beğenilmiş veöğünmüş olsun. Gerçi öfke ve şehvetten ötürü insana zalim denmiştir. Fakat bunlar, akıl ve şeriat ile korunduğunda Allah’ın emanetini taşımak için gereken sebep bulunmuştur. Çünkü insan, öfkelive şehvetli olduğu için, yer, gök ve dağlann taşımayı kabullenmediği emaneti yüklenme görevini üzerine almış ve bu güç vazifeyikabullenmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: «Cahil ve zâlim olaninsan, bu emaneti yüklenmiştir,» diye buyurulmuştur.öfke ve şehvete sahip fakat ona hakim olan kâmil insan, buağır yükü yüklenen, fakat ona hakim ademoğlunun varisidir. Çünkü, Hak Teâlâ ona yerde halifelik rütbesini vermiş ve bu âlemdeaziz kılmıştır. Fakat öfke ve şehvetinin esiri olmuş olan kimse de,insan suretinden bir hayvan, hatta hayvandan da aşağıdır. Çünkühayvan yaradanına isyan etmediği gibi bir şeyle de mükellef değildir, dolayısıyla da ne hesap verir, ne azap görür, ne de Cehenneme gider. Allah yoluna giren kimse ise öfke ve şehvetini yendiğiiçin, kalbinde gayet yüksek bir dereceyi bulur. Nefsinin kadrini bilirve onu hayvani sıfatlardan uzaklaştırır. Bitki ve hayvan mertebelerinden dönük; az yeme, az uyuma, az konuşma, inzivaya çekilipzikir yapmak ve Allah'ın büyüklüğünü düşünmek suretiyle ilerleyipinsanlığın Hilâfet makamına yükselir. Çünkü bunun kalbinde ar 640 MARİFETNAMEtık şirk ve cehaletin izi olmadığından onda korkunun ve üzüntünün eseri olmaz. İnsanda bulunması gereken şeyler onda kalmadığından günah işlemezler. Bu dereceye gelmiş olan kâmil insan, ahiret saadetiyle mutlu olur. Böyle bir zat, her iki dünyanın da saadetine ermiştir. İşte kâmil bir insanın hal ve tavırları budur veböyle olan zat elbette ki yeryüzünde Allah'ın halifesidir.KISIM: 8İKİNCİ MAKAMDAKİ SÂLİKTE BULUNAN VE ONA HAF*MOLAN ÖFKE VE ŞEHVETİN SEBEBİ, KÖKÜ, HAKİKATİ, TAHAMMÜL ETME VE İLAÇLARIEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamın başlangıcında sâlik, şaşkınlık ile kibirden tamamen arınmamıştır. Bunlarsa öfkenin kaynağıdır. Çünkü öfke,külün içinde görünmeyen köz gibi kalp içinde örtülü bir ateştir.Kibir onu ortaya çıkarır. Kibir, insanın nefsinde kendini görmektendoğan bir sıfattır. Kibrin de hakikati, ucubdur. Bir kimsenin halkakarşı olan kibirlüiği bu sıfatın eseri olarak belirir. Çünkü, nefistegömülü olan kibrin ortaya çıkışı kibirlenmedir ki, bu haramdır. Ohalde kötü olan, nefsini görmekten doğan öfke olup sahibini hükmü altına, alır. Ne aklın, ne de şeriatm hükmü altına girmez. Sahibi ona mağlûb olur, onunla muztarib olur. Dış görünüşü çirkinolduğu gibi öfke amnda içi dışından daha da çirkin olur. Çünkübu kızgınlık, şeytamn yaratıldığı ateştendir. Nitekim Ayşe annemizin kızgınlığı zamanında Peygamber (S.A.V.)’in ona: «Şeytanin geldi» buyurduğu ateş budur. Cenab-ı Allah, nice hikmetler için bu ateşi insanın içine koymuştur. Bu ateş, herhangi bir sebeple yanınca yüreğin kam kaynayıp damarlara yayılır, sonra bedenin üst kısmına çıkıp deriye kadar gelir. Eğer kendinden aşağı olana kızmışsa, öfkesinden rengi kıpkırmızı olur. Eğerkendinden büyüğüne, yükseğine kızmışsa, korkusundan rengi sapsarı olur. Eğer kendi akranına kızdıysa, yüzü kızanr, bozarır. Buöfke hali, çok yerinmiştir ve sahibini helâk eden çok tehlikeli birdüşmandır. O halde her tehlikeden kurtulmak istiyen, bu kötü hu yun özü olan kibirlenmeyi, açlık'ile kökünden kesmeye çalışsın.Böylece kızgınlığı zayıflayıp yenilsin ve o kötü şeyden nefsini kurtarıp emniyete, selâmete kavuşsun.Kızgınlık heyecanı anında en kuvvetli ilâç, nefsinin zayıf ol- 641 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.duğunu düşünmek, bu sebepten başkasına saldırmaya kendini lâ yık görmemektir. Cenab-ı Allah’m kendisi üzerindeki kudretinin, kendisinin başkasına olan kuvvet ve kudretinden çok daha üstün olduğunu bilip Allah’ın azâb ve intikamını hatırına getirmektir. Böylece nefsini, öfkenin akıbetinden korkutsun ve ona desin kİ: «Ey nefsim, eğer öfke ile düşmandan intikam aldınsa, bil ki sana daha çok düşman olacaktır ve senden zayıf bile olsa yine sendenintikam almak için fırsatım kollayacaktır. Bu sebeble kalbin, hep bu korku düşüncesi ile dolar ve bundan dolayı kederin çok olur. Eğer hilim edersen, yani kendinde yumuşama ve acıma duygusunu doğurabilirsen, bütüp o kederlerden ve onları düşünme üzüntüsünden kurtulur, rahat ve emniyette olursun. Eğer acımıyorsan baridayanmaya ve sinirlerine hâkim olmaya çalışarak velilere ve peygamberlere benzemeye çalış. Hilim gerekli ise de nefse hâkim ol mak ve öfkeyi yenmek daha çok gereklidir. Hilim ve şefkatin arttıkça, akim kâmil olup öfkene tamamen hâkim olursun.»Öfkenin bir üâcı da şudur : Kızma amnda ayakta olan hemenotursun, oturan sırt üstü yatıp bu duayı okusun: «Ya Rabbi! Beniilimle zenginleştir, hilim ile süsle ve bana, ibadet ve takva ikramet, sıhhat ve afiyet ihsan eyle, amin.» Sana, öfke ile hilim arasındaki fark üzerinde düşünmek ve en güzelini seçip onu kendinehuy edinmek lâzımdır. Çünkü, sana vacip olan şey nefsini ve kalbini temizlemendir. Böylece kötü düşünce ve üzüntülerin yok olupgönül hoşluğu ile Kâmil olasın.İşte bu ilâçlar ile tedavi olup, bedenin hastalıklarından dahaşiddetli olan nefsin hastalıklarından şifa bulasın. Bil ki, ilâçlarınen faydalısı, nefsinden kibri yok etmektir. Çünkü onun yok olmasıyla öfke kendiliğinden ortadan kalkar. Kibri doğuran nedenler yok edilmedikçe kibrin yok olması imkânsızdır. Kibri doğuran neden ise kamın doymasıdır. Kibir onunla kuvvetlenir ve öfke de kudurma derecesine varır. Onun için muhakkak açlıkla uykusuzluğukendine huy edin. Böylece susma ve inzivaya çekilip ibadet etmeyede hazırlanasın, Allah’ın zikriyle ve onun büyüklüğü üzerine düşünmekle meşgul olasm. Böylece bütün hayvani sıfatlardan kurtulup meleklerin vasıflarını kazanasın. Allah’tan başkasını unutuphuzur safâsıyla dolasın, aşk denizine dalıp cevher toplıyasın ve nihayet ilâhî huzura vanp onunla kalasın. 642 MARİFETNAMEKISIM: 9İKİNCİ MAKAMDA BULUNAN SALİKİN YOLUNU KESENENGELLERİ GİDEREN DÖRT ŞEY VE ÜÇÜNCÜ, ORADAN DADÖRDÜNCÜ MAKAMA VARMAK :Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Bütün varlıklar, sâliki kıskandıkları için, onu Cenab-ı Allah’ınhuzurundan alıkoymaya çalışırlar. Çünkü, Allah’a yakın olmak içinsülük eden Allah’ın halifesi olur. Bu mertebeye gelecek olan zat,elbette insanlarca kıskanılır. Fakat bu kıskançlık ona değil, kıskananlara zarar verir.Allah yoluna giren zata şu lâzımdır: Hiç bir şeye iltifat veitibar göstermesin, hiç kimseden korkup çekinmesin. Çünkü Ce-nab-ı Allah, ona herkesten daha yakındır. Bir karmca bile ancakAllah’ın kudret ve iradesiyle hareket etmektedir. Yerde ve göktene varsa, ilminden bir zerre bile kaybolmadan hepsinin içini dışım, kalplerinin durumunu ve bütün hal ve fikirlerini bilir. Cenab-ıHak kendisine herkesten, hattâ ana ve babasından bile dahamerhametli ve şefkatlidir.Allah-u Taâlâ’dan gelen, ancak kullarının hayrına ve faydasınadır. Ortaya çıkan şerler, görünüşe göre şerdir. Lâkin hakikatigören bir gözle bakılsa hepsi de faydalı ve hayırdır. Ne var ki çoğutabiatlara uygun gelmediği için şerre, şer ve zararlı denmektedir.Nitekim «her cüz’i şerrin içinde büyük bir hayır vardır.» Hadîs-iŞerifi bunu gösterir. İşte sâlik bu sırrı öğrenmeden evvel kalbinitemizlemeye çalışsın ki, bu büyük sırrı zevk ile görüp tadabilsin vekalbini, Allah’ın huzurundan alıkoyan engellerin hepsini yok etmekiçin dört emre katiyyetle inansın ve gereğini yapmaya cehd vegayret etsin.1) Cenab-ı Hak’kın her şeye kadir olmasıdır. 2) Allah’ın herşeyi bilmesidir. 3) Cenab-ı Hak’kın kullarına rauf ve rahim olmasıdır. 4) Cenab-ı Hak’kın bütün fiillerinin yalmzca hayır olması.Eğer sâlik, Allah’ın bu dört emrine tam inanır ve tasdik ederseona kıskançlık, korku, keder yaklaşamaz, her şeyden emin olur.Şeytanlardan, insan ve cinlerden yana en ufak bir korkusu olmazve hiç kimseye, hiç bir şeye itibar etmez. Çünkü, Cenab-ı Allah’ınher şeye kadir olduğuna inanmış ve onun zatma tam bir inançla yönelmiştir. Cenab-ı Hak’kın her şeyi bildiğini, rauf ve rahim olduğunu ve her fiili hayırlı ve faydalı kıldığım yakînen büen için, 643 ERZURUMLU İBRAHİM jrfAKKI HZ.tevekkül, tevflz, teslim, rıza, ma’rifet, safâ, sevgi, vefa, fakirlik,fenâ (yok olma), yaklaşma ve görme, kavuşma ve beka (var olma)gibi yüksek haller hasıl olur. Bilhassa bunlar ikinci makamdanüçüncüye, üçüncüden dördüncü makama yükselmesine yardımcıolup, her iki dünyanın saadetine ermesine vesile olurlar.Gerçi Allah’ın dileği ve âdeti şudur ki, ikinci makamdan üçün-cüsüne yükselmek, Allah’a yakın olanların yolunu, makamlarım vehallerini büen Ariflerin eliyle olur. Fakat bazen Allah-u Taâlâ, buâdetini bozabilir. Zeki ve inançlı olan sâliki, mürşidi olmadan daİkinciden üçüncü makama yükseltir. Bilhassa bu kitapta zikredilenşeyleri bilip aynen yapmaya çalışsa bu yükseliş daha çok kolaylaşır. Çünkü bu bölümün her konusu, kendinden öncekine bağlıdır.Meselâ; sâlik, nefsi emmare konusunda bulunan ruhî ilâçla kendini tedavi etse Levvame makamına yükselir ve bu tarz üzere ilerleyerek bir makamdan diğerine yükselir, tâ yedinci makama ulaşır, orada her muradına nail olur. Fakat üçüncü makamdan dördüncüsüne yükselmek Arifin eli üe değil, ancak Mürşid-i Kâmilinnefeslerinin bereketiyle, telkin ve tesiriyle olur. Çünkü, üçüncü makamda nefs-i mülhimede olan salike Arif denir. Ancak dördüncümakama yükselmekle beraber nefs-i mutmainne olmadıkça onamürşid-i Kâmil denmez. Çünkü her ârif, kâmil değildir. Fakat herkâmil âriftir, aralarındaki fark açıktır.Üçüncü makamdan dördüncü makama yükselmede kâmil zatın nefesleri lâzımdır. Şunun için ki, üçüncü makam diğer makamlardan daha zordur ve daha tehlikelidir. Çünkü, üçüncü makam hayır ve şerle, fayda ve zararı içinde topladığından onda hakile batıl birbirinden ayırdedilmez. Ancak, o arifte ayırma kudretive Allah sevgisi üstün derecede olur ve şeriatın emirleriyle tarikatın isteklerini yapa yapa alışkanlık haline getirirse, üçüncü maka»mm tehlikelerinden kurtulmuş olur. Bu suretle o ârifi, nefsi temiz, istidadı lâtif, düşüncesi doğru, buluşu yerinde, himmeti biilj yük, aslı kerim olup bu sıfatlan kazanmıştır. Bu meziyetleriyle saadete eren Arif, mürşid-i Kâmil olmazsa da yine hakkı hak, batılıbatıl görüp yedinci makama kadar yükselir ve nefsi mutmainneolur. Dördüncü makamdan beşinci, altıncı ve yedincisine yükselmek için mürşid-i Kâmile ihtiyaç olmaz. Olsa da nadir olur. ÇünküCenab-ı Allah, sâlikin kalbinde Kemâl ışığını yakınca, ârif onunlabütün kemalâtı görür ve bulur. Çünkü dördüncü makam, kemalâtderecelerinin başlangıcıdır. 644 KONU:3Yedi makamın üçüncüsünde bulunan nefs-i mülhimenin halleri, sıfatlarıyla fiilleri, Mürşid-i Kâmile teslim olmanın ve şeriat hükümlerine bağlı kalarak yürümenin, dünyaya sarılmaktansakınmanın özeti ve şeriatm hakikatin batım olduğu, üçüncüisimle meşguliyeti, bu nefsin güzel halleri, ruh&nilerin konuşmave hayalinde kabz ve bastın ard arda gelişi, çekilip toplanmayaboyun eğerek ihtiyaç duyması ve üçüncü ismin tesir ve sırlan.KISIM: 1■ , NEFS-t MÜLHİMENİN BU ADI ALMASININ SEBEBÎ, SEYRİ,ALEMİ, YERİ, HALİ, VACİDİ, SIFATLARI VE ONDAN YÜKSEKOLAN NEFS-1 MUTMAİNNE MAKAMINA ÇIKIŞIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda, nefs-1 natıkanın fücur ve takvasını. Ce-nab-ı Allah ona Melek ve Şeytanın vasıtası olmadan, doğrudan doğruya ilham ettiği için ismi mülhime olmuştur. Bunun seyri Alallah-tır. Yani bu makamda sâlikin içinde imanın hakikati belirdiğindenonun şuhudunda Allah’tan başkası kalmaz. Alemi ruhlar âlemidir.Yeri ruhtur. Hali aşktır, vâridi marifettir. Sıfatlan; ilim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır, tahammül, özrü kabul, hoş görü ve ezi yetlere katlanmaktır. Bu makamda sâlik, tüm insanlann nâsiye-lerinin Cenab-ı Allah’ın kudret elinde olduğunu müşahede ettiğinden hiç bir mahlûka asla itirazı kalmaz. Yine bu nefs-i mülhimenin diğer vasıfları da şunlardır: Hararet, ağlamak, halkı ihmal,Allah’ı anmak, kabız ve bastın ard arda gelişi, korkmamak ve ümidetmemek, güzel sesi duyunca fazla haz duymak, Allah’ı zikretme yi fazla sevmek, Allah adım söylerken iç ferahlığı duymak, güler 645 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ. yüzlülük, hikmetli ve manalı konuşmak, müşahede (görme) ve mü-rakabe (Allah’ı düşünmeye dalma).Bu makamda sâlik, bütün mahlukatın kaderlerinin Cenab-ıAllah’m kudret elinde olduğunu gördüğü için hiç bir yaratığa itirazda bulunmaz. Nefs-i mülhime, bu makama yükselmeden öncehayvani makama yakın olduğundan ancak Melek ve Şeytan aracılığı ile ilham işitebüiyordu. Bu makamda ise aracısız olarak ilhamişitiyor. Bunun için bu makam ona, güç ve endişeli gelir. Bu makamda sâlik, kendisini karanlık şüphelerden kurtarıp nurlu ufuklara çıkaracak bir kâmil mürşide ihtiyacı vardır. Çünkü bu makamda sâlikin hâli zayıftır. Hakka gidemez, Celâl ile Cemâli ayırdedemez ve insanlık tabiatından kendini kurtaramadığı için de nefsinden gafU kaldığı anda geriye dönerek tabiat zindamna girip bedenin aşağılıklarının aşağısına ineceğinden korkulur ki, bu, alıştığı önceki makamdır. İşte yine eski alışkanlıklarına dönüp çok yeme, içme ve uyumaya başlar, insanlara kanşır. Bazan da itikadıbozulup taati terkeder, günah işler. Bununla beraber işlemeye yeltenir. Allah’m birliğine inandığını, eşyamn hakikatini arayıp bulduğunu ve kendi dışında diğer tâat ehlinin gözlerinin perdelenipmâna âlemini göremediklerini zanneder. Halbuki zulmet deryasına gömülen kendisidir. Eğer inancı da böyle bozulmuşsa o, artıksâlik değil, halik olmuştur ve tabiatımn ateşi kalbindeki imam yakıp küfre yaklaştırmış, bunca gayret ve çalışmaları zayi olmuştur. Maksadına kavuşmasına bu sapıklık engel olmuş ve heveslerine uymuştur. O, şeytanî hayalleri gördükçe Allah’m tecellileri olduğunu sanıp şeytanla kalmış ve kalbi onun vesvese ve hileleriyledolmuştur.Bu sâlikin, beşerî tarafı zayıflayıp ruhî yönü kuvvet bulmuş,mücahede ile kemal makamına yaklaşmışken bu kötü hale düşmesine sebep, önceki makama yakın ve ona dönme isteğinin var oluşudur. Çünkü mücahedeye kendini alıştırmadan evvel kalbindenbazı perdeler yok olmuş, evvelki perdelerden oluşan korku da kalmamış olduğundan o korku, onu günahlardan menedememiş, dola yısıyla da taate sevk etmemiş. İşte onun korkusu kalmadığındantarikata meyli de kalmaz. Belki şeriatm hükümlerine de uymaz.Ancak, Allah ona gayret ve aşk verirse ibadetten lezzet alıp o yoladevamda sebat eder. Bu tehlikeli makamdan kemal makamına yükselip emniyetle her iki cihanın saadetine erer. 646 MARİFETNAME KISIM: 2 ÜÇÜNCÜ MAKAMDA BULUNAN MÜRİDİN, MÜRŞİD-İ KAMİLEBÜTÜN İRADESİYLE TESLİM OLMASIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda bulunan sâlike her şeyden önce önemli şey,mürşid-i kâmiline bütün ihtimam ve iradesiyle bağlamp her emrine tam teslim olmaktır. Eğer bu makamda sâlik, nefsini mürşidinden daha mükemmel samp onu inkâr eylerse hemen o anda onalazım olan şeriatın emirlerine göre kendini terbiye edip tarikatıngereklerin} yerine getirmek ve dördüncü makama yükselinceye kadar mücahedeye devam etmektir. Çünkü bu üçüncü makamda nefsin yine dünyaya meyli vardır. Bunun için dördüncü makama yükselinceye kadar nefsin arzu ve dileklerinin aksine hareket etmesilâzımdır. Çünkü; dördüncü makam, her iki dünyanın saadetini sağlayan, çok değerli bir makamdır. Çünkü sâlik, ancak Allah’ın yardımıyla dördüncü makama gelir ve bu makamda nefsin bütün-afetlerinden ve insanda bulunan hayvani sıfatlarından tamamiylekurtulur, kemal derecelerini bulup ilâhî huzurun verdiği nefeslerlerahata erer. Sonra kâmil olma isteğinde olan sâlik, nefsin arzularım terkedip yüksek dileklerini bulur. Yaptığı tevhid ve zikirlerlegurura kapılmaz ve onu Hak’tan dönüş ve kesilişinin bahanesi etmez. Himmetini yüksek tutup aslî vatam olan ilâhî huzura gelirkendisine gö rünen rütbelerin hiç birine iltifat etmez. Çünkü, bunların ilâhî nuru örten perdeler olduğunu, sâliki Allah’a yaklaşmaktan menettiğini ve hayvanların makamı olan eski makamlara dönmeşine sebep olduğunu bilir, idrak eder.Üçüncü makamda sâlik, eğer nefsini bulunduğu mertebeye erdiren 6 esası tatbik etmeye devam eder ve Mürşid-i kâmilin eteğinesıkı sıkı sarılıp hatıra gelen iyi ve kötü fikirlerin tümünü aynenona anlatır ve onun verdiği ilâçları kabul edip canla başla tatbikeder, kalben ondan razı olursa manevî alanda hızla yükselir, dördüncü makama varır. Çünkü mürşidine olan inancı kuvvetli oldukça kalbi vesvese ve şüphelerden emin olur, kutsî âleme yükselişikuvvetli olur. İnsanî arzulan zayıflar.Üçüncü makamda sâlik, eğer mürşidinden şüphe eder, ondandaha bilgili ve kemal sahibi olduğunu sanırsa, o zaman Mürşittenkendisine gelen feyiz yolu kapanır, onun yardımından yoksun kalır. Bu durumda olan sâlik, bu bölümün yedinci kısmım inceleyip 647 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ. şüphesini gidermeye çalışsın, mürşidini kâmil bulursa ona sıkı sıkıya bağlanıp himayesine sığınsın ve onun eliyle kurtulabileceğineinanıp her zahmetine katlansın. Tıpkı ölünün yıkayıcıya teslimolduğu gibi mürşidine tam teslim olsun. Öyle ki onu kendine anave babasından daha yakın, dostlarından ve yakınlarından daha sadık ve sırlarım gizleyen bir zat olduğunu bilsin. Her isteğini ve kusurunu ondan saklamayıp yalmz bulundukça kendisine söylesin,kendisinde mürşidin inkâr veya ona itiraz etmek düşüncesi gelince, hiç çekinmeden ona söylesin ve tövbe etsin. Çünkü sâlik, mür<şidinde inkârım gerektiren şeylerin yapıldığım görür. Meselâ mür-şid, önemsiz bir şey için ona hizmet edeni sertçe azarlar ve döverBir gün yeni mürid olmuş bir kişi mürşidini it suretinde görür. Busebepten ondan ayrılmak ister. Veda için mürşidinin yanma gittiğinde mürşidi, ondan ayrılmasının sebebini sorar. O da doğrusunusöyler. Mürşid ona, kendisine sarılmasını söyler. O da mürşidinesarılınca kendi nefsine sarıldığını görür. O zaman mürid bu gizlisun mürşidinden sorar. O da onu aydınlatır. Sende bu halde kız*gınlık ateşi yanmaktadır. O gördüğün senin bu kızgınlığının aksidir ki, bizden sana zahir olur. Çünkü biz halk içinde bîr aynagibiyiz. Bize bakan, kendini görür. Nitekim «Mümin, mü’minin aynasıdır.» hadisi şerifi bu mânaya gelir. Bununla o mürid irşadolup, durumunu anlar. Nefsini bilerek mürşide teslim olup ondanfeyz alır.Demek bir mürid, mürşidinde bu gibi halleri görünce sakın hemen onu inkâra kalkmasın. Hüsn-i zan ile hayra yorup Hızır (A.S.)ile Musa Peygamberin (A.S.) kıssasını nefsine söylesin, mürşidetam bir güvenle bağlansın. Çünkü kâmil insanlann halleri başka-lanyla mukayese olunmaz, onun hakikati bu akılla bilinmez diyerek onun hakkındaki şüpheyi kalbinden atsın, tövbe edip onun rızasını almaya çalışsın.KISIM: 3ÜÇÜNCÜ MAKAMDA BULUNAN MÜRİDİN ŞERİATHÜKÜMLERİNE UYARAK YÜRÜMESİ, DÜNYAYABAĞLANMAKTAN SAKINMANIN GEREKLİLİĞİ, HAYIR VEŞERRİN ÜSTÜN GELMESİNİN SEBEPLERİ Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki: Üçüncü makamda sâlik, mürşidi kâmille sohbet etme imkânve fırsatmı bulamazsa, o zaman onun için en önemli şey, Şeriatın 648 MARİFETNAME emirlerine uyup Allah’ın habibi olan Peygamber (S.A.V.) Efendimizin dualarıyla zikirlerini ve ona salât-u selâm getirmeyi nefsineilâç yapıp erenlerle sohbet etsin. Ta ki, istikametle nefs-i mutmainolup kemâl makamım bulsun. Bu dua ve zikir, salât-u selâmlar veerenlerle sohbetler, bilhassa sâlikin kalbine şüphe düştüğü ve nefsinin şerri hayrına galip geldiği zaman lâzımdır. Fakat kalbine enufak bir şüphe gelmez ve hayrı şerrine galip gelip nefsini şeriatve tarikat yolunda ve doğrulukta bulursa o zaman ferahlasın, kalbi huzur ve sevinçle dolsun. Hiç üzülmesin, içindeki bulanıklığı vevesveseleri söküp atsın. Öyle ki onda ne şöhret ve isim yapma, nesıkılma ve üzüntü, ne cennet ve cehennem fikri kalsın. Allah’tangayrı olan her şeyden kaçınsın. Düşmanların kötülemelerine, dedikodularına kulak asmasın ve kendisine muarız olan karşı gelelilerden çekinip tarikata bağlı olanlarla dost olsun.Hülâsa bu üçüncü makam, hayır ve şerle dolu bir makamdır.Eğer nefs-i mülhimenin hayri, şerrini yenerse, yüksek makamlaradoğru çıkar. Eğer şerri, hayrım yenerse tabiatın zindanına düşüpbedenin esfel-i sâfilinine (aşağılıklarının aşağısma) gider. Onuniçin salik ilerleyip dördüncü makama çıkıncaya kadar nefsini yorması ve onun hiç bir isteğini yapmaması lâzımdır. Çünkü bu makamda aşağılık şeylere meyil ve insandaki kötü vasıflara dönüş arzusu vardır.Bu makamda hayrin, şerri yendiğinin belirtisi şudur: Sâlik içinin iman hakikatiyle aydınlandığım, dışının da İslâm şeriatiyle güzelleştiğini bulur. Yani kalbi, bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’ınemir ve iradesine göre hareket ettiğini müşahede eder. Kendisi de,alıştığı tâat ve ibadetlerine devam ederek büyük küçük her türlügünahı işlemekten sakınır. Halk arasında veya yalnız bulunmak,ona tesir etmez. Çünkü bu duruma gelmiş olan sâlik her an Allah'ın huzurunda olduğunu bilir.Şerrin, hayri yendiğinin alâmeti ise şudur: Sâlikte insanın kötü vasıfları görülür. Şeriatm emirlerine uyma duygusu az olduğundan tâat ve ibadetleri terkedip günahlara dalar. Gerçi âlemdekibütün varlıkların ve kendi fiillerinin Cenab-ı Allah’m emir ve iradesine uygun olarak meydana geldiğini müşahede etmektedir. Fakat şeriat sırlarından ve hakikat nurlarından perdeli olduğu, gözleri hakikati görmekten mahrum din ve dünyasını yitirmiş, korkunç bir zındık (inkârcı) olur ki, hiç bir din ve mezhebi kabul etmez. Belki insanla hayvanın farkını bile bilmez. Benlik taslamaktan vaz geçmez. Ya Rabbi! Bize hidayet verdikten sonra, kalblerimi-zi kaydırma. Bize yüksek hazretinden rahmet ver. ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ şaşkınlık ve kibirlilik duyguları kabarmıştır. Çünkü kendileri ni sultanın emirlerine uymıyan kullardan daha üstün görmüş lerdir. Sultan da, bunlardaki acep ve kibri sezmiş, bu sebeple kendilerim beğenmeyip kendisine dost etmemiş. Lâkin bunlara da tayin ettiği kapılardan hayırlar ihsan etmiştir. Gelen üçün cü grup insanlarsa, hayır kapıları üzerindeki manayı anlayamadıklarından tayin edilen hayırdan bir zerre dahi onlara na- sib olmamış. Çünkü, bunlar bu kapıların o işle ilgisi olmadığı nı sanıp «belki sarayda böyle kapılar da yoktur ve veren yal nız Sultandır. Kapısız da istenileni verebilir» demişlerdir. Sul tanın, kapüan belli ettirmesinin bir hikmeti, bir sebebi yokzannedip verilen emre uymamış, tabiî olarak da sultanın buişteki hikmetini, maksadını bilmeyip kapılar üzerinde durma dıkları için onun huzurundan uzaklaşıp gitmişler. Yollarını da öyle bir şaşırmışlar ki, kovulduklarını dahi anlamamış, hatta onu sevdiklerini iddiaya büe kalkmışlardır. Halbuki sultan,onlardan ikrah etmiştir.Çünkü onlar haddi aşmışlardır.Buna göre kullar üç kısma ayrılmıştır.Birinci kısım, sultanı tayin ettiği kapılardan ihsan ediojgörmüşler. İkinci kısım da birinciler gibidir. Yalnız kapılarlabirlikte nefislerini de görmüşlerdir. Üçüncü kısım,ise sultandan başka kimseyi görmeyip ve hayır kapılarından başka ka-pılarda durmuşlardır.Burada sultan Cenab-ı Hak’ka misâldir. Saray Allah’m hâzineleri hayır ve şer kapılan da şeriatm emir ve yasaklandır.Sultandan haber götüren vezir de Peygamber (S.A.V.) efendi-mizdir. Üç grup halk da Allah'ın kulları, Muhammed (S.A.V.)’in ümmetidir. Hz. Peygamberin, ümmetine bildirdiği şeriatınemirlerinden biri namazdır. Namazı, tadil-i erkân ile kılınız. Tâ ki, namazdaki manevi zevk, sizde belirsin ve Allah da sizden razı olsun. O halde kim, peygamberin sözüne ve Allah’ınemrine uyup iki dünya saadetini ve Cenab-ı Hak’kın rızasınıümid ederek namazı şartlarıyla edâ ederse, Allah’a yakın olanlar zümresine girer ve umduğundan fazla muradına erer. Kim ki namazı, şartlanna riayet ederek kılarsa, fakat namazı ve 652 MARİFETNAME nefsini görüp Allah'ın emrine itaat ettiği için kendisine kibirgelirse, o kimse Cenab-ı Hak’ka yakın olmaya lâyık olmayıp yalnız iyiler zümresinde kalır ve kim de namazı terkedip; Allah’m muhabbet ve tecellileri, rahmet ve şefkati, Cennet ve nimetleri, lütuf ve ihsanlan ve her türlü ikramları namaza bağlıdeğildir. Allah’m ihsanlanna hiç bir engel yoktur, herkese şamildir, dese bu cahüin iddiası, sarayın kapısını bırakıp arkaduvanndan içeriye girmesine benzer. Halbuki namazı kasdenterkeden zmdık olur ve namazın manevî zevkinden mahrumkalır. Eğer namaz kapısından mukarreb kullar için vaad olunan İlâhi tecelliler o namaz kılmayana görünseydi, ömrü bo yunca bir tek farzı terketmezdi ve şeriatın emirlerindenbir adım dışarı atmazdı. İşte şeriatın emir ve yasaklarınınhepsi de namaz gibidir. Çünkü Cenab-ı Hak’kın nzası ve tecellileri ancak tâat ve ibadet kapılarından gelir, öfkesi azarlayıpkovması da ancak isyan etme ve günah işleme kapılarındangelir.O haldearif olan sâlik, şeriat kapılarını bilip Çelil Allah’a yalvaran bir kul olmalı ve muhtaç olduğu Cenab-ı Hak’kın affını ve nzasmı istemelidir. Cenab-ı Allah da onu affedip ondanrazi olsun. KISIM: 5 Üçüncü makama mahsus olan isimle sâlikin 1 uğraşması venefsin dönmeyi arzu ettiği meyiller:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:'' Üçüncü makamda bulunan sâlik, üçüncü ismi söylemeyedevam etsin. Yani Hû Hû Hû desin böylece her şeyden arınmış ve her şeye sâri olan manevî nur, onun içinde görünsün,ilk zamanlarda yç Hû, daha sonralan yalnız Hû desin. Ayaktaiken, otururken, yan yatarken, gece-gündüz sessiz olarak tekrarlasın ki, tesirini bulsun. Çünkü sâlik, bu isimle meşgul olunca, bunun bereketiyle üçüncü makamm tehlikelerinden kurtulur. Bununla nefs-i mülhimenin bu makamından aşağı bulunan 653 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ ikinci ve birinci makamlara inmesi ve iltifatı kesilir. Bu nefs-1mülhimesi tabiatı haline gelen üçüncü makamdan kendi tabi-ati olan iki aşağı makamın tarafına İltifat etmekten ve onlaradönmekten geri durmaz. Sâlikin gafletini bekler, nefsini yürüt*inek veya durdurmaktan gâfü bulduğu an, hemen eski alışkanlıklarına döner. Çünkü nefis, daima asıl huyuna dönmekisteğindedir.Nefsi üçüncü makamdan dördüncüye çıkarmak, ancakmahbubun ve maşuka (sevgiliye) kavuşmayı düşünmek, arzulamak ve zikretmekle olur. Sâlik, hayran olmak, aşk ve vecdhalleri yaşamakla kemâl makamını bulabilir ve o zaman nefsinin daha aşağılara meyletmesinden tamamen emin olur. Buüçüncü makamda sâlik, nefsinin geriye döneceğini sezince kalbi kesik kesik atar, gözü döner ve afallaşır. Nitekim Mecnunve Leylâdan bir hikaye bu manâya işarettir.Mecnun der ki: Deveme binip sevgilimin iline doğru yürüdüm. Devemi hızla sürdüm. Epey yürüdükten sonra uyku bastırdı. Uyandığımda devenin beni yavrusunun bulunduğu yeregeriye götürmüş olduğunu gördüm. Sonra tekrar deveme binip yola koyuldum. Deveyi evvelkisinden daha hızlı ve dikkatlisürdüm. Fakat yine uykuya dalıp deveden gafil olunca, kendimi eski yerimde buldum. Bu hali defalarca tekrar ettimse deher defasmda kendimi yine aynı yerde buldum. Hayret ve acziçinde kaldım. Çare ve tedbir kalmayınca kendimi devenin sırtından aşağı attım, ayağım kınldı. Buna rağmen inliyerek,sürüne sürüne nihayet Leylâ'nın iline vardım.Mecnun’un kendisini devenin sırtından yere atması, aczin,zilletin, kırgınlığın ve kulluğun gösterilmesine işarettir. Çünkü bu 4 vasıf, bütün isteklerin oluşuna sebeb ve yardımcıdır,özellikle zillet, muhtaç olmak ve acizlik sadetin iksiridir. Gerçek sâlik, zillet, yani kendini aşağı görmek ile lezzet alır, ihti yaç ile nimetlenir, acizlik ile razıdır ki, bu onun âdetidir.öyleyse bir kere basiretle bak ki bu mukarrebler yolu nekadar güzel bir yoldur ve ne lezzetli halleri vardır. Sâlilderinmakamları pek yüksektir gönülleri çok hoştur. Çünkü, korkuve üzüntüden arınmıştır. Eğer zelil olsalar aziz onlardır, fakir 654 MARİFETNAME iseler zengin onlardır. Sermayeleri zül ve iftikârdır (ihtiyaçtır)meskenetleri (acizlikleri) izhardır. KISIM: 6 Üçüncü makamda bulunan nefs-i mülhimenin güzel halleriyle vasıfları, nefsin kötü meyillerden arınmasının özeliklerive açıklaması.Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlik, lâtif-i ruhanî ve âşık-ı rahmanıkalbinde irfan nuru güneş gibi doğar ve ruhuna, kemâle ermemüjdesini verip Allah’a kavuşma rüzgârını estirir, kalbindekiperdeleri kaldırıp, nefsinin en büyük ve çirkin zevklerini yokAllah’ı görmekten utangaçtır. Çünkü, ruhun duyduğu şiddetlieder. Çünkü üçüncü makam, ruhun güzel makamıdır. Ruh isesevinçler, kendisinin ona kavuşmasına engel olmaktadır. Fakatnurlu perde ve onun sevinçleri makbul ve faydalıdır. Çünkü,utanma ve sevinmesi Allah’ın Cemâlini görmeyi istemek veona kavuşma devletini arzulamaktadır. Zül ve iftikar (aşağılıkve fakirlik) duygularından lezzet alır. Şevki arttıkça sabır vekaran kesilir.V Bu makamda âşıkm mâşûka olan şevki, arzu ve isteği arttıkça ve sofu üstadlarmın, bu makamdakıler için yazdıklanşiirlerle İlâhîleri duydukça ve nağmelerini dinledikçe sevgilisine kavuşmaktan başka bir zevk ve kararı kalmaz. îzzet-i nefsini kırıp, ayıplanma ve değer vermeye aldırmaz. Giyimindehalkın değer verip vermemesini düşünmez ve öyle hareket ederki, hiç kimsenin yanında itiban kalmaz. O aşık bunlardan lezzet alır. Bu içten sevgisiyle, yalancı sevenlerden ayrılır. ÇünküSeviyorum diyenler çok ise de, sözünde doğru olan çok azdır.Muhabbette doğru olan, yani gerçek aşık, kalbinde sevgilisinden başka şey kalmıyan, insanlan unutan ve insanların da kendisini unuttuğu kimsedir. Sevginin bir şartı da şudur ki; sevenmutlaka sevgilisinin her emrine itat eder ve boyun eğer. 655 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ Tabiat âleminde kalan ve hakikat ilminden habersiz olupAlah’a ortak koşanlar, nefsin gururunu kırmanın emir ve yasaklara aykırı olduğunu zannederler. Tabiî bunlar, namaz veorucu terkettikleri gibi, hac ve zekâtı da menederler, şehvetlere bağlıdırlar, yasak edilen şeyleri yaparlar. Bunların iddialarışudur: Bu tüm yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, sırf kabahatimizi örtmek, nefsimizi kırmak ve, itibarımızı düşürmek içindir. Hakkı bulan ve seven biziz. Canımız onu bulmuştur ve bizim gibilerin boynundan şeriatın teklifleri kalkmıştır» Bunlar,bu iddiaların boş hayaller, sapıklık ve küfür ve Cenab-ı Hak’km lânet ettiği şey olduğunu bilmiyorlar mı? Onların bu sözlerive fiilleri hiç bir dine uygun olmadığı gibi, hiç bir mezhebe deuymaz. Demek ki, bu mezhepten olanlarda şeytanî hayaller üstün gelmiş ve gururlanmayı nefsin emirlerinden saymışlardır.Bunlar günah olan şeyleri yapmakla gönülleri kararmış, ibadetve riyazattan (nefsi terbiye etmekten) '.^sanmışlardır. Fakatâşıklar şuna inanmışlardır ki, nefsin gururunu kırmaktan maksat saygıyı gerektiren makam ve şöhretlerden ayrılmaktır. Bunlar şeriat emirlerine bağlı, sahabelerin hareketlerine uyan, bü yük velilerin âdetlerine göre yaşayan kimselerdir. Bunlar nefislerini yenmek için izzet-i nefislerini kırar, halkın nazarındadeğersiz görünen işleri yaparlar. Meselâ evlerine taşınacakşeyleri el ve sıtlannda pazara götürüp getirirler. Hamur tahtasını ve ekmek teknesini başlarına koyup götürmekten çekinmezler. Aüe ve komşuları için su getirip odun kırar, kapılarınönünü süpürür, evlerindeki hayvanların hizmetlerini görürler. Bağ, bahçe, tarla ve harman işlerini kendileri yapar, dükkânlarım kendileri idare ederler. Süslü ve kıymetli elbise giymek için çalışıp yorulmazlar. Ancak soğuk ve sıcaktan korunmak için eski elb'seler giyerler. Bunun gibi, Alah’ı düşünmekve O'na yaklaşmaktan insanı engelleyen her engeli keserler,Üçüncü makam, aşk makamı olduğundan bu makamdakiâşığa izzet-i nefsini kırmak kolay gelir. Bu hal onun ruhunazevk ve lezzet verir. Arifler gözünde aziz, Allah’ın yanında kadir ve kıymeti çok olur. 656 MARİFETNAME KISIM: 7 Üçüncü makamda ruhanilerin sâlike hitab ve senası, onunkendilerinden kaçması ve Cenab-ı Hak’ka yönelerek fâni olması.Ey azizi Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlik, nefsinin gururunu tamamen kırdığı zaman, kendisini Cenab-ı Allah’tan uzaklaştırmaya sebepolan şeytani nefsi ölür gider. İşte o zaman ruhânilerden ona,emir ve yasakların ne olduğu bildirilir. Fakat gerçek sâlik, onlara iltifat ve itibar etmez ve onlardan korkmaz, kendisine sevinç ve üzüntü gelmez. Çünkü, hepsinin de kendisini istediğinden alıkoymak çabasında olduklarım bilir. Onun için onlardanuzaklaşır ve Allah’la meşgul olmaya çalışır.Eğer sâlike, ruhânilerden hiç bir konuşma gelmezse, bu,onun için daha hayırlı ve faydalıdır. Çünkü bir çok sâlik işitmedikleri nice garip seslenişleri, Allah’m hitabı sanıp, murad-larma erdiklerine inanır. Mücahedelerinde gevşeklik olur vetabiat âlemine döner. Bu da üçüncü makamın tehlikelerinden- dir. Bu makamda sâlike fenâ haleti gelir. Onun dördüncü makama çıkıp, nefsinin mutmain olmasına yardım eder. Bu makamda ona gelen fenâ, öyle bir hâldir ki, onu bütün duygularından alır. Her duyu organı kendi duygusundan geçip, idrâkeder gibi olur. Halbuki, her biri kendi idrâkinden muattal kalır. Meselâ gözü açık olduğu halde, karşısındaki şeyi görmezolur. Bu sâlikin hâli, başına bir musibet gelmiş bir kimseninhaline benzer ki, kimse bir arkadaşının yanından geçip onugördüğü halde, ona ne selâm verir, ne de onunla konuşur. Sonra o arkadaşı ona, size karşı kusûrum nedir ki, yanımdangeçtiğin halde bana selâm vermez, kelâm etmezsin der).O da ona vallahi o kadar üzüntülü idim ki, seni görmedim de yip yemin eder. Bunun gibi, kulakları ses duymaz. Halbuki işitir. îşte bütün duygular böyledir. Aklı da, bütün maîkulattanböyle olur. Bu hâli, ancak ona tutulan ârif olan büir. O ârif 657 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ şöyle demiştir: «Rabbim beni durdurdu ve buyurdu ki; Karşılığında cehâlet olmıyan bir ma’rifetle beni tanı. Çünkü karşılığı cehalet olan ma’rifet cehl’dir.» Birinci fenâ budur.Bu makamda sâlike gelen fenâ (yok olma) halinin İkincisi,beşinci makamda olur. Üçüncü fenâ ise, edebiyat mertebesindeolur ki, bunda, bütün beşeri sıfatlar yok olur. Buna Hak’kal yakın hali denir. Bu üçüncü fenâ hali, var olmanın ta kendisidir.Birinci fenâ halinde sâlik ruhanilerin sözlerini işitir. Fakat hiçbirisini anlamaz. Ancak bu fenâ hali tamamen kaybolduğu zaman duyu organları tekrar işlemeye ve söylediklerini anlama ya başlar. Büdikleri sırlan saklar, gönlünün aynasında naksolunan halleri tasavvur der. O anda konuştukları sözlerin hepsihikmettir. Çünkü o anda, hikmet pınarlan kalbinden coşup diline akar, işte bu fenâ (yok olma) halinin sebebi şu dört şeydir:Açlık, uykusuzluk, sükût, inzivaya (yalnızlığa) çekilip zikir veibadet yapmak. Bunlardan üçüncü makamda istenen ve enönemli olam açlıktır. Bu da birinci ve ikinci makamda istenmez. KISIM: 8 Üçüncü makamda olan sâlikin aşk halleri, kabz ve bastınınbirbiri ardınca gelmesi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda olan sâlikin aş halleri, kabz ve bastınınkı artar ve hayranlığı kuvvet kazanır. Şevk duyma, kendindengeçme, onurunu kırma gibi hal ve fiillerinden fazlasıyle lezzetduyar. Çünkü ruhun bu makamı, aşk ve hal makamıdır. Aşkmakamı ise, manevî zevk ve lezzet alma makamıdır. Hattaâşık, ruhî lezzetleri fazlasıyle duyduğu için aşk, maşuka karşıperde iken bile bu aşk makamından daha ileriye gitmek istemez. İçinde bulunduğu sıkıntının göğüs darlığından kurtulma ya Çalışmaz. Belki bu halin devamını ve sebâtını ister. Gerçiaşk hali, kendinden üstün olan hallere göre yerinmiş ise deesasında makbul bir haldir. Hatta Kâmil insan, aşk zamanını 658 MARİFETNAME ve halerini düşündükçe onda olan rûhâni lezzet ve gamsızlıkiçin hasret çektiğini görürsün. Fakat aşk hali, ancak mücadelesonunda varılan gerçek haldir. Sahibi aşk şiirlerinden her neokusa samimidir. Konuştuğunda, gönlünden kopan yanık ahve eninlerle birlikte söylediği sözler tesirli ve yakıcıdır. Eğermücahede yapılmadan bu hal gösterilirse yalandır. Kelimelerifcadsız, söyleniş ve ifadede lezzet yoktur. Ne işitenler bir zevkalır, ne de gönüllerde bir tesir bırakır. Dinliyenler ondan tiksinir ve nefret eder. Çünkü üçüncü makam, ruhun beğendiği b»rftıakamdır. Ruh ise, aşk ve hayranlık duyma yeridir. Bu makamda sâlikin kalma zamanı uzun olabilir. Çünkü âşık, kendinefsinden habersizdir. Maşukun ismini zikretmekle ve onunCemal ve Kemâlini öven şiirleri, beyitleri terennüm ederek güzel sesle okudukça, maşukundan da hebersiz bir hal içindedir.*Bu bildirilenlerin hepsi, onun açıldığı, yayıldığı ruh hahiçinde olur. Fakat bu açılışından sonra aşk ve hayranlık uykusundan uyanıp da kendisine geldiğinde göğsü öyle daralır ki, yüreği yerinden kopacak gibi olur. İşte o zaman âşık, hakikatzüllü ile zelil olup derin bir huşû içinde hayrette kalır.Bu makamda sâlike, ard arda gelen bu kabz ve bast, yaniaçılış ve kendine geliş haleri, onu dördüncü makama yükseltir.Aşkı sâkinleşir, kendine geliş ve açılışı, heybet ve ünse döner.Her türlü zahmetten kurtulur. Bunlar iki hal olup dördüncümakama gelen Kâmil insanın kalbinde birbiri ardından gelirlerve ancak manevi zevkle bilinirler.Kabz ile heybetin arasındaki fark: Kabz halinde, göğüsdaralır, nefis kendini yorgun hisseder. Heybette ise göğüstebir ferahlık, bir açılma duyulur. Nefis kendini rahat hissederBast ile üns arasındaki farka gelince; Bast halinde sâlik öylebir hal içindedir ki, Cenab-ı Allah’a karşı saygısızlıkta bulunmasından korkulur. Halbuki üns halinde sâlik, Alah’a karşısaygı ve huşû içindedir.Hülâsa; korku ile ümid, kabz ile bast, heybetle üns birbirinden ayn iki hal olup ancak şahıslar ve makamlar itibariyleadlan değişir. Yani ilk makamdaki nefs-i emmare ile ikinci makamdaki nefs-i levvame sahiplerinin vasıflandınidığı bu iki659 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HAZRETLERİ hale, kabz ve bast adlan verilir. Nefs-i mutmainne, raziye vemarziyenin vasıflandırıldıktan bu iki hale ise heybet ve ünsadlan verilir. Eğer bunlarla nefs-i Kâmil olan Halife vasıflan-dınlırsa ona da Celâl ve Cemal adı verilir.Demek ki korku ve ümid bu yola yeni girenlerin, kabz vebast ortancaların, heybet ve üns Kâmilin, Celâl ve Cemal Halifenindir. Korku ve ümid, kabz ve bast halleri pek sıkıntılı zahmetle geçer. Heybet ve üns rahat, huzur ve sevinç halidir. Celâl ve Cemal hali ise acip fayda ve kerâmet vericidir. Özelliklecelâl halinde Kâmil, bir şeye, ancak Allah’ın izni ve muvafakatiyle yönelir. Çünkü o anda kâmil Cenab-ı Allah’ın en hâliskuludur ve yeryüzünde Halifesidir. Allah için kızar, Allah içiaintikam alır. Sevdiği için sever, ikrâmı için ikrâm eder. Kâmilbu makama vardığında, dışarda olup biten tesirlerin kendi eliyle meydana geldiğini gözü ile görüp esasını öğrenip üns meclisine gider. Mevlâsma karşı sonsuz saygı duyarak kulluk makamında gafil olmamak için huşû ile ve kendinden geçercesine yalvarır, istiğfar eder.NAZIMAşk ile mâmur olurHane-i viranımızHüzünle mesrur olur. Tâlibi - cânâmmızHer ne ki âlemde varAşk imiş ey yar-ı gârOlmuş ol leyl-ü nahartim ile irfanımızAşk ile hoş dolmuşuzMest-i müdam olmuşuzFakr-u fenâ bulmuşuzOldu baka şânımızGerçi hakiriz çu hâkOldu veli aşk-ı pakDilde Çu meh tâ-benâkOldu çu zer Kânimiz 660 MARİFETNAME Çevremize ne felekDevreder ol çün kelekKim Şeh-i mülk-ü melek Tahtıdır eyvanımızAşk gedası olanSaltanat eyler nihanLâ-cerem olmuş cihanBende-i fermanımızHakkı, Cu divâne dir.Aşık-ı cananadırAşk ile meyhanedirŞevk ile hayrammızKISIM: 9Üçüncü makamda sâlikin kabz ile olan zûl ve iftikanEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlike göğüs darlığı anz olur ve sâlik du yar. Çünkü bu makam, ruha aittir. Ruh ise, ayrılmaya eğilimlidir. Onun için kabz zamanında bedenin kafesini kırıp asli vatanı olan mücerret âleme kavuşmak isteğindedir. Fakat bunagüç yetişmez. Fakat kabzın geldiği saatlerde, kaban hararetine dayanıp sabreder. Çünkü o hararetten sonsuz faydalar bulur. Hatta denilmiştir ki: Eğer kabz halinin harareti ve ateşiolmazsa, nefsin habis ve zararlı istekleri temizlenmez, amellerin en makbulu olan ilahi hâzineyi, gönüller bulamazdı.Sâlike bu yolda ikram olunan kerâmetlerin en büyüğü vsen önemlisi, insanı helâke götüren hayvani nefsi rahman’ın ah-lâk’ına dönmesi ve böylece tatlılık ve ferahlık duyma saadetinibulmasıdır. Çünkü tarikata girmekten ve mücahede yapmaktan maksad, Cenab-ı Hak'ka yaklaşmak ve kavuşmaktır. Bu yaklaşma ve kavuşma ise, ancak 70 perdeyi kaldırmaya bağlıdır.Bu 70 perde Allah ile kul arasındaki uzaklıktan doğar, öyleysesıfatlan değiştirmek ve kemâl sahibi olmakla Allah’a yaklaşılır. Meselâ; sâlik esfele götüren tokluğu hak olan açlıkla değiş 661 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ tirir. hayvan sıfatı olan uykuyu, melek sıfatı olan uykusuzluğa tebdil eder, şeytan sıfatı olan kibri insan sıfatı olan alçak gö- nülülük ve onursuzlukla değiştirirse, Allah’a yaklaşmak için münasebet kazanmış olur. Çünkü açlık, uykusuzluk ve bunla ra benzer temiz vasıflar, meleklerin sıfatlarıdır. Bunların zıddı olanlar, yerinmiş olup hayvani sıfatlardır. İnsan ise bu ikisi arasında geçit durumunda olan bir yaratıktır. Eğer hayvani sıfatlarla sıfatlanırsa hayvandan da aşağı olur. Eğer meleklerin sıfatlarıyla sıfatlanırsa meleklerden üstün olup onların ulaşamadıkları mertebelere erer.Zül (kendini aşağı görmek, alçak gönüllülük) ve inkisar(nefsini kırmak) ile kulluk aynasını Rablık aynasına karşı tutar. Demek ki, kemâl derecelerinin en yükseği, kulun kullukvasıflan ile bezenmiş olmasıdır. Bu da, alçak gönüllülük venefsi kırmanın saadete ermeye sebep olduğunu gösterir. İlâhîsırlar, ibadet ve mücahedeye sanlanlara açılır. Sâlik, alçak gönül, onursuzluk ve ihtiyaç duygusu ile başkasına köle olmaktan kurtulur. İbadet yapmakla hür olur. Nitekim gönül ehli,mukarrebler yolunu ancak nefisleri temizleyenlere lâyık görmüştür. Sonra bu makamda sâlik, sanki vücudunu toprağagömmüş gibi ortadan kaybolur. Hz. Ebubekir’in (R.A.) tabiatineuyarak yeryüzünde ölü gibi yürür. Sâlikin bu şekildeki ölümüsanki tabii bir ölüm gibidir. Hatta Azrail (A.S.) ruhunu almakiçin yanma geldiğinde selâm verip ona yumuşak davranarakruhunu alır ve bu yabancı ilden asıl vatanına götürür. Çünküo, istenen iradi ölümle ölmüş ve yok olmuştur. Bu yok olma öyle bir haldir ki, bu durumda sâlikin, ne mala, ne evlâda, ne debaşka bir şeye karşı meyli olmaz. Hiç kimseden korkusu kalmaz. Bu da, hiç kuşkusuz ölü halidir. Nitekim ölülere Berzahâlemi göründüğü gibi bu sâlike, ârife de hem Berzah hem demisâl âlemi mukâşefe olunur.KISIM: 10 Üçüncü makamda bulunan sâlikin kalbinde, üçüncü İsmin yaptığı tesir ve özellikleri ve müşahedenin çeşitleri ile mahi yetleri: 862 MARİFETNAME Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki: Üçüncü ismin tesiri ve özelliği şudur: Bu ismin zikrine devam eden Arifin kalbinde, mutlakın hakikati belirir. Ruhunaimanın gerçeği yerleşir ve rabbâni marifler açılır, ilâhî bilgilerdoğar. Dünyanın aşağılık lezzetlerinden nefret edip ebedi hayatın devlet ve saadetine şevkle sarılır. Fakat bu isminden istenenözelliklerin meydana gelmesi için zikrin gizli ve kuvvetli yapılması, şeriatın emirlerine uyup tarikatın şartlarına bağh kalınması, nefeslerinin sesini işitip kelimelere kulak vererek zikredevam edilmesi lâzımdır.Bu makamda Ârif, zaman zaman «Lâ hüve illâhü» ismini Lâve vav’ı uzatarak söylesin. Çünkü bu ismin şânı çok yücedir.Arif bu isim ile iştigali halinde sanki bütün organlarıyla «Allah’tan başka ilâh yoktur» der. İşte Kâmil insanların şühûdu bu şü-huddur. Arif bu şühûdu kendi nefsine söyleyip idmanını yaparsa, görünen şey onda öyle kökleşir ki, artık hiç ondan aynlma- yıp makamı olur. Böylece isteği ve son gayesi olan bu şühûdu(görüneni) bulur. Bu şühûdun sahibi olan sâlik, hiç bir halindeve hiç bir şeyle Allah’m huzurundan bir an dahi gafil olmaz.İnsanlarla bir arada olduğu zaman Hak’dan ayrılmaz. Hak ileolduğu zaman da halk ile olur. Ne çoklukta birlikten, ne birlikteçokluktan gözü perdelenir. Belki o, çokluğu, tüm varlıkları tekgören gözle (Allah’ın birliğinde), birliği de (Allah’m birliğini)çoklukta gören gözle, basiretiyle görebilir. Şûhûdlar üç çeşittir:Biri kâmil, biri noksan, biri de pek noksandır. Kâmil şühûd, engüzel ve en mükemmeldir. Noksan şühûd ise muvahhid ariflerinşühûdu olup görünen ve gördüren onlann görüşlerinde birleşir.Onlara göre, yardımcı görünende yok olur. Demek onlarm görüşlerinde ne çokluk olur, ne de Allah’tan başkası kalır. Bu şühûdun noksan sayılmasının sebebi, Cenab-ı Allah’ın özel isimve sıfatlarının bırakılmış olmasıdır. Fakat bu şühûdun sahibiözürlüdür. Çünkü eksik makam olan üçüncü makamda bulunduğundan nura yenilmiştir. Bu yüzden ikinci basamak onun görüşüne kapalıdır.En noksan, eksik olan şühûda gelince, bu da tarikata ilkgirenlerin şühûdudur ki, bunlar yardım edenle görünenden 663 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ perdelenmişler. Yardımcının etkisi olmadan hiç bir şey göro-mezler, onun içinde çoklukta, birliği bulmaya çalışırlar. Fakatvahdeti (birliği) bulamayıp yalnız çokluğu bulurlar. Halbukikemâl sahibi olan, birliği çokluk gözü ile ve çokluğu da birlikgözü üe (Allah’ın birliğini gören gözle) görür, biri diğerini perdelemez. O halde kâmil insan Hak ile halktan vs halk ile haktan perdelenmez. Çünkü, her iki yanı da mamurdur.KONU: 4Yedi makamın dördüncüsünde bulunan nefs-i mutmainne-nin hallerini sıfatlariyîe fiillerini, kerametlere olan meyilleri,karşılaştıkları fitne ve âfetleri. Peygamber (S.A.V.) efendimizeolan sevgilerini, mal ve mülke olan meyillerini, mürşid olmayaliyakatlannı, akıllı ve zeki kimselerin tarikata giritıeyi tercihettiklerini ve bütün velilerin tatbik ettikleri yollan 4 kısımdabildirir:KISIM: 1Nefs-i Mutmainne’nin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, yeri, hali kazandıktan sıfatlan ve ondan üstün olan nefs-i-Ra-ziya makamına yükselmesi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda nefs-i nâtika, duyduğu ızdırabındanCenab-ı Hak’kın hitabıyla itmînân bulduğu için adı Mutmainneolmuştur. Bunun seyri Allah iledir. Alemi, hakikat-ı Muham-mediyedir. Yeri sırdır. Hâli, kalbin tam ve gerçek inanışıdır. Kazandıklan şeriatın bazı sırlarıdır. Sıfatlan; cömertlik,tevekkül, tefviz, sabır, hilm, teslim, ümid, doğruluk, ibadet, yumuşak gönüllü ve güleryüzlülük, hamd-u sena, şükür, tammüşahede, huzur, kalp sevinci, tatlı dilli, ayıpları örtmek, kıı-surlan bağışlamaktır.Sâlikin dördüncü makama girmesinin alâmeti, şeriattanbir karış dahi aynlmaması ve Peygamber (S.A.V.) efendimizin 044 MARİFETNAME ahlâkım uygulamaktan zevk alması ve onun söz ve hareketlerine uymakla kalbinin mutmain olmasıdır. Çünkü bu makamıntemkin, ayn-ul yakin ve kâmil iman sahibi olma makamıdır.Bu makamda kâmilden ona bakanların gözleri ve yanındaolanların kulakları zevk ve lezzet bulur. Hatta çok uzun zamankonuşsa, tatlı sözlerinden dinliyenlere bıkma ve usanç değil,hoşluk ve lezzet gelir. Çünkü onun dili, Alah tarafından dimağve kalbine akıtılan eşyanın hakikatlerine mana ve inceliklerinin ve büyük şeriatteki sırların tercümanı olur. Söylediği hersöz, Kur'an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere uygundur, öyle ki,bir kitap okumadığı gibi de bir şey duymamıştır. Çünkü bukâmilin bilgileri, Alah tarafından beyin ve kalbine akıtılan ilhamlardan ibarettir.Sonra bu kâmil, Alah’ın «Ey Habibim! ben senin sırrınım,sen de benim sırrımsm» ilhamıyle ıztıraplan, üzüntüleri dinmiş, kalbi mutmain olmuş haya deryasına dalmıştır. Ona, korkaklık yerine heybet onur ve makbul rütbeler verilmiştir, buâlemin hakikatleri gösterilmiş, Rahman süresinde bildirilenüzerindeki ilhamım almıştır.Bu kâmil kalbine akıtılan bu hikmetleri yakınlarına vehalkla görüştüğünde, onlara söyler, sevdiklerine ve isteyenlereanlayışlarına göre, kabiliyetleri yeterince öğretir, onlan irşateder. Çoğu zaman zikir ve ibadetle uğraşıp kendi âleminde kalır. Böylece diğer makamlara yükseltmekten mahrum olmaz.KISIM: 2Dördüncü makamda bulunan kâmil için olağan üstü olankerametlere meyil ve istekleriyle karşılaşacağı fitne ve afetleri (çekişme ve belaları bildirir).Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda olan kâmil, dördüncü isimle meşgulolur. Hak, Hak, Hak der veya yâ Hak deyip bu güzel sözü tekrarlar. Böylece tekrarla tesirini bulur, kalbinde hasil olan aca yip bilgilerden ve hallerden çekinip Cenab-ı Allah’a yönelir. Ken ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ di eliyle meydana gelen olağanüstü hallere ve çeşitli kerametlere iltifat ve itibar etmeyip onları ikram eden Cenab-ı Allah'asarılır. Çünkü, bunlara meyletme ve onları sevmenin fitneyesebeb olduğunu bilir. Bunun için Kâmil zatlar, kendilerindençıkan kerametlerden ya hiç haberleri olmaz veya olsa bile ka-tiyyen kimseye söylemezler.Nitekim Kâmil zatın biri camiye giderken yanından geç9nbirisi bir taş atmış. Kâmil o taşa aldırmamış, hatta taşı bile görmemiş. Fakat taşı atan adam, o anda düşüp ölmüş. Yanındakiler ona, «Kâmil insanlara yakışan kusurlu kimseleri bağışlamaktır. Sen ise onu öldürdün. Bu sana yakışır mı?» Kâmil onlara yemin ederek, bu işten haberi olmadığını, ne kendisine taşatıldığını duyduğunu, ne de vuranı gördüğünü söylemiş. FakatAlah’ın âdeti şudur: Velilerine bir ikram olsun diye, haberleriolmadan kendilerine yardım eder ve onlara kötülük yapanlar-dan intikam alır. Bundan anlıyoruz ki Kâmil zatlar, kendilerinden zuhûr eden kerametleri bilmez, bilseler de onlara iltifat et-*mezler, iltifat etselerde meyletmez ve sevmezler.Kendinden zuhûr eden kerametlere meyil eden, onlara değer verip üzerlerinde duran sâlikin hali ise, şu hacının durumuna benzer: Allah’ın evini ziyaret etmeyi çok arzu eden ve yola koyulan bir hacı adayı arkadaşlarıyle beraber yolun çoğunu aldıktan sonra bir konakta karşısına gayet güzel, endaml:bir kadın çıkar. Onunla tanışır ve ona aşık olur. Onunla kalmak istemiş. O vakit Hac emiri ona: Gel, yolundan kalma arkadaşlarınla beyt-i şerifi tavaf edip hac vazifesini ifa et. Dönüşte bu kadını sana nikâhla alınz, o zaman bu helâlınla burada kalırsın. Fakat, eğer şimdi sen burada kalırsan ona sahibolamazsm. Olsan dahi sana haram olduğunu . unutma. Sonraçok pişman olursun der. Lâkin bu hacı adayının aşkı salip geliyor ve arkadaşlarından aynlıp aşkla bu kadına yaklaşıyor,kadının yüzündeki peçeyi kaldırdığında bir de ne görsün, Allah korusun! Ağzı kokmuş, suyu akmış, dişleri çürümüş, yüzükırışmış, gözünün feri sönmüş kapağı şişmiş, rengi solmuş, saçıdökülmüş, bli bükülmüş, işi bitmiş, kara kuru bir acuze idiş.Hemen o anda pişman olan Hacı adayı arkadaşlarına yetişmekistemiş. Fakat buna gücü yetmemiş. Gece gündüz feryad edip 666 MARİFETNAME figan etmiş. Ama nafile. Son pişmanlık fayda etmez îşte buradaki hacı adayı sâlike, Kâbe yolu Hak yoluna, Beyt-i şerif Ce-nab-ı Hak'km zatına misâldir. Kadın da kerâmete misaldir ki,sâlik Hak yolunda iken ona meyil eder. Hac emiri Mürşid-i kâmile misâldir. Hacılar ise tarikata sülük edenlere misaldir. Hiçkuşkusuz sâlik, veliler mertebesine yaklaşınca bütün kerametler ona itaatli ve emrinde olur. Halbuki kendisi onlara meyletmekten ve onlan sevmekten uzak olmalıdır. Eğer hevesi galipgelip ve kendisine mukadder olan hallere vaktinden önce istekli olur ve kerametlere meyledip onlara bağlanırsa kendine boşuna eziyet etmiş ve yolundan geri Jtalmış olur. Eğer sâlike kerametler hasıl olduğunda onlara meyletmezse, hakikate erdiğizamanda bu kerametlerin, ne dünyasına ne de âhiretino' hiçbir faydası olmadığını anlar.Kerametlere meyletmek, binbir zahmetle kazanılan bu makamdan inmesine sebep olur. Aslmda keramet, kendi nefsi içinkötü bir şey değildir. Çünkü o Cenab-ı Halc’kın velüere bir ikram ve ihsanıdır. Fakat onlara meyletmek ve muhabbet beslemek, sâlik için bir fitne ve tuzaktır.KISIM: 3Dördüncü makamda bulunan Kâmilin Peygamber (S.A.V.1efendimize olan sevgisi, mal ve mülke karşı olan meyil ve rağbeti ile Mürşid olmaya olan liyakati:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda bulunan nefs-i mutmainne sahibi Kâmil, zikir, dua ve ibadete devam edip Peygamber (S.A.V.) efendimize önceki sevgisinden fazla bir başka sevgiyle bağlanır.Mal ve mülkü, sırf hayır yapmak, fakirlere yardım etmek içinister. Para kazanma ve mal edinme, onun gönlünü, Cenab-ıHaktan bir an bile alıkoymaz. O’nun huzuruna varmasına engel olmaz. Kazandıklanm gizlemeyerek ihtiyacı olmadığını belli eder. Kimseden bir şey istemez, verilenleri de fakirlere dağıtır. Bu niyetle, bu şekilde olan mal sevgisi, bu kâmilin şanı 6*7 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ na uygundur. Bu maksatla hazanılan mal da sırf Allah içinolur harcanır. Böyle olan mal sevgisi yerinmemiş, bilâkis makbul olup öğünülmüştür.Eğer bu dördüncü makamda bulunan Kâmili Cenab-ı Hak,kimsece tanınmayan bir insan kılığında gizler ve böylece kendisini, şöhret yapma afetlerinden korursa, bu hal onun için birnimet ve selâmettir. Eğer Cenab-ı Hak onu, halk gözünde, beğenilmiş ve herkesçe takdir görmüş olarak gösterir ve Şeyhlikrütbesini ona giydirip irşad göreviyle vazifelendirirse o zamanKâmü, bu durumu her ne kadar kabul eder ise de; esasında o,bu Şeyhliği ne ister, ne de arzu eder, ondan çekinip kaçar. Ancak Cenab-ı Allah, onu, kalplerin sevgilisi edip dost ve müritlerini kendisine itaatli ve saygılı yapar. Müridleri irşad ettiğiiçin, o da onlara teslim olup kalblerini kazanır. Hepsini kendinefsinden yüksek görüp onlara iyi muamele eder. İyi ahlâk sahibi olmaları için, onlara alçak gönüllü, tok gözlü ve kanaatkar olma yolarını öğretir. Bu mertebeye nail olmaları için, onlara öğüt verir, yardımcı olur. İşte o kâmil Allah tarafındankendisine verilen Şeyhlik vazifesini bu şekilde kabul edip uygular. Çünkü o Kâmil, halkın dillerini, doğruyu söyleyen Allah’m kalemleri olarak bilir. İşte bu özellikleri, bu sıfatları nefsinde toplayan Kâmil, Mürşid olmaya lâyıktır. Fakat çok yorulacağı da bir gerçektir Egor o memlekette bu vazifeyi, kendisinden daha mükemmel yapan bir Şeyh varsa onu fırsat bilip kendisine gelen isteklileri o zata gönderip, rahat eder ve bu davranışları ile beş altı ve yedinci makamlara yükselerek Halife olurve Hakkın huzurunda kalma dileğine varır.KISIM. 4Zeki insanların Tarikata girmeyi tercih ettikleri ve velilerin' tatbik ettikleri yollar:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Sâlikin mukarreblerin (Allah’a yakın olanların) yolundailerleyip yükseldiği makamlar yedidir. Fakat bazı evliya, bu 668 MARİFETNAME makamların üç olduğunu kabul ve iddia ederler. Çünkü mu-karrebler yolunu üç makam olarak kabul eden Veliler birincimakamı hiç saymayıp İkinciden başlarlar ve bu makamdakinefs-i natıkaya Levvame adını verirler. Üçüncü makamdakinefs-i natıkaya Mülhime, dördüncü makamdaki nefs-i natıkayaMutmainne adını verirler. Beşinci altıncı ve yedinci makamlarıise saymayıp Cenab-ı Alah’m birer cezbesi olarak kabul ederler. Çünkü bu yolu üç makam olarak kabul eden veliler, ancak yaratılıştan huyu güzel, halim, selim ve şefkatli olan zeki insanların tarikate girmesini kabul etmiş ve bu özellikleri taşı yanları beğenmişlerdir. Kötü huylu olan emmare nefislere iseitibar etmez ve onlan tarikatten atmışlardır.Bunlar kabul ettikleri Sâlike üç isim öğretirler: Nefs-i Lev-vamede Lâ ilâhe illallah, Nefs-i mülkimede, «Allah, Allah, Al-ler. Bu son isimle Sâlik, Nefs-i Mutmainne makamına gelip Kâ-lah» ve üçüncü makamda «Hu, Hu, Hu» isimlerini telkin eder-mil olunca, ona halkı irşad etme vazifesi ve (yetkisini) verirler.Çünkü zeki olan sâlik, Nefs-i Mutmainne makamına çıkıncahalkı irşad etmeye öğüt ve telkinde bulunmaya liyakat kaza- ®r. Muhakkak ki zeki olan Sâlik, nefsini mürşidsiz bile terbi ye edebilir, kendi çabasıyla kemal derecelerinin en yükseğine-ulaşıp seçilmişlerin seçilmişlerinden olabilir. Çünkü her sâlik.doğuştan zeki ve temiz değildir. Zeki ve kabiliyetli olmıyanlar,Nefs-i Mutmainneye yükselirlerse de irşad yapma liyakatinikazanmaz. Kâmil makamına yükselmedikçe irşad makamındaoturamaz ve bu görevi yapmaya yetkili olamaz.Bu sebepten bu yedi makam yolu, herkes için muteberdir.Bütün Ehlullah diyorlarki, dördüncü makamda Kâmüin nefsi,Nefs-i Mutmainne-i Rahmaniyedir. Kitap ve sünnete bağlı olupondan zevk ve lezzet bulur. Bütün hareketlerinde şeriatm hükümlerine göre amel eder. O zaman ilâhi lütufda bu nefiscezbetmeye tutulur ve ona: «Ey Mutmainne nefis, razı olmuşve razı olunmuş olarak Allah’a dön» emir ve ilhamı gelir. Ve yine o zaman bu Kâmil, Alah’tan başka her şeyi unutur. Bütündünya ve âhiret işleri hafızasından silinir, kalbi müşahededenbir an bile aynlmayıp Hak Taâlâ ile olur. ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ NAZIMAcep kim gördü bir âşık Ki vazgeçmez bu sevdadan Acep kim gördü bir bâlık Ki usanmış bu deryadan Yedi nakkaştan birun Bulunmaz nakşı günâgün Acep kim gördü bir Mecnun Ki iraz etti Leylâ’dan Ve Mecnun olsa bi Leylâ Kalır bir ismi bi mânâ Olur mâşuk müstağni Ki fariğdir hep esmâdan îllâ ey canı can sensiz Kararım yok bir an sensiz Ki zindandır cihan sensiz Muradım sensin eşyadan Hayalin cana sultandır Gönülde hoş hıramândır Gelir güya Süleyman’dır Derunı Beyti Aksâdan Bu cami beyti ekberdir İçi kandüi enverdir Behiştu, aynı Kevserdir Dolu Vildanu huvvardan Gönülde Hakkı bul her an Ki oldur manzarı Rahman Gönülde Cenneti irfân Yücedir Arşı âladan KONU: 5 Yedi makamdan beşincisi olan Nefsi Kaziyenin durumu-nu, hal ve hareketlerini, fiilleriyle isim ve sıfatlarını belirten ve llmelyakin, Aynelyakin Hakkalyakin mertebelerinin mi-sal ve örneklerini üç kısımda bildirir. 670 MARİFETNAME KISIM: 1Nefsi Raziye’nin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, 3 **rl, hali, kazandıkları, sıfatları ve kendisinden üstün elanNefsı Marziye makamına yükselmesi: Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Beşinci makamda nefsi natika, bütün hallerinde rızanın kemâl derecesini kazandığı için, ismi Raziye olmuştur. Nite-kim Hak Taâla bu nefse «Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön» kelâmıyla hitab etmiştir. Bunun seyri Allahdır. Alemi, Lâhût âlemidir. Yeri sırrın simdir. Hâli, fenadır. Lâkin üçüncü makamda bildirilen fena değildir.Bu iki fena arasındaki fark şudur: Üçüncü makamdaki fe-na orta durumda bulunan bir sâlikin halidir ki, duyu organla-rının verilerinden yanılmasıdır. Beşinci makamdaki fenâ ise, sülük yolunun sonuna yaklaşmış olan sâlikin beka ile müşer-ref olma halidir ki, beşerî sıfatların mahvolup gitmesidir sâ-lik bekaya hazırlanıp ona kavuşmuştur. Bu Hakkalyakindir ki, yedinci makamda hasıl olur.Nefsi raziyenid varidi yoktur. Çünkü varid, ancak beka sıfatlarıyla var olur. Halbuki bu makamda, kâmilin beşeri sı-fatlan öyle yok olmuştur ki, izi bile kalmamıştır. Onun için bu makamda Kâmil, bütün varlığından fani olup nefsiyle bakidir. Fakat bundan evvelki makamlarda olduğu gibi nefsiyle değil, yedinci makamda olduğu gibi Allah’ı He bakidir. Sonra bu. öyle bir haldir ki, ancak tadarak anlaşılır.Bu makamda nefse ikram içhı verilen sıfatlar. Vera (Ya-saklardan sakınmak) ihlâs muhabbet, üns, Allah’tan başkasını terkedip unutmak, teslim ve nzadır. Çünkü bu makamdaki kâ-mil, Allah’ın cemalini görüp kendinden geçer. Sonra, bu âlemde var olan her şeyi itirazsız, gönül hoşluğu ile kabul edip haz duyar. Yasak ve mekruh olan şeylere yönelmeme hususunda nefsine hâkimdir. Bu haliyle halka öğüd verir. Allah’ın emir ve yasaklarını bildirir. Bu suretle halkı irşad eder. Onun sözü- 671 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ nü dinleyen herkes istifade eder. İşte bu haliyle kâmil sırrus sır (sınn sırn) ile Lâhût âlemini bulur. Böylece Allah’ın huzu-runda edep deryasına gömülür. Onun duası, Hak Taâla'nın yanında makbul olup asla red olunmaz. Fakat haya ve edebi-nin çokluğu onu, dua yapmaktan alıkoyar. Ancak güç durum-da kaldığında dua eder ki o zaman da muhakkak kabul olunur. Bu kâmil, Allah’ın yanında aziz ve mükerremdir. îleri gelenler ve halk arasında da saygı ve sevgi görür. Bu saygı ve sevgi iç-ten gelen zorlayıcı bir etki iledir. Fakat insanlar onu niçin se-vip saydıklarını bilmezler. Kâmil de, halkın bu kadar sevgi ve saygısını umursamaz ve onlara meyletmez. Hele zalimleri ka tiyyen sevmez ve onlara boyun eğmez. Fakirin dahi ikram ve ihsanlarına bakmayıp yalnızca Rabbi le olur. Çünkü tecrübe-leri ona göstermiştir ki, insanlardan kaçtıkça onların kendisine karşı sevgi ve meyilleri artar. Yine bilir ki, onların malından bir kısmeti varsa elbette bir bahane ile kendisine gelir. Öyley-se insanların elinde bulunan ve Cehennem ateşinden başka bir şey olmıyan dünya malı için neden onlara iltifat etsin, dal-kavukluk yapsın. Gerçekte bu Kâmil, batın âleminde öyle bir saltanat kurmuştur ki, zahirdekilerin (yani dünya saltanatla-rının) hepsi onun hükmü altında kalir, emrini bekler. Bu du-rumda olan bir Sultan, emrindeki insanlara nasıl meyil eder, onlardan bir şeyler umar ve onlara güvenir.Bu makamda Kâmil, beşinci isim olan Hayy, Hayy, Hayy ile meşgul olur ve maddi varlığı yok olup, manevi varlığı Hay ile bâki oluncaya kadar buna devam eder. Tâ ki, altmr.» maka-ma çıkıp kapısında durmadan içeri girebilsin. Bu isimle meş-gul oldukça fenâdan çıkıp bekâya. ererek Allah’ın Hayy sıfatı ile muttasıf olur. Onunla işitip onunla görür. Onunla konuşup, Onunla anlar. O’na tutunarak yürür. Fiillerin tecellisini geçip isim ve sıfatların tecellisine kavuşur.KISIM: 2Beşinci makamda bulunan Kâmile hâsıl olan 1 fiil, isim ve sıfatların tecellileri ve bunlarla hasıl olan kerametler: d72 MARİFETNAME Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Nefsi raziye tahibi olan Kâmil, beşinci makamın sonların-da fiillerin tecellisini geçer, isim ve sıfatların tecelli yeri olan altıncı makama yükselir. Böylece ilmelyakinden aynelyakin mertebesine gelir. Buradan da bir cezbe ile yedinci makama girip onda Hakkalyakma varır.Fiillerin tecellisi şudur: Hak Taâla’nın fiillerinden bir fiil o kulun kalbinde doğar. Çünkü Cenabı Hak, kendi fiillerinden biriyle kuluna tecelli edince, O’nun bütün eşyada cereyan eden kudreti o kulunda belirir. O kul da durduran ve yürütenin yal-nız Cenabı Hak olduğunu bulur. Bu hal ona müşahade ile olur. Bu durumu, ancak o makamın sahibi bilir. Bu fiillerin tecelli-si, ayaklan kaydınlabilir. Onun için tarikata yeni başlayanlara korku ve çekingenlik gelir. Çünkü onlar, fiili kendilerinden ta mamıyle nehy eder, uzaklaştırırlar. Fakat Cenabı Allah’ın ko-rudukları istikâmet üzere yürürler. Bu makamda olan Kâmil,' fiillerin tevhidinde olan tecellide sebat eder, durduran ve yürü-tenin Cenabı Hak olduğunu bilir, şeriat hükümlerini kendi nefsine eksiksiz uygularsa, muhakkak o kul korku veren bu tecelli makamını geçer, isim ve sıfatların tecellilerine yükse-lir. Eğer korkup da sebat etmez ve inancı sarsılırsa o zaman bu Hak yoldan geri dönüp zındık (dinsiz) olur, esfeli safiline (aşağılıklannın aşağısına) inip tabiat zindanında kalır.İsimlerin tecellisi de şudur: Hak Taâlâ, Esmâi Hüsnâsın dan bir ismini kulunun kalbinde doğurur. Çünkü Allah Taâlâ, kendi isimlerinden biriyle kulunun kalbinde tecelli eder. O kul daC,' bu ismin nurları altında öyle mağlub olur ki, eğer Cenabı Hak, o anda, o isimle çağmlsa, onun cevabını o kul verıjr.Sıfatların tecellisi ise şudur: Hak Taâlâ kendi sıfatlanndan birini kulunun kalbinde doğurur. Çünkü bir kulun bütün beşe-ri sıfatlan yok olursa, Cenabı Allah, onun kalbine kendi sı fatlanndan biriyle tecelli eder. İşte o sıfatın.bazı .eserleri, Al-lah’m yardımıyla o kulda görünür. Meselâ; Cenabı Hak, ona işitme sıfatıyle tecelli ederse, o kul canlı cansız bütün varlık-ların konuşmalannı işitip anlar. Çünkü o fani kul, ilmclyakin ve aynelyakin mertebelerinden geçip Hakkalyakin mertebesi-ni bulmuş olur ki, diğer sıfatlar da buna kıyasla bilinebilir. 673 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ KISIM: 3İlmei-yakın, aynelyakin ve hakkalyakin halleri ve Allah’ı görebilmenin şartlan: Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Gerçek sâlik, ilmelyakin mertebesini geçip aynelyakin mertebesine gelir ve orada da ilâhi bir cezbe ile Hakkalyakin mertebesini bulur. İlmelyakin, akli delillerden hâsıl olan bir ilimdir. Fakat Hakkalyakin müşahede (görme) ile hâsıl olan bir ilimdir. Hakkalyakin makamında kulun sıfatlan, Allah’ın sıfatlarında fani olur.O kul, Allah’ın ilmi, şühûdu ve halleriyle bekâ bulur. Haki-katte kulun ancak sıfatları fâni olur, zati fenâ bulmaz. Yani o fani kulun zatı, maddi varlığı vardır. Hakka iftira eden ca-hillerin bozuk görüş ve iddiaları gibi kulun zatı, Allah’ın zatın-da yok olmaz. Çünkü kul, Cenabı Hak’ka tam bir inanç, zillet, âcizlik ve teslimiyetle bağlanmıştır. Kulluğa uymayan sıfatla nn hepsinden fena bulup (yok olup) Alah’a yaklaştıkça O da fazlukeremi Lütfu inayetiyle o kötü sıfatlarından arınan ku-luna kendi güzel sıfatlarından ihsanda bulunur. Evet her şeye kadir olan Allahu Taâlâ’dır, her işte âciz ve eksik olan da kul-dur. Fakat Cenabı Hak murad edince, bir kulunda bulunan bütün kötü sıfatlan yok eder. Yerine diğer kularınm aciz ola-cakları ve onları hayrete düşürecek kerametler verir. Cenabı Hak’lcm âciz kuluna verdiği kuvvet ve kudretle, o kul, Allah’m izniyle kâinatta her işi yapabilme gücünü kazanır. Çünkü kul-lukla Rablık birbirine ayna olup birbirinden akis (yansı) alır. Gerçek kulluk ise, elde olana rıza, olmayana sabır göstermek hudûdu muhafaza etmekle olur.Bunu bir misâlle anlatalım. Meselâ bir kömür parçasına, ateşin ışığı bir duvara düştükten sonra aksedip bu suretle onu aydınlatırsa bu, ilmelyakine misaldir. Eğer ateşin alevi, vasıta olmaksızın doğrudan doğruya kömüıe düşerse bu, aynelyaki ne misaldir. Eğer o kömür ateşin yanında ise ve onun ısısından yanıp ateş gibi olur ve kömürün vasıflan ateşin vasıflarında 674 MARİFETNAME yok olursa öyle ki; o kömürün karartısı ateşin ışığına soğuk-luğu onun ısısına ve fiilleri de ateşin fiillerine dönüşürse bu, Hakkalyakine misaldir. O halde sâlik, mücahede ile altıncı makama kadar yükselebilir. Fakat yedinci makama ulaşması ancak Cenabı Hak’kın ihsan edeceği cezbeye bağlıdır. Bu ise, hakkalyakin ehâdiyyet (birlik), her şeyi nefsinde toplamış ve isimlerin mertebesiyle vasıflanmış bir mertebedir. Eğer bu ha kikata kavuşup tevhit hali olan kemâli buldunsa, sözde tevhid muvahhid olan taklitçilerin o yanlış görüşlerini anlarsın. On-lar, tabiatın kirlilikleriyle gizlenmiş, şehvet ve tutkularına ye-nilmiş, önlerine gerçeği gizliyen perdeler gerilmiş iken, kendi-lerini Hak Taâlâ’nın birliğine inanan gerçek muvahhid, ârif ve kemâl derecesinin zirvesine varan birer fâzıl olduklarını sa-nırlar. Halbuki onların bu sanışları yanlış ve hatalıdır. Çünkü yalnız Alah’ın birliğine inanmak yetmez. Belki öyle olur ki, bu, sahibini yanlış yoldan götürüp dinsiz eder ve tabiatın zindanı-na düşürür. Halbuki sâlike sülük yolunda faydalı olan, vahda-niyeti görmek ve her şeyde onun varlığını idrak etmektir.Yalnız ma’rifet (bilmek) fayda vermez. Çünkü eksiktir. Şuhûd lâzımdır. Şuhûd ise, mücahede ile elde edilen bir haldir. Bu hal, hiçliğini idrak, alçak gönül ve iftikarla vücuda gelir. Çünkü müşahede (görme), ancak mücahede yolu ile elde edi-lir ve kuvvet bulur. Ancak o zaman bu şuhûd hali sahibine faydalı olur ki, bununla şeriata bağlanır, güzel huylarla huy-lanır, böylece murada nail olunur. Aksi takdirde zındıklık çu-kuruna düşüp helâk olur.KONU: 6Yedi makamdan altıncısı olan nefsi marziyenin halleri sı-fatları tavır ve bazı sırları ile tabiatın tarif ve isimlerini üç maddede bildirir.KISIM: 1Nefsı marziyenin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, yeri, hali, kazandıkları, sıfatları ve yedinci makama yükselişi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki: 675 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ Altıncı makamda bulunan nefs-i natikadan Cenab-ı Allahrazı olduğu için ismi Marziyye olmuştur Bunun seyri (gidişi),anelahtır. Âlemi, şehadet âlemidir. Yeri gizlidir. Hali, hayretve hayranlıktır. Kazandıktan şeriattır. Sıfatları, Allah’ın ahlâ-kıyla ahlâklanmaktıdır.Beşerî istekleri terk ve güzel huyluluktur. Günahları afv,kusurları örtmek, hüsn-i zan, herkese şefkatli ve lütufkar olmaktır. İnsanları karanlık sıfatlarından, ruhun nurlanna çıkarmayı sevmek ve onlara meyletmektir. Bu meyil ve sevgisırf Allah için olduğundan makbuldur. Nefs-i emmare makamında olan meyil ve sevgi gibi değil, bu şefkat ve merhamettir.Çünkü Nefs-i emmarede sevgi nefis için olduğundan yerinmişuğursuz, karanlık ve gaflete bürünmüştür. Halbuki nefs-i mer-ziyenin sıfatı, halkla hâlıkın sevgisini birleştirmektir. Bu öylebir meziyettir ki, herkese nasip olmaz, yalnız altıncı makama yükselenlere nasip olur. Bunun için bu makamda olan Kâmil,görünüşte avamdan ayırd edilmez. Ama, kalbi bir kırmız;, kibrit gibi olup benzeri bulunmaz. Öyle hâs ve tertemizdir ki,,nurların kaynağı,, sırların madeni, seçilmişlerin önderi ve ilahi ilmin taşıyıcısıdır. Kalbi Allah’ın gayrısmdan boştur. Bumakamın sahibi Hak Taâla’nm ve halkın yanında makbuldur.Kadir ve kıymeti yüksektir. Bu kâmilin seyri anel-lalTtu. Ya*-ni muhtaç olduğu bilgileri doğrudan doğruya Cenab-ı Allâlı'tan alır. Gayb âleminden şehâdet âlemine Allah’m izniyledönmüş olan bu zat, kendisine orada iken ihsan olunan bilgileri, hikmetleri, herkesin anlayabileceği şekilde halka söyler.Bu kâmilin hayreti, makbul bir meziyettir. Çünkü bu, Cenab ıHak’km huzurudur. Bu hayret, sülükün ilk zamanlardaki gibisırf gaflet olan hayret değildir. Kâmilin sıfatlarmdadır ki, verdiği sözü mutlaka yerine getirir sözünden caymaz. Her şeyi yerli yerine koyar. Adaletten ayrılmaz. Yeri geldiğinde harcar ve dağıtır ki, onu tanımayan müsrif zanneder. Yerinde olmayınca o kadar tutumlu davranır ki, onu tanımayan çok cimri sanır. Kendini metheden kimseye vermeye uygun değilse ka-tiyyen bir şey vermez, eğer onu kötüleyene, verilmesi uygunise, yenliği için hakkını vermemezlik etmez. Fazlasıyla ihsanve ikramda bulunur. Bu güzel haller ise, kalpleri bilen ve anli- 676 MARİFETNAME yan kâmil zatların şanıdır. Bu makamın sahibi her işinde mu-tedil davranır. İfrat ve tefritten uzaktır. Bu orta yol görünüş-te kolay, fakat yapılması zordur. Bu güzel meziyete herkes sa-hip olmak ister. Herkes bu meziyete sahip olanlan sever ve her yerde iyiliklerini söyler. Lâkin orta yolda yürümek zor ol-duğu için, onunla sıfatlanmış olan çok azdır. Ancak bu maka-mın sahiplerine mahsus İlâhi bir lütuf güzel bir huydur.KISIM: 2Altıncı makamda bulunan' Kâmilin, bazı halleri, sözleri ve sırlan:' Ey âzizr Ehlullah diyorlar ki:Altıncı makamda bulunan kâmile, başlangıçta büyük ha-lifelik müjdeleri görünür. Makamın sonunda da bunun hilatla rı (değerli hediyeleri) verilir. Bu hilatlan, Cenabı Hak, kutsi hadîsinde: «Kulağı Ben olurum, benimle işitir, gözü Ben olu-rum, benimle görür; dili Ben olurum, benimle konuşur; eli Ben olurum, benimle tutar; ayağı Ben olurum, benimle yürür.» di-ye buyurarak bildirirt^Bıa, şu demektir: Bu makamda kâmil, Cenabı Hak’ka yakındın Onun izniyle halka tesiri olmakta-dır. Bil ki bunun manası çok ince ve kanşıktır. Haşa! Bir veli-nin kitabı okuyup maksadını anlamıyan bir dinsiz gibi, kulun gözü Allah’ın gözü olamaz. Fakat muhakkak olan şu ki, şeri-ata uyarak bu makama gelmiş olan kâmilin mutlaka görebile-ceğidir. Bu da bu makamda, bulunan kâmilin beşerî bütün kö-tü sıfatlardan armmfŞ, bunların yerine ilâhî sıfatlarla bezen-miş olmasıyle olur. O zaman, bu kâmil, Cenabı Hak’km izniy-le başkalarına tesir edebilir, İşte yukarıda beyan olunun Hak kalyakin, bu görüşe uygundur. Çünkü Hak Taâlâ ne bir şeya hulül eder (girer), ne de bir şey ona hulül eder. Cenabı Allah, bundan münezzehtir. Bunun esasını kimse idrak edemez. Çün-kü akıl, bunu idraktan acizdir. Bunu akılla anlamaya çalışmak büyük bir hatadır. Bu işler, ancak hal ile idrak olunur. Hâl eh-li olmayanların bunu idrak etmeleri imkânsızdır. Çünkü bu fenâ ve bekânın dış âlemde benzeri yoktur. Bunun için misal verilemez. 677 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HAZRETLERİ Bu makamda kâmil, hal içinde bulunur ve bundan manevi bir zevk alır. Bu durumda olan kâmil, bu makamda olduğunu da bilir. Çünkü Hak yolu yolcusunun en son ve en yüksek ma kamı, meleklerin kıblesi olan Ademin süretindekine varması dır. Bu, öyle bir sürettir ki, gerçeği hakikat-ı Muhammediyo- dir, İlâhi lütuftur, Hû'nun büyük sırrıdır ki, Cenab-ı Hak’ka yaklaşmanın sonu budur. Sâlik bu makama eriştiği zaman o, sırf ibadet yolu ile alçak gönüllülük acizlik, zayıflık ve ifti-karla vasıflanmış bir kâmil olur. Nefsini bu sıfatlarla bilince,Rabbini Rubûbiyet sıfatlarıyla bilir. Çünkü bu kâmil, nefsinizillet ve fenâ ile bulduğundan, Allah’ını izzet ve beka ile bulur. Ve kulluk aynası, ilâhi aynaya karşı durur. Ve o haldebirinde ne varsa ötekisine akseder, işlenir. Nitekim Cenab-ıHak, kudsi hadisde: «Yer ve göklere sığmam. Fakat kulumun kalbine sığanm» buyuruyor.Demek ki, hâlis ve gerçek imana sahip kul,'her şeyde varolan ince ve derin sırlan Allah’tan aldığı bilgilerle bilir. Nitekim Cenab-ı Hak’kın: «Ben Âdeme, bütün isimleri öğrettim»buyruğuyla bu sırları, kullarına işaret etmiştir. Bu makamdabazı gizli sırlar vardır ki kelimelerle ifade olunmaz. Bu altıncımakamda bu kâmil zata Âdem sureti keşf oldukta, bunun, sâlikin en yüksek dileği, kâmil insanların en yüksek makamı veher şeyin en üstünü, en şereflisi olduğunu bilir. Bu sûreti istemede, şeriata sarılmanın tarikatın gereklerine uymanın ve altıncı isim olan Kayyum’u okuyup himmet ve çaba göstermeninlüzumunu da büir ve yapar. O zaman ebrann iyiliklerini kendisi için kötü bulup şeriat, tarikat ve hakikat adabıyla dahaçok edeblenir ve suret-i Ademiyye ile hakikât-ı Muhammediye- yi araştırma mertebesine erip yedinci makama yükselir.KISIM: 3 Tabiat, zül ve nefs-ı-Rahmani, bu üçünün bir cevher olduğu:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki: Alimlerin tabiat dedikleri kuvvet, bütün cisimlere hulül eden ve her cismin onunla tabiî kemâline eriştiği şeydir. Biz 678 MARİFETNAME buna zül deriz. Çünkü bu, izâfi bir varlık olup, kendinde bu-lunmayan imkân ve ahkâm üzerine yayılmıştır. Nitekim Ce nabı Allah, Kur’anı Kerim inde: «De ki: Rabbimin kelimeleri-ni yazmak için denizler mürekkeb olsa, Rabbimin kelimeleri bitmeden denizler biter, bir o kadar daha gelse gene biter.» buyuruyor. Böylece kelimelerden muradın ayanı mercudat ol-duğunu bildiriyor. însan konuştuğu kelimeler, türlü manala-ra delâlet ettiği gibi, görünen varlıklar da Cenabı Hak’km varlığına isim ve sıfatlarına delâlet eder. Nitekim Cenabı Al-lah Kur’anı Kerîm’de; görünen varlıklarda bir çok manalar bulunduğunu, insanlara bildirmiştir. Gerçekten, insanın konuş-tuğu kelimelerin her birinde bir mana vardır ki, her kelimenin kendinden sonrakine göre manası başkadır. Bunun gibi, görü-nen varlıkların her birinde bir sır vardır ki, o sır her insanın gözünde başka türlü görünür. Cenabı Allah o sırları, yalnız nefsini bilen Ârif kullarına bildirmiştir. Arif olmıyan kulların-dan gizlemiştir. Meselâ bu kitapta yazılı olan kelimeler gibi. Bunları ilim adamları okuduğunda manasını anlar. Fakat ca-hil insanlar ne okuyabilir, ne anlıyabilir ne de ondan bir lez-zet alabilir. Ancak bu,, kitabın yazılı satırlarım görebilir. İşte tabiat âlemi de bıuna benzer. Herkes bu tabiat kitabını okuya-maz ve anlıyamaz. Veren vermiyen Allahu Taâlâ her türlü noksanlıklardan münezehtir.NAZIM, Ey mühendiş nıedir ol tefrikaı nokta vü hat.Bil hattı kevn ü mekân, noktai aşk oldu fekat.Nokta hat oldu ve hat harf olup, ol oldu hurûf,Çünki tebdili suver kıldı vü tagyiri nukat.Noktadan gayri ne kim levhi şühûdun üzre Nakş olunmuş» onu mahv et ki, od ur sehv ü galat.Nokta bil, noktaıya bak, nokta ol, andan gayri Her ne kim eyle sen od ur sebebi bu’du sahat.Bahrdan dür iken enhâr Fırat ve Şattır,Yine su içre eri:şse, no Fırat ola ne Şat.Ne olur tenbel o ârif, ne seğirtip yorulur.Ehli irfân reviş ü râhi olur seyri vasat. 670 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ KONU: 7 Yedi makamın yedincisi olan Nefsİ. Kâmilenin, hallerinisıfatlarını, hareketlerini, alâmet ve kerâmetlerinl, MürşidİKâmilin eğitiminin belirtilerini ve kabiliyetli sâlikin metanetve alâmetlerini ve sıkıntılı hallerindeki iç ferahlığı (sevinci)ile huzurunu şeytamn sâlike karışmasını, aldatmasını sekiz kı-sımda bildirir.KISIM: 1Nefsikâmilenin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, ye-ri, hali, kazandıktan, sıfatlan ve sâliklerin nasıl terbiye olun* duklan:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Yedinci makamda nefsi nâtika bütün kemalâti taşıdığı için ismi Nefsi Kâimle olmuştur. Bunun"' seyri Billahtır. Alemi, kesrette vahdet, vahdette kesret âlemidir. Yeri sırdır (gizlidir). Bu öyle bir gizliliktir ki, tıpkı bedene nisbeten ruhun gizliliği gibi. Hali bekâdır. Kazandıkları, bütün insanların öğrendikle-rinin tümüdür. Sıfatlan, insanlığın en güzel sıfatlannm tümü' dür. Bu kâmilin meşgul olduğu vird, Kahhar ismidir ki, bu ye-dinci isimdir.Bu yedinci makam, bütün diğer makamlann en yükseği ve en üstünüdür. Çünkü bunda bâtin saltanatı hemâle ermiş, mü-cahede tamamlanmıştır. Bu makamda riyazete (açlıkla nefsi terbiye etmeye) lüzum kalmamış, her şeyde orta halde bulun-mak yeterli olmuştur. Bu makam sahibinin artık hiç bir isteği kalmamış, her muradına nail olmuştur. Yalnız Cenabı Hak’km nzasmı almak kalmıştır. Bu kâmilin bütün hareketleri, iyilik ve ibadettir. Onun temiz nefesleri kudret ve inayettir. Yumu-şak konuşması, sırf ilim ve hikmettir, lezzet ve tatlılıktır. Mü-barek yüzü görenlere huzur ve sevinç vericidir. Bu azizi gö-renlerin kalbine, Allah’ın zikri ve fikri gelir, huşû ve hûdû ile 680 MARİFETNAME Cenabı Hak’ka yönelir. Nasıl yönelmesin ki, bu Allah velisinin mübarek yüzü ile karşı karşıya gelmişlerdir. Belki o dördüncü makamda iken yine Allah'ın velisi idi. Çünkü dördüncü ma-kam avam evliyasının makamı beşinci makam seçkin evliya-nın makamı, altıncı makam ve yedinci makam seçilmişlerin seçümişlerinin makamıdır.Bu Kahhar isim Kutba (yani en üstün olan evliyaya mah-sustur.) mahsus olan isimlerdendir. Kutup bununla sâliklerin yardımına koşar, onlara nur ve hidayet müjdelerini ulaştırır. Hatta sâliklerin içinde kendiliğinden meydana gelen cezbe se-vinç ve huzür gibi kalb ve ruh hallerine yardım, irşad kut-bundan olup onların zikir ve teveccühlerine karşılıktır. Bu ma-kamın sahibi, bir an bile ibadetsiz kalmaz. O bütün vücut aza lanyla, diliyle, eliyle, ayağıyla, yahut sırf kalbiyle ibadet eder ve bir an bile Cfenabı Hak’tan gâfil kalmaz. Bu kâmilin istiğ-farı çoktur. Çok mütavazidir. Halkın Cenabı Hak’ka yönelişi onu.çok sevindirir. Halkın gafleti ise onu fazlasiyle üzer ve öf-kelendirir. Allah’ı isteyenleri ye sevenleri evladından daha çok s^ever. Bu kâmilin ağrıları çok, hareketleri, çaba harcaması az, kuvveti zayıftır. Allah’ın emir ve yasaklarına tam uyar ve bun-ları gayet yumuşak güzel bir dille halka telkin eder, öğretir. Muhabbet ehlini sever. Sevilmeyeceklere, kızdığını belirtir. Ge-rek sevgi ve kızması kendi nefsi için dğil, sırf Allah içindir. Kalbinde kimseye kötülük beslemez. Bunun kahrı lütfü ile; kız-ması hilmi ile, Celâli Cemaliyle karışık olduğundan kızma ha-linde razı olup rıza halinde kızma gösterir. Fakat her şeyi yerli yerinde yapar, her halinde adalet üzere hareket eder.Bir emrinin, bir sözünün yerine gelmesini dilediği zaman, onu isteğine uygun olarak hasıl olmuş bulur. Çünkü bu kâ-milin dileği Allah’ın dileğine uygundur. Rıza ve tepkisi O’na bağlı ruhu huşu ve hayret içinde daima O'nun huzurundadır.KISIM: 2MürşidıKâmilin alâmetleri kerametleri ve istidatlı sâlikin terbiyesi, alâmetleri ve kendi âdetleriyle ibadetleri: 681 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki: Mürşidi Kâmil, bütün insanlara karşı çok şefkatli ve merhametli olur. Bilhassa Hakkı istiyen ve sevenler onu, ana vebaalarından daha merhametli Ve şefkatli bulurlar. Mürşid-iKâmilin güzel âdetleri şudur: Cenab-ı Allah’m marifetini vemuhabetini talib (isteyici) ve kendi hizmet ve sohbetine hevesli olup huzuruna gelen sâliklere sohbetin başında din ilminiöğretir. Onların müşküllerini, ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine uygun olarak çözer, şüphelerini giderir, inançlarını düzeltir ve kuvvetlendirir. Sonra temizlik ve namaz meselelerinitam manasıyla öğretir. Tevekkül, tefviz, sabır, teslim ve rızayıanlatır. Bu şekildeki sohbetine bir müddet böylece devam eder.Sonra sâlikin durumuna bakar. Eğer onu, Cenab-ı Hak’km yoluna girmeye kabüiyetli görürse o zaman ona tevhid kelimesini zikretmesini söyler ve mukarrebler yolunu açar. Geçinmedegüçlük ve sıkıntısı varsa ona maddi yardımda bulunur. Karşılaştığı engelleri yok etmeye çalışır ve her hususta onu korur.Böylece onun dayanağı olup Hak yolunda ilerlemesini sağlar.Eğer sâliki bu yolda kabiliyetli görmezse o zaman onaöğüt verip: Sanatm varsa sanatına devam et, yoksa doğruluktan ayrılmadan ticarete başla. Çünkü Allah tembel ve boş duranları sevmez. Bu tembellik ve gevşeklikle bu yoldan gidilmezder. Eğer bu Mürşid-i Kâmil o sâliki sanatına, işine göndermezse o zaman onu aldatmış olur. Halbuki Mürşid-i Kâmil aldatıcı olmaz. Kendi için lâyık görmediğini ve yapılmasını istemediğini, halka lâyık görmez ve onlara yapılmasını istemez. Nitekim Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadis-i şerifinde: «Aldatan bizden değildir» diye buyurmuştur. Eğer mürşidin hizmetçiye ihtiyacı varsa, onu işlerinde çalıştırabilir. Fakat kendisine mukarrebler yoluna girmeye kabiliyetli olmadığını bildirmesi şarttır. Bundan sonra sâlik hizmetinde kalmak isterse yamnda bırakır.Mürşid-i Kâmilin alâmetleri: Ayıpları örter. Kimsenin ayıbını, kusur ve hatasını ifşa etmez. Bilhassa sâliklerin ona bildirdikleri sırlan asla kimseye söylemez. Sonra bu Kâmilin nefsi muhtaç değildir, hiç kimseden bir şey ummaz ve almaz. Yine bu kâmilin öyle güzel huyları var ki, asla kimseye kızmaz MARİFETNAME ve en ufak bir kırıcı lâf söylemez. Ancak Allah için buğz eder ve söyler. O’nun yanında yemeklerin iyisi ile kötüsü birdir. Her türlü giyecek ve giyeceklerin yenisi de, eskisi de onun için bir-dir. Bu kâmilin yanında hamurla ekmeğin, pirinçle arpanın, temiz su ile bulanık suyun sarımsakla anber kokusunun, yün-le ipeğin, döşekle hasınn, gençle ihtiyarın, şan ve şeref sahi-biyle hakirin, amir ile fakirin hiç bir farkı yoktur, hepsi ona göre birdir. Bunlardan hangisini bulsa, ötekisini istemez. Bu kâmil, açlıkla toklukta, uyku ile uyanıklıkta, konuşma ile sü-kutta, uzlet (yalnızlığa çekilmek) ile ülfette (halkla temasta) veNbütün âdet ve ibadetlerinde «her işin ortası hayırlıdır» pren-sibine göre hareket eder. Nitekim kâmillerin ve ırnrşidlerin en büyüğü olan peygamber (S.A.V.) efendimiz: «Allah’a yemin ederim ki sizin en çok Allah’dan korkanınız benim. (Buna rağ-men) oruç tutanm, oruç açarım, Namaz kılanm, dinlenirim ve evlenirim» Yani ifrat ve tefritten kaçınır, ikisinin ortasın-da yürür. Bu ortalama hareket şekli yalnız veliler mertebesine eren Kâmil insanlara mahsustur diye buyurmuştur. Muhakkak ki bu alâmet ve kerâmetler Mürşidi Kâmil olan zatta görünür. KISIM: 3 İstidâtli olan sâlikin metaneti ve alâmetleri:' Ey azız! Ehlullah diyorlar ki:Mukarrebler yoluna girmeye kabiliyetli olan sâlikin meta-net ve alâmetleri şunlardır: Kendi nefsine düşmandır. Açlık, susuzluk, uykusuzluk, az konuşmak ve uzletle nefsine eziyet ve işkence eder. Çeşitli zorluklara katlanarak ona muhalefet ve metanet gösterir. Onu hükmü altına alıp ona galib olur. Eğer bir kimse kendini incitirse ona kızmaz, kusuru kendinde bulur ve der ki, «Nefsim kötü olmasaydı Cenabı Hak, bana bu kullarını musallat etmezdi» Eğer kendisini mürşidine şikâyet ederlerse ona şikâyet edenlerin değil, kendisinin haksız ve ka-bahatli olduğunu söyler.îşte nefsini yenen, ona hakim olabilen ve her kusuru ken-di nefsinde gören böyle bir sâlik kabiliyetlidir, mukarrebler 683 ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ yoıuna girmeye lâyıktır. Eğer bazen kendisinde bir takım ku sur kötü haller görünürse de, bunlar onun bu Hak yola girme sine engel olmaz, mazur görülür. Çünkü kendinde kötü bir hareket gördüğü zaman buna razı olmayıp nefsini kınar, kimse ye kötü ve ağır söz söylemez, her kusuru nefsinden bilip hiçbir suretle ona hak vermez, yardımcı olmaz. Fakat sâlik, nefsinden razı olup onunla mücaheden âciz kalırsa, gerektiği zaman üç gûn aç, susuz ve uykusuz kalmak suretiyle nefsini ye-nemezse, kusur ve kabahati kendisini sövüp dövenlere bulursave onlara kırıhp düşman olur, intikam almaya kalkışır ve nefsini düşünüp onun rahat ve huzuru için çalışırsa bu mürid, sâlik olmaya kabiliyetli değildir, evliya yolunun kokusunu bilealamaz. Bu sâlik nefsiyle başbaşa kalsın, kendi sanatiyle uğraşsın, çünkü ruhâni ticaretin ehli değildir. Zira mukarrebler yolunun esası, nefsinden razı olmayıp ona düşman olmak,onunla mücahede edip müşahidler zümresine girmektir.Eğer sâlik, manevi binasını bu temel üzerine kurmazsa,binası çabuk yıkılır.Kabiliyetli sâlik ise, nefsine kızar ve ondan razı olmaz,üzüldüğü zaman yalmz nefsinden üzülür, kızdığı zaman yalnıznefsine kızar., tenkit etse yine onu tenkit eder. Böyle hareketedebilen sâlik mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) yoluna girmeye kabiliyetlidir. Şu halde nefsine izin veren ve böylece ona yenilen, sülüke kabiliyetli olamaz, mukarrebler yolundan birlezzet alamaz. Çünkü düşmanı olmıyan, dostunu bulamaz. KISIM: 4 Kabiliyetli olan sâlikin üzüntü ve sıkılma ile sevinç ve ferahlık duyması kabz halinde iç huzuru bulduğunu bildirir.Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Kabiliyetli sâlikin alâmetleri şunlardır: Sâlikin gizli-aşikârbütün arzu ve isteği, kendi nefsini kötü vasıflardan temizlemektir. Çünkü nefsini, kendisinin büyük düşmanı ve tehlikelimanevi hastalıkların kaynağı olduğunu bilir. Bu sebepten, nef 684

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

vefk-örnekleri-111

  vefk-örnekleri-111 vefk-örnekleri-111 by Charion Charion